Herhangi bir hadîsin neshedilip edilmediği
birkaç sûretle bilinir:
1- Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in açıklaması ile. Bunun en bâriz örneği,
kabir ziyaretiyle ilgili hükümdür. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bidâyette
yasak etti ise de sonradan bu yasağı kaldırmıştır:
“Size kabirleri ziyâret etmeyi yasaklamıştım.
Artık onları ziyâret edebilirsiniz”.
2-
Ashab (radıyallahu anhüm)’ın açıklamasıyla: Bir hadîste neshin varlığına, hadîsi
sevk sırasında Ashab’ın ihbârı delâlet eder:
“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in en
son yaptığı iki işten biri ateşte pişen bir şey yenince abdest almayı terketmek
oldu”.
Keza Ubey İbnu Ka’b der ki: “İslâm’ın
başlangıcında, bir ruhsat olarak, gusül, meninin gelmesiyle gerekli oluyordu.
Sonra (haşefe’nin haşefe’ye duhulüyle meni gelmese de) gusül emredildi”.
Usulcüler, Sahâbe’nin ihbariyle neshin
kesinleşmesi için, ikinci hükmün -misallerde de görüldüğü üzere- muahhar
olduğunun tasrîhini şart koşarlar. Mesela, onlara göre, Sahâbî’nin: “Bu nâsihtir”
demesi yeterli değildir, zira şahsî içtihâdiyle de bu sözü söylemesi mümkündür.
Ancak, muhaddisler, buna gerek duymazlar, çünkü şahsî reyle nesh hükmü
verilemez, o hâdisenin muahhar olduğu bilinerek nâsih olduğu söylenmiştir. Ashab
ise, nesh târihini şerî bir hüküm için rastgele “nâsihtir” demeyecek kadar
Allah’tan korkan verâ sâhibi kişilerdir. Irâkî, bu mülahaza ile ehl-i hadîsin
Ashab hakkında bir kayıt koymasını daha uygun görür.
3-
Bazan nâsih, iki müteârız hadîsin vürud târihlerinin bilinmesiyle anlaşılır:
Muahhar olan nâsih mukaddem olan (önceki) mensûh’tur. Şeddâd İbnu Evs’in merfu
olarak rivâyet ettiği şu hadîs gibi “Hacamat yapan (doktorun) da, hacamat
olan kişinin de orucu bozulur”. İmam Şâfiî, bu hadisin, İbnu Abbâs’ın
rivayet ettiği şu hadisle neshedildiğine hükmeder:
“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ihramlı ve
oruçlu iken hacamat oldu”.
Bu nâsihtir çünkü, İbnu Abbâs (radıyallahu anh)
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a hicretin onuncu yılında Veda haccı
sırasında o ihramda iken refakat etmiştir. Ayrıca, Şeddâd’ın rivâyetinin bazı
vecihlerinde şu açıklama var: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu sözü,
Mekke’nin fethi sırasında, sekizinci hicrî senede söylemişti”. Öyle ise, İbnu
Abbâs’ın rivâyeti nâsih, öbürü mensûh’tur.
4-
Nesh bazan ulemanın icmasıyla sabit olur. Bu maddenin misali, dördüncü seferde
içki içenin öldürülmesi ile ilgili hadîsdir. Ebu Dâvud ve Tirmizî’de gelen hadîs
şöyle:
“Kim hamr içerse dayak cezası verin. Dördüncü
sefer tekrar ederse öldürün”.
Ulemadan hiçbiri bununla amel etmemiştir.
Böylece ortaya çıkan icma ile hadîs mensûh addedilmiştir. Ancak, bu hususa
itiraz edilmiş, icmanın kendisi neshedilemiyecegi gibi, icma ile bir başka
hükmün de neshedilemiyeceği söylenmiş, “neshle ilgili icmanın varlığı, neshedici
bir başka âmilin varlığına delîl olur” denmiştir. Nitekim mensuh addedilen ilk
hükmün, bizzat Hz. Peygamber’in tatbikatıyla neshedildiğini te’yid eden Hz.
Câbir’den bir rivâyet gösterilmiştir.
Tirmizî’den kaydedildiği üzere Hz. Câbir (radıyallahu
anh)’in rivayeti şu şekildedir. Resûlullah şöyle emretmiştir: “Bir kimse hamr
(sarhoş eden şey) içerse, onu kamçılayın, dördüncü sefer içecek olursa, o zaman
öldürün”. Bilâhare Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e dördüncü sefer
hamr içmiş bir adam getirildi. Ona dayak tatbik etti, öldürmedi”. Tirmizî
Kabisa’nın da buna benzer bir rivâyette bulunduğunu, bu çeşit amel hususunda
ulemânın hiç ihtilaf etmediğini belirtir. Bu tatbikatı te’yid eden çok delil
bulunduğunu belirten Tirmizî, Resûlullah’ın bir hadîsini kaydeder: “
“Allah’ın bir, benim de Allah’ın Resûlü olduğuma
şehâdet eden müslüman kişinin kanı şu üç sebep dışında kesinlikle helâl olmaz:
“Cana can kısas, zina eden evli, İslamdân irtidad eden”.
Şu halde, mezkûr hadîsin icma ile neshi değil,
bizzat Resûlullah’ın sünneti ile neshi söz konusu olmuştur, denmek
istenmektedir.[1]