SÜLASİ MEZÎD FİİLLER
MÜCERRED VE MEZÎD FİİLLER
Arapça’da fiiller kök harfleri bakımından ikiye ayrılır:
1. Mücerred fiiller : Asıl kökleri 3 veya 4 harften oluşan fiiller.
2. Mezîd fiiller: Aslı 3 veya 4 harften oluşan mücerred fiillere harf eklenmesiyle oluşan fiiller.
Kuruluşu üç harften oluşan fiillere sülâsi mücerred denir.
نَصَرَ عَلِمَ فَتَحَ gibi.
Kuruluşu dört harften oluşan fiillere rübâi mücerred denir.
(yuvarladı) gibi. دَحْرَجَ – يُدَحْرِجُ – دَحْرَجَةً
Asıl kök harfleri üç harften oluşan sülâsî mücerred fiillere harf eklenerek meydana getirilen fiillere sülâsi mezîd fiiller denir.
A) SÜLASİ MÜCERREDE TEK HARF İLAVESİYLE KURULAN MEZİD FİİLLER
Sülâsî mücerred’e bir harf ilavesiyle kurulan fiiller 3 şekilde gelir. Örnekleriyle birlikte şöyledir:
|
Masdar |
Muzâri |
Mâzî |
|||
|
اِفْعَالاً |
يُفْعِلُ |
أَفْعَلَ |
|||
|
إِعْلاَماً |
يُعْلِمُ |
أَعْلَمَ |
|||
|
bildirmek |
bildiriyor |
bildirdi
|
|||
وَ تَفْعِيلَةً |
تَفْعِيلاً |
يُفَعِّلُ |
فَعَّلَ |
|||
وَ تَعْلِيمَةً |
تَعْلِيماً |
يُعَلِّمُ |
عَلَّمَ |
|||
|
öğretmek |
öğretiyor |
öğretti
|
|||
وَ فِعاَلاً |
مُفَاعَلَةً |
يُفَاعِلُ |
فَاعَلَ |
|||
وَكِتاَباً |
مُكاَتَبَةً |
يُكَاتِبُ |
كَاتَبَ |
|||
|
yazışmak |
yazışıyor |
yazıştı |
|||
Şimdi bunları sırasıyla inceleyelim:
1) IF’ÂL (إفْعَالٌ) BÂBI
Masdar |
Muzâri |
Mâzî |
اِفْعَالاً |
يُفْعِلُ |
أَفْعَلَ |
إِعْلاَماً |
يُعْلِمُ |
أَعْلَمَ |
bildirmek |
bildiriyor |
bildirdi |
Sülâsî fiilin kökünün başına bir elif (ا) ilavesiyle kurulur. Arttırılmış fiiller genellikle masdarının adıyla anılır, üçlü fiiller bu grubun kalıbına girer yani mâzî muzâri ve masdar harekeleri girdiği kalıbın aynısı olur.
Gayesi: Üç harfli bir fiilin bu kalıba alınmasından gaye (جَلَسَ خاَلِدٌ) (Hâlit oturdu) gibi lâzım (mef’ûl almayan) bir fiilse, (أَجْلَسَ خاَلِدٌ عاَدِلاً) (Hâlit Adil’i oturttu) şeklinde müteaddî yapmaktır. Şayet söz konusu fiil geçişli ise bu defa onu ikinci kattan müteaddî yapar. Esas manaları bir işin olmasını sağlamak, bir fiilin anlamının bir nesne üzerindeki etkisini belirtmektir:
عَلِمَ مُحَمَّدٌ الْخَبَرَ. |
Muhammed haberi öğrendi. |
أَعْلَمَ مُحَمَّدٌ خاَلِداً الْخَبَرَ. |
Muhammed Halit’e haberi bildirdi. |
Örnekler:
نَزَلَ |
indi |
إِنْزاَلاً |
يُنْزِلُ |
أَنْزَلَ |
indirdi (birşeyin inmesini sağladı) |
خَرَجَ |
çıktı |
إخْرَاجاً |
يُخْرِجُ |
أَخْرَجَ |
çıkardı (birşeyin çıkmasını sağladı) |
ذَهَبَ |
gitti |
إِذْهاَباً |
يُذْهِبُ |
أَذْهَبَ |
giderdi (gitmesini sağladı) |
عَلِمَ |
bildi |
إِعْلاَماً |
يُعْلِمُ |
أَعْلَمَ |
bildirdi |
كَثُرَ |
çoğaldı |
إِكْثاَراً |
يُكْثِرُ |
أَكْثَرَ |
çoğalttı |
فَهِمَ |
anladı |
إِفْهاَماً |
يُفْهِمُ |
أَفْهَمَ |
anlattı |
أعْلَمَ خَالِدٌ عَلِيّاً جَمَالاً فَاضِلاً. |
Halit, Ali’ye Cemal’in faziletli olduğunu bildirdi. |
خَرَجَ الطُّلاَّبُ مِنَ الْمَدْرَسَةِ. |
Öğrenciler okuldan çıktı. |
أَخْرَجَ الْمُعَلِّمُ الطُّلاَّبَ مِنَ الْمَدْرَسَةِ. |
Öğretmen öğrencileri okuldan çıkardı. |
خُرِجَ مِنَ الْمَدْرَسَةِ. |
Okuldan çıkıldı. |
إفْعَال bâbının çekimi aynen sülâsî mücerredler gibidir: اَخْرَجَçıkardı يُخْرِجُ çıkarıyor
Mâzî Malûm Çekimi | ||||||||
أَخْرَجُوا |
أَخْرَجَا |
اَخْرَجَ |
Gâib | |||||
أَخْرَجْنَ |
أَخْرَجَتَا |
أَخْرَجَتْ |
Gâibe | |||||
|
… |
أَخْرَجْتَ |
Muhâtab | |||||
Muzâri Malûm Çekimi |
||||||||
يُخْرِجُونَ |
يُخْرِجَانِ |
يُخْرِجُ |
Gâib | |||||
يُخْرِجْنَ |
تُخْرِجَانِ |
تُخرِجُ |
Gâibe | |||||
|
… |
تُخْرِجُ |
Muhâtab | |||||
Meçhûl hali için mâzîdeki hemze ötre, sondaki ikinci harf esre yapılır: (أُخْرِجَ çıkarıldı). Muzâri meçhûlde ise, muzaraat harfi ötre, sondan bir önceki harf de üstün hale getirilir: (يُخْرَجُ çıkarılıyor)
Mâzî Meçhûl |
|||||||
أُخْرِجُوا |
أُخْرِجَا |
أُخْرِجَ |
Gâib | ||||
أُخْرِجْنَ |
اُخْرِجَتَا |
اُخْرِجَتْ |
Gâibe | ||||
|
… |
اُخْرِجْتَ |
Muhâtab | ||||
Muzâri Meçhûl | |||||||
يُخْرَجُونَ |
يُخْرَجَانِ |
يُخْرَجُ |
Gâib | ||||
يُخْرَجْنَ |
تُخْرَجَانِ |
تُخْرَجُ |
Gâibe | ||||
|
… |
تُخْرَجُ |
Muhâtab | ||||
Emr-i Hâzırı: Mezîd fiiller içinde yalnızca if’âl bâbının emrindeki hemze üstündür.
يُخْرِجُ |
dan |
أَخْرِجْ |
çıkar |
يُرْسِلُ |
dan |
أَرْسِلْ |
gönder |
Emr-i Hâzır Çekimi
أَخْرِجْ أَخْرِجَا أَخْرِجُوا |
Muhâtab |
أَخْرِجيِ أَخْرِجَا أَخْرِجْنَ |
Muhâtaba |
İsm-i Fâili: Muzârisinin يـُ harfini مُ ya çevirmekle elde edilir.
يُخْرِجُ |
dan |
مُخْرِجٌ |
çıkaran |
يُرْسِلُ |
dan |
مُرْسِلٌ |
gönderen |
İsm-i Mef’ûlü: İsm-i fâilinin sondan bir önceki harfinin üstün yapılmasıyla olur:
مُخْرِجٌ |
çıkaran |
مُخْرَجٌ |
çıkarılan |
مُرْسِلٌ |
gönderen |
مُرْسَلٌ |
gönderilen |
|
|
Not: If’âl bâbındaki fiillerin mâzî, emir ve masdarlarındaki hemzeler, diğer fiillerin aksine (hemze-i kat’ olduğundan) geçiş halinde atılmaz ve her durumda okunurlar:
وَأَرْسَلَ – وَأَكْرَمَ – فَأَخْرِجْ – وَإِخْرَاجُهُ
Mezîd fiiller de diğer üç harfli fiiller gibi şeddeli harf, hemze ve illet harfi taşıyabilirler:
Muza’af İf’âl Bâbının Çekimi: | Mehmûz İf’âl Bâbının Çekimi: | ||
تَمَّ (tamam oldu)أَتَمَّ (tamamladı) | أَمِنَ (emin oldu)آمَنَ (iman etti, inandı) | ||
Mâzî | أَتَمَّ | Mâzî | آمَنَ |
Muzâri | يُتِمُّ | Muzâri | يُؤْمِنُ |
Mansûb | يُتِمَّ | Emir | آمِنْ |
Meczûm | يُتِمَّ – يُتْمِمْ | İsm-i Fâil | مُؤْمِنٌ |
Emir | أَتِمَّ | İsm-i Mef’ûl | مُؤْمَنٌ |
İsm-i Fâil | مُتِمٌّ | Masdar | إِيماَنٌ |
İsm-i Mef’ûl | مُتَمٌّ | Mâzî Meçhûl | أُومِنَ |
Masdar | إِتْماَمٌ | Muzâri Meçhûl | يُؤْمَنُ |
Mâzî Meçhûl | أُتِمَّ | ||
Muzâri Meçhûl | يُتَمُّ |
Not: Görüldüğü gibi (آمَنَ) fiilinin mâzi malûm ve meçhûl çekiminde fiilin birinci kök harfine if’âl bâbının elifi gelince uzatma yapılır:
(أَمِنَ) den آمَنَ (iman etti) أُومِنَ(iman edildi)
Muzâri 1. şahıs ve emirde de aynı uzama olur:
آمِنْ (iman et) أُومِنُ (iman ediyorum)
Masdarda da aynı tip ses uzaması olur: إِيماَنٌ – îmânun (iman etmek)
Misâl If’âl Bâbının Çekimi: |
||||
وَرَثَ – أَوْرَثَ (mirasçı kıldı) |
يَقِنَ – أَيْقَنَ (gerçekten bildi) |
|||
Mâzî | أَوْرَثَ | Mâzî | أَيْقَنَ | |
Muzâri | يُورِثُ | Muzâri | يُوقِنُ | |
Emir | أَوْرِثْ | Emir | أَيْقِنْ | |
İsm-i Fâil | مُورِثٌ | İsm-i Fâil | مُوقٍ | |
İsm-i Mef’ûl | مُورَثٌ | İsm-i Mef’ûl | مُوقاً | |
Masdar | إِيراَثاً | Masdar | إِيقاناً | |
Mâzî Meçhûl | أُورِثَ | Mâzî Meçhûl | أُوقِنَ | |
Muzâri Meçhûl | يُورَثُ | Muzâri Meçhûl | يُوقَنُ |
Nâkıs İf’âl Bâbının Çekimi: | Ecvef İf’âl Bâbının Çekimi: | ||
أَلْقَى (attı) |
أَماَتَ (öldürdü) |
||
Mâzî | أَلْقَى | Mâzî | أَماَتَ |
Muzâri | يُلْقِي | Muzâri | يُمِيتُ |
Emir | أَلْقِ | Emir | أَمِتْ |
İsm-i Fâil | مُلْقٍ | İsm-i Fâil | مُمِيتٌ |
İsm-i Mef’ûl | مُلْقىً | İsm-i Mef’ûl | مُماَتٌ |
Masdar | إِلْقاَءً | Masdar | إِماَتَةٌ |
Mâzî Meçhûl | أُلْقِيَ | ||
Muzâri Meçhûl | يُلْقَى | ||
Mansûb Meçhûl | يُلْقَى | ||
Meczûm Meçhûl | يُلْقَ |
Not: Genellikle üçüncü harfi veya sonrası illetli olan mezîd fiillerin masdarları tâ-i merbûtalı gelir.
Çok kullanılan أَرَى (gösterdi) fiilinin çekimi esasen nâkıs fiil gibidir:
Mâzî | أَرَى | Masdar | إِراَئَةٌ |
Muzâri | يُرِي | Mâzî Meçhûl | أُرِيَ |
Emir | أَرِ | Muzâri Meçhûl | يُرَى |
İsm-i Fâil | مُرٍ | Meçhûl Mansûb | يُرَى |
İsm-i Mef’ûl | مُرىً | Meçhûl Meczûm | يُرَ |
SÜLASİ MEZİD FİİLLER VE ANLAM DEĞİŞİKLİKLERİ
إفعال İf’al Babı
Sülasi fiilin başına fethalı bir hemze getirilerek yapılır.
أَفْعَلَ ـ يُفْعِلُ ـ إفْعَالٌ
Özellikleri:
Lazım (geçişsiz) olan fiil, müteaddi (geçişli) olur. Fiil eğer müteaddi ise çift müteaddi (iki meful alan) fiil olur.
قَرُبَ (yaklaştı) — اَقْرَبَ (yaklaştırdı) رَكِبَ (bindi) —- أَرْكَبَ (bindirdi)
Olmak, vücud bulmak, mübalağa, arz, zamanın gelmesi gibi anlamlar katar.
أَحْصَدَ الزَّرْعُ (ekini biçme zamanı geldi)
أَشْغَلْتُهُ (onunla gereğinden fazla meşgul oldum)
أباعَ العَبْدَ (Köleyi satmak için arz etti)
2.تفعيل Tef’il Babı
Sülasi fiilin orta harfinin şeddelenmesiyle yapılır.
فَعَّلَ ـ يُفَعِّلُ ـ تَفْعِيلٌ
Özellikleri:
Lazım fiili müteaddi yapar. Müteaddi fiili iki meful alacak şekle getirir. (Çift müteaddi)
فَرِحَ (sevindi) ——- فَرَّحَ (sevindirdi)
عَلِمَ (bildi) —— عَلَّمَ (bildirdi/öğretti)
Bir işin çok, aşırı veya şiddetli yapıldığını bildirir
ضَرَبَ (dövdü) ————- ضَرَّبَ (çok dövdü)
مَزَقَ (yırttı) ——— مَزَّقَ (paramparça yaptı, parçaladı)
مفاعلة Mufa’ale Babı
Sülasinin birinci harfiyle ikinci harfinin arasına bir elif eklenerek yapılır.
فَاعَلَ ـ يُفَاعِلُ ـ مُفَاعَلَةٌ
Özellikleri:
Müşareket (bir işte/eylemde ortaklık bildirir)
ضَرَبَ (vurdu) ——– ضارَبَ (vuruştu)
كَتَبَ (yazdı) ———-كاتَبَ (yazıştı)
Bir işi yapmakta gayret ve devamlılık bildirir
طَلَبَ (istedi) ——– طالَبَ (devamlı istedi)
سَبَقَ ( geçti) ———- سابَقَ (geçmeye çalıştı)
إنفعال İnfi’al Babı
Sülasi fiilin başına kesralı elif ve sakin nun harfi getirilerek yapılır.
إِنْفَعَلَ ـ يَنْفَعِلُ ـ إِنْفِعَالٌ
Özellikleri:
Mutavaat (dönüşlülük) ifade eder.
كَسَرَ (kırdı) ——– إِنْكَسَرَ (kırıldı)
Lazım (geçişsiz)dır.
قَطَعَ (kesti) ———– إنْقَطَعَ (kesildi)
إفتعال İfti’al Babı
Fiilin başına kesrala elif, ikinci harfinden önce fethalı te getirilerek yapılır.
إِفْتَعَلَ ـ يَفْتَعِلُ ـ إِفْتِعَالٌ
Özellikleri:
Mutavaat (dönüşlülük) ifade eder.
جَمَعَ (topladı) ———- إجْتَمَعَ (toplandı) نَشَرَ (yaydı) ——- إنْتَشَرَ (yayıldı)
Failinin gayretini ifade eder.
جَهَدَ (çalıştı) ——– إجْتَهَدَ (çok çaba sarfetti, cehtetti)
Müşareket (ortaklık) bildirir.
خَصَمَ (hasım oldu) ——— إخْتَصَمَ (münakaşa/kavga etti)
إفعلال İf’ilal Babı
Fiilden önce kesralı elif getirilerek son harf şeddelenir.
إِفْعَلَّ ـ يَفْعَلُّ ـ إفْعِلاَلٌ
Özellikleri:
Renkle ifade edilen kusurları/değişimleri gösterir.
أَصْفَرُ (sarı) ——— إصْفَرَّ (sarardı) أسْوَدُ (siyah) ——— إسْوَدَّ (karardı, siyahlaştı)
Bedensel kusurları/değişimleri ifade etmekte kullanılır.
أحْدَبُ (kambur) ——— إحْدَبَّ (kamburlaştı)
Bu babın meçhulü yoktur.
تفعّل Tefa’ul Babı
Fiilin başına fethalı te getirilerek orta harfi şeddelenir.
تَفَعَّلَ ـ يَتَفَعَّلُ ـ تَفَعُّلٌ
Özellikleri:
Tekellüf (zorla olmak/elde etmek) manası kazandırır.
كَبُرَ (büyük oldu) ——— تَكَبَّرَ (büyüklük tasladı, büyüklendi)
شَجَعَ (cesur oldu) ———– تَشَجَّعَ (kahramanlık tasladı)
Tef’il babından gelen bazı fiillerin geçişli olmasını sağlar.
كَسَّرَ (kırdı) ———– تَكَسَّرَ (kırıldı)
تفاعل Tefâ’ul Babı
Fiilin başına fethalı te getirilerek, ikinci harften önce elif eklenir.
تَفَاعَلَ ـ يَتَفَاعَلُ ـ تَفَاعُلٌ
,
Özellikleri:
Müşareket (ortaklık) bildirir.
تَكَالَمَ ( karşılıklı konuştu) تَضَارَبَ (karşılıklı vuruştu/dövüştü)
Bir işi yapar gibi görünmeyi, yahut kendinde olmayan birşeyi varmış gibi göstermeyi bildirir.
تَمَارَضَ (hastaymış gibi yaptı)
تَبَاكَى (yalancıktan ağladı)
تَنَاوَمَ (uyur gibi yaptı)
9. إستفعال İstif’al Babı
Sülasi fiilin başına kesralı elif, sakin sin ve fethalı te getirilerek yapılır.
إسْتَفْعَلَ ـ يَسْتَفْعِلُ ـ إسْتِفْعَالٌ
Özellikleri:
Talep / istek bildirir.
إسْتَأْذَنَ (izin istedi) إسْتَرْحَمَ (merhamet diledi)
إسْتَغْفَرَ (af diledi)
Bulmak, öyle saymak manalarına gelir.
إسْتَحَلَّ (helal saydı)
إسْتَخَفَّ (hafif buldu)
إسْتَقْبَحَ (çirkin buldu)
Değişikliği ifade eder.
حَجَر (taş) —– إسْتَحْجَرَ (taşlaştı)
Diğer Sayfaya Geçiniz
Cümle Örnekleri:
1- وَقَفَ الرَّجُلُ – أَوْقَفَ الرَّجُلُ السَّياَّرَةَ – دَخَلَ الْوَلَدُ فِي الْغُرْفَةِ – أَدْخَلَ الْوَلَدُ الْحَقِيبَةَ فِي الْغُرْفَةِ.
2- غَضِبَتْ لَيْلَى أَمْسِ. أَغْضَبَتْ لَيْلَى أُخْتَهاَ أَمْسِ – فَرِحَتِ الْأُمُّ بِزِياَرَةِ الْكَعْبَةِ. أَفْرَحَتِ الْأُمُّ بِنْتَهاَ بِزِياَرَةِ الْكَعْبَةِ .
3- أَغْلَقَ الْأَوْلاَدُ الناَّفِذَةَ – أُغْلِقَتِ النَّواَفِذُ – كَانَ الرَّجُلُ كَثِيرَ السُّؤاَلِ وَلَكِنَّ أَحَداً لَمْ يُعْطِهِ[1] شَيْئاً.
4- يُقِيمُ[2] بَيْنَ أَهْلِهِ . يَعِيشُ سَعِيداً . مَنْ يُقِمْ بَيْنَ أَهْلِهِ يَعِشْ سَعِيداً – يُعِينُ[3] مُسْلِماً . يُعِينُهُ اللَّهُ . مَنْ يُعِنْ مُسْلِماً يُعِنْهُ اللَّهُ.
5- اَلْأَئِمَّةُ الْأَرْبَعَةُ الَّذِينَ أَنْشَأُوا الْمَذاَهِبَ الْفِقْهِيَّةَ هُمْ : أَبُو حَنِيفَةَ وَ ماَلِكٌ وَ الشاَّفِعِيُّ وَ ابْنُ حَنْبَلٍ.
6- أَنْزَلَ اللَّهُ الْقُرْآنَ فيِ شَهْرِ رَمَضاَنَ وَ نَصَرَ الْمُسْلِمِينَ فيِ مَوْقِعَةِ بَدْرٍ- يُرْسِلُ بَعْضُ الْآباَءِ أَوْلاَدَهُمْ لِدِراَسَةِ الطِّبِّ – مِنَ الْآباَءِ مَنْ يُرْسِلُ أَوْلاَدَهُ لِدِراَسَةِ الطِّبِّ .
7- أَ كُنَّ يُرِدْنَ أَنْ يَكْتُبْنَ الرَّساَئِلَ ؟ لاَ ، لَمْ تَكُنْ يُرِدْنَ كِتاَبَتَهاَ.
8- أَ كاَنَ يُرِيدُ أَنْ يَشْتَرِيَ السَّياَّرَةَ ؟ لاَ ، لَمْ يَكُنْ يُرِيدُ شِراَءَهاَ- هَلْ أَعْجَبَتْكَ تِلْكَ الْحِكاَيَةُ ؟ – هَلْ أَعاَنَ الرَّجُلُ عَدُوَّهُ ؟ – لاَ ، لَمْ يُعِنْ.
9- أَعْطَى ساَلِمٌ الْفُقَراَءَ مِماَّ أَعْطاَهُ اللَّهُ – إِذاَ وَجَدَ الْمُسْلِمُ أَذىً[4] فِي الطَّرِيقِ أَزاَلَهُ[5].
10- قَتَلَ الطاَّلِبُ الْوَقْتَ فِيماَ لاَ يُفِيدُ[6] – أَجاَبَ[7] أَحْمَدُ عَنْ كُلِّ الْأَسْئِلَةِ الصَّعْبَةِ .
11-كاَنَ يُثِيرُ[8] الْفُقَراَءَ عَلَى الْأَغْنِياَءِ – أَكْمَلَ أَحْمَدُ الْمَدْرَسَةَ – أَتْقَنَ أَحْمَدُ اللُّغَتَيْنِ الْعَرَبِيَّةَ وَ الْفاَرِسِيَّةَ.
12- هَذِهِ رِحْلَةٌ طَوِيلَةٌ وَ أَخْشَى أَنْ تَكُونَ مُتْعِبَةً وَ مُمِلَّةً . بِالْعَكْسِ سَتَكُونُ رِحْلَةً مُمْتِعَةً.
13- أَلْقاَهُ[9] فِي النَّهْرِ وَ غاَصَ فِي الْماَءِ. هَلْ أُغْلِقَ باَبُ الْمَلْعَبِ ؟ نَعَمْ ، أَغْلَقَ الْمُشْرِفوُنَ باَبَ الْمَلْعَبِ.
14- عَبْدُ اللَّهِ مُؤْمِنٌ بِاللَّهِ – ماَزاَلَ عَبْدُ اللَّهِ مُؤْمِناً بِاللَّهِ – أَنْتِ تُطِيعِينَ[10] واَلِدَيْكِ – أَسْرَعْتُ إِلَى رَجُلٍ يَطْلُبُ الْمُساَعَدَةَ .
15- لاَ يُحِبُّ أَبُوكِ إِلاَّ إِياَّكِ ياَ زَيْنَبُ – أَعْطِهِمُ الطَّعاَمَ -كاَنَتْ واَلِدَتيِ تُعِدُّ[11] طَعاَمَ الْفَطوُرِ.
16- أَخْرَجَ الْمُدَرِّسُ الدَّفْتَرَ – أَخْرَجَ التِّلْميِذُ دَفْتَرَ الْحِساَبِ- لِيُعْطِكَ كُتُبِي. أَراَنِي[12] الشُّرْطِيُّ إِياَّهُ.
17- أَنْتَ سَتُعِدُّ الْعَشاَءَ – أَحْضَرَتْ عاَئِشَةُ الدَّواَءَ والْماَءَ – سَأَذْهَبُ إِلَى الْمَطْبَخِ وَ أُعِدُّ الطَّعاَمَ سَريِعاً.
18- لِماَذاَ ذَهَبَتِ الْبِنْتُ إِلَى الْمَطْبَخِ ؟ ذَهَبَتِ الْبِنْتُ إِلَى الْمَطْبَخِ لِتُعِدَّ الطَّعاَمَ – أَحْضَرَ الْأَبُ سَحوُرَ الْأُسْرَةِ.
19- أَلاَ يُجِيبُ أَحْمَدُ عَنِ الْأَسْئِلَةِ فِي سُرْعَةٍ ؟ بَلَى ، يُجِيبُ عَنِ الْأَسْئِلَةِ فِي سُرْعَةٍ .
هَلْ لاَ تُجِيبُ عَنِ الْأَسْئِلَةِ فِي سُرْعَةٍ ؟ بَلَى ، أُجيِبُ عَنِ الْأَسْئِلَةِ فِي سُرْعَةٍ .
Tercüme:
1- Adam durdu. Adam arabayı durdurdu. Çocuk odaya girdi. Çocuk çantayı odaya soktu.
2- Dün Leylâ kızdı. Dün Leylâ kızkardeşini kızdırdı. Anne kâbe ziyaretiyle sevindi. Anne kızını Kâbe ziyaretiyle sevindirdi.
3- Çocuklar pencereyi kapattı. Pencereler kapatıldı. Adamın çok isteği vardı fakat kimse ona birşey vermedi.
4- Ailesinin arasında ikamet ediyor. Mutlu yaşıyor. Kim ailesinin arasında ikamet ederse mutlu yaşar. Müslümana yardım ediyor. Allah ona yardım ediyor. Kim müslümana yardım ederse Allah (da) ona yardım eder.
5- Fıkhî mezhepleri inşa eden dört imam Ebû Hanife, Mâlik, Şâfii ve İbn Hanbel’dir.
6- Allah Kur’ân’ı Ramazan ayında indirdi ve Bedir savaşında müslümanlara yardım etti. Bazı babalar çocuklarını tıp tahsili için gönderiyor. Çocuklarını tıp tahsili için gönderen babalar vardır.
7- Mektupları yazmak istiyorlar mıydı? Hayır, onları yazmak istemiyorlardı.
8- Arabayı satın almak istiyor muydu? Hayır, onu satın almak istemiyordu. O hikaye hoşuna gitti mi? Adam düşmanına yardım etti mi? Hayır, yardım etmedi.
9- Sâlim Allah’ın kendisine verdiklerinden fakirlere verdi. Müslüman yolda bir eza gördüğü zaman onu izâle eder (giderir).
10- Öğrenci kendisine fayda vermeyen şeylerde vakti öldürdü. Ahmet tüm zor sorulara cevap verdi.
11- Fakirleri zenginlere karşı ayaklandırıyordu. Ahmet okulu tamamladı. Ahmet Arapça ve Farsça iki dili sağlamlaştırdı.
12- Bu uzun bir yolculuktur ve ben onun yorucu ve sıkıcı olmasından korkuyorum. Bilakis faydalı bir yolculuk olacak.
13- Onu nehre attı o da suyun içine çöktü. Oyun sahasının kapısı kapandı mı? Evet yöneticiler oyun sahasının kapısını kapattılar.
14- Abdullah Allah’a iman etmektedir. Abdullah hâla Allah’a iman etmektedir. Sen ana-babana itaat ediyorsun. Yardım isteyen adama koştum.
15- Baban yalnızca seni seviyor Ey Zeynep! Onlara yemek ver. Annem kahvaltı yiyeceğini hazırlıyordu.
16- Öğretmen defteri çıkardı. Öğrenci matematik defterini çıkardı. Kitaplarımı sana versin. Polis onu bana gösterdi.
17- Akşam yemeğini sen hazırlayacaksın. Aişe ilacı ve suyu getirdi. Mutfağa gidip çabucak yemek hazırlayacağım.
18- Kız niçin mutfağa gitti. Kız yemek hazırlamak için mutfağa gitti. Baba ailenin sahur yemeğini getirdi.
19- Ahmet sorulara süratle cevap vermiyor mu? Bilakis, sorulara süratle cevap veriyor. Sen sorulara süratle cevap vermiyor musun? Bilakis, sorulara süratle cevap veriyorum.
¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯
İF’ÂL BÂBI İLE İLGİLİ AYETLER
1- يَعْلَمُ خَائِنَةَ الْأَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ .
(40/MÜ’MİN, 19). (Allah) gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.
göğüs, kalp | أَلصُّدُورُ ج اَلصُّدُورُ | gizledi | أَخْفَى يُخْفِي إِخْفاَءً |
2- مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَنْ تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا .
(4/NİSÂ, 80). Kim Resûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!
yüz çevirdi | تَوَلَّى يَتَوَلَّى تَوَلِّياً | gözetici, koruyucu | حَفِيظًا | itaat etti | أَطاَعَ يُطِيعُ إِطاَعَةً |
3- … فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ .
(24/NÛR, 63). …Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.
sakındı, korundu | حَذِرَ يَحْذَرُ حَذَراً | isabet etti | أَصاَبَ يُصِيبُ إِصاَبَةً |
muhalefet etti, aykırı davrandı | خاَلَفَ يُخَالِفُ مُخاَلَفَةً |
4- يَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَ قُلْ مَا أَنْفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ .
(2/BAKARA, 215). Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan harcadığınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir.
en yakın, akraba | أَقْرَبُ ج أَقْرَبُونَ | infak etti, harcadı | أَنْفَقَ يُنْفِقُ إِنْفاَقاً | |
fakir | اَلْمِسْكِينُ ج اَلْمَسَاكِينُ | yolcu | اِبْنُ السَّبِيلِ | |
5- قَالُوا إِنَّا كُنَّا قَبْلُ فِي أَهْلِنَا مُشْفِقِينَ {52/26} فَمَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا وَوَقَانَا عَذَابَ السَّمُومِ {52/27} إِنَّا كُنَّا مِن قَبْلُ نَدْعُوهُ إِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّحِيمُ .
(52/TÛR, 26, 27, 28). Derler ki: “Daha önce biz, aile çevremiz içinde bile (ilâhî azaptan) korkardık. Allah bize lütfetti de bizi vücudun içine işleyen azaptan korudu. Gerçekten biz bundan önce O’na yalvarıyorduk. Çünkü iyilik eden, esirgeyen ancak O’dur.”
lutfetti | مَنَّ يَمُنُّ مَناًّ | korktu, sakındı | أَشْفَقَ يُشْفِقُ إِشْفاَقاً |
sıcak, kavurucu rüzgar | سَمُومٌ | iyilik eden | اَلْبَرُّ |
6- قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنْفُسِهِمْ لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ .
(39/ZÜMER, 53). De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok merhametli olandır.
ümit kesmek | قَنِطَ يَقْنَطُ قَنَطاًً | israf etti, haddi aştı | أَسْرَفَ يُسْرِفُ إِسْراَفاً |
7- أَلْهَاكُمُ التَّكَاثُرُ ¯ حَتَّى زُرْتُمُ الْمَقَابِرَ ¯ كَلاَّ سَوْفَ تَعْلَمُونَ ¯ ثُمَّ كَلاَّ سَوْفَ تَعْلَمُونَ ¯ كَلاَّ لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَقِينِ .
(102/TEKASÜR, 1, 2, 3, 4, 5). Çokluk kuruntusu sizi o derece oyaladı ki, Nihayet kabirleri ziyaret ettiniz. Hayır! Yakında bileceksiniz! Elbette yakında bileceksiniz! Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız!
kabir | اَلْقَبْرُ ج اَلْمَقَابِرُ | ziyaret etti | زاَرَ يَزُورُ زِياَرَةً | oyaladı, meşgul etti | أَلْهَى يُلْهِي إِلْهاَءً | ||
(çok mal, vs. hususunda) çokluğuyla övünmek | اَلتَّكَاثُرُ | ||||||
8- وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلاَّ لِيَعْبُدُونِ ¯ مَا أُرِيدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَنْ يُطْعِمُونِ .
(51/ZÂRİYÂT, 56, 57). (Allah buyurdu ki:) Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum.
doyurdu. (لِيَعْبُدُونِ) (يُطْعِمُونِ) fiillerindeki nûnlar nûnu vikaye sondaki esreler de düşen mütekellim yâ’sının işaretidir. | أَطْعَمَ يُطْعِمُ إِطْعاَماً |
9- اَلَّذِينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّاءِ وَالضَّرَّاءِ وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ .
(3/ÂL-İ İMRÂN, 134). O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.
darlık | اَلضَّرَّاءُ | (öfkelerini) yenen, gamlı | اَلْكَاظِمُ | sevinç veren hayır ve nimet | اَلسَّرَّاءُ | ||||
öfke | اَلْغَيْظُ | affetti | عَفَى يَعْفُو عَفْواً | ||||||
10- إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاءِ ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ .
(16/NAHL, 90). Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.
iyilik | اَلْإِحْسَانُ | vermek | آتَى يُؤْتِي إِيتاَءً | adalet | اَلْعَدْلُ | |
azgınlık | َالْبَغْيُ | yasaklamak | نَهَى يَنْهَىنَهْياً | yakınlık | اَلْقُرْبَى | |
öğüt vermek, va’z etmek | وَعَظَ يَعِظُ وَعْظاً | çirkin işler | اَلْفَحْشَاءُ | |||
11- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُولِي الأَمْرِ مِنْكُمْ …
(4/NİSÂ, 59). Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ülülemre (emir sahiplerine; idarecilere) de itaat edin. ….
12- … وَأَوْفُوا بِالْعَهْدِ إِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُولاً .
(17/İSRÂ, 34). … Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.
eksiksiz yapmak | أَوْفَى يُوفِي إِيفاَءً | ahdi eksiksiz yapın | أَوْفُوا بِالْعَهْدِ |
13- وَأَوْفُوا بِعَهْدِ اللّهِ إِذَا عَاهَدْتُمْ …
(16/NAHL, 91). Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin …
(karşılıklı) anlaşma yapmak, ahitleşmek | عَاهَدَ يُعاَهِدُ مُعاَهَدَةً |
14- إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلاَئِكَةُ أَلاَّ تَخَافُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ .
(41/FUSSİLET, 30). Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine “Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin!” diye melekler iner.
dosdoğru olmak | اِسْتَقَامَ يَسْتَقِيمُ اِسْتِقاَمَةً | üzülmek, hüzünlenmek | حَزِنَ يَحْزَنُ حَزَناً |
verilen müjdeye sevinmek | أَبْشَرَ يُبْشِرُ إِبْشاَراً | indi | تَنَزَّلَ يَتَنَزَّلُ تَنَزُّلاً |
15- اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ .
(7/A’RÂF, 55). Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez.
gizlice | خُفْيَةً | haddi aşan | اَلْمُعْتَدِي | yalvarıp yakarmak | تَضَرَّعَ يَتَضَرَّعُ تَضَرُّعاً |
16- وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ .
(23/MÜ’MİNÛN, 3). Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler;
yüz çevirmek | أَعْرَضَ يُعْرِضُ إِعْراَضاً عَنْ | boş şey (faydasız söz ve iş) | اَللَّغْوُ |
17- وَإِذَا رَأَيْتَ الَّذِينَ يَخُوضُونَ فِي آيَاتِنَا فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتَّى يَخُوضُوا فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ وَإِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلاَ تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرَى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ .
(6/EN’ÂM, 68). Ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zâlimler topluluğu ile oturma.
oturmak | قَعَدَ يَقْعُدُ قُعُوداً | …se, sa | إِمَّا | görmek | رَأَي يَرَى رُؤْيَةً | |||
söz, kelâm | اَلْحَدِيثُ ج اَلْأَحاَدِيثُ | dalmak, girmek, girişmek | خاَضَ يَخُوضُ خَوْضاً | |||||
hatırlama, hatırlamak | اَلذِّكْرَى | unutturdu (sondaki tekit nûnudur) | أَنْسَى يُنْسِي | |||||
18- وَأَقِيمُوا الصَّلاَةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِعِينَ .
(2/BAKARA, 43). Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.
verdi | آتَى يُؤْتِي | rukua varmak | رَكَعَ يَرْكَعُ رُكُوعاً | yerine getirdi, ikame etti | أَقاَمَ يُقِيمُ إِقاَمَةً |
19- يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ أَشْتَاتًا لِيُرَوْا أَعْمَالَهُمْ .
(99/ZİLZÂL, 6). O gün insanlar amellerini görmeleri (karşılığını almaları) için darmadağınık geri dönüp gelirler.
dağınık, ayrı ayrı | شَتٌّ ج أَشْتَاتٌ | geri dönmek | صَدَرَ يَصْدُرُ صَدْراً |
20- وَأَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّ مُوسَى أَنْ أَرْضِعِيهِ فَإِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَأَلْقِيهِ فِي الْيَمِّ وَلاَ تَخَافِي وَلاَ تَحْزَنِي إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ .
(28/KASAS, 7). Musa’nın anasına: Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize (Nil nehrine) bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız, diye vahyettik (bildirdik).
korkmak | خاَفَ يَخاَفُ خَوْفاً | emzirmek | أَرْضَعَ يُرْضِعُ إِرْضاَعاً | |
deniz | اَلْيَمُّ | atmak, bırakmak | أَلْقَي يُلْقِي إِلْقاَءً | |
geri çevirici, dönderici | رَادٌّ (رَدَّ يَرُدُّ) | |||
21- وَمَا أُمِرُوا إِلاَّ لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاءَ وَيُقِيمُوا الصَّلاَةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ .
(98/BEYYİNE, 5). Halbuki onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak (ihlâslılar olarak) ve hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.
أَمَرَ يَأْمُرُ أَمْراً |
emretmek |
أَقاَمَ يُقيِمُ إِقاَمَةً |
yerine getirmek |
عَبَدَ يَعْبُدُ عُبُودِيَّةً |
kulluk etmek | |||
حَنِيفٌ ج حُنَفاَءُ |
Hanif: Allah’ın emrine teslim olup, Allah’ın emrinden cayma yapmayan ihlâslı kişi | |||||||
اَلْقَيِّمَةُ | kıymetli, istikamet ve adalet yolunu takip eden | |||||||