3- Tedlîsu’ş-Şüyuh:
Râvinin, durumunu gizlemek istediği şeyhini hâiz
olmadığı yüksek vasıflarla anması veya bilinen künyesinden başka bir isimle
zikretmesidir. Meselâ râvi: “Haddesanâ el-Âllâmetü’s-sebtü (Sağlam allâme bize
haber verdi) veya “Haddesenâ’l-hâfızu’d-dâbitu” (Zabtı kuvvetli hâfız bize haber
verdi) diyerek şeyhini kasteder.[1]
Muhaddis, rivâyetine dikkatleri çekmek için
şeyhinin ma’ruf olan isim, künye, lakab, nisbet gibi evsafını kullanmayıp,
herkesçe bilinmeyen bir vasfını kullanır. Verilen misal şöyle: Kıraat
imamlarından Ebu Bekr İbnu Mücâhid: “Haddesena Abdullah İbnu ebi Abdillah” der.
Ebu Abdillah’dan murâdı Sünen sahibi Ebu Davûd’un oğlu Hafız Ebu Bekr İbnu ebî
Davûd’dur. Ama böyle bir rivayette Ebu Abdullah’la Ebu Bekr İbnu Ebi Davûd’un
kastedildiği anlaşılamaz.
Râvi, bunu, şeyhi zayıf olduğu için hakkında:
“Zayıflardan rivâyet ediyor” dedirtmemek için yapmışsa tedlîsu’s-şüyuh’un en
fenasıdır. Bazılarınca bu, râvi hakkında cerh sebebi ise de bazıları cerhi
gerektirmeyeceği kanaatini izhâr etmiştir.
Râvi, bazan da; şeyhi yaşça kendisinden küçük
olduğu için bunu gizlemek maksadıyla bu tarz tedlîse başvurur.
Râvi, bazan, meşâyihi miktarca fazla göstermek
kasdıyla aynı şeyhin herkesce bilinmeyen isim, künye, lakab ve nisbetlerini
zikreder.
Râvi, bazan da, ilim seyahatine gitmiş zannını
uyandırmak için, “Bana falan kişi Haleb sokağında rivayet etti” der. Muhatabında
Haleb’e gitmiş zannını uyandırır. Halbuki, bu, Kahire’deki bir sokağın ismidir.
Keza: “Bana falanca Mâverâünnehr’de rivayet etti” der, nehir sözüyle kasteddiği
Dicle’dir. Buna tedlîsü’l-bilâd dahi denmiş ise de tedlîsu’ş-Şuyûh’dan
addedilmiştir.Bu çeşit davranışlara, çoğu kere latife yapmak arzusuyla
başvurulmuştur.[2]
[1]
Subhî es-Sâlih, a.g.e., s. 143.
[2]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/119.