Mürsel Hadisin Hükmü:
Mürselin dinde hüccet olmadığını “hadis hafız ve
münekkidleri ittifakla belirtmişlerdir.[1]
İmam Nevevî diyor ki: “Hadisçilerin çoğunluğu, bir çok fukaha ve usulcüler
nazarında mürsel, zayıftır ve delil gösterilemez”. İmam Şafiî de aynı
görüştedir.[2]
İmam Müslim de, Sahîh’inin mukaddimesinde “Rivâyetlerden mürsel, bize ve
haberlere vakıf kimselere göre delil değildir” demektedir.[3]
Âlimlerin bir çoğu Sahabenin mürselini zayıf
görmeyerek onunla amel etmektedirler. Zira Rasulullah (s.a.s.)’den aldığında
şüphe edilmeyen diğer bir sahabîden dinlemiştir ve bu sahâbînin senedden düşmüş
olması hadise zarar vermez. Nitekim sahabînin halini bilmemek de hadisi
zayıflatmaz. Zîra onun Rasul-i Ekrem(s.a.s.)’i görmüş olması, adaleti için
yeterli bir sebeptir.[4]
Sahihayn’da sayılamayacak kadar Sahabe mürseli
vardır. Çünkü onların rivayetlerinin çoğu yine Sahabe’dendir. Sahabe’nin hepsi
de udûldür. Onların sahabî olmayandan rivayeti ise nadirdir. Böyle bir rivayetin
meydana gelmesi halinde ise onu kimden aldıklarını açıklarlar. Şurası muhakkak
ki, sahabenin tabiinden rivayet ettiklerinin çoğu merfû hadisler olmayıp
isrâiliyyât, bir takım hikayeler ve mevkuf hadislerdir.[5]
İmam Malik, Ebu Hanîfe ve diğer bazı imamlar,
hadisin, mahrecinin bilinmesi ve müsned olsun mürsel olsun başka bir yönden
rivâyet edilmesiyle sahih olacağını ileri sürmüşlerdir. Aynı şekilde, genellikle
mürseli zayıf hadislerden sayan İmam Şâfiî’de bu şartlarla Saîd b. Müseyyib’in
mürsellerini almakta tereddüd göstermemiş ve “İbnu’l-Müseyyib’in mürselleri,
bizim görüşümüzde güzeldir” demiştir.[6]
Mürsel’in bir kaç derecesi vardır. Sırayla en
çok itibar edileni Rasul-i Ekrem(s.a.s.)’den hadis dinlemiş olan sahabî’nin
mürselidir. Sonra Rasulullah (s.a.s.)’den hadis duymayan fakat sadece onu gören
Sahâbî’nin mürselidir. Sonra Muhadram’ın, daha sonra da Saîd b. Müseyyib gibi
güvenilir râvilerin mürselidir. Bunları takiben de Şa’bî ve Mücâhid gibi, Hadis
şeyhleri üzerinde titizlikle duranların mürseli gelir. Bunlardan aşağı derecede
bulunan mürsel de Hasanu’l-Basrî gibi herkesten hadis alanların mürselidir.
Katâde, Zührî, Humeydu’t-Tavi gibi küçük tabiîlerin mürsellerine gelince;
bunların rivâyetlerinin çoğu Tabiîndendir.[7]
Mürsel, sika ravilere isnad edilmiş olarak
gelirse kuvvet kazanır ve sıhhati aşikâr olur. Bu durumda o hadiste biri
mürsellik, diğeri müsnedlik olmak üzere iki hal birleşmiş olur. Böyle olan bir
hadisle başka bir müsned tearuz ederse, önceki tercih edilir. Çünkü mürsel olan
o hadîs, sonuna kadar muttasıl olan müsned bir hadiste takviye edilmiştir.[8]
İmam Mâlik ve bir grup başkasıyla Ebu Hanîfe
şöyle demişlerdir: “Mürsel, bir başka vecih’ten müsned olarak gelmişse veya
önceki rivâyetten farklı bir tarikle mürsel olarak ikinci bir tarîkten gelmişse
sahihtir”.
İbnu Cerir: “Tâbiîn’in tamamı mürseli kabûl
etmek gerektiği hususunda icma ederler ve üstelik aksini söyleyen tek rivâyet de
gelmemiştir. İkiyüz yılının başına kadar imamlardan kimse aksini söylemedi” der.
Burada zımnen mürselle amelî ilk reddedenin Şâfiî (radıyallahu anh) olduğu imâ
ediliyor ise de, ondan iki farklı görüş gelmiştir:
1-
Saîd İbnu’l-Müseyyeb’in mürselleri hariç, diğer mürsellerle ihticacı reddederdi.
Saîd İbnu’l-Müseyyeb’in irsallerini kabûl sebebine gelince:
a-
O’nun mürselleri başka tarîkten mevsûl olarak gelmiştir,
b-
Çünkü o, bir cemaatten veya sahâbenin büyüklerinden dinlemiş olduklarını veya en
azından bunların sözlerince desteklenmiş olanları veya herkesçe bilinir hale
gelmiş olanları, veya asrındaki imamların amellerine uygun olanları irsal
ederdi.
c-
İbnu’l-Müseyyeb’in mürselleri incelenince bunları Ebu Hüreyre’den aldığı
anlaşılmıştır. Ebu Hüreyre ile arasındaki sıhriyyet sebebiyle (çünkü Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh)’nin kızı ile evli idi) onunla irtibatı fazla idi: Bu sebeple
onun irsalleri sanki Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)’ye isnâd etmiş gibi
olmaktadır.
2-
Ancak Şâfiî’nin mezheb-i cedid denen sonraki görüşüne göre Saîd İbnu’l-Müseyyeb’in
mürselleri de nazarında makbûl değildir.
Mürsel mevzuunda, Beyhakî’nin bir açıklamasını
burada kaydetmede fayda var. Ona göre, mürsel rivâyet Tâbiîn arasında cârî idi.
Ancak dahilî fitne hareketlerinin kızışması sonucu imanlar bozulup bid’a ve
yalan artınca, mürsel rivâyetin zayıflığına hükmedilmiştir. Bu husûsa delîl
zımnında Beyhakî İbnu Sîrin’in şu sözünü kaydeder: “Bir zamanlar hadîs rivâyet
eden kimseden isnâd sorulmazdı. Ancak fitne patlak verince, hadisin isnadı
soruldu, ehl-i sünnet rivayet etmişse hadisi alınır, ehl-i bid’a rivayet etmişse
hadisi terkedilir”.
Niçin mürsel rivayet?: Mürselleriyle meşhur olan
Hasan-ı Basrî’nin sened soran bir kimseye kızarak verdiği cevap da niçin irsal
yaptıkları hususunda bir bilgi verir: “Be adam! Ne size yalan söylüyoruz ne de
bize yalan söylendi. Biz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın Ashabından üç
yüz kişinin katıldığı orduyla birlikte Horasan’a gazveye çıktık (onlarla sohbet
ettik, bu sırada çok şey öğrendik, onlar yalan söylemediler, biz de sohbetlerde
işitmiş olduklarımızı rivâyet ediyoruz)”.
Bu rivâyet, sohbetler yoluyla güvenilen ciddî
zatlardan öğrenilmiş olan mesâili senetleyerek sunmanın zorluğunu
göstermektedir. Bu mürsillerin, -belki de râvisini temyiz edememe endişesinden
dolayı- o kıymetli bilgilerini ketmedip, rivâyet etmemeleri de uygun olmazdı.
Nitekim bu sebeple olacak ki Tabiîn’den bir çoğu irsâl yoluyla rivâyetten geri
durmamışlardır.
Yine Hasan Basrî’den gelen bir başka açıklama,
niçin? sorumuzun cevabına bir başka vüs’at kazandıracaktır: Yunus İbnu Ubeyd,
Hasan-ı Basrî’ye sorar: – Ey Ebu Sa’îd! Sen: “Resûlullah buyurdu ki, diye
rivâyette bulunuyorsun, halbuki sen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’la
karşılaşmadın!” Hasan Basrî şu cevabı verir: – Sen bana, daha önce başkası
tarafından sorulmayan bir şey sordun. Senin bana yakınlığın olmasa cevap
vermezdim. Nasıl bir devirde yaşadığımızı biliyorsun. Haccâc’ın zamanında, “Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki” diye yaptığım bütün rivâyetler
Ali Ebî Tâlib (radıyallahu anh)’dendi. Ancak ben o zamanki terör sebebiyle
rivâyetlerimi Hz. Ali’ye nisbet edemezdim”.
Mürsel rivâyetle meşhur olanlara gelince,
Medinelilerden Saîd İbnu Müseyyeb, Mekkelilerden Ata İbnu Ebî Rabâh,
Basralılardan Hasanu’l-Basrî, Kûfelilerden İbrahim İbnu Yezîd en-Nehâî,
Mısırlılardan Saîd İbnu Ebî Hilâl, Şamlılardan Mekhûl var. İbnu Maîn’e göre
bunlardan İbnu Müseyyeb’in mürselleri en sıhhatli olanıdır. Çünkü o, sahâbe
çocuğu olmaktan başka Aşere-i mübeşşere ile karşılaşmıştır. Ayrıca Hicaz ehlinin
fakîh’i ve müftüsü, yedi meşhur fakîh’in birincisidir. İmam Malik bu yedilerin
icmâını bütün ümmetin icmaı addederdi. Mütekaddimîn imamlar İbnu Müseyyeb’in
mürsellerini tedkik edince sahîh senetlerle başkalarınca rivâyet edildiğini
görmüşlerdir. Bu şartlar, onun dışındaki mürsellerin irsallerinde mevcut
değildir.
Ûlema, mürsel rivâyeti değerlendirirken, bütün
mürselleri aynı kefeye koymamıştır. Mürsillerin durumunu nazar-ı dikkate aldığı
gibi, aynı mürsilin mürselleri arasında da tefrik yapmıştır. Mesela Hasanu’l-Basrî’nin
“Resûlullah buyurdu ki” şeklinde cezm sigasıyla sunduğu rivayetleri, tamrîz
sigasıyla sunduklarından üstün tutmuştur. İrâkî der ki: “Hasanu’l-Basrî’nin
mürselleri ûlema nazarında rüzgâr gibidir.” Nehaî’nin mürselleri için İbnu Maîn:
“Şa’bî’nin mürsellerinden daha iyidir” demiş, Sâlîm İbnu Abdillah, Kasım ve Saîd
İbnu’l-Müseyyeb’inkilere daha hoş olduğunu ifâde etmiştir. Ahmed İbnu Hanbel de
“La be’se bihâ” “fena değiller” der. Yahya İbnu Sa’îd: “Zührî’nin mürseli
başkalarının mürsellerinden fenâdır çünkü o hâfızdır, râvînin ismini söylemeye
gücü yettikçe, isim söyler, isim vermiyorsa bu, isim söylemeyi uygun
bulmadığından ileri gelir.” Yahya da Katâde’nin irsallerini değersiz bulur ve “O
rüzgâr gibidir” derdi. Aynı Yahya: “Saîd İbnu Cübeyr’in mürselleri bana Ata’nın
mürsellerinden daha iyi” derdi. Kendisine Mücâhid’in mürselleri mi, Tavus’un
mürselleri mi daha iyi diye sorulunca: “Onlar birbirlerine çok yakın!” diye
cevap verdi.
Suyûtî Tedrîb’de, mürsel hakkında ulemâdan vârid
olan hükümleri on maddede hülâsa eder:
1-
Mutlak olarak hüccettir.
2-
Bazı kayıdlarla hüccettir.
3-
İlk üç asrın mürselleri hüccettir.
4-
Adl’dan başka kimseden rivâyet etmemekle bilinen zâtın mürseli hüccettir.
5-
Sadece Saîd İbnu’l-Müseyyeb’in mürselleri hüccettir.
6-
Bir bâbda başka rivâyet yoksa mürsel hüccettir.
7-
Müsnedden daha kavîdir.
8-
İrsalle amel vâcib değildir, mendûbtur.
9-
Sahâbi mürseli hüccettir…
[9]
mürsel hadisle amel edilip edilmemesi konusunda
alimlerin görüşleri:
1)
Muhaddislerin ekseriyetine göre mürsel hadis zayıftır; onunla ihticac (hüküm
çıkarma) yapılmaz. İmam Nevevi bu konuda şunları söyler: Hadisçilerin cumhuruna,
Fıkıh ve Usul alimlerinin bir çoğuna göre mürsel hadis zayıftır.
2)
Mürsel hadisten kayıtsız-şartsız hüküm çıkarılabilir. İmam Ebu Hanife, İmam
Malik ve İmam Ahmed b. Hanbel bu görüştedirler. Bunlara tabi Hadis, Fıkıh ve
Usul alimleri de aynı görüşü benimsemişlerdir.
3)
Mürsel hadisten ancak âdıd bir rivayetle desteklenmesi halinde hüküm
çıkarılabilir. Bu da İmam Şafii’nin görüşüdür.
[10]
[1]
İbn Kesîr, İhtisâru Ulûmi’l-Hadîs, Kahire 1951, s. 52.
[2]
Suyutî, a.g.e., s.198.
[3]
Müslim, Sahih, Mukaddime, Nşr. Fuad Abdulbaki, İA. ters. I, 30.
[4]
Subhî es-Salih, Hadis İlimleri, trc. M. Yaşar Kandemir, Ankara 1980, s. 138.
[5]
Suyûtî, a.g.e., s. 199.
[6]
Suyutî, a.g.e., s. 198.
[7]
Sehâvî, Fethu’l-Muğîs, Beyrut 1983, 1/155.
[8]
el-Emîr es-San’anî, Tavzîhu’l-Efkâr, Kahire 1366, I, s. 289; Sabahaddin
Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/367.
[9]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/112-114.
[10]
Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
Usulü, 12. sınıf: 11.