Ay: Ocak 2014

  • 1- KABUL VEYA RED AÇISINDAN HADİS ÇEŞİTLERİ Hadis Usulü Online Oku

    1- KABUL
    VEYA RED AÇISINDAN HADİS ÇEŞİTLERİ

     

    Kabul veya red açısından hadisler iki kısma
    ayrılır:

  • MERVİYY-HADÎSLER Hadis Usulü Online Oku

    MERVİYY-HADÎSLER

     

    HADÎSLERİN
    SINIFLANDIRILMASI

     

    İlmu’l-hadîs’i: “Kabul ve red yönünden
    rivayetleri inceleyen bir ilim” olarak tarif etmiştik. Bu târif bize, hadîs
    ilminin, öncelikle, kabul ve red yönünden hadîsleri bazı derecelere ayırdığını
    ifâde eder. Ancak, hadîslerle ilgili, rastladığımız bazı taksimlerde kabul ve
    red gâyesini hemen göremeyiz. Hadîs çeşidini ifâde etmek üzere vazedilmiş bir
    kısım tabirler incelenince, nihâî hedef kabul ve red vasıflarını tesbite yönelse
    bile bâzı taksimlerin farklı nokta-i nazarlara göre yapıldığı görülür.

    Şu halde bu bahiste bu nokta-i nazarları
    belirtecek, böylece, daha önceki bahislerde açıklanmış olan bir çok hadis
    ilimlerinin hedefini aydınlatmış olacağız.

    Hadîsin çeşidi, hadîse yöneltilen nokta-i nazara
    göre değişir.[1]

    Merviyy dediğimiz hadislerin hepsi aynı
    özellikleri taşımamaktadırlar. Çok değişik niteliklere sahiptirler. Bu sebeple
    de farklı sınıflandırmalara tabi tutulmaları pek tabidir. Hatta bazı hadisler
    birkaç açıdan taksime tabi tutulabilecek çok yönlü özelliklere sahip
    bulunmaktadırlar.

    Hadis Usulü
    kriterleri bakımından en çok ıstılah yoğunlaşması, hadislerin türlerinde ve
    taksimatında görülmektedir. İşte biz bu bölümde hadisleri ilgi alanlarına göre
    bazı ana noktalardan hareketle kısımlara ayıracak, onların daha kolay
    anlaşılmalarına zemin hazırlamaya çalışacağız.[2] 



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/69.



    [2]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 104.

  • C) Mevzu Hadislerin Özellikleri: Hadis Usulü Online Oku


    c) Mevzu Hadislerin Özellikleri:

     

    Uydurma hadisleri belli eden temel ölçüler metin
    tenkidinde büyük önem taşırlar. Bir hadis metni söz gelişi akla aykırı ise veya
    tarihi olaylarla uyuşmuyorsa uydurma olabilir. Bu bakımdan sahih sayılmasına
    engel teşkil eder. Böylece mevzu hadisleri tanımaya yol açan özellikler metin
    tenkidinde yardımcı bir rol oynamış olurlar.

    [1]




     



     




    [1]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 66.

  • 8- CERH VE TADÎLDE TESAHÜL VE TEŞEDDÜD Hadis Usulü Online Oku

    8- CERH VE
    TADÎLDE TESAHÜL VE TEŞEDDÜD

     

    Gerek cerhte ve gerekse ta’dilde alimler aynı
    mizaçla hareket etmemişlerdir. Bir kısmı mütesâhil (fazla gevşek), bir kısmı da
    müteşeddid (çok sıkı) davranmıştır. Râvilerin tevsîki hususundaki ihtilafın bir
    kısmı buradan gelir. Zira mütesâhil olanın, cerhi mucib görmediği veya hafif bir
    cerh sebebi kabul ettiği kusuru, müteşeddid olan, ciddî bir kusur kabul edip
    râviye yüklenebilir.

    Bu ikisinin dışında mutavassıt denen ifrat ve
    tefrîtten kaçınan bir üçüncü grup daha vardır.

    Bilhassa muhtelefun fih raviler hakkında
    verilecek hükmün tesbîtinde bu hususun iyi bilinmesi, cârihlerin mizaçlarının da
    nazar-ı dikkate alınması gerekir. Müteşeddidlerin sika addettiği ravinin
    sikalığına kesin gözüyle bakılabilirse de zayıf addeddikleri hakkında, hemen
    onlara kapılmayıp, öbürleri ne demiş araştırmak gerekir. Eğer, öyle bir râviyi
    cerh ve ta’dîl üstadlarından hiç kimse sika kabul etmemişse zayıf demektir.
    Tevsîk edeni de varsa müteşeddid’in hükmüyle acele etmeyip, araştırmaya devam
    etmek gerekir. Bu noktada cerh sebeplerinin bilinmesi çok işe yarar. İşte bunun
    için olacak ki âlimlerimiz cerh sebebinin açıklanması üzerinde ısrar etmişler,
    mübhem cerh’in kabul edilmeyeceği prensibini ittifakla benimsemişlerdir. Nesaî,
    Ebu Davud, Ahmed İbnu Hanbel gibi ehl-i hadîs’in, terkinde ittifak edilmeyen
    râvilerin hadîsini kabul etmeyi prensip edinmeleri bu noktada mânidardır.

    Bu hususta Suyûti şu açıklamayı sunar: “Raviler
    hakkında cerh ve ta’dilde bulunanların her tabakasında müteşeddid de eksik
    değildir, mutavassıt da.

    Birinci tabaka’da Şu’be ve Süfyân-ı Sevrî var.
    Şu’be, Süfyân’dan eşed’dir; (daha şiddetlidir).

    İkinci tabaka’da Yahya’l-Kattân ve Abdurrahman
    İbnu’l-Mehdî var. Yahya, Abdurrahman’dan eşeddir.

    Üçüncü tabaka’da Yahya İbnu Ma’în ve Ahmed İbnu
    Hanbel var. Yahya, Ahmed’den eşed’dir.

    Dördüncü tabaka’da Ebu Hâtim ve Buhârî var. Ebu
    Hâtim, Buhârî’den eşeddir.

    Bu hususla ilgili olarak Nesâî şöyle demiştir:
    “Bana göre, bir râvi, terkedilmesi için hepsi icma etmedikçe, terkedilmemelidir.
    Sözgelimi bir râviyi İbnu Mehdî tevsîk ettiği halde Yahya’l-Kattân taz’îf
    etmişse, Yahya’nın bilinen teşeddüdü sebebiyle râvi terkedilmemelidir”[1].

    Cerh ve ta’dîl meselesinde Tirmizi ile Hâkim
    en-Neysâburî mütesâhil, Dârakutnî ile İbn-i Adiyy de mutavassıt olanlardan
    sayılır.

    Müteşeddidler meyanında yukarıda Suyûtî’nin
    saydıkları dışında Nesâî, İbnu’l-Kattân, İbnu Hibbân, İbnu Hazm, vs. başkaları
    da var. Böyle birçokları cerhte aşırılıkları ve taannütleriyle meşhurdurlar.
    Bunların bilhassa teferrüd ettikleri cerhleri iyi düşünmek gerekir. Zehebî,
    Mizan’da bir çok râvinin haksız yere cerhedildiğini ifade ederken her seferinde
    İbnu Hibbân’a çatar ve “Ölçüyü bu zat hakkında da kaçırdı”, “…âdeti üzere
    burda da haddini aşarak… demek cüretini gösterdi” vs. der. İbnu Hacer de
    bazıları hakkında ölçüyü kaçırdığını belirtmek için: “İbnu Hibban bazan sika’yı
    da cerheder, öyle ki ağzından çıkanın ne olduğunu bilmez” der.

    Zehebî, İbnu’l-Kattân’ın ölçüsüzlüğüne de zaman
    zaman parmak basar. Hişâm İbnu Urve’yi anlatırken Mîzan’da, Hişâm’ın sika
    olduğunu belirttikten sonra şunları söyler: “Ebu’l-Hasan İbnu’l-Kattân’ın:
    “Hişâm ve Süheyl İbnu Ebî Sâlih, hayatlarının sonunda muhtalıt oldular”
    şeklindeki sözünün hiçbir değeri yoktur. Evet imam biraz değişmiş, hafızası
    gençliğindeki keskinliği muhafaza edememiş ve ezberlediklerinden bazısını
    unutmuş ise ne olmuş? İnsan unutmaktan mâsum mu sanki? Hişam ömrünün sonunda
    Irak’a gelince bildiklerinden büyük bir kısmını rivâyet etti. Bu esnada az
    miktarda hadisi tam olarak takdis edemedi. Bu kadarcık yanılma, İmam Mâlik,
    Şu’be, Vekî’ gibi büyük sika’ların başına da gelmiştir. Körlüğü bırak da sika
    imamları, zayıf ve acizlerle karıştırmaktan vazgeç. Hişam Şeyhülislâmdır. Ey
    İbnu’l-Kattân, Allah, sana karşı bize sabr-ı cemîl versin!”

    Mevzumuzun bütünlüğü için Sehâvî’nin
    Fethu’l-Muğis’te Zehebî’den nakli esas alarak sunduğu bir açıklamayı
    kaydedeceğiz.”

    Zehebî, ricali cerh ve ta’dil eden ulemayı üç
    kısma ayırmıştır:


    1-

    İbnu Mâin ve Ebu Hâtim er-Razi gibi râvilerin hepsini ele alanlar,


    2-

    İmam Mâlik ve Şube b. El-Haccac gibi râvilerin çoğunu ele alanlar,


    3-

    İbnu Uyeyne ve İmam Şâfiî gibi bazı ravileri ele alanlar.

    Bunların hepsi üç kısımdır:


    Birinci Kısım:

    Cerhte aşırı, ta’dîlde titiz olanlar. Bunlar raviyi iki üç hatası sebebiyle bile
    cerhederler. Bu gruba girenlerden biri, bir şahsı tevsîk etti mi onun sözüne
    dört elle sarıl, tevsîkine itimat et, uy. Amma birini taz’îf edince, bu taz’îfde
    başkası ona muvafakat ediyor mu araştır, eğer uyuyorsa ve bunu bu meselenin
    ehillerinden hiç biri tevsîk etmiyorsa, o şahıs zayıf demektir. Biri tevsîk
    etmiş ise, işte bu, “cerh müfesser olmadıkça kabul edilmez” sözü kendisi için
    söylenmiş bir kimsedir. Yani, bir kimse farzedelim ki mesela İbnu Maîn, ona,
    sebebini beyan etmeden “zayıftır” demiş olsun sonra da Buhârî veya bir başkası
    bu şahsı tevsîk etmiş bulunsun. İşte bu durumda İbnu Maîn’in sözü geçersizdir”.
    Böyle bir râvinin rivâyetinin sahîh veya zayıf addedilmesinde ihtilâf edilir. Bu
    noktada, cerh ve ta’dîl ilminin büyük otoritesi olan Zehebî şunu söyler: “Bu
    ilmin ulemasından iki tanesi zayıf bir raviyi “sîka” addetmede veya sika bir
    râviyi “zayıf” saymada birleşmemişlerdir…”


    İkinci Kısım:

    Müsâmahakâr olanlar Tirmizî ve Hâkim gibi”..Sehâvî, İbnu Hazm’ı da buraya ilave
    eder ve der ki: “Çünkü o, Tirmizî, Ebu’l-Kâsım el-Bagavî, İsmail İbnu Muhammed
    es-Saffâr, Ebu’l-Abbâs el-Esamm vs. meşhurlara “meçhul” demiştir”. (İbnu Hazm,
    İbnu Mâce’ye de “meçhul” demiştir).


    Üçüncü Kısım:

    Mu’tedil olanlar. Ahmed İbnu Hanbel, Darakutnî, İbnu Adiy gibi.”[2]


    Dikkat 1:

    Cerh’de aşırılık bazılarında bütün râvilere
    karşı olmayıp, belli mezhep, belli bölge mensuplarına karşıdır. Bu çeşit cerhi
    daha kolay değerlendirmek mümkündür.

    Mesela İbnu Hacer: “Cûzecânî’nin, Kûfîler
    hakkındaki cerhi muteber değildir” der.

    Keza Zehebî’nin de te’liflerinde Sûfilere ve
    velîlere karşı cerhte aşırı gittiği, böyleleri hakkındaki onun cerhlerine
    mutavassıt büyüklerin cerhi refâkat etmedikçe kabul edilmeyeceği, başta Tâcüddin
    Sübkî olmak üzere bir kısım alimlerce ifâde edilmiştir. İbnu Teymiyye’nin de
    Sûfilere karşı amansızlığı mâlumdur.


    Dikkat 2:

    Bir kısım muhaddis de, bâzı râvileri cerhederken
    onların rivâyet ettiği hadîslere karşı teşeddüt ve taannüt’e düşmüşlerdir.
    Bunlar râvide gördükleri basit bir iki kusur veya bir başka hadîse karşı
    muhâlefeti sebebiyle hadîs hakkında “mevzu” hükmünü vermekte çok acele
    davranmışlardır. Mühimlerini bilmekte fayda var:


    1-

    İbnu’l-Cevzi, el-Mevzû’âtu’l-Kübra ile el-İlelü’l-Mütenâhiye
    fi’l-Ehâdîsi’l-Vâhiye de bu davranışıyla meşhurdur.


    2-

    Ömer İbnu Bedr el-Mevsılî, Risâletün fi’l-Mevzû’ât’ıyla meşhurdur.


    3-

    er-Radıyyu’s-Sağânî el-Lüğavî, el-Mevduât’ında.


    4-

    el-Cûzecânî, Kitabu’l-Ebâtîl’de.


    5-

    İbnu Teymiyye el-Harrânî “Minhâcu’s-Sünne’de.


    6-

    Mecdüddîn Fîruzâbâdî el-Lügavî el-Kâmus ve Sifrü’s-Se’âde vs. eserlerinde.[3]


    İhtar:

    Her müslüman şunu bilmeli ki, eserleriyle şöhret
    yapmış, ismi duyulmuş bir çok kimseler bile bir kısım meselelerde ifrat ve
    tefrîtten kendilerini koruyamamışlardır. Bu sebeple Ashab hakkında, Selef
    büyükleri hakkında hadîs ve sünnete ittiba konularında İslâmî vicdanımıza
    uymayan şeyler işitince tahkîk etmeden kabullenmemeli, ilmiyle âmil, diyâneti
    tam âlimlerin fikrini almadan kesin hükme gitmemek en selâmetli yoldur.
    Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), mü’minin ferâset sahibi olduğunu belirtir.
    Şu halde karşısına getirilen bir mesele, işittiği bir söz ferasetine çarpmış,
    içinde bir burukluk, bir tuhaflık doğurmuş, itirâza sevketmişse behemahal
    tevakkuf edip araştırmalı, güvenilir kişilere ve kitaplara başvurmalıdır.

    Bilinmelidir ki, neticede şu noktalara getirici
    her fikir batıldır; ne kadar aklî (!) ve dinî(!) bir çerçeve ile sunulsa da
    bunda bir bit yeniği vardır, kuşku ile karşılanmalıdır:


    1-

    Kur’an ve sünnet arasında ayırım yapıp sünneti hafife almak.


    2-

    Sünnet’e ittibayı hafife almak, küçümsemek,


    3-

    Ashab-ı Kirâm’a, selef büyüklerine, mezhep imamlarına hürmeti kırmak, onlara
    saygısızlık ifade etmek.


    4-

    Müslümanlar arasına husumet sokmak, ırkî, coğrafî, târihî farklılıkları, mezhep
    farklılıklarını büyütüp arayı açmak, düşmanca hisler, duygular uyandırmak.


    5-

    Din hizmeti veren ekiplere, gruplara karşı istihza, alay, küçümseme, düşmanlık
    hisleri telkin etmek.


    6-

    Müslümanların geleceği hakkında ümidsizlik ve yeis vermek.


    7-

    Gayr-ı İslâmi değerlere kıymet vermek, tebcil etmek, bunların ehemmiyeti,
    İslâmîliği hususunda dinden delil getirmek. Sözgelimi Batı’nın din yerine
    dikmeye çalıştığı hümanizm, laisizm, demokrasi, hürriyet gibi, kullanana göre
    farklı mânâ ve tatbikata mazhar mefhumlar ve bunlara bağlı değerler gibi.
    Bunların din adına tebcîli dine ihanettir.[4]



     




    [1]

    İbnu Hacer der ki: “Nesaî’nin bu sözü. zihne, onun çok geniş hareket ettiği
    düşüncesini getirmektedir. Ama mesele öyle değildir. Ebu Davud ve
    Tirmizî’nin hadis aldığı nice şahıstan Nesaî kaçınmıştır. Keza Sahiheyn’de
    rivâyeti olan birçoklarından bile hadis almamıştır…” Nesaî’nin ricâl
    hususundaki titizliğini ilgili bahiste anlattık. (İbrahim Canan)



    [2]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/46-48.



    [3]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/49.



    [4]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/49-50.

  • A) Sahih Hadislerin Özellikleri: Hadis Usulü Online Oku

     

    Gerçekten Hz. Peygamber’e ait olan bir sahih hadis, sahih hadisin tarifinde görülen özelliklerden başka şu özelliklere sahiptir.

    1) Kur’an-ı Kerim’e uygundur.      

    2) Genel İslami prensip ve esaslara uygundur.

    3) Akıl prensiplerine uygundur.

    4) Müsbet ilmin verilerine ters düşmez.

    5) İlmi gerçeklere, tarihi olaylara ters düşmez.

    6) Metin ve ifadesi gün ışığı gibi parlaktır. Öyleki, insanın aklına “Bunu Hz. Peygamber söylemiş olabilir mi?” gibi bir şüphe ve tereddüt gelmeyecek şekilde açık ve seçiktir.

    7) Toplumun ahlak kurallarına uyar.

    8) Muteber ve sağlam kaynaklarda yer alır.

    Bu özellikleri taşıyan hadisler başka bir kusuru yoksa ilk bakışta sahih ve Hz. Peygamber’e ait kabul edilirler. [1]

    [1] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 65-66.

  • Sened ve Metin Tenkidi Hadis Usulü Online Oku


    Sened ve Metin Tenkidi:

     

    Hz. Peygamber’in sözleri, filleri, takrirleri ve
    ona ait sıfatlardan ibaret olan hadislerin sağlam bir şekilde tesbit ve
    nakledilebilmesi için müslüman alimler bir takım kaideler ortaya koymuşlardır.
    Bu kaidelerin başında sened ve isnad gelir. Ayrıca mevzu hadisler bölümünde söz
    konusu edildiği üzere bilhassa hicri birinci asırdan itibaren birçok hadisler
    uydurulmuş, aslı ve gerçek hadislerle ilgisi olmayan sayısız söz hadis diye
    rivayet edilir olmuştur. Bunları asıl hadislerden ayırmak zamanla bir mesele
    haline gelmiştir. Bu durum karşısında İslam alimleri cerh ve ta’dil kaidelerini
    kullanarak sened tenkidi yaptıkları gibi hadis metinlerini de ayrıca tenkide
    tabi tutmuşlardır. Böylece gerçekten Hz. Peygamber’e ait olan hadislerle
    sonradan uydurulanları ayıracak temel ölçüler elde edilmiştir. Bu temel
    ölçülerden burada kısaca bahsetmek yerinde olacaktır.

    [1]



     




    [1]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 65.

  • 7- CERH VE TA’DİL SONUCU RAVİLER Hadis Usulü Online Oku

    7- CERH VE
    TA’DİL SONUCU RAVİLER

     

    Cerh ve ta’dil işlemleri sonucunda raviler
    genelde iki gruba ayrılmış olurlar:


    1) Muaddel:

    Ta’dil ve tezkiye edilmiş raviler demektir. Bunlar sikat grubunu oluştururlar.


    2) Mecruh:

    Cerhedilmiş ravidir. Bu gruba girenlere zuafa denir.

    Yine cerh ve ta’dil sonucu olarak durumları
    iyice belirginleşmiş olup olmamak bakımından da raviler ik gruba ayrılırlar:


    1) Ma’ruf:

    Şahsı ve hali olumlu veya olumsuz olarak belirmiş olanlardır.


    2) Mechul:

    İki kısma ayrılır.


    a) Mechulu’l-ayn
    :
    Sadece bir ravinin kendisinden hadis rivayet ettiği kişi. Böylesi ravinin
    rivayeti kabul edilmez.


    b) Mechulu’l-hal (mestur):

    Zahiri ve batıni nitelikleri bilinmeyen iki veya daha çok kişinin kendisinden
    hadis rivayet ettiği ve fakat güvenilir olduğu belirtilmeyen ravidir. Böylesi
    ravilerin rivayeti araştırmaya bağlı olarak kabul veya reddedilir.[1]
     



     




    [1]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 101-102.

  • 6- İBNİ HACER’İN 12’Lİ RİCAL TAKSİMİ Hadis Usulü Online Oku

    6- İBNİ
    HACER’İN 12’Lİ RİCAL TAKSİMİ

     

    İbnu Hacer el-Askalânî, yukarıda kaydedilmiş
    olan 12’li elfaz taksiminden hareketle, hadîs ravilerinin tamamını 12 mertebeye
    ayırır. Esas itibâriyle Kütüb-i Sitte müelliflerinin hadis almış oldukları
    ravilerin isimlerini ve bu sıhhat mertebelerinden hangisinde yer aldıklarını
    göstermek maksadıyla te’lif ettiği Takrîbu’t-Tehzîb’in mukaddimesinde mezkur
    tabloyu sunar. Başka âlimlerimiz de zaman zaman, bir râviden bahsederken, İbnu
    Hacer’in onun hakkındaki değerlendirmesini “İbnu Hacer’e göre… mertebede yer
    alır” diyerek kaydeder geçer, mahiyetini açıklamaz. Biz mezkûr taksimi aşağıya
    kaydetmede fayda umuyoruz:


    1. Mertebe:

    Sahabe’dir, şerefleri sebebiyle bunu tasrîh ederim.


    2. Mertebe:

    Medhini, ya ef’al vezninden bir tabirle te’kîd ederek: Evsaku’n-nâs gibi, veya
    aynı tevsîk sıfatını lafzan tekrar ederek: Sikatun sikatun gibi veya mânen
    tekrar ederek: Sikatun hâfızun gibi ifade edilenler.


    3. Mertebe:

    Tek bir sıfatla tavsîf edilenler: Sikatun, mutkınun, sebtun, adlun gibi.


    4. Mertebe:

    Üçüncü dereceden azıcık düşük olanlar, bunlara şu tabirlerden biriyle işâret
    edilmiştir: Sadûkun, lâ be’se bihi, leyse bihi be’sun.


    5. Mertebe:

    Dördüncü dereceden azıcık düşük olanlar; bunlara şu tabirlerden biriyle işaret
    edilmiştir: Sadûkun seyyiu’l-hıfz, sadûkun yehimu, lehu evhâm, yuhtiu, teğayyere
    bi-aharetin, herhangi bir bid’a ithamına maruz kalan da buraya dahildir: Şiîlik,
    kaderiye, nasb, mürcie, cehmîlik, bunlardan dâî olanlar ayrıca belirtilir.


    6. Mertebe:

    Çok az hadîs rivayet etmiş ancak, hakkında, rivâyetinin terkini gerektirecek bir
    kusur sâbit olmamış râviler tabakası, bunlara şu tabirle işâret edilmiştir:
    Makbûlun haysü yütâbau ve illâ fe-Leyyinü’l-hadîs. Yani Mütâbaat için makbûldür,
    değilse hadisi zayıftır.


    7. Mertebe:

    Kendisinden birden fazla râvinin hadis aldığı ve fakat tevsîk edilmemiş
    bulunanlar, buna mestûr veya meçhûlü’l-hâl tabirleriyle işaret edilmiştir.


    8. Mertebe:

    Hakkında mu’teber birinin tevsîk’i olmamakla birlikte mutlak (gayr-ı müfesser)
    cerh gelmiş olanlar, bunlara zayıf kelimesiyle işâret edilmiştir.


    9. Mertebe:

    Kendisinden tek kişinin hadis rivayette bulunduğu, hakkında tevsîk de gelmemiş
    kimseler, bunlara meçhûl kelimesiyle işâret edilmiştir.


    10. Mertebe:

    Hiçbir suretle tevsîk edilmemiş ve fakat hakkında bir cerh vaki olmuş kimseler,
    bunlara metrûk veya metruku’l-hadis veya vâhi’l-hadîs veya sâkıt tabirlerinden
    biriyle işaret edilmiştir.


    11. Mertebe:

    Kizble ittiham edilenlerin mertebesi.


    12. Mertebe:

    Mutlak şekilde kizb’i veya vaz’ı beyan edenler.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/45-46.

  • Cerh Elfazı Hadis Usulü Online Oku


    Cerh Elfazı:

     

    Râvilerin zayıf olduklarını belirtmek için
    kullanılan tabirler de altı mertebeye ayrılır. Birinci yani en üst mertebesi
    tevsîk’e yakın olan ravileri, en alt mertebesi şiddetle zayıf olan râvileri
    gösterir:


    Birinci Mertebe:

    Durumu nisbeten iyi olan râviyi ifade için
    kullanılan tabirlerdir: Leyyinü’l-hadîs (Leyyin yumuşak demektir), fîhi lîn
    (onda leyyinlik var), fihi mekâl (hakkında menfi söz var), Ta’rifu ve tünkiru
    (Sen onu, bazan ma’ruf hadis, bazan da münker hadîs rivâyet ederken görürsün),
    Leyse bizâlike (bu konuda zayıftır), Leyse bi’l-metîn (metin değildir), Leyse bi-hücce
    (hüccet değildir), Leyse bi-umde (umde değildir), Leyse bi-mardiyyin (hali arzu
    edilmez), Li’z-za’fu mâ hüve (zayıf olmaktan uzak değil), Fîhi hılf (hakkında
    muhâlefet var), Tekellemû fihi (hakkında menfi söz ettiler), Mat’ûnun fihi
    (hakkında ta’n ettiler), Seyyiü’l-hıfz (hafızan fenâdır), Fîhi za’fun (onda
    zayıflık var), Leyse bi-zâke’l-kaviyy (bu o kadar kavi değil).


    İkinci Mertebe:

    Tedrîbu’r-Râvi, bu mertebede tek tabir kaydeder: Leyse bi-kaviyyin (kavî
    değildir). Bu tabir Leyse bi-zâke’l-kavî tabirinden bir derece daha zayıf olana
    delâlet eder.


    Üçüncü Mertebe:

    Râvi hakkında şu tâbirler kullanılırsa bu onun öncekilere nazaran daha da zayıf
    olduğunu gösterir. Za’îfu’l-hadîs (hadisi zayıftır), fe-dûnun leyse bi-kaviyyin
    (düşüktür kavi değildir).

    Bu mertebeye Zeynu’d-Dîn el-Irâkî şunları dâhil
    eder: Za’îfun (zayıftır), Münkeru’l-hadîs (-Buhârî’den başkası nezdinde- hadisi
    münkerdir), Hadîsuhu münkerun (rivâyeti münkerdir), vâhin (zayıftır), Za’âfûhu
    (onu zayıf addettiler), muzdaribu’l-hadîs (hadîsi muzdaribtir), Lâ yuhteccu bihi
    (onunla ihticac edilmez), Mechûlün (mechuldür),

    Bu üç mertebenin rivâyetleri atılmaz. Bunlarla
    itibâr edilir.


    Dördüncü Mertebe:

    Rüdde hadîsuhu, (hadîsi reddedildi), Reddü hadîsehu (hadîsini reddettiler),
    Merdûdu’l-hadîs (hadîsi reddedilmiş kimsedir), Zaîfun cidden (çokça zayıftır),
    Vahin bi-merre (büsbütün zayıftır), Tarahû hadîsehu (hadîsini attılar),
    Mutarrahun (atılmıştır), Mutarrahu’l-hadîs (hadisi atılmış kimsedir), İrmi bihi
    (kaldır at), Leyse bi-Şeyhin (hiçbir değeri yok), Lâ-yüsâvî şey’en (hiçbir şeye
    değmez). Lâ şey’un (değersizdir).


    Beşinci Mertebe:

    Daha da zayıf olan bu mertebe için şu tabirler
    kullanılmıştır: Fülânun müttehemun bi’l-kizbi evi’l-vaz’ı (Falanca kizb (veya
    vaz’la) müttehemdir), Sâkıtun (düşüktür), Hêlikun (yok olucudur), Zâhibun
    (gidicidir), Zâhibu’l-hadîs (hadîsi gidicidir), metrûkun (terkedilmiştir),
    metrûku’l-hadîs (hadisi terkedilmiştir), Terekûhu (onu terkettiler), fihi
    nazarun ve seketû anhu (Buhârî kullanınca bu mertebeyi ifade eder), Lâ yu’teberu
    bihi (Onun’la i’tibâr edilmez), Lâ yu’teberu bi-hadîsihi (onun hadîsiyle i’tibâr
    edilmez), Leyse bi’s-Sika (Sika değildir), Gayru sikatin (sika değildir), Ve lâ-me’mûn
    (güvenilmez), vs.


    Altıncı Mertebe:

    En fena mertebe budur, şu tabirlerle ifade
    edilir: Kezzâbun (yalancıdır), Yekzibu (yalan söyler), Deccâlun (yalancıdır),
    Vazzâ’un (uydurucudur), Yeza’u (uydurur), Yaza’u’l-hadîs (hadîs uydurur).

    Son üç mertebe (4., 5. ve 6. mertebeler) çok
    zayıf râviler içindir. Bunlardan biri, hangi râvi hakkında kullanılmışsa o
    râvinin hadîsi i’tibar ve istişhâd için dahî alınmaz. Onlardan hadîs rivâyeti
    kesinlikle câiz değildir. Halini beyan ve hadisini reddetmek maksadıyla rivâyet
    olunabilir.[1]

    Birinci mertebe; hadisleri i’tibar için
    yazılabilecek, ancak adaleti zedelemeyen bir hal ile mecruh raviler için
    kullanılır. İkinci mertebe; leyyinu’l-hadis’le aynı; fakat ondan aşağı bir
    tabirdir. Üçüncü mertebe; birinci ve ikinci cerh tabirleri gibidir; ancak
    onlardan aşağıdır. Beşinci mertebe; hadisine itibar edilemeyecek olan yalancı
    ravi.

    [2]

    Bazı âlimler, yukarıda kaydedilen tabirleri
    hususî şekilde kullanmışlardır. Ekseriyete göre vazedilen prensiplerin sıkça
    istisnaları olabileceği, hatta aynı tâbiri aynı âlimin farklı mânalarda bile
    kullanabileceği nazardan uzak tutulmamalıdır. Usul kitapları bunlardan
    bazılarına dikkat çeker. Mesela:


    1-

    Leyse bi-şey’in tâbirini İbnu Maîn diğer âlimler gibi hadisi terkedilecek râvi
    için (yâni dördüncü mertebedeki râvi için) kullanırken, bazan da rivâyeti az
    olan râvî için kullanmıştır.


    2-

    İmam Şâfiî ve İbrahim Müzenî’nin hadîsuhu leyse bi-şey’in tâbirini kezzâb
    mânasında kullandıkları belirtilmiştir. İmam Şâfiî kezzâb tabirini galiz
    bulmuştur, aynı mâna ve maksadı dördüncü mertebedeki bir tabirle ifade etmiştir.


    3-

    Keza İmam Buhârî’nin de, Kezzâb, Deccal tâbirlerini kaba bularak bunlarla ifâde
    edilen maksadı şu üç tabirden biriyle ifâde ettiği belirtilmiştir: Münkeru’l-hadîs,
    fihi nazarun, seketû anhu. Usulcüler bu meseleye hep dikkat çekmişlerdir. Ancak
    Buhârî’nin bu tabirleri her zaman metrûkler hakkında kullanmadığını Abdurrahman
    el-A’zamî yaptığı bir tahkîkte misallerle göstermiştir.


    4-

    Şedîdü’z-za’f: Bir râvinin terkedilmesini, hiçbir surette hadîsinin alınmamasını
    gerektirir derecede zayıf olması hâline muhaddîsler şiddetli, aşırı zayıflık
    mânasına şedîdü’z-za’f tabirini kullanırlar.

    Hangi vasıflar, râvi’yi şedîdüz-za’f’la tavsîfi
    gerektirir meselesine gelince, Nevevî’nin Müslim Şerhi’nin mukaddimesinde
    kaydettiğine göre, bir kısım âlimler, şu üç vasf’ın şedîdü’z-za’f olduğunu,
    bunlardan sadece biriyle tavsif edilmiş bulunan râvinin terkedilmesi gerektiğini
    söylemiştir:


    a-

    Töhmet (müttehem bi’l-kizb, müttehem bi’l-vaz’).


    b-

    Fuhş-i galat (aşırı hâfıza bozukluğu).


    c-

    Gulât-i şiâ (Ehl-i bid’a’nın tekfîr edilen takımı). Demek ki, zaaf ifâde eden
    elfaz’ın 4., 5. ve 6. mertebelerinde yer alan tâbirler bu üç mefhumdan birini
    ifâde etmektedir.

    [3]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/42-44.



    [2]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 63.



    [3]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/44-45.

  • Ta’dîl Elfazı: Hadis Usulü Online Oku


    Ta’dîl Elfazı
    :

     


    Birinci Mertebe:

    En üstün mertebe olup, mübâlağaya delâlet eden
    bir tâbir veya efdaliyet ifade eden ef’al vezninden bir kelime kullanarak
    vazedilmiş olan tabirlerdir.

    Evsaku’n-nâs (insanların en güvenileni),
    Ezbatu’n nâs (zabtı en kuvvetli olan), Esbetu’n-nâs (insanların en sağlam, en
    titizi), İleyhi’l-müntehâ fi’t-tesebbüt (adâlette ve sağlam zabtedişte
    ulaşılabilecek en son derecededir), Velâ ehadun esbetu minhu, (Ondan daha
    sağlamı yok). Men mislu fülân (onun bir benzeri var mı?), ve lâ a’rafu lehu
    nazîran (onun bir benzerini daha bilmiyorum), gibi ifâdeler, tabirler.


    İkinci Mertebe:

    Tevsîk (ta’dil) ifâde eden kelimelerin
    tekrarıyla elde edilir.

    Sikatun sikatun (güvenilir kimsedir, güvenilir
    kimsedir).

    Sikatun Sebtun (sika’dır, sebt’tir), Sikatun
    hüccetun (sikadır, hüccettir), Sikatun hâfizun (sikadır, hâfızdır), Sebtün
    hüccetün, sebtün hâfızun, sikatun mutkinun, fülanun lâ yüs’elü anhu (ondan da
    sorulur mu?) gibi tabirler.


    Üçüncü Mertebe:

    İçerisinde sika, sebt, hâfız, hüccet, mutkın,
    imâm, adl, zâbıt, ke-ennehu mushaf (sanki o, kitaptır) gibi tabirlerle tekrarsız
    olarak ifâde edilen mertebe.

    Bu üç mertebedeki tabirler kimin hakkında
    kullanılmışsa, rivâyetiyle ulemâ ihticâc eder, amel eden rivâyeti münferit de
    olsa hadîsi sahîhtir.


    Dördüncü Mertebe:

    Bu mertebede şu tabirler yer alır: Mahalluhu’s-sıdk
    (Böylesine sâdık denebilir), Lâ be’se bihi (fena sayılmaz), Leyse bihi be’sun
    (onda bir beis yok), Mütemâsikun (orta hallidir), sikatun inşâallah (inşaallah
    sika’dır), Me’mûnun (itimad edilir), Hıyârun (hayırlısı)dır, hiyâru’l-halk
    (insanların hayırlısıdır).


    Beşinci Mertebe:

    Bu mertebede şu tabirler vardır: Şeyhun (bir
    râvidir), İlâ’s-sıdkı mâ hüve (doğruluktan uzak değildir), Ceyyidü’l-hadîs
    (rivayeti ceyyid (hasen)dir). Hasenü’l-hadîs (hadîsi hasendir), Sadûkun seyyiü’l-hıfz
    (sadûktur hıfzı kötüdür), Sadûkun yehimu (Sadûktur vehme düşer), Sadûkun Lehu
    evhâm (sadûktur vehimler yapar), Sadûkun yuhtiu (sadûktur hata yapar), Sadûkun
    teğayyere bi-âhirihi (=âhiretin=aharatin) (Sadûktur ömrünün ve meslekteki
    meşgalesinin sonuna doğru zabt ve hıfzına bozulma ve teşevvüş gelmiştir),
    Sadûkun rumiye bi’t-teşeyyü’ (evi’l-ircâ ve nahvehümâ) Sadûktur ancak şiîlik
    (veya mürcie’lik gibi bir bid’a) isnâd edildi, Fülanun ravâ anhu’n-nâs
    (Falancadan herkes rivayette bulundu), Vasatun mukâribu’l-hadîs (vasattır,
    hadiste orta hallidir).


    Altıncı Mertebe:

    Bu mertebede şu tabirler yer alır: Sâlihu’l-hadis
    (hadis rivâyetine sâlihtir), Sadûkun inşaallah (inşaallah sadûktur), Ercû ennehu
    lâ be’se bihi (Fena olmadığını ümîd ederim), Mâ a’lemu bihi be’sen (onda bir
    beis görmüyorum), Suveylihun (sâlihçedir), Makbûlün (makbûldür), Leyse bi-baîdin
    mine’s-Savâb (Doğru olmaktan uzak değildir), Yurvâ hadîsuhu (hadîsi rivâyet
    edilir), Yuktebu hadîsuhu (hadîsi yazılır) vs.

    [1]

    Üçüncü mertebe; hadisleri hüccet olarak
    kullanılabilecek nitelikteki raviler için kullanılır. Dördüncü mertebe:
    Hadisleri tetkik edilmek üzere yazılabilecek raviler için kullanılır. Beşinci ve
    altıncı mertebe; hadisleri i’tibar için yazılabilecek raviler için kullanılır.

    [2]
      


    1-

    Ta’dil elfazının 1. 2. ve 3. mertebesinde yer alanlar ihticâc ifâde eder. 4. 5.
    ve 6. mertebede yer alan tabirler i’tibâr ifâde eder.


    2-

    Teâruz hâlinde, bir üst mertebedeki tâbirle ta’dil edilen râvi, bir alt
    mertebedeki tabirle ta’dil edilen râviye tercîh edilir.


    3-
    Bu
    tabirlerin bazı hususî kullanılışları vardır. Bunların bilinmesinde gerek var.
    Mesela Yahya İbnu Mâin şöyle der: “Ben birisi hakkında Lâ-be’se bihi dersem o
    sikadır, zayıftır dersem sika değildir, hadîsi yazılmaz”. Nitekim, Zehebî’nin
    Tezkiretu’l-Huffaz’da İmam Azam’ı tevsîk ederken İbnu Maîn’in bu tabiri
    kullanmış olduğu görülür. İbnu Maîn, keza Şâfiî Hazretlerini de leyse bihi
    be’sün tâbiriyle tevsîk etmiştir.


    4-

    Cerh ve ta’dil lafızlarından bazılarının mertebesi hakkında ihtilaf edilmiştir.
    Merva tevsîkin altıncı mertebesinde yer alan ercû ennehu lâ be’se bihi ile mâ
    a’lemu bihi be’sen tabirlerini cerh elfazı addedenler de olmuştur.[3]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/40-42



    [2]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 64.



    [3]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/42.