Uydurma Faaliyetlerinin Neticesi:
Hemen belirtelim ki, İslam âlimleri hadîs
uydurma faaliyetlerinden korkmamışlar, onların Resûlullah’ın sünnetine,
birşeyler sokuşturarak müslümanlara yutturabilecekleri telaşına düşmemişlerdir.
Çünkü hadîs uyduranların hâli halktan bazılarına saklı kalsa da cehâbize denen
mütehassıslara gizli kalmamıştır… Onlar hadîslerini tâ bidayetten beri
yetkililerden icâzet yoluyla devralmışlar, râvilerini çok yönlü olarak tedkîk
edip öğrenmişlerdi.
Ekseriyet itibâriyle, bir hadîs’i muhtelif
tarîklerden bilmekteler, hangi bölgelerde hangi hadîsler yaygındır, kimler ne
çeşit hadîs rivayet etmektedir, bilmekteler. Hadîsleri senetleriyle
ezberledikleri için derhal kontrol edebilmektedirler.
Bu durumda yeni bir rivâyetin gözlerinden
kaçması kolay değildir. Nitekim İbnu’l-Mübârek’e: “Bu mevzu hadîslerle ne
yapacağız?” diye endişe izhâr edilince: Cehâbizemiz ne güne duruyor, onlar için
varlar. Ayet-i kerime: “Zikr’i biz indirdik, biz koruyacağız” (Hicr:
15/9) demiyor mu?” şeklinde cevap vermiştir.
Bu hadîs uydurma faaliyetleri, İslâm ulemasının
“din” bildiği “hadîs”in korunması hususunda, hamiyetini tahrîk etmiş, daha çok
gayret ve teyakkuza sevketmiştir. Cerh ve ta’dîl ilmi, senet ilmi bu endişeli
gayretin eseridir. Meseleye bu açıdan bakınca uydurma faaliyetlerinin, netîce
itibâriyle faideli olduğunu söyleyebiliriz. Nasıl ki, beşeriyetin terakkisinde,
şeytanın varlığı bir zenberek ve kamçı olmuşsa, vazzâ’lar (uydurucular) da İslâm
ulemasına müşevvik ve kamçı rolünü oynamış, daha verimli olmalarına sebep
olmuştur.[1]