Kinaye
Sözlükte “bir şeyi bir şeyle örtmek” anlamına gelen kinâye kelimesi edebî sanat olarak “örtülü anlatım” demektir. Beyân âlimlerine göre kinaye, söz içinde geçen asıl anlamın yanında bir başka lâzımî mânanın anlatıldığı kelime veya terkiptir. Söz içinde geçen asıl ve gerçek anlamındaki unsura “meknî (mükennâ) bih” veya “kinaye”, bununla kendisine işaret edilen ve söz içinde geçmeyen unsura da “meknî (mükennâ) anh” adı verilir. Meknî bih ile meknî anhe kapalı bir biçimde işaret edildiği için ilk unsur örten, ikinci unsur örtülen konumunda bulunduğundan kinaye (örtme) kelimesi kullanılmıştır; “eli açık” (mebsûtu’l-yed) sözüyle cömert kimsenin, “eli sıkı” (mağlûlü’l-yed) ifadesiyle de cimrinin örtülü bir biçimde anlatılması gibi. Dildeki mecaz ve kinaye klişeleri âdet ve geleneklere, insan ve eşya ile tabiat ve ondaki varlıklar için geçerli olan genel durum ve konumlara göre oluşur. Bunlar istisnaî haller için de değiştirilmeden kullanılır. Mûtat olarak verme işi elin açılıp içindekinin boşaltılmasıyla gerçekleştiğinden “eli açık” kinayesi oluşmuştur. Eli kesik olan veya el açma hareketi yapmadan ihsanda bulunan kimsenin cömertliğini ifade için de aynı kalıp kullanılır. Nitekim Arap dilinde cömert için “külü bol” (kesîrü’r-remâd) kinayesi, eski zamanda odun yakılıp yemeklerin pişirilmesi geleneğine dayalı olarak klişeleşmiş olup ateş ve külle ilgisi olmayan cömert kimse için de söylenir. Birçok mecaz ve kinaye klişesinin Kur’an’da ve hadislerde Allah, melekler ve diğer mânevî varlıklar hakkında kullanılmasında da aynı durum söz konusudur. Zemahşerî, “Rahmân arş üzerine istivâ etti” (Tâhâ 20/5); “Kıyamet gününde bütün yer O’nun bir avuç tutamı olacak, gökler de sağ eliyle dürülecektir” (ez-Zümer 39/67) âyetlerini garîb bir kinaye olarak görmüştür ve bunlarda geçen arş (taht), istivâ (oturma, kurulma), avuç tutamı (kabza), sağ el (yemin), dürülme (matviyyât) kelimelerinde gerçek veya mecazi anlam söz konusu olmadan, cümlelerin bütününün kinaye olduğu görüşündedir. Ona göre yukarıdaki ilk âyet Allah’ın her şeyin mâliki, yönetici ve gözleyicisi olmasından, ikinci âyet de O’nun kudret ve azametinden kinayedir. Bu tür özel ve istisnaî durumlar dışında genellikle kinayede her iki unsura göre de cümlenin anlamının tamam olması, yalan ve yanlış olmaması asıldır. Bu sebeple İmam Mâlik ve Şâfiî, Kur’an’daki “kadınlarla mülâmese” (en-Nisâ 4/43) ifadesinde mülâmesenin (karşılıklı dokunma) gerçek anlamda (meknî bih) kullanıldığını söyleyerek erkeğin çıplak bedeninin kadının tenine dokunmasıyla abdestinin bozulacağına hükmetmişler, diğer fakihler ise bu ifadeyi benzeri birçok âyette olduğu gibi mecazi anlamından (meknî anh) hareketle onun cinsel temastan kinaye olduğunu söylemişlerdir. Bununla birlikte kinayede aslolan, cümlede geçen unsurun (meknî bih) geçmeyen unsuru (meknî anh) anlatmakta bir geçiş ve atlama taşı vazifesi görmesidir. Bu bakımdan kinayede temel hedef mecazi anlamdır.
Kinayeyi mecazdan ayıran özellik hem hakiki (meknî bih) hem mecazi (meknî anh) anlama göre ifadenin doğru olması, hakiki mânanın kastedilmediğini ortaya koyan bir karînenin bulunmamasıdır. Cömert kimse için “külü bol” denildiğinde asıl amaç onun cömert olduğunu ifade etmekse de külünün bol olması da olağandır. Halbuki mecazda sadece mecazi anlam kastedilir, gerçek anlamın kastedilmesine engel olan bir karîne-i mânia bulunur. “Hidayet karşılığında dalâleti satın aldılar” âyetinde (el-Bakara 2/16) “satın almak” (iştirâ) fiili kinaye değil “değişmek” (istibdâl) anlamında mecazdır (istiare). Çünkü bu fiile mef‘ul düşen dalâlet ve hidayetin satın alınır metâlar olmaması fiilin gerçek anlama hamledilmesine engel olan, dolayısıyla onda mecazi anlam arayışına yönelmeyi sağlayan bir karînedir. Sekkâkî ve onu izleyenlere göre kinaye ile mecaz arasındaki bir fark da kinayede söz içinde geçen lâzımdan geçmeyen melzûma, mecazda ise melzûmdan lâzıma geçiş yapılmasıdır. Aslında Kudâme b. Ca‘fer ve Abdülkāhir el-Cürcânî’ye dayanan bu anlayışa göre lâzım, bir şeyin varlığına tâbi ve onu izleyen unsur demektir. Yiğitlik arslanın varlığına tâbi olduğundan arslanın (melzûm) anılıp yiğidin (lâzım) kastedilmesi mecaz olurken, “zalimin ellerini ısıracağı gün” (el-Furkān 25/27) örneğinde “üzülmek, pişman olmak, ah etmek” anlamında “ellerini ısırmak” ifadesi kinaye olur. Çünkü elleri ısırma fiili (tâbi/meknî bih) üzüntü ve pişmanlığı (metbû/meknî anh) izler. Bir diğer anlayışa göre kinayenin unsurları arasındaki alâka telâzum olduğundan kinayede her iki unsurun birbirinin eşit derecede ayrılmaz öğesi olması asıldır; bu bakımdan hangisinin lâzım, hangisinin melzûm olduğu izâfî ve itibarî bir keyfiyettir.