Peygamberler Tarihi Sabuni

Hz. İbrâhîm (A.S)

HZ.
İBRÂHÎM (A.S)
1

Hz.
İbrâhîm (a.s)’ın Hayatı:
1

Hz.
İbrahim (a.s)’ın Soyu:
2

Hz.
İbrâhîm (a.s)’ın Künyesi:
4

Hz.
İbrâhîm (a.s)’ın Doğumu:
5

Hz.
İbrâhîm (a.s)’in Babası Azer’i Tevhid Dinine Davet Etmesi:
6

Hz.
İbrâhîm (a.s)’in Kavmi Arasında Yetişmesi:
8

Hz.
İbrâhîm (a.s)’ın Kavmiyle Tartışması:
10

Kavminin
Bayramdan Dönüşü:
11

Hz.
İbrâhîm (a.s)’ın Yargılanması:
12

Hz.
İbrâhîm (a.s)’in Ateşe Atılması:
13

Hz.
İbrâhîm (a.s)’ın Evlenmesi:
14

Hz.
İbrâhîm Halil(a.s)’ın Nemrut İle Olan Tartışması:
16

Hz.
İbrâhîm (a.s)’in Mısır’a Hicret Etmesi:
17

Hz.
İsmâîl (a.s)’ın Doğumu:
19

Zemzemin
Çıkarılması ve Beytü’I-Atîk’in (Kabe’nin) Yapılması:
20

Hz.
İsmâîl (a.s)’ın Kurban Edilme Kıssası:
22

Kurban
Edilen Kimdir?
. 24

Hz.
İbrahim (a.s)’in Vefatı:
26

 

 

 

 

HZ. İBRÂHÎM (A.S)

 

Hz. İbrâhîm (a.s)’ın Hayatı:

 

“(Ey Muhammed
Sana indirdiğimiz) kitapta (yani Kur ‘an ‘da) İbrâhîm’i de (babasıyla olan
kıssasını o müşriklere) anlat. Çünkü o, gerçekten sıddık (yani dosdoğru) bir
peygamberdir.” Meryem.: 19/41)

Hz. İbrâhîm (a.s)
kendisinden sonra gelen peygamberlerin atasıdır. Hz. İbrâhîm (a.s), Resulullah
(s.a,v)’in en büyük atasıdır. Zira Resulullah (s.a.v), Hz. İsmâîl(a.s)’m
soyundan gelmektedir. Hz. İsmâîl(a.s) ise Hz. İbrâhîm (a.s)’m oğludur. Buna
göre Hz. İbrâhîm (a.s), Resulullah (s.a.v)’in en büyük atası olmaktadır.

Şanı Yüce Allah, Hz.
İbrâhîm (a.s)’a mahsus değerli hususiyetler ve özellikler vermiştir. Bu özellik
ve hususiyetlerden bazıları şunlardır:

1. Allah
onu, peygamberlere ata,[1]

2. Muttakilere
imam,[2]

3. Gönderilmiş
peygamberlere örnek[3]

4. Resul  ve 
nebiler  arasından  onu 
“Halil”  yani  dost edinmiş.[4] Çünkü
O, Halilü’r-Rahman yani Rahman’m dostudur.

5. Kendisinden
sonra gelen peygamberler, onun soyundan türemiş.[5]
Bundan dolayı da nesiller birbirini takip etmiştir.

İsrailoğulları
peygamberlerinin hepsi de, Hz. İbrâhîm (a.s)’m soyundandır. Çünkü İsrail
oğulları peygamberleri, Hz.İshâk (a.s)’m oğlu olan Hz.Yakub(a.s)’m
çocuklarından gelmişlerdir. Hz.İshâk (a.s) ise Hz. İbrahim (a.s)’in oğludur.

Hz. İbrâhîm (a.s) ile
başlayan peygamberlik ağacının dalları, yine onun soyundan gelen resullerin ve
nebilerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.v)’e kadar devam etmiştir.[6] Çünkü
Hz. Muhammed (s.a.v) daha Öncede geçitği üzere- Hz. İsmail (a.s)’ın soyundan
gelmiştir. Hz. İsmâîl (a.s) ise Hz. İbrâhîm (a.s)’ın büyük oğludur. Nitekim
Yüce Allah bu peygamberlik ağacının dallarının durumunu şöyle anlatmaktadır:

“ibrahim’e,
İshâk’ı ve Yâkub’u müjdeledik, “soyundan gelenlere” “kitap”[7] ve
“peygamberlik”[8]
verdik. Üstelik İbrahim’e, hem dünyada[9]
mükafatını verdik ve hem de ahirette[10] o,
salihlerden olacaktır.”[11]

Hz. İbrâhîm (a.s),
Peygamber olarak gönderildikten sonra çeşitli belalarla imtihan edilmiştir.
Örneğin; sabr gibi Zira Hz. İbrâhîm (a.s)’m imanı, sarsılmayan, dalgalanmayan
ve ölüm korkusu ile zayıflığın giremediği sağlam bir dağ misâli gibidir. Çünkü
oğlu İsmâîl’i boğazlamakla emrolunduğunda bu mihnet ve sıkıntısı daha da
artmıştı. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s), Allah’a ibadette, itaatta ve Allah’ın
emirlerine karşı boyun eğmede örnek bir kimse idi. işte bunlardan dolayı Allah
onu, kendisinden sonra gelen peygamberlere örnek numunesi kılmış ve aynı
zamanda kıymet ile değerliliğinden dolayı da onu tek başına bir
“ümmet” kılmıştı.

Nitekim Yüce Allah,
Hz. İbrâhîm (a.s)’m tek başına bir “ümmet” oluşunu şöyle
anlatmaktadır:

“İbrâhîm şüphesiz
Allah’a boyun eğen ve Ona yönelen tek başına bir “ümmet” idi.
Müşriklerden de olmamıştır.”[12]

Ayeti kerimede de
görüldüğü üzere; Yüce Allahm ondan büyük övgülerle bahsettiğini görmemiz
garipsenecek bir durum değildir. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s):

a.
Peygamberlerin atası,

b.
Muttakilerin imamı,

c. İmanın
temsilcisi,

d. Sabır
konusunda imtihan edilmiş,

e. Şükür
konusunda da Allah tarafından yardım edilmiş

f.  Allah’ın kendisine vermiş olduğu nimetler
konusunda Allah’a lütufkar bir kul olmuştu.

işte bütün bunlardan dolayı
Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)’ı “Halil” yani dost olarak kendisine
seçmiştir. [13]

 

Hz. İbrahim (a.s)’ın Soyu:

 

Hz. İbrâhîm (a.s)’m
soyu, tarihçilerin belirttiğine göre; İbrâhîm b. Târeh b. Nâhûr b. Sâruğ b. Rau
b. Fâlığ b. Âmir b. Şâlıh b. Erfahşed[14] b.
Sam b. Nuh ile bitmektedir. Hz. İbrâhîm (a.s) ile Hz. Nûh (a.s) arasında 1000
seneden fazla bir zaman dilimi vardır.

Hz. İbrâhîm (a.s)’m bu
soyunu tarihçiler Tevrat’tan aldıkları bilgilerle nakletmişlerdir.[15]

Görüldüğü üzere
tarihçiler, Hz. İbrâhîm (a.s)’m babasının ismini “Târeh” diye
nakletmektedirler. Halbuki Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. İbrâhîm (a.s)’ın babasının
ismi “Azer” diye geçmektedir.[16]

Kur’an’dan nakledilen
bu haber güvenilmesi gerekli olan Sahîh  
bir   haberdir.[17]
Tarihçilerin,   Hz.   İbrâhîm  
(a.s)’m babasının isminin “Tareh” olduğuna dair ileri
sürdükleri görüşü ise Tevrat’a dayanarak nakletmişlerdir. Tevrat ve İncil’de
tahrif edildiğinden ötürü müslümanlann yanında bu iki kaynağın başka
görüşlerinde olduğu gibi bu görüşünde de bir sağlamlığı ve güvenilirliği
yoktur. Çünkü Tevrat ve İncil’den nakledilen görüşlerin bir dayanıklılığı
yoktur.

Bu durum bazı
tefsircilerin, tarihçilerin kervanı içerisinde gittiklerini gösteren
garipsenecek durumlardan biridir. Çünkü bazı tefsirciler, tarihçilere
dayanarak, Hz. İbrahim (a.s)’ın babasının isminin “Tareh” olduğunu
iddia etmişlerdir. Kur’an’da geçen “Azer” isminin ise, Hz. İbrâhîm
(a.s)’ın amcasının ismi olduğunu söylemişlerdir.

Buna göre tefsirciler,
Kur’an’da geçen Hz. İbrâhîm (a.s)’m babasının isminin “Azer” olduğuna
dair nassı, -Hz. İbrâhîm (a.s)’in peygamberlerin atası bir Peygamber olması vb.
bir sebepten dolayı ve Hz. İbrâhîm (a.s)’m müşrik bir babanın oğlu olduğunu def
etmek için/- te’vil etmişlerdir. Üstelik tefsirciler bu konuda büyük bir çaba
sarfederek Hz. İbrâhîm (a.s)’m babasının isminin “Azer” değil de
“Tareh”olduğuna dair birçok deliller de getirmişlerdir. Halbuki Hz.
İbrâhîm (a.s)’ın müşrik bir babanın oğlu olması onun Allah katındaki makamına
bir zarar getirmediği gibi şeref ve haysiyetini de azaltmaz. Çünkü hidayet
ancak Allah’ın eliyledir. Zira Allah, dilediğini sapıtır ve dilediğini de
hidayete eriştirir. Çünkü Allah, hidayete erecekleri en iyi bir şekilde bilir.

Buna   bir  
örnek   olması   bakımından  
şöyle   bir   örnek verilebilir.   Firavun’un 
karısı   Asiye,   mümine  
bir  kadın,[18]
Nuh’un oğlu Ken’an, kafir[19] ve
Lûl’un karısı da kafir idi.[20]
Bunların kafir olması, bu peygamberlerden hiçbirinin şeref ve haysiyetine
hiçbir şekilde zarar vermediği gibi onların şeref ve haysiyet vb.
özellliklerini de azaltmaz!!

Halbuki Resulullah
(sav), Hz. İbrâhîm (a.s)’m babasının isminin “Azer” olduğunu bize
haber vermiştir. Bu konudaki hadisi şerifi, Buharı şöyle rivayet etmiştir:

“Kıyamet gününde
İbrâhîm “babası Azer” ile (babasının) üzeri tozlu ve siyahlı bir
haîde karşılaşacaktır. Bunun üzerine îbrâhîm babasına:

  Ben. sana (dünyadayken) bana asi olma demedim
mi? Diyecek. Babası da, ona:

  İşte bugün sana asi olmayacağım, diye cevap
verecek. Bunun üzerine İbrâhîm:

– Ya Rabb! Sen bana
insanlar diriltilecekleri gün beni rezil etmeyeceğini vaad etmiştin. Şimdi
Allah’ın rahmetinden çok uzak   
olan    babamın    vaziyetinden    daha   
çok    utanmayı gerektirecek hangi
rüsvaylık olabilir? diyecek. Allah’da:

– (Ya İbrâhîm) Ben
cenneti kafirlere haram kılmışımdır, buyuracak. Bundan sonra Yüce Allah
tarafından:

– Ya İbrâhîm! Şu iki
ayağının altındaki nedir? Denilir. Bunun üzerine İbrâhîm. (ayağının altına) bakar
ve ayaklan arasında kana bulanmış bir sırtlan görür (ki İbrahim’in babası bu
çirkin şekle çevrilmiştir) Bu çirkin manzara üzerine onun ayaklarından
yakalanır ve ateşe (yani cehenneme) atılır.[21]

İşte bu hadisi şerif,
Hz. îbrâhîrn (a.s)’m babasının isminin “Azer” olduğunu gösteren bir
delildir. Bu görüş, bunun dışındaki görüşe meylettirmeyen doğru olan görüştür.

İbn Kesir, bununla
ilgili olarak şöyle der:

“ibrahim.
“Babası Azere”: (Allah’ı bırakıp da) putları mı ilah ediniyorsun?,
demişti. ” (En’am: 6/74).

İşte bu ayeti kerime
Hz.İbrâhîm (a.s)’ın babasının isminin “Azer” olduğunu ispatlıyor.
Aralarında İbn Abbas’mda bulunduğu soyları araştıran alimlerin çoğu, Hz.
İbrahim (a.s)’m babasının isminin “Tareti” olduğunu ifade
etmişlerdir. Denildi ki: “Tareh, Azer’in taptığı bir putun ismi olduğu
için bu kelime (yani Tereh ismi) Azer’e bir lakap olarak takılmıştır.

Ibn Cerîr:
“Doğrusu Hz. İbrâhîm (a.s)’ın babasının ismi Azer’dir. Belki babasının iki
ismi de olabilir ya da bu iki isimden biri onun lakabıdır, diğeri de özel
ismidir” der. Ibn Cerîr’in bu sözünün gerçeklik payı büyüktür. Yine de doğruyu
en iyi bilen Allah’tır.”[22]

 

Hz. İbrâhîm (a.s)’ın Künyesi:

 

İbn Asâkir’in,
İkrime’den rivayet ettiğine göre; “Hz. İbrâhîm (a.s), “Ebu
Dayfan” yani misafirlerin babası diye künleyenmiştir.

Bu konuda derim ki:
Belki de bu künye, Hz. İbrâhîm (a.s)’a; çok misafirin gelmesinden dolayı
verilmiş olabilir. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s), cömert ve misafirperverliğini en
güzel bir şekilde yapar ve misafirini cömert bir biçimde ağırlardı. Çünkü Hz.
İbrâhîm (a.s)’in kendisi cömert bir kimseydi. Misafirlerine buzağı keser ve et
kızartır ve en güzel yiyecekleri çıkarırdı.”[23]

îbn Cerîr, Süddi’nin
şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

‘”Hz. İbrâhîm
(a.s)’ın yiyecek ve içecek çeşitleri çok olup bunlardan kendisine gelen
misafirlere yedirir ve onlara ziyafetler verirdi.”[24]

Kur’ân-ı Kerîm ise,
Hz. İbrâhîm (a.s)’a gelen misafirler ile ilgili kıssayı anlatmıştır. Bu kıssada
misafirler ile kastedilen meleklerdir. Onlar, Lût kavmini, yapmış oldukları
çirkin işten dolayı helak etmek için giderken, yolları üzerinde bulunan Hz.
İbrâhîm (a.s)’a da bir çocuk müjdelemek için uğramışlardı.

Hz. İbrâhîm (a.s) ise
onları ilk anda gördüğünde onları insan zannetmişti. Bundan dolayı gelen
misafirlerini ağırlamak için hemen ailesinin yanına koşarak gidip onlar için
bir buzağı kesip sonra da onu kızartarak onlara getirip önlerine indirmişti.
Fakat onlar kendileri için kesilip kızartılan buzağının etinden yemeyip ondan
uzak durdular. Bu durum ise Hz. îbrâhîm (a.s)’m kendisinde, onlara karşı bir
şüphenin meydana gelmesine sebep oldu. Bu sırada Hz. İbrâhîm (a.s),
garipsenecek ve korkmuş bir şekilde onlara bakmaya başladı. Nihayet melekler,
ona kendilerinin meleklerden olduğunu haber verdiler. Bunun üzerine Hz. İbrâhîm
(a.s)’dan korku ve şüphe gitmiş oldu.

Yüce Allah bu kıssayı
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatmaktadır:

“(Ey Muhammedi)
îbrâhîm ‘in şerefli misafirlerinin haberi sana gelmedi mi? Hani onlar (İbrâhîm
‘in) girip: “Selam” demişlerdi, o da (tarafımdan) tanınmayan bir
topluluğa “selâm” demişti. (Misafirlerin gelmesi üzerine misafirlerin
yanından gizlice sıvışıp) hemen ailesinin yanına giderek (onlara, malının en
hayırlılarından olan) semiz bir buzağı (yi kesip kızartarak kendisine gelen
misafirlere) getirmiş ve onların önüne sürüp “Yemez misiniz?”
demişti. (Onlarda yemeyince) onlara karşı içinde bir korku hissetti. (İbrâhîm
‘in bu durumunun farkına varan misafirler) “Korkma!” dediler. (Daha
sonra da) ona bilgili olacak bir çocuğu müjdelediler.”[25]

işte bu ayeti kerimeler;
Hz.İbrâhîm Halîl (a.s)’ın cömertliğini anlatan canlı örneklerdir. Zira Hz.
İbrâhîm (a.s), hiç tanımadığı misafirlerine dahi deve, sığır, buzağı vb. şeyler
boğazlar ve gelen misafirlerine, bu kestiklerini kızartıp önlerine sunar ve
onları en güzel bir şekilde ağırlardı, işte Hz. İbrâhîm (a.s)’ın bu hali; yüce
kimselerin ahlakından ve cömert kimselerin özelliklerindendir. Araplarda bu
övülmüş özellikleri, cömertliği ve ikramlılığıyla tanıdıkları Hz. İbrahim’in
oğlu İsmail’den almışlardır. Çünkü Hz. İsmail (a.s)’da, misafirperverlikte ve
cömertlikte babasına benzemekteydi. [26]

 

Hz. İbrâhîm (a.s)’ın Doğumu:

 

Bazı Tarihçilerin
naklettiğine göre, Hz. İbrâhîm (a.s)[27]
(bugünkü) Şam şehrinin civarında bulunan Kasyun dağı yanındaki
“Berze” denilen köyde doğmuştur.

