KÂNE VE KARDEŞLERİ (Kâne ve Benzerleri)
İrab (hareke) bakımından “إِنَّ ve Kardeşleri”nin tam tersine isimlerini ref haberlerini nasbederler. Kâne ve kardeşleri sekiz adet fiil-i mâzîden oluşur. Bu sekiz fiili mâzîden her birinin muzâri ile emri de aynı işi yapar. Yani, isim cümlesi olan mübtedâ ve haberin önüne gelip mübtedâyı merfû haberi de mansûb okutur. Bunlara nâkıs (eksik) fiiller de denir. Nâkıs fiil denmesinin sebebi; merfû ismiyle birlikte tek bir mânâ ifâde etmeyip ikinci ismi istemeleridir. حَضَرَ الْوَلَدُ (Çocuk geldi) deyince cümle anlamı yeterli olur fakat كاَنَ الْجَوُّ (Hava idi) deyince yetmez, mana eksik kalır. Yanına ikinci bir isim ilâve edilerek كاَنَ الْجَوُّ باَرِداً (Hava soğuk idi) deyince mana tamamlanır.
Nâkıs veya Kâne benzeri olan fiiller ve işlevleri şunlardır:
باَتَ | ظَلَّ | أَضْحَى | أَمْسَى | أَصْبَحَ | لَيْسَ | صاَرَ | كاَنَ |
Şimdi bunları sırasıyla görelim:
كاَنَ: ..idi, oldu
Bir önceki konuda mâzî ve mûzari çekimini verdiğimiz كاَنَ fiilinin asıl manası ..idi olup nâkıs fiildir. Tam fiil olarak kullanıldığında ismi haberi şeklinde söylenmez. Çünkü o zaman mübtedâ haberin önünde değil bir fiil cümlesinin içinde (birleşik fiil olmak üzere) yardımcı fiil vazifesini görür.
كاَنَ وُجِدَ |
bulunmuştu |
كاَنَ يَقْرَأُ |
okuyordu |
كاَنَ كَتَبَ |
yazdı idi, yazmıştı |
(قَدْ)lı mâzî fiil olursa mişli geçmiş zamanın hikayesi olur:
كُنْتُ قَدْ عَلِمْتُ. |
bilmiştim |
كاَنَ (diğer benzerleri gibi) isim cümlesinin önüne geldiği zaman ise mübtedâyı olduğu gibi bırakır, haberini(n son harfinin harekesini) mansûb (fethalı) yapar. En çok kullanılan nâkıs fiildir.
Cümle örnekleri:
كاَنَ الْبَرْدُ شَدِيداً. |
Soğuk şiddetliydi. |
اَلْبَرْدُ شَدِيدٌ. |
Soğuk şiddetlidir. | ||
كاَنَتِ الرِّحْلَةُ مُمْتِعَةً. |
Yolculuk faydalıydı. |
اَلرِّحْلَةُ مُمْتِعَةٌ. |
Yolculuk faydalıdır. | ||
كاَنَ الْأُسْتاَذُ غاَئِباً. |
Hoca yoktu. |
الْأُسْتاَذُ غاَئِبٌ. |
Hoca yoktur. | ||
كاَنَ الدَّرْسُ سَهْلاً. |
Ders kolaydı. |
اَلدَّرْسُ سَهْلٌ. |
Ders kolaydır. | ||
كاَنَ الْبَيْتُ نَظِيفاً. |
Ev temiz idi (temiz oldu) . |
اَلْبَيْتُ نَظِيفٌ. |
Ev temizdir. | ||
كاَنَ الزِّحاَمُ شَدِيداً. |
Kalabalık şiddetli idi.(çok kalabalık oldu) |
اَلزِّحاَمُ شَدِيدٌ. |
Kalabalık şiddetlidir. | ||
* İsim cümlesinin başına sadece كاَنَ nin gâib müfred mâzî hali gelmez. Çekimli olduğunda كاَنَ nin ismi fiille birlikte olur. Ardından haberi gelir. (كاَنَ) ve kardeşlerinin ismi bazen müstetir [(هُوَ هِيَ) gibi fiilin içinde saklı zamir] olarak veya (كاَنَ) nin çekimi içinde (كُنْتَgibi fiil+fâil) olarak da gelebilir.
كاَنَ ياَسِرُ تِلْمِيذاً فِي الْمَدْرَسَةِ الْمُتَوَسِّطَةِ. |
Yâsir ortaokulda öğrenciydi. | |||
كاَنَ تِلْمِيذاً فِي الْمَدْرَسَةِ الْمُتَوَسِّطَةِ. |
Ortaokulda öğrenciydi. | |||
كاَنَتْ مُباَراَةً جَمِيلَةً. |
Güzel bir maçtı. | |||
كُنْتَ مَرِيضاً. |
Hastaydın. | |||
كُنْتُ فِي الْمُسْتَشْفَى. |
Hastanedeydim. | |||
كُنْتَ مَشْغوُلاً. |
(Sen) meşguldün. | |||
Örneğin bu cümlede (تَ) zamiri (كاَنَ) nin ismi olup mahallen merfûdur. (مَشْغوُلاً) de (كاَنَ)nin haberi olup mansûbtur. Diğer örnekler: | ||||
هَلْ كُنْتَ سَعِيداً هُناَكَ ؟ |
Orada mutlu muydun? | |||
سَتَكُونُ[2] رِحْلَةً مُمْتِعَةً. |
Faydalı bir gezi olacak. | |||
سَيَكُونُ كِتاَباً جَيِّداً. |
İyi bir kitap olacak. | |||
سَأَكُونُ مَشْغُولاً فِي ذَلِكَ الْوَقْتِ. |
O vakitde meşgul olacağım. | |||
كاَنَ nin ismi de haberi de tamlama şeklinde gelebilir. Bu özellikler كاَنَnin diğer benzerleri için de geçerlidir:
كاَنَ طَواَفُ الْمُسْلِمِينَ بِالْكَعْبَةِ سَهْلاً أَمْسِ Müslümanların Kabe’yi tavafı dün kolaydı. |
كاَنَ عُمَرُ بْنُ[3] الْخَطاَّبِ خَلِيفَةً عاَدِلاً. Ömer İbnu’l-Hattab (Hattab’ın oğlu Ömer) âdil bir halife idi. |
لَمْ يَكُنِ الراَّعِي غاَئِباً هَذِهِ الْمَرَّةَ بَلْ كاَنَ مَوْجُوداً. Çoban bu sefer yok değildi bilakis mevcuttu (vardı) . |
لَمْ يَكُنِ الراَّعِي مَرِيضاً هَذِهِ الْمَرَّةَ بَلْ كاَنَ صَحِيحاً. Çoban bu sefer hasta değildi bilakis iyiydi. |
كاَنَ أَخِي مَحْبُوباً مِنْ جَمِيعِ زُمَلاَئِهِ. Kardeşim tüm arkadaşları tarafından seviliyordu. |
كاَنَ الرَّجُلُ سَعِيداً بِأَوْلاَدِهِ الناَّجِحِينَ. |
Adam başarılı çocuklarıyla mutluydu. | |
أَ أَنْتَ مُواَفِقٌ عَلَى الْعَمَلِ هُناَ. |
Burada çalışmaya muvafık mısın? (uygun görüyor musun) ? | |
أَ كُنْتَ مُواَفِقاً عَلَى الْعَمَلِ هُناَ. |
Burada çalışmaya muvafık mıydın? (uygun görüyor muydun) ? | |
*Harf-i cer ya da zarfla başlayan (“var” manası ifade eden) cümle parçası mübtedâ değil öne geçmiş haberdir (haber mukaddem). Var olan şey de muahhar mübtedâ olur. Böylece dolayısıyla (كاَنَ)’nin haberi de öne geçmiş haber, (كاَنَ) nin ismi de sonradan gelen isim olmuş olur:
فِي الْغُرْفَةِ رِجاَلٌ. |
Odada adamlar var. | |
كاَنَ فِي الْغُرْفَةِ رِجاَلٌ. |
Odada adamlar vardı. | |
بَيْنَهُمْ طاَلِبٌ نَشِيطٌ. |
Aralarında çalışkan bir öğrenci var. | |
أَ كاَنَ بَيْنَهُمْ طاَلِبٌ نَشِيطٌ. |
Aralarında çalışkan bir öğrenci var mıydı? | |
لاَ ، لَمْ يَكُنْ بَيْنَهُمْ طاَلِبٌ نَشِيطٌ. |
Hayır, aralarında çalışkan bir öğrenci yoktu. | |
أَماَمَهُنَّ حَدِيقَةٌ جَمِيلَةٌ. |
(Bayanların) Önlerinde güzel bir bahçe var. | |
أَ كاَنَتْ أَماَمَهُنَّ حَدِيقَةٌ جَمِيلَةٌ ؟ |
Önlerinde güzel bir bahçe var mıydı? | |
لاَ ، لَمْ تَكُنْ أَماَمَهُنَّ حَدِيقَةٌ جَمِيلَةٌ. |
Hayır, önlerinde güzel bir bahçe yoktu. | |
فِي ذَلِكَ الْمَكاَنِ صَدِيقاَنِ. |
O mekanda iki arkadaş var. | |
كاَنَ مَعَكَ فِي ذَلِكَ الْمَكاَنِ صَدِيقاَنِ. |
Seninle birlikte o mekanda (orda) iki arkadaş vardı. | |
كاَنَ مَعَكُمْ فِي ذَلِكَ الْمَكاَنِ مُدَرِّسُونَ. |
Sizinle birlikte orda öğretmenler vardı. |
*İsmi fâil “Kâne” fiilinin haberi olunca geçmiş zamanın sürekli halini oluşturur.
هُوَ كاَنَ ساَجِداً لِلَّهِ. |
O Allah’a secde ederdi. |
*كاَنَ fiili Allah ile kullanıldığında anlamı zamanla sınırlı değildir. Sadece geçmişi anlatmaz, durumu bildirir ve haberin sonsuz devamlılığını gösterir. كاَنَ يَكُونُebedidir, ezelidir manalarına da gelir.
كاَنَ اللَّهُ عَلِيماً حَكِيماً. |
Allah bilir ve hakîmdir. |
وَ كاَنَ اللَّهُ غَفُوراً رَحِيماً. |
Allah bağışlayıcı ve merhametlidir. |
*Olumsuz كاَنَnin haberi muzâri olduğunda başında esreli bir (لِ) bulunabilir. Buna inkar lâmı (lâmul cuhûd) denir ve yanında gizli bir (أَنْ) olduğu düşünülür:
ماَ كاَنَ الصَّدِيقُ لِيَخُونَ[4] صَدِيقَهُ. |
Arkadaş arkadaşına asla ihanet edecek değildir. |
|
صاَرَ : oldu, dönüştü.
صاَرَ : oldu, dönüştü. Bir halden diğer hale geçmeyi anlatır.(صاَرَ يَصِيرُ)
اَلثَّوْبُ قَصِيرٌ. |
Elbise kısadır. |
صاَرَ الثَّوْبُ قَصِيراً. |
Elbise kısa oldu. |
اَلطاَّلِباَنِ مُجْتَهِداَنِ. |
İki öğrenci çalışkandır. |
صاَرَ الطاَّلِباَنِ مُجْتَهِدَيْنِ. |
İki öğrenci çalışkanlaştı. |
اَلتِّلْمِيذَتاَنِ مَحْبُوبَتاَنِ. |
İki öğrenci sevilendir (sevilmektedir) . |
صاَرَتِ التِّلْمِيذَتاَنِ مَحْبُوبَتَيْنِ. |
İki öğrenci sevilen oldu. |
أَصْبَحَ: sabah (vakti) oldu, sabahladı
أَصْبَحَ: sabah (vakti) oldu, sabahladı ( أَصْبَحَ يُصْبِحُ )
اَلْجَوُّ مُمْطِرٌ. |
Hava yağmurludur. | ||
أَصْبَحَ الْجَوُّ مُمْطِراً. |
Hava yağmurlu oldu (Hava yağmurlu olarak sabahladı) . | ||
اَلْحَدِيقَةُ جَمِيلَةٌ. |
Bahçe güzeldir. | ||
أَصْبَحَتِ الْحَدِيقَةُ جَمِيلَةً. |
Bahçe güzel oldu. | ||
هُماَ مُهَنْدِساَنِ. |
O ikisi mühendistir. | ||
أَصْبَحاَ مُهَنْدِسَيْنِ. |
O ikisi mühendis oldular. | ||
هُمْ مَشْغُولُونَ. |
Onlar meşguldürler. | ||
أَصْبَحُوا مَشْغُولِينَ. |
Meşgul oldular. | ||
هُنَّ مُمَرِّضاَتٌ. |
Onlar hemşiredir. | ||
أَصْبَحْنَ مُمَرِّضاَتٍ. |
Onlar hemşire oldular. | ||
أَضْحَى : kuşluk (vakti) oldu, kuşlukladı
أَضْحَى : kuşluk (vakti) oldu, kuşlukladı (أَضْحَى يُضْحِي)
اَلْغَماَمُ كَثِيفٌ. |
Bulut yoğundur. | ||
أَضْحَى الْغَماَمُ كَثِيفاً. |
Bulut yoğun oldu (Bulut yoğun olarak kuşlukladı) . | ||
اَلشاَّرِعُ مُزْدَحِمٌ. |
Cadde kalabalıktır. | ||
أَضْحَى الشاَّرِعُ مُزْدَحِماً. |
Cadde kalabalık oldu (Cadde kuşluk vakti kalabalıklaştı) . | ||
ظَلَّ : gündüz (vakti) oldu, devam etti
ظَلَّ : gündüz (vakti) oldu, devam etti (ظَلَّ يَظَلُّ)
اَلْغُباَرُ ثاَئِرٌ. |
Toz kalkmaktadır. |
ظَلَّ الْغُباَرُ ثاَئِراً. |
Toz kalkar oldu (Gündüz toz kalkar halde devam etti) . |
الْأُمُّ صاَبِرَةٌ. |
Anne sabırlıdır. |
ظَلَّتِ الْأُمُّ صاَبِرَةً. |
Anne sabırlı olmaya devam etti. |
ظَلَّ الْمُعَلِّمُ فِي خِدْمَةِ التَّعْلِيمِ. |
Öğretmen talim (eğitim) hizmetinde devam etti. |
ظَلَّتِ الْبَناَتُ يَلْعَبْنَ فِي الْفِناَءِ. |
Kızlar avluda oynamaya devam etti. |
أَمْسَى : akşam (vakti) oldu, akşamladı
أَمْسَى : akşam (vakti) oldu, akşamladı (أَمْسَى يُمْسِي)
اَلْعاَمِلُ مُتْعَبٌ. |
İşçi yorgundur. | |
أَمْسَى الْعاَمِلُ مُتْعَباً. |
İşçi yorgun oldu (İşçi yorgun olarak akşamladı) . | |
اَلْمُدَرِّساَتُ سَعِيداَتٌ. |
Öğretmenler mutludur. | |
أَمْسَتِ الْمُدَرِّساَتُ سَعِيداَتٍ. |
Öğretmenler mutlu olarak akşamladı[5]. |
باَتَ : geceleyin oldu, geceledi
باَتَ : geceleyin oldu, geceledi (باَتَ يَبِيتُ)
اَلْمَرِيضُ مُتَأَلِّمٌ. |
Hasta acı çekmektedir. |
باَتَ الْمَرِيضُ مُتَأَلِّماً. |
Hasta acı çeker oldu (Hasta acı çekerek geceledi) . |
(أَصْبَحَ أَضْحَى ظَلَّ أَمْسَى باَتَ ) kelimelerinin hepsi yardımcı fiil olarak صاَرَ manasında kullanılabilir. Bunlara صاَرَ benzerleri de denir. صاَرَ (oldu) bir halden bir hale dönüşmeyi ifade ederken zaman mefhumu yoktur. Hepsi de “oldu” şeklinde tercüme edilebilir. Ancak ifade ettikleri zamanın anlamı zihnen muhafaza edilir.
*Yukarıda ikinci olarak verilen anlamlar tam fiil olarak kullanıldığında tercüme edilir. Mâzî muzâri emir olmak üzere bütün siygaları kullanılır.
أَصْبَحَ الرَّجُلُ فِي الْمُسْتَشْفَى. |
Adam hastanede sabahladı. | ||
لِماَذاَ يُحِبُّ كَثِيرٌ مِنَ التَّلاَمِيذِ أَنْ يُصْبِحُوا ضُباَّطاً فِي الْجَيْشِ ؟ |
|||
Niçin öğrencilerden çoğu (öğrencilerin çoğu) orduda subay olmayı sever (ister)? |
|||
Mesela ilk cümlede أصْبَحَ yı tam fiil olarak kabul edersek, o zaman bu fiillerden sonraki isme أصْبَحَ ‘nın ismi ve haberi demeyiz. Fiil cümlesinin elemanları olarak أَصْبَحَ fiil اَلرَّجُلُ fâil, فِي الْمُسْتَشْفَى da mef’ûlün bih gayr-i sarih olur.
Nakıs fiillerden en çok kullanılanı كاَنَ – لَيْسَ – صاَرَ dır.
Not: Tahfif (kolaylık) kabilinden كاَنَnin muzâri meczûmundan (يَكُنْ) ve nehyinden bazen nun harfleri düşürülebilir. Bu kullanılış daha ziyade Kur’ân-ı Kerim ve eski metinlerde görülür.
إِنْ تَكُ حَسَنَةً يُضاَعِفْهاَ. |
İyilik olursa kat kat arttırır. |
لَمْ أَكُ خاَئِناً. |
Hâin olmadım. |
*Olumsuz كاَنَnin haberi başına zâid (بِ) harfi getirilince mana kuvvetlenmiş olur:
لَمْ يَكُنْ فِيهِ بِغَرِيبٍ. |
Orada asla yabancı değildir. |
*(لَيْسَ) fiili hariç diğerlerinin mâzî muzâri ve emri mevcuttur. لَيْسَ nin yalnızca mâzî çekimi vardır.
لَيْسَ: değil, olmadı
لَيْسَ: değil, olmadı Muzârisi olmayan bir fiil olarak mâzî durumunda çekime girer.
لَيْسُوا |
لَيْساَ |
لَيْسَ |
Gâib | |
لَسْنَ |
لَيْسَتَا |
لَيْسَتْ |
Gâibe | |
لَسْتُمْ |
لَسْتُمَا |
لَسْتَ |
Muhatap | |
|
|
لَسْتِ… |
Muhâtaba | |
لَيْسَ الْخاَدِمُ قَوِياًّ. |
Hizmetçi güçlü değildir. |
اَلْخاَدِمُ قَوِيٌّ |
Hizmetçi güçlüdür. | |||
لَيْسَ الْعاَمِلُ نَشِيطاً. |
İşçi çalışkan değildir. |
اَلْعاَمِلُ نَشِيطٌ. |
İşçi çalışkandır. | |||
هَلِ الشاَّرِعُ مُزْدَحِمٌ ؟ |
Cadde kalabalık mıdır? | |||||
لاَ ، هُوَ لَيْسَ مُزْدَحِماً. |
Hayır, o kalabalık değildir. | |||||
هَلِ الْحُجْرَةُ واَسِعَةٌ. |
Oda geniş midir? | |||||
لاَ ، هِيَ لَيْسَتْ واَسِعَةً. |
Hayır, o geniş değildir. | |||||
إِنَّكِ لَسْتِ ناَدِمَةً. |
Gerçekten pişman değilsin. | |||||
|
||||||
إِنَّنِي لَسْتُ فَقِيراً. |
Gerçekten ben fakir değilim. | |||||
لَيْسَ fiili ile yapılan cümlelerde haber kısmı iki şekilde gelir:
1- Mansûb durumda;
لَسْتَ مُؤْمِناً. |
Sen mü’min değilsin. |
إِنَّهُمْ لَيْسُوا مُؤْمِنِينَ. |
Onlar mü’min değiller. |
2- Manayı te’kîd için (بِ) harfi cerine bağlı mecrûr olarak;
لَيْسَ هَذاَ شَيْئاً. |
Bu bir şey değildir. |
لَيْسَ هَذاَ بِشَيْءٍ. |
Bu hiçbir şey değildir. |
أَ لَيْسَ اللَّهُ بِرَبِّكُمْ. |
Allah sizin Rabbiniz değil mi? |
*Nâdiren olumsuzluk edatı olarak kullanılır:
لَيْسَ يَسْقُطُ الْمَطَرُ. |
Yağmur yağmıyor. |
Leyse’ye benzeyen edatlar denen (إِنْ) (ماَ) (لاَ) (لاَتَ) mübtedâ ve haber cümlesinin başına getirilerek kullanılmakta لَيْسَ gibidir. Hepsi de “yok, değil” manasınadır.
إِنْ : لَيْسَ gibi görev yapar, ismini ref, haberini nasbeder. İsmi belirli veya belirsiz olarak gelebilir.
إِنْ رَجُلٌ قاَئِماً. |
Adam ayakta değildir. |
إِنْ زَيْدٌ قاَئِماً. |
Zeyd ayakta değildir. |
ماَ : (ماَ) hem belirli hem belirsiz isme gelir:
ماَ أَحَدٌ خَيْراً مِنْكَ. |
Senden hayırlı kimse yoktur. |
ماَ هَذاَ مُهْمِلاً. |
Bu ihmal edilmiş değildir. |
ماَ هَذاَ بَشَراً. |
Bu beşer değildir. |
لاَ : (لاَ) yalnız belirsiz ismin başına getirilir. لَيْسَ gibi kullanıldığı azdır.
لاَ أَحَدٌ خَيْراً مِنْهُ. |
Ondan hayırlı bir kimse yoktur. |
لاَ رَجُلٌ هاَرِباً. |
Kaçan adam yoktur. |
ماَ ve لاَ nın haberlerine (بِ) harf-i ceri getirilebilir. Bu cer te’kit ifade eder.
ماَ هَذاَ بِشَيْءٍ. |
Bu hiçbirşey değildir. |
ماَ عَلِيٌّ بِهاَدِئٍ. |
Ali asla huzurlu değildir. |
Bu cümleler إِنَّ cümlesine gelen te’kîd lâmı gibidir:
إِنَّ عَلِياًّ لَهاَدِئٌ. |
Gerçekten Ali huzurludur. |
لاَتَ : لاَ en-nâfiye
لاَتَ : لاَ en-nâfiye ve لَيْسَ manasındadır. İsmini ref haberini nasbeder. Başında bulunduğu isim cümlesinin kısımları zaman isimlerinden biri olur. Ancak kullanıldığı ifadede mübtedâ ile haberi birarada zikredilmez. İkisinden birisi, genellikle mübtedâ (لاَتَ ‘nin ismi) mahzûf olur (düşürülür), haberi kullanılır.
اَلْوَقْتُ وَقْتُ نَداَمَةٍ. |
Vakit pişmanlık vaktidir. |
لاَتَ وَقْتَ نَداَمَةٍ (لاَ الْوَقْتُ وَقْتَ نَداَمَةٍ) . |
Pişmanlık vakti değildir. |
اَلساَّعَةُ ساَعَةَُ نَداَمَةٍ. |
Saat pişmanlık saatidir. |
لاَتَ ساَعَةَ نَداَمَةٍ (لاَ الساَّعَةُ ساَعَةَ نَداَمَةٍ) . |
Pişmanlık saati değildir. |
..لاَتَ حِينَ مَنَاصٍ. |
..(Artık) kurtulma zamanı değildir (Sâd, 3). |
Ef’âlü’l-İstimrâr
* Ef’âlü’l-İstimrâr denilen (devamlılık ifâde eden) fiiller de irab bakımından كاَنَ ve kardeşleri gibidir. İsim cümlesinin başına geldiği takdirde mübtedâ ile haber üzerinde aynı etkiyi yaparlar. Bir çok gramer kitabında كاَنَ ve Kardeşleriyle birlikte zikredilmektedirler. Bu fiiller isminin haberiyle nitelenmesindeki sürekliliği anlatır ve şunlardır:
ماَ داَمَ | ماَ انْفَكَّ | ماَ فَتِئَ | ماَ بَرِحَ | ماَ زاَلَ |
Hepsi de “halâ, devam ediyor” manasındadır. Mâzî ya da muzâri olarak gelebilirler. Başlarındaki ماَ olumsuzluk harfi olmasına rağmen fiile olumsuzluk değil devamlılık manası kazandırır. Aksi takdirde devamlılık vermez. Şimdi bunları örnekleriyle görelim:
ماَ زاَلَ
ماَ زاَلَ الْمَرِيضُ حَياًّ. |
Hasta hâlâ hayattadır. |
لاَ يَزاَلُ الْأَطْفاَلُ ناَئِمِينَ. |
Çocuklar hâlâ uyuyorlar. |
ماَ بَرِحَ
ماَ بَرِحَ الْوَلَدُ مَرِيضاً. |
Çocuk hâlâ hastadır. |
لاَ يَبْرَحُ الْمَرِيضُ ناَئِماً. |
Hasta hâlâ uyuyor. |
|
ماَ فَتِئَ
ماَ فَتِئَ التاَّجِرُ صاَدِقاً. |
Tacir hâlâ doğrudur. |
لاَ يَفْتَأُ الْجاَهِلُ مُصِراًّ عَلَى عِناَدِهِ. |
Câhil inadında hâlâ ısrarlıdır. |
ماَ انْفَكَّ
ماَ انْفَكَّتِ السَّماَءُ مُمْطِرةً. |
Hava hâlâ yağmurludur. |
لاَ يَنْفَكُّ النَّسِيمُ عَلِيلاً. |
Meltem (ılık rüzgar) hâlâ tatlıdır[6]. |
Bu dört fiil örneklerde görüldüğü gibi yalnız mâzî ve muzâri siygalarında gelir.
ماَداَمَ …dığı müddetçe: Kendinden önce gelen cümlenin müddetini kendinden sonraki cümleye bağlar. لَيْسَ gibi yalnız mâzî siygasında bulunur. (داَمَ يَدُومُ) daكاَنَ gibi çekim yapılır:
داَمَ داَماَ داَمُوا |
داَمَتْ داَمَتاَ دُمْنَ |
دُمْتَ دُمْتُماَ … |
لاَ تَقْرَأْ ماَداَمَ النُّورُ ضَئِيلاً. |
Işık zayıf olduğu müddetçe okuma. |
أَعْبُدُ اللَّهَ ماَ دُمْتُ حَياًّ. |
Diri olduğum müddetçe Allah’a ibadet ederim. |
كُلْ ماَ دُمْتَ جاَئِعاً. |
Aç olduğun müddetçe ye. |
Önemli Not: a)كاَنَ ve kardeşlerinden bu yana söylenen nâkıs fiillerin isimleri müfred, tesniye ve cemi de gelse fiiller hep müfred gelir. Aksi takdirde normal fiil vazifesi görürler.
كاَنَ الرَّجُلاَنِ يَتَكَلَّماَنِ. |
İki adam konuşuyorlardı. |
لاَ يَزاَلُ الْأَطْفاَلُ ناَئِمِينَ. |
Çocuklar hâlâ uyumaktadırlar. |
لاَ يَزاَلُونَ مُخْتَلِفُونَ. |
Daima ihtilaflıdırlar. |
b) Nâkıs fiillerin isimleri müzekkerse fiiller de müzekker, isimler müennes ise fiiller de müennes gelir:
لَيْسَتِ الداَّرُ واَسِعَةً. |
Ev geniş değildir (semâi müennes). | |
لَنْ يَتْرُكَ الصَّلاَةَ ماَ داَمَ الْمُؤْمِنُ حَياًّ. Mü’min yaşadığı müddetçe namazı hiç terketmeyecek. |
c) Nâkıs fiillerin haberleri isim cümlesinin haberi gibi müfred, cümle ve şibh-i cümle (zarf ve câr-mecrûr) olarak gelir.
Müfred:
ماَ زاَلَ الْمُهَذَّبُ مَحْبُوباً. |
Terbiyeli daima sevilir. |
İsim Cümlesi:
(=كاَنَتْ بِنْتُ عُمَرَ ناَئِمَةً فِي الصَّباَحِ). |
كاَنَ عُمَرُ بِنْتُهُ ناَئِمَةٌ فِي الصَّباَحِ |
Burada altı çizili isim cümlesi Kâne’nin haberi olarak mahallen mansûbtur. | |
Sabahleyin Ömer’in kızı uyuyordu. |
Fiil Cümlesi:
كاَنَ الطاَّلِبُ يَتَكَلَّمُ مَعَ أُسْتاَذِهِ. |
Öğrenci hocasıyla konuşuyordu. |
Şibh-i Cümle (Zarf):
كاَنَتِ الطاَّلِباَتُ أَماَمَ الْمَدْرَسَةِ. |
Kız öğrenciler okulun önünde idi. |
Şibh-i Cümle (Câr-mecrûr):
كاَنَ فِي الْمَلْعَبِ مُتَفَرِّجُونَ. |
Stadda seyirciler vardı. |
Genel Cümle Örnekleri
1- كاَنَ الْإِماَمُ الْبُخاَرِيُّ مِنْ كِباَرِ الْمُحَدِّثِينَ – كاَنَ الْفاَراَبِيُّ عاَلِماً كَبِيراً مِنْ عُلَماَءِ الْمُسْلِمِينَ.
2- لَمْ يَكُنِ الراَّعِي باَكِياً[7] هَذِهِ الْمَرَّةَ بَلْ كاَنَ ضاَحِكاً – اَلْحَياَةُ سَعِيدَةٌ – صاَرَتِ الْحَياَةُ سَعِيدَةً.
3- اَلْمَعْرِضُ مُسْتَمِرٌّ – ماَزاَلَ الْمَعْرِضُ مُسْتَمِراًّ – اَلشَّرِكَةُ مَشْهُورَةٌ – صاَرَتِ الشَّرِكَةُ مَشْهُورَةً.
4- الْواَجِبُ ضَرُورِيٌّ – ماَزاَلَ الْواَجِبُ ضَرُورِياًّ – اَلْأُمُّ مُدَرِّسَةٌ – صاَرَتِ الْأُمُّ مُدَرِّسَةً .
5- ظَلَّ خاَلِدٌ فِي خِدْمَةِ الدِّينِ – ظَلَّتِ الْأُمُّ صاَبِرَةً عَلَى غِياَبِ ابْنِهاَ حَتَّى عاَدَ مِنْ سَفَرِهِ.
6- غَسَلَتِ الْبِنْتُ الْمَلاَبِسَ حَتَّى أَصْبَحَتْ نَظِيفَةً – هَلْ دَرَسْتِ قَبْلَ الْمَرْحَلَةِ الْاِبْتِداَئِيَّةِ .
7- نَجَحَ اَحْمَدُ فِي الْاِمْتِحاَنِ وَ أَصْبَحَ تِلْمِيذاً فِي الْمَدْرَسَةِ الثاَّنَوِيَّةِ – اَلتِّلْمِيذَةُ نَشِيطَةٌ – أَصْبَحَتِ التِّلْمِيذَةُ نَشِيطَةً.
8- اَلْمُدَرِّسَتاَنِ غاَئِبَتاَنِ – لَيْسَتِ الْمُدَرِّسَتاَنِ غاَئِبَتَيْنِ – اَلْمُهَنْدِسُونَ مَوْجُودُونَ – ماَزاَلَ الْمُهَنْدِسُونَ مَوْجُودِينَ – اَلْبَناَتُ مُؤَدَّباَتٌ – ماَزاَلَ الْبَناَتُ مُؤَدَّباَتٍ .
9- اَلتَّلاَمِيذُ جاَلِسُونَ – لَيْسَ اَلتَّلاَمِيذُ جاَلِسِينَ – لاَ تَخْرُجْ ماَداَمَ الْمَطَرُ ناَزِلاً.
10- هُماَ جاَهِزاَنِ لِلسَّفَرِ – أَصْبَحاَ جاَهِزَيْنِ لِلسَّفَرِ – صاَرَ الرَّجُلُ سَعِيداً بِأَوْلاَدِهِ الناَّجِحِينَ.
11- لاَ تَلْعَبْ ماَ داَمَ الْاِمْتِحاَنُ قَرِيباً – كاَنَتِ الْغُرْفَةُ مُزْدَحِمَةً وَ أَصْبَحَتْ خاَلِيَةً.
12- أَخُوهُ أُسْتاَذٌ مَشْهُورٌ – أَصْبَحَ أَخُوهُ أُسْتاَذاً مَشْهُوراً – صاَرَتِ الْحَدِيقَةُ أَزْهاَرُهاَ جَمِيلَةٌ.
13- ماَزاَلَ الصَّحَفِيُّونَ فِي الصَّالَةِ – أَصْبَحَتِ السُّوقُ مُزْدَحِمَةً بِالناَّسِ .
14- لَيْسَ أَخُوكَ بَيْنَ الرُّكاَّبِ –كاَنَتْ حَياَتُهُ قَصِيرَةً – لَيْسَ لَناَ بِهِ عِلْمٌ – لَيْسَ فِي مَدْرَسَتِناَ مَعْمَلُ اللُّغَةِ .
15- لَيْسَتِ الْمَرْأَةُ لُعْبَةً فِي يَدِ الرَّجُلِ – هَؤُلاَءِ الطُّلاَّبُ مُجْتَهِدُونَ – لَيْسَ هَؤُلاَءِ الطُّلاَّبُ مُجْتَهِدِينَ.
16- هَلِ الدَّرْسُ مُهِمٌّ؟ لاَ، هُوَ لَيْسَ مُهِماًّ – هَلِ السَّياَّرَةُ جَدِيدَةٌ ؟ لاَ هِيَ لَيْسَتْ جَدِيدَةً.
17- اَلساَّعَةُ ساَعَةُ تَوْبَةٍ – لاَتَ ساَعَةَ تَوْبَةٍ – اَلشاَّرِعُ مُزْدَحِمٌ – لاَ شاَرِعٌ مُزْدَحِماً .
18- اَلْأَنْهاَرُ فاَئِضَةٌ[8] – إِنَّ الْأَنْهاَرَ فاَئِضَةٌ . لاَتَ وَقْتَ عِتاَبٍ – ماَ عِنْدِي كِتاَبُكَ .
19- لاَتَ وَقْتَ مُزاَحٍ – لاَ عُزْرٌ لَكَ مَقْبُولاً – لَيْسَ الْفَقْرُ عَيْباً – لَيْسَ الْفَقْرُ بِعَيْبٍ.
20- ماَ تَعَبُ الْعاَمِلِينَ ضاَئِعاً – ماَ تَعَبُ الْعاَمِلِينَ بِضاَئِعٍ – ماَ الْبَناَتُ بِجاَهِلاَتٍ.
21- ماَ كُلُّ غَنِيٍّ بِسَعِيدٍ- لَيْسَتِ الْجاَهِلاَتُ بِمُحْتَرَمَةٍ – هَذاَ لَيْسَ بِمَكاَنِكَ.
22- إِنَّ رُوحَ كُلِّ إِنْساَنٍ فِي أَمْرِ اللَّهِ تَعاَلَى – أَ لاَ تَزاَلُ صاَبِراً ؟
23- ماَ فَتِئَ أَخُوناَ غاَئِباً – لاَ أَكْتُبُ دَرْسِي ماَ داَمَ أَبِي ناَئِماً.
24- كُنْتَ عَظيِماً – أَكَلْتُ طَعاَماً كَثِيراً لِأَنَّنِي كُنْتُ أَشْعُرُ بِالْجُوعِ.
Tercüme:
1- İmam Buhârî muhaddislerin büyüklerindendi. Fârâbî Müslüman âlimlerden büyük bir âlimdi.
2- Çoban bu sefer ağlamıyor bilakis gülüyordu. Hayat mutludur. Hayat mutlu hale geldi.
3- Sergi devamlıdır. Sergi hâlâ devam etmektedir. Şirket meşhurdur. Şirket meşhur oldu.
4- Ödev zarûrîdir. Ödev halâ zarûrîdir. Anne öğretmendir. Anne öğretmen haline geldi.
5- Hâlit din hizmetinde devam etti. Anne yolculuğundan dönünceye kadar oğlunun yokluğuna sabretmeye devam etti.
6- Temiz oluncaya kadar kız elbiseleri yıkadı. İlkokul safhasından önce okudun mu?
7- Ahmet imtihanda başardı ve lisede bir öğrenci oldu. Öğrenci çalışkandır. Öğrenci çalışkan oldu.
8- İki öğretmen yoktur. İki öğretmen yok değildir. Mühendisler mevcuttur. Mühendisler hâlâ mevcuttur. Kızlar edeblidir. Kızlar hâlâ edeblidir.
9- Öğrenciler oturuyor. Öğrenciler oturmuyor. Yağmur yağdığı müddetçe (dışarı) çıkma.
10- O ikisi yolculuk için hazırdır. Yolculuk için hazır oldular. Adam başarılı çocuklarıyla mutlu oldu.
11- İmtihan yakın olduğu müddetçe oynama. Oda kalabalıktı ve boşaldı (boş oldu).
12- Onun kardeşi meşhur bir hocadır. Kardeşi meşhur bir hoca oldu. Bahçenin ağaçları güzel oldu.
13- Gazeteciler hâlâ salondadır. Çarşı insanlarla kalabalıklaştı.
14- Kardeşin yolcular arasında değil. Hayatı kısaydı. Onun hakkında bilgimiz yoktur. Okulumuzda dil labrotuvarı yok.
15- Kadın erkeğin elinde oyuncak değildir. Bu öğrenciler çalışkandır. Bu öğrenciler çalışkan değildir.
16- Ders mühim midir? Hayır, o mühim değildir. Araba yeni midir? Hayır, o yeni değildir.
17- Saat tevbe saatidir. Tevbe saati değildir. Cadde kalabalıktır. Cadde kalabalık değildir.
18- Nehirler taşmaktadır. Gerçekten nehirler taşmaktadır. Kınama vakti değildir. Kitabın bende değil.
19- Şaka vakti değil. Makbul bir özrün yok. Fakirlik ayıb değildir. Fakirlik hiç ayıp değildir.
20- İşçilerin emeği zayi değildir. İşçilerin emeği hiç zâyi değildir (boşa gitmez). Kızlar cahil değildir. .
21- Her zengin mutlu değildir. Cahiller saygıdeğer değildir. Bu senin mekanın değildir.
22- Her insanın ruhu Allahu Teâlâ’nın emrindedir. Hâlâ sabrediyor musun?
23- Kardeşimiz hâlâ yoktur. Babam uyuduğu müddetçe dersimi yazmayacağım.
24- Büyüktün. Çok yemek yedim. Çünkü açlık hissediyordum.
¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯
KÂNE VE KARDEŞLERİ İLE İLGİLİ AYETLER
1- … كَانَا يَأْكُلاَنِ الطَّعَامَ انْظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الآيَاتِ …
(5/MÂİDE, 75). (Meryem ve oğlu İsâ (a.s.) oğlu Mesîh) Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara delilleri nasıl açıklıyoruz …
açıklamak, izah ve izhar etmek (müteaddîdir). |
بَيَّنَ يُبَيِّنُ تَبْيِيناً |
2- … ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ .
(6/EN’ÂM, 11) Sonra (Peygamberleri) yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğuna bakın!
yalanlayan, yalancı
|
الْمُكَذِّبُ |
3- وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ أَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا فِي أَصْحَابِ السَّعِيرِ .
(67/MÜLK, 10). Ve: “Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin ashabı içinde olmazdık!” derler.
yakılan ve alevlendirilen manasında olup cehennemin adıdır. |
السَّعِيرُ |
4- أَ رَأَيْتَ إِنْ كَانَ عَلَى الْهُدَى .
(96/ALAK, 11). Gördün mü, ya o (Peygamber) doğru yol üzerinde idiyse,
5- وَفُتِحَتِ السَّمَاءُ فَكَانَتْ أَبْوَابًا .
(78/NEBE, 19). Gökyüzü açılır ve orada (pek çok) kapılar oluşur;
6- إِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَادًا .
(78/NEBE, 21). Şüphesiz, cehennem pusuda (beklemekte) olur.
rasat mevzii, rasathane, pusu, gözetleme yeri |
اَلْمِرْصَادُ- اَلْمَرْصَدُ |
7- .. إِنَّ السَّمْعَ وَ الْبَصَرَ وَ الْفُؤَادَ كُلُّ أُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً.
Haberu Kane Câr-mecrûr F. Mâzî Haber |
İsmu işaretMuz. ileyh | MübMuz. | Matuf H.Atıf | Matuf H.Atıf | (إِنَّ)nin ismi Harfu Te’kîd | |
(إِنَّ) nin haberi (mahallen merfû) |
(17/İSRÂ, 36). (Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme.) Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.
اَلسَّمْعُ |
işitme, işitme duygusu, kulak |
َالْفُؤَادُ |
kalp, gönül |
َالْبَصَرُ |
görme, görme hassesi, göz | ||
كُلُّ أُولئِكَ |
bunların hepsi (ayette; كُلُّ ) muzâf, (أُولئِكَ) ise muzâfun ileyh olup mahallen mecrûrdur. (كُلُّ ) ve sonrası da (إِنَّ)nin haberidir. | ||
مَسْؤُولٌ |
mesul, sorumlu (ismi mef’ûl : aynı zamanda Kâne’nin haberidir. Kâne’nin ismi ise (هُوَ) olarak takdir edilen müstetir zamirdir.) |
8- ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى .
(75/KIYAME, 38). Sonra (insan nutfesi) alaka (aşılanmış yumurta) olmuş, derken Allah (onu insan biçiminde) yaratıp şekillendirmişti.
tesviye etmek, düzeltmek/düzene koymak, kemale erdirmek |
سَوَّى يُسَوِّي تَسْوِيَةً |
9- … كَانَ وَعْدُهُ مَفْعُولاً .
(73/MÜZZEMMİL, 18). … O’nun (Allah’ın) vâdi yapılagelmiştir (mutlaka yerine gelir).
10-… فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ .
(67/MÜLK, 18). …(benim karşılık olarak verdiğim) azabım nasıl olmuştu!
aslı (نَكِيرِي) (edepsizliği ve çirkefliği ortadan kaldırıp bunları yapanları) cezalandırma |
نَكِيرٌ |
11- فَإِذَا انْشَقَّتِ السَّمَاءُ فَكَانَتْ وَرْدَةً كَالدِّهَانِ .
(55/RAHMÂN, 37). Gök yarılıp da kızarmış yağ renginde gül gibi olduğu zaman,
gül |
وَرْدَةٌ |
yarılmak |
اِنْشَقَّ يَنْشَقُّ اِنْشِقاَقاً |
yağ, yağdanlık, kırmızı deri (üç mana ile de tefsir edilebilir) |
اَلدِّهَانُ |
12- … وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا .
(33/AHZÂB, 5). …. Allah bağışlayandır, çok merhamet edendir.
13- … خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاء …
(11/HÛD, 7). (O ki) … Arş’ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde (altı devrede) yarattı…
14- … فَأَصْبَحَ مِنَ النَّادِمِينَ .
(5/MÂİDE, 31). …ve (katil kardeş) pişmanlardan oldu (pişman oldu)
15- فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ .
(7/A’RÂF, 78). Bunun üzerine onları o (gürültülü) sarsıntı yakaladı da yurtlarında diz üstü dona kalır oldular.
sarsılış, sarsıntı |
اَلرَّجْفَةُ |
ism-i fâil olup yere bitişik olan, yere yapışıp kalan (Ayette: Evlerinde hareketsiz cansız ve sessiz ölüler halinde kalakaldılar.) |
اَلْجَاثِمُِ |
16-…أَنَّ اللَّهَ أَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءاً فَتُصْبِحُ الْأَرْضُ مُخْضَرَّةً إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ .
(22/HAC, 63). … Allah, gökten yağmur indirdi. Bu sayede yeryüzü yeşeriyor (yeşil oluyor). Gerçekten Allah çok lütufkârdır, (her şeyden) haberdardır.
yeşermiş, yeşillenmiş, yeşilleşmiş |
مُخْضَرَّةٌ |
17- وَأَصْبَحَ فُؤَادُ أُمِّ مُوسَى فَارِغًا …
(28/KASAS, 10). Mûsâ’nın annesinin yüreği boş olarak sabahladı (yüreğinde yalnızca çocuğunun tasası kaldı)…
boş, bomboş |
فَارِغًا |
18- فَأَصْبَحَتْ كَالصَّرِيمِ .
(68/KALEM, 20).(Bahçe) kapkara kesildi.
kesilmiş, sökülmüş/(münbit olmayan) kara toprak/karanlık gece(Ayette: Her üç mana ile de izah edilmiştir) |
اَلصَّرِيمُ |
19- إِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَاءِ آيَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ .
(26/ŞUARÂ, 4). Biz dilesek, onların üzerine gökten bir mucize indiririz de, ona boyunları eğilip kalır.
boyunlar |
اَلْعُنُقُ ج اَلْأَعْنَاقُ |
|||
tevazuda bulunmak, alçak gönüllü olmak, boyun eğmek |
خَضَعَ يَخْضَعُ خُضُوعاً |
|||
boyunları eğik (ism-i fâil) (Ayette: Ona boyun eğmiş, inkiyad etmiş, itaat etmiş olurlar) |
خَاضِعٌ |
|||
20- قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ .
(26/ŞUARÂ, 71). “Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya (tapanlar olmaya) devam edeceğiz” diye cevap verdiler.
عَكَفَ يَعْكُفُ عُكُوفاً |
devamlı ibadet etmek, ibadetten ayrılmamak |
21- … إِذْ وُقِفُوا عَلَى رَبِّهِمْ قَالَ أَلَيْسَ هَذَا بِالْحَقِّ قَالُوا بَلَى وَرَبِّنَا …
(6/EN’ÂM, 30). Rablerinin huzuruna getirildikleri zaman (Rablerinin önünde ayakta durduruldukları zaman)… (Allah onlara) Bu (yeniden dirilme olayı), hak değil miymiş? der. Onlar da “Rabbimize andolsun ki evet!” derler…
إِذْ = إِذاَ |
..dığı, diği zaman/hani bir zamanlar (zaman zarfının arkasından gelen kelime fiilde olsa mahallen mecrûr muzâfun ileyhtir.) |
22- وَكَذَّبَ بِهِ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّ قُلْ لَسْتُ عَلَيْكُمْ بِوَكِيلٍ .
(6/EN’ÂM, 66). Kur’ân hak olduğu halde kavmin onu yalanladı. De ki: “Ben size vekil (kefil) değilim”.
23- … فَإِنْ يَكْفُرْ بِهَا هَؤُلاَءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْمًا لَيْسُوا بِهَا بِكَافِرِينَ .
(6/EN’ÂM, 89). … Eğer onlar (kâfirler) bunları inkâr ederse şüphesiz yerlerine bunları inkâr etmeyecek bir toplum getiririz.
vekil kıldı, yerine başkasını getirdi |
وَكَّلَ يُوَكِّلُ تَوْكِيلاً |
24- وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنِي آدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنْفُسِهِمْ أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ قَالُوا بَلَى شَهِدْنَا …
(7/A’RÂF, 172). … Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (dedi ) (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.
sırt, yüz, üzeri, arka (ayette sulbler kastedilmektedir) |
اَلظَّهْرُ ج ظُهُورٌ |
|
zürriyet, nesil |
ذُرِّيَّةٌ |
|
[ (عَلَى) harf-i ceri ile birlikte] şahit tutmak, şahit kılmak |
أَشْهَدَ يُشْهِدُ إِشْهاَداً |
|
25- … أَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَشِيدٌ .
(11/HÛD, 78). (Lût, kavmine:) …İçinizde reşit (aklı başında) bir adam yok mu!” (dedi).
reşit, doğru görüşlü, doğruyu bulan, olgun, doğru |
رَشِيدٌ |
26- … إِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُ أَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَرِيبٍ .
(11/HÛD, 81). (Melekler Lût’a): … Onlara vâdolunan (helâk) zamanı, sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi? (dediler).
va’d/va’din yerine getirildiği zaman veya yer (ayette: sözün yerine getirileceği vakit) |
اَلْمَوْعِدُ |
27- لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَنْ تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ مَسْكُونَةٍ فِيهَا مَتَاعٌ لَكُمْ …
(24/NÛR, 29). İçinde kendinize ait eşyanın bulunduğu oturulmayan evlere girmenizde herhangi bir sakınca yoktur…
faydalanılan eşya |
مَتَاعٌ |
ism-i mef’ûl: mesken kılınan, oturulan |
مَسْكُونَةٌ |
günah |
اَلْجُنَاحُ |
28- لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلاَ عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلاَ عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ …
(24/NÛR, 61). Âmâya güçlük yoktur; topala güçlük yoktur; hastaya da güçlük yoktur. (Bunlara yapamayacakları görev yüklenmez; yapamadıklarından dolayı günahkâr olmazlar.) …
29- يَا نِسَاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَأَحَدٍ مِنَ النِّسَاءِ …
(33/AHZÂB, 32). Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz….
30- أَ لَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ …
(39/ZÜMER, 36). Allah kuluna kâfi değil midir? …
[(ism-i fâil) her türlü şerden, kötülükten koruma hususunda] kafi olan. |
كَافٍ= اَلْكاَفِي (كَفَى يَكْفِي كِفاَيَةً) |
Sonu illetli olan bu tür fiillerin ism-i fâili burada olduğu gibi marife olarak (اَلْكاَفِي), nekre olarak da (كَافٍ) şeklinde gelir.
31- فَاطِرُ السَّموَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ .
(42/ŞÛRÂ, 11). (O), gökleri ve yeri (yoktan) yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.
(ism-i fâil) yaratan, icat eden |
اَلْفَاطِرُ (فَطَرَ يَفْطُرُ فَطْراً) |
büyük baş hayvan (deve, sığır, davar) |
اَلنَّعَمُ ج الْأَنْعَامُ |
yoktan var edip etrafa dağıtarak çoğaltmak |
ذَرَأَ يَذْرَؤُ ذَرْءاً |
32- وَنَادَى فِرْعَوْنُ فِي قَوْمِهِ قَالَ يَا قَوْمِ أَلَيْسَ لِي مُلْكُ مِصْرَ وَهَذِهِ الْأَنْهَارُ تَجْرِي مِنْ تَحْتِي أَ فَلاَ تُبْصِرُونَ .
(43/ZUHRUF, 51). Firavun kavmine (kavminin içinde olarak ) seslendi ve (şöyle) dedi: “Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâla görmüyor musunuz?”
nehir, ırmak |
اَلنَّهْرُ ج اَلْأَنْهَارُ |
seslenmek, çağırmak, bağırmak |
نَادَى يُناَدِي مُناَداَةً |
görmek |
أَبْصَرَ يُبْصِرُ إِبْصاَراً |
33- فَلَيْسَ لَهُ الْيَوْمَ هَاهُنَا حَمِيمٌ .
(69/HAKKA, 35). Bu sebeple, bugün burada onun (candan) bir dostu yoktur.
müşfik, şefkatli, yakın dost |
حَمِيمٌ |
34- أَ لَيْسَ ذَلِكَ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتَى .
(75/KIYÂME, 40). (Bunları yapan Allah), ölüleri (tekrar) diriltmeye kâdir değil midir?
ölü |
اَلْمَيْتُ ج الْمَوْتَى |
hayat vermek, diriltmek |
أَحْيَى يُحْيِي إِحْياَءاً |
35- لَسْتَ عَلَيْهِم بِمُصَيْطِرٍ .
(88/GÂŞİYE, 22). Onların üzerinde bir zorba değilsin.
ism-i fâil olup zorba, hükmü altına alan, kontrolde tutan, sultasında bulunduran anlamındadır. (مُصَيْطِرٍ ın aslı مُسَيْطِرٍ olup dilde kolaylık açısından س harfi صharfiyle iptal edilmiştir.) |
مُصَيْطِرٌ |
36- فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوَاهُمْ حَتَّى جَعَلْنَاهُمْ حَصِيدًا خَامِدِينَ .
(21/ENBİYÂ, 15). Biz kendilerini, kuruyup biçilmiş ekine, sönmüş ateşe çevirinceye kadar bu davaları sürüp gider.
kuruyup biçilmiş ekin |
حَصِيدٌ |
iddia, dava veya duaları |
دَعْوَاهُمْ |
ölen yahut bayılan |
اَلْخَامِدُ |
37- وَلَقَدْ جَاءَكُمْ يُوسُفُ مِن قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا زِلْتُمْ فِي شَكٍّ مِمَّا جَاءَكُمْ بِهِ …
(40/MÜ’MİN, 34). Andolsun ki, (Mûsâ’dan) önce Yusuf da size açık deliller getirmişti ve onun size getirdiği şeylerden şüphe edip durmuştunuz….
38- قَالُوا يَا مُوسَى إِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا أَبَدًا ماَ دَامُوا فِيهَا فَاذْهَبْ أَنتَ وَرَبُّكَ …
(5/MÂİDE, 24). “Ey Mûsâ! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu halde, sen ve Rabbin gidin (savaşın; biz burada oturacağız”) dediler.
39- … وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا ماَ دُمْتُ فِيهِمْ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي كُنْتَ أَنْتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ وَأَنتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ .
(5/MÂİDE, 117)… [Îsâ (a.s.) şöyle dedi:] İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şâhit (kontrolcü) idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeye hakkıyla şâhit olansın.
ruhunu kabzetmek, öldürmek, vefat ettirmek (Ayette: Vefat ettirmesi, göğe çıkarılması yahut yeryüzündeki hayatına son verilmesidir.) |
تَوَفَّى يَتَوَفَّى |
||
(mâzî fiilin önünde:) …dığı zaman, …dığında |
لَمَّا |
||
şâhit (kontrolcü) |
شَهِيدٌ |
gözetleyen, gözetleyici |
اَلرَّقِيبُ |
40- وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَمَا كُنْتُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلاَةِ وَالزَّكَاةِ ماَ دُمْتُ حَياًّ .
(19/MERYEM, 31). “Her nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.”
hayırlı ve mübarek kılınmış |
مُبَارَكٌ |
diri, yaşayan |
حَيٌّ |
her nerede |
أَيْنَمَا |
||
tavsiye etmek (tavsiye Allah tarafından yapıldığı takdirde bu, emir ve farz kılma demektir.) |
َأَوْصَى يُوصِي |
||||||
41- …وَكَانُوا لَنَا عَابِدِينَ .
(21/ENBİYA, 73). … Onlar, daima bize ibadet eden kimselerdi.
42- … وَمَا هُمْ بِخَارِجِينَ مِنَ النَّارِ .
(2/BAKARA,167). …ve onlar (artık) ateşten çıkacak değillerdir.
43- … وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ .
(2/BAKARA, 74)….Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.
44- وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍ قَلِيلاً مَا تُؤْمِنُونَ .
(69/HAKKA, 41). Ve o, bir şair sözü değildir. Ne de az iman ediyorsunuz!
45- مَا أَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍ .
(68/KALEM, 2) Sen -Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun değilsin.
46- … وَمَا أَنَا بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ .
(50/KAF, 29). (Allah şöyle diyor: Benim huzurumda söz değiştirilmez) ve ben kullara asla zulmedici değilim.
47- يَا عِبَادِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَلاَ أَنْتُمْ تَحْزَنُونَ .
(43/ZUHRUF, 68). Ey kullarım! Bugün (cennette) size korku yoktur. Sizler üzülmeyeceksiniz.
Ey kullarım! (Sondaki esre, düşen mütekellim yâ’sının kısaltılmış işaretidir) |
يَا عِبَادِ |
48- … وَمَا اللَّهُ يُرِيدُ ظُلْمًا لِلْعِبَادِ .
(40/MÜ’MİN, 31)….Allah, kullarına bir zulüm dileyecek değildir.
49- … وَمَا أَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَكِيلٍ .
(39/ZÜMER, 41). (Resûlüm)! …Sen onların üzerinde vekil değilsin.