c) Mütevatir Haber:
Yalan üzerine anlaşma ihtimali olmayan bir
topluluğun verdiği ve ilim vasıtalarından biri sayılan haber.
Mütevâtir, lügatte “arkası kesilmeksizin
birbirini takip etmek, birbirinin peşisıra gelmek”[1]
manâsındaki “tevâtür”den ism-i fâildir. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de “Sonra
birbiri peşinden peygamberlerimizi gönderdik” (el-Mü’minûn, 23/44)
buyurulmuştur. Ayetteki “tetrâ” kelimesi aynı köktendir.
Mütevâtir haber, yalan üzere birleşmelerini
aklın tasavvur edemeyeceği bir topluluğun, mümkün ve mahsûs olan bir şeye dair
verdiği haberdir.[2]
Bir haberin mütevâtir olmasının şartlarını
şöylece özetlemek mümkündür:
1)
Haber, yalan üzerinde kasıtlı veya kasıtsız birleşmelerini aklın kabul etmediği
kalabalık bir cemaat tarafından nakledilmelidir.
2)
Haber, aklen mümkün olan, görülen ve işitilen şeylerden olmalıdır. Dolayısıyla,
doğruluğu nakle değil burhana muhtaç olan veya muhal olan şeyleri nakledenler ne
kadar çok olursa olsun tevâtür sayılmaz. Meselâ, Allah’ın varlığını inkâr
edenlerin sayısı ne olursa olsun bu hakikati ifade etmez.[3]
“Yukarıdaki şartları taşıyan mütevâtir haber,
ilm-i zarûrî ifade eder; yani onu işiten red ve inkârı mümkün olmayan, aksine
tasdik ve kabulü zorunlu olan bir bilgi hasıl olur. Bu bilgi dine taalluk eden
bir bilgi olduğu zaman, ona inanmayı, amele taalluk ediyorsa onunla amel etmeyi
gerektirir. Hz. Peygamber’in hadisleri arasında yukarıda belirtilen şartları bir
araya toplamış olanlara “Mütevâtir hadis” denir”[4]
Mütevâtir haberin kat’î ve kesin bilgi ifade
etmesi, nakledenlerin çokluğu sebebiyledir. Onun için, herkes tarafından haber
verilen şey hakkında insan aklı, bu kesinlikle doğrudur, hükmünü verir.[5]
Halkı kâfir olan bir şehir halkının verdiği haber hakkında bile ilm-i yakînî
hasıl olur.[6]
Nitekim görülmeyen ve ulaşılmayan, şimdiki ve tarihteki birçok ülke ve şahıs
hakkındaki haberler mütevâtir haberlerdir. Bu tür bilgilerin doğruluğundan şüphe
edilmez; ilim sebeplerinden ve vasıtalarından sayılır.[7]
Mütevâtir haber İslâm hukukunda da kesin bir
delil olarak kabul edilmiştir. Mecelle’de bu meyanda şu maddeler yer almıştır:
“Tevâtür, ilm-i yakîn ifade eder. Binaenaleyh
tevâtürün hilâfına beyyine ikame olunmaz”[8]
“Tevâtürde muhbirlerin aded-i muayyeni yoktur.
Ancak akıl, onların kizb üzere ittifaklarını tecvîz etmeyecek mertebede bir cemm-i
ğafîr olmaları lâzımdır.”[9]
[1]
Cevherî, es-Sıhâh Kahire 1399/1979, II, 843.
[2]
Abdülkâhir b. Tâhir el-Bağdâdî, Usûlü’d-Dîn, İstanbul 1346,12; İsmail Hakkı
İzmirli, Yeni İlm-i Kelâm, Ankara 1981, 34.
[3]
Şerafeddin Gölcük, Süleyman Toprak, Kelâm, Konya 1988, s. 78; Ahmed Naim,
Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, Ankara 1976, Mukaddime s. 102.
[4]
Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 346-347.
[5]
Ali Arslan Aydın, İslâm İnançları ve Felsefesi, İstanbul 1968, s. 91-92.
[6]
Nureddin Itr, Menhecü’n-Nakd fi Ulûmi’l-Hadîs, Dımaşk 1392/1972, s. 382.
[7]
Gölcük, Toprak, a.g.e., s. 78; Aydın, a.g.e., s. 92.
[8]
Madde, 1733.
[9]
Madde, 1735; Osman Öztürk, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, İstanbul 1973,
s. 407; Nuri Topaloğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/403.