Siyerci ve tarihçilerin
yanında meşhur olan sahîh görüşe göre; Hz. İbrâhîm (a.s), Keldânî’lerin ülkesi
olan Babil’de doğmuştur.

İbn Kesîr’de, birinci
görüşü naklettikten sonra Sahîh olan görüşün; Hz. İbrâhîm (a.s)’ın Babil’de
doğduğu görüşünü nakletmiştir. Fakat bu yer (yani Berze köyü), Hz. İbrâhîm
(a.s)’a nisbet olunmuştur. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s), kardeşinin oğlu Lût(a.s)’a
yardıma geldiğinde orada namaz kılmıştır.”[28]

Hz. İbrâhîm (a.s),
babası 75 yaşında iken doğmuştu. Hz.İbrâhîm Azer’in en büyük oğludur.
Hz.İbrâhîm’den sonra ise Azer’in şu çocukları doğmuştu: Nâbar ve Hârân.

Hz. Lût (a.s), Hz.
İbrâhîm (a.s)’m kardeşi Hârân’m oğludur. Ehl-i Kitap ise Hz.İbrâhîm’in, Azer’in
ortanca oğlu olduğunu iddia etmektedir. Çünkü Hârân, doğduğu şehir olan
Keldâni’lerin ülkesinde -bununla Babil kastediliyor- babası hayattayken
ölmüştü. Fakat Sahîh olan görüş, birinci görüştür.

Hz. İbrâhîm (a.s),
genç yaştayken “Sâre” denilen bir kadın ile evlendi. Sâre çocuğu
olmayan kısır bir kadındı.

Hz. İbrâhîm (a.s),
babası ve hanımıyla birlikte Keldânilerin ülkesinden çıkıp Ken’anlıların
ülkesine hicret etti ki, burası mukaddes şehirlerdi. Bunun üzerine Harran’da
bir müddet kaldılar. Harran şehri, Şam bölgesine yakın bir şehirdi. Buranın
halkı, bu sırada yedi yıldıza tapmaktaydılar. Şam bölgesi halkı ile Cezire
halkı, -İbn Kesîr’in de anlattığı gibi-buranın sapık akidesi üzerineydi.
Bunlar, ibadet ederken kuzey kutbuna yönelir, çeşitli dua ve hareketlerle yedi
yıldıza taparlardı. Bu nedenledir ki, Şam’ın yedi eski kapısından herbirinin
üstünde bu yıldızlardan birinin heykeli bulunurdu. Halk, bu yıldızlar için
bayram ve şenlikler tertipler, kurbanlarkeserlerdi. Harran halkı da bu şekilde
putlara ve yıldızlara tapıyorlardı.

O sırada yeryüzü
üzerinde Hz. İbrâhîm (a.s), hanımı Sare ve kardeşinin oğlu Hz. Lût (a.s)
dışında bulunanların hepsi kafirdiler. Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)’ı, kesin
hüccetle ve kati delille gönderdi ve bu sapıklıkları ortadan kaldırdı. Çünkü
Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)’a, küçüklüğünden itibaren rüşdü yani dosdoğru
görüşlülüğü vermişti.[29]
Bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s) güçlü bir azme ve isabetli görüşe sahip bir
kimseydi. Zira o, kavmiyle mücadele ve münazara edip Yüce Allah’ın yardımıyla
onlara keskin deliller getiriyor ve kat’i kanıtlarıyla da onlara galip
geliyordu. Buna karşılık onlar, Hz. İbrâhîm (a.s)’a cevap vermeye güç
yetiremiyorlardı.[30]

 

Hz. İbrâhîm (a.s)’in Babası Azer’i Tevhid Dinine Davet
Etmesi:

 

Kur’ân-ı Kerîm; Hz.
İbrâhîm (a.s)’ın babası Azer’i tevhid dinine davet ettiğini bize anlatmıştır.
Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s)’m babası putlara tapan ve Nemrut’u ilah olarak kabul
eden müşrik bir kimseydi. Bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s)’m kendisi için
insanlar arasında ilk nasihat edilecek kişi babası idi. Bu nedenle Hz. İbrâhîm
(a.s), babasına öğüt vermekten nasihat etmekten ve Allah’ın azabından
sakmdırmaktan geri durmayıp tebliğinde devam etti.

Hz. İbrâhîm (a.s)’m
babasına olan davetinde, kendisine insanların en yakını olan ve kendisi
hakkında iyilikten başka bİr şey istemeyen anne-babaya saygıda nasıl olması
gerektiğinde her çocuk için olması gerekli bir örneklik vardır.[31]

Çünkü Hz. İbrâhîm
(a.s)’m babasına karşı söylemiş olduğu sözde sert çıkışmıyor, davetini kabul
etmediğinde onu ayıplamıyor ve kınamıyordu. Bunların yanısıra babasına, bütün
edep ve vakarıyla hitap ediyor ve ona en güzel lütuf ifade eden kelimelerle
cevap veriyor ve güzel hal ile hareketlerle işaretlerde bulunuyordu. Babasıyla
olan münakaşasında ve mücadelesinde, zarar veremeyen, görmeyen, işitmeyen ve
sahibine hiçbir fayda sağlamayan taşlardan ve bakırdan yapılmış putlara tapmada
hatalı olduğunu ona en güzel bir şekilde açıklıyordu. Ayrıca babasına, güç
yetiremediğini ve iyilik ile faydayı da birbirinden ayıramadığına dikkat
çekiyordu. Çünkü bu putlar, kendileri hakkında bunları dahi yapamadığına göre,
başkalarından zararı uzaklaştırmaya nasıl güç yetirebilir idi? Veya herhangi
bir şeyi yapmada istenileni yine kendisine tapanlara tahakkuk ettirmeye nasıl
olur da güç yetirebilir idi?!..

İşte Hz. İbrâhîm
(a.s), babasına olan davetini, edebli ve vakarlı olarak hikmetle, güzel öğütlerle
ve nasihatlerle yapmıştır.[32]

Fakat Hz. İbrahim
(a.s)’m babası, oğlunun kendisine hikmetle ve özveriyle yapmış olduğu bu
nasihatleri ve öğütleri kabul etmedi. Hatta Hz. İbrahim (a.s)’m kesin
delillerle ve kati kanıtlarla ileri sürdüğü düşüncelere de itibar etmemiştir.
Bunların aksine sapıklığında ve inadında ısrar etmiştir, ilahlarını ve
tağutlarmı da, kötülükle ve çirkinlikle bahsetmeye başlayınca bu sefer oğlunu
dövmekle ve hatta sözlerine devam ettiği takdirde öldürmekle tehdit etmiştir.

Nitekim Yüce Allah,
Hz. İbrâhîm (a.s) ile babası Azer arasında geçen bu kıssayı Kur’an’da şöyle
anlatmaktadır:

“(Ey Muhammedi
Sana indirdiğimiz) kitap’ta (yani Kur’an’da) İbrahim’e dair (yani babası ila
olan kıssasında müşriklere) anlat. Çünkü o, gerçekten sıddîk (yani dosdoğru)
bir peygamberdir. Hani o babasına: “Ey babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve
sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun? Babacığım! Doğrusu sana
gelmemiş bir ilim (yani vahiy ve Allah bilgisi) bana gelmiştir. Öyleyse (putlara
tapmayı bırakıp) bana tabi olda seni dosdoğru bir yola ileteyim. Babacığım!
(Allah’ı bırakıp ta) şeytana tapma! Çünkü şeytan rahmana (karşı gelerek
emirlerine muhalefet edip ona) isyan etmiştir. Babacığım! Doğrusu Rahman azabı
sana dokunurda şeytanın velisi(doslu) olursun diye korkarım. (Bunun üzerine
babası ona) “Ey İbrâhîm! Sen benim ilahlarımı beğenmiyor musun ha?
Andolsun ki (putlara küfredip hakaret etmek ve onları ayıplamaktan)
vazgeçmezsen, seni taşlarım, uzun bir süre benden ayrıl git!” demişti. ibrahim’de:
“Selâm olsun sana! Senin için Rabbim’den mağfiret dileyeceğim. Zira o,
bana karşı çok lütufkardır.”[33]

Hz. İbrâhîm (a.s),
babası için mağfirette bulunmuştur. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s) duaları arasında
babası için mağfirette bulunacağına dair kendi kendine söz vermişti. Bundan
dolayıda Hz. İbrâhîm (a.s), babası için Rabbinden mağfiret dilemiş ve yine
ondan babasından razı olmasını istemiştir. Zira Hz. İbrâhîm (a.s), Rabbine
şöyle dua etmişti:

“(Ey Rabbim!)
Babamı bağışla. Çünkü o, sapıklığa düşmüş kimselerdendir. “(Şuam: 26/86)[34]

Hz. İbrâhîm (a.s)’ın
babası için yapmış olduğu bu istiğfarı, biç kuşkusuz babasının iman etmesini
arzuladığından dolayı idi. Fakat ne zaman ki babasının şirk ile putlara tapmaya
ısrar ettiği ve Allah’ın dinine bağlananlara düşmanlığı ortaya çıktığında Hz.
İbrâhîm (a.s), babasından uzaklaşmış ve onunla olan ilgisini kesmişti.

Nitekim Yüce Allah,
Hz. İbrâhîm (a.s)’ın bu durumuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

“İbrahim’in
babası için mağfiret dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden dolayı idi.[35]
Allah’ın düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim çok içli
ve yumuşak huylu idi.”[36]

Bu anlatılanlarda;
yüce peygamberlere uymada, onların mükemmel yolu üzere yürümede ve onların
güzel gidişatında, tevhid ve iman ehli için açık dersler ile ibretler vardır.

Buna göre Hz. İbrahim
(a.s), babasından ve Hz. Nûh (a.s)’da oğlundan -Allah’a olan düşmanlıkları ve
kafir oldukları ortaya çıktığında- uzaklaşmıştır, işte bu durum, imanın
kemalindendir. Hz. İbrahim (a.s)’ın babasıyla ve Hz. Nûh (a.s)’m da oğluyla
olan akrabalıkları din kardeşliğinden daha yüce ve daha kutsal değildir. Çünkü
dini yakınlık ile kardeşlik, soy bağlılığı ve kardeşliğinden daha üstündür.

İşte bu anlatılanlar,
Allah’ın peygamberlerinin davetinde rol oynadığı mükemmel örneklerdir. Nitekim
Yüce Allah, Hz. İbrahim (a.s)’in bu durumu ile ilgili olarak şöyle
buyurmaktadır:

“ibrahim ve
onunla beraber olanlarda (yani müminlerde) sizin için uyulacak güzel bir örnek
vardır. Zira hani onlar, kavimlerine: “Biz sizden ve Allah’tan başka
taptıklarınız (ilahlar)dan uzağız. Sizin dininizi kabul etmiyoruz. Üstelik
bizimle sizin aranızda yalnızca Allah ‘a inanmanıza kadar ebedi düşmanlık ve
öfke başgÖstermiştir” dediler. Yalnız ibrahim’in babasına; “Andolsun
ki, senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat sana Allah’tan gelecek herhangi bir
azabı savmaya gücüm yetmez. ” Sözü, bu örneğin dışındadır.”[37]

İşte bu ayeti kerimede, Hz.
İbrâhîm (a.s)’ın imanının sıdk üzere olduğunu gösteren açık bir delil değil
midir? veya Hz. İbrâhîm (a.s)’m babasından uzaklaşmasının sebebi; -iman bağları
yok olduğunda- baba ile oğul arasındaki bağında kopmasının gerçekleşmesi
babasının oğluna karşı açıkça düşmanlığını ilan etmesinden dolayı değil midir?
bunda garipsenecek bir durum söz konusu değildir. Çünkü Hz. İbrâhîm Halil(a.s)
, imanın ve akidenin doğruluğu hususunda en güzel Örnek olan peygamberlerin
atasıdır. işte bütün bunlardan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s), Rahman’m dostu olmaya
hak kazanmıştır. [38]

 

Hz. İbrâhîm (a.s)’in Kavmi Arasında Yetişmesi:

 

Hz. İbrâhîm (a.s),
Babil’de “Nemrut b. Ken’an” ismiyle tanınan ‘tağut’,[39]
zalim ve zorbacı hükümdar olan ve -Allah’ın değilde- kendi görüşüyle insanlara
hükmettiği bozuk bir ortamda yetişmişti.

Nemrut, Babil ülkesini
kendi idaresi altına almıştı. Bu sırada Babil halkı da, şirkin ve putçuluğun
içerisinde yüzmelerinin dışında, bolluk ve genişlik içerisinde yaşayıp, kendi
elleriyle putları yontuyorlar ve daha sonra da Allah’ı bırakıp onları Rabbler
ediniyorlardı.

İşte böyle bir sırada
Nemrut sahip olduğu mülk ve saltanatının havasına kapılıp ve çevresindeki
topluluğunda cehalet içerisinde yüzmesinden istifade ederek Babil’de kendisini
mutlak otoriter olarak görünce kendisini ilah olarak ilan edip insanları
kendisine tapmaya çağırmıştı. Babil halkı ise o sırada putlara tapıyorlardı.

Nemrut’u da bu batıl
davaya sevk eden şey; kavminin işitmeyen, görmeyen, ve kendilerine tapanlara
bir fayda ve zarar sağlayamayan taşlardan ve bakırdan yapılmış putlara
tapmasıydı. Fakat Nemrut ise putların aksine, konuşabiliyor, düşünebiliyor,
meseleleri anlayabiliyor, hissedebiliyor ve herhangi bir şeyin farkına
varabiliyor, iyi olan şeyleri halka çoğaltabiliyor, kötülüğü onlardan
kaldırabiliyordu. O zaman kendisi niçin ilah olmuyordu ki? Çünkü kendisi bu
tapmaya kavminin taptığı putlardan ve Allah’tan başka ilah edindikleri
şeylerden daha layıktı.

İşte Hz. İbrahim
(a.s), böyle bir ortamda yetişmişti. Bundan dolayıda Allah ona, doğru
görüşlülüğü vermiş ve yine onu hidayete erdirmişti. Böylece Hz. İbrâhîm (a.s),
böyle bir ortamda görüşünün İsâbetliliğîyle ve düşüncesinin güçlülüğüyte, Yüce
Allah’ın bir tek olduğunu, doğurmadığını ve birisi taralından da
doğrulmadığını, kainatı hükmü altına aldığını ve alemi idare ettiğini bilmişti.

Yine Hz. İbrâhîm (a.s)
bu ortamda bu putların, kendisine tapanlara ve bu heykellerin, kendisini
yontanlara bir fayda sağlamayacağının farkına varmıştı, işte bütün bunlardan
dolayı Hz. İbrâhîm (a.s), kavmini körlük içerisinde bulunmuş oldukları bu şirk
ile cahiliyetten kurtarmaya karar verdi.

Hz. İbrâhîm (a.s),
Rabbine karşı kalbi imanla dopdolu, Allah’ın kendisine yardım edeceğine dair
vaadine güvenle ve yakînle dolu, Yüce Allah’ın kendisine gayb ve iman hususunda
vahyettiğine inanan bir kimse idi. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s), bunlara rağmen Yüce
Allah’dan basiretim, Allah’ın kudretine yakinen inanmasını ve güvenmesini
artırmasını istemişti. Bundan dolayı da Hz. İbrâhîm (a.s), Rabbinden öldükten
sonra dirilmeye dair olan apaçık mucizesini görmeyi ve öldükten sonra dirilmeyi
yakînen görmeyi istedi. Buna göre Hz. İbrâhîm (a.s), Rabbinden, ölen kimseleri
nasıl dirilteceğini görmeyi talep etti. Bunun üzerine de Rabbi, Hz. İbrâhîm
(a.s)’a şöyle hitap etti:

“Allah
(İbrâhîm)e: “Ey İbrâhîm! Yoksa ölüleri nasıl dirilteceğime) inanmadın
mı?” deyince, İbrâhîm: “Evet! (Senin ölüleri nasıl dirilteceğine hiç
kuşkusuz inandım fakat) kalbim   
(in    bu    konuda)   
mutmain    olmasını    (istedim)” demişti.[40]

Hz. İbrâhîm (a.s)
gerçektende Allah’a iman etmiş ve O’nu doğrulamış bir kimse idi. Fakat Hz.
îbrâhîm (a.s), Allah’ın kudretinin acayipliklerini görmek, kalbinin buna
mutmain olması ve yakîni imanını artırması için bunu apaçık bir şekilde görmeyi
istedi. Yüce Allah da, Hz. İbrâhîm (a.s)’in bu isteğini yerine getirmek üzere
ona; dört çeşit kuş almasını, onları çeşitli parçalara bölüp daha sonrada
onları biraraya getirerek kendisine doğru yöneltip çağırmasını emretti. Bunun
nedeni ise kuşların parçalarının hangisine ait olduğu bilmesi ve onları
yaratanı düşünmesi içindi. Daha sonra Hz. İbrâhîm (a.s), Allah’ın emrettiği
şekilde dört çeşit kuş alıp bunların etlerini ve tüylerini birbirine
karıştıracak şekilde parçalamış, onların bu parçalarını birbirine karıştırmış
ve onların parçalarını çeşitli paylara ayırıp her bir payı bir dağın üzerine
bıraktı. Daha sonra da onları kendisine çağırdı. Kuşlarda -Allah tarafından,
Hz.  ibrâhîm (a.s)’m  bu gelişini görüp şahadet etmesi için uçarak
değilde- koşarak Hz. İbrâhîm (a.s)’a Allah’ın izniyle geldiler.

Her parça kendi
benzeriyle bir araya gelince, parçaların herbiri aslî yerine döndü. Bunun
üzerine kuşlara, derhal Allah tarafından gizlice ruh üflendi. Böylece kuşlar,
Allah’ın izniyle Hz. İbrâhîm (a.s)’a gelmeye güç yetirebildiler. Hz. İbrâhîm
(a.s) ise Yüce Allah’ın yaratma ve istediği an herhangi bir şeyi meydana
getirmesi huşunda apaçık delillerini görmüş oldu. Her şeyden münezzeh olan Yüce
Allah herhangi bir şeyi yapmak istediği zaman o şeye sadece “ol”
deyince, o şey anında oluverir.

Nitekim Yüce Allah,
Hz. İbrâhîm (a.s)’m bu durumuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

“Hani İbrâhîm:
“Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster” demişti.
Allah’da: “(Ey İbrâhîm! Yoksa ölüleri nasıl dirilteceğime) inanmadın
mı?” deyince, İbrâhîm: “Evet! (Senin ölüleri dirilteceğine hiç
kuşkusuz inandım. Fakat) kalbim   
(in    bu    konuda)   
mutmain    olmasını    (isledim)” demişti.[41]

 

Hz. İbrâhîm (a.s)’ın Kavmiyle Tartışması:

 

Hz. İbrâhîm (a.s),
kavmini Allah’a ibadet etmeye çağırmada yumuşak davranan bir kimse idi. Bundan
dolayıda kavmi ve aile halkını putlardan vazgeçip Allah’a ibadet etmeye dönmeyi
hatırlatıyordu. Bunun içinde ilk önce babasını iman etmeye davet etti. Fakat
babası oğlunun davet ettiği ilaha iman etmekten kaçındı. Daha sonrada kavmini
Allah’a iman etmeye çağırdı. Bunun üzerine kavmi, Hz. İbrâhîm (a.s)’in davetine
yanaşmadılar ve onun risâletiyle de alay ettiler.

Fakat Hz. İbrâhîm
(a.s), onların bu yaptıklarına karşı merhameti, yumuşaklığı, iyi davranmayı ve
dikkatli davranmayı elden kaçılmıyordu. Üstelik onları içerisinde bulunmuş
oldukları körlük ve sapıklıkta bırakıp gitmeyi istemedi bile. Aksine onların
içerisinde bulunmuş oldukları bu batıl inançtan onları kurtarmaya karar vermiş
ve her ne kadar onlardan çok eziyet görmüş olsa veya hayatını tehlikeye atmış
olsa bile yine de onları dosdoğru yola döndermeye gayret etmişti.

Hz. İbrâhîm (a.s), görüşü
isabetli olan zeki bir kimse idi. Bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s), kavmine
karşı göstermiş olduğu deliller ile kanıtların, sabah aydınlığı gibi ortaya
çıkacağım biliyordu. Çünkü his ve görme, bir şeyde birleşmediği müddetçe
yeryüzündeki kuraklıkta güzel bir bitki bile bitmez, işte bundan dolayı Hz.
İbrâhîm (a.s), kavmine delillerle görmelerini aydınlatmayı ve kalpleriyle
hislerini birleştirmeyi istedi. Bunu yapmasının sebebi ise, belki onların
içerisinde bulunmuş oldukları sapıklıktan dönmeleri ve yine fayda sağlamayan,
görmeyen ve sahibine hiçbir fayda sağlamayan taşlardan yapılmış putlara
tapmaktan alıkoymayı söylemekle kendiliklerinden hakkı bulabilirler
düşüncesiydi.

Günün birinde Hz.
İbrâhîm (a.s)’ın kavminin büyük bir bayramı vardı. Halk, şehirden çıkıp bayram
yerine gidiyorlardı. Çünkü halk, bu bayram günlerinde kendileri için bir
tescili ve rahatlama buluyordu. Şehirden çıkıp bayram yerine gitmek istedikleri
bir sırada Hz. İbrâhîm (a.s)’ın yakınları da ondan kendilerine arkadaşlık etmek
suretiyle bayram yerine gelmesini istediler. Hz. İbrâhîm (a.s) ise onlarla
arkadaşlık edip bayram yerine gitmekten kaçındı. Halkın bayram yerine gitmesini
fırsat bilen Hz. İbrâhîm (a.s), onlardan bazılarının işitebilecekleri bir
şekilde putlarını kıracağına yemin elti. Buna binaen Hz. İbrâhîm (a.s),
yakınlarına bir hastalık görüntüsü verdi. Halbuki Hz. İbrâhîm (a.s)   da 
bir  hastalık  yoktu.  
Fakat  Hz.   İbrâhîm 
(a.s)’daki hastalık onların putlara tapmasından kaynaklanan iğrençlikten
kaynaklanmaktaydı. Bu sebeple yakınları bulaşıcı bir hastalık korkusuyla ondan
uzaklaştılar. Bunun üzerine Hz. İbrahim (a.s). geride kalanlara seslenerek:

“- Allah’a yemin ederim
ki! Siz arkanıza dönüp gittikten sonra putlarımıza tuzak kuracağım” dedi.
Gericle kalanlar, Hz. İbrâhîm (a.s) ise putlarla başbaşa kalmıştı. Hemen
puthaneye gidip putları eliyle tokatlamaya ve ayağıyla da tekmelemeye başladı.
Daha sonra da eline bir balta alıp onların üzerine vurarak  kırıyordu.  
Ta  ki  putlar,  
kırılmış  küçük   parçalar oluncaya kadar, Hz. İbrahim (a.s),
kırılan bu parçalan, sağa-sola yaydı. Büyük putu kırmayıp onu sağlam bıraktı.
Bunun nedeni ise; sağlam bıraktığı bu pul ile onlara karşı putlarını küçük
düşürmek. Allah’ın hak dinine yardım etmek, onların kırılmaya ve horlamaya
layık olan putlarına tapmalarının bâtıl bir 
yol olduğunu  göstermek  amacıyla 
idi.  Bunun üzerine baltayı da
sağlam bıraktığı büyük puiun boynuna bağlayıp astı. Zira putları balta ile
kırıp parçalamıştı. [42]

 

Kavminin Bayramdan Dönüşü:

 

Kavminin bir kısmı
bayramdan dönüp -adetleri üzere-direkt puthaneye doğru yürüyüp gittiler. Bu
davranış, onların, putlara sevgi ‘ve yakınlıklarını göstermek ve onlara itaati
tukdim etmek içindi. Önden gidenler puthaneye vardıklarında gördükleri korkunç
haller karşısında şaşkına döndüler ve dehşete düştüler. Çünkü onlar, tapmış
oldukları ilahlarını birikinti halinde kırılmış ve ufalmış bir vaziyette
görmüşlerdi. Bunun üzerine olayın dehşetinden puthanenin etrafına koşuşturup
putların içine düşmüş oldukları zilleti ve küçüklüğü arkadan gelenlere haber
verdiler. Neye uğradığım şaşıran   
halk,    lopiu    bir   
şekilde    bağırmaya    başladılar.

Seslerinden     dolayı    
neredeyse     yeryüzünün     bir    
kısmı sallanacaktı. Daha sonra kendilerine gelen halk:

“İlahlarımıza
bunu kim yaptı? Doğru (bunu yapan) zalimlerdendir.” (Enbiyâ: 21/59)

Kısa bir müddet sonra
hepsi susmuştu. Halk kırılmış, ufalmış ve param parça olmuş bu ilahlarının
önünde korku ve şaşkınlık içerisindeydiler. Ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Tam
bu sırada halkın arasından bir ses; Hz. İbrâhîm (a.s)’m putlara dair olan
vadini onlara şöyle anlattı:

“İbrâhîm denilen
bir gencin, onları diline doladığını işitmiştih.” (Enbiyâ: 21-60)

Yani bu putları
paramparça edenin İbrâhîm olması gerek, dedi. Bunun üzerine halk, Hz. İbrâhîm
(a.s)’i, eliyle yaptıklarına bir ceza olarak’en şiddetli cezayla cezalandırmaya
kadar verdiler. Hz. İbrâhîm (a.s)’i en şiddetli bir şekilde cezalandırmalarının
sebebi; buna bir daha teşebbüs edenlere bir ibret olması içindi. Bu sebeple Hz.
İbrâhîm (a.s)’in putlar hakkında söylediklerini ispatlamak için onun insanların
gözü önüne getirilmesini istediler. Bunun üzerine Hz. îbrâhîm (a.s), insanların
gözü önüne getirilerek onun bu sözlerine ve yaptıklarına karşılık, cezaların en
şiddetli olanını ona gerekli gördüler.

Şüphesiz ki halkın
büyük bir yerde toplaması Hz. İbrâhîm (a.s)’rn işine yarar. Çünka Hz. İbrâhîm
(a.s) böylece onların inandıkları putların bozgunculuğunu delillerle onlara
gösterebilecekti. Hz. İbrâhîm (a.s)’m cezalandırılacağı yere, topluluklar
geliyor ve gelenler git gide çoğalıyordu. Hz. ibrâhîm (a.s)’ın olayına rağbet
edenlerin hepsi; Hz. İbrâhîm (a.s)’dan intikam almaya susamış aç köpekler gibi
sadece kendi arzularını yerine getirmek için onun akıbetini cezalandınlışını
görmek istiyorlardı.

Daha sonra Hz. İbrâhîm
(a.s)’i bu kalabalık topluluğun ortasına getirdiler ve onu deliller ve şahitler
karşısında yargılamaya başladılar. [43]

 

Hz. İbrâhîm (a.s)’ın Yargılanması:

 

Halk, Hz. İbrâhîm
(a.s)’ı yargılamaya başladı. Bu sırada Hz. İbrâhîm (a.s)’ın vereceği cevabı
işitmek ve onun sorgulanmasını görmek isteyen kimseler oraya toplanmıştı. Hz.
İbrâhîm (a.s)’a sorulan ilk soru “Ey İbrâhîm! Bunu ilahlarımıza sen mi
yaptın?”(Enbiyâ: 21/62) sorusuydu.

Halbuki Hz. İbrâhîm
(a.s), hikmet sahibi dahi bir kimse idi. Her ne kadar sonuç belli ise de onlara
maksadını açıklamak ve risaletini tebliğ etmek için tartışmayı başka bir yere
çekti. Bunun içinde ilk Önce -belki de dosdoğru yola dönerler diye- delilini
onlara devamlı kılmak için onların yÖnel em ivecekleri bir cevaba hikmetli bir
yola çekerek şöyle dedi: “Belki de o işi şu büyükleri yapmıştır.
Konuşabiliyorlarsa, onlara sorun.” (Enbiyâ: 21/63)

Hz. İbrâhîm (a.s), bu
kesin delilini, onları gaflet uykusundan uyandıracak ve baygınlıktan ayıltacak
şekilde onların yüzlerine vururcasma çarptı. Bunun üzerine onlar, kendi
kendilerine yönelerek kendi nefislerini kınamaya başlayarak şöyle diyorlardı:
“(Kendi nefislerini kınayarak) haksız olanlar sizsiniz siz.”(Enbiya:
22/64) “Sizler ilahlarınızı korumasız ve gözetleyicisi olmaksızın
puthanede yalnız başlarına bıraktınız. Siz böyle yapınca, onlara inanmayan bir
kimse de gelip ilahlarımızı parçalayıp ufaltmış. O putperest topluluk Hz.
İbrâhîm (a.s)’in bu sözleri karşısında müthiş bir şaşkınlığa düştü. Dilleri
tutuldu ve düşünceli bir vaziyette başlarını önleri eğip sustular. Daha sonra
da Hz. İbrâhîm (a.s) ile konuşmaya yönelerek ona:   “Bunların konuşmayacağım

andolsun ki sende
bilirsin. “(Enbiyâ: 21/65) Yani Ey İbrâhîm! Bu ilahlarımızın soruya cevap
vermeyeceklerini, sözü işitmeyeceklerini sende bilirsin! ilahlarımız, sağır ve
cansız birer taş parçaları oldukları halde nasıl olurda bizim onlara
kendilerini kimin kırdığına dair soru sormamızı istersin” dediler.

Böylece o
putperestler, ilahlarının acizliğini ve onların kendi etraflarında olup biteni
bilme hususundaki eksikliğini ve Hz. İbrâhîm (a.s)’ın sözüne karşılık
ilahlarının güç ve kuvvetten yoksun olduğunu kabul ettiler.

Sonunda Hz. İbrâhîm
(a.s), azgınların hilesini ve tuzağım güzel bir biçimde boşa çıkarmış oldu.
Vaktaki Hz. İbrâhîm (a.s), apaçık delili ortaya çıktığında onları, bu aklı
selim düşünceye sarılmalarını sağlamak için şahane bir fırsat yakalamıştı. Zira
Hz. İbrâhîm (a.s), hakkı ortaya koyduktan ve o hakkı gündüzün öğle vak^indeki
güneşin parlaklığı gibi ortaya çıkardıktan sonra onların cehâletliklerini güzel
bir üslupla yüzlerine vurmaya ve batıl üzere sebat göstermelerini kınamaya
şöyle başladı: “O halde, Allah ‘ı bırakıpta size hiçbir fayda ve zarar
veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de, Allah’ı bırakıp
taptıklarınıza da yazıklar olsun! Akletmiyor musunuz?”(Enbiyâ: 21/66-67)

O putperestler böylece
savunmuş oldukları düşüncede mağlup olunca, durumlarının ortaya çıkmasından
korktular. Artık kendileri için ilahları hakkında Hz. İbrâhîm (a.s)’m delillerini
inkar edip galebe çalacakları bir delilleri ve kanıtları kalmadı. Tağuti
sistemlerde olduğu gibi tağut konumunda bulunan kimselerde zor durumda
kaldıklarını görünce aynen burada olduğu gibi hareket ederler. Çünkü bu yöntem,
beşeri sistemlerde hiç değişmeyen bir yöntemdir, işte o putperestlerde Hz.
İbrâhîm (a.s)’m sözleri karşısında uğradıkları yenilgilerini örtbas etmek ve
batıl yolda olduklarını gizlemek suretiyle Hz. İbrâhîm (a.s)’a karşı güç ve
kuvvete sarılıp şöyle dediler: “Bir şey yapacaksanız, onu ateşte
yakında   .-ilahlarınıza yardım
edin.” (Enbiyâ: 21/68) [44]

 

Hz. İbrâhîm (a.s)’in Ateşe Atılması:

 

O putperestler, Hz.
İbrâhîm (a.s)’ı -ilahlarını paramparça ettiğinden dolayı- bir ceza olarak onu
yakmayı istediler. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s)’i nasıl yakacaklardı? Sonunda onu
kızgın bir ateşe atmaya gerek duydular. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s), ilahlarına
hürmette saygısızlıkta aşırı gittiğinden ve haberleri olmadığı bir sırada
ilahlarını paramparça ettiğinden göğüslerinde tutuşmuş kinlerini alevlendirmelerinden
dolayı ona karşı bir tepkileri oluşmuştu. Göğüslerinde tutuşmuş bu kinlerini
ancak onu ateşte yakmakla söndürebilirlerdi. Bunun içinde onu yakmaya karar
verdiler.

Bunun üzerine halk,
sağdan-soldan ve ordan-burdan odun toplamaya başladılar. Bunu, ilahlarına bir
yakınlık ve taptıklarına bir iyilik olsun diye yapıyorlardı. Bu odun toplama
işine bütün putperest halk katılıyordu.

