İSMİN ÇEŞİTLİ HALLERİ
Yapısına göre isim; son harfi sahih olan ve olmayan olmak üzere ikiye ayrılır.
A) Son harfi sahih olan isim; maksûr, mankûs ve memdûd olmayan murab isimdir.
حُجْرَةٌ |
oda |
دَلْوٌ |
kova |
ظَبْيٌ |
ceylan |
اَلْأَرْنَبُ |
tavşan |
B) Son harfi sahih olmayan isim; Mankûs, Maksûr ve Memdûd olmak üzere üçe ayrılır:
I) MAKSÛR İSİM
Sonunda sâbit bir elif bulunan murab isimdir. Bir evvelki harekesi üstün olan murab (duruma göre son harekesi değişen) ismin sonundaki bu elifin aslı (و) ise uzun (ا), (ي) ise noktasız (ى) şeklinde yazılır. Ancak elif şeklinde telaffuz edilir. İsm-i maksûrun bu elifi aslî değil, (و) veya (ي) dan dönüşmedir veya müenneslik için zaidedir:
(Aslı: (اَلذِّكْرُ zikr, anma) |
اَلذِّكْرَى |
hatıra | ||
اَلْفَتَى |
genç |
اَلْعَصاَ |
baston | |
اَلْمُصْطَفَى |
seçilmiş |
اَلْهُدَى |
doğru yol | |
Bu tip elifin üzerine hareke konup okunması mümkün değildir. Bu sebeple bu isimlerin sonu sakin okunur. Yâni uzatmalı okumaya da sakin denir. Ref halinde elif üzerine zamme, nasb halinde fetha, cer halinde kesre takdir edilir.
Merfû Hali |
|
نَجاَ الْفَتَى مِنَ الْغَرَقِ. |
Genç boğulmaktan kurtuldu.(Fâil) |
اِنْكَسَرَتِ الْعَصاَ. |
Baston kırıldı. |
أَصاَبَهُ الْأَذَى. |
Ona ezâ isabet etti. |
Mansûb Hali |
|
نَجَّيْتُ الْفَتَى مِنَ الْغَرَقِ. |
Genci boğulmaktan kurtardım. (Mef’ûl) |
مَنَعْتُ الْأَذَى. |
Ezâyı defettim. |
وَجَدْتُ الْعَصاَ. |
Bastonu buldum. |
Mecrûr Hali |
|
رَضِيْتُ عَنِ الْفَتَى. |
Gençten razı oldum (Câr-mecrûr) . |
إِشْتَرَيْتُ الْقَلَمَ مِنَ الْفَتَى. |
Kalemi gençten satın aldım. |
سَلِمْتُ مِنَ الْأَذَى. |
Ezâdan selâmete erdim. |
*İsm-i maksûr nekre olduğu (tenvin aldığı) zaman ref, nasb ve cer halinde elifi yazılı kalır, ancak okunmaz.
جاَءَ فَتىً. |
Bir genç geldi (Fâil). |
رَأَيْتُ فَتىً. |
Bir genç gördüm (Mef’ûl). |
سَلَّمْتُ عَلَى فَتىً. |
Bir gence selâm verdim (Mecrûr) . |
اِتَّكَأْتُ عَلَى عَصاً. |
Bir bastona dayandım (Mecrûr). |
II) MANKÛS İSİM
Kendinden evvel kesre bulunan bir (ي) ile sona eren murab isimlere mankûs isim denir. Bu (ي) aslîdir ve vazgeçilmezdir.
اَلْهاَدِي |
yol gösteren |
اَلراَّعِي |
çoban |
اَلْقاَضِي |
kadı, hâkim |
اَلْواَدِي |
vadi |
اَلْمُحاَمِي |
avukat |
اَلداَّعِي |
davetçi |
Mankûs isimler mansûb durumda gözle görünür şekilde fetha alırlar. Çünkü fetha ile okumak kolay ve mümkündür. Zamme ve kesre ile okumak ise dile ağır gelir. Bu sebeple ref ve cer hallerinde gerekli harekeyi zahiren alamazlar. Gramerciler buna “ref ve cer hallerinde mankûs isimlerin sonuna zamme ve kesre takdir olunur” demektedirler.
Merfû Hali |
|
فَرَّ الْجاَنِي. |
Câni kaçtı. |
عَدَلَ الْقاَضِي. |
Kadı adaletli oldu. |
يَنْدَمُ الْباَغِي. |
Azgın pişman olur. |
Mansûb Hali |
|
حَبَسْتُ الْجاَنِيَ. |
Câniyi hapsettim. |
نَحْتَرِمُ الْقاَضِيَ. |
Kadıya saygı duyarız. |
سَمِعْتُ الْمُناَدِيَ. |
Çağıranı işittim. |
Mecrûr Hali |
|
نَظَرْتُ إِلَى الْجاَنِي. |
Câniye baktım. |
سَمِعْتُ الْخَبَرَ مِنَ الراَّعِي. |
Haberi çobandan işittim. |
سَلَّمْتُ عَلَى الْقاَضِي. |
Kadıya selâm verdim. |
*Mankûs isim nekre olduğu takdirde ref ve cer halinde sonundaki (ي) düşer.
جاَءَ مُحاَمٍ. |
Bir avukat geldi (Ref) . |
سَلَّمْتُ عَلَى مُحاَمٍ. |
Bir avukata selâm verdim (Cer) . |
رَأَيْتُ مُحاَمِياً. |
Bir avukat gördüm (Nasb) . |
|
Tesniye halinde düşen (ي) tekrar geri gelir:
جاَءَ مُحاَمٍ. |
Avukat geldi. |
جاَءَ مُحاَمِياَنِ. |
İki avukat geldiler. |
* Mankûs isim izafetle veya (اَلْ) takısıyla marife olduğu takdirde ref, nasb ve cer halinde (ي) sabit kalır.
حَكَمَ الْقاَضِي عَلَى جاَنٍ. |
Kadı bir câninin aleyhine karar verdi. |
جاَءَ قاَضِي الْقُضاَةِ. |
Kadıların kadısı geldi. |
III) MEMDÛDE İSİM
Sonunda hemze, hemzeden önce de zâide bir elif bulunan murab isimdir.
عُظَماَءُ |
büyükler |
سَماَءُ |
gök |
شُعَراَءُ |
şairler |
Bu zâid hemze ile biten isim gayr-i munsarif olduğu için tenvin almaz. Ancak aslî veya (و ي) den dönüşme hemze ile biten isim tenvin alır. Hemzeden sonra tenvin yazmak için bir daha elif yazılmaz. (مَساَءً) (اِبْتِداَءً) Çünkü kaideye göre hemze iki elif arasında yazılmaz.
İSMİN ÇEŞİTLİ HALLERİ İLE İLGİLİ AYETLER
1- ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ .
(2/BAKARA, 2). O kitap (Kur’ân); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.
2- وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ لاَ تَعْبُدُونَ إِلاَّ اللّهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً وَذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ …
(2/BAKARA, 83). Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: “Yalnızca Allah’a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz” diye söz almıştık…
3- … وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ …
(2/BAKARA, 87). … Meryem oğlu İsa’ya da mucizeler verdik. Ve onu, Rûhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik….
4- وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارَى عَلَى شَيْءٍ وَقَالَتِ النَّصَارَى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلَى شَيْءٍ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَ كَذَلِكَ قَالَ الَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْ فَاللّهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ .
(2/BAKARA, 113). Hepsi de kitabı (Tevrat ve İncil’i) okumakta oldukları halde Yahudiler: Hıristiyanlar doğru yolda değillerdir, dediler. Hıristiyanlar da: Yahudiler doğru yolda değillerdir, dediler. Kitabı bilmeyenler de birbirleri hakkında tıpkı onların söylediklerini söylediler. Allah, ihtilâfa düştükleri hususlarda kıyâmet günü onlar hakkında hükmünü verecektir.
5- وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّهِ أَنْ يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا أُولَئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَنْ يَدْخُلُوهَا إِلاَّ خَآئِفِينَ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ .
(2/BAKARA, 114). Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır.
6- يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِسِيمَاهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاصِي وَالْأَقْدَامِ .
(55/RAHMÂN, 41). Suçlular, simalarından tanınır, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.
7- وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطِينِ وَأَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابَ السَّعِيرِ .
(67/MÜLK, 5). Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.
8- عَبَسَ وَتَوَلَّى ¯ أَنْ جَاءَهُ الْأَعْمَى ¯ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكَّى ¯ أَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنْفَعَهُ الذِّكْرَى .
(80/ABESE, 1-4). (Peygamber) Âmânın kendisine gelmesinden ötürü (âma kendisine geldi diye) yüzünü ekşitti ve geri döndü. (Onun halini) Sana kim bildirdi? Belki o temizlenecek, yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek.
9- وَجِيءَ يَوْمَئِذٍ بِجَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ يَتَذَكَّرُ الْإِنْسَانُ وَأَنَّى لَهُ الذِّكْرَى .
(89/FECR, 23). O gün cehennem getirilir, insan yaptıklarını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var!
10- وَالشَّمْسِ وَضُحَاهَا ¯ وَالْقَمَرِ إِذَا تَلاَهَا .
(91/ŞEMS, 1, 2). Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına, güneşi takip ettiğinde aya,..
11- إِنَّ سَعْيَكُمْ لَشَتَّى ¯ فَأَمَّا مَنْ أَعْطَى وَاتَّقَى ¯ وَصَدَّقَ بِالْحُسْنَى ¯ فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرَى .
(92/LEYL, 4-7). Sizin işleriniz başka başkadır. Artık kim verir ve sakınırsa ve en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız (onda başarılı kılarız).
12- وَالضُّحَى ¯ وَاللَّيْلِ إِذَا سَجَى ¯ مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلَى ¯ وَلَلْآخِرَةُ خَيْرٌ لَكَ مِنَ الْأُولَى .
(93/DUHA, I, 2, 3, 4) . Andolsun kuşluk vaktine, Ve sükûna erdiğinde geceye ki, Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı. Gerçekten senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır.
13- إِنَّ إِلَى رَبِّكَ الرُّجْعَى ¯ أَرَأَيْتَ الَّذِي يَنْهَى ¯ عَبْدًا إِذَا صَلَّى ¯ أَرَأَيْتَ إِنْ كَانَ عَلَى الْهُدَى ¯ أَوْ أَمَرَ بِالتَّقْوَى .
(96/ALAK, 8, 9, 10, 11, 12). Kuşkusuz dönüş Rabbinedir. Namaz kılarken bir kulu (Peygamber’i namazdan) menedeni gördün mü? Ne dersin, o (Peygamber) doğru yolda ise, yahut takvâyı emrediyorsa?
CÜMLELERİN BAĞLANIŞI
Temel cümle isim ya da fiil cümlesi olup bu cümleye bir ya da bir kaç cümle bağlanabilir:
رَأَيْتُ طِفْلاً يَلْعَبُ فيِ السَّاحَةِ.
Meydanda oynayan bir çocuk gördüm. (fiil cümlesi)
اَلصِّدْقُ صَديِقٌ يَنْفَعُ الإنْساَنَ فِي جَميِعِ الأَحْواَلِ.
Doğruluk insana her durumda fayda veren bir dosttur. (isim cümlesi)
-Fâil, nâib-i fâil, mef’ûlün bih, sıfat, mübtedâ ya da haber tek kelimeden meydana geldiği gibi fiil veya isim cümlesi de olabilir:
بَلَغَنيِ أَنَّكَ صاَحِبُ أُلوُفٍ مِنَ الدَّناَنيِرِ.
(Fâil: isim cümlesi)
Bana binlerce dinarın sahibi olduğun ulaştı.
عُلِمَ أَنَّ الشَّابَّ ذَكِيٌّ.
(Nâibu’l-fâil: isim cümlesi)
Gencin zeki olduğu bilindi.
عَلِمْناَ أَنَّهُمْ أَصْدِقاَؤُناَ.
(mef’ûlün bih: isim cümlesi)
Onların dostlarımız olduğunu öğrendik.
أَنْ تَقْرَأَ الْكِتاَبَ أَنْفَعُ لَكَ.
(mübtedâ: isim cümlesi)
Kitap okuman senin için daha faydalıdır.
اَلنَّارُ تُسَخِّنُ الْماَءَ.
Mef’ûl Fiil Mübtedâ
Haber
Ateş suyu ısıtır.
يَدْخُلُ الْمُؤُْمِنوُنَ جَناَّتٍ تَجْريِ مِنْ تَحْتِهاَ الأَنْهاَرُ.
(Sıfat: Fiil cümlesi) Mevsûf
Mü’minler altlarından ırmaklar(nehirler) akan cennetlere girerler.
رَأَيْناَ مَدْرَسَةً فِناَؤُهاَ واَسِعٌ.
(Sıfat: isim cümlesi) Mevsûf
Mef’ûlün bih
Avlusu geniş bir okul gördük.