Sahîh Ve Hasenle İlgili Altın Kaideler:
Sahîh ve hasen hadîslerle ilgili olarak
muhaddislerce beyan edilen tarifleri, şartları, bunlardan kastedilen mânaları
gördük. Mevzuun hakkıyla anlaşılmasında bu teknik bilgilerin yeterli olmadığı
açıktır. Hadîsle ilgili pek çok meselede farklı görüşler mevcuttur, burada da
öyle. Üstelik tatbikat bâzen nazariyata tamamen uymaz, bu meselelerde durum
aynı. Sözgelimi, nazarîyata göre, bir hadîsin sahîh olması için senetli ve
muttasıl olması lâzım. Halbuki tatbikatta, “ümmetin kabûlüne” veya fukahânın
ameline mazhar olan zayıf rivâyetler de “sahîh” ve hattâ “mütevatir” kabul
edilmiş olmaktadır. Şu halde, mevzuun tam anlaşılabilmesi için, tatbikata
yönelik bazı örneklerle bir kısım prensiplerin daha bilinmesinde fayda var.
Nitekim, Tedrıbü’r-Râvi’de Suyûtî bu hususa sayfalar boyu açıklama tahsîs eder.
Biz, bu açıklamaları bâzı yeni ilâvelerle zenginleştirip sistemleştiren Zafer
Ahmed et-Tehânevî’den bir pasajı biraz özetleyerek kaydedeceğiz.[1]
Tahânevî meseleleri 13 kâide halinde sunar. Biz,
ehemmiyetine dikkat çekmek için bunlara “Altın Kaideler” dedik. İfadeler teknik
olmakla birlikte dikkatlice okununca kolayca anlaşılacağına inanıyoruz.
1-
Tedrîbü’r-Râvî’de denir ki: “…bu hadîs sahîhtir” sözünün mânâsı: Onun senedi,
mezkûr evsâflarla birlikte muttasıldır, biz onu isnâdının zâhirine göre kabûl
ediyoruz. Bu kabûlümüz, nefsü’l-emirde de onun mutlak olarak sahîh olduğunu
ifâde etmez. Çünkü sikanın da unutması ve hatâya düşmesi mümkün ve câizdir. Öyle
ise “haber-i vâhid katiyyet ifâde eder” diyene hak veremeyiz.
Eğer: “Bu hadîs, gayr-i sahîhtir” dense bunun
mânâsı “Onun isnâdı mezkûr şartlara göre sahîh olmadı” demektir, yoksa nefsü’l-emirde
yalandan ibâret olduğu için zayıftır mânâsına gelmez. Çünkü, kâzibin sıdkı, çok
hatâ yapanın da isâbeti câiz olduğu gibi…”.
Derim ki: Sıhhatine delâlet eden bir karîne
olduğu vakit zayıfla amel câizdir, kezâ zayıflığına delâlet eden bir karîne
olduğu vakit sahîhle amel terkedilir. Bu mesele müteâkip paragrafta îzâh
edilecek.
2- “Fethu’l-Kadîr”de
Muhakkik İbnu’l-Hümâm şöyle der: “Müslim, tabında, cerh şâibelerinden sâlim
bulunmayan pek çoklarından rivâyette bulunur. Kezâ Buhârî’deki pek çok râvi,
tenkîdlere mâruz kalmıştır. Râviler hakkındaki hükümler, ulemânın haklarında
yürüttükleri ictihâda mebnîdir. Bu söylenenler, koşulan şartlar için de
mûteberdir, öyle ki birinin mûteber addettiği bir şartı diğeri reddeder. Böylece
diğerinin rivâyet ettiği hadîs, onun nazarında bu şartın hiç bulunmadığı bir
rivâyet olur. Ve bu rivâyet, o şartı bulunduran hadîse muâraza için aynı
değerdedir. Birinin zayıf bulup öbürünün sika addettiği râvi için de durum
aynıdır. Evet müctehid olmayanla, râvinin durumunu bizzat tanımayanlar,
ekseriyetin ittifâk ettiği husûsu kabûlde beis görmezler. Fakat şartı kabûl ve
red husûsunda ictihâd sâhibi ile râvinin durumunu bilen kimse ancak kendi reyine
mürâcaat eder ve şöyle der: “Senedce sahîh olanın nefsülemirde zayıf olduğuna
delâlet eden bir kârine ile zayıflatılması veya hasen olanın da başka
karînelerle sahih mertebesine yükseltilmesi niye câiz olmasın?” Nitekim ekâbir-i
Sahâbe’nin söylediğimize muvâfık düşen amellerinden, herhangi bir hadîsin
muktezâsiyle ameli terketmiş olmalarından misâller verdik. Selefin büyükleri de
aynı şekilde hareket etmişlerdir.”
3-
Öyle ise, İbnu’l-Hümâm’ın Tahrîr’inde ve daha başkalarında rastladığımız gibi,
müctehid, nazarında sahîh olan hadîsle istidlâl eder, ictihadda bulunur.
“Tedrîbü’r-Râvi’de denir ki: “Ebû’l-Hasan İbnu’l-Hassâr
Takrîbu’l Medârik Alâ Muvattâ’ı Mâlik’de der ki: “Fakîh, bir hadîsin senedinde
kezzâb yoksa, bu hadîsin Kur’ân’dan bir âyete veya bir kısım şerî esâslara
uygunluğu sebebiyle, sıhhatine hükmedip, onun kabûlü ve kendisiyle amel cihetine
gidebilir”.
Demek ki: Bunun gibi olanlar Sahîh li-gayrihi
addedilir, Sahîh li-zâtihi değil. Suyûtî’nin Tedrîb’de mezkûr kavline muttasıl
olarak ifâde ettiği sözleri de bunu göstermektedir.
Hâfız, et-Telhîsu’l-Habîr’de Beyhâkî’nin
tenkitten geçirdiği hadîs hakkında şunları söyler: “Bu hadîsle Ahmed ve İbnu’l-Münzîr
ihticâcda bulundular. O ikisinin bu hadîs hakkındaki cezmlerinde bu hadîsin
onlar nezdinde sahîh olduklarına dâir delîl vardır.”
Derim ki: Bir hadîs hakkındaki her bir
müçtehidin cezminde bu hadîsin onun yanında sahîh olduğuna dâir bir delîl
mevcuttur.
İbnu’l-Cevzî Tahkîk’inde şöyle der: “Hadîsi bir
muhaddîs tahkîk eder, herhangi bir hâfız da onunla ihticâcda bulunursa onun
sahîh olduğunda şüphe yoktur. Nasbu’r-Râye’de de aynı şey söylenir.
Derim ki: İmâmu Muhammed İbnu’l-Hasan veyâ
muhaddisu’l-hâfız et-Tehâvî’nin kendisiyle ihticâc ettikleri her bir hadîs,
zikredilen bu asla göre hüccettir ve sahîhtir. Çünkü onlar, muhaddis ve müctehid
kimselerdir.
Muhakkik İbnu Hümâm Fethu’l-Kadîr’de şöyle der:
“Zayıf rivâyet, sıhhatine delâlet eden bâzı karînelerle takviye gördüğü takdirde
sahîh olur.”
Bir başka yerde aynı meâlde şunları söyler:
“Şunu ifâde etmek gerekir ki zayıf ve sahîh diye verilen hüküm zâhirî bir
hükümdür. Nefsülemirde ise, zâhiren zayıf olduğuna hükmedilen bir rivâyet sahîh
olabilir. “Yânî onun sıhhatine delâlet eden bâzı karîneler ortaya konduğu
takdirde. Nitekim kendisi buna yukarıda zikredilen sözünün devâmında bir misâl
verir. Bu misâlde Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)’nin “kedi, kabı yaladığı
takdîrde tathîri için üç sefer yıkamanın kifâyet edeceğine” dâir mezhebinin
sübût ve kesinliği, bu bâbta kendisinden merfû olarak rivâyet edilen hadîsin
sıhhatini ifâde eden bir karînedir. Ve bu, râvinin ceyyid mertebesine çıkardığı
zayıf hadîslerdendir.[2]
Yine aynı kitapta şöyle denmektedir. “Hülâsa, gayr-ı merfû veyâ sübût yönüyle
bir diğer merfûya nazaran mercûh durumda olan merfû, bunun Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)’den olduğuna ve üzerine müstemir bulunduğuna delâlet edecek bâzı
karîneler mevcut olduğu hallerde kendi benzerlerine takdîm edilirler.”
4-
Bâzan hadîs, ulemânın, makbûl bulmasıyla sahîh olarak hüküm alır, sahîh bir
senedi olmasa bile İbnu ‘Abdilberr, el-İstizkâr’ında, Tirmizî’den Buhârî’nin
denizle ilgili “Onun suyu temizdir.” hadîsini sahîh addettiğine dâir
rivâyetini anlatırken şöyle der: “Ehl-i hadîs bununkine benzeyen isnâdı asla
tashîh (sahîh kabul) etmezler.”[3]
Fakat bu hadîs benim indimde sahîhtir, çünkü âlimler onu makbûl bulmuşlardır.”
Derim ki: Kabûl, bâzan kabûlle olur, bâzan
üzerine amelle olur. Bu sebeple muhakkik İbnu Hümâm, Fethu’l-Kadîr’de şöyle der:
Tirmizî’nin, “onun üzerine Ehl-i ilmin ameli câri olmuştur” sözü, medlûlü
bulunan hadîsin rivâyet edildiği bu târik sebebiyle zayıf bulunmuş olmasına
rağmen, aslının kuvvetli olmasını gerektirir.”[4]
Suyûtî, Ta’akkubât’da şöyle der: “Tirmizî hadîsi[5]
tahrîc eder ve şöyle der: Senedinde yer alan Hüseyin’i, Ahmet ve başkaları tazîf
ettiler. Fakat ehl-i ilim onunla amel etmiştir. Bu sözüyle Tirmizî, mezkûr
hadîsin ehl-i ilmin sözleriyle desteklenmiş olduğuna işâret eder.
Pek çok muhaddîs, bir hadîsin sıhhatine delâlet
eden husûslardan birini ehl-ilmin o hadîs hakkındaki sözü olarak izâh ederler.
Bu durumda hadîsin îtimâda şâyân bir senedi yoksa bile sıhhate zarar vermez.”
Yine aynı eserde şu nakledilir: “Tirmizî dedi
ki: İbnu’l-Mubârek ve başkaları tesbîh namazının lüzûmuna kâni oldular ve onun
fazîletiyle ilgili rivâyetleri zikrettiler. “Beyhakî de şöyle der: “Abdullah
İbnu’l-Mübârek onları kılardı. Sâlihler bu hadîsi birbirlerinden alıp
öğrendiler. Kezâ bu durumda da merfû hadîs için bir takviye vardır”.
Eğer bir hadîs, ümmetin hüsn-ü kabûlüne mazhar
olmuşsa bu, bizim nezdimizde mütevâtir hadîs hükmündedir. Cessâs
Ahkâmü’l-Kur’an’ında şöyle der: “Ümmet bu iki hadîsi[6]
âhad tarîkden gelmiş olmasına rağmen, amele hüccet kılmış, böylece tevâtür
mevkiini kazandırmıştır, çünkü, ulemânın haber-i vâhidden hüsnü kabûl
gösterdikleri bizce mütevâtir mânasını tazammun eder, sebebini muhtelif yerlerde
açıkladık.
5-
Sahîh hadîsler sadece Buhârî ve Müslim’in sahîhine münhasır kalmaz.
Tedrîbu’r-Râvî’de ifâde edildiği gibi, diğer kitaplarda da sahîh hadîsler
mevcuttur: “Buhârî ve Müslim kitaplarında bütün sahîhleri toplamazlar, böyle bir
arzunun peşinde de değillerdi. Buhârî: “Kitabım el-Câmi’e sâdece sahih olanı
koydum, uzun olur endişesiyle pek çok sahîh hadîsi de dışarıda bıraktım” der.
Müslim de: “Ben bu kitâbıma nazarımda sahîh olan herşeyi koymadım, ancak
üzerinde icmâ edilen hadîsleri koydum” der. Bunlarla üzerinde icmâ edilen sıhhat
şartlarının bulunduğuna kanî olduğu hadîsleri kasteder, bâzıları nezdinde
hadîslerin bir kısmında mezkûr icmâ zâhir olmasa bile (Bunu İbnu Salâh söyler).
Nevevî, sahîh’ten murâdın metin ve senedinde
sikât’ın ihtilâf etmediği rivâyet olduğunu söyler, râvîlerinin tevsîkinde
ihtilâf olmayan değil der. İbnu Salâh da: “Bunun delîli şudur ki: Ebû
Hüreyre’nin “Okunduğunda susun.” rivâyeti için “Bu sahîh midir?” diye sorulunca:
“Nezdimde bu sahîhtir” cevabını verdi. Tekrâr: “Sen onu buraya niçin
koymuyorsun?” denilince yine yukarıdaki cevâbı verdi.
Derim ki: Sahîheyn’in veyâ sâdece birisinin
rivâyet ettiği bir hadîsin bunlardan bir başkasının tahrîc ettiği sahîh hadîse
muâraza etmesi câizdir.
Muhakkik İbnu Hümam, Fethu’l-Kadîr’de diyor ki:
“Bir hadîs sıhhatte Sahîheyn’e iştirâk ediyorsa ve Buhârî’de muârızı da varsa,
muârızının buna takdîmi şart değildir. Takdîm için Buhârî’de bulunmuş olmanın
dışındaki tercîh sebepleri aranır. Şu meşhûr söze gelince; “Hadîslerin en sahîhi
Sahîheyn’de yer alan, sonra Buhârî’de, sonra Müslim’de bulunan, sonra bunların
dışında olup ikisinin şartına uyan, sonra bunlardan birinin şartına uyan
hadîslerdir”. Bu söz bir tahakkümdür, buna uymak câiz değildir. Çünkü, en sahîh
olma keyfiyeti onların koyduğu şartlara râvîlerin uymuş olmasından ileri
gelmektedir. Durum böyle olunca, onların koştukları bu şartların bu iki kitâbın
dışında yer alan bir hadîsin râvîlerinde bulunduğu farzedilse bu hadîsin de
Sahîheyn’dekilere eşit derecede sahîhlik hükmü alması gerekmez mi? Ayrıca
bunlardan ikisinin veyâ birinin “Bu şartları üzerinde toplayan muayyen bir
râvînin gerçek hâle mutâbakatı kesin olduğu söylenemez. Gerçek ve fiilî durumun
bunun hilâfına olması da mümkündür” meâlinde hükümleri de vardır.[7]
Derim ki: Sahîheyn’de yer alan hadîslerin en
sahîh oldukları kabûl edilse bile bu, muâraza durumunda iltifât edilmeyen bir
keyfiyettir. Tıpkı iki kişinin bir meselede karşılıklı olarak delîller ikâme
etmeleri gibi. Her ikisinin şâhidi de adûl olmasına rağmen birininki
diğerininkine nazaran daha dindâr, dahâ muttakî. Her iki tarafın şâhidleri şerî
adâlet ölçülerine dâhil olduktan sonra bu ikincinin beyyinesi şâhidlerindeki
mezkûr ziyâde vasıflardan dolayı öbürüne tercîh edilemez. Tercîh için hâricî
başka şeyler aranır.
Öyle ise, Sahîheyn’dekilerin en sahîh olması
veyâ Buhârî’dekilerin Müslim ve diğerlerine nazaran daha sahîh olması meselesi
icmalî olarak ve mecmûunu nazara aldığımız takdîrde doğrudur. Tafsîlî olarak tek
tek hadîsleri nazara aldığımız takdîrde doğru değildir. Bu husûs Tedrîb’de şu
şekilde tasrîh edilir.”
Bâzan mefûk (fâik ve üstün olmayan) bir habere
onu fâik kılan bir şey ârız olur. Meselâ Sahîheyn’in garîb bir hadîsi tahrîcde
ittifakları, Müslim veyâ bir başkasının meşhûr bir hadîsi veyâ senedi
esahhu’l-esânid vasfını alan bir hadîsi tahrîc etmeleri gibi. Bu hadîs daha
öncekini yaralayamaz. Çünkü bu, icmâl îtibâriyledir. Zerkeşî der ki: “Buradan şu
anlaşılıyor ki, Sahîhû’l-Buhârî’nin, Müslim ve diğerlerine tercîh edilmesinden
murâd bunun bir bütün olarak, diğerlerine bir bütün hâlinde tercîh edilmesidir,
yoksa birincide mevcut her bir hadîsin, diğerlerinde mevcût her bir hadîse
tercîh edilmesi şeklinde değildir”.
Yine Tedrîb’de geldiğine göre Hâkim şöyle der:
Sahîh hadîs on kısma ayrılır. Bunlardan beşi üzerinde ittifâk vardır, Buhârî ve
Müslim’in seçtikleri… Beşincisi eimmeden bir grubun babalarından ve
atalarından rivâyet ettikleri hadîsler olup, rivâyet ne babalarından ne de
dedelerinden tevâtür bulmayıp, kendilerinde bu dereceye ulaşan hadîsler. Şu
senetlerde olduğu gibi:
“Behz b. Hakim babasından, dedesinden; Amrubnu
Şuayb babasından, dedesinden; İyas b. Muaviye b. Kurre babasından, dedesinden”
Bunların ecdâdı Sahâbe, afâdı sikâttır. Bu gruba
girenler de kezâ kendileriyle ihticâc edilebilecek hadîslerdir. Sahîheyn
dışındaki imamların kitaplarına tahrîc edilmişlerdir.
Derim ki: Bu de kezâ Sahîheyn dışında da sahîh
hadîslerin varlığına sarîh bir delîldir.
6-
Suyûtî, Cem’ul-Cevâmî’in dibâcesinin el-Akvâl kısmında şöyle der: “Buhârî için
(Hı), Müslim için (Mim), İbnu Hibbân için (Ha, be), Hâkim’in Müstedrek’i için
(Kef), Ziyâu’l-Makdisî’nin “el-Muhtâre”si için (Dat), remizlerini koydum. Bu beş
kitapta yer alan hadîslerin hepsi sahîhtir. Herhangi bir hadîsi onlara nisbet
etmek aynı zamanda sahîh olduklarını ifâde etmek olur. Müstedrek’in tenkîd
edilmiş olan rivâyetleri bu kâideden hâriçtir. Zâten onlara ayrıca dikkat
çektim.
Mâlik’in Muvattâ’ında, İbnu Huzeyme’nin, Ebû
‘Avâne’nin ve İbnu’s-Seken’in Sahîh’lerinde, İbnu’l-Carûd’un el-Müntekâ’sında ve
Müstahrecât’da[8]
geçenler de böyledir. Onlara yapılan bir isnâd da sıhhat vasfını tazammun eder.
Müsnedü Ahmed’de yer alan bütün hadîsler makbûldür. Onlar arasında zayıf olanlar
hasene yakındır…” (Kenzu’l-Ummâl’den, özetle).
Tedrîbü’r-Râvî’de denilir ki: -Sahîh
meselelerinden- üçüncüsü: Sahîheyn üzerine tahrîc edilen kitaplar, İsmailî’nin,
Berkânî’nin, Ebu Ahmed el-Gıtrifî’nin, Ebû Abdillâh İbnu Ebî Zühl’ün, Ebû Bekr
İbnu Merdûye’nin Buhârî üzerine; Ebû ‘Avâne el-İsferânî’nin, Ebû Câfer İbnu
Hamdân’ın, Ebû Bekr Muhammed İbnu Recâ’en-Nisâbûrî’nin, Ebû Bekr el-Cevzakî’nin,
Ebû Hâmid eş-Şârekî’nin, Ebû’l-Velîd Hassân İbnu Muhammed el-Kureşî’nin, Ebû
‘İmrân Mûsâ İbnu’l-‘Abbâs el-Cüveynî’nin, Ebû Nasr et-Tûsî’nin, Ebû Sa’îd İbnu
Ebî Osmân el-Hîrî’nin Müslim üzerine, Ebû Nuaym el-İsbehâ’nî’nin, Ebu Abdillâh
İbnu’l-Ahrâm’ın, Ebu Zerri’l-Herevî’nin, Ebu Muhammed el-Hallâl’ın, Ebû Alî
el-Mâsercisyî’nin, Ebû Mesûd Süleymân İbnu İbrâhim el-İsbehânî’nin, Ebû Bekr
el-Yezdî’nin Buhârî ve Müslim’den her biri üzerine; Ebû Bekr İbnu Abdân
eş-Şirâzî’nin tek bir ciltte her ikisi üzerine müstahrecleri vardır.
Müstahreclerin iki faydası var: 1- Âli İsnâd, 2- Sahîhe ziyâde.
Zirâ müstahreclerde geçen ziyâdeler de sahîhtir, çünkü iki farklı isnâda
müsteniddir.
Yine Tedrîb’de şöyle denir: Hâfız Ebû Abdillâh
el-Hâkim, Müstedrek’inde Sahîheyn’in veya ikisinden birinin şartına uygun veyâ
onların şartlarına uymadığı halde sahîh olan zevâidi toplamıştır. Bâzan bu
kitâbına, nazarında sahîh olmayan hadîsleri de zaaflarına dikkati çekerek
kaydeder. Hâkim, tashîh husûsunda mütesâhil (gevşek)’dir. Zehebî, Müstedrek’ini
hülâsa eder ve birçok hadîsi zayıf ve münker bulur. Bunda geçen mevzû hadîsler
için de müstakil bir cüz tertîpler. Bu cüzde yüze yakın hadîs mevcuttur.
Hâkim’in tashîh ettiği bir hadîs hakkında diğer mûteber hadîsçiler nezdinde
sahîh veyâ zayıftır diye bir hükme rastlamazsak ve zâfını gerektiren bir illeti
zâhir olmazsa onun hasen olduğuna hükmederiz…” (özetle).
Derim ki: Zehebî bu husûsta bizi yeteri kadar
doyurmuştur. Onun ikrâr ettikleri sahîhtir. Sükût edip üzerine hüküm
yürütmedikleri İbnu Salâh’ın dediği gibi, hasendir.
Nesâî’nin Müctebâ’sı da sahîh olması kuvvetle
muhtemel olanlardandır. O, bütün ülkelerde okunan bir kitaptır. Nesâî’den
rivâyet eden Muhammed İbnu Mu’âviye el-Ahmer şunu nakleder: “Nesâî dedi ki:
“Kitâbu’s-Sünen”in tamamı sahîhtir, bâzıları ise mâlûldür. Ancak o bunların
illetini belirtmemiştir. Müctebâ diye bilinen müntehâbın hepsi sahîhtir.
Hâfız Ebû’l-Fazl, İbnu Hacer der ki: “Nesâî’nin
kitâbına, Ebû Âli en-Nîsâbûrî, Ebû Ahmed İbnu’Adiyy, Ebû’l-Hasan ed-Dârakutnî,
Ebû’Abdillâh el-Hâkim, İbnu Mende, ‘Abdü’l-Ganî İbnu’s-Saîd, Ebû Yâle el-Halîlî,
Ebû Alî İbnu’s-Seken, Ebû Bekri’l-Hatîb ve başkaları Sahîh ismini ıtlâk
ediyorlar.
Sindî de, “Nesâî” üzerine yaptığı Tâlîk’ında
şöyle der: “Hülâsa, sahîh ıtlâkı, en-Nesâiyyu’s-Sağîr içindir. Bu kitâp Şâi’
diye meşhûrdur. Bunda da hasen hadîsler sahîh diye tesmiye edilmiştir. Zayıf
ise son derece nâdirdir ve eğer zikredildiği bâbda ondan başka rivâyet yoksa
hasen addolunur. Bu çeşit hadîsler musannıf ve Ebû Da’vud nazarında
re’yu’r-ricâlden daha kavîdir (Allâhu âlem).”
7-
Eğer hadîs muhtelefun fih ise, yânî bâzıları tashîh veya tahsîn etti, bâzıları
taz’îf etti ise bu hadîs hasendir. Muhtelefun fih olan yânî bâzılarınca tevsîk,
bâzılarınca da taz’îf edilmiş bulunan râvî de hasenu’l-hadîsdir, rivâyetleri
hasen addolunur.
Tedrîbur’Râvî’de denir ki: “(Tenbîh): Hasen
hadîs de, sahîh hadîs gibi muhtelif derecelere sâhiptir. Zehebî der ki: En üstün
mertebesi Bahzu’bnu Hakîm’in babasından, dedesinden; Amr İbnu Şuayb’ın
babasından, dedesinden; İbnu Ishâk’ın et-Teymî’den yaptığı rivâyettir.
Böylelerine sahîh denir, ancak sahîhin en düşük derecesindedirler. Bundan sonra
tahsîn veyâ zîf’i husûsunda ihtilâf edilenler gelir. Hâris İbnu Abdillah, Âsım
İbnu Damre, Haccâc İbnu Ertât ve benzerlerinin hadîsleri gibi.
Derim ki: Muhammed İbnu Ebî Leylâ, Hasan İbnu
Umâre Şüreyhu’l-Kâdî, Şehru’bnu Havşeb ve benzerleri gibi tevsîk ve tazîf
husûsunda haklarında ihtilâf edilenler. Bunlar çoktur. Zehebî’nin dediğine göre
-ki Zehebî nakd-i ricâl hususûnda tam ihtisâs sâhibi kimselerdendir[9].
“Bu mevzûnun âlimlerinden ikisinin zayıfın tevsîki ve sikanın taz’îfi üzerine
ittifak ettikleri görülmemiştir.[10]
Bu sebeple Nesâi’nin prensibi, terkedilmesi için âlimlerin üzerine ittifâk
etmediği ricâlden rivâyette bulunmaktı.” Sahâvî’nin Fethu’l-Muğîs’inden naklen
er-Ref’u ve’t-Tekmîl’de geçer. Münzirî, Terğîb’inin mukaddimesinde şöyle der:
“Derim ki: Eğer bir hadîsin isnâdındaki râviler sika ve aralarında da hakkında
ihtilâf edilen biri varsa onun isnâdı hasendir, yâhut müstakîmdir, yâhut Lâ
be’se bihi’dir (beis yok)”, keza haklarında ihtilâf edilen râvîlere tahsîs
ettiği bâbta da megâzî sâhibi Muhammed İbnu İshâk İbnu Yesâr’ın târihçesi
üzerine uzunca yazdıktan sonra şöyle der: “Hülâsa bu zât, hakkında ihtilâf
edilenlerdendir, hasenu’l-hadîsdir.”
Kays ‘İbnu Talk’ın babasından rivayet ettiği
hadis hakkında İbnu’l-Kattân’ın sözlerinden naklen Zeyle’î der ki: “Hadîs,
muhtelefun fih’tir. Hakkında hasen denmesi daha doğru olur, sahîh olduğuna
hükmedilemez (Allâhu âlem).” Yine burada İbnu Dakîku’l-Iyd’ın şu sözü
nakledilir: “Bu hadîs (yânî, “Kulalar baştandır.”) iki cihetten mâlûldür:
Biri Şehru’bnu Havşeb hakkındaki cerhedici söz, ikincisi ref’i hakkındaki
şüphedir. Fakat Şehr’i, Ahmed, Yahyâ, ‘İclî, Yâkub İbnu Şeybe tevsîk
etmişlerdir. Sinan İbnu Rebî’a’ya gelince Buhârî kendisinden tahrîcte bulundu.
O, telyîn edildi ise de İbnu’Adiyy hakkında: “O, bence Labe’s bihdir”. der. İbnu
Maîn de: “Kavî değildir, hadîsi bizce hasendir” der.
Ebû Dâvud hâşiyesinde “Ekilu zu’l-hey’ati
usratihim ille’l-hudud” hadîsinin altında şu ibâre vardır: “Bu hadîs, Hâfız
Sirâcü’d-Dîn el-Kazvînî’nin, Bağavî’nin el-Mesâbih’inden tenkîd ederek zayıf
hükmünü verdiği hadîslerden biridir. İbnu’Adiyy der ki: “Bu hadîs, bu senediyle
münkerdir, onu Abdülmelik’ten başkası rivayet etmemiştir. ” Münzirî de
“Abdülmelik zayıftır” der. Hâfız Selâhuddîn el-‘Alâî ise: Bu ‘Abdülmelik İbnu
Zeyd hakkında Nesâî: “Lâ be’s bihi” (Onda bir beis yok) der. Onu İbnu Hibbân da
tevsîk etmiştir, hadîsi inşâllah hasendir, bilhassa ondan Nesâî’nin yaptığı
tahrîcler. Çünkü o, kitabında ne münker, ne vâhî hadîsi ne de metrûk kimsenin
hadîsini tahrîc etmez.” der.
Muhakkik İbnu’l-Hümâm Feth’de der ki:
“Dârakutnî, ‘Ubeydullâh ‘İbnu ‘Abdillâh o da İbnu ‘Abbas’dan şunu tahrîc eder:
“İnnema harreme rasulallahi sallallahu
aleyhi ve selleme mine’l-meyteti lahmiha feimme’l-celde ve’ş-şi’ra ve’s-sufe
fela be’se bihi” ve bunu Abdü’l-Cebbâr İbnu Müslim’in zâfı sebebiyle ta’lîl
eder. O, memnû’dur. İbnu Hibbân ise onu sikalar arasında zikreder. Her hâl ü
kârda hadîs, hasen mertebesinden aşağı düşmez.
Suyûtî, Ta’akkubât’da Hz. Ayşe’den merfû olarak
gelen “(içerisinde Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh)’in bulunduğu bir cemâata
ondan başkasının imâmlık yapması câiz değildir)” hadisi hakkında, İbnu
Cevzî’yi -ki bu hadîsi, senedinde kendisiyle ihticâc edilmez dediği İsa İbnu
Meymûn ve metrûk dediği Ahmed İbnu Beşîr bulundukları için tâlîl etmiştir-
reddetmek için şunları söyler: “Bu hadîsi Tirmizi tahric etmiştir. Ahmed İbnu
Beşir’le Buhârî ihticâcda bulunmuştur ve ulemânın çoğunluğu da onu tevsîk
etmiştir. Dârakutnî der ki: “Zayıftır, hadîsiyle i’tibâr edilir”. İsa’ya
gelince, hakkında Hammâd: “Sikadır” der. Bir seferinde Yahyâ onun için “Lâ be’s
bihi” (onda bir beis yok) demiştir. Bu ikisinden başkası ona taz’îf ederler,
fakat kizble ithâm etmezler. Mezkûr hadîs hasen’dir”.
Hâfız, Tehzîbü’t-Tehzîb’de Kâtibu’l-Leys
‘Abdullah İbnu’s-Sâlih’in tarihçesi meyanında şöyle der: İbnu’l-Kattân onun için
“sadûkdur, rivayet ettiği hadîslerin derecesini düşürecek hiç bir menfî vasıf,
hakkında isbât edilemez. Ancak ne var ki muhtelefun fihdir, hadîsi de hasendir”
demiştir.
Derim ki: Bu ibârelerin hepsi daha önce de
tekrar ettiğimiz şu hükmümüzün doğruluğuna bir delîl teşkîl eder: “Eğer râvi
muhtelefun fih ise kendisi hasenu’l-hadîsdir. Eğer sözü fazla uzatmış olmaktan
endîşe etmeseydim meseleyi tafsîl ederek başka nakillerde de bulunurdum. Ricâl,
ilel, ve mevzûât üzerine yazılan taakkûbât kitaplarını mütâlaa eden kimse bu
beyân ettiğimiz esas hakkında asla şüpheye düşmez.
8-
Hasen hadîs, kuvvetçe sahîhden mâdûn olmasına rağmen, ihticâcda onun gibidir. Bu
sebeple bir gurup âlim onu sahîh nevine dâhil ettiler: Hâkim, İbnu Hibbân, İbnu
Huzeyme gibi. Böyleleri bu nevdeki hadîslerin sıhhatı mübeyyen ve kesin olanlara
nazaran dûn mertebede olduklarını da söylemekten geri durmazlar. Bu ifâde
Tedrîbu’r-Râvî’de mevcuttur. Hâfız İbnu Hacer Şerhu’n-Nuhbe’de şöyle der:
“Hasen’den olan bu kısım kendisiyle ihticâcta sahîhe iştirâk eder, onun dûnunda
olsa da. Kezâ bir kısım farklı derecelere ayrılmakta da sahîhin müşâbihidir.”
9-
Hasen li-zâtihi olan bir hadîs, birden fazla vecihle rivâyet edilmiş ise, bu
öteki vecih tek de olsa kuvvetlenerek hasen derecesinden sahîh derecesine
yükselir. Bu kaide de Tedrîb’de ifâde edilmiş ve Şerhu’n-Nuhbe’de sarahâte
kavuşturulmuştur.
10-
Zayıf bir hadîs, başka tarîklerden de rivâyet edilmişse ve bu öteki tarîk tek de
olsa bunlar berâberce hasen derecesine yükselir ve kendisiyle ihticâc
edilebilir.[11]
Yine Tedrîbu’r-Râvî’de şöyle denmektedir:
“Münferid olma halinde kendileri bir hüccet teşkîl etmeyecek olan iki tarîki
olan hadîsle ihticâc etmede bir garâbet yoktur. “Müsned bir vecihle rivâyet
edilen mürsel de veya kendi şartına uygun bir başka mürselin de ona muvâfakatı
durumlarında olduğu gibi ki bunu bilâhare îzâh edeceğiz.
Yine Tedrîb’de şöyle denir: “Keza, eğer hadîsin
za’fı irsâl veya tedlîs veyâ meçhûl ricâlin senedde yer etmesi gibi sebeplerden
ileri geliyorsa, bir başka vecihle gelmiş olmakla zaaf kalkar, fakat hasen
li-zâtihinin dûnunda kalır.”
Şerhu’n-Nuhbe’de de şöyle der: “Seyyi’ü’l-Hıfz
olan birisi îtibâr etmeye elverişli mûteber birisine tâbî kılınınca, mûteber
onun fevkinde veya mislinde olmalıdır, dûnunda değil. Durumu temyîz edilemeyen
muhtelit, mestûr, mürsel isnâd, içerisinden hazfedilen kısmı bilinmeyen müdelles
vs. bütün bunların hadîsleri kendilerinin dûnunda olmayan bir başka vecihle
rivâyet edilince hadîsleri hasen olur, fakat hasen li-zâtihi değil. Onun böyle
tavsîf edilmesi ister mütâbi ister mütâba’in her iki tarafa da itibâr
edilmesiyledir. Çünkü onlardan her birinin rivâyetleri hem doğru ve hem de
yanlış olabilir, iki ihtimâl de birbirine eşittir. Haklarında îtibâr’da
bulunulanlardan (mûteberûn) biri cânibinden olanlardan birine muvafık düşen bir
rivâyet vâkî olduğu takdîrde mezkûr iki ihtimâlden biri üstün gelir ve bu,
hadîsin mahfûz olduğuna delalet eder, tevakkuf derecesinden kabûl derecesine
yükselir Allâhu âlem.
Mâ sebete bi’s-Sünne’de Hâfız Irâkî’den naklen
şöyle denir: “Beyhakî’nin sözünün zâhirine göre, muharremin onuncu günüyle
ilgili olan tevessün hadîsi İbnu Hibbân’dan başkasının reyince hasendir. Çünkü
o, bunu birçok Sahâbeden farklı tariklerde merfû olarak rivayet eder ve ilâveten
der ki: “Bu isnâdlar gerçi zayıftırlar, ancak birbirlerine zammedilince kuvvet
hâsıl olur. İbnu Teymiyye bunu inkârla “tevessün hadîsinde Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)’den rivayet edilenlerden hepsi bildiğin sebebe binâen
bâtıldır” der. Ahmed’in sözü de aynı: “O, sahîh değildir” -yani li-zâtihî sahîh
değil- Buradaki değildir sözü onun hasen li-gayrihi olmasını nefyetmez. Hasen
li-gayrihi ile ihticâc edilir. Bu husûs hadîs ilminde açıktır.” (Irâkî’nin
sözü).
Muhakkik Feth’de der ki: “Bu kadar çok tarîkden
gelen hadîsler, zayıf bile olsalar metinleri hasen olur. Nasıl olmasın ki, onlar
içerisinde zâten hasenden daha aşağı dereceye düşmeyecek olanlar var.” Yine aynı
kitapta şu ifadeye rastlanır: “Bu sayıca fazla tarîkler ondan fazla Sahâbeden
gelmektedir. Bunlardan her biri zayıf olsaydı bile, hepsi berâber mütâlaa
edildikte hüccet olma durumları sabit olurdu. Kaldı ki bir kısmı hasen
mertebesinden aşağı düşmüyor..”
Tedrîbu’r-Râvî’de şöyle denir: “Ravînin fısk
veya kizbinden dolayı zayıf olan hadise kendisi değerinde bir başka hadîsin
muvâfakat etmesinin değeri yoktur, çünkü böyle bir zaaf kuvvetlidir ve sebebi
kolayca izâle olamayacak cinstendir. Ancak tarîklerin mecmûu ile münker veya
asılsız olmaktan kurtulur. Bu hususu Şeyhu’l-İslâm, yani Hâfız İbnu Hacer
açıklar ve der ki: “Bâzan tarîkler sayıca artar ve hadîsi mestûr ve seyyiul hıfz
mertebesine yükseltir. O şekilde ki eğer onun için, içerisinde muhtemel yakın
bir zaaf varsa bunlar tümüyle hasen derecesine yükselirler.
Allâme muhaddis Şarânî -ki Hâfız Suyûtî’nin
talebesidir- el-Mîzân’da şöyle der: “Muhaddislerin cumhur’u, tarîklerin çoğalma
durumunda zayıf hadisle ihticâc ettiler ve onu bazan sahîh’e, bazan da hasen’e
ilhâk ettiler. Zayıfın bu nev’ine, Beyhakî’nin es-Sünenü’l-Kübrâ’sında
rastlanır. Bu kitap, imamların ve onların ashabı olan âlimlerin sözleriyle
ihticâc için te’lif edilmiştir. Çünkü bir imam ve onun mukallidlerinden birinin
bir sözüne delil teşkil edecek sahih veya hasen bir hadis bulmazsa falanca
falanca tarîkden bir zayıf hadis rivayet eder ve bununla iktifa ederek der ki:
“Bu tarîkler birbirlerini takviye ederler”.
11-
Ebu Dâvud’un herhangi bir mütâlaa yürüterek derecesini beyan etmediği hadîsler.
Bunlar da kendileriyle ihticaca elverişlidirler.[12]
Münzirî, et-Tergîb’in mukaddimesinde şöyle der:
“Ebu Dâvud’a nisbet ettiğim ve hakkında beyanda bulunmadığım her hadis, Ebu
Davud’un da dediği gibi hasen mertebesinden aşağı düşmez. Bazan da Sahîheyn’in
veya ikisinden birinin şartına muvafık düşer.
Allame Şevkânî, Neylü’l-Evtâr’ında der ki: “Daha
önce de zikrettiğimiz üzere, hadîs imamlarından bir kısmı, Ebu Dâvud’un meskut
geçtiği hadîslerin ihticâc’a sâlih olduğunu beyan etmişlerdir.
Tedrîbü’r-Râvî’de denir ki: Hasen olduğu
zannedilenlerden kezâ Sünenü Ebî Dâvud vardır. Kendisinden gelen rivayete göre
o, Sünen’inde sahîh hadîsi, sahîhe benzeyeni, sahîhe yakın olanı zikretmiş,
içerisinde vehnu şedîd olanları da ayrıca belirtmiştir. Haklarında hiçbir şey
söylemedikleri de sâlihtir.
” Münzirî, Ebû Dâvud’da geçen
“Namazda kul sağa sola bakınmadıkça
Allah ona yaklaşmaya devam eder, bakındığı vakit ondan yüz çevirir”
hadîsi için şu bilgiyi verir: “Senedinde yer alan Ebu’l-Ahvâs’ın ismi
bilinmiyor. Zührî’den başkası ondan rivayette bulunmadı. Yahyâ İbnu Ma’în
“ehemmiyetsizdir” demiştir. El-Kerâbîsî: “âlimler nezdinde metîn değildir”
demiştir. Nevevî, el-Hülâsa’da: “O, hakkında câhil olunan kimsedir, fakat
hadîsini Ebû Dâvud taz’îf etmemiştir, binâenaleyh nezdinde hasendir” der
(Zeyleî’den naklen).
12-
Hafız İbnu Hacer’in Fethu’l-Bârî’de zikrettiği ve hakkında sükût ettiği
el-Ehâdisu’z-Zâide. Bunlar onun nezdinde sahîh veya hasendir. Nitekim bunu
mukaddemesinde şöyle tasrîh eder: “Sonra, ikinci olarak, bu hadis hakkında ona
müteallik tetümmât (ekler) ve ziyâdâttan metne ve isnâda âit fevâid, gâmız olanı
açıklama, semâ husûsunda tedlîsde bulunanı tasrîh, daha önce ihtilât etmiş bir
şeyhten hadîs derleyen kimsenin mütebâatı kaabilinden bir kısım sahîh maksadları
tahrîc ederim. Bu tahrîclerimin her birisi başlıca mesânid, cevâmi, müstahrecât,
eczâ ve fevâid mecmualarındandır. Tahrîcte bulunduğum hadîsler sahîh veya hasen
hadîs şartlarına uyar..”.Şevkânî, Neylü’l-Evtâr’da Havle Bintü Hakîm’in rivâyet
ettiği
O, Nebi sallallahu aleyhi veselleme şunu sordu:
‘Bir kadın rüyasında ekeğin gördüğünü görürse’ hadisi hakkında der ki: “Hâfız
İbnu Hacer, bunu el-Feth’de zikreder ve fakat üzerine hiç konuşmaz.” Keza Yâle
İbnu Umeyye’nin rivayet ettiği Rasulullah bir adamı açıktan guslederken gördü.
hadîsi hakkında da şunu söyler: Bezzâr bunun benzerini İbnu Abbâs’tan uzun
olarak tahrîc eder. Bunu Hâfız İbnu Hacer el-Feth’de zikreder fakat üzerine
konuşmaz”. Burada Hâfız İbnu Hacer’in el-Feth’de zikredip üzerine konuşmadığı
hadîsin sıhhat ve hüsnüne delîl mevcuttur Allâhu âlem.
Derim ki: Kezâ Hâfız İbnu Hacer’in
et-Telhîsu’l-Habîr’inde zikredilen hadîslerdeki sükûtu da onların sıhhat veya
hüsnüne delîldir. Çünkü Şevkânî merhûm, Hâfız İbnu Hacer’in el-Feth’deki
sükûtuyla ihticâc ettiği gibi bazan da et-Telhîs’deki sükûtuyla ihticâc
etmektedir. Neylü’l-Evtâr’a bir göz atmakla bu husûs derhal anlaşılır.
13-
Ulemânın: “Bu bâbta bundan daha sahîh hadîs yoktur” sözü, o hadîsin sıhhatını
gerektirmez.” Bundan maksad, bu babda onun diğer rivayetlere nazaran en sahîh
olduğunu ifade etmektir. Alimler bu sözden umumiyetle bu manayı kastederler
(el-Cevheru’n-Nakiyyu’dan).
Derim ki: Bunun zayıf olması caizdir, ancak
diğerlerinden daha iyidir. Fakat mevzû olması asla caiz değildir.[13]
[1]
Tahânevî’nin kitabını Abdülfettah Ebu Gudde tahkîk ederek kıymetli dipnotlar
eklemiştir. İktibas’taki dipnotlar Ebu Gudde’ye aittir. Bu kıymetli eser
Yeni Usul-i Hadis adıyla tarafımızdan Türkçeye kazandırılmıştır. (İbrahim
Canan)
[2]
Muhakkik İbnu’l-Hümâm, Feth’de, Hidâye sâhibinin bu husûstaki kavli zımnında
(1, 214-215) şunu der: “Eğer sarığının kıvrımı veya elbisesinin uç kısmına
secde etse câiz olur”. Bunu söylemezden önce buna delâlet eden hadîsleri
tahrîc eder ki bunların bir kısmı zayıftır. Merhûm şöyle der: “Bu hadislerin
bazıları üzerine tenkîdler yapılmışsa da sağlam olanlar diğerlerini takviye
ederler. Eğer hepsi birden zayıf olsaydılar, tarîklerinin çokluğu sebebiyle
yine de hasen sayılacaklardı. Bunun caiz olduğuna dair söylediğimiz dışında
başka rivayet ve görüşler de mevcuttur. Bu cümleden olarak, Hasan-ı
Basrî’nin Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in Ashâbından naklettiği ve
Hz. Buhârî’nin de tâlikan rivayet ettiği şu hadîse bakalım: “Hasan dedi ki:
Halk sarık ve başlık üzerine secde ediyordu.” Bununla merfular hakkındaki
zan kuvvet bulur. Çünkü zayıfın manası nefsülemirde batıl olmayı tazammun
etmediği müddetçe, nefsülemirde sahîh olabileceğinin câiz olması sebebiyle
bunu gerçekleştirecek bir karînenin ortaya çıkması da mümkündür. Böylece
zayıf ravi, bu muayyen metinde ceyyid mertebesine yükselerek kuvvetlendiği
için kendisiyle amel edilir.” (İbrahim Canan)
[3]
Derim ki: Aksine, isnâdını da metnini de tashih ettiler. Bunu, Leknevî’nin
el-Ecvibetu’l-Fâdıla’sının sonuna ilâve ettiğim “Ulemânın kabûl edip
medlûlleriyle amel ettikleri hadîslerin bu sayede tashih edilmiş olduklarına
binâen onlarla amel etmek vaciptir” unvanını taşıyan kısımda izah ettim. Bu
konu ile ilgili oldukça geniş, yeterli şevâhid ve nusûsa şâmil olan bu izah
228-238. sayfalar arasında on sayfa tutan bir hacimde yer almıştır. Oraya
bakılırsa şeyhimiz müellifin burada temas ettiği meselenin orada tamamlanmış
olduğu görülecektir. Şu hadisler de senetçe zayıf oldukları halde sahih
addedilip hükmüyle amel edilmiştir: “Varise vasiyet yoktur.” “Diyet akile
üzerinedir.” (İbrahim Canan)
[4]
İbnu’l-Hümâm, “Feth”in “Faslu’l-Evvel min Fusûli Kitâbi’t-Talâk” bahsinin
sonunda (3, l43) şöyle der: “Yine hadisi tashih eden hususlardan biri, onun
uygunluğu hususunda ulemânın amelidir”. Tirmizî, Talâku’l-Emeti Sintân”
hadîsini rivayet ettikten sonra: “Hadîs garîbtir, fakat Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)’in ashâbından ve onlardan sonra gelenlerden bir
kısmı bununla amel etmiştir” der. Dârakutni’nin Sünen’inde (4, 40) de şu
ifâde mevcuttur: “Kâsım ve Sâlim şöyle dediler: Bununla müslümanlar amel
ettiler.” Sâlim de şöyle der: “Hadîsin Medîne’de iştihâr bulması senedin
sıhhatini aratmaz.” (İbrahim Canan)
[5]
Yani İbnu Abbâs’ın: “Özürsüz olarak iki namazı cemederse kebâir kapılarından
birini açmış olur” meâlindeki rivayeti. (İbrahim Canan)
[6]
Yâni Ebu Dâvûd (2, 257) ve İbnu Mâce (1, 672)’nin Hz. Aişe’den rivayet
ettiklerı hadis: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:
Câriyenin talâkı iki talâktır, iddeti de iki hayız müddetidir.” İbnu Mâce
(1, 672) ve Dârakutni (4, 38)’nin hadîsleri: “İbnu Ömer diyor: Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: “Câriyenin (emet) talâkı ikidir,
iddeti de iki hayız müddetidir.” (İbrahim Canan)
[7]
Muhakkik el-Kemâl İbnu’l-Hümâm’ı onun talebesi bulunan Allâme
İbnu’l-Emîri’l-Hacc merhûm, et-Takrir ve’t-Tahbîr fi şerhi Kitâbi’t-Tahrîr
(3, 30) kitabında te’yîd eder ve sonra şöyle der: “Üzerine dikkat çekmemiz
gereken meselelerden biri de şudur: Sahîheyh’in diğerlerinden daha sahih
olma keyfiyeti bunlardan sonra gelenlere atf ı nazar edilerek verilen bir
hükümdür, kendilerinden önce gelen mütekaddimîn müctehidlerine atfı nazarla
değil. Bu durum bütün sarâhatına rağmen bazılarınca bilinmiyor veya bu
noktada hataya düşülüyor (Allâhu âlem bissevâb… (özetle).
Şeyhimiz İmâmu Kevserî merhûm, Hâzimî’nin
Şurûtu’l-Eimmeti’l-Hamse’sine yaptığı tâlikâtta (s.59) İbnu Emîri’l-Hâcc’ın
yukarıda zikrettiğimiz ibâresini naklettikten sonra şunu söyler: Burada İbnu
Emîri’l-Hâce demek istiyor ki: Şeyheyn ve diğer “Sünen” sahipleri huffâzdan
birbirine muâsır olan bir gruptur. Bunlar İslâm fıkhının tedvîninden sonra
ortaya çıktılar ve hadîslerden bir kısmını topladılar. Kendilerinden önce
yaşamış olan müctehid imamlar hadîs ve diğer malzeme yönüyle daha zengin
kimselerdi. Önlerinde hudûdsuz bir merfû, maktû, mürsel hadîsler deryâsı,
Sahâbe ve Tâbiîn’den menkûl fetvâ hazînesi mevcuttu.
Müçtehidin nazarı bir kısım hadîslere gafil
değildir. Önümüzdeki “Cevâmi” ve “Musannafât” silsilesine nazar etsek
onlardaki her bir babta müçtehidînin istiğna etmediği bütün hadîs
çeşitlerini bulabiliriz. Kütüb-i Sitte müelliflerinden önce yaşamış olan bu
Cevâmî ve Musannafât’ın sahipleri, bu mezkûr müçtehidlerin ashâbı
(arkadaşları) veya arkadaşlarının arkadaşlarıdırlar. Onlar için hadîslerin
senetlerini kontrol çok kolaydı, çünkü Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)’e çok yakındılar. Bu sebeple bir müçtehidin her hangi bir hadîsle
ihticâc etmesi onu tashîh manasına gelir. Kütüb-i Sitte’ye ihtiyaç duyulması
ve onlarla ihticâc edilmesi sadece onlardan sonra gelen kimselere nazaran
ortaya çıkan bir meseledir (Allâhu âlem). (İbrahim Canan)
[8]
Müteâkip bahiste “Sahîheyn” veyâ ikisinden biri üzerinde yapılan
Müstahrecât’ın büyük bir kısmı beyan edilecek. Fakat bu husûsta bir iki
noktaya daha temâs etmek gerekmektedir. Müstahrecât’da zikredilen hadîslere
sahîh hükmünün verilmesi isâbetli değildir. Çünkü onlarda sahîh ve zayıf
bulunduğu gibi Buhâri ve Müslim’in şartlarına uyanlar, ikisinin şartına da
uymayanlar var. Şu halde onlarda bulunanın hepsine birden sahih sıfatını
ıtlâk etmek uygun değildir. Hâfız İbnu Hacer, İbnu Salâh’ın Mukaddime’sine
yazdığı Nüketi’nde bazı Müstahrecât’ın durumunu ve onların istihrâc
yollarını îzah sadedinde şöyle der:
“Ebû Avâne’nin kitâbı, bâzı kimseler onu
Müslim üzerine yapılan Müstahrec olarak isimlendirse de bâbların hepsinde
müstakîl olan çok sayıda hadîs mevcûttur. Müellif bunlardan pek çoğuna
işâret etmiştir. İçerisinde sahih, hasen, zayıf ve mevkûf rivâyetler
mevcuttur.
el-İsmâîli’nin kitâbında müstakîl zâid hadîs
yoktur. Ancak bazı metinlerin içerisinde zâide rastlanır. Bunun hakkında
sıhhat hükmü râvîlerin ahvâline bağlıdır. Meselâ, Zührî’nin bir kısım
arkadaşları târikiyle Zührî’den Buhârî’nin rivâyet ettiği bir hadîsi İsmâili
bâzı ziyâdelerle Zührî’nin başka arkadaşları tarîkiyle istihrâc eder. Bu
sonuncular, haklarında tenkid vâkî olan kimselerdir. Onların ziyâdeleriyle
ihticâc yapılmaz.
Müellif (yânî İbnu Salâh) sonra şöyle der:
“Müstahrecât sahipleri, hadîsin elfâzından aynen Şeyheyn’e muvâfakât
aramadılar. Buna da sebep olanların bu hadîsleri Buhârî ve Müslim cânibinden
rivâyet etmemiş kılmalarıdır. Böylece ziyâdenin sahîh olduğuna dâir hüküm,
sahîh hadîs için râvîlerde şart koşulan sıfatların, müstahrec müellifi ile,
üzerine istihrâcta bulunulan asıl kitap sâhibinin birleştikleri râvilerde
sübût bulmasına mütevakkıftır. İstihrâc sâhibi ile, aslın sâhibinin
birleştiği kimse arasında, râvi sayısı ne kadar çok olursa o nisbette tenkîd
ihtimâli artar.
Keza istihrâc yapanın asrı ile üzerine
istihrâc yapılan aslın asırları birbirinden ne kadar uzak olursa isnâd uzar
ve ricâli arttıkça da onu tenkîd eden kimse onların ahvâlini fazlaca
araştırmaya mecbûr kalır.
Meselâ Buhârî, Ali İbnu’l-Medini’den, Süfyân
İbnu Uyeyne’den Zührî’den bir hadîs rivâyet etmiş olsa, İsmâilî de aynı
hadîsi bâzı şeyhlerinden, Hakem İbnu Mûsa’dan, Velîd İbnu Müslim’den,
Evzâî’den, Zühri’den rivâyet etmiş olsa ve Evzâi’nin hadîsi İbnu Uyeyne’nin
hadîsine bir ziyâdeye şâmil olsa buna sahîh hükmü Velid’in Evzâi’den,
Evzâî’nin de Zühri’den dinlemiş olmasının tasrîhine bağlıdır. Çünkü Velîd
İbnu Müslim, şeyhleri ve şeyhlerinin şeyhleri üzerine tedlîsde
bulunanlardandır.
Kezâ, onun sıhhatı, el-İsmâilî’nin şeyhi
hakkında sahîh sıfâtlarının sübûtuna mütevâkkıftır. Müstahrec’te bulunan
bütün hadîsleri buna kıyâs et. Bu hüküm geri kalan bütün müstahrecât için
aynıdır.
Bâzılarını, râvilerinde gerekli şartlar
ictimâ etmese bile, hadîsin aslını bulduğu şekilde tahric etmekle iktifa
etmiş gördüm. Hatta Ebû Nuaym’ın ve başkalarının Müstahrec’inde birçok
zayıflardan rivâyet edildiğini gördüm. Çünkü onların bu müstahrecâtdan
maksadları âli isnâd elde etmektir, bu ziyâdeleri tahrîc etmek değildir.
Ziyâdeler bulunan âli isnâd da tesâdüfen yer almıştır (Allâhu âlem).
(İbrahim Canan)
[9]
Evet Zehebî’nin nakd-i ricâlde otorite olduğuna bu sahanın pek çok imamı
şehâdet etmiştir. İki çizgi arasına alınan Zehebî hakkında söz Hâfız İbnu
Hacer’e aittir, Nuhbe’ye Nüzhetü’n-Nazar adıyla yazdığı şerhin
Merâtibu’l-Cerh ve’t-Tâdîl bahsinde (s.136) geçer. (Mezkür eser,
“Laktu’d-Dürer” kenarında neşredilmiştir). Aynı sözü talebesi Sehâvî alır ve
Zehebî hakkında Fethu’l-Mugîs’de (s.482) tekrar eder. Keza aynı sözü, Suyûti
alarak el-Hâvî li’l-Fetâvâ’da (1, 348) dercedilmiş olan el-Mesâbihu fi
Salâti’t-Terâvih” cüzünde Zehebi hakkında tekrar eder.
Zehebî’nin talebesi olan İmâm Tâcü’d-Dîn
es-Sübkî, Tabakâtu’ş-Şâfiîyyeti’l-Kübrâ’sında (5, 216) Zehebî’nin tarihçesi
ile ilgili bahiste şöyle der: Şeyhimiz, üstadımız, imam, hafız, Şemsü’d-Din
Ebû Abdillâh et-Türkmânî, ez-Zehebî, asrın muhaddisidir, hadîste eşi olmayan
bir ummândır. Zorluklar karşısında kendisine sığınılan bir büyüktür. Hıfz
bakımından yegane imamdır. Mana ve lafızda asrın altınıdır. Cerh ve ta’dîl
mevzuunun şeyhi ve bütün yollarda ricâlin yürümesini sağlayan destektir.
Sanki bütün imamlar bir yerde toplanmışlar da Zehebî onlara bakmış ve orada
hazır olanlardan onları huzurunda bulunmuş olanın ihbarını nakletmeye
başlamış gibidir.”
Şeyhlerimizin şeyhi, Hint muhaddisi,
İmâmu’l-Asr eş-Şeyh Enver Şâh el-Keşmîrî ed-Deyvebendî (vefâtı 1352)
hayretengiz bir derecede büyük olan Feyzu’l-Bârî alâ Sahîhu’l-Buhârî’sinde
(1, 179) der ki: “Zehebî, hakkında: “Eğer o bir tepe üzerinde dursa ve bütün
raviler kafilesi önünden geçse hepsinin isimlerini ve atalarının isimlerini
birer birer sayar” denen kimsedir.” Keşmirî bu manayı yukarıda Sübkî’den
zikrettiğimiz sözden almışa benziyor. Allah, Şemsü’d-Dîn hâfız Zehebî’ye
ganî ganî rahmet eylesin. Hakkında şöyle söylemek ne kadar isâbetli olur:
Ey felek! Onun gibisi gelir diye yemîn
etmiştim,
Hanis oldun yemîninde, kefârette bulun.
(İbrahim Canan)
[10]
Yani zayıfın tevsîki hususunda ulemâ ittifak etmemiştir. Aksine, zayıfı
bazıları tevsîk etti ise diğer bazıları da taz’îf etmiştir. Keza sikanın
taz’îfi hususunda da ulemânın ittifâkı vaki olmamıştır. Bazıları taz’îf etti
ise diğer bazıları tevsîk etmiştir. Burada “ikisi” kelimesiyle hepsi
(el-cemîu) kastedilmiştir, şu sözde olduğu gibi: “Bu işte iki kişinin
ihtilaf ettiği görülmez.” yani herkes o meselede müttefiktir, hiç kimse ona
itirazda bulunmaz demektir. (İbrahim Canan)
[11]
Tariklerinin artmasıyla zayıfın kuvvetleneceği konusundaki bu mutlak ifade
(çünkü hangi çeşit zayıfın kuvvetleneceği sınırlanmamış) tarîkin mücerred
sayıca artma keyfiyetinin, hadîsi zayıflıktan hasen mertebesine yükselten
icbârî bir durum olduğu intibâını vermektedir. Nitekim birçok müteahhirîn
ulemâ bu hususta yanılmışlardır. Tedrîb ve Şerhu’n-Nuhbe’den zikredeceğimiz
müteâkip delillerde ve 80. sayfada Tedrîb’den sarih olarak gelecek
delillerde görüleceği üzere, müellif asla aynı şeyi kastetmiyor.
Hafız İbnu Salâh, Ulûmu’l-Hadîs’inde der ki:
“Zayıf bir hadîsin muhtelif vecihlerle rivayet edilmiş olması ondaki her bir
za’fın izâlesi için kafi değildir. Za’afların muhtelif nevileri vardır:
1-
Bazı za’flar bu sayede izale olur. Eğer za’f, ravisi ehl-i sıdk ve diyanet
olmakla beraber, hıfzındaki zayıflıktan neş’et ediyorsa onun rivayet ettiği
hadisi bir başka vecihle de rivayet edilmiş bulursak anlarız ki bu hadis o
ravinin doğru olarak ezberlediklerindendir. Onun bu hadisi zabtedişinden
dolayı hıfzı tenkîd edilmez. Keza za’fı irsâl cihetinden geliyorsa aynı
şekilde rivayet edildiği bir başka vecih sebebiyle zaafdan kurtulur. Hafız
bir imam tarafından irsâl edilen bir mürsel hadis de böyledir, çünkü bu
hadiste bir başka vecihle gelecek rivayetle izale olacak az bir zaaf
mevcûttur.
2-
Bir başka zaaf çeşidi, zaafın kuvvetli olması ve zayıflatıcı vasfın mükâvim
ve mücbir bulunması sebebiyle, mezkûr şekilde izâle olmaz. Bu çeşit zaaf
râvinin kizble müttehem veya hadisin şaz olmasından neş’et eder.”
Hafız İbnu Hacer, en-Nüket alâ
İbni’s-Salâh’da birinci kısma yani turukun taahhüdü ile za’fı giden zayıf
hadisler gurubuna talik olarak şunu söyler: “İchâr edici için, onun müchir
olup olmadığını bize bildirecek zabtı kuvvetli bir ravi zikretmedi ise onun
hakkında kayıt: “Bunun kabûl ve redde muhtemel bulunduğunun” söylenmesidir.
Nerede, ihtimal iki şık için de eşit olursa bu hadis zaaftan kurtulmaya
sâlih olur. Nerede red ciheti kuvvet kazanırsa o hadis de zaaftan
kurtulamaz. Eğer kabul ciheti galebe çalarsa o zaman rivayetimiz bu kısma
girmez, hasen li-zâtihi babında mütâlaa olunur. Allahu âlem.”
Şeyhimiz müellifin ibaresinin yanlış
anlaşılmaya meydan vermemesi için şöyle olması evlâdır: “Ravileri sûi hıfz
v.s ile mevsûf olan zayıf bir hadîs başka tarîklerden de rivâyet
edilmişse… Kezâ ihtilât tedlîs irsâl ve benzerleri sûi hıfzın hükmüne
girerler.” (İbrahim Canan)
[12]
Bu bahisle ilgili açıklamayı Bazı Hadis Meseleleri adlı bölümde Ebu Davud’un
Salih Tâbiri kısmında kaydettik. (İbrahim Canan)
[13]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/90-106.