Hatta hasta olan kadın
bile “iyileştiği takdirde İbrahim’in ateşte yanması için mutlaka odun
toplayacağına” dair adakta bulunuyordu. Direklere varıncaya kadar odun
toplamaya devam ettiler. Neredeyse topladıkları odunlar, Hz. İbrâhîm (a.s)’in
yakılacağı yerin alanını daraltmıştı. Odun toplama işi sona erdiğinde ateşi
yaktılar. Bunun üzerine ateş tutuştu ve alevlendi. Ateşin alevi, semaya doğru
yükseldi ve ışıkları etrafa yayıldı. Daha sonra da Hz. İbrâhîm (a.s)’i bağlayıp
ateşin içerisine mancınıkla attılar. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s), Allah’ın gözetimi
ve koruması altındaydı. Bundan dolayı da Hz. İbrâhîm (a.s), ateşin içerisine düştüğünde
ateş onu yakmadı.  Sadece kendisini
bağladıkları ip yandı.  O sırada şöyle
bir Rabbani ses geldi:  “Ey ateş!
İbrahim’e serin ve zararsız ol”(Enbiyâ: 21/69)

Yüce Allah’ın kulu ve
peygamberi olan Hz. İbrâhîm Halilullah(a.s)’ı korumasındaki büyük mucizesi
böylece ortaya çıkmış oldu. Üstelik onların Hz. İbrâhîm (a.s)’a karşı kurmuş
oldukları tuzaklarını tam zamanında geri çevirmişti. Şöyle ki:
“(Müşrikler) İbrahim’e karşı bir tuzak kurmak istediler. Fakat Biz onları
(n bu tuzaklarını başa çıkarmakla onları) hüsrana uğratık.” (Enbiyâ:
21/70)

Hz. İbrâhîm (a.s)’m
kavmiyle olan kıssasının anlatıldığı bu ayeti kerimeler, Enbiyâ Sûresinde
topluca şöyle geçmektedir:

“Andolsun ki
(peygamberliğinden) önce İbrahim’e doğru görüşlülüğü verdik. Biz onu (n buna
ehil olduğunu) biliyorduk. Hani o’ babasına ve kavmine: “Atalarımızı
bunlara tapar bulduk” demişlerdi. (Bunun üzerine İbrâhîm onlara:)
“Andolsun ki sizlerde atalarınızda apaçık bir sapıklık
içerisindesiniz” deyince, (onlar:) “Sen bize gerçeği mi getirdin?
Yoksa bizimle eğleniyor musun?” dediler. O da: “Hayır! Rabbiniz,
göklerin ve yerin Rabbidir ki onları da o yaratmıştır. Ve ben buna şahitlik
edenlerdenim. Allah’a yemin ederim, ki, siz dönüp (bayram, yerine) gittikten
sonra putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım” dedi. Derken kendisine
(başvurup bu putları puthaneye geldiklerinde gördükleri manzara karşısında)
“Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Doğrusu o (bunu yaptığından dolayı)
zalimlerdendir” dediler. (İbrahim’in putlarına karşı bir tuzak hazırlanacağına
dair yemin ettiğini işiten kimseler) “İbrâhîm denilen bir gencin onları
(kıracağını) diline doladığını işitmiştik” dediler. (Emretmek yetkisini
ellerinde bulunduranlar:) “O halde onu (yargılamak için) halkın gözü önüne
getirin. Belki (ondan işitilen sözleri söyleyerek onun aleyhine) şahitlik
ederler” dediler. (Bunun üzerine İbrahim’i halkın önüne getirip ona!)

“Ey İbrahim!
İlahlarımıza hu işi sen mi yaptın?” dediler. O da (Kırmaksızın bıraktığı
putu kastederek:) “O işi şu büyükleri yapmıştır. Konuşabüiyorlarsa onlara
(yani kırılan putlara) sorun” dedi. Bunun üzerine kendi nefislerine dönüp
“haksız olanlar, sizsiniz siz” dediler. Sonra da eski kafalarına
(yani batıl davalarına) döndüler ve ona: “Bunların konuşamayacağını
andolsun ki sende bilirsin ” dediler. O da: “O halde Allah’ı
bırakıpta (kendilerine taptığınız takdirde) size hiçbir fayda (tapmayacak
olursanız da) zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de Allah
‘ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Akletmiyor musunuz?” dedi.
Onlar da (halka hitaben:) “Bir şey yapacaksanız, onu (ateşte) yakın da
ilahlarınıza yardım edin ” dediler. Biz de (onların bu tuzaklarına karşı
ateşe:) “Ey Ateş! İbrâhîm. ‘e serin ve zararsız ol” dedik. (Onlar)
İbrahim ‘e karşı (onu yakmakla) tuzak kurmak istediler. Fakat Biz de onları (n
bu tuzaklarını boşa çıkarmakla onları) hüsrana uğrattık.”[45]

 

Hz. İbrâhîm (a.s)’ın Evlenmesi:

 

Hz. İbrâhîm (a.s),
büyüyüp gençlik çağına gelince “Sare” denilen bir kadınla evlendi.
Sare’nin, yanısıra Hz. İsmâîl(a.s)’m annesi olan “Hacer” ile
evlenmiştir.

Daha sonra Yüce Allah,
yaşlî olmasına rağmen Hz. İbrâhîm (a.s)’a Sare’den “İshâk” adında bir
çocuk verdi. Bu da, küfürlerinden ve ahlaksızlıklarından ötürü kendilerini
helak edip yurtlarını harap etmek için Lût kavminin beldesine giderken Hz.
İbrâhîm (a. s)’a uğrayıp geçen melekler tarafından verilmişti. Bu müjdeyi perde
arkasından işiten Sare’nin yüzü birden bire değişerek:

– “Vay başıma
gelenlere! Ben bir kocakarı kocamda ihtiyar olmuşken nasıl doğurabilirim?
Doğrusu bu, şaşılacak bir şey ” dedi. (Hûd: 11/72)

Sare’nin bu sözüne
karşılık melekler:

“Ey evin hanımı!
Allah’ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olmuşken nasıl Allah’ın işine
şaşarsın? O, övülmeye layıktır, yücelerin yücesidir” dediler.

Yüce Allah, yaşlı
olmasına rağmen Hz. İbrâhîm (a.s)’a Sare’den böylece bir oğlan çocuğu verdi.
İşte bu, Yüce Allah’ın kudretine ve Hz. İbrâhîm (a.s)’m duasını kabul ettiğine
dair bir delildir. Zira Hz. îbrâhîm (a.s), kendisinin etmiş olduğu duayı kabul
eden Allah’a şöyle hamdetmişti:

“İhtiyarlamışken,
bana İsmâîl ve İshâk’ı veren Allah’a hamdolsun. Doğrusu Rabbim, (kendisine
özveriyle yapılan) duaları işitendir.”[46]

Hz. İbrâhîm (a.s).
babası[47] ve
karısıyla birlikte Keldânilerin ülkesinden çıkıp Ken’ anlıların ülkesine hicret
etti. Burası, mukaddes şehirlerdendir. Muhacirler, buraya yakın
“Harran” adında bir yere yerleştiler. Hz. İbrâhîm (a.s)’m babası
burada vefat etti. Vefat ettiğinde 250 yaşındaydı. Harran halkı, yedi yıldıza
tapmaktaydılar. Bundan dolayı onlar, “Sâbiiler”den[48]
idiler. Onlar arasında da puta tapıcılık yıldızlara tapma zamanla yayılmıştı.

îbn Kesîr,
“el-Bidâye ve’n-Nihâye” adlı tarih kitabında bu konuyla ilgili olarak
şöyle der:

“Şam şehrini imar
edenlerde bu dine (yani Sabiilik dinine) mensuptular. Buranın halkı, ibadet
ederken Kuzey Kutbuna yönelir, çeşitli dua ve hareketlerle yedi yıldıza
taparlardı. Bu nedenledir ki, Şam’ın yedi eski kapısından herbirinin üstünde bu
yıldızlardan birinin heykeli bulunurdu. Halk, bu yıldızlar için bayram ve
şenlikler tertipler ve kurbanlar keserlerdi. Harran halkıda işte bu şekilde
putlara ve yıldızlara tapıyorlardı. O sırada yeryüzü üzerinde Hz. İbrâhîm
(a.s), hanımı Sare ve kardeşinin oğlu Hz. Lût (a.s) dışında bulunanların hepsi
kafir idiler.

Yüce Allah da Hz.
İbrâhîm (a.s)’ı; (kesin hüccetle ve kati delillerle Peygamber olarak
gönderdiğinden dolayı) ondan bu kötülükleri giderdi ve onların bu
sapıklıklarını da ondan uzaklaştırdı. Çünkü Cenab-ı Allah    küçüklüğünde ona dosdoğru görüşü (veya
hidayeti) vermiş ve onu peygaber olarak görevlendirmişti. Büyüdüğünde ise onu
dost edinmişti.

Nitekim Yüce Allah, bu
konuda şöyle buyurmaktadır:

“Andolsun ki
(peygamberliğinden) önce İbrahim’e dosdoğru görüşü (veya hidayeti) verdik. Biz
onu (n buna ehil olduğunu) biliyorduk. ” (Enbiyâ: 21/51)”[49]

 

Hz. İbrâhîm Halil(a.s)’ın Nemrut İle Olan Tartışması:

 

Hz. İbrâhîm (a.s)
çetin ve zor bir dönemde yaşamıştı. Hz. İbrâhîm (a.s)’ın yaşadığı dönemdeki
insanlar, şirk ve sapıklık içerisindeydiler. Hz. İbrâhîm (a.s) zamanında
kendisinin Rabb olduğunu iddia eden ve şanı yüce olan Allah’ın büyüklüğü ile
hakimiyeti konusunda tartışan zorbacı, zalim ve tağut (azgın) bir melik ortaya
çıkmıştı.

Bu melik, kendisinin
Allah’tan başka bir ilah olduğunu iddia etmişti. İşte bu zorbacı melik,
“Nemrut b. Ken’an” adında birisiydi. Nemrut, dört dünya meliğinden
birisiydi. -Anlatıldığı üzere- dünyada melikler dört taneydi. Bunların ikisi
mümin, ikisi de kafirdir. Mümin olanlar: -Kur’an’in Kehf Sûresinde (83-98
arası) anlattığı üzere- Zulkarneyn(a.s) ile Hz. Süleyman 6. Davûd(a.s), kafir
olanlar ise, Nemrut ile Buhtu’n-NasrI[50]dır.
Bunların dışında kalanlara gelince ise onlar, dünya meliki olmayıp sadece bir
şehrin meliki veya dünyada birçok şehrin meliki idiler. Örneğin: Firavun gibi.
Firavun sadece Mısır ülkesinin melikiydi.[51]

Tarihçilerin
naklettiğine göre; Nemrut’un melikliği 400 sene sürmüştür. Nemrut bu süre
zarfında haddi aşmış, böbürlenmiş, zalimce davranmış ve Rabb olduğunu iddia
etmişti. İşte bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s) onunla tartışmış, akimin
kıtlığını ortaya koymuş delillerini boşa çıkarmış ve kuvvetli kanıtlarla onu
susturmuştu.

Hz. İbrâhîm (a.s)’m
Nemrut ile olan ilk tartışması, Hz. İbrâhîm (a.s)’m Nemrut’un huzuruna
girdiğinde Nemrut ona:

– Ey İbrâhîm! Rabbin
kimdir? Senin, benden başka Rabbin var mıdır? 
Şeklinde  sorduğu soru ile
gerçekleşmiştir.   Hz. İbrâhîm (a.s) ise
ona akli ve imani bir sözle cevap verdi:

– “Rabbim
dirilten ve öldürendir” (Bakara: 2/258) yani doğrusu o Allah, insanı
yokluktan var eden, sonra da onu öldüren ve sonra da onu tekrar dirilten
büyük  bir ilahtır. Bundan dolayı o
Allah, her şeye kadirdir. Öldürme ve diriltme, Allah’ın kudretindeki
görüntülerden yalnız bize görünen bir görüntüdür.

Hz. İbrâhîm (a.s)’m bu
sözlerine karşılık akılsız ve ahmak Nemrut alaycı bir şekilde Hz. İbrâhîm
(a.s)’a gülerek:

– “Bende diriltir
ve öldürürüm” (Bakara: 2/258) yani bende senin ilahının yaptığım yapmaya
güç yetiririm, diye karşılık verdi. Hz. İbrâhîm (a.s) ise ona:

– Nasıl diye sordu.
Nemrut’ta:

  Bekle de gör, dedi ve hemen kapıdaki
nöbetçiyi çağırıp ona:

  Git! Ve bana zindandan iki adam getir,
dedi.  Bunun üzerine nöbetçi zindana
giderek öldürülmelerine dair idam kararı verilmiş iki adamı alıp hemen
Nemrut’un yanma getirdi:

Nemrut cellada;
birisinin boynunu vurmasını emretti. O da öldürülmesi emredilenin boynunu vurdu
ve adam öldü. Bunun üzerine Nemrut Hz. İbrâhîm (a.s):a:

– İşte bunu Öldürdüm,
dedi. Nemrut sağ kalan diğerinin ise serbest 
bırakılmasını   emretti.   Bunun 
üzerine  ikinci   adam serbest bırakıldı. Nemrut Hz. İbrâhîm
(a.s)’a:

– İşte bunu da
dirilttim, dedi.

İşte bu tartışma
Nemrut’un zayıflığı ve ahmaklığı ile böyle neticelendi. Çünkü Nemrut, diriltme
ve öldürme suretiyle gücünü ve kudretini açığa vurmak istedi. Halbuki bu iki
özellik, Allah’ın kudretinin Özelliklerinden ve onun ezeli sıfatlarındandır.

Nemrut’un zindandan
getirttiği adamlardan birisini idam edip öldürmesi ve diğerini ise affedip
diriltmesi, onun bu yolla zayıflığını ve küçüklüğünü ortaya koymaktadır. İşte
bu cahilliğin ve geri kafalılığın zirvesidir.

Hz. İbrâhîm (a.s),
Nemrut’un küçüklüğünü, aklmm kıtlığını ve düşüncesindeki geri kafalılığı
görünce onunla, inatçılığın ve tartışmanın mümkün olamayacağı başka bir delile
geçti. Çünkü bu delil, müstekbirlerin sırtını yere vuran ve her inatçının
ağzına gem vuran kesin bir delildir. Bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s) Nemrut’a
şöyle diyor:

   “Şüphesiz Allah,  güneşi doğudan getiriyor.   Haydi (bakalım) sende onu batıdan
getirsene!” (Bakara: 2/258)

İşte buradaki Hz.
İbrâhîm (a.s)’m delili, mücadeleye ve büyüklenmeye fayda sağlamayan keskin bir
delildir. Çünkü bu delil, apaçık bir delil olup Hz. İbrâhîm (a.s), bununla
Nemrut’a şöyle demekteydi: Eğer sen iddia ettiğin gibi dirilten ve öldüren bir
kimse, dilediği her şeyi yapan ve hiçbir engelle karşılaşmayan ve hiçbir güç
tarafından da mağlup edilemeyen aksine her şeyi emri ve hakimiyeti altına alan
bir ilah isen, haydi bu işi yap bakalım! Yapamazsın. Demek ki iddia ettiğin
gibi biri değilsin. Sen ve herkes pekala biliyorsunuz ki, sen bu işin
üstesinden gelemezsin. Bırak bu ilahlık işini. Çünkü sen bir sivrisineği bile
yaratmaktan veya ona galip  gelmekten
acizsin!…

Hz. İbrâhîm (a.s)
burada tartışmayı sona erdirdi ve küfredeni, şaşırıp dona bıraktı. Çünkü Hz.
İbrâhîm (a.s) onun sapıklığını, cahilliğini, yalan iddiada bulunduğunu, tuttuğu
yolun yanlışlığını bu iddialarıyla cahil kavmi yanında üstünlük tasladığını
ortaya çıkardı.

Nitekim Yüce Allah,
Hz. İbrâhîm (a.s) ile Nemrut arasında geçen bu tartışmayı şöyle anlatmaktadır:

“(Ey Muhammed)
Allah kendisine hükümranlık verdi diye İbrâhîm ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin
mi? Hani İbrâhîm ona: “Rabbim dirilten ve öldürendir” demişti. O da
“Ben de diriltir ve öldürürüm” demişti. Bunun üzerine İbrâhîm, ona
“Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir! Haydi bakalım sen de onu batıdan
getirsem!” demişti. Küfreden (İbrahim’in bu davranışı karşısında) şaşırıp
kaldı. Allah zalimler topluluğunu doğru yola (yani hidayete) eriştirmez,”[52]

İşte hakkın sesi,
güçlü bir şekilde böyle ortaya çıktı. Batılın sesi ise hak karşısında gizlenip
böyle kala kaldı. Yani hak böyle ortaya çıkmış, batıl ise sözü ağzında
geveleyip durmuş.

Süddî’nin anlattığına göre,
bu tartışma ateşten çıktığı gün Hz. İbrâhîm (a.s) ile Nemnit-arasmda geçmiştir.
Çünkü o güne kadar ikisi bir araya gelmiş değildi. O gün ikisi biraraya gelerek
tartışmışlardı. [53]

 

Hz. İbrâhîm (a.s)’in Mısır’a Hicret Etmesi:

 

Kıtlık ve kuraklık
bütün Şam bölgesindeki ve Filistin’deki şehirleri kaplamıştı. Bunun üzerine Hz.
İbrâhîm (a.s), Mısır’a hicret etti.

Mısır yolculuğu
sırasında ona, karısı Sare arkadaşlık etmişti. Sare övülecek bir güzelliğe
sahipti.

İşte Hz. İbrâhîm
(a.s), beraberinde hanımı Sare olduğu halde Mısır’a girdi. Bunlar Mısır’a
girdiği sırada şehrin giriş kapısında bulunan görevli adamlardan birisi
Sare’nin bu güzelliğini görünce, onun güzelliğini hemen gidip Mısır kralına haber
verdi.

Mısır şehrinin bu
kralı, zorbacı ve zalim bir kimseydi. Bu kral, Amâlikalı olan Arap krallarından
birisiydi, ismi Sinan b. Ulvan idi. Bu zâlim ve tağut kralın adetlerinden
birisi de, bir adamın yanında güzel bir kadının bulunduğunu işittiğinde o
kadını, o adamdan zorla almasıydı.

