1- KABUL
VEYA RED AÇISINDAN HADİS ÇEŞİTLERİ
Kabul veya red açısından hadisler iki kısma
ayrılır:
İlmu’l-hadîs’i: “Kabul ve red yönünden
rivayetleri inceleyen bir ilim” olarak tarif etmiştik. Bu târif bize, hadîs
ilminin, öncelikle, kabul ve red yönünden hadîsleri bazı derecelere ayırdığını
ifâde eder. Ancak, hadîslerle ilgili, rastladığımız bazı taksimlerde kabul ve
red gâyesini hemen göremeyiz. Hadîs çeşidini ifâde etmek üzere vazedilmiş bir
kısım tabirler incelenince, nihâî hedef kabul ve red vasıflarını tesbite yönelse
bile bâzı taksimlerin farklı nokta-i nazarlara göre yapıldığı görülür.
Şu halde bu bahiste bu nokta-i nazarları
belirtecek, böylece, daha önceki bahislerde açıklanmış olan bir çok hadis
ilimlerinin hedefini aydınlatmış olacağız.
Hadîsin çeşidi, hadîse yöneltilen nokta-i nazara
göre değişir.[1]
Merviyy dediğimiz hadislerin hepsi aynı
özellikleri taşımamaktadırlar. Çok değişik niteliklere sahiptirler. Bu sebeple
de farklı sınıflandırmalara tabi tutulmaları pek tabidir. Hatta bazı hadisler
birkaç açıdan taksime tabi tutulabilecek çok yönlü özelliklere sahip
bulunmaktadırlar.
Hadis Usulü
kriterleri bakımından en çok ıstılah yoğunlaşması, hadislerin türlerinde ve
taksimatında görülmektedir. İşte biz bu bölümde hadisleri ilgi alanlarına göre
bazı ana noktalardan hareketle kısımlara ayıracak, onların daha kolay
anlaşılmalarına zemin hazırlamaya çalışacağız.[2]
Uydurma hadisleri belli eden temel ölçüler metin
tenkidinde büyük önem taşırlar. Bir hadis metni söz gelişi akla aykırı ise veya
tarihi olaylarla uyuşmuyorsa uydurma olabilir. Bu bakımdan sahih sayılmasına
engel teşkil eder. Böylece mevzu hadisleri tanımaya yol açan özellikler metin
tenkidinde yardımcı bir rol oynamış olurlar.
[1]
[1]
Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
Usulü, 12. sınıf: 66.
8- CERH VE
TADÎLDE TESAHÜL VE TEŞEDDÜD
Gerek cerhte ve gerekse ta’dilde alimler aynı
mizaçla hareket etmemişlerdir. Bir kısmı mütesâhil (fazla gevşek), bir kısmı da
müteşeddid (çok sıkı) davranmıştır. Râvilerin tevsîki hususundaki ihtilafın bir
kısmı buradan gelir. Zira mütesâhil olanın, cerhi mucib görmediği veya hafif bir
cerh sebebi kabul ettiği kusuru, müteşeddid olan, ciddî bir kusur kabul edip
râviye yüklenebilir.
Bu ikisinin dışında mutavassıt denen ifrat ve
tefrîtten kaçınan bir üçüncü grup daha vardır.
Bilhassa muhtelefun fih raviler hakkında
verilecek hükmün tesbîtinde bu hususun iyi bilinmesi, cârihlerin mizaçlarının da
nazar-ı dikkate alınması gerekir. Müteşeddidlerin sika addettiği ravinin
sikalığına kesin gözüyle bakılabilirse de zayıf addeddikleri hakkında, hemen
onlara kapılmayıp, öbürleri ne demiş araştırmak gerekir. Eğer, öyle bir râviyi
cerh ve ta’dîl üstadlarından hiç kimse sika kabul etmemişse zayıf demektir.
Tevsîk edeni de varsa müteşeddid’in hükmüyle acele etmeyip, araştırmaya devam
etmek gerekir. Bu noktada cerh sebeplerinin bilinmesi çok işe yarar. İşte bunun
için olacak ki âlimlerimiz cerh sebebinin açıklanması üzerinde ısrar etmişler,
mübhem cerh’in kabul edilmeyeceği prensibini ittifakla benimsemişlerdir. Nesaî,
Ebu Davud, Ahmed İbnu Hanbel gibi ehl-i hadîs’in, terkinde ittifak edilmeyen
râvilerin hadîsini kabul etmeyi prensip edinmeleri bu noktada mânidardır.
Bu hususta Suyûti şu açıklamayı sunar: “Raviler
hakkında cerh ve ta’dilde bulunanların her tabakasında müteşeddid de eksik
değildir, mutavassıt da.
Birinci tabaka’da Şu’be ve Süfyân-ı Sevrî var.
Şu’be, Süfyân’dan eşed’dir; (daha şiddetlidir).
İkinci tabaka’da Yahya’l-Kattân ve Abdurrahman
İbnu’l-Mehdî var. Yahya, Abdurrahman’dan eşeddir.
Üçüncü tabaka’da Yahya İbnu Ma’în ve Ahmed İbnu
Hanbel var. Yahya, Ahmed’den eşed’dir.
Dördüncü tabaka’da Ebu Hâtim ve Buhârî var. Ebu
Hâtim, Buhârî’den eşeddir.
Bu hususla ilgili olarak Nesâî şöyle demiştir:
“Bana göre, bir râvi, terkedilmesi için hepsi icma etmedikçe, terkedilmemelidir.
Sözgelimi bir râviyi İbnu Mehdî tevsîk ettiği halde Yahya’l-Kattân taz’îf
etmişse, Yahya’nın bilinen teşeddüdü sebebiyle râvi terkedilmemelidir”[1].
Cerh ve ta’dîl meselesinde Tirmizi ile Hâkim
en-Neysâburî mütesâhil, Dârakutnî ile İbn-i Adiyy de mutavassıt olanlardan
sayılır.
Müteşeddidler meyanında yukarıda Suyûtî’nin
saydıkları dışında Nesâî, İbnu’l-Kattân, İbnu Hibbân, İbnu Hazm, vs. başkaları
da var. Böyle birçokları cerhte aşırılıkları ve taannütleriyle meşhurdurlar.
Bunların bilhassa teferrüd ettikleri cerhleri iyi düşünmek gerekir. Zehebî,
Mizan’da bir çok râvinin haksız yere cerhedildiğini ifade ederken her seferinde
İbnu Hibbân’a çatar ve “Ölçüyü bu zat hakkında da kaçırdı”, “…âdeti üzere
burda da haddini aşarak… demek cüretini gösterdi” vs. der. İbnu Hacer de
bazıları hakkında ölçüyü kaçırdığını belirtmek için: “İbnu Hibban bazan sika’yı
da cerheder, öyle ki ağzından çıkanın ne olduğunu bilmez” der.
Zehebî, İbnu’l-Kattân’ın ölçüsüzlüğüne de zaman
zaman parmak basar. Hişâm İbnu Urve’yi anlatırken Mîzan’da, Hişâm’ın sika
olduğunu belirttikten sonra şunları söyler: “Ebu’l-Hasan İbnu’l-Kattân’ın:
“Hişâm ve Süheyl İbnu Ebî Sâlih, hayatlarının sonunda muhtalıt oldular”
şeklindeki sözünün hiçbir değeri yoktur. Evet imam biraz değişmiş, hafızası
gençliğindeki keskinliği muhafaza edememiş ve ezberlediklerinden bazısını
unutmuş ise ne olmuş? İnsan unutmaktan mâsum mu sanki? Hişam ömrünün sonunda
Irak’a gelince bildiklerinden büyük bir kısmını rivâyet etti. Bu esnada az
miktarda hadisi tam olarak takdis edemedi. Bu kadarcık yanılma, İmam Mâlik,
Şu’be, Vekî’ gibi büyük sika’ların başına da gelmiştir. Körlüğü bırak da sika
imamları, zayıf ve acizlerle karıştırmaktan vazgeç. Hişam Şeyhülislâmdır. Ey
İbnu’l-Kattân, Allah, sana karşı bize sabr-ı cemîl versin!”
Mevzumuzun bütünlüğü için Sehâvî’nin
Fethu’l-Muğis’te Zehebî’den nakli esas alarak sunduğu bir açıklamayı
kaydedeceğiz.”
Zehebî, ricali cerh ve ta’dil eden ulemayı üç
kısma ayırmıştır:
1-
İbnu Mâin ve Ebu Hâtim er-Razi gibi râvilerin hepsini ele alanlar,
2-
İmam Mâlik ve Şube b. El-Haccac gibi râvilerin çoğunu ele alanlar,
3-
İbnu Uyeyne ve İmam Şâfiî gibi bazı ravileri ele alanlar.
Bunların hepsi üç kısımdır:
Birinci Kısım:
Cerhte aşırı, ta’dîlde titiz olanlar. Bunlar raviyi iki üç hatası sebebiyle bile
cerhederler. Bu gruba girenlerden biri, bir şahsı tevsîk etti mi onun sözüne
dört elle sarıl, tevsîkine itimat et, uy. Amma birini taz’îf edince, bu taz’îfde
başkası ona muvafakat ediyor mu araştır, eğer uyuyorsa ve bunu bu meselenin
ehillerinden hiç biri tevsîk etmiyorsa, o şahıs zayıf demektir. Biri tevsîk
etmiş ise, işte bu, “cerh müfesser olmadıkça kabul edilmez” sözü kendisi için
söylenmiş bir kimsedir. Yani, bir kimse farzedelim ki mesela İbnu Maîn, ona,
sebebini beyan etmeden “zayıftır” demiş olsun sonra da Buhârî veya bir başkası
bu şahsı tevsîk etmiş bulunsun. İşte bu durumda İbnu Maîn’in sözü geçersizdir”.
Böyle bir râvinin rivâyetinin sahîh veya zayıf addedilmesinde ihtilâf edilir. Bu
noktada, cerh ve ta’dîl ilminin büyük otoritesi olan Zehebî şunu söyler: “Bu
ilmin ulemasından iki tanesi zayıf bir raviyi “sîka” addetmede veya sika bir
râviyi “zayıf” saymada birleşmemişlerdir…”
İkinci Kısım:
Müsâmahakâr olanlar Tirmizî ve Hâkim gibi”..Sehâvî, İbnu Hazm’ı da buraya ilave
eder ve der ki: “Çünkü o, Tirmizî, Ebu’l-Kâsım el-Bagavî, İsmail İbnu Muhammed
es-Saffâr, Ebu’l-Abbâs el-Esamm vs. meşhurlara “meçhul” demiştir”. (İbnu Hazm,
İbnu Mâce’ye de “meçhul” demiştir).
Üçüncü Kısım:
Mu’tedil olanlar. Ahmed İbnu Hanbel, Darakutnî, İbnu Adiy gibi.”[2]
Dikkat 1:
Cerh’de aşırılık bazılarında bütün râvilere
karşı olmayıp, belli mezhep, belli bölge mensuplarına karşıdır. Bu çeşit cerhi
daha kolay değerlendirmek mümkündür.
Mesela İbnu Hacer: “Cûzecânî’nin, Kûfîler
hakkındaki cerhi muteber değildir” der.
Keza Zehebî’nin de te’liflerinde Sûfilere ve
velîlere karşı cerhte aşırı gittiği, böyleleri hakkındaki onun cerhlerine
mutavassıt büyüklerin cerhi refâkat etmedikçe kabul edilmeyeceği, başta Tâcüddin
Sübkî olmak üzere bir kısım alimlerce ifâde edilmiştir. İbnu Teymiyye’nin de
Sûfilere karşı amansızlığı mâlumdur.
Dikkat 2:
Bir kısım muhaddis de, bâzı râvileri cerhederken
onların rivâyet ettiği hadîslere karşı teşeddüt ve taannüt’e düşmüşlerdir.
Bunlar râvide gördükleri basit bir iki kusur veya bir başka hadîse karşı
muhâlefeti sebebiyle hadîs hakkında “mevzu” hükmünü vermekte çok acele
davranmışlardır. Mühimlerini bilmekte fayda var:
1-
İbnu’l-Cevzi, el-Mevzû’âtu’l-Kübra ile el-İlelü’l-Mütenâhiye
fi’l-Ehâdîsi’l-Vâhiye de bu davranışıyla meşhurdur.
2-
Ömer İbnu Bedr el-Mevsılî, Risâletün fi’l-Mevzû’ât’ıyla meşhurdur.
3-
er-Radıyyu’s-Sağânî el-Lüğavî, el-Mevduât’ında.
4-
el-Cûzecânî, Kitabu’l-Ebâtîl’de.
5-
İbnu Teymiyye el-Harrânî “Minhâcu’s-Sünne’de.
6-
Mecdüddîn Fîruzâbâdî el-Lügavî el-Kâmus ve Sifrü’s-Se’âde vs. eserlerinde.[3]
İhtar:
Her müslüman şunu bilmeli ki, eserleriyle şöhret
yapmış, ismi duyulmuş bir çok kimseler bile bir kısım meselelerde ifrat ve
tefrîtten kendilerini koruyamamışlardır. Bu sebeple Ashab hakkında, Selef
büyükleri hakkında hadîs ve sünnete ittiba konularında İslâmî vicdanımıza
uymayan şeyler işitince tahkîk etmeden kabullenmemeli, ilmiyle âmil, diyâneti
tam âlimlerin fikrini almadan kesin hükme gitmemek en selâmetli yoldur.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), mü’minin ferâset sahibi olduğunu belirtir.
Şu halde karşısına getirilen bir mesele, işittiği bir söz ferasetine çarpmış,
içinde bir burukluk, bir tuhaflık doğurmuş, itirâza sevketmişse behemahal
tevakkuf edip araştırmalı, güvenilir kişilere ve kitaplara başvurmalıdır.
Bilinmelidir ki, neticede şu noktalara getirici
her fikir batıldır; ne kadar aklî (!) ve dinî(!) bir çerçeve ile sunulsa da
bunda bir bit yeniği vardır, kuşku ile karşılanmalıdır:
1-
Kur’an ve sünnet arasında ayırım yapıp sünneti hafife almak.
2-
Sünnet’e ittibayı hafife almak, küçümsemek,
3-
Ashab-ı Kirâm’a, selef büyüklerine, mezhep imamlarına hürmeti kırmak, onlara
saygısızlık ifade etmek.
4-
Müslümanlar arasına husumet sokmak, ırkî, coğrafî, târihî farklılıkları, mezhep
farklılıklarını büyütüp arayı açmak, düşmanca hisler, duygular uyandırmak.
5-
Din hizmeti veren ekiplere, gruplara karşı istihza, alay, küçümseme, düşmanlık
hisleri telkin etmek.
6-
Müslümanların geleceği hakkında ümidsizlik ve yeis vermek.
7-
Gayr-ı İslâmi değerlere kıymet vermek, tebcil etmek, bunların ehemmiyeti,
İslâmîliği hususunda dinden delil getirmek. Sözgelimi Batı’nın din yerine
dikmeye çalıştığı hümanizm, laisizm, demokrasi, hürriyet gibi, kullanana göre
farklı mânâ ve tatbikata mazhar mefhumlar ve bunlara bağlı değerler gibi.
Bunların din adına tebcîli dine ihanettir.[4]
[1]
İbnu Hacer der ki: “Nesaî’nin bu sözü. zihne, onun çok geniş hareket ettiği
düşüncesini getirmektedir. Ama mesele öyle değildir. Ebu Davud ve
Tirmizî’nin hadis aldığı nice şahıstan Nesaî kaçınmıştır. Keza Sahiheyn’de
rivâyeti olan birçoklarından bile hadis almamıştır…” Nesaî’nin ricâl
hususundaki titizliğini ilgili bahiste anlattık. (İbrahim Canan)
[2]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/46-48.
[3]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/49.
[4]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/49-50.
Gerçekten Hz. Peygamber’e ait olan bir sahih hadis, sahih hadisin tarifinde görülen özelliklerden başka şu özelliklere sahiptir.
1) Kur’an-ı Kerim’e uygundur.
2) Genel İslami prensip ve esaslara uygundur.
3) Akıl prensiplerine uygundur.
4) Müsbet ilmin verilerine ters düşmez.
5) İlmi gerçeklere, tarihi olaylara ters düşmez.
6) Metin ve ifadesi gün ışığı gibi parlaktır. Öyleki, insanın aklına “Bunu Hz. Peygamber söylemiş olabilir mi?” gibi bir şüphe ve tereddüt gelmeyecek şekilde açık ve seçiktir.
7) Toplumun ahlak kurallarına uyar.
8) Muteber ve sağlam kaynaklarda yer alır.
Bu özellikleri taşıyan hadisler başka bir kusuru yoksa ilk bakışta sahih ve Hz. Peygamber’e ait kabul edilirler. [1]
[1] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 65-66.
Hz. Peygamber’in sözleri, filleri, takrirleri ve
ona ait sıfatlardan ibaret olan hadislerin sağlam bir şekilde tesbit ve
nakledilebilmesi için müslüman alimler bir takım kaideler ortaya koymuşlardır.
Bu kaidelerin başında sened ve isnad gelir. Ayrıca mevzu hadisler bölümünde söz
konusu edildiği üzere bilhassa hicri birinci asırdan itibaren birçok hadisler
uydurulmuş, aslı ve gerçek hadislerle ilgisi olmayan sayısız söz hadis diye
rivayet edilir olmuştur. Bunları asıl hadislerden ayırmak zamanla bir mesele
haline gelmiştir. Bu durum karşısında İslam alimleri cerh ve ta’dil kaidelerini
kullanarak sened tenkidi yaptıkları gibi hadis metinlerini de ayrıca tenkide
tabi tutmuşlardır. Böylece gerçekten Hz. Peygamber’e ait olan hadislerle
sonradan uydurulanları ayıracak temel ölçüler elde edilmiştir. Bu temel
ölçülerden burada kısaca bahsetmek yerinde olacaktır.
[1]
[1]
Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
Usulü, 12. sınıf: 65.
7- CERH VE
TA’DİL SONUCU RAVİLER
Cerh ve ta’dil işlemleri sonucunda raviler
genelde iki gruba ayrılmış olurlar:
1) Muaddel:
Ta’dil ve tezkiye edilmiş raviler demektir. Bunlar sikat grubunu oluştururlar.
2) Mecruh:
Cerhedilmiş ravidir. Bu gruba girenlere zuafa denir.
Yine cerh ve ta’dil sonucu olarak durumları
iyice belirginleşmiş olup olmamak bakımından da raviler ik gruba ayrılırlar:
1) Ma’ruf:
Şahsı ve hali olumlu veya olumsuz olarak belirmiş olanlardır.
2) Mechul:
İki kısma ayrılır.
a) Mechulu’l-ayn:
Sadece bir ravinin kendisinden hadis rivayet ettiği kişi. Böylesi ravinin
rivayeti kabul edilmez.
b) Mechulu’l-hal (mestur):
Zahiri ve batıni nitelikleri bilinmeyen iki veya daha çok kişinin kendisinden
hadis rivayet ettiği ve fakat güvenilir olduğu belirtilmeyen ravidir. Böylesi
ravilerin rivayeti araştırmaya bağlı olarak kabul veya reddedilir.[1]
6- İBNİ
HACER’İN 12’Lİ RİCAL TAKSİMİ
İbnu Hacer el-Askalânî, yukarıda kaydedilmiş
olan 12’li elfaz taksiminden hareketle, hadîs ravilerinin tamamını 12 mertebeye
ayırır. Esas itibâriyle Kütüb-i Sitte müelliflerinin hadis almış oldukları
ravilerin isimlerini ve bu sıhhat mertebelerinden hangisinde yer aldıklarını
göstermek maksadıyla te’lif ettiği Takrîbu’t-Tehzîb’in mukaddimesinde mezkur
tabloyu sunar. Başka âlimlerimiz de zaman zaman, bir râviden bahsederken, İbnu
Hacer’in onun hakkındaki değerlendirmesini “İbnu Hacer’e göre… mertebede yer
alır” diyerek kaydeder geçer, mahiyetini açıklamaz. Biz mezkûr taksimi aşağıya
kaydetmede fayda umuyoruz:
1. Mertebe:
Sahabe’dir, şerefleri sebebiyle bunu tasrîh ederim.
2. Mertebe:
Medhini, ya ef’al vezninden bir tabirle te’kîd ederek: Evsaku’n-nâs gibi, veya
aynı tevsîk sıfatını lafzan tekrar ederek: Sikatun sikatun gibi veya mânen
tekrar ederek: Sikatun hâfızun gibi ifade edilenler.
3. Mertebe:
Tek bir sıfatla tavsîf edilenler: Sikatun, mutkınun, sebtun, adlun gibi.
4. Mertebe:
Üçüncü dereceden azıcık düşük olanlar, bunlara şu tabirlerden biriyle işâret
edilmiştir: Sadûkun, lâ be’se bihi, leyse bihi be’sun.
5. Mertebe:
Dördüncü dereceden azıcık düşük olanlar; bunlara şu tabirlerden biriyle işaret
edilmiştir: Sadûkun seyyiu’l-hıfz, sadûkun yehimu, lehu evhâm, yuhtiu, teğayyere
bi-aharetin, herhangi bir bid’a ithamına maruz kalan da buraya dahildir: Şiîlik,
kaderiye, nasb, mürcie, cehmîlik, bunlardan dâî olanlar ayrıca belirtilir.
6. Mertebe:
Çok az hadîs rivayet etmiş ancak, hakkında, rivâyetinin terkini gerektirecek bir
kusur sâbit olmamış râviler tabakası, bunlara şu tabirle işâret edilmiştir:
Makbûlun haysü yütâbau ve illâ fe-Leyyinü’l-hadîs. Yani Mütâbaat için makbûldür,
değilse hadisi zayıftır.
7. Mertebe:
Kendisinden birden fazla râvinin hadis aldığı ve fakat tevsîk edilmemiş
bulunanlar, buna mestûr veya meçhûlü’l-hâl tabirleriyle işaret edilmiştir.
8. Mertebe:
Hakkında mu’teber birinin tevsîk’i olmamakla birlikte mutlak (gayr-ı müfesser)
cerh gelmiş olanlar, bunlara zayıf kelimesiyle işâret edilmiştir.
9. Mertebe:
Kendisinden tek kişinin hadis rivayette bulunduğu, hakkında tevsîk de gelmemiş
kimseler, bunlara meçhûl kelimesiyle işâret edilmiştir.
10. Mertebe:
Hiçbir suretle tevsîk edilmemiş ve fakat hakkında bir cerh vaki olmuş kimseler,
bunlara metrûk veya metruku’l-hadis veya vâhi’l-hadîs veya sâkıt tabirlerinden
biriyle işaret edilmiştir.
11. Mertebe:
Kizble ittiham edilenlerin mertebesi.
12. Mertebe:
Mutlak şekilde kizb’i veya vaz’ı beyan edenler.[1]
Râvilerin zayıf olduklarını belirtmek için
kullanılan tabirler de altı mertebeye ayrılır. Birinci yani en üst mertebesi
tevsîk’e yakın olan ravileri, en alt mertebesi şiddetle zayıf olan râvileri
gösterir:
Birinci Mertebe:
Durumu nisbeten iyi olan râviyi ifade için
kullanılan tabirlerdir: Leyyinü’l-hadîs (Leyyin yumuşak demektir), fîhi lîn
(onda leyyinlik var), fihi mekâl (hakkında menfi söz var), Ta’rifu ve tünkiru
(Sen onu, bazan ma’ruf hadis, bazan da münker hadîs rivâyet ederken görürsün),
Leyse bizâlike (bu konuda zayıftır), Leyse bi’l-metîn (metin değildir), Leyse bi-hücce
(hüccet değildir), Leyse bi-umde (umde değildir), Leyse bi-mardiyyin (hali arzu
edilmez), Li’z-za’fu mâ hüve (zayıf olmaktan uzak değil), Fîhi hılf (hakkında
muhâlefet var), Tekellemû fihi (hakkında menfi söz ettiler), Mat’ûnun fihi
(hakkında ta’n ettiler), Seyyiü’l-hıfz (hafızan fenâdır), Fîhi za’fun (onda
zayıflık var), Leyse bi-zâke’l-kaviyy (bu o kadar kavi değil).
İkinci Mertebe:
Tedrîbu’r-Râvi, bu mertebede tek tabir kaydeder: Leyse bi-kaviyyin (kavî
değildir). Bu tabir Leyse bi-zâke’l-kavî tabirinden bir derece daha zayıf olana
delâlet eder.
Üçüncü Mertebe:
Râvi hakkında şu tâbirler kullanılırsa bu onun öncekilere nazaran daha da zayıf
olduğunu gösterir. Za’îfu’l-hadîs (hadisi zayıftır), fe-dûnun leyse bi-kaviyyin
(düşüktür kavi değildir).
Bu mertebeye Zeynu’d-Dîn el-Irâkî şunları dâhil
eder: Za’îfun (zayıftır), Münkeru’l-hadîs (-Buhârî’den başkası nezdinde- hadisi
münkerdir), Hadîsuhu münkerun (rivâyeti münkerdir), vâhin (zayıftır), Za’âfûhu
(onu zayıf addettiler), muzdaribu’l-hadîs (hadîsi muzdaribtir), Lâ yuhteccu bihi
(onunla ihticac edilmez), Mechûlün (mechuldür),
Bu üç mertebenin rivâyetleri atılmaz. Bunlarla
itibâr edilir.
Dördüncü Mertebe:
Rüdde hadîsuhu, (hadîsi reddedildi), Reddü hadîsehu (hadîsini reddettiler),
Merdûdu’l-hadîs (hadîsi reddedilmiş kimsedir), Zaîfun cidden (çokça zayıftır),
Vahin bi-merre (büsbütün zayıftır), Tarahû hadîsehu (hadîsini attılar),
Mutarrahun (atılmıştır), Mutarrahu’l-hadîs (hadisi atılmış kimsedir), İrmi bihi
(kaldır at), Leyse bi-Şeyhin (hiçbir değeri yok), Lâ-yüsâvî şey’en (hiçbir şeye
değmez). Lâ şey’un (değersizdir).
Beşinci Mertebe:
Daha da zayıf olan bu mertebe için şu tabirler
kullanılmıştır: Fülânun müttehemun bi’l-kizbi evi’l-vaz’ı (Falanca kizb (veya
vaz’la) müttehemdir), Sâkıtun (düşüktür), Hêlikun (yok olucudur), Zâhibun
(gidicidir), Zâhibu’l-hadîs (hadîsi gidicidir), metrûkun (terkedilmiştir),
metrûku’l-hadîs (hadisi terkedilmiştir), Terekûhu (onu terkettiler), fihi
nazarun ve seketû anhu (Buhârî kullanınca bu mertebeyi ifade eder), Lâ yu’teberu
bihi (Onun’la i’tibâr edilmez), Lâ yu’teberu bi-hadîsihi (onun hadîsiyle i’tibâr
edilmez), Leyse bi’s-Sika (Sika değildir), Gayru sikatin (sika değildir), Ve lâ-me’mûn
(güvenilmez), vs.
Altıncı Mertebe:
En fena mertebe budur, şu tabirlerle ifade
edilir: Kezzâbun (yalancıdır), Yekzibu (yalan söyler), Deccâlun (yalancıdır),
Vazzâ’un (uydurucudur), Yeza’u (uydurur), Yaza’u’l-hadîs (hadîs uydurur).
Son üç mertebe (4., 5. ve 6. mertebeler) çok
zayıf râviler içindir. Bunlardan biri, hangi râvi hakkında kullanılmışsa o
râvinin hadîsi i’tibar ve istişhâd için dahî alınmaz. Onlardan hadîs rivâyeti
kesinlikle câiz değildir. Halini beyan ve hadisini reddetmek maksadıyla rivâyet
olunabilir.[1]
Birinci mertebe; hadisleri i’tibar için
yazılabilecek, ancak adaleti zedelemeyen bir hal ile mecruh raviler için
kullanılır. İkinci mertebe; leyyinu’l-hadis’le aynı; fakat ondan aşağı bir
tabirdir. Üçüncü mertebe; birinci ve ikinci cerh tabirleri gibidir; ancak
onlardan aşağıdır. Beşinci mertebe; hadisine itibar edilemeyecek olan yalancı
ravi.
[2]
Bazı âlimler, yukarıda kaydedilen tabirleri
hususî şekilde kullanmışlardır. Ekseriyete göre vazedilen prensiplerin sıkça
istisnaları olabileceği, hatta aynı tâbiri aynı âlimin farklı mânalarda bile
kullanabileceği nazardan uzak tutulmamalıdır. Usul kitapları bunlardan
bazılarına dikkat çeker. Mesela:
1-
Leyse bi-şey’in tâbirini İbnu Maîn diğer âlimler gibi hadisi terkedilecek râvi
için (yâni dördüncü mertebedeki râvi için) kullanırken, bazan da rivâyeti az
olan râvî için kullanmıştır.
2-
İmam Şâfiî ve İbrahim Müzenî’nin hadîsuhu leyse bi-şey’in tâbirini kezzâb
mânasında kullandıkları belirtilmiştir. İmam Şâfiî kezzâb tabirini galiz
bulmuştur, aynı mâna ve maksadı dördüncü mertebedeki bir tabirle ifade etmiştir.
3-
Keza İmam Buhârî’nin de, Kezzâb, Deccal tâbirlerini kaba bularak bunlarla ifâde
edilen maksadı şu üç tabirden biriyle ifâde ettiği belirtilmiştir: Münkeru’l-hadîs,
fihi nazarun, seketû anhu. Usulcüler bu meseleye hep dikkat çekmişlerdir. Ancak
Buhârî’nin bu tabirleri her zaman metrûkler hakkında kullanmadığını Abdurrahman
el-A’zamî yaptığı bir tahkîkte misallerle göstermiştir.
4-
Şedîdü’z-za’f: Bir râvinin terkedilmesini, hiçbir surette hadîsinin alınmamasını
gerektirir derecede zayıf olması hâline muhaddîsler şiddetli, aşırı zayıflık
mânasına şedîdü’z-za’f tabirini kullanırlar.
Hangi vasıflar, râvi’yi şedîdüz-za’f’la tavsîfi
gerektirir meselesine gelince, Nevevî’nin Müslim Şerhi’nin mukaddimesinde
kaydettiğine göre, bir kısım âlimler, şu üç vasf’ın şedîdü’z-za’f olduğunu,
bunlardan sadece biriyle tavsif edilmiş bulunan râvinin terkedilmesi gerektiğini
söylemiştir:
a-
Töhmet (müttehem bi’l-kizb, müttehem bi’l-vaz’).
b-
Fuhş-i galat (aşırı hâfıza bozukluğu).
c-
Gulât-i şiâ (Ehl-i bid’a’nın tekfîr edilen takımı). Demek ki, zaaf ifâde eden
elfaz’ın 4., 5. ve 6. mertebelerinde yer alan tâbirler bu üç mefhumdan birini
ifâde etmektedir.
[3]
Birinci Mertebe:
En üstün mertebe olup, mübâlağaya delâlet eden
bir tâbir veya efdaliyet ifade eden ef’al vezninden bir kelime kullanarak
vazedilmiş olan tabirlerdir.
Evsaku’n-nâs (insanların en güvenileni),
Ezbatu’n nâs (zabtı en kuvvetli olan), Esbetu’n-nâs (insanların en sağlam, en
titizi), İleyhi’l-müntehâ fi’t-tesebbüt (adâlette ve sağlam zabtedişte
ulaşılabilecek en son derecededir), Velâ ehadun esbetu minhu, (Ondan daha
sağlamı yok). Men mislu fülân (onun bir benzeri var mı?), ve lâ a’rafu lehu
nazîran (onun bir benzerini daha bilmiyorum), gibi ifâdeler, tabirler.
İkinci Mertebe:
Tevsîk (ta’dil) ifâde eden kelimelerin
tekrarıyla elde edilir.
Sikatun sikatun (güvenilir kimsedir, güvenilir
kimsedir).
Sikatun Sebtun (sika’dır, sebt’tir), Sikatun
hüccetun (sikadır, hüccettir), Sikatun hâfizun (sikadır, hâfızdır), Sebtün
hüccetün, sebtün hâfızun, sikatun mutkinun, fülanun lâ yüs’elü anhu (ondan da
sorulur mu?) gibi tabirler.
Üçüncü Mertebe:
İçerisinde sika, sebt, hâfız, hüccet, mutkın,
imâm, adl, zâbıt, ke-ennehu mushaf (sanki o, kitaptır) gibi tabirlerle tekrarsız
olarak ifâde edilen mertebe.
Bu üç mertebedeki tabirler kimin hakkında
kullanılmışsa, rivâyetiyle ulemâ ihticâc eder, amel eden rivâyeti münferit de
olsa hadîsi sahîhtir.
Dördüncü Mertebe:
Bu mertebede şu tabirler yer alır: Mahalluhu’s-sıdk
(Böylesine sâdık denebilir), Lâ be’se bihi (fena sayılmaz), Leyse bihi be’sun
(onda bir beis yok), Mütemâsikun (orta hallidir), sikatun inşâallah (inşaallah
sika’dır), Me’mûnun (itimad edilir), Hıyârun (hayırlısı)dır, hiyâru’l-halk
(insanların hayırlısıdır).
Beşinci Mertebe:
Bu mertebede şu tabirler vardır: Şeyhun (bir
râvidir), İlâ’s-sıdkı mâ hüve (doğruluktan uzak değildir), Ceyyidü’l-hadîs
(rivayeti ceyyid (hasen)dir). Hasenü’l-hadîs (hadîsi hasendir), Sadûkun seyyiü’l-hıfz
(sadûktur hıfzı kötüdür), Sadûkun yehimu (Sadûktur vehme düşer), Sadûkun Lehu
evhâm (sadûktur vehimler yapar), Sadûkun yuhtiu (sadûktur hata yapar), Sadûkun
teğayyere bi-âhirihi (=âhiretin=aharatin) (Sadûktur ömrünün ve meslekteki
meşgalesinin sonuna doğru zabt ve hıfzına bozulma ve teşevvüş gelmiştir),
Sadûkun rumiye bi’t-teşeyyü’ (evi’l-ircâ ve nahvehümâ) Sadûktur ancak şiîlik
(veya mürcie’lik gibi bir bid’a) isnâd edildi, Fülanun ravâ anhu’n-nâs
(Falancadan herkes rivayette bulundu), Vasatun mukâribu’l-hadîs (vasattır,
hadiste orta hallidir).
Altıncı Mertebe:
Bu mertebede şu tabirler yer alır: Sâlihu’l-hadis
(hadis rivâyetine sâlihtir), Sadûkun inşaallah (inşaallah sadûktur), Ercû ennehu
lâ be’se bihi (Fena olmadığını ümîd ederim), Mâ a’lemu bihi be’sen (onda bir
beis görmüyorum), Suveylihun (sâlihçedir), Makbûlün (makbûldür), Leyse bi-baîdin
mine’s-Savâb (Doğru olmaktan uzak değildir), Yurvâ hadîsuhu (hadîsi rivâyet
edilir), Yuktebu hadîsuhu (hadîsi yazılır) vs.
[1]
Üçüncü mertebe; hadisleri hüccet olarak
kullanılabilecek nitelikteki raviler için kullanılır. Dördüncü mertebe:
Hadisleri tetkik edilmek üzere yazılabilecek raviler için kullanılır. Beşinci ve
altıncı mertebe; hadisleri i’tibar için yazılabilecek raviler için kullanılır.
[2]
1-
Ta’dil elfazının 1. 2. ve 3. mertebesinde yer alanlar ihticâc ifâde eder. 4. 5.
ve 6. mertebede yer alan tabirler i’tibâr ifâde eder.
2-
Teâruz hâlinde, bir üst mertebedeki tâbirle ta’dil edilen râvi, bir alt
mertebedeki tabirle ta’dil edilen râviye tercîh edilir.
3- Bu
tabirlerin bazı hususî kullanılışları vardır. Bunların bilinmesinde gerek var.
Mesela Yahya İbnu Mâin şöyle der: “Ben birisi hakkında Lâ-be’se bihi dersem o
sikadır, zayıftır dersem sika değildir, hadîsi yazılmaz”. Nitekim, Zehebî’nin
Tezkiretu’l-Huffaz’da İmam Azam’ı tevsîk ederken İbnu Maîn’in bu tabiri
kullanmış olduğu görülür. İbnu Maîn, keza Şâfiî Hazretlerini de leyse bihi
be’sün tâbiriyle tevsîk etmiştir.
4-
Cerh ve ta’dil lafızlarından bazılarının mertebesi hakkında ihtilaf edilmiştir.
Merva tevsîkin altıncı mertebesinde yer alan ercû ennehu lâ be’se bihi ile mâ
a’lemu bihi be’sen tabirlerini cerh elfazı addedenler de olmuştur.[3]