Hadis Usulü

Muhtelefun Fih Hakkında Ulemanın Kabul Ettiği Umumî Prensib Hadis Usulü Online Oku


Muhtelefun Fih Hakkında Ulemanın Kabul Ettiği
Umumî Prensib

 

Muhtelefun fih hakkında ulemanın kabul ettiği
umumî prensib’e göre, Cerh ve ta’dîl bir ravide birleşirse cerh öne alınır; ravi
mecrûh rivayeti de zayıf addedilir. “Çünki, demişlerdir, cerheden kimse (cârih),
ravinin, ta’dîl eden kimse (muaddil) tarafından bilinmeyen kusurlarını bilmekte
ve bu kusurlarına binaen cerhetmektedir, yeter ki cerh, müfesser yani cerh
sebebi açıklanmış olsun. Hatta muaddiller sayıca çok bile olsalar adedlerine
itibar edilmez. Muaddil zâhire göre ta’dîl etmiştir. Cârih ise, muaddile kapalı
olan batınî durumunu bilmekte ona göre hükmetmektedir.”

Hatîbu’l-Bağdadî, bu söyleneni Cumhur’un
müşterek görüşü olarak bildirir. Hem fakîhler hem de usulcüler bu görüşte
ittifak etmişlerdir. Ancak fukaha bir kayıt koyar: Onlara göre cerhin takdîmi,
muaddil’den: “Cârihin zikrettiği kusuru ben de biliyordum; evet o hâl, râvide
mevcut idi, ancak sonradan tevbe etti ve bir daha da eskiye dönmedi” şeklinde
bir açıklamanın olmamasına bağlıdır. Böyle bir açıklama gelmiş ise, ta’dîl
takdîm edilir ve râvi sika addedilir. Ancak bu kusurun kizb olmaması gerekir.
Zira kizb ithamı yiyen ravi’yi muhaddisler ebediyyen terkederler.


*

Keza, cârihin ittihâmını, muaddil muteber bir şekilde reddedecek olursa, yine
ta’dîl takdîm edilir. Bu hususa Tedrîb’de şöyle bir misal verilir: Cârih’in:
“Falanca gün o, bir çocuk öldürdü” demesine mukabil muaddil’in: “O çocuğu daha
sonra sağ gördüm” veya “O gün adamla beraberdik, böyle bir durum olmadı” demesi
gibi.


*

Keza, Ta’dîl edilen kimse hakkında müfesser olmayan mücmel bir cerh gelmişse,
cerhe itibar edilmez. Çünkü daha önce de açıklandığı üzere buradaki cerh sebebi,
belki başkaları açısından muteber değildir. Adaleti sâbit olan ravi hakkında
mücmel cerh’i alim de yapmış olsa nazar-ı dikkate alınmayacağı kabul edilmiştir.


*

Alim olmayanın cerhi ise bilicma merduddur.


*

Adaleti meşkuk olan hakkında âlimin cerhi, mücmel bile olsa muteberdir ve
mukaddemdir.


*

Cerh ve ta’dîlde fikirlerine baş vurulan büyük otoriteler hakkında cerh makbûl
değildir, daha önce açıkladık.

Yukarıda kaydedilenler muhtar görüş dediğimiz
çoğunluğun görüşüdür. Bu meselede bazı ferdî görüşler de mevcuttur, şöyleki:


1-

Cerh ve ta’dîl bir ravide birleştiği zaman muaddiller sayıca çoksa, ravinin
adaletine hükmedilir.


2-

Carih ve muaddillerden hangisi ilimce önde ise (ahfaz), onun görüşü esas alınır.


3-

Cerh ve ta’dîl’den hiçbiri tereccüh edemeyeceğinden, hükme gidilmez.[1]


Mühim Not:

Cerh ve ta’dîl ilminde, bir ravi değerlendirilirken, şayet bu muhtelefun fih
ise, hakkında söylenenlerden sadece birini, mesela sadece carihlerin sözünü
nakledip muaddillerin söylediklerini zikretmemek bu, o şahsa zulüm olduğu gibi
ilme de ihanettir.

Bu zulüm ve ihaneti, çeşitli taassubların
sevkiyle, İmam-ı A’zam Ebu Hânîfe gibi İslamın en büyük şahsiyetlerinden biri
hakkında işleyen kimselere rastlıyoruz. Hakkında, ona diyaneti, hıfzı, fıkıh ve
hadis ilmindeki yüce makamı sebebiyle tebcîl eden nice büyükler varken, bunları
meskut geçip, mahiyeti meşkuk, sıhhat durumu kesin olmayan bazı cerhedici
sözleri neşredenler var.[2]


Dikkat:

Cerh ve ta’dîl bahsinin anlaşılması için şunu da belirteceğiz: Huffâzdan bir
kısmı nazarında meşhur ve ma’ruf olan pek çok ravi, diğer bazı huffazca meçhul
ilan edilmişlerdir. Çünkü bunlar onları tanımamaktadır. Sahîheyn’den birkaç
misal:


*

Ahmed an Asım el-Belhî: Buna Ebu Hâtim “meçhuldür” demiştir. Çünkü halini
bilmemektedir. İbnu Hibban aynı zatı tevsîk eder ve der ki: “Kendisinden
beldesindeki alimler rivayet etmiştir.”


*

İbrahim İbnu Abdirrahman el-Mahzûmî: İbnu’l-Kattân buna meçhul derken, başkaları
ma’ruf demiştir. İbnu Hibban da ona sika demiş bir cemaat de kendisinden hadis
rivayet etmiştir.


*

Üsâme İbnu Hafs el-Medenî: Bu zâtı es-Sâcî ve Ebu’l-Kasım el-Lâlkâ’î meçhul
addetmiştir. Zehebî: “Meçhul değildir, kendisinden dört kişi hadis almıştır”
der.

Tekrar hatırlatıyoruz: Cerh ve ta’dîl içtihadî
bir ameliyedir.[3]


Yedinci Kaide:

Bir kimsenin “Bana sika olan zat rivayette
bulundu” demesi onu tevsîk sayılmaz. Ancak sayılır diyen de olmuştur. Böyle
diyen kimse âlim birisi ise, bazı muhakkiklere göre, kendi mezhebine mensûb
olanlar nezdinde bu bir tevsîktir.


*

Mesela: Şâfiî gibi bir zat “Kendisini itham etmediğini birisi bana haber verdi”
diyecek olsa, bu söz sanki “Bana sika olan zât haber verdi” demektir. Zehebî, bu
sözün tevsîk sayılmayacağını söyler. “Zira, der bu ifadede töhmet reddediliyor
ama, onun mutkın veya hüccet olduğu söylenmiyor” İbnu’s-Sübkî de bilhassa Şâfiî
ayarında olmayanlar hakkında Zehebî’ye hak verir. Sayrafî, Mâverdî, Zerkeşî gibi
başkaları da aynı görüştedirler.


*

İbnu Abdilberr İmam Mâlik’in benzer bir tabiri için şu açıklamayı yapar:

Mâlik:
 عن الثقة عن بكير
بن عبداللّه اشج
şeklinde sunduğu
bir senetde geçen sika’dan maksad Mahrama İbnu Büheyr’dir

عن الثقة عن عمرو بن  شعيب
demişse sika’dan maksadı Abdullah İbnu
Vehb’dir, ancak Zührî de denmiştir.

Nesâî ise başka görüşle: “Mâlik, Muvatta’da ne
zaman
 عن
بكير
demişse, sika’dan maksadı
sanki Amr İbnu’l-Hars’tır.”

İbnu Vehb’in de şöyle söylediği rivayet edilir:

“- Mâlik’in kitabında ne zaman “Bana, ehli
ilimden ittihâm etmediğim biri haber verdi.” demiş ise kastettiği kimse el-Leys
İbnu Sa’d’dır.”

Ebu’l-Hasen el-Âburî de şunu söyler: “Bir ilim
ehlinden işittim, şöyle demişti: Şâfiî hazretleri (rahimehullah)

 اخبرنا الثقة عن
ابن إلى ذؤيب
dediği zaman buradaki
sika’dan kasdı İbnu Ebî Füdeyk’dir. Şayet 

 اخبرنا الثقة عن
الوليد بن كيثي
demişse kastettiği
kimse Ebu Üsâme’dir. Şayet,

اخبرنا الثقة عن اوزاعي
  demişse kastettiği kimse Amr İbnu Ebî
Seleme’dir. Şayet 

اخبرنا الثقة عن ابن جريج
 demişse kastettiği kimse Müslim İbnu
Hâlid’dir. Şâyet 

اخبرنا الثقة عن صالح مولى التَوأنة 

demişse kastı İbrahim İbnu Yahyâ’dır.”

Suyûtî Tedrîb’te bu ifadelerde gerek Mâlik’in ve
gerekse Şafiî’nin daha başka şahısları kastetmiş olduğuna dair İbnu Hacer ve
başkalarından da nakiller verir.

Sika’nın, bir kimseden hadis rivayet etmesi,
Âmidî, İbnu’l-Hâcib vs. bazı usulcülere göre o kimse hakkında şu şartla tevsîk
sayılmıştır:

Hakkında: “sadece sika olandan rivâyet eder”
diye rivayet gelmiş olmak. Böyle bir kimsenin bir râviden hadis alması o ravi
için ta’dîldir. Sehâvî, bu çeşit açıklayıcı rivayetin nadir kimseler hakkında
vârid olduğunu söylemiştir: Ahmed İbnu Hanbel, Bakiy İbnu Mahled, Harîz İbnu
Osmân, Süleyman İbnu Harb, Şu’be, eş-Şa’bî, Abdurrahman İbnu Mehdi, İmâm Mâlik,
Yahya İbnu Saîd el-Kattân. Sadece bunların, yalnızca sika’dan hadis aldıklarına
dair sarahat mevcuttur.


Sekizinci Kaide:

Bir âlimin, rivâyet ettiği, hadisle amel etmiş ve ona uygun fetva vermiş olması
hadisin sıhhatine delil olmadığı gibi muhalefeti de ne hadise ne de ravisine bir
cerh sayılmaz. Çünkü ameli, ihtiyat için veya bir başka delile mebni olabilir.
Ayrıca zayıf hadisle de terğîb ve terhîb gibi bazı hususlarda amel umumiyetle
benimsenmiş bir keyfiyettir.


Dokuzuncu Kaide:

Adaleti zâhiren ve bâtınen meçhul olan ravinin
rivayeti cumhur nezdinde makbul değildir. Zâhiren adl olup (ki buna mestur da
denir) bâtınî hali bilinmeyenin rivâyetiyle amel edenler olmuştur. Bunlar daha
ziyade Şafi’îlerdir. İbnu Salâh, hadis kitaplarının çoğunda, müelliflerin,
kendilerinden önce yaşamış, hallerini tahkîk etmek mümkün olmayan raviler
hakkında bu prensiple amel ettiklerini belirtmiştir.


Onuncu Kaide:

Ârif olan kadın ile ârif olan kölenin ta’dilleri
kabul edilir. Mürahik de olsa bülûğa ermedikçe çocuğun ta’dili bilicma
merduddur. Kadının ta’dilini iltizam eden ulema ifk hâdisesi sırasında Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in Hz. Aişe (radıyallahu anh) hakkında
câriyesi Berîre’den “Nasıl tanırsın?” diye sormasını delîl göstermişlerdir.


Not:

Zehebî, Mizânu’l-İ’tidâl’de kadınlarla ilgili bahse girerken dikkat çekici bir
tesbit kaydeder: “Kadın ravilerden itham edilen veya alimlerce terkedilen
birisini tanımıyorum”. İmam Ebû İshâk el-İsferâyînî, kadınların rivayet
ettikleri ahkâm ve ehâdis, erkeklerin rivâyet ettikleriyle teânuz edecek olursa
kadınlarınkini erkeklerinkine takdîm etmiştir.


Onbirinci Kaide:

Zâtı ve adaleti bilinmekle beraber ismi bilinmeyen ravi ile ihticâc edilir.
Bununla ilgili teferruatı daha önce Şöhret bahsinde açıkladık.


Onikinci Kaide:

Ravi her ikisi de adl olan ravilerden “Bana
falanca veya falanca rivayet etti” diye şekk’li şekilde ifade etse, bu rivayetle
ihticâc olunur. Ancak bunlardan biri zayıf ise veya “falan yahut başkası rivayet
etti” diyerek meçhul birisine atıfta bulunursa, ihticâc salih olmaz.


Onüçüncü Kaide:

Bid’ası sebebiyle tekfir edilenle bilittifak
ihticâc olunmaz. Tekfîr olunmayanlar üzerinde farklı görüşler var ise de
çoğunluk onlardan hadis alınabileceğini söylemiştir. Adalet-itikad bahsinde
teferruatlı olarak açıkladık.


Ondördüncu Kaide:

Fıskından tevbe eden kimsenin rivayeti, tıpkı
şehâdetinde olduğu gibi makbuldür. Ancak hadiste kizbe tevessül eden kimse tevbe
de etse rivayeti makbul olmaz. Bu hususta Ahmed İbnu Hanbel, Buhari’nin şeyhi
el-Humeydî, es-Sayrafî… hep bu görüştedirler es-Sem’ânî: “Bir kimse tek bir
hadiste yalan söylese önceki rivayetlerini de terketmek vacibtir” der.

Hadiste kizb meselesine ulemanın gösterdiği bu
titizliği Suyûtî, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında yalandan şiddetle
zecretmek gayesine müteveccih olduğunu belirtir. “Çünkü, bunun sebep olacağı
zarar büyüktür, hadislere giren bir yalan kıyamete kadar takip edilecek bir yol
olur” der.


Onbeşinci Kaide:

Sika bir râvi, sika bir şeyhten rivayette
bulunsa, ancak şeyh “Ben ona böyle bir rivayette bulunmadım” diye cezm sigasıyla
rivayeti inkâr etse, bu rivayetin reddi gerekir. Ancak sikanın o şeyhten yaptığı
diğer rivâyetleri makbuldür. Bu vak’a ravinin cerhini gerektiren bir husus da
değildir. Çünkü şeyhin reddinde, râvînin de şeyhi reddetme manası vardır.
Böylece iki sikanın birbirine muhâlefeti söz konusu olur: Teârazâ-tesâhatâ ikisi
de o meselede birbirini amelden düşürür. Bilâhare şeyh aynı hadisi rivayet etse
veya bir başka sika rivayet ettiği halde şeyh reddetmese o rivayet sahih
addolunur.

Bu meselede başka görüşler de ileri sürülmüştür.


Onaltıncı Kaide:

Birisi bir hadis rivayet etse, bilahare de böyle
bir rivayet yaptığını unutsa, sahih kavle göre, onunla amel caiz olur.
Hanefilerden bir kısmı caiz olmaz demiştir. Hatta Hanefiler bu prensipten
hareketle, Ebu Davud, Tirmizi ve İbnu Mace’de gelen bir Ebu Hüreyre rivayetiyle
ameli reddetmişlerdir. Reddedilen bu hadis Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)’ın şahidle birlikte yemine dayanarak hüküm verdiğini bildirmektedir.
Redde sebep olan unutma hâdisesi, hadisin ravilerinden olan Süheyl İbnu Ebî
Salih’de vâki oluyor. Süleyman İbnu Bilâl anlatıyor: “Süheyl ile karşılaştığım
zaman kendisinden bu hadisi sordum. Bilmiyorum dedi. Senin rivâyetin olduğunu
Rebî’atu’r-Re’y söyledi dedim. Eğer bunu benden Rebia rivayet ettiyse sende
Rebîâ’dan Rebî’a’nın da benden rivâyet ettiğini belirterek rivâyet et dedi.”

Belirtildiğine göre Süheyl hâfızasını zayıflatan
bir hastalığa duçar olduktan sonra bu hadisi rivayet ettiğini unutur.

Dikkat edilirse Süheyl, cezmederek rivâyeti
reddetmiyor. “Rebî’a söylediyse doğrudur, yalnız ben hatırlıyamıyorum” mealinde
konuşuyor.

Bu çeşitten yaptığı rivayeti zamanla unutanlara
sıkça rastlanmıştır. Hatîbu’l-Bağdâdî ve Dârakutnî’nin Ahbâru men Haddese ve
Nesiye (Tahdîs Edip Unutanlar) adında te’lifleri bile vardır.

İmam-ı Şafi’î de rivayet ettiği bir kıssayı
talebesi Muhammed İbnu’l-Hakem rivayet edince önce inkâr etmiş, sonra
hatırlayınca ikrar etmiş, Şu’be ve Ma’mer gibi hayatta olanlardan rivayeti
mahzurlu bularak İbnu’l-Hakem’e şu tavsiyede bulunmuştur: “Hayatta olan kimseden
hadis rivayet etme. Zira ona unutma ârız olup (seni tekzîb etmiyeceğinden) emin
olunamaz”.


Onyedinci Kaide:

Ücret mukâbili hadis rivayet eden kimsenin
rivayeti Ahmed İbnu Hanbel, İshak İbnu Râhuye ve Ebu Hatim er-Râzi’ye göre
makbul değildir. Ancak Buharî’nin şeyhi Ebu Nuaym Fazl İbnu Dükeyn, Ali İbnu
Abdilaziz el-Bağavî gibi diğer bazılarına göre makbuldür. Ebu İshak eş-Şirazî
“Hadis rivayetine kendini vererek, ailesinin geçimi için kazanç imkânı
bulamayanlar için caizdir” diye fetva vermiştir. Fetvasını da, yetime bakan
vasînin, fakir ise, yetimin malından alabileceğine dair Kur’ân-ı Kerîm’de gelen
cevaza dayandırmıştır (Nisa: 4/6).


Onsekizinci Kaide:

Hadisi tahammül esnasında olsun edâ esnasında
olsun gevşek ve lâübali olan kimselerden hadis alınmaz. Sözgelimi tahammül
sırasında veya rivayet etmiş olduğu hadisleri talebesi mukabele kasdıyla okurken
uyuklaması, tashîh edilmemiş bir asıldan rivâyet etmesi, hadiste telkîn’i[4]
kabul ettiğinin bilinmesi, elinde sahih bir asl’ı olmadığı için rivayetlerinde
çokça hata yapması, rivayetlerinde şaz ve münkerlerin çokluğu gibi haller hep
ravinin gevşekliğine delildir. İbnu’l-Mübârek, Ahmed İbnu Hanbel, el-Humeydi,
İbnu Hibbân ve başkaları demişlerdir ki: “Kim bir hadiste hata yapar ve hatası
da kendisine bildirilirse buna rağmen ravi, hadisi rivayette ısrar ederse bütün
hadisleri sâkıt olur; kendisinden artık hadis yazılmaz”. İbnu Mehdi Şu’be’ye
sorar: “Kimin hadis rivayeti terkedilir?” Şu cevabı verir: “Galat olduğunda icma
edilen bir hadisi rivayette devam edip muhalif rivayette başkaları icma ettiği
halde nefsini itham etmeyen kimseden”[5]



 




[1]

İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/30-32.



[2]

İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/32.



[3]

İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/32.



[4]

“Şu hadisi sen rivayet etmiştin” dendiğinde, rivayet etmemiş olduğu halde
-farkedecek durumda olmadığı için- “evet” demesidir. (İbrahim Canan)



[5]

İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/32-37.

İlgili Makaleler