Hz. İbrâhîm (a.s)’da
Mısır ülkesinde konaklayınca bu zalim kral, Hz. İbrâhîm (a.s)’ın hanımı olan
Sare’ye zulmetmeyi yani sarkıntılık etmeyi ve onu kendisine ayırmayı istedi.
Bunun üzerine Hz. İbrâhîm (a.s)’ı yanına çağırtıp ona, Sare ile olan akrabalık
bağını sordu. Hz. İbrâhîm (a.s), (Sare hakkında “benim hanımımdır”
diyecek olursa onun yüzünden kendisinin öldürüleceğinden çekindiğinden dolayı)
“O kızkardeşimdir” dedi. Hz. İbrâhîm (a.s) bu sözüyle din
kardeşliğini kastetmiştir. Çünkü müminler ancak birbirleriyle
kardeştir.(Hucurât: 49/10)

Kral, Hz. İbrâhîm
(a.s); Sâre’yi kendisine göndermesini emretti. Bunun üzerine Hz. İbrâhîm (a.s),
hemen kralın huzurunda çıkıp Sare’nin yanma gelerek ona:

  Bu zorba senin, “benim hanımım”
olduğunu öğrenirse, senin   için   bana  
galebe   çalar.   Eğer  
sana   (benim   neyin olduğumu)  soracak 
olursa,  “kızkardeşinı  olduğunu 
söyle!” Çünkü   sen,   zaten 
“İslami  yönden   (din)  
kardeşimsin.   Bu yeryüzünde (yani
Mısır ülkesinde) senden ve benden başka bir mümin bilmiyorum.” dedi.

Kral, (adam
göndererek) Sare’yi yanma getirtti. Sare’de geldi. (Sare’nin gidişinin
akabinde) Hz. İbrâhîm (a.s), hemen namaza durdu.

Sare, kralın yanma
girince kral (onu ayakta karşıladı. Fakat elini ona uzatamadı. Eli şiddetli bir
şekilde tutulu kaldı. Artık ayaklarıyla tepinmeye başlamıştı. Sare’ye:

– “Elimi  salması 
için  Allah’a dua et!  Sana bir zarar vermeyeceğim!” dedi.
Sare’de Allah’a dua etti. Bunun üzerine kralın eli -eskisi gibi- serbest bırakıldı.
Ama kral, ikinci defa tekrar Sare’ye sataşmak istedi.  Fakat eli Önceki gibi veya ondan daha
şiddetli bir şekilde tutuldu. Sare’ye:

– “Elimi  salması 
için Allah’a dua et!   Sana bir
zarar vermiyeceğim!” dedi. Sare’de Allah’a dua etti. Bunun üzerine kralın
eli -eskisi gibi- serbest bırakıldı. (Ama kral normal hale dönüp) tekrar
Sare’ye sataşmak istedi. Kralın eli, önceki iki seferden daha şiddetli bir
şekilde tutuldu. Sare’ye:

– “Elimi  salması 
için Allah’a dua et!  Sana bir
zarar vermeyeceğim!” dedi. Sare’de Allah’a duâ etti. Bunun üzerine kralın
eli -eskisi gibi- serbest bırakıldı. Kral,” kadını getiren adamı çağırıp
ona:

  “Sen bana insan değil, bir şeytan
getirmişsin!  Bunu ülkemden hemen
çıkar!” diye emir verdi.

Kral, (Sare’de gördüğü
bu hallerden dolayı) ona “Hacer” adında bir cariyeyi hediye olarak
verdi. Bunun üzerine Sare Hz. İbrâhîm (a.s)’m yanma geldi. O sırada Hz. İbrâhîm
(a.s), namaz kılıyor (ve hanımım zalim kraldan kurtarması için dua ediyordu.)
Sare’nin geldiğini hissedince namazını bitirip ona eliyle işaret ederek:

– “Nasılsın? Ne
haber?” dedi. Sare’de:

– “(Hayırdan
başka bir şey yoktur) Allah tam zamanında kafirlerin hilesini geri çevirdi.
(Yani bana zarar vermek için uzattığı eli, Allah tararından tutula kaldı) ve
(kral) bana da “Hacer” adında bir cariyeyi hediye olarak verdi”
dedi.

(Hadisi anlatan) Ebu
Hureyre (r.a): “Ey gök suyunun oğulları! (Yani ey gök suyu ile istifade
eden kimseler!) Bu kadm (yani Hacer, sizin annenizdir), Allah onu her türlü
kötülükten ve Hz. İbrâhîm Halil(a.s) bir ikram olarak (kralın zulmünden)
korunmuştur” dedi.[54]

 

Hz. İsmâîl (a.s)’ın Doğumu:

 

Hz, İbrahim (a.s),
beraberinde hanımı Sâre ve onun cariyesi olan Hacer ile birlikte Mısır’dan
Filistin’e hicret etti.

Sâre, çocuğu olmayan
kısır bir kadındı. Kocasına bir erkek çocuğu veremediğinden dolayı devamlı
olarak üzülüyordu. Çünkü o, yetmiş yaşma varmıştı. Artık ihtiyar bir kimse
olmuştu. Bundan dolayı cariyesi Hacer’i Hz. İbrâhîm (a.s)’a hediye ettikten
sonra kocasının, onunla evlenmesini istedi. Böylece Sare;

– “Belki Allah
İbrahim’e cariyeden ikisininde hayatını aydınlatan bir erkek çocuk verir de,
hayatın zorluğunu yüklenmede babasına yardımcı olur” diye düşünüyordu.

Hz. İbrâhîm (a.s),
hanımının bu görüşünü kabul edip onun isteğine boyun eğdi. Daha sonra da Hz. İbrahim
(a.s), Hacer ile evlendi. Hacer, Hz. İbrâhîm (a.s)’e zeki ve akıllı bir erkek
çocuğu doğurdu. O da Hz. İsmâîl(a.s)’dır. Peygamberlerin sonuncusu olan Hz.
Muhammed b. Abdullah (sav)’de onun soyundandır. Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)’a
yaşlı olmasına rağmen bu çocuğu verdi. Bundan sonra da Hz. İbrâhîm (a.s)’ın
kendisi de toparlanıp gayrete geldi. Hz. İbrâhîm (a.s) bu sırada 86 yaşma
ulaşmıştı. Belki Sare, sevinçle Hz. İbrâhîm (a.s)’a ortak olabilirdi. Fakat
kıskançlığını kalbindeki sessizliğe gömemedi.

Aksine üzüntü ve keder
kasırgalarından çoğu ona doğru esti. Gece uykusu ve sükunetlik, kendisine haram
oldu. Sabahladığında çocuğa bakmaya dahi güç yetiremiyordu. Hacer’i bile
görmeye tahammül edemiyordu. Böylece hastalıklı kalbi için bir şifa bulamadı.
Ancak Hz. İbrâhîm (a.s)’ın Hacer’i ve çocuğunu evinden uzaklaştırması ve
Hacer’in, gözünün önünden uzak kalmasıyla şifa bulabilirdi, işte bu durum,
Allah’ın hikmetindendi. Çünkü Allah, onun böyle yapmasını diliyordu.

Allah, Hz. İbrâhîm
(a.s)’a karısının emrine itaat etmesini vahyetti. Böylece Hz. İbrâhîm (a.s),
karısının ricasını kabul etti.

Bunun üzerine Hz.
İbrâhîm (a.s), Hacer ve oğlu İsmâîl’i alıp Mekke’nin büyük kayaları olan
dağlara varıncaya kadar sahraları ve ıssız çölleri yürüyerek geçip gitti.
Nihayet buraya vardıklarında Hz. İbrâhîm (a.s), karısını ve oğlunu beraber
oturacak ve konuşup arkadaşlık edecek birileri olmadığı halde bu ıssız çöl
yerinde bıraktı. O sırada Mekke’de hiçbir kimse olmadığı gibi evler ve binalar
da yoktu.

Hz. İbrâhîm (a.s),
karısı ve oğlunu -bu ıssız çöl yerinde-zemzeme yakın büyük bir gölgeliğin yanma
terk etti. Daha sonra Hz. İbrâhîm (a.s), karısının ve oğlunun yanma içerisinde
hurma bulunan meşin bir dağarcıkla, içerisinde su bulunan bir su kabını da
bıraktı. Daha sonra da Hz. îbrâhîm (a.s), Filistin’e dönmeyi istediğinde Hacer,
Hz. îbrâhîm (a.s)’m arkasından gelerek ona:

– “Ey İbrâhîm!
İçerisinde ne oturup konuşacak bir kimse ve ne de arkadaşlık edecek bir kimse
bulunmayan bu ıssız çöl yerinde bizi bırakıp da nereye gidiyorsun?” dedi.
Hz. İbrâhîm (a.s), Allah’ın emrini yerine getirememekten ve onun emrin­den
vazgeçme korkusundan dolayı Hacer’in bu sözüne aldırış etmedi. Hacer ise sözünü
tekrar tekrar Hz. İbrâhîm (a.s)’m ar­kasından söylediyse de Hz. îbrâhîm (a.s),
Hacer’in bu sözle­rine aldırış etmedi. Bunun üzerine Hacer, Hz. İbrâhîm
(a.s)’a:

– “Ey İbrâhîm!
Bizi bu ıssız çöl yerinde bırakmanı sana Allah mı emretti?” diye sordu.
Hz. İbrâhîm (a.s), Hacer’in bu sözüne karşılık.

– “Evet! Sizi bu
ıssız çöl yerine bırakmamı Allah emretti” diye cevap verdi. Bunun üzerine
Hacer:

– “Öyleyse Allah
bize yeter. O, bizi zayi etmez ve himaye­siz bırakmaz” dedi.

Allahu Ekber…
Gerçekten bu acayiplikleri yaptıran, Al­lah’a olan imandır. Zaten acayiplikler
arka arkaya geliyor. Hz. îbrâhîm (a.s), az kalsın daha Allah’ın emrini yerine
getireme­yecekti. Öyle Yüce Allah Hz. İbrâhîm (a.s), içerisinde ne bir komşu,
ne konuşacak bir arkadaş bulunmayan ıssız bir çöl yeri olan bu vahşi yerde
hanımıyîa birlikte süt emmekte olan çocu­ğunu bırakmaya nasıl oluyor da kalbi
mutmain oluyor!!

Hacer ise içerisinde
ne su, ne yiyecek, bulunan; açlığa ve öldürülmeye, susuzluğa ve saldırgan vahşi
hayvanlara maruz kalabileceği büyük kayalıkların bulunduğu bir yerde tek başına
kalmaya nasıl oldu da razı oldu?![55]

Gerçektende bu; Hz.
İbrâhîm (a.s) ile hanımı Hacer’in kalbini sükunete kavuşturan Allah’a
imanlarıydı. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s), Allah’ın emrini yerine getirme yolunda,
hanı­mını ve çocuğunu geniş ve bitkisiz bir yerde Allah’a teberru etmişti.

Hz. İbrâhîm (a.s),
hanımından ve çocuğundan biraz uzak­laşınca Beytü’l-Haram’a doğru yönelip durdu
ve ellerini kaldı­rarak şu duayı okumaya başladı:

“Rabbimizf Ben
çocuklarımın bazısını namaz kılabilmeleri için senin kutsal evinin yanında
çorak bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! insanların gönüllerini onlara
meylettir. Şükretme­leri için onları ürünlerle rızıklandır.” (İbrâhîm:
14/37)[56]

 

Zemzemin Çıkarılması ve Beytü’I-Atîk’in (Kabe’nin)
Yapılması:

 

Hacer, bu ıssız çöl
yerinde tek başına kalmıştı. İsmail’i emziriyor ve kendisi de, Hz. İbrâhîm
(a.s)’m kendileri için bı­raktığı kırbadaki sudan içiyordu. Nihayet kırbadaki
su tüke­tince, hem kendisi ve hem de çocuğu susadı. Hacer, çocuğu­nun
susuzluktan dolayı toprak üstünde sızlanarak yuvarlandı­ğına bakmaya başladı.
Bu acıklı manzarayı görmemek için, oradan kalkıp ileriye doğru koştu. Oraya en
yakın tepenin, safa tepesi olduğunu gördü. Tepenin üstüne çıktı; sonra bir
kimseyi görür ümidiyle oradan vadiye baktı. Ama vadide hiçbir kim-seVi
göremedi. Safa’dan vadiye indi. Vadinin ortasına geldi­ğinde bütün gücünü
topladı ve sonra da yorgun kimse gibi koş­tu ve vadiyi aştı. Merve tepesine
ulaştı. Tepenin üstüne çıktı. Sonra bir kimseyi görür ümidiyle etrafa göz
gezdirdi. Ama hiç kimseyi göremedi. Hacer bu şekilde (Safa ile Merve arasında)
yedi defa gitti-geldi.[57]

Bir ara Merve tepesi
üstünde iken bir ses işitti ve sesin sa­hibine:

  “Ey ses sahibi! Eğer sen, yardım edecek
güç ve kuvvette, isen bize yardım et! (Eğer yetişip yardım etmezsen, ben ve ya­nımdaki
oğlum helak olup gideceğiz) diye seslendi. Bir de ne görsün, bugünkü zemzem
kuyusunun yerinde bir melek, topu-ğuyla -yada kanadıyla- toprağı kazıyor.
Nihayet suyu çıkardı. Hacer hemen zemzemin çıktığı yere gelerek suyun etrafa
akıp gitmemesi için etrafını,toprakla çeviriyor ve eliyle de suyu to­parlamaya
çalışıyor, bir yandan da suyu avuçlayarak kırbasını doldurmaya devam ediyordu.
Su avuçlandıktan sonra yine ye­rinden kaynıyordu….

Hacer, bu sudan içti
ve çocuğunu da emzirdi. Melek de:

  “Ey Hacer! Telef ve helak olmaktan
korkma. İşte şurası -yerden yüksek bir kum tepesine işaret ederek- Allah’ın evi­dir.
O evi, bu çocuk ile babası yapacaktır. Doğrusu Allah o işin ehlini telef
etmez!” dedi. Daha sonrada melek, oradan kaybo­lup gitti.

Beytullah’m yeri, (o
sırada) tepe gibi olup yerden yük­sekteydi. Uzun zaman seller, sağını-solunu
kazıyıp götür­müştü.

Kuşlar suya doğru
yönelmeye başlayıp onun etrafında dö­nüp duruyorlardı. Hacer’de bu şekilde
yaşarken günün birinde Cürhümlülerden bir topluluk bugünkü Mekke’nin bulunduğu
yerden geçerken uzaktan, kuşların zemzemin bulunduğu yerde dönüp durduklarını
gördüler.

“Bu kuş, bir
suyun üzerinde dolaşmaktadır. Oysa biz va­diyi susuz bir yer olarak
bilirdik” dediler. Bir ya da iki haber­ciyi, kuşların dönüp durdukları
yere gönderdiler. Haberciler, zemzemin çıktığı yere doğru geldiklerinde bir de
ne görsünler! Issız bir çöl vadisinde bir kadın ve oğlu. Üstelik yanlarında bir
de su çıkmaktaydı.

Haberciler hemen geri
dönüp geride kalanlara orada su gördüklerini söylediler. Bunun üzerine bütün
kafile oraya yö­neldi. Onlar geldiklerinde Hacer, zemzem suyunun yanın­daydı.
Ona:

  “Senin yanında konaklayıp yerleşmemize
izin verir mi­sin?” diye sordular. O da:

  “Bu su için bizden bir hak (yani
mülkiyet) talebinde bu­lunmamanız şartıyla evet!” diyerek izin verdiğini
açıkladı. On­larda Hacer’in bu şartına karşılık:

– “Evet”
dediler.

Hacer’in ve oğlunun
görüşecek ve konuşacak birilerine ih­tiyaç duydukları bir sırada Cürhürnlülerin
gelişi, Hacer’i se­vindirmişti. Cürhümlüîerde oraya yerleştiler. Akrabalarına
da haber saldılar. Onlarda yanlarına gelip yerleştiler. Böylece o-raya bir
kısım hane halkı yerleşmiş oldu.

Daha sonra Mekke’de[58]
evler çoğaldı. Hacer’in oğlu İs­mail’de büyüyüp delikanlılık çağma geldi ve
Cürhümiülerden birisinin kızıyla evlendi. Aynı zamanda onlardan Arapça’yı da
Öğrenmişti… Mekke, ıssız çöllükten ve vahşi bir yer olmaktan kurtulmuştu.
Çünkü Cürhürnlülerin oraya yerleşmelerinden itibaren sakinleri çoğalmıştı.

Bir müddet sonra Hacer
vefat etti.[59]

Hz. îbrâhîm (a.s) ise
Hacer’den ve oğlundan uzak bir yer olan Filistin ülkesinde hayatını devam
ettiriyordu. Sayısız se­nelerin acılarından sonra Hz. İbrahim (a.s), hanımı
Hacer’i ve oğlu İsmail’i bir gece rüyasında gördü ve kalbi, onların hasre­tiyle
yanıp tutuşmaya başladı. Hasretini ve özlemini gidermek için sahraları ve ıssız
çölleri yürüyüp geçti. Nihayet Mekke’ye vardı.[60]
Fakat karısını bulamadı. Zira kansı, kendisi Filis­tin’de iken vefat etmişti.
Oğlunu ise okunu yontup düzeltir bir vaziyette buldu. Hz. İbrâhîm (a.s), oğlunu
görünce onu tamdı ve ona hemen sarıldı. Yani bir babanın hasretini ve özlemini
gidermek için oğluyla yaptığı gibi onun aynısını yaptı. Daha sonra oğluna;

– “Ey İsmâîl!
Yüce Allah bana önemli bir işi emretti” dedi. İsmail’de:

  “Allah sana, ne yapmamı emrettiyse hemen
onu yerine getir” dedi. Hz. İbrâhîm:

– “Sen bana, bu
işte yardım edeceksin” dedi. İsmail’de:

– “Bende sana
yardım ederim” dedi. Hz. İbrâhîm (a.s):

– “Allah bana,
kendisi için orada -eliyle zemzeme yakın, yerden yüksek tepeyi yani bugünkü
Beytulîah’m yerini işaret ederek- bir ev (yani Kabe’yi)[61]
yapmamı emretti” dedi.

Bunun üzerine ikisi
birlikte Kabe’nin temellerini kazmaya başladı. Hz. İsmâîl taşları getiriyor,
Hz. İbrahim ise Kabe’nin duvarlarını örüyordu. Kabe’nin duvarları yüksekliğinde
Hz. İbrahim (a.s)’ın uzanıp kaldırması zorlaşmca bugün “Makam-ı
İbrâhîm” diye anılan taşı[62] Hz.
İsmâîl getirip Hz. îbrâhîm (a.s)’ın ayağının altına iskele gibi koydu. Hz.
İbrahim’de onun üzerine çıkarak yapı işine devam etti. Hz. İsmâîl ise babasına
taş getirip vermeye devam etti. Böylece taş, Kabe’nin yapımı bitinceye kadar
Hz. İbrâhîm (a.s)’m ayağı altında Kabe’nin her tarafına dolaştırıldı. Kabe’nin
yapımı[63]
bittikten sonra her iki­si, Yüce Allah’a şöyle dua ettiler:

“Ey Rabbimiz!
Bizden (yapmış olduğumuz şu hizmeti) ka­bul et. Doğrusu hakkıyla işiten ve
kemaliyle bilen sensin sen!”(Bakara: 2/127)

Böylece şerefli Kabe’nin
yapımını bitirdiler.[64] İşte
Mek-ke-i Mükerreme, bu zamandan itibaren imar edilmiş ve Allah orayı koruyup
muhafaza etmiştir.[65]

 

Hz. İsmâîl (a.s)’ın Kurban Edilme Kıssası:

 

Hz. İbrâMm (a.s),
uyurken öyle bir rüya gördü rüyasında: “Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)’e;
oğlu İsmail’i kendisi için kurban kesmesini emrediyordu.” O sırada Hz.
İbrâhîm (a.s)’in İsmail’den başka bir çocuğu yoktu. Üstelik Allah, Hz. İbrâhîm
(a.s)’a yaşlı ve ihtiyar olduğu bir sırada İsmâîl’i vermişti. Ve şimdi de geri
istiyordu.

Hz. İbrâhîm (a.s),
uykusundan uyandıktan sonra tereddüt­süz, kayıtsız ve şartsız olarak Allah’ın
emrini yerine getirmek için hemen Filistin’den Mekke’ye geldi. Hz. îbrâhîm
(a.s), Mekke’ye oğlunun yanma geldiğinde[66]
onun, Allah’ın emrini kabul etmedeki ölçüsünü ve Allah’a olan itaatini görmek
için Allah’ın kendisine emretmiş olduğu işi oğluna haber vermeyi isteyerek ona:

“Ey oğlum!
Doğrusu ben, uykuda iken seni (Allah ‘in isteği doğrultusunda) boğazladığımı
gördüm. Bir düşün! (Bu konuda) Ne dersin?” dedi. (Saffât: 37/102) Yani Hz.
İbrâhîm (a.s), oğlunun kalbinin huzur ve sükunete kavuşması için ve oğluna
Allah’ın emrini zorla kabul ettirmektense daha kolay ve hoş bir şekilde Allah’ın
bu emrini oğluna arz etti. Bunun, Allah’ın emri olduğunu duyan oğlu, yumuşak
bir şekilde kabul etti.

Hz. İsmail’in Allah’ın
emrine karşı olan sonsuz itaati ve bunu kabul etmede gösterdiği cüretkarlığı,
babası Hz. İbrâhîm (a.s)’ı çok sevindirdi. Hz. îsmâîl(a.s), babasının bu sözüne
ka r-şılık şöyle cevap verdi:

“Ey babacığım! Ne
ile emrolunduysan onu yap. Allah di­lerse, sabredenlerden olduğumu göreceksin.
“(Saffât: 37/102)

Hz. İsmail’in bu
davranışı, büyük bir iyilik, Allah’tan b ü-yük bir başarı, -babada ve oğulda-
dağları şiddetle sallayan ve bu konuda Allah’a kullukta ubudiyyetin en güzel
bir şekliyle -babada ve oğulda tezahür eden bir imandı.

Baba oğlunu, kurban
kesmekle emrolunuyor ve Allah’ın emrini yerine getirmeye koşuyor. Oğul ise
babasıyla istişare ediyor ve Allah’ın hükmüne yönelerek ve boyun eğerek kabul
ediyor.

Sanki bu iş, avuç
dolusu sudan bir yudum gibi. Çünkü o-ğul, babasına, sevdiğini kaybetmenin
verdiği acıyı hafifletmeyi isteyerek onu maksadına ulaştırmak için yolların en
güzeliyle irşat ederek şöyle diyor:

– “Ey babacığım!
Beni boğazlamak istediğin zaman iple sıkıca bağla. Üstelik bağımı iyi yap ki
bıçağın tenime değdi­ğinde hareket etmeyeyim. Ölümün bana daha hafif ve kolay
olması  için bıçağını  iyice keskinleştir.  Boğazımı 
bıçak ile kesmede çabuk davran ki bıçak beni çabuk öldürsün. Çünkü Ölüm,
çok çetin ve zordur. Aynı zamanda bana bakınca, ka I-binde yumuşama meydana
gelirde benim hakkımda Allah’ın sana emrettiği işi yerine getirmede kötü bir
durum meydana gelebilir. Hz. İbrâhîm (a.s) ise oğluna:

  “Ey oğlum! Sen bana Allah’ın emrettiği
işi yerine geti r-mede ne güzel yardımda bulundun” dedi.

Daha sonra Hz. İbrâhîm
(a.s), oğlunu bağrına bastı ve onu Öpmeye başladı. Çünkü oğluyla son defa ve
dalaşıyordu. Daha sonra Hz. İbrâhîm (a.s), oğlunu Allah’a teslim etmek üzere
yanı üzere yere yatırdı. Elini ve ayağını omzundan bağladı. Bıçağı boğazına
koydu. Boynunun altından bıçağı bastırdı. Fakat bıçak kesmedi. Bıçağı elinde
ters çevirdi. Yine kesmedi. Sanki bıçak, sert bir ağaç veya taş parçasıyla
karşılamıştı. Hz. İsmâîl, babasına:

  “Ey babam! Beni yüzümün üzerine yatır.
Çünkü sen, b a-na baktığın da, bana karşı acıma hissin gelirde benim hakkı m-da
senin ile Allah’ın emrini yerine getirme arasında engel te ş-kil edersin”
dedi.

Bunun üzerine Hz.
İbrâhîm (a.s), oğlunun söylediğini ya p-tı. Daha sonra da bıçağı, oğlunun
ensesine koyup bastırdı. B ı-çak yine kesmedi. Çünkü Yüce Allah bıçağı, kesin
hususi hükmü altına almıştı. Böylece Hz. İbrâhîm (a.s), imtihanı k a-zanmış
oldu. Bunun yanı sıra ilahi ses, şu şekilde geldi:

“Ey ibrâhîm!
Rüyayı gerçek yaptın. İşte Biz iyi davranan­ları böyle mükafatlandırırız”
diye seslendik. Doğrusu (İbra­him’e yapılan) hu (iş) apaçık bir imtihan idi.
Ona (bu yaptığı davranışa karşılık) fidye olarak büyük bir kurbanlık ver­dik.”[67]

 

Kurban Edilen Kimdir?

 

Daha önce anlattığımız
üzere, Hz. İbrâhîm (a.s)’m kurban etmekle emrolunduğu oğlu, Hacer’in soyundan
olan Hz. İsmâîl (a.s)’dır. Alimlerin çoğunun itimat ettiği Sahih olan görüşte budur.
Çünkü bu kıssanın Mekke’de meydana gelmesi, Hz. İbrahim (a.s)’m hanımı Hacer’i
ve oğlu İsmail’i daha önce  o-raya
bırakıp gitmesinden dolayıdır. Zaten Hz. İsmâîl, o esnada Mekke’de
yaşamaktaydı. İshâk ise o sırada daha bilinmiyordu. Üstelik İshâk, Mekke’ye hiç
gelmemişti bile. Hz. İsmâîl ise küçüklüğünde iken Mekke’ye annesi Hacer ile
birlikte gelmiştir.”[68]

Ehl-i Kitabın inancına
göre;[69]
kurban edilen Hz. İsmâ-îl(a.s) olmayıp Hz. İshâk(a.s)’dır. Bu görüş, Kur’anî
nasslara muhalefet ettiğinden dolayı batıl ve merdut bir görüştür.

İbn Kesîr, bu konuyla
ilgili olarak şöyle der:

“Kur’an’m açık
ifadesi budur. (Yani Hz. îsmâıl(a.s)’ın kurban edildiğidir. Kur’an’daki ve
hadisteki) bu ifadeler, kur­ban edilenin Hz. İsmâîl(a.s)’ın olduğu hususunda
hemen he­men bir delil gibidirler.[70]
Çünkü bu ayetler de, kurban edile­nin kıssası anlatılmakta,[71]
sonrada şöyle denilmektedir:

“iyilerden bir
Peygamber olacak “İshâk”ı İbrahim ‘e müj­deledik. ” (Saffât:
37/112)

Hz. İshâk(a.s)’m Hz.
İbrahim (a.s)’a müjdelenmesi -ayetlerdeki konunun sıralanışında da görüldüğü
gibi – Hz. İs-mâîl(a.s)’m Mekke’de iken kurban edilişinden sonra olmuş­tu.[72]
Çünkü Hz. İbrahim (a.s)’m Allah’a olan imanın kuvve t-lenmesi ve itaati,
Mekke’ye gelip oğluna Allah’ın emri ni ilet­tikten sonra ortaya çıkmıştı. Hz.
İbrahim (a.s)’m bu imtihanı kazanmasından dolayı Allah ona, Hz. İsmail’in
dışında başka bir çocuğu verip ona, -yukarıda geçen ayette görüldüğü
üzere-İshâk’ı müjdelemiştir.

Kurban edilenin Hz. İshâk
olduğunu söyleyenlerin[73] da­yanakları
İsraili rivayetlerdir. Halbuki İsrail oğullarının kitapları tahrif edilmiştir.
Üstelik onların yanında bulunan Tevrat’ta Yüce Allah, Hz. îbrâhîm (a.s)’a;
bekar olan oğlunu kurban etmeşini emretmişti. Halbuki Hz. İsmâîl ‘as o sırada
bekardı. (ve Hz. İshâk(a.s) ise o sırada henüz daha mevcut değildi) İsrail
oğullarını böyle bir yalan söylemeye iten faktör; Arapları çekemeyişleridir.
Çünkü    Hz. îsmâîl, Hz. Muhammed
(s.a.v)’inde mensup olduğu Hicaz bölgesi Araplarmın atasıdır. Hz. İshâk ise,
İsrail oğullarının atası Hz. Yakub’un babas ıdır. Hz. Yakub’un diğer ismi de
“İsrail”dir. İsrail oğullan bu yüce şerefi, Araplardan alıp kendilerine
mal etmek istediler. Bu nedenle de Allah’ın kelamını tahrif ettiler ve ilaveler
yaptılar. Üstelik onlar, yalancı bir kavimdirler. Çünkü onlar, üstünlük ve
şerefin Allah’ın elinde bulunduğunu ve bunları istediği he r-hangi bir yere
vereceğini bir türlü kabul etmediler.

Selef alimlerinden bir
çoğunun söylediğine göre[74], Hz.
İbrâhîm (a.s)’m kurban olarak takdim ettiği oğlu, Hz. İshâk(a.s)’dır. Fakat
bunu söyleyenler, bu görüşlerini Yüce Allah Ka’bu’l-Ahbar’dan veya Ehl-i Kitap’m
kitaplarından almışlardır.[75]
Çünkü Hz. İshâk (a.s)’ın kurban edildiğine dair Resulullah (sav)’den sahîh bir
hadis nakledilmemiştir. Üstelik bu görüşten dolayı kutsal kitabımız olan
Kur’an’m açık ifad e-lerini de terk edemeyiz.

Dikkat edildiği
takdirde, kurban olarak takdim edilenin, Hz. İshâk olduğu, Kur’ân-ı Kerîm’in
ifadelerinden anlaşılmıyor. Biraz düşünürsek, kurban edilenin Hz. İsmâîl
olduğunu  Kur’an’m  ifadelerinden 
anlarız.   Hatta bu  husus Kur’an’daki ayetlere bakıldığında-
kesin ifadelerle belirtilmiş­tir.

Kurban edilenin Hz.
İshâk değil de Hz. İsmâîl olduğu hu­susunda İbn Ka’b el-Kurazî’nin getirmiş
olduğu delil, ne kadar güzel ve ilginçtir. Kurazî’nin getirmiş olduğu delilin
kaynağı, Yüce Allah’ın şu ayeti kerimesidir:

“ibrahim’e,
İshâk’ı ve (onun oğlu) Yakub’u müjdeledik” (Hûd: 11/71)

Kurazî derki: Bu
ayette ilk önce Hz. İshâk’in daha so nra da Hz. İshâk’in oğlu Yakub’un doğacağı
Hz. îbrâhîm (a.s)’a müjdeleniyor. Buna göre Hz. İshâk(a.s)’m çocuğu doğmadan
kendisi de daha henüz küçücük bir çocuk iken- Hz. İshâk(a.s)’m kurban edilmesi
Hz. İbrâhîm (a.s)’a emrediliyor. Küçücük bir çocuk iken kurban edilmesi
emredilen bir insanın daha sonra çocuğu hiç doğar mı? Bunun aklen ve naklen
olma­sı mümkün değildir. Çünkü bu, ayette geçen müjdeleme ile çelişki
halindedir.[76]

Rivayet olunur ki;
Halife Ömer b. Abdulaziz, Şam’da ya­şamakta olan bir yahudiye haber salarak
huzuruna çağırtmıştı. Yahudi alimlerinden olduğuna kanaat getirdiği o adama
Ömer b. Abdulaziz:

– “Hz. İbrâhîm
(a.s)’a, iki oğlundan hangisinin kurban 
e-dilmesi emredilmişti” diye sormuş. Yahudi alimi de:

– “Hz.  İsmâîl’in kurban edilmesi emredilmişti.  Allah’a yemin ederim ki, Ey Mü’minlerin
Emiriî Yahııdilerde bunu biliyorlar. Fakat onlar, atanız Hz. İsmâîl’in kurban
edilmesi hakkındaki ilahi emre boyun eğişi ve sabredişi, faziletinin ve
üstünlüğünün Allah tarafından anlatılışını çekemediklerinden dolayı Arap
topluluğunu kıskanırlar. Bu sebeple kurban keşi1me emrinin Hz. İsmâîl hakkında
verilmediğini bile bile inkar ediyorlar. Bu husustaki emrin Hz. îshâk hakkında
verildiğini ileri sürerler. Çünkü Hz. İshâk, onların atasıdır” şeklinde c
e-vap vermişti.”[77]

Meşhur olduğu üzere,
Hz. Peygamber(sav), “İki kurban­lığın oğlu” diye çağrılırdı.[78]
“İki kurbanlık” ile kastedilen ise, Hz. İsmâîl ile Hz. Peygamber’in
babası Abdullah’tır.[79]

 

Hz. İbrahim (a.s)’in Vefatı:

 

Hz. İbrahim
(a.s),Sahîh olan rivayete göre, 175 yaşınday­ken vefat etmiştir.

Hz. İbrahim (a.s)’m
hayatı, önemli büyük mücadelelerle, cihat, sabr ve imtihan ile geçmişti. İşte
bütün bunlardan dolayı Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)’ı peygamberlerin atası
kılmıştır.

Ayrıca Allah, Hz. İbrâhîm
(a.s)’ı dostluğa seçmiş[80] ve
onu dine karşı çok itaatkar olmada,[81]
uysallıkta[82] ve ona çok­ça yönelip
tövbe etmede[83] insanlar için örnekti.
İşte bütün bunlardan dolayı Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)’ı, övmüş ve onu insanlara
örnek bir kimse kılmıştır. Şöyle ki:

“Rabbi, İbrahim’i
birtakım emirlerle imtihan etmiş, o da bu emirleri yerine getirmişti. Bunun
üzerine Allah, ona: “Sem insanlara önder kılacağım ” demişti. O da:
“Soyumdan da (ge­lenleri önder kıl) deyince, “Zalimler, benim ahdime
erişemez ” buyurmuştu.”[84]

Hz. İbrâhîm (a.s),
Allah’ın komşuluğuna göç edince oğul­lan Hz. İsmâîl (a.s) ile Hz. İshâk (a.s)
onu, beni Hays kabilesi­nin yaşadığı Habrun kasabasında aynı kabileden Aftan b.
Sahr adlı bir adamın tarlasındaki mağaraya, hanımı Sare’nin yanma demettiler.
Habrun kasabası, bugün Kudüs tararında “Halil” şehri olarak bilinen
bir yerdir. Bu Habrun kasabası, daha önce “Erba’ kasabası” diye
bilinirdi.

Hz. İsmâîl (a.s) ise
137 yaşındayken vefat etmiştir.[85]

Beytullah’a yakın
“Hicr” denilen yerde annesi Hacer’in yanma derhedilmiştir.[86]
Allah’ın salât ve selamı onların hep­sinin üzerine olsun.

Hamd alemlerin Rabbi olan
Allah’a mahsustur. [87]

 



[1] Hz. İbrâhîm (a.s)’dan itibaren peygamberlik, iki kola
ayrılmaktadır. Bınlardan birincisi, Hz.İsmâîl (a.s)’ın koni, ikincisi ise
Hz.îshâk (a.s)’m oğlu olaı Hz. YaTcûb (a.s)’ın kolu. Buna göre Hz. İbrâhîm
(a.s)’dan sonra gelen peygamberler, bu iki kol ile Hz, İbrâhîm (a.s)’a
dayanmaktadırlar. Bundan dolayı da Hz. İbrâhîm (a.s), ken­disinden sonra gelen
peygamberlerin atası olmaktadır. Bununla ilgili olarak bk.z: Ankebût: 29/27
(ç).

[2] Bununla ilgüi olarak bakınız: Bakara: 2/124 (ç).

[3] Bu konuda b.k.z: Nahl: 16-120-122 ayetleri ile
tefsirlerine (ç).

[4] Konuyla ilgili olarak B.k.z: Nisa: 4/125; İsrâ: 17/73;
Nahl: 16/121(ç).

[5] B.k.z: Ankebût: 29/27(ç).

[6] Bu ifadeler Hz.Peygamber (s.a.v)’den sonra resul veya
nebi geleceği» iddia e-denlere verilen güzel bir cevaptır. Bununla ilgili
açıklama İnşallah ileride yapılacaktır.(ç)b

[7] Ayette geçen “kitap” ifadesinden maksat,
Tevrat, încîl, Zebur ve Kur’ân-ı Ke­rîm’ dir.(ç)

[8] Ayette geçen “peygamberlik” ifadesi İle de;
Hz. ibrâhîm (a.s)’ın soyundan gelen­lere peygamberliğin verileceği
kastedilmiştir. Hz. İbrâhîm (a.s)’dan sonra gelen peygamberlerin hayatları
iyice incelendiğinde bu açıkça göriilecektir.(ç).

[9] Hz. İbrâhîm (a.s)1 a dünyada verilen nimet, güzel
övgü, kıyametin sonuna kadar ona getirilecek olan salat-ü selâm. Bununla ilgili
olarak bakınız Salli ve Barik dulanna. (ç).

[10] Hz. İbrahim (a.s)’a ahirette verilecek nimet İse;
Sarihlerden yani cennet ehlinden oîmasıdır.(ç).

[11] Ankebût: 29/27. {Ayette Hz.İsmâîl (a.s)’dan
bahsedilmemesinin sebebi onun durumunun bilinen bîr husus olmasından dolayıdır.
Bununla ilgili oarak b.k.z: Said Havva, eJ-Esas-ı fi’t:Tefsir, 11/110 Nesefi
tefsirinden naklen). Ayrıca bu konuda b.k-z: Nisa: 4/54(ç).

[12] Nahl: 16/120.

[13] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
Yayınları: 332-334.

[14] Hz. İbrâhîm (a.s)’ın, Rau’dan itibaren 5 atası tarafımızdan
eklenmiştir, (ç).

[15] Tevrat, Tekvin 11/26, Yazarımız Sâbûnî’nin bahsettiği
bu tarihçilerden bazları şunlardır: Taberî Tarihür’r-Rusül ve;l-Mülûk 1/119;
İbn Esir, el-Kâmil, 1/94; îbn Haldun, Tarih, 2/33; Belâzurî Ensâbu’3-Eşref,
1/5; İbn Asakir, Tarih, 2/136-137 vb tarihçilerdir.(ç).

[16] Ayet içinb.k.z: En’âm: 6/74 (ç).

[17] Doç. Dr. Abdullah Aydemir bu konuda şunları söyler:
“‘İslam bilginlerim bazıla­rı “Azer” kelimesinin, Hz. İbrahim
(a.s)’m babasının lakabı veya erkek kardeşinin ismi yahut babasının adı veya
bir putun adı olması ihtimallerinden bahsederek Kur’ân-ı Kerîm’in zahirinden
uzaklaşmışlar ve Hz. İbrâhîm (a.s)’ın babasının adının “Tareh”
olduğunu iddia etmişlerdir. Buna sebepte, hu adın “Tekvin” de böyle
tespit edilmiş olmasıdır. (Tekvin, 11/26) Buna Sahîh hadislerde bir işaret
yoktur. Bu, İslam’a girmiş olan mühtedilerce ortaya afılmış bir isimdir.
Buharı, “et-Târihü’l-Kebîr”inde; Hz. İbrâhîm (a.s)’ın babasının adını
“‘Azer” olarak zikretmiş ve bu ismin Tevrat’ta “Tareh”
olarak zabt edildiğine de dikkatimizi çekniştir. Bütün te­lam tarihçileri, Hz.
îbrâhîm (a.s)’ın nesebini îespit ederken mutlaka bu “Tareh”
kelimesinden söz etmişlerdir. Fakat Buharî dışında hemen hemen hiçbiri bunun
Tevrat’ın rivayeti olduğuna dikkat etmemiştir. Bu rivayet. Kur’an’a açıkça
zıttır. Bu zıtlık sebebiyle Tevrat’ın bu konudaki açıklaması ve tarihçiler ile
tefsircilerin kty-dettikleri rivayetlere itibar edilemez.” Doç. Dr.
Abdullah Aydemir, İslami Kaynaklara Göre Peygamberler, s. 64 (ç).

[18] Hz. Asiye’nin mümin bir kadın olduğuna dair b.k.z:
Tahrîm: 66/11 (ç).

[19] Hz-Nûh (a.s)’m oğlunun kafir dduğuna dair b.k.z: Hûd:
11/42,45-46 (ç).

[20] Hz.Lût (a.s)’ın hanımının kafir olduğuna dair b.k.z: A
“raf: 7/83; Tahrîm: 66/11; Ayrıca Tahrîm: 66/11’de,

Hz.Nûh (a.s)’m hanımının da kafir olduğu anlatılmakâdır.

[21] Buharı,Tefsir Şuarâ Sûresi 232 (288-289), Enbiyâ 11
(24); Müsned 4/53.

[22] İbn Kesîr, cl-Bidâye ve”n-Nihâye, 1/142.

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 335-338.

[23] îbn Asâkir, Târih, 2/157 (ç),

[24] İbn Cerir et-Talim, Tarih. 1/127 (ç),

[25] Zâriyât: 51/24-28 (Benzeri ayetler için b.k.z: Hûd:
11/69-76; Hicr: 15/51-60;,’ Ankebut: 29/31/33) (ç).

[26] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
Yayınları: 338-340.

[27] Hz. İbrâhîm (a.s)’ın ismi Kur’ân-ı Kerîm’in 25 Sûresinde
olmak üzere toplam 69 yerinde geçmektedir. Bunlar şunlardir: Bakara:2/124, 125,
125, 126, 127, 130, 132, ‘ 133. 135, 136, 140, 258, 258, 258, 260; Âli İmran:
3/33, 65, 67, 68, 84, 95, 97;’ Nisa: 4/54, 125, 125, 163; En’âm: 6/74, 75, 83,
161; Tevbe: 9/70. 114, 114; Hûd: 11/69. 74, 75. 76; Yûsuf: 12/6, 38; İbrâhîm
14/ 35; Hicr: 15/51; Nahl: 16/120, 123; Meryem: 19/41, 46, 58; Enbiyâ: 21/51,
60, 62, 69; Hacc: 22/26, 43, 78; Şuarâ: 26/69; Ankebût: 29/16. 31; Alızâb:
33/7; Saffât: 37/83, 104, 109; Sâd: 38/45; Şura: 42/13; Zuhruf: 43/26; Zâriyât:
51/24; Necm: 53/37; Hadîd: 57/26; Mümtehine: 60/4, 4: Alâ: 87/19. Ayrıca
Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. İbrâhîm (a.s)’tn ismine binaen İbrâhîm Sûresi vardır.
Hz. İbrâhîm (a.s)’m kıssasrın geçtiği sureler şunlardır: Ba- ;| kara:
2/124-134, 258, 260; En’âm: 6/74-90; Tevbe: 9/114. Hûd: 11/67-76; İbrahim: |
14/35-42: Hicr: 15/51-60: Nahl: 16/120-122; Meryem: 19/41-50; Enbiyâ: 21/51-73;
| Hacc: 22/26-30; Şuarâ: 26/69-89; Ankebût: 29/16, 24-27, 31. 33; Saffât:
37/83-113; Sâd: 38/45-47- Zuhruf: 43/26-29; Zâriyât: 51/24-37; Mümtehine:
60/4-6(ç).

[28] İbn Kesîr, et-Bidâye ve’n-Nihâye, 1/143 (ayrıca b.k.z:
İbn Asâkir, Tarih, 2/137) (Ç).

[29] Bununla ilgili olarak b.k.z: Enbiyâ: 21/51 (ç).

[30] Konuyla ilgili olarak b.k.z: Bakara: 2/258; En’âm: 6/74-90;
Meryem: 19/41-50; Enbiyâ: 21/51-73; Şuarâ: 26/69-89; Ankebût: 29/24-27; Saffât:
38/83-113; Zuhruf: 43/26-29 (ç).

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 340-342.

[31] Hz. İbrâhîm (a.s)’ın bu tavrında, günümüz
Müslümanlarının ibret alması için gerekli çok önemli mesajlar bulunmaktadır,
(ç).

[32] Said Havva, Hz. îbrâhîm (a.s)’m bu tavrından alınacak
dersleri şöyle sıralami-tadır:

Birincisi: Hz.
îbrâhîm (a.s), babasına işlediği bu hatanın gerekçesine dikkat etmesi
gerektiğini söylüyor. Bunu söylerken de babasının içinde olduğu durumdaki ısrar
ediş ve aşırı fikri sabitten vazgeçmesi için uyandırıcı bir üslup kullandı.
Çünkü yaratıklar arasında en şerefli mevkiye sahip olanlar peygambaterdir. Ama
insanlar onlara ibadet bile etmişlerdir. Bunlara ibadet eden kiliseler hakkında
verilen hü-kümse, apaçık bir sapıklıktır. (Çünkü ibadet yalnız Allah’adır.) Taş
veya ağaca ibadet edenin durumu- ne olabilir peki? Çünkü bu tür şeyler,
kendisine İbadet edenin zikrini işitmez, ibadet edişini bile görmez, kendilerine
İbadet edenlerin başına gele­bilecek bir belayı savamaz, onun hiçbir ihtiyacını
da karşılayamazlar.

İkincisi: Hz.
tbrâhîm (a.s), babasını hakka davet ederken yumuşak ve ince bir üs lupla
yaklaştı ona. Babasını kara cahillikle, kendisini de üstün bir bilgi ile
niteleme­di. Ancak “Sende bulunmayan bir miktar ilim bende var, bu ise
dosdoğru yolu gös­teren bilgidir” dedi. Farz etti ki ben ve sen bir yolda
gitmekteyiz ve o yolu ben, senin bilmediğin bir şekilde ve senden daha tazla
bümdeteyim. O halde sen bana uy ki, kaybolmaktan ve başka yollara sumaktan seni
kurtarayım” dedi.

Üçüncüsü: Hz.
İbrâhîm (a.s), babasını üzerinde bulunduğu yolu izlemekten nehyetti. Gerekçe
olarak da şunu gösterdi: c’ÇünkÜ bütün nimetlerin kendsinden geldiği rahman
olan Allah’a başkaldıran şeytan, seni putlara ibadet etmek çukuruna düşürdü ve
onlan sana cazip gösterdi. Sen gerçekte Ailah’a değil ona ibadet etnik­tesin”
dedi.

Dördüncüsü: Ona akıbetinin kötülüğünü hatırlatarak korkuttu. Bu
(putlara ibadetin başına getireceği sıkıntı ve vebali hatırlattı. Bununla
birlikte gereken cdeb ölçülei-ne de riayet etti. Çünkü mutlaka cezaya
çarptırılacağım ve onun azap göreceğini açıkça söylemedi. Aksine “Sana bir
azabın gelip dokunmasından koıkanm” diye­rek, az olacağı hissini veren
belirtisiz bir ifade kullaıdı. Şöyle demiş gibi oldu: “Ben rahman olan
Allah’ın azap rüzgarlarından bir esintinin gelip sana dokunrm-smdan korkuyorum.
Şeytanın dostluğunu ve şeytanın arkadaşları araşma girişini, onunla birlikte
olmayı da azaptan dalıa büyük gösterdi. Nitekim Allah’ın rızasının bizzat
sevaptan daha büyük olması gibi. Babasına verdiği her öğüdün başına da
“babacığım'” sözlerini eklenerek ona adeta yalvardı, kafir dahi olsa
babaya saygı göstermek gereğini hissettirerek onun duygularını okşamaya çalıştı.”
(Said Havva, el-Esâsı iî’t-Tefsir, 8/468^69; Ncsefi tefsirinden naklen) (ç).

[33] Meryem: 19/41 -47 (Konuyla İlgili olarak benzer
ayetler için b.k.z: En’Sm: 6/74, Enbiyâ: 21/51-56; Şuarâ: 26/69-83; Saffât:
37/S3-87; Zuhruf: 43/26-28) (ç).

[34] Bununla ilgili oiarak b.k.z: İbrâhîm: 14/41 (ç).

[35] Hz.  
İbrâhîm  (a.s)’m babası  Azer 
için  mağfiret isteyeceğini
bildiren  söz, Mümtahine: 60/4; Meryem:
19/47!de geçmektedir.(ç).

[36] Tevbe: 9/114..

[37] Mümtahine: 60/4.

[38] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
Yayınları: 342-347.

[39] “Tağut”, Yüce Allah’ın Kur’ânı Kerîm’de
kullandığı bir kavramdır. Bundan dolayı “tağut” kavramının ayrı bir
özelliği vardır. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılan Firavun, Nemrut, Ebu Lehep,
Hâman birer tağuttu. Bunlar, Kur’ân-ı ICerîm’in ör­nekleme olarak verdiği bir
tiplemedir. İslam şehidi Seyyid Kutub, tağut kavumuu şöyle izah etmektedir!

“Tağut”,
insan hatırasına hakim olan, hakka zulmeden Allah’ın kullan için çizdiği
sınırları çiğneyen her şeydir. Onda, Allah’a inancın eseri olmadığı gibi
Allah’ın koyduğu şeriatle de alakası yoktur. Allah’a bağlantısı olmayan her
program ve A-lah’a bağlanmayan her çeşit düşünce, sistem,edcb ve alışkanlık
tağuttur. Otoritesini Allah’ın sisteminden olmayan her idare Allah’ın şeriatı
üzere durmayan her çeşit sistem, hakka tecavüz eden her düşmanlık tağuttur.
Allah’ın otoritesine, uluhiyetine, hakimiyetine düşman olmak en kötü
düşmanlıktır ve en şiddetli azgın­lıktır. Bu, hem lafız, hem de mana itibariyle
tağut kavramına girer.”

(İslam Şehidi Seyyid Kutub, Fizilalrl-Kur an. 1/292) (ç).

[40] Bakara: 2/260.

[41] Bakara: 2/260.

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 347-350.

[42] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
Yayınları: 350-352.

[43] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları:
352-354.

[44] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
Yayınları: 354-356.

[45] Enbiyâ: 21/51-70.

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 356-358.

[46] îbrâhîm: 14/39.

[47] Bununla ilgili gerekli açıklama daha önce geçmişti,
(ç).

[48] Sabitler, Kur7an’da Bakara: 2/62; Mâide: 5/69 ve Hacc:
22/17 olmak üzere top­lam üç yerde geçmektedir. Fakat alimler bu Sahillerin
kimler olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. İbn Kesîr, Sabiilerin kimler
olduğu hususundaki görüşleri şöyle sıralanmaktadır;

1. Mecusi,
Yahudi ve Hıristiyanlar arasında kendilerine ait bir dinleri olrrayan bir
topluluktur.

2. Eh)-i
Kitaptan Zebur’u okuyan bir topluluktur.

3. Meleklere
tapan bir topluluktur.

4. Gün de beş defa kıbleye doğru yönelmiş olarak ibadet eden topluluktur.

5. Irak’ın
ötesinde bir topluluk olup Kuşaklardır. Bunlar bütün peygamberlere ia-nan, her
yıl otuz gün oruç tutan ve günde beş vakit yemene doğru Jönelerek namaz kılan
kimselerdir.

6. Allah’ı bir
tek oİarak tanıyan, fakat amel edecekleri bir şeriatı bulunmayan ve küfür sözü
söylemeyen bir topluluktur.

7. Bir dine
mensupturlar. Ceziretü’I-Musul’da yaşamışlardır. “Allah’tan başka İlah
yoktur” derlerdi. Onların ne bir ameli, ne bir peygamberi ve ne de bir
kitabı vardır. Sadece    “La   ilahe  
illallah”   sözünü   söylerlerdi.    Fakat  
bir   peygambere   de inanmazlardı. İşte bundan dolayı Mekkeli
müşrikler. Hz. Peygamber (s.a.v) ile as­habına: “Sabiiler”
diyorlardı. Çünkü bunlar, insanları “La ilahe illallah'” sözüne çağın
yor 1 ardı. Bu benzerlikten ddayı Mekkeli müşrikler onları, Sabiilere benzeti­yorlardı.

