a) Âlî İsnadlar:
Âli isnâd, en son râviyi haberin kaynağına en az
râvi sayısı ile ulaştıran en kısa yoldur. Senette bulunan râvilerin sayısının az
olması hata yapma ihtimalini azaltacağı için isnâdda aranan bir özelliktir.
Ahmed b. Hanbel “isnâdın âli olanını araştırmak, seleflerimizin sünnetidir.
Çünkü, Abdullah b. Mes’ud’un talebeleri Kûfe’den Medine’ye Hz. Ömer’i dinlemek
için rıhle yaparlardı” demiştir.
Muhammed b. Eslem et-Tûsî “isnâdın yakın olması,
Allah’a yakınlıktır” diyerek âli isnâdın ne derece önemli olduğunu anlatmak
istemiştir.[1]
Hadis yolculuklarının (rıhle) temel sebebi âli isnâdlar ile hadisleri
hıfzedebilmektir. Bunun için rıhle müstehaptır.
İsnâddaki uluvv bazan, son râvinin büyük hadis
imâmlarından birisine veya meşhur sahih kitaplardan birinin rivayetine yakın
olması gibi olur. Bu çeşit uluvve ‘nisbi uluvv’ denilir. Bunun hadis usulu
eserlerinde nakledilen daha farklı şekilleri de vardır. Nâzil isnâd, son râvi
ile haberin kaynağı arasındaki râvi sayısının fazlalığıdır. Yani Âli isnâdın
karşıtıdır. Râvi adedi fazla olduğu için hata ihtimali artar. Bundan dolayı âli
isnâd tercih edilir. Ancak şurası unutulmamalıdır ki bu tercih iki isnâd
arasındaki râviler adalet ve zabt yönünden müsâvî olduğunda geçerlidir. Hiçbir
zaman yalnızca âli isnâd olduğu için zayıf râvilerden oluşmuş bir isnâd tercih
edilmez. İsnâdın nâzil olması onun zayıf addedilmesi için bir sebep teşkil
etmez.[2]
Âlî isnadın üstün sayılması şu mülâhazadan ileri
gelir: Senedde yer alan râviler ne kadar sika olurlarsa olsunlar mutlaka bir
yanılma payına sahiptirler. Beşer olarak bu ihtimâlden, bu ihtimalî kusurdan
uzak değillerdir. Öyle ise seneddeki râvi sayısı arttıkça, senede kusur girme
ihtimali artıyor, râvi miktarı eksildikçe de, hadîse kusur girmiş olma ihtimâli
azalıyor demektir.
Uluvv-î isnâd mevzuunun tam anlaşılması için
birkaç noktanın bilinmesi gerekir:
1-
Ulvîyet nisbî ve izâfi bir durumdur. Sözgelimi senedinde dört râvi bulunan bir
hadîs, üç râvi bulunan bir hadîse nisbetle nâzil ise de beş râvi bulunan bir
hadîse göre âlîdir. Öyle ise bir hadîsin âlî sayılması için “senedinde şu kadar
râvi bulunmalıdır” diye bir rakamla kayıtlanamaz.
2-
Ulvî sened, nâzil senede nisbetle daha üstün ise de bu üstünlük mutlak değildir,
sıhhat durumları eşit olduğu takdirde âlî isnâd nâzil’e üstün olur. Fakat, zayıf
hadîs, âli de olsa sahîh hadîse üstünlük sağlayamaz. Nâzil fakat sahîh bir
senedle gelen hadîsin âlî fakat zayıf -ve hattâ şiddetli zayıf- ve fakat âli
senedle rivâyet edilmiş veçhi olduğu takdirde rivâyetin sahîh senedi
gölgesinde, şiddetli zayıfın yer aldığı veçhi, ulviyetinin hatırı için beraberce
hadîs kitaplarına alınabilmiştir. Sahiheyn bahsinde bu noktaya temas etmiştik.
Zaafı şiddetli bir râviden hadis kaydetmek, normalde hadisçi için kusur olduğu
halde, bu kayıtla yapılan rivâyet kusur sayılmaz.
3-
Bâzı âlimler, râvileri sika olduğu halde âlî isnâda nâzil karşısında üstünlük
tanımamıştır. İmam Azam bunlardandır. Ona göre râvi, sikalıktan öte bir de fakîh
ise, fakîh olmayana nazaran üstündür. Binâenaleyh, çoklukla fakîhler yoluyla
gelen bir hadis nâzil bile olsa, fakîhlerin bulunmadığı veya azınlık teşkil
ettiği âlî hadîse nazaran üstündür ve müreccahtır. Bu meseleye örnek İmam Azam (radıyallahu
anh)’ın ref’u’l yedeyn (rükûa giderken ve rükûdan kalkarken namazda ellerin
kaldırılması) hadîsi ile alakalı tutumudur. Usul-i Serahsi’de kaydedildiğine
göre: Evzâi ile Ebû Hanîfe (rahimehûmâllah) Mekke’de bu konu üzerinde mubahasede
bulunurlar. Ebû Hanîfe: Evzâî’ye ellerin kaldırılacağına dair rivâyet
bilmediğini söyleyince Evzâî: “Zührî’den işittim, o da Sâlim’den, Sâlim de
babası Abdullah İbnu Ömer’den işitmiş…” diyerek namazda rükûa giderken ve
doğrulurken ellerin kaldırılacağına dair bir rivâyet okur.
İmam Azam da: Bana Hammad anlattı, o da İbrahim
Nehâî’den almış. Nehâî ise Alkame ve Esved’den bu ikisi ise Abdullah İbnu Mes’ud
(radıyallahu anh)’dan dinlemiş diye râvîleri belirttikten sonra Hz. Peygamber’in
(aleyhesselatu vesselam) namazda sâdece iftitah tekbiri sırasında elini
kaldırdığını anlatan bir rivâyet nakleder.
Evzâî, kendi senedindeki ulviyeti hatırlatır.
İmam Azam cevaben: “Hammâd, Zuhrî’den daha fakîh’dir. İbrahim de Sâlim’den
fakihtir. Alkame’ye gelince: O fıkıh yönüyle İbnu Ömer’den geri değildir. Eğer
İbnu Ömer’in Hz. Peygamber (aleyhisselatu vesselam)’la sohbeti varsa, öbürünün
de sohbet fazîletinden nasîbi var. Esved ise o da büyük bir fazilet sahibidir.
Abdullah İbnu Mes’ûd’a gelince, o herkesce mâlûm, fazla söze ne hâcet” der.
Ebû Hanîfe’nin bu açıklaması karşısında Evzâ’î
sükût eder.
İslâm âlimleri, senetteki ulvîyet’in hadîse
kazandırdığı değer sebebiyle, isnâd-ı âlî aramışlardır. Bu, bir muhaddisin yeni
işittiği bir hadîsi, kimden işitti ise onunla yetinmeyip, ona da rivâyet edeni
bulmasıyla, hatta hayatta ise bu ikinci kişiye anlatanı aramasıyla olur. Bu
durum seyahat müessesesinin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Seyahatle ilgili
bahiste, uluvvü isnâd için yapılan seyahatlerden bahsettik. Küçüklüklerinde
büyüklerden hadîs dinleyen kimseler, yaşlandıkları zaman son derece kıymet
kazanmışlardır. Çünkü böylelerinin rivâyeti âlîdir. Bu vasıftaki kimselere
-rivâyetlerindeki ulvîyet sebebiyle- çok uzak diyarlardan ilim talibleri gelip
hadîs almışlardır.
Hemen kaydedelim ki, hadîslerin senetli olarak
rivâyetine verilen ehemmiyet ölçüsünde, senedlerin ulvî olmasına da önem
verilmiştir. Bu ilmin üstadlarından Ahmed İbnu Hanbel: “Âlî isnad aramak bize
seleften kalma bir sünnettir. Abdullah İbnu Mes’ud’un ashâbı, Hz. Ömer (radıyallahu
anhüma)’den ilim öğrenmek ve hadîs dinlemek için Kûfe’den Medîne’ye gelirdi”
demiştir. Muhammed İbnu Eslem de (242/856): “Senetteki yakınlık (ulvîyet)
Allah’a yakınlıktır” demiştir.[3]
[1]
Suyûti, Tedribu’r-râvi: 2/160.
[2]
Zübeyr Tekkeşin, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/203-204.
[3]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/501-503.