a) Sened:
Buna isnâd ve tarik (yol) de denir. Sened
kelimesinin dilimizdeki mânâsı günlük hayatta ne ifâde ediyorsa, hadîs hakkında
da onu ifade eder. Ev senedi veya tarla senedi veya bir başka mal-mülk senedi
vardır. Bu sened o ev veya tarla veya mal-mülkün kime ait olduğunu gösterir veya
mülkiyet iddiamızı isbat eder.
Şu halde hadîsteki sened de, hadis metninin
kaynağa olan nisbetini isbatlar. Sözgelimi merfu bir hadîs mevzubahis ise, o
sözün Hz. Peygamber’e olan nisbetini garantiler, mevkûf bir hadis mevzubahis
ise, sahâbeye olan nisbetini garantiler. Bir başka deyişle sened, bir sünnetin
Resûlullah’a ait olduğuna dair olan iddiamızı isbat eden yegâne delildir.
Senedsiz bir sözü “hadîs”dir diye ileri sürmek mümkün değildir. Burada şöyle bir
soru sorulabilir: Senet uydurulamaz mı? nitekim mülkiyet senetleri bile sahte
olabilmektedir!
Tabiî ki yerinde bir itiraz. Ancak hadîs ilminin
gayesi bu sahteliği önlemek, sahtekârlıklarını ortaya çıkarmaktır. Hattâ -daha
önce de belirttiğimiz üzere- hadîs ilimlerinin doğmasına ve gelişmesine, büyük
ölçüde bazı sahtekârlık teşebbüsleri sebep olmuştur.
Öyle ise hadîsin sıhhat derecesi ölçüsünde Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselam)’e olan nisbeti kesinlik kazanır.
Bir hadîs esas itibariyle metni yani, metinde
ifâde ettiği mâna ve mefhum, ihtiva ettiği ahkâm sebebiyle kıymet taşır.
Hadîsten esas maksad bu ahkâmdır. Ancak unutmamak gerekir ki, muhaddisler
açısından hadîsin sened kısmı en az metin kısmı kadar değerlidir. Hatta senedin
ehemmiyeti metinden önce gelir. Zîra, önce de söylediğimiz gibi metni “hadîs”
yapan, Resûlullah (aleyhissalatu vesselâm) sözü yapan, o hususta müteakip İslâm
nesillerine kanaat veren, senettir. Hadîste sened olmasaydı o, hadîs olmaktan
çıkar, sıradan bir “söz” olurdu.[1]
Güvenmek, dayanmak anlamın gelen “sened”
kelimesi, bir hadis terimi olarak, metnin başında yeralan ve biri diğerinden
almak ve nakletmek suretiyle hadîsi rivâyet eden kişilerin, Rasûlüllah’a
varıncaya kadar sayıldığı kısımdır. Başka bir deyişle, râvîler zincirinin adı
olup bu zincir, hadîsin Hz. Peygamber’den kimler aracılığıyla ve hangi yollarla
bize ulaştığını gösterir: Meselâ:
“Haddesenâ Muhammed İbn Beşşâr, kâle; haddesenâ
Yahyâ kâle; Haddesenâ Şu’be, kâle; haddesenâ Ebu’t-Teyyâ’h, an Enes, ani’n-Nebiyyi
sallallahü aleyhi ve sellem kâle: (Enes’ten Ebu’t-Teyyâh, ondan Şu’be, ondan
Yahyâ, ondan da Muhammed İbn Beşşâr naklederek, Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle
dediğini rivayet etmişlerdir:).” Senette geçen “haddesenâ” (bize nakletti,
rivayet etti) ve “an” (ondan) kelimelerine “rivâyet lâfızları” denir. “Kâle”,
dedi anlamındadır.
Senedi, yani râvîler zincirini zikretmeye, bir
başka ifade ile sözü Rasulullah’a iletmeye “isnâd (sened zikretme)” adı verilir.
Şimdilerde sened ve isnad birbirinin yerine kullanılmaktadır. Râvîlerin
hadisleri nakletmesine “rivâyet”, rivâyet ettikleri hadise de “mervîyy” denir.
Senede “târik” veya “vecih” adı da verilmektedir. Sened daha çok hadis uzmanları
için, hadisin sıhhatini, yani, hadîsin Hz. Peygamber’e âit olup olmadığını
kontrol edebilmek açısından önem taşımaktadır.
[2]
[1]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/498-499.
[2]
İsmail lütfü Çakan, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/288.