TE’KİT
Dinleyicinin yanlış anlayabileyeceği sözleri yanlış anlamalara imkan vermeyecek şekilde pekiştiren bir sözdür.
Lafzî ve mânevî olmak üzere ikiye ayrılır:
1- Lafzî Te’kit: İsmin, fiilin, harfin, zamirin ya da cümlenin tekrarı ile yapılan tekittir.
رَأَيْتُ التِّمْساَحَ التِّمْساَحَ. |
Timsahı gördüm timsahı. |
حَضَرَ حَضَرَ خاَلِدٌ |
Hâlit geldi geldi. |
|
|
هَلْ حَضَرْتِ ؟ نَعَمْ نَعَمْ حَضَرْتُ. |
Geldin mi? Evet evet geldim. |
إِذْهَبْ إِذْهَبْ إِلَى الْبَيْتِ. |
Git, eve git. |
هُوَ الصاَّدِقُ هُوَ الصاَّدِقُ. |
Sadık odur odur, sadık o. |
قُمْتُ أَناَ. |
Ben kalktım ben. |
رَأَيْتُكَ أَنْتَ. |
Seni gördüm seni. |
كَلاَّ سَيَعْلَمُونَ ثُمَّ كَلاَّ سَيَعْلَمُونَ Hayır, anlayacaklar! Yine hayır! Onlar anlayacaklar (Nebe, 4, 5). |
Görüldüğü gibi mesela ilk cümlede timsahı gördüğünden şüphe eden dinleyicisine ikinci defa ismi tekrarlayarak onun tereddüdünü gidermiş olur.
2- Mânevî Te’kit: Sadece şu kelimelerle yapılan te’kittir:
عاَمَّةُ | كُلُّ | جَمِيعُ | كِلْتاَ | كِلاَ | عَيْنُ | نَفْسُ |
Bu kelimeler tekid edilecek kelimenin zamirine muzaf olurlar ve tekit ettiği kelimenin harekesini alırlar. Manevi tekitle marife tekit edilir, nekre tekit edilmez. Sırasıyla örnekleriyle inceleyelim:
عَيْنُ |
نَفْسُ |
Kendisi, aynısı |
||
زاَرَنِي الْوَزِيرُ نَفْسُهُ. |
Bakanın kendisi beni ziyaret etti. | |||
قاَبَلْتُ الْوَزِيرَ نَفْسَهُ. |
Bakanın kendisiyle karşılaştım. | |||
كَتَبْتُ إِلَى الْوَزِيرِ نَفْسِهِ. |
Bakanın kendisine yazdım. | |||
حَضَرَتْ فاَطِمَةُ عَيْنُهاَ. |
Fatıma’nın bizzat kendisi geldi. | |||
قَرَأْتُ الْقِصَّةَ عَيْنَهاَ. |
Hikâyenin kendisini okudum. | |||
* (نَفْسٌ) ve (عَيْنٌ) müfred kelimeyi tekid ederler. Tesniye ve cemi bir kelimeyi tekit edecekleri zaman (أَنْفُس)(أَعْيُن) şeklindeki cemi siygaları kullanılır:
ذَهَبَ الْمُعَلِّماَنِ أَنْفُسُهُماَ إِلَى السُّوقِ. |
İki öğretmenin kendileri çarşıya gittiler. |
ذَهَبَ الْمُعَلِّماَنِ اَعْيُنُهُماَ إِلَى السُّوقِ. |
(Aynı mana) |
ذَهَبَ الْمُعَلِّمُونَ أَنْفُسُهُمْ إِلَى السُّوقِ. |
Öğretmenlerin kendileri çarşıya gittiler. |
ذَهَبَ الْمُعَلِّمُونَ اَعْيُنُهُمْ إِلَى السُّوقِ. |
(Aynı mana) |
*Bazen (نَفْسٌ) ve (عَيْنٌ) kelimelerine bitişik zâid (بِ) harf-i ceri de gelebilir.
ذَهَبَ الْمُعَلِّمُ بِنَفْسِهِ. |
Öğretmenin bizzat kendisi gitti. | |||
ذَهَبَ الْمُعَلِّمُ بِعَيْنِهِ. |
(aynı mana) | |||
كِلْتاَ |
كِلاَ |
ikisi | ||
Sonlarında tesniye zamiri bulunur ve tesniyeyi tekit ederler. (كِلاَ) müzekker, (كِلْتاَ) müennes için kullanılır.
نَجَحَ الْاِخْواَنِ كِلاَهُماَ. |
İki kardeşin ikisi de başardı. |
قَرَأْناَ الْكِتاَبَيْنِ كِلَيْهِماَ. |
Her iki kitabı da okudum. |
كَتَبْتُ بِالْقَلَمَيْنِ كِلَيْهِماَ. |
Her iki kalemle de yazdım. |
جاَءَتِ الْمَرْأَتاَنِ كِلْتاَهُماَ. |
Kadınların ikisi de geldi. |
*(كِلاَ) ve (كِلْتاَ) zamirle değil de isimle birleştiği takdirde tekit olmaz, cümlenin unsuru olur:
جاَءَ كِلاَ الْمُعَلِّمَيْنِ. |
İki öğretmen geldi (fâil ve muzaf). | ||
جاَءَتْ كِلْتاَ الْمُعَلِّمَتَيْنِ. |
İki bayan öğretmen geldi. | ||
كُلٌّ |
جَمِيعٌ |
hepsi, tümü | |
حَضَرَتِ التِّلْمِيذاَتُ كُلُّهُنَّ. |
Öğrencilerin hepsi geldi. | ||
قَرَأْتُ الْكِتاَبَ كُلَّهُ. |
Kitabın hepsini okudum. | ||
إِشْتَرَيْتُ مِنَ الْفَواَكِهِ كُلِّهاَ. |
Meyvelerin hepsini satın aldım. | ||
نَجَحَ الطُّلاَّبُ جَمِيعُهُمْ. |
Bütün öğrenciler başardı. | ||
اَلْمُسْلِمُونَ جَمِيعُهُمْ قَلْبٌ واَحِدٌ. |
Bütün müslümanlar birtek kalptirler. | ||
*(أَجْمَعُ ث جُمَعُ ) kelimeleri de müfred ve cemileri tekit ederler.
جاَءَتِ الْجَيْشُ أَجْمَعُ. |
Ordunun hepsi geldiler. |
جاَءَتِ النِّساَءُ جُمَعُ. |
Kadınların hepsi geldiler. |
*(عاَمَّةٌ)(كاَفَّةٌ)(Tamamı, geneli) kelimeleri de kendilerine uygun zamir alarak tekit olabilirler:
جاَءَ الناَّسُ كاَفَّتُهُمْ. |
İnsanların tamamı geldi. |
حَضَرَ الطُّلاَّبُ عاَمَّتُهُمْ. |
Öğrencilerin geneli geldi. |
TE’KİT İLE İLGİLİ AYETLER
1- وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلاَ مِنْهَا رَغَداً حَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ .
(2/BAKARA, 35). Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. (Eğer bu ağaçtan yerseniz) her ikiniz de (kendine kötülük eden) zâlimlerden olursunuz, dedik.
2- قَالُوا يَا مُوسَى إِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا أَبَدًا ماَ دَامُوا فِيهَا فَاذْهَبْ أَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلاَ إِنَّا هَاهُنَا قَاعِدُونَ .
(5/MAİDE, 24). “Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu halde, sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız” dediler.
3- يَا بَنِي آدَمَ لاَ يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْءَاتِهِمَا إِنَّهُ يَرَاكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لاَ تَرَوْنَهُمْ إِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاءَ لِلَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ .
(7/A’RÂF, 27). Ey Âdem oğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.
4- تِلْكَ مِنْ أَنْباَءِ الْغَيْبِ نُوحِيهَا إِلَيْكَ مَا كُنْتَ تَعْلَمُهَا أَنْتَ وَلاَ قَوْمُكَ مِنْ قَبْلِ هَذَا فَاصْبِرْ إِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّقِينَ .
(11/HÛD, 49). (Resûlüm!) İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi sonuç (sabredip) sakınanlarındır.
5- وَقَالَ مُوسَى إِن تَكْفُرُوا أَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا فَإِنَّ اللّهَ لَغَنِيٌّ حَمِيدٌ .
(14/İBRÂHÎM, 8). Musa dedi ki: “Eğer siz ve yeryüzünde olanların hepsi nankörlük etseniz, bilin ki Allah gerçekten zengindir, hamdedilmeye lâyıktır.”
6- وَلِلّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَإِلَيْهِ يُرْجَعُ الأَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ .
(11/HÛD, 123). Göklerin ve yerin gaybı (sırrı) yalnız Allah’a aittir. Her iş O’na döndürülür. Öyle ise O’na kulluk et ve O’na dayan! Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir.
7- فَسَجَدَ الْمَلآئِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ .
(15/HİCR, 30). Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler.
8- وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ .
(56/VÂKIA, 10). (Hayırda) önde olanlar, (ecirde de) öndedirler.
9- وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنْبِئُونِي بِأَسْمَاءِ هَؤُلاءِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ .
(2/BAKARA, 31). Allah Adem’e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz (sözünüzde) sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.
10- إِلاَّ مَنْ رَحِمَ رَبُّكَ وَلِذَلِكَ خَلَقَهُمْ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ .
(11/HÛD, 119). Ancak Rabbinin merhamet ettikleri müstesnadır. Zaten Rabbin onları bunun için yarattı. Rabbinin, “Andolsun ki cehennemi tümüyle insanlar ve cinlerle dolduracağım” sözü yerini buldu.
11- فَوَرَبِّكَ لَنَسْأَلَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ .
(15/HİCR, 92). Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini sorguya çekeceğiz.
12- وَلَقَدْ أَرَيْنَاهُ آيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَأَبَى .
(20/TÂHÂ, 56). Andolsun biz ona (Firavun’a) bütün (bu) delillerimizi gösterdik; yine de yalanladı ve diretti.
13- سُبْحَانَ الَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنْبِتُ الْأَرْضُ وَمِنْ أَنْفُسِهِمْ وَمِمَّا لاَ يَعْلَمُونَ .
(36/YÂSÎN, 36). Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah’ı tesbih ve takdis ederim.
14- إِذْ نَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ .
(37/SAFFAT, 134). Hani biz Lût’u ve ailesinin hepsini kurtarmıştık.
15- وَجَاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفًّا صَفًّا .
(89/FECR, 22). Rabbin(in emri) geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman (her şey ortaya çıkacaktır).
16- إِلاَّ قِيلاً سَلاَمًا سَلاَمًا.
(56/VÂKIA, 26). Söylenen (söz olarak), yalnızca “selâm, selâm” dır.
17- أُولَئِكَ جَزَآؤُهُمْ أَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّهِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ .
(3/ÂL-İ İMRÂN, 87). İşte onların cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanlığın lânetine uğramalarıdır.
18- هَاأَنْتُمْ أُولاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلاَ يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّهِ وَإِذَا لَقُوكُمْ قَالُوا آمَنَّا وَإِذَا خَلَواْ عَضُّوا عَلَيْكُمُ الأَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْ إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ.
(3/ÂL-İ İMRÂN, 119). İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında “İnandık” derler; kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: Kininizden (kahrolup) ölün! Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir.
19- قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْؤُومًا مَدْحُورًا لَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنْكُمْ أَجْمَعِينَ .
(7/A’RÂF, 18). Allah buyurdu: Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım!
20- هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ .
(9/TEVBE, 33). O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resûlünü hidâyet ve Hak Din ile gönderendir.
21- هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا .
(48/FETH, 28). Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidâyet ve hak din ile gönderen O’dur. Şahit olarak Allah yeter.
22- كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُقْتَدِرٍ .
(54/KAMER, 42). Lâkin onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları güç ve kudretimize lâyık bir şekilde yakaladık.
23- إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّهِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ .
(2/BAKARA, 161). (Ayetlerimizi) inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir.