Peygamberler Tarihi Sabuni

Ûlu’l-Azm Olan Peygamberler

ALTINCI BÖLÜM1

ÛLU’L-AZM
OLAN PEYGAMBERLER
.. 1

HZ. NUH (A.S) 1

Hz. Nûh
(a.s)’ın Soyu:
1

Hz. Nûh
(a.s)’ın Kur’an’da Zikredilmesi:
2

Hz.Nûh
(a.s)’ın Yeryüzüne Gönderilen Resullerin İlki Oluşu:
3

Hz. Nûh
(a.s)’ın Yaşadığı Müddet:
4

Nûh Kavminin
Putlara Tapması:
5

Putçuluğun
Yayılışı Ve İnsanların Putlara Tapmasının Sebebi:
7

Kavminin,
Kendisini Yalanlamaları Üzerine Hz.Nüh’un Buna Sabretmesi:
8

Hz. Nûh
(a.s)’a Yapılan Çeşitli Suçlamalar:
9

Hz. Nûh
(a.s)’ın, Kendi Kavmini Allah’a Davet Etmesi:
10

Hz. Nûh
(a.s)’ın Gemiyi Yapması:
12

Hz. Nûh
(a.s)’ın Çocukları:
14

Kafirlerin
Helak Edilişinden Sonra Tufan’ın Sona Ermesi:
15

Gemi Halkının
Tufandan Kurtulduktan Sonra Yeryüzüne İnmeleri:
15

Hz. Nûh ile
Beraberindeki Müminlerin Gemide Kaldıkları Müddet:
16

Hz. Nûh
(a.s)’ın Vefatı:
16

Hz. Nûh
(a.s)’ın Kendi Şahsına Ait Bazı Özellikleri:
16

 

 

ALTINCI
BÖLÜM

 

ÛLU’L-AZM OLAN PEYGAMBERLER

 

HZ. NUH (A.S)

 

“Andolsun ki Biz Nuh’u
kavmine (Peygamber olarak) gönderdik (kavmine Peygamber olarak gönderilişinden
itiba­ren onların) aralarında elli yıl müstesna olmak üzere bin yıl
kaldı.” (Ankebût: 29/14) [1]

 

Hz. Nûh (a.s)’ın Soyu:

 

Tarihçilerin[2]
belirttiğine göre; Hz. Nûh (a.s)’ın soyu şu şekildedir:

Nûh İbn Lâmek b.
Mettuşalah ibn Ahnûh yani İdrîs’dir. Buna göre Hz. İdrîs(a.s), Hz. Nûh (a.s)’ın
büyük atası yani de­desinin babası olmaktadır.

Hz. Nûh (a.s)’m soyu,
Şîd ibn -Ebu’l-Beşer olan- Hz. A-dem (a.s) ile sona ermektedir.[3]

Hz. Nûh ile Hz.
Adem’in arası 1000 seneden fazla bir zaman vardır. Tevrat’ın rivayetine göre[4] ise
ikisinin arasında ge­çen zaman, 1056 yıl olarak belirtilmektedir.

Buharı’nin rivayetine
gelince ise; Buhârî, İbn Abbas (r.a)’m şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

“Hz. Adem ile Hz.
Nûh arasında on nesil vardı, (bu on neslin) hepsi de İslam dini
üzereydiler.”[5]

îbn Kesir,
“el-Bidâye ve’n-Nihâye” adlı kitabında bu ha-is ile ilgili olarak
şöyle der:

“Hadisi şerifin
metninde geçen “Karn” yani “nesil” keli­mesinden maksat,
100 sene ise -nitekim insanların çoğu bu :elimeyi işittiklerinde ilk olarak ona
100 sene anlamını verir-er- demek ki Hz. Adem ile Hz. Nûh arasında (100×10=)
1000 ;ene geçmiştir. Ama bu, İbn Abbas’m koymuş olduğu “(Bu n neslin)
hepside İslam dini üzereydiler” kaydına ters düş-nemektedir. Çünkü bu
durumda ikisinin arasında Müslüman almayan başka nesiller geçmiş olabilir.
Fakat Ebu Ümâme’nin hadisi ise, ikisinin arasında sadece on neslin geçmiş
olduğuna delâlet etmektedir. İbn Abbas’m rivayet ettiği hadis ise, ikisi
arasında geçen nesillerin Müslüman oldukları kaydını eklemiş­tir ki bu da,
tarihçilerin ve diğer Ehl-i Kitab’ın ortaya attıkları “Kabil ve oğullan
ateşe tapınışlardır1′ iddiasını çürütmektedir.

Ebu Ümâme’nin hadisini
ise İbn Hibbân, “Sahili”[6] adlı
kitabında ondan şöyle rivayet etmiştir:

“Adamın birisi
Resulullah (sav)’e:.

  Ey Allah’ın resulü! Adem(a.s) Peygamber
miydi?” diye sordu, Resulullah (s.a.v)’de:

  Evet! O, Allah ile konuşan (yani Allah’ın
kelamına mu­hatap olan) bir peygamberdi, diye cevap verdi. Bunun üzerine o
adam:

  Hz. Adem ile Hz. Nûh arasında ne kadar zaman
geçti?” Diye tekrar sordu. Resulullah (s.a.v)’de:

– On nesil, diye cevap
verdi.”[7]

 

Hz. Nûh (a.s)’ın Kur’an’da Zikredilmesi:

 

Hz. Nûh (a.s)’ın
Kur’ân-ı Kerîm’in 43 yerinde[8]
zikredil­miştir. Hz. Nûh (a.s)’m kıssası ise Kur’an’da detaylı bir şekil­de
birçok surelerde anlatılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: A’raf Sûresi (59
ile 64 arası), Hûd Sûresi (25 ile 48 arası), Müminûn Sûresi (23 ile 30 arası),
Şuara Sûresi (105 ile 122 arası), Kamer Sûresi (9 ile 17 arası) vb. sureler.[9]

Ayrıca Kuv’ân-ı
Kerîm’de “Nûh Sûresi” diye isimlendiri­len bir sure ise Hz. Nûh
(a.s)’ın ismine mahsus olarak zikre­dilmiştir.

Kısacası bu surelerin hepsi,
Hz. Nûh (a.s)’ın Peygamber olarak gönderilişine, peygamberliğine, davet
metodunu kav­minin bile bile inkarına ve isyanına, onların eziyetlerine karşı
göstermiş olduğu uzun bir müddet sabredişini, yalanlayıcılarm üzerine yapmayı
gerekli kıldığı azap -ki oda boğulmadır- ve ona iman edenlerin kurtuluşunu
anlatmaktadır. Hz. Nûh (a.s)’m kıssası ise geniş olarak birazdan
anlatılacaktır. [10]

 

Hz.Nûh (a.s)’ın Yeryüzüne Gönderilen Resullerin İlki Oluşu:

 

Tarihçilerin
naklettiğine göre; Hz. Nûh (a.s) Cenab-ı Al­lah’ın yeryüzü halkına Peygamber
olarak gönderdiği resullerin ilkidir. Bundan dolayı da Rabbi ona, kavmini
uyarmasını ve onlara Allah’ın azabından sakındırmasını emretmiştir. Buna göre
Hz. Nuh (a.s) uyarıcı nebilerin ve resullerin ilki olmakta­dır. Bunun delilleri
ise şunlardır:

a. Nitekim
Yüce Allah da bu konuyu şöyle anlatmaktadır:

“Kavmine elem
verici bir azap gelmezden önce onları “uyar” diye Nuh’u, kavmine
(Peygamber olarak) gönderdik.”[11]

b. Buna
başka bir delil ise Buhârî ve Müslim’in 
Sa-hîh’lerinde rivayet edilmiş olan şefaat hadisidir. Hz.
Peygam-ber(sav) bunu şöyle anlatmaktadır:

“Allah kıyamet
günü, öncekileri ve sonrakileri tek bir düz­lükte toplar. Bakan onları görür,
çağıran onları işitir, güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı insanların
tahammül edemeye­cekleri ve güç yetiremeyeçekleri dereceye ulaşır. Öyle ki in­sanlar:

– Babanız Adem var!
Derler. Ona gelerek:

– Ey Adem! Sen
insanların atasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı. Kendi ruhundan sana
üfledi, (bütün isimleri sana öğret­ti) meleklerini senin önünde secde ettirdi.
Seni cennete yerleş­tirdi. (Bunlardan dolayı Allah katında itibarın ve makamın
var) Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi ve
başımıza şu geleni görmüyor musun?” derler. Adem:

Bugün Rabbinı
öfkelidir. Daha önce bu kadar öfkelen­medi ve bundan sonra da böylesine
öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate benim yüzüm yok. Çünkü cennette iken Allah)
beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa karşı geldim. (ben
cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıka­rıldım. Bugün günahlarım
affedilirse bana yeter) Nefsim! Nef­sim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Nuh’a
gidin! diyecek. Bunun üzerine insanlar Nuh’a gelecekler ve ona:

  Ey Nûh! Sen yeryüzü halkına gönderilen resullerin
ilki­sin. Allah seni çok şükreden bir kul[12] diye
isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri
görmüyor   musun?   Rabbin  
katında   bizim    için  
şefaatte bulunmaz mısın?” diyecekler. Nûh’da:

– Bugün Rabbim çok
öfkelidir. Daha önce hiç bu kadar öf­kelenmedi ve bundan sonra da böylesine
öfkelenmeyecek! Çünkü benim bir dua hakkım vardı. Bende onu kavmimin a-leyhine
(beddua olarak) kullandım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin.
İbrahim’e gidin! diyecek…”[13]

Nakledilen bu hadisi
şerife göre; Hz. Nûh (a.s), yeryüzü halkına gönderilen ilk resuldür. Bu görüş
birçok alimin ileri sürdüğü Sahîh bir görüştür. Fakat hadisi şerifte geçen bu
ifade, Hz. Nûh(a)’dan önce hiçbir Peygamber gönderilmemiştir şek­linde
değildir. Çünkü Hz. Nûh’dan önce Hz.Adem, Hz. Şid ve Hz. İdrîs gibi nebiler
vardır. Bunların hepsi Hz. Nûh (a.s)’dan “önce Peygamber olarak
gönderilmişlerdir. Fakat Hz. Nûh (a.s)’dan önce gönderilen bu nebiler, resul
değildirler. Bu mü­nasebetle, Hz. Nûh (a.s) ilk resuldür. Ama ilk nebi
değildir. Çünkü nübüvvet (yani nebüik) ile risalet (yani elçilik) arasında bir
farkın olduğu herkes tarafından bilinen bir özelliktir. Zira resul; Yüce
Allah’ın kendisine bir şeriatla vahyettiği ve insan­lara, Allah’ın kendisine
vahyettiğini tebliğ etmekle sorumlu tuttuğu kimseye denir.

Nebi ise; Yüce Allah’ın
kendisine bir şeriatla vahyettiği, fakat insanlara, Allah’m kendisine
vahyettiğini tebliğ etmekle sorumlu tutmadığı kimseye denir.[14] Yine
de doğrusunu en iyi bilen Allah’tır. [15]

 

Hz. Nûh (a.s)’ın Yaşadığı Müddet:

 

Hz. Nûh (a.s) uzun bir
müddet yaşamıştır. Bundan dolayı da çok ömürlü olmuştur. Zira Hz. Nûh (a.s)
ömür bakımından peygamberlerin en uzun ömürlü olanı ve mücadele bakımın­dan da
onlardan en fazla olanı idi.[16]
Çünkü Hz. Nûh (a.s), pey­gamberlerden bir çoğunun tahammül edemeyeceği
eziyetlere tahammül etmiş, kavmini, gece-gündüz ve açık-gizli olarak Allah’a
davet etmiş ve onların arasında 950 sene kalarak onla­ra vaaz etmiş, hikmetle
ve nasihatle onları putlara tapmaktan men edip bir olan Allah’a ibadet etmeye
çağırmıştır. Fakat Hz.Nûh (a.s) bu yaptıklarının karşılığında onlardan, yalanla­manın,
zulmün, yüz çevirmenin ve zorbalığın bütün şekliyle karşılaştı. Zira onların
kalpleri taştan daha katılaşmış ve akılla­rı demirden daha da sertleşmişti.

Hz. Nûh (a.s) onların
arasında uzun bir müddet kaldığı halde onlardan çok azı iman etmişti. Nitekim
Yüce Allah, bu durumu şöyle haber vermektedir:

“Çok az kimse
onunla (yani Nuh’la) birlikte iman etmişti.” (Hûd:lI/40)

Hz. Nûh (a.s) ile birlikte
iman edenlerin sayısı hakkında çeşitli görüşler vardır. Bunlardan bazıları
şunlardır:

a. Bazı
tefsirciler; Hz. Nûh (a.s) ile birlikte iman edenlerin sayısını on kişi olarak
bildirmektedir ki bunlar, Hz. Nûh (a.s) ile birlikte tufan esnasında gemiye
binen kimselerdir.[17]

b. Diğer
bazı tefsirciler de; Hz. Nûh (a.s) ile birlikte iman edenlerin sayısını kırk
kişi olarak bildirmektedir.

c. îbn
Abbas’tan nakledilen Sahîh rivayete göre, onlar ka­dınlarıyla birlikte seksen
kişi idiler.[18]

İşte bu son görüş, Hz.
Nûh (a.s) ile birlikte iman edenler hakkındaki tefsircilerin görüşlerinden en
güvenilir olanıdır. Çünkü onlar Allah tarafından boğulmaktan kurtulmuştur. Hz.
Nûh (a.s)’m bu sıkıntılı musibetler ile yaşadığı bu uzun müd­det zarfında -ki,
bu peygamberlerden sabır sahibi olan ulu’1-azm peygamberlerin tahammül etmeye
güç yet irebileceği sı­kıntı, kendisini müdafaa, zulüm, bela vb. şeylerle dolu
olan zor bir hayat devresi sırasında- nail olduğu zorluğun sınırının orta­ya
çıkması da bunu göstermektedir.

İşte bütün bunlardan
dolayı Hz. Nûh (a.s); Yüce Allah’ın, yaratılmışların efendisi Hz. Muhammed
(s.a.v)’e hitaben geç­tiği:

“(Ey Muhammed)
Peygamberlerden “ulu’l-azm” (yani a-zim sahibi) olanların (eziyetler,
sıkıntılar vb. şeyler, karşısında) sabrettiği gibi sen de (onlar gibi) sabret.
” (Ahkâf: 46/35) ){ bu sözünde zikredilen ilulu’l-azm”
peygamberlerdendir. Zira Yüce Allah, bu sözünde, Hz. Muhammed (s.a.v)’e,
ulu’1-aznı peygamberlerin metodu ve yolu üzere yürümeyi emretmiştir.

Ulu’1-azm peygamberler
ise beş kişi olup şunlardır:

1. Hz. Nûh
(a.s)

2. Hz.
İbrahim (a.s)

3. Hz. Mûsâ
(a.s)

4. Hz. İsa
(a.s)

5. Bunların
en sonuncusu ise Hz. Muhammed (s.a.v)’dir.[19]
Allah’ın salât ve selâmı onların hepsinin üzerine olsun.

Bazı tarihçilerin
naklettiğine göre; Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)’ı kavmine Peygamber olarak
gönderdiğinde o, 50 yaşın­daymış. Onların arasında 950 sene kalmış ve kavminin
helak edilişinden sonra da 350 sene daha yaşamış. Buna göre Hz. Nûh (a.s)’m
ömrü, 1350 sene olmuş olur.

Asıl itibariyle bu
görüş, Tevrat’tan nakledilmiştir.[20] -Bu
görüşün kendisinde kalbin tam olarak mutmain olmayacağı Tevrat’ın naklettiği
diğer rivayetler gibi mübalağa vardır- Hal­buki Tevrat’ın naklettiği bu görüşü
almakla, Kur’ân-ı Kerîm’in anlattığı

“(Nûh kavmine
Peygamber olarak gönderilişinden itiba­ren onların) aralarında
“elliyıl” müstesna olmak üzere bin yıl kaldı. “(Ankebût: 29/14)
bu görüşü terk etmekteyiz. İşte bu a-yeti kerime, delaleti kati ve yakın bir
sabitlikle sabit olmuştur.

Bundan dolayı bizini,
Kur’an’m belirttiği görüşün dışında ka­lan rivayetlere ve haberlere ihtiyacımız
yoktur. [21]

 

Nûh Kavminin Putlara Tapması:

 

Ayeti Kerimelerin, Hz.
Nûh (a.s)’m kıssası hakkında işaret ettiği üzere; Hz. Nûh (a.s), Allah’a şirk
koşan, taşlardan ve ba­kırlardan yapılan putlara tapan, Allah’tan başkasını
‘ilah” e-dinen, ve bu taptıkları şeylerin, kendisine veya kendisine ta­panlara
gelebilecek herhangi bir zararı uzaklaştıracağına, fay­da sağlayacağına,
gördüğüne, işittiğine, hayrı kendileri için çekip çıkarmaya güç yetireceğine,
kendilerinden her türlü kö­tülüğü uzaklaştıracağına, Allah’ı bırakıp onların
sadece kendi­lerine fayda sağlayacağına ve zenginleştireceğine inanan bir kavme
Peygamber olarak gönderilmişti.

İşte Hz. Nûh (a.s)’ın
Peygamber olarak gönderildiği bu kavim putlara tapan ve Allah’a şirk koşan
kavimlerin ilkidir.[22]
Bundan dolayı Cenab-ı Allah, Hz. Nûh (a.s)’ı onlara, putları bırakıp Allah’a
ibadet etmedikleri takdirde başlarına gelecek olan Allah’ın azabıyla onları
uyarmak ve korkutmak amacıyla Peygamber olarak göndermişti.

Nitekim Yüce Allah bu
durumu şöyle haber vermektedir:

“Kavmine elem
verici bir azap gelmezden önce onları u-yar diye Nuh’u kavmine (Peygamber
olarak) gönderdik. O da: “Ey kavmim! Şüphesiz ki ben, (Allah tarafından)
size gönde­rilmiş apaçık bir uyarıcıyım. (Putları bırakıp yalnızca) Allah ‘a
ibadet edin. Ondan ittika edin ve (Allah’ın vahyettiği doğrultuda) bana itaat
edin ki Allah günahlarınızı bağışlasın ve ece­linizi belli bir süreye kadar
ertelesin… ” demişti.”[23]

Hz.Nûh’un kavminden
önce yaşayan insanlar Allah’a iba­det eden, ona hiçbir şeyi ortak koşmayan,
taşlardan ve bakır­dan yapılmış putlara tapmayı bilmeyen, Allah’ın vahdaniyeti­ne
yani birliğine inanan mümin kimseler olup fıtrat dini olan Tevhid yani İslam
dini üzereydiler. İşte bütün bunlardan dola­yı Yüce Allah, puta tapanları
uyarmak ve Allah’ın yabanla­rından sakındırmak için onlara bir resul gönderdi.
Uyarmak ve korkutmak için “Rasib oğullan” denilen bir kavme
gönderilen ilk resul, Hz. Nûh (a.s)’dır. Bu kavim, sapıklık içerisine dal­mış,
inat ve sapkınlıklarını artırmış ve büyük bir şekilde haddi aşmışlardı. İşte
Hz. Nûh (a.s), bunlara Peygamber olarak gön­derilmişti. Hz. Nûh (a.s), onlara
apaçık deliller ve kesin kanıt­lar getirdiği halde onlardan yüz çevirmenin,
zulmün, akılsızlı­ğın, sapıklığın, eğlencenin ve alayın her türlüsüyle karşılaş­mıştı.
Nitekim

Yüce Allah, Hz. Nûh
(a.s)’m bu durumunu “Nûh Sûresin­de” şöyle anlatmaktadır:

“Nûh: “Ey
Rabbiml Doğrusu ben, kavmimi gece-gündüz (senin bana vay ettiklerine) çağırdım.
Fakat benim çağırmam, sadece benden uzaklaşmalarını artırdı. Doğrusu ben, senin
onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda (çağırışımı işitmemek için)
parmaklarını kulaklarına tıkadılar (tanınma­mak için) elbiselerine hüründüler
(davetime karşılık devamlı olarak) direndiler ve büyüklendikçe büyüklendiler.
Ayrıca ben onlara (davetime) açıktan açığa gizliden gizliye de söyledim ve:
“(İşlemiş olduğumuz günahlardan dolayı) Rabbinizden bağışlamayı dileyin
ki- doğrusu O sizi çok bağışlayandır- size gökten bol bol yağmur indirsin, sizi
mallar ve oğullarla des­teklesin, sizin için bahçeler var etsin ve ırmaklar
akıtsın. Ne oluyorsunuz ki Allah’a büyüklüğü yaklaştıramıyorsunuz. Oysa sizi
merhalelerden geçirerek o yaratmıştır. Allah ‘in göğü yedi kat üzerine nasıl
yarattığını görmez misiniz? Aralarında aya aydınlık vermiş ve güneşin ışık
saçmasının sağlamıştır. Allah sizi yerden bitirir gibi yetiştirmiştir. Sonra da
sizi oraya (yani yer altında) geri döndürür ve yine sizi oradan geri çıkarır.
Yeryüzünde dolaşabilmeniz, orada yollar ve geniş geçitlerden geçebilmemiz için
onu (yani yeryüzünü) size yayan O’dur, de­dim”[24]

Bu ayeti kerimeler;
Hz. Nuh’un kavminden önce yaşayan insanların mümin kimseler olduklarını,
putlara tapmayı ve Yü­ce Allah’a şirk koşmayı bilmediklerini göstermektedir.
Nite­kim Yüce Allah’ın:

“(İlk Önce)
İnsanlar bir tek ümmetti. Allah, insanların ihti­lafa düşecekleri konularda
aralarında hüküm vermek için pey­gamberleri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi
ve onlarla bir­likte de hak kitaplar indirdi.”[25]
ayeti kerimesi hakkında İbn Abbas’m şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

“Hz. Adem ile Hz.
Nûh arasında on nesil vardı, (bu on neslin) hepside Hak şeriat (yani İslam
şeriatı) üzereydiler. Da­ha sonra ihtilafa düştüler.”[26]
Bunun üzerine Allah, peygamber­leri müjdeleyici ve korkutucu olmak üzere
göndermiştir. İşte “İnsanlar bir tek ümmetti. Daha sonradan ihtilafa
düştüler” ayeti, Abdullah b. Mes’ud’un kıraatinde bu şekildedir.

Katâde’de bununla
ilgili olarak şöyle söylediği rivayet e-dilmiştir:

“İnsanlar (ilk önce)
toplu halde hidayet üzereydiler. Daha sonradan ihtilafa düştüler. Bunun üzerine
Allah, (bu ihtilafa düşenlere) peygamberleri müjdeleyici ve korkutucu olmak üzere
göndermiştir. Bunlara gönderilen peygamberlerin ilki de Hz. Nûh(a)’dır. [27]

 

Putçuluğun Yayılışı Ve İnsanların Putlara Tapmasının Sebebi:

 

Daha öncede geçtiği
üzere Hz.Nûh’ım kavmi, putlara ta­pan toplulukların ilkidir. Zira onlardan
önceki insanlar, tevhid ve iman üzere olup putçuluğu bilmeyen ve putlara
tapmayan kimselerdi. Nûh kavminin putlara tapan kimseler olduğuna dair delil;
şanı yüce olan Allah’ın, Kur’ân-ı Kerîm’inde Hz. Nûh (a.s)dan haber vererek
naklettiği şu ayetlerdir:

“Nûh: “Ey
Rabbiml Doğrusu bunlar (yani kendilerine senden aldığım vahiyleri tebliğ
ettiğim bu kavmim, senin emir­lerini dinlemeyip) bana isyan ettiler ve malı,
çocuğu kendisine sadece zarar getiren kimseye (yani halk, malı, çocuğu ahirette
kendisine sadece zarar getirecek olan liderlere) uydular. (Bu liderler halka
karşı kendilerinin hidayet ve hak üzere oldukla­rını göstermek için) büyük hileler
kurup insanlara: “Sakın i-lahlannızı (yani putlara tapmayı) bırakmayın.
Hele hele vedd, Suvâ, yeğus, Yeük ve Nesrputlarından asla vazgeçmeyin” de­diler.
Böylece (O liderler kavmimin) birçoğunu saptırdılar. (Benim söylediklerimi
değil de, liderlerinin sözlerini dinleye­rek putlara tapan) zalimlerin,
sapıklıklarından başka bir şeyini artırma!” dedi.”[28]

Ayeti kerimede ismi
geçen bu putlar, Hz. Nûh (a.s)’m Peygamber olarak gönderilişinden önce yaşamış
salih kimsele­rin isimleri ve mukarrabin meleklerin isimleridir.

Nûh kavmi, bu Salih
kimselerin yaptıkları güzel işleri de­vamlı olarak hatırlamak istediklerinden
dolayı -bu iddialarına binâen- onlar için heykeller diktiler. Nûh kavmi onların
hey­kellerini yapmakla, onların yaptıkları güzel işleri hatırlayarak
unutmayacak ve iyi işlerde onları örnek edinip aynısını yap­maya
çalışacaklardı. Nûh kavmi, bu iddialarına binaen uzun zamanlar geçince bu
putlara tapar hale geldiler. Buharı ve Müslim’in Sahîlı’lerinde Hz.
Aişe(ra)’dan şöyle rivayet edil­miştir:

“Resulullah
(s.a.v)’in (ömrünün sonlarına doğru) hasta­landığında hanımlarından bazıları
“Mariyete” isminde bir kili­seden söz ettiler. Hanımlarından Ümmü
Seleme ve Ümmü Habîbe, hicret dolayısıyla Habeşistan’a gitmişler ve kiliseyi
orada görmüşlerdi. Kilisenin güzelliğini, içindeki suretleri an­lattılar. Bunun
üzerine Resulullah (sav) başını kaldırarak:

– Onlardan sâlih bir
kişi öldüğü zaman onun (öldüğü ye­rin) yanı başında bir tapınak yaparlar ve
içine de ölen kişinin suret ve heykellerini koyarlar. Kıyamet günü onlar, şanı
yüce oîan Allah katında yarattıklarının en şerlisidirler” buyurdu.”[29]

Buharı, Yüce Allah’ın:
“(Nûh kavminin liderleri halka:) “Sakın ilahlarınızı (yani putlara
tapmayı) bırakmayın. Hele hele Vedd, Suva, Yeğus, Yeük ve Nesr putlarından asla
vaz­geçmeyin” dediler/’ (Nûh: 71/23) ayeti hakkında İbn Abbas’dan şöyle
rivayet etmiştir:

“Nûh kavminde
mevcut olan putlar sonradan Araplara in­tikal etmiştir.[30]
Şöyle ki: “Vedd adlı put, Dümetü’l-Cendcl’deki olup Kelb kabilesine aitti.
Süvâ adındaki put, Hüzeyl kabilesine aitti. Yeğus adındaki put, (önce) Murad’m sonrada
Sebe’ şehri yanındaki Cevf vadisinde bulunan Gutayfoğullanna ait oldu. Yeük,
Hemedân’ın idi. Nesr, Âl-i Zilkelâ’dan Himyer’in putuydu. Buradaki put
isimleri, aslında Nûh kavminden Salih kimselerin isimleri idi. Bunlar ölünce
şeytan, bu salih kimseler? Kavimlerine; “Salih kimselerin ha­yattayken
oturmuş oldukları yerlere (onların hatırasına) putlar dikin ve onlara bu
kimselerin isimlerini verin” diye ilham etti. Halk bu ilhama uyup
söyleneni yaptılar. Başlangıçta bu putlara tapınma yoktu. Ancak bu putları
yapanlar ölünce ve onlar hak­kındaki bilgi de unutulunca bu putlara tapılmaya
başlandı.”[31]

Bu konuda derim ki:
Nûh kavmindeki salih kimselerin, zamanla insanlar onları hatırlamak için
elleriyle heykeller ya­pıp daha sonra da onlara tapmalarından dolayı İslam
şeriatı, ruh sahibi herkesin el ile suretlerinin ve heykellerinin tasvir
edilmesini yasaklamıştır. Böylece heykeller edinmeyi ve resimlerin yapılmasını
İslam şeriatı haram kılmıştır. İşte heykel­lerin ve resimlerin yapılmasının
haram kılınmasının sebebi bundan dolayıdır.

Buharı, Sahîh’inde Hz.
Peygamber(sav)’in şöyle buyur­duğunu nakletmiştir;

“Kıyamet gününde
insanların azap bakımından en şiddetli­si olanlar, Mûsâvvir (yani Allah’ın
yarattıklarına benzer şeyler yapan)lerdir. Kıyamet gününde o Mûsâvvirlere;
“Haydi baka­lım! Yarattıklarınızı diriltin” denilir”[32]

Bu konuda şöyle bir
hadis daha rivayet edilmiştir: “Melekler, içerisinde köpek, suret (yani
resim), heykel ve cünub bulunan bir eve girmezler.”[33]

Yine bu konuda şöyle
bir hadis rivayet edilmiştir:

“Her kim bir
suret yaparsa, Yüce Allah kıyamet günü o-nun yapmış olduğu suret ve heykeli
karşısına getirecek ve ona, can (yani ruh) verene kadar azap edecektir. Zaten
onun, ona can (yani ruh) vermesi de mümkün değildir.”[34]

Bu anlatılanların hepsi
insanların putlara tapmalarını en­gellemek suretiyle kötülük yollarını kapatmak
(yani seddu’z-zerâi)[35] ve
akideyi korumak için yapılmıştır. Nitekim Nûh kavminde meydana gelen bu fesat
ve kötülük, daha sonra baş­kalarıyla ve onlardan da daha sonra gelenlere
intikal etmiştir. [36]

 

Kavminin, Kendisini Yalanlamaları Üzerine Hz.Nüh’un Buna
Sabretmesi:

 

Hz. Nûh (a.s)
Allah’dan kendisine indirileni tebliğ etmek suretiyle kavmiyle mücadeleye
girişmiş ve hiçbir kimsenin tahammül ve kudret göstermeye gücünün yetmeyeceği
kavmi­nin eziyetlerine ve zulümlerine karşı sabretmiştir.

Hz.Nüh’un kavmi ile
olan mücadelesi, batın1 olan şeylere karşı yapılan mücadeleydi. Sabrı ise
kavminin liderlerine, ezi­yetlerine, zorluklarına ve zulümlerine karşı idi.

Hz. Nûh (a.s) yaklaşık 1000
sene gibi uzun bir müddet zarfında Allah’ın davetine tebliğden vazgeçmemiş,
Allah’ın rızasına gerekli olan nasihat ve hatırlatmaya başladığı andan itibaren
zaafa düşmemiş, dimdik ayakta kalmış ve onlara karşı mücadelesini en güze] bir
şekilde sürdürmüştür. Fakal Hz. Nûh (a.s)’ın bu davranışına karşılık olarak işe
Nûh kavmine men­sup müşrikler, Hz.Nûh’u davetinden vazgeçirmek ve her türlü
sabır ile sebattan onu müstağni kılmak için alay eden ve eğlen­ceye alan
gruplar oluşturmuşlardı. Müşrikler bununla da ye­tinmeyip Hz. Nuh’u çeşitli
ithamlarla suçlamışlardı ve çeşitli iftiralarda bulunmuşlardı. Onların bu
davranışları, Hz.Nûh’un Allah’a olan imanını, teslimiyetini, sabrını ve
mücadelesini daha da artırıyordu. Bundan dolayı Hz. Nûh (a.s), Allah’a ya­kın
olan ve sabırlı olan ulu’1-azm peygamberlerdendi. [37]

 

Hz. Nûh (a.s)’a Yapılan Çeşitli Suçlamalar:

 

Hz. Nûh (a.s)’m,
kavmine yapmış olduğu tebliğ karşılı­ğında ona yapılan ithamlar şunlardı:

1. Hz. Nûh
(a.s)’m akılsızlıkla ve sapıklık ile suçlanması: Yüce Allah bunu şöyle
anlatmaktadır:

“(Nûh) kavminin
ileri gelenleri (Nuh’a): “Doğrusu biz, senin apaçık sapıklık içerisinde
olduğunu görüyoruz” dediler. Nûh’da: “Ey kavmim! Bende bir
“sapıklık”yoktur. Ben ancak alemlerin Rabbinin peygamberiyim,
Rabbimin sözlerini size bildiriyor, öğüt veriyorum, sizin bilmediğiniz şeyleri
ben Allah katından (Jıaber ile) biliyorum. Sakınmanızı ve böylece rahme­te
uğramanızı sağlamak üzere sizi uyarmak için aranızdan biri vasıtasıyla Rabbinizden
size haber gelmesine mi şaşırıyorsu­nuz?” dedi.”[38]

2. Hz, Nûh
(a.s)’in delilik ile suçlanması.

a. Yüce
Allah, Kur’ân-ı Kerîm’indc bunu şöyle anlatmak­tadır:

“(Ey Muhammedi
Senin kavminden olan) bu putperestler­den önce de Nûh kavmi (kendilerine Allah
tarafından Peygam­ber olarak gönderilen Nûh ‘u da) yalanmış ve (bununla da ye­tinmeyip)
kulumuzu yalanlayarak ona; “deli”dir dediler ve o, (kavmi tarafından
risaletini yerine getirmekten) alıkonulmuştur.[39]

b.
Kur’ân-ı  Kerîm,  onların kendi 
dillerinden  Hz.  Nûh (a.s)’i delilikle nasıl suçladıklarını
şöyle haber vermektedir:

“Bu   adamda  
(yani  Nûh ‘da)   nedense  
biraz   “delilik”[40] var…

3. Hz. Nûh
(a.s)’m tartışmasının çokluğuyla ve (Allah ka­tından bir azap getireceğini
söylemesinden ötürü) Allah’a karşı iftira etmekle suçlanması.

Yüce Allah, Kur’ân-ı
Kerîm’de bu konuda onlardan naklen şöyle buyurmaktadır;

“Ey Nûh! Bizimle
gerçekten tartıştın. Hem de (bizimle o-lan) tartışmam çoğalttın, eğer sen
gerçekten doğru sözlü kim­selerden isen tehdit ettiğin azabı başımıza
getir” dediler.”[41]

4.  Hz. Nûh (a.s)’ın, taşlama ile tehdit
edilmesi: ‘-“‘   Yüce Allah, bunu
şöyle anlatmaktadır:

“(Nûh kavminin
ileri’gelenleri) “Ey Nûh! Eğer bu işe (ya­ni tebliğine) sek vermezsen,
şüphesiz “taşlanacak” kimseler­den olacaksın ” dediler.”[42]

5. Hz. Nuh
(a.s)’ın yaptığı tebliğe, Nuh kavminin olay ve eğlence yoluyla karşılık
vermeleri.

Yüce Allah, bunu ise
şöyle haber vermektedir:

“(Nuh) gemiyi
yaparken kavminin ileri gelenleri (Nuh’un) yanına uğradıkça (yaptığı işten
dolayı) onunla “alay ederler­di” oda: “Bizimle (yaptığımız bu
işten dolayı) “alay ediyorsu­nuz”. Ama (siz bizimle) “alay
ettiğiniz” gibi (Allah’ın azabı üzerinize geldiğinde o zaman) bizde
sizinle “alay edeceğiz” derdi.”[43]

Nuh kavminin ileri
gelenleri ve alt tabakadakiler, Hz. Nûh (a.s)’ın azmini ve gayretini köreltmek
için eziyetlerini ve suç­lamalarını işte böyle davetçi, Hz. Nûh (a.s) gibi
böyle bir şekil üzere bulunduklarında iftiralar ve suçlamalar, kafirlerin her
zaman onlara karşı kullandığı bir silah olmuştur.

Nûh kavmine mensup
müşriklerin bu durumu, sadece Nûh kavmine ait bir özellik olmayıp kıyamete
kadar gelecek olan bütün müşrikler ile yaratılmışların efendisi olan Hz.
Muham-med (sav)’e şöyle demişlerdi:

“(Mekkeli
müşrikler) “Ey kendisine kitap indirilen kimse! Sen (böyle şeyleri
söylediğinden dolayı) mutlaka “delisin” dediler.”[44]

“Zalimler,
(müminlere) “Siz sadece “büyülenmiş” bir a-dama
uyuyorsunuz” diyorlar. ” (İsrâ: 17/47)

Yine Mekkeli müşrikler
Hz.Muhammed(sav) hakkında şöyle diyorlardı. “Kafirler; (kendilerine
Peygamber olarak gönderdiğimiz Muhammed’e dair) “bu, çokça yalancı olan
bîr ‘sihirbazdır’ dediler.” (Sâd: 38/4)

Din düşmanları ve kafirler,
her Peygamber ve davetçi bu şekil üzerine bulunduklarında devamlı olarak onlara
karşı suçlama ve iftira silahını işte böyle kullanmaktadırlar. Bundan dolayı da
davetçilerin ve ıslahatçıların, bu çeşit silahın bugün­kü soğuk savaş
çeşidinden olduğunu mutlaka bilmesi gerek­mektedir. [45]

 

Hz. Nûh (a.s)’ın, Kendi Kavmini Allah’a Davet Etmesi:

 

Hz. Nûh (a.s)’ın hayatı,
zorlu ve sıkıntılı bir hayat olup kavmiyîe olan mihneti, elem verici.şiddetli
bir mihnetti. Çünkü Hz. Nûh (a.s), kavmi arasında uzun nesiller ve zamanlar
kaldı­ğı halde onlarda; sağır bir kulak, kapalı bir kalp ve taşlaşmış bir
akıldan başka bir şey göremedi. Zira onların nefisleri, bü­yük bir kaya
parçasından daha sert ve kalpleri, demirden daha sert bir hal almıştı.

Hz. Nûh (a.s)’ın uzun
müddet devam ettiği nasihat ve ö-ğüdü onlara bir fayda sağlamadı. Ayrıca
Allah’ın azabıyla korkutması ile de onları yaptıkları şeylerden alı koyamadı.
Zi­ra Hz. Nûh (a.s) onlara, nasihat ve öğüdü artırdıkça, onların daha da
inadını ve kibrini artırıyordu. Ne zamanki Hz. Nûh (a.s) onlara Allah’ı
hatırlatınca, bu hatırlatması onların sapık­lık fesadını daha da artırıyor ve
diğer çeşitli sapıklık yollarına yöneliyorlardı. Üstelik Hz. Nûh (a.s)’ın
davetine aldırış etmiyorlar ve Hz. Nûh (a.s)’m onları, Allah’ın azabıyla kor­kutması
ve uyarması da bir fayda vermiyordu.

Hz. Nûh (a.s) kavmi
arasında yaklaşık 950 sene davetçi, öğütçü ve nasihatçi olarak kaldı. Bu zaman
zarfında Hz. Nûh (a.s) onları sapıklıktan kurtarmak ve onları taşlar ile
bakırlar­dan yapılmış putlara tapmaktan uzaklaştırmak için “hikmetli
yolların” hepsini kullandı. Buna rağmen Nûh kavminin ileri gelenleri ile
birlikte bulunan diğer kimseler ise hiçbir şekilde kurtuluş yolunu bulamadılar.
Fakat Hz. Nûh (a.s), onlarm bu yaptıklarına rağmen gece-gündüz ve gizli-açık
olarak davetine devam etti. Ama bunların hepsine rağmen Nûh kavminin kalp­leri
yumuşamadığı gibi hakkı da bulamadılar.

Ayrıca ihsanı kötülüğe
ve lütfü zorluğa tercih ettiler. Bu­nunla yetinmeyip Hz. Nûh (a.s)’ı dövmeye,
eziyet etmeye ve zulmetmeye yeltendiler. Fakat Hz. Nûh (a.s)’ın onların bu yap­tıkları
karşısında şöyle demeye devam ediyordu: ‘*Ey Allahım! Kavmimi bağışla. Çünkü
onlar, hakikati bilmiyorlar.”

Tefsircilerin
naklettiğine görefHz. Nûh (a.s), kavmine gi­diyor ve onları putlara tapmaktan
vazgeçip bir olan Allah’a ibadet etmeye davet ediyordu. Bunun üzerine kavmi,
Hz. Nûh (a.s)’a karşı bir araya toplanıp memleketten terk ettirecek bir şekilde
onu dövüyorlar, bayıltmcaya kadar boğazını sıkıyorlar, soma da eti kemiğinden
soyulmuş bir vaziyette hasırın içeri­sinde yolun kenarına atıyorlar ve ona:

  Bugünden itibaren (almış olduğun bu yaralar
ile) yakın bir zamanda ölürsün ve azığın ile Cenab-ı Allah’a dönersin,
diyorlardı. Onlar bu sözleri sarf ettikleri halde yine de Hz. Nûh (a.s) onlara
-yaralı olduğu halde- geri dönüyor ve onları Al­lah’a davet ediyor. Fakat
onlar, Hz. Nûh (a.s)’m bu hareketine karşılık yine daha önce yaptıkları
hareketlerin benzerlerini ya­pıyorlardı.”

İşte Nûh kavmi, Hz.
Nûh (a.s)’a böyle eziyet ediyor ve ona zulmediyorlardı. Buna rağmen Hz. Nûh
(a.s), kavminin kendisine bu yaptıklarına karşılık sabrediyor ve onlara azabın
gelmesi için duada bulunmuyor, onlar için ve oğullan için hayr ve kurtuluşu
umuyor ve:

  Belki Allah, onların soylarından davetimi
kabul edecek ve kendisine iman edecek kimseleri çıkarır, diyordu. Bununla
birlikte uzun bir müddet Hz. Nûh (a.s) ile beraber, onlardan iman edenler çok
azdı. Hz. Nûh (a.s)’ın peygamberliği müddetinde ilk nesil yok olup gidince,
onların yerine onlardan sonra daha kötüsü ve Allah’ın rahmetinden uzak olan
kimseler geldi. Fakat yeni gelen bu nesil, oğullarına, Hz. Nuh’a iman etmeme­lerine
dair tavsiyede bulunuyorlardı. Çocuk ergenlik çağına eriştiğinde babası,
oğluna:

– Ey oğlum! Bu adamın
davetinden sakm ve ona yüz ver­me. Yoksa seni atalarının dininden ve
ilahlarından geri gönde­rir, diyordu.

Hz. Nûh (a.s), onların
iman etmeyeceklerinden ümit ke­since, onların azaba uğratılması için Yüce
Allah’a şöyle duada bulundu:

“Nûh: “Ey
Rabbim! (Gece-gündüz ve gizli-açık olarak kavmime tebliğde bulundum. Fakat
bunun karşılığında onlar uzun bir müddet geçtiği halde iman etmediklerinden
dolayı) kafirlerden yeryüzünde dolaşan hiçbir kimseyi bırahna! Çün­kü sen
onları (yeryüzünde dolaşır bir vaziyette) bırakırsan (sana iman etıniş olan)
kullarını (senin hak) yolundan çıkarır­lar, (sonra onlar) kötüden ve Öz
kâfirden başkada çocuklar doğurmazlar”[46]

Buna göre tufan, Hz.
Nûh (a.s)’ın bu duasından sonra ol­muştur. Abdullah ibn Mesud (r.a)’ın şöyle
söylediği rivayet edilmiştir:

“Sanki ben, Hz.
Peygamber(sav)’i, “Kan akıtıncaya kadar kavminin dövdüğü ve yüzündeki
kanlan silmeye çalışan ve kavmi hakkında:

– Ey Allah’ım! Kavmimi
bağışla. Çünkü onlar hakikati bilmiyorlar” diyen peygamberlerden bir
peygamberi anlattığını gorur gibiyim.[47]

 

Hz. Nûh (a.s)’ın Gemiyi Yapması:

 

Hz. Nûh (a.s),
kavminin iman etmesinden ümit kesince, uzun bir müddet bekledi. Daha sonra
Cenab-ı Allah, kendisiyle birlikte iman edenlerden başka kavminden hiçbir
kimsenin i-man etmeyeceğini ona variyetti.

Yüce Allah bu olayı
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatmakta­dır:

“Nûh ‘a,
kavminden (seninle birlikte) iman edenlerden başkası iman etmeyecektir. Onların
yaptıklarına üzülme ” diye (Allah tarafından) vahyolundu.”[48]

Bunun yanı sıra Hz.
Nûh (a.s), kavminin helak edilmesi ve yok edilmesine dair dua etmek suretiyle
Allah’a sığındı. Bu­nun üzerine Allah, Hz. Nûh (a.s)’ın duasını kabul etti ve
ona; “kavminin tufan ile helak edileceğini ve onlardan hiç kimsenin
kalmayacağını” bildirdi.

Bunun üzerine Yüce
Allah, Hz. Nûh (a.s)’a kendisiyle bir­likte iman eden müminler,töpluluğunun
tufan sırasında gerekli olan gemiye binmelerKiçin bir gemi yapmasını vahyetti.
O zamana kadar Hz.Nûn ve kavmi gemi yapmasını bilmiyorlardı. İşte bundan dolayı
Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)’a, gemi yapma­sını vahyetti ve ayrıca ona, gemiyi
nasıl yapması gerektiğini de öğretti, nitekim YüCe Allah bu olayı şöyle
anlatmaktadır:

“(Ey Nûh!)
gözetimimiz ve denetimimiz altında gemiyi yap. Zalimler hakkında Bana başvurma.
Çünkü onlar suda bo­ğulacaklardır.”[49]

Yüce Allah, Hz. Nûh
(a.s)’a az önce (Yani Hûd: ll/37de) geçen emri vermişti ki, geri çevrilmeyen
ilahi azap o kavme geldiğinde kendisi, affedilmeleri için Allah’a müracaatta bu­lunmasın
ve şefaatçi olmasın diye. Çünkü Hz. Nûh (a.s), kav­mine gelen azabı gözüyle
gördüğü takdirde olabilir ki onlar için yüreği yurkalaşirdı. Çünkü gözle
görmek, duymak gibi değildir.

Hz. Nûh (a.s),
Allah’ın gözetimi ve denetim altında gemi­yi yapmaya başladı. Kavmi ise ona
uğradığında, onunla yaptığı iş hususunda olay ediyorlar, eğleniyorlar ve ona:

– Ey Nûh! Sen daha
düne kadar bir Peygamber olduğunu iddia ediyordun. Bugün ise marangoz olmuşsun,
diyorlardı. Ayrıca kavmi bununla da yetirmeyip Hz. Nûh (a.s)’m basma toplanıyor
ve onun yaptığına bakarak hem alay ediyor ve hem de gülüşüyorlardı. Hz. Nûh
(a.s) ise işi hususunda iyi olup kendisiyle alay eden ve gülen kimselere karşı
şöyle cevap ve­riyordu:

(Nûh) gemiyi yaparken,
kavminin ileri gelenleri (Nuh’un) yanma uğradıkça (yaptığı işten dolayı) onunla
alay ederlerdi. Oda:

-“Bizimle
(yaptığımız bu işten dolayı) alay ediyorsunuz. Ama (siz bizimle) alay ettiğiniz
gibi (Allah’ın azabı üzerinize geldiğinde o zaman) bizde sizinle alay edeceğiz.
Rezil edecek olan azabın kime geleceğini ve kime sürekli azabın ineceğini pek
yakında göreceksiniz, derdi.”[50]

Hz. Nûh (a.s), geminin
yapımını bitirince Cenab-ı Allah ona, kendisiyle birlikte ailesini ve iman
etmiş müminler toplu­luğunu dişi ve erkek olmak üzere her gruptan hayvanları
yeni­lecek cinsten canlı yani ruhu bulunan ve neslinin devamını sağlamak için
yukarıda sayılanların dışında kalan hayvanları gemiye yüklemesini emretti.

Daha sonra Allah, gemi
yapımının bittiğini ve tufanın baş­layacağına dair bir alameti ona gösterdi ki
o alamet, tandırın su ile dolup taşmasaydı. Tefsircilerden çoğunun görüşüne
göre bu tandırdan maksat; yeryüzünün şeklidir. Yani yeryüzünün diğer ;
yerlerinden suyun kaynamasıdır.  İşte
bu,  Hz. Nûh (a.s)’m L müminler ile
birlikte gemiye binmesinin vaktiydi. Bundan son­ra tufan ve bütün yeryüzü halkı
için boğulma olacaktı. Tufanın başlamasından itibaren gemideki yolcuların
dışında yeryüzün­de kalanlardan hiçbiri boğulmaktan kurtulamadı…”[51]

Ne zaman ki Yüce Allah’ın
belirttiği alamet görününce Hz. Nûh (a.s), ailesi ve müminler gemiye bindiler.
Daha önce­den yeryüzü halkının bilmediği ve ondan sonrada yağdırmadı­ğı bir
yağmuru Allah, semadan yeryüzüne gönderdi… Yüce Allah yeryüzüne emrederek
bütün vadi ve yeryüzünün diğer köşelerinden su çıkarttı. Bunun üzerine yeryüzü
geniş yollara ve başka şekillere ayrılarak kaynadı. Nitekim Yüce Allah bu olayı
“Kamer Sûresf’nde şöyle anlatmaktadır:

“(Kavminin
yalanlaması üzerine Nûh ‘da Rabbine) “Ben (onlara karşı) yenildim ve
(artık onların iman edeceklerine dair ümidimi kestiğimden dolayı onlara
göndereceğin bir azap ile) bana yardım et” diye dua etti. Bunun üzerine
Bizde gök kapılarını sağanak sağanak boşanan (yani peş peşe ve oldukça fazla
yağan) sularla açtık. Yeryüzünde de (adeta gürül gürül kaynayan) pınarlar
fışkırttık, nihayet su, (yani bulutlardan a-kan sular ile yerden fışkıran
pınarlar) Yüce Allah’ın dilediği şekilde Levh-i Mahfuz’da olacağı) takdir
edilen bir emre göre birleşti. Nuh’u da tahtadan yapılmış çiviyle çakılmışa
(yani gemiye) bindirdik. (Nûh ‘a karşı) nankörlük edilmiş olana mü­kafat olmak
üzere (gemi) Bizim gözetimimizle yüzüyordu.”[52]

Su, yeryüzünde bulunan
dağın en büyüğünün doruk nokta­sını da aşarak on beş zira daha fazla yükseldi.
Tufan, yeryüzü­nün uzunluğu ve eninde bütün her tarafını kaplamıştı. Tufanın
yeryüzünün her yerini kaplaması itibariyle, tufan ile birlikte göz kapakları
bulunan canlılardan hiçbirisi dahi yeryüzünde kalmayıp hepsi yok olup
gitmiştir. Böylece su, Nûh kavminin üzerini de aşmış ve tufan, onları alıp
götürmüştü. İşte tufan ile geminin dışında kalan bütün insanlar yok olup,
insanlık tekrar Hz. Nûh (a.s) ile başladığından dolayı Hz. Nûh (a.s)’a
“İkinci Ebu’l-beşer” denilmiştir. Çünkü tufandan sonraki yeryüzü
halkı, Hz.Nûh ve gemide bulunan müminlerden türemiştir.

Allah’a iman etmeyen
Hz.Nûh’un oğlu ise, babasıyla bir­likte gemiye binmemiş ve helak olup
gidenlerden olmuştur. Nitekim Yüce Allah, Hz.Nûh ile oğlu arasında geçen
kıssayı şöyle anlatmaktadır:

“(Nûh müminlere:)
“Gemiye binin! (Su üstünde) yürümesi de (rotayı takip edişi sırasında)
durması da Allah ‘in adıyladır. Doğrusu Rabbim, gafurdur ve rahimdir”
dedi. Gemi dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken Nûh, bir kenarda ayrı
kalmış oğluna: “Bizimle beraber gel ve gemiye hin! Kafirlerle birlikte
olma (yoksa sende onlar gibi suda boğulur ve cehen­neme girersin) diye
seslendi. O da: ”Bir dağa (gider) sığını­rım. (O dağ) beni sudan (yani
boğulmaktan) kurtarır” deyince, Nûh: “Bugün Allah’ın rahmet edeceği
kimselerden başkası için Allah’ın emrinden (yani tufandan ve suda boğulmaktan)
kurtaracak (Hiçbir kimse) yoktur” dedi. Bunun üzerine arala­rına dalga
girdi. Zaten oğlu da boğulanlardandı. Denildi ki: “Ey yeryüzü! Suyunu yut.
Ey gökyüzü! Sende (yağmurunu) tut. Bunun üzerine su çekildi. (Allah’ın Nuh’a
kavmini helak ede­ceğine dair) iş de bitti. Gemide Cûdî (dağına) oturdu ve
“za­limler topluluğu yok olsun ” denildi.[53]

 

Hz. Nûh (a.s)’ın Çocukları:

 

Hz. Nûh (a.s)’m dört
çocuğu vardı. Bunlar Sâm, Hâm, Yâfes ve Ken’an idi. Ken’an’a gelince o, tufan
esnasