1. Muhadramun:
Rasulullah (s.a.s), zamanında yaşayıp müslüman
olduğu halde, onu görme fırsatına kavuşamayan kimseler. Edebiyatta, ömrünün
yarısını câhiliye döneminde, diğer kısmını da müslüman olarak geçirmiş olan
şâirler.
Arapça “hadrama” kökünden türetilmiş olan “muhadram”
kelimesinin çoğuludur. Hz. Peygamber (s.a.s) devrinde müşrik Arap kabilelerle
müslümanlar arasında savaş yapıldığı zaman, bu kabileler içindeki müslümanlar,
kendilerinin diğer müşriklerden ayırdedilebilmelerini sağlamak maksadıyla,
develerinin kulaklarından bir kısmını kesiyorlardı. Develerinin kulaklarını
kestikleri için bu kimselere, “bir kısmını kesen” anlamında “muhadrim”
denilmiştir.[1]
Kelimenin “iki şeyin birbirine karışması” anlamında değişik bir kullanımına göre
ise, yaşı itibarıyla sahabeden mi yoksa Tabi’inden mi olduğu karıştırılan
kimselere de muhadramun denilmektedir.
[2]
Arap edebiyatında ise, cahiliye şairlerinden
olup, İslâm dönemini de idrak eden ve hayatının kalan kısmını müslüman olarak
geçiren kimseler için kullanılmaktadır.
İki ayrı mu’alâka’nın sahibi, Lebib el-Amirî ve
Ka’b bin Züheyr, Hassân b. Sâbit, Nâbiğa el-Ca’dî, Ebu Züeyb el Hüzelî gibi
şairler muhadramûn şairleri olarak adlandırılırlar.
Bazıları ise Hz. Peygamber (s.a.s)’in zamanında
yaşamış olduğu halde, onun ölümünden sonra iman eden kimseleri muhadramûn olarak
adlandırırlar.
Muhaddisler, Hz. Peygamber devrinde müslüman
olarak yaşamış oldukları halde onu göremeyen kimseler için bu sıfatı
kullanmışlardır. İmam Müslim, Irakî ve Suyûtî, bunlardan bilinen ve meşhur
olanlarının bir kısmını tesbit etmişlerdir. Veysel Karanî adıyla şöhret bulmuş
olan Üveys bin el-Karenî, Kadı Şüreyh bin el-Haris, Alkame bin Kays ve Ka’b el-Ahbâr
bunlardan bazılarıdır.[3]
Muhadram, hadisçilerin ıstılahında, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)’ın sağlığında müslüman olduğu halde, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)’la görüşmek şerefine eremeyen kimselere verilen bir unvandır. Tariften
de anlaşıldığı üzere bunlar câhiliye devrini de idrak etmiştir, İslâmı da.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’la sohbetlerine dair bir rivâyet olduğu
takdirde sahâbî sayılırlar, olmadığı müddetçe Tâbiîn’e dâhil edilirler.
Muhadram kelimesi lügatçiler tarafından biraz
farklı bir kullanılışa sâhiptir. Muhtemel iltibasın önlenmesi için bilinmesinde
fayda var: Onlar, yarı ömrünü câhiliye’de, yarı ömrünü de İslâm’da geçiren
herkese muhadram derler ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’la sohbet şartını
aramazlar. Böyle olunca Muallaka sâhibi Lebîd-i Âmirî, Ka’b İbnu Zübeyr, Hassân
İbnu Sâbit el-Ensârî, Nâbiga el-Ca’dî (radıyallahu anhüm ecmaîn) ile Ebu-Züeyb
Hüzelî, Mütemmim İbnu Nüveyre, Muhadram şâirler addedilirler. Halbuki bunlardan
Lebîd, Hassân, Hakîm İbnu Hizâm muhaddislerce sahâbî sayılırlar.
Muhadram sayılan müslümanlardan bir çoğunun ismi
kitaplarda belirtilir. Biz sadece birkaç tanesini örnek olarak kaydediyoruz: Ebu
Osman en-Nehdî, İbnu Recâ el-Utâridî, Ahnef İbnu Kays et-Temîmî, Uveys İbnu Âmir
el-Karenî, Kadı Şureyh İbnu’l-Hâris, Alkame İbnu Kays, Ka’b el-Ahbâr, Mesrûk
İbnu Ecda’, Ertât İbnu Süheyye vs.[4]
[1]
Sahih-i Buharî Tecrîd-i Sârih Tercümesi, Ankara 1980, 1/33.
[2]
Sahih-i Buharî Tecrîd-i Sârih Tercümesi, Ankara 1980, 1/32.
[3]
Sahih-i Buharî Tecrîd-i Sârih Tercümesi, Ankara 1980, 1/33-34; Ömer
Tellioğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/240.
[4]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/537-538.