C) Mevkuf Hadîs:
Rivâyet edilen söz, fiil veya takrir’in kaynağı
sahâbî ise (rivayet munkatı veya muttasıl olsun) buna mevkuf hadîs denir.
Sözgelimi Ashab’tan birinin fetvası, menkıbesi, şaka veya fıkra nevinden bir
davranışı vs. rivâyet edilmişse bütün bunlar mevkuf hadîs çeşidine girer.
Nitekim Hz. Ali’ye ait sözler, İbnu Abbas’a ait açıklamalar, Hz. Ömer’e ait
ibretli menkıbeler vardır. Bunların hepsine mevkûf hadîs veya mevkûf sünnet
denir. Eskiden yapılmış bazı kitaplarımızda “…hadîsi anlattı ve Hz. Ali’ye
vakfetti” veya “mevkuf bir sünnette (veya hadîste) geldiğine göre…” gibi
ifâdelere rastlarız. Bu ve benzeri ifâdeler, hadîsin Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)’e ait olmadığını, ismi geçen sahâbî’ye ait olduğunu ifade eder.
[1]
Bu terim, fıkıh ve kıraat ilminde farklı
istilahî kullanımlara sahiptir. Mevkuf hadislerde isnad Rasûlullah (s.a.s)’e
ulaşmaz; sahabîde son bulur. Mesela: Ravinin “İbn Abbas şöyle dedi” veya “Ali b.
Ebi Talib şöyle yaptı” yahut ta “Ebu Bekr’in önünde şöyle yapıldı da o buna ses
çıkarmadı” demesi yapılan rivayetin merfu’ olmadığını ve mevkuf olarak
nakledildiğini gösterir. Bazan da ravi; “İbn Abbas’dan mevkuf olarak rivayet
edildi” diyerek hadisin mevkuf olduğunu tasrih eder.[2]
Rasûlullah (s.a.s)’den sadır olan söz, fiil ve
takrir’i mevkuf hadiste Sahabi yapmaktadır. Büyük bir Sahabi dahi olsa bir
kimsenin sözlerinin Rasûlüllah (s.a.s)’den gelen hadislerin seviyesinde
addedilmesi imkânsızdır. Rasûlullah (s.a.s)’e ref’ edilen hadislerde bir
kutsiyet vardır. Çünkü Allah Teala O’nun hakkında şöyle buyurmaktadır:
“O kendi arzu ve hevâsından konuşmaz. Onun her
konuştuğu, Allah tarafından vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir.”
(en-Necm: 53/3-4)
Bazı muhaddisler, bu durumu göz önüne alarak
mevkuf hadisleri. zayıf hadislerden saymışlardır. Ancak, sırf bu sebepten
dolayı, mevkuf hadise zayıf denilmesine itiraz edenler olmuştur. Onlar bu
itirazlarını hiç bir sahabinin Rasûlullah (s.a.s)’dan sadır olduğuna bizzat
kanaat getirmeden, dine taalluk eden konularda ne bir şey söylemesi ne yapması
ve ne de yapılanı tasvip etmesinin imkânsız olduğunu ileri sürerek cevap
vermişlerdir.[3]
Mevkuf bir hadis şartları taşıdığında, sahihtir veya hasendir dendiği zaman
Rasûlullah (s.a.s)’a ait olmayan bir hadis onâ atfedilmiş olmaz. Çünkü hadisin
rivâyet şekli onun Sahabiye ait olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Sahabîlerin Vahyin indirilişi esnasındaki
konumları, onlardan sahih olarak rivâyet edilen mevkuf hadislerin, çoğu zaman
amel etmeye elverişli olduklarını te’yid etmektedir. Bu duruma göre Abdullah İbn
Mes’ud’tan mevkuf olarak rivâyet edilen “Bir müneccime veya kâhine giderek
onun söylediklerini doğrulayan kimse Hz. Muhammed (s.a.s)e nâzil olanı inkâr
etmiş demektir” gibi haberler, amel edilmesi caiz olan haberlerdir. Bununla
birlikte İsrailiyyât türü nakillerine tesadüf edildiği için Ka’bul-Ahbâr,
Abdullah b. Selâm ve Abdullah b. Amr el-Âs’ın mevkuf hadisleri ihtiyatla
karşılanmalıdır. Onlardan kıyamet alametleri ve âhir zaman fitneleri hakkında
nakledilen hadislerin çoğu mevzu olmamakla birlikte zayıftırlar. Görüldüğü gibi
hadisin zayıf oluşu mevkuf olmasından değil; ondaki şaz, illet ve iztırâb gibi
durumlardan kaynaklanmaktadır.[4]
Bazı muhaddisler Sahabi tefsirlerinin tamamını
merfu tutarken, diğer bazıları da nuzûl sebeplerine dair olayların dışında
mevkûf olduklarını söylemişlerdir.[5]
Sahabî tefsirlerinin tamamını merfû saymak doğru değildir. Çünkü müfessir
sahabiler tefsirlerde içtihat etmiş; diğer bazı konularda ve furu’da da
aralarında ihtilâfa düştükleri görülmüştür. Bir kısmının ise tefsirlerine
İsrailiyyat türü haberleri karıştırdıkları da görülmüştür.[6]
Mevkûf tabiri bazı maktu’ hadislerin
rivayetlerinde de kullanılmaktadır. Ravinin “falan kimse hadis isnadında
Zührî’de durdu” demesi hadisin mevkuf olduğunu göstermez. Çünkü, Zührî sahabi
olmayıp tabiindendir. Dolayısıyla bu tür rivayetler maktu’durlar.
Fakihlerin mevkuf hadisi hüccet almadaki
görüşleri birbirinden farklıdır. Mevkuf ve maktu’ hadisleri Rasûlullah (s.a.s)’ın
sünnetinin farklı bir şekilde devamı kabul ettiği için İmam Mâlik, rivâyetini
sahih gördüğü mevkuf ve maktu’ hadislerle ihticac etmeyi ihmal etmemiştir.
Ayrıca Rasûlullah (s.a.s)’ın sünnetinin amelî rivâyeti kabul ederek
Medinelilerin amelini fıkıh usûlunde müstakil bir delil alması onun, bu
haberlere verdiği önemi gösterir.[7]
Mevkuf hadis sadece sarahaten (açıkça) mevkuf
olabilir. Hükmen Mevkuf diye bir şey söz konusu değildir.
Mevkuf Hadisler şu ifadelerle rivayet edilirler:
“Ömer (r.a.) şöyle dedi”
“İbn Abbas (r.a.) şöyle yaptı.”
“Ebu Hureyre (r.a.) şöyle takrirde bulundu.”
“İbn Ömer’den (r.a.) mevkuf olarak rivayet
olunur ki”
“Bu hadis İbn Abbas’a varınca mevkuftur. Senedi
daha öteye geçmiyor”[8]
Merfu hadise örnekler:
“İlmi yazarak (sağlama) bağlayınız. (Enes b.
Malik)
“Bir kimse abdestli olmadıkça cenaze namazı
kılamaz.” (İbn Ömer)
“Ensar kadınları ne yüce kadınlarmış! Hayaları,
dinlerini öğrenmelerine mani olmadı.” (Hz. Aişe)
Görüldüğü gibi mevkuf hadisler sahabilerin
ibadet haricinde söyledikleri sözlerle bazı meselelerdeki görüşlerinden
ibarettir.
Horasan’lı fıkıh alimleri mevkuf hadise daha çok
eser, merfua ise haber adını vermişlerdir.
[9]
[1]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/70.
[2]
et-Tehânevî, Keşşâf Istılahati’l-Funûn, İstanbul 1984, 2/1500; Suphi
es-Salih Hadis İlimleri ve Istılahları, Ankara 1981, 175.
[3]
Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis İstilahları, Terc. Yaşar Kandemir,
Ankara 1981, I74.
[4]
Suphi es-Salih Hadis İlimleri ve Istılahları, Ankara 1981, 176.
[5]
et-Tehânevî, Keşşâf Istılahati’l-Funûn, İstanbul 1984, 2/1500
[6]
Suphi es-Salih Hadis İlimleri ve Istılahları, Ankara 1981, 176.
[7]
Ömer Tellioğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/171-172.
[8]
İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yayınları: 119.
[9]
Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
Usulü, 12. sınıf: 32.