8. Dinleri,
Hıristiyanların dinine benzeyen fakat kfcleleri güneye doğru olan ve Hz. Nûh
(a.s)’m dini üzere olan bir topluluktur.

9. Dinleri,
Yahudilik ile Mecusiliğin karışımından oluşan kestikleri yenntyen ve
kadınlarıyla evlenilmeyen bil* topluluktur.

10. Bir
peygamberin, davetçinin kendisine ulaşmadığı kimselerdir.

(îbn Kesîr,
Tefsirü’1-Kurani’l-Azim. 1/94. Daru:l-Kalem)

Bu görüşler özetlenerek alınmıştır. Bu konuda daha geniş bilgi
b.k.z:Fahreddîn er-Râzî, Tefsiri Kebîr. 3/56, ank, 1998; Seyyid Kutub,
Fizilali’1-Kur/an, 1/156-157, İst, 1992; Elmahlı Hamdı Yazır, Hak Dini Kur’an
Dili, 1/375; Mevdudi,Tarih Bo­yunca Tevhİd Mücadelesi, 2/46-47 (ç).

[49] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 1/132.

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 358-361.

[50] Batılı tarihçiler. Buhtunnasr’ın, tarihteki,
“Nabokodonasscr” olduğunu ileri sirmüşîerdir. (ç)

[51] İbn Cerir et-Taberî, Tarihu’r-Rusül ve’1-Müiük, 1/240;
îbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 1/140.

[52] Bakara: 2/258.

[53] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
Yayınları: 361-364.

[54] Buharî, Enbiyâ 9. Büyü 100, Hibe 36, Nikah 12. İkrah
6; Müslim, Fazâil 154(2371); Ebu Dâvud, Talâk 16(2212): Tirmizî, Tefsir sure-i
Enbiya 3165, Müsncd. 2/404: îbn Hacer el-Askalanî, Fethü’1-Bâri. 6/388 (ç).

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 365-367.

[55] Yazarımız SaMnî’nin de belirttiği üzere; Hz. Hacer’in
bu tavrı gerçektende bü­yük bir önem arz etmektedir. Çünkü Hz. Hacer’de
Allah’ın emrine kesin bir boyun eğme ve itiraz etmeme vardır. Bunu da yaptıran
aıcak Hz. Hacer’in Allah’a olan imanıydı. Hz. Hacer, bu iman sayesinde.Allah’ın
emrine karşı gelrremiş ve orada kalmaya razı olmuştu. Zira orada kalmasını
Allah emrettiyse buna razı olması gerektiğİmn farkındaydı. Fakat orada bir
Mekke şehrinin kurulacağın, Kabe’nin tek­rar inşa edileceğini ve oğlu İsmail’in
soyundan peygamberlerin ve resullerin sonaı-cusu olan Hz. Muhammed (s.a.v)’in
geleceğini bilmiyordu. Ama hikmdi ilahiyenin farkında değildi. Ayrıca urada
müslüman kadınlar için alınacak önemli ibretler dersler vardır!! (ç)

[56] Buharî, Enbiyâ 12 (3, 4. 6) (ç).

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 367-370.

[57] Bugün Mekke’ye hacı olmak için giden insanlar; Hz.
Hacer’den kalma bu sayı yaparak Safa ile Merve arasında gidip gelirler, (ç).

[58] “Mekke” kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’in iki
yerinde geçmektedir. AVİ İrnrân: 3/96 ve Feth: 48/24. Mekke vo Bekke
isimlerinin, imla ve telaffuz farkına rağmen aynı yere verîien isim olduğunu
söyleyen tarihçiler bulunduğu gibi; Mekke’nin, Harem sınırlan ile birlikte tüm
bölgeyi içine alan umumi bir isim; Bekke’nin ise sadece Beytullah’in veya
Mescidi Haram’ın ismi olduğunu söybyen tarihçilerde vardır. Mekke’ye, günahları
eksilttiği veya giderdiği ve orada zulüm yapaılan helak ettiği, zorbaların ve
zalimlerin boyunlarını kırdığı, kibir ve gururları yok ettiği ve insanlar orada
toplanıp biriktiği, için “Mekke” ismi verilmiştir.

M. Asım Koksal, Peygamberler Tarihi, 1/182 (ç).

[59] Hz. Hacer bugün Kabe’nin bitişiğinde yarım daire
şeklinde bir duvarla çevrili i’Hicr” diye anılan yerde gömülür,(ç).

[60] Hz. İbrâhîm (a.s)’ın Mekke’ye dördüncü gelişiydi. Hz.
îsmâîl (a.s) bu sırada 30 Maşında bulunuyordu. İşte Hz, İbrâhîm (a.s), bu
gelişinde oğlu Hz. İsmâîl (a.s) ile Kabe’yi inşa etmiştir. Diğer iki gelişinde
oğlu Hz. İsmâîl (a.s) ile buluşamamıştı. Bu üa gelişi de -daha önce geçen-
Buharı”nin rivayet ettiği hadiste geçmiştir, (ç).

[61] “Kabe”ye, Kabe denilmesinin sebebi, dört
köşeli olduğu yahut Mekke’de kum­lan ilk bina olması itibariyle veya
çevresinden tepe gibi yükseklik bulunduğu için verilmiştir. Esasen Araplar, her
yüksek eve “Kabe” derlerdi, (ç).

[62] Hz. İbrâlıîm (a.s), bu taşın üzerinde durmuş olduğu
içindir ki ona “Makam-ı İbrâhîm” ismi verilmiştir, (ç).

[63] Rivayetlere göre Kabe 11 defa yapılmıştır:

1. Yüce Allah,
gök halkının Beyt-i Ma’muru tavaf ettikleri gibi yeryüzü halkının da tavaf ve
ziyaret etmeleri için Beyt-i Ma’mur’un yeryüzündeki bir örneği olması üzere
melekleri gönderip ilk Kabe’yi yaptırmıştır.

2. Kabe’nin ikinci
yapılışı, Hz. Adem (a.s) tarafından dır.

3. Hz. Adem
(a.s)’ııı vefatından Hz. Adem’in oğullan Kabe’yi taş ve şmur ile tekrar
yapmışlardır.

4. Tufan ile
Kabe’nin binası yok olduğundan dolayı Hz. îbrâhîm (a.s) ve oğlu Hz. İsmâîl
(a.s) tarafından inşa edilmiştir.

5. Üzerinden
zaman geçip yıkılınca Kabe’yi bu seferde Amalikalılar yemiştir.

6. Bu defa
Cürhümlüler tarafından yapılmıştır.                                           

7.  Kusayb. Kilâb tarafından yapılmıştır.

8. Kureyşliler
tarafından yapılmıştır.

9. Abdullah b.
Zübeyr tarafından yapılmıştır.

10. Haccâc-ı
zalim tarafından yapılmıştır.

11. Osmanlı padişahlarından Ahmed ve oğlu Murad tarafından
yapılmştır.Ayrıca günümüzde Kabe’nin etrafında yeni düzenlemeler yapılmaktadır.
Kabe’yle ilgili bilgiler için b.k.z: Bakara: 2/127-129; Âl-i İmrân: 96-97 (ç).

[64] Buharî, Enbiyâ 12 (3, 4; 6); İbn Hacer el-Askalani.
Fethö’1-Bâri, 6/396.

[65] Hz. İbrâhîm (a.s), Kabe’nin yapımı sırasında bugün
Hacerü’l-Esved” denilen taşı da yerine yerleştirmişti. Rivayete göre, Hacerü’l-Esved
taşı, cennetten Hz. Adem (a.s)’m yanında gelmişti. Hacerü’l-Esved taşı
cennetten çıktığı zaman kardan daha ak olduğu halde Adem oğullarının müşrik ve
kafir olanları onu. günahları ile ka­rartmış (Müsned, 1/307; Tirmizî ve îbn
Mâce) her cahiliyet ve İslam devrinde birbi­ri ardınca meydana gelen
yangınlarda o taş daha kara bir haîe gelmiştir.(ç)

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 370-375.

[66] Rivayetlere göre; Hz. îsmâîl (a.s) bu sırada yedi
yaşındaydı, Hz. İbrâhîm (a.s)’ın ise Mekke’ye gelişinin ilkiydi.(ç)

[67] Saffât: 37/104-107 (Hadisi şerifte bu kurbanlığın
birkaç olduğu anlatıimaktadır. Bu hadis için B.k.z: Ahmed b. Hanbel, Müsned,
1/297) (ç).

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 375-377.

[68] Hz. İsmâîl (a.s)’m annesi Hz. Hacer ile birlikte
Mekke’ye gelişini bildiren uzun­ca hadis daha önce geçmişti, (ç)

[69] Bununla ilgiii olarak B.k.z: Tevrat, Tekvin, 16-23
bah.(ç).

[70] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, Kurbanlığın, Hz. İshâk
(a.s) değil de Hz. îsnıâîl (a.s) olduğuna dair hadisleri ve haberleri şöyle
sıralamaktadır:

1.
Bubarî,   Enbiyâ   12’de ve 
Ahmed b.   Hanbel’in Müsned
adlı  eserinin 1/347’de geçen rivayetler
buna delildir. (Kısaltılarak alınmıştır)

2. Hz.
Peygamber (s.a.v) bir vesile ile: “Ben iki kurbanlığın oğluyum” bu­yurmuştur.
(B.k.z: Keşfu’1-Hafa, 1/199) İslam tarihçileri iki kurbanlıktan birinin Hz.
Peygamber (s.a.v)’in babası Abdullah, diğerinin de Hz. İsmâîl (a.s) olduğunu
açıklamışlardır.

3. İslam’ın
ilk devirlerinde, Hz. İsmâîl (a.s) için kesilen koçun başını, iki boynuzu ile
birlikte Kabe’de asılı’bir halde bulunduğunu ve başın kuru­muş  olduğuna dair muhtelif senetİerle rivayet
edilen hadisler (b.k.z: Müsned, 4/68; 5/379-380) ve tarihi rivayetler
mevcuttur. Tek başına sa­dece bu rivayet bile kurbanlığın Hz. İshâk (a.s)
değil, Hz, İsmâîl (a.s) ol­duğuna delil olarak yeter. Çünkü Mekke’de hakim olan
Hz. İsmâîl (a.s)idi. Hz. İshâk (a,s)’m küçükken Mekke civarına geldiğine dair
elde hiçbiı delil yoktur.

4. Hz.
Peygamber (s.a.v)’den “Gerçekten kurbanlık İsmail’dir” (Kurtubi,
Tefsir, 15/100-101) mealinde bir hadis de rivayet edilmiştir.

5. Rivayete
göre; el-Esmâî şöyle demiştir: “Bir gün kurbanlığın kim oldu ğunu Ebu Amr
ibn el-Alâ’dan sormuştum. Cevabında bana: i(Ey Esma! Sen aklını mı yitirdin?
Hz. İshâk (a.s) Mekke’ye nereden gelmiş? Mekke’de ikamet eden Hz. İsmâîl
(a.s)’dır.

6. îbn
Abbas(ra): “Cam Allah yoluna kurban edilmek İstenen Hz. İsmâîl (a.s)’dır.
Yahudiler ise kurbanlığın Hz. îshâk (a.s) olduğunu iddia ettiler ve (böylece
de) yalan söylediler” demiştir.

7. İbn Ka’b
el-Kurâzî ile ilgili rivayet daha önce geçmişti.

(Doç Dr. Abdullah Aydemir, a.g.e, sh. 72-73) (ç)

[71] Saffât: 37/99-112 (ç).

[72] “Kurbanlığın Tevrat’ta (Tekvin, 22/1-19) Hz.
İshâk (a.s) olarak ismen açıklan­mış olmasına rağmen, yine Tevrat’a dayanarak
bunun bir yalan ve tahrif olduğunu isbat etmek mümkündür. Şöyle ki: Yüce Allah
Tevrat’ta. Hz. İbrâhîm (a.s)’e şu emri verir: ”Şimdi oğlunu, biricik oğlunu.
İshâk’ı al… kurban olarak takdim et!” (Tekvin, 22/2) Eğer Tevrat’ı
dikkatlice okursak Hz. İshâk’ın “biricik” oğul olmadı­ğını görürüz.
Çünkü (Tevrat’a göre) Hz. İshâk doğduğu zaman Hz. İsmâîl 14 yaşın­da idi.
(Tekvin, 17/24-25) Tevrat’a göre Hz. İbrâhîm (a.s) ile Hz İsmâîl (a:s) aynı
günde sünnet olmuşlardır. (Tekvin, 17/25-26) Hz. îshâk doğduğu zaman Hz. İbrâ­hîm
(a.s) 100 yaşma basmıştı. (Tekvin, 21/5) O halde Hz. İshâk için kullanılan biri­cik
sıfatı yanlıştır. Kendisinden 14 yıl önce dünyaya gelmiş ağabeyisi Hz. İsmail
varken, Hz. İshâk’a “‘biricik” oğul denmez. Bu açık bir tahriftir. Muhtemelen
bu biricik sıfatı Hz. İsmail’e aittir. Bu isim de bilerek tahrif
edilmiştir.” (Doç, Dr. A. Aydemir, age. sh.73-74) (ç).

[73] Bu görüşte olan kimselerin delilleri için b.k.z: Doç.
Dr. Abdullah Aydemir, age, sh. 69-71 (ç).

[74] Bu görüşte olanlar şunlardır: Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz.
Abbas, Abdullah b. Mes’ud, Ebu Mûsâ eUEş’arİ, Ebu Hureyre, Ka’bu’l-Ahbar, Vehb
b. Münebbih ve daha bazı tabiin ve onlan takip eden İslam büyükleri de
kurbanlığın Hz. İshâk ol­duğu yolunda kanaat beyan etmişlerdir. B.k.z; Taberî,
Tarih, 1/402; Taberî, Tefsir, 23/71; Zemahşerl Keşşaf, 4/56-57; İbnü’l-Cevzî
Tefsir, 7/72; îbnü’I-Esîi\ el-Kâmü, 1/108, 109, -110, ibn Kayyim el- Cevziyye,
Zadü’1-Mead, 1/29; Fahreddîn er-Râzî, Tefsiri Kebîr. 26/153-154; Kurtubi,
Tefsir, 15/100-101; İbn Kesîr, Tefsir, 4/43-44; İbn Kesir, el-Bidâye, 1/159 (ç)

[75] Tabressi, bu konuyla ilgili olarak şöyle der:
“Kurbanlığın, Hz. İshâk olduğunu İddia edenler, Ehl-i Kitap olan Yahudi ve
Hıristiyanlara dayanıyorlar. Onların bu konuda ittifak etmiş olmalarını öne sürerek,
görüşlerini takviye cihetine gidiyorlar.

[76] Ibn Kesîr. cİ-Bk!âye ve’n-Nihâye. 1/158.

[77] îbn Kesîr: el-Bidâye, ve’n-Nihâye, 1/160.

[78] Bununla ilgili hadis için b.k.z: Acluni, Keşlu’1-Hafa,
1/199 (ç).

[79] İbn Hişam, Siretü’n-Nebeviyye, 1/160 vd; îbn Kesîr,
el-Bidaye ve;n-Nihaye, 1/160; Zemahşeri, el-Keşşât; 4/56, İbnül-Esîr, el-Kâmil,
1/108; Tabressi, Tefsir, 4/453, et-Tusi, Tefsir, 8/474; Aynca konuyla ilgili
olarak İvad İbrâhîm tarafindan “MecelletiT 1-Ezher” adlı derginin
üçüncü sayısının sh. 241 ve devamında bir maka­le yayın lanmışîır.(ç).

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 377-382.

[80] Bununla ilgili olarak b.k.z: Îbnü’1-Esîr, el-Kâmil,
1/123-124; Taberî, Tarihü’r-Rüsul ve’1-Müluk, 1/160-161; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihaye, 1/174. Ayrıca Hz. İbrâhîm (a.s)’m 200 yaşında vefat ettiğine dair
rivayetlerde vardır, Fakat yazarımız Sabunî, birinci görüşü tercih etmiştir,
(ç).

[81] Konuyla ilgili olarak b.k.z: Nisa: 4/125, İsrâ: 17/73;
Nahl: 16/121(ç).

[82] Konuyla ilgili olarak b.k.z: Hûd: 11/75 (ç).

[83] Konuyla ilgili olarak b.k.z: Hûd: 11/75 (ç).

[84] Bakara: 2/124.

[85] Bununla ilgili olarak b.k.z: İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, 1/193; Talvn Tarihü’l-Rûsul ve’1-Müluk, 1/162; Mes’udi,
Mumcu’z-Zeheb, 2/48 (ç).

[86] Bununla ilgili olarak b.k.z: İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihaye, 1/193; Tarvn Tarihü’l-Rüsul vc’1-Miiluk, 1/162; İbnü’î-Esîr,
el-Kâmil, 1/125; İbn Haldun, Taııl. 2/39; İbn Sa’d, Tabakât, 1/52 (ç).

[87] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
Yayınları: 382-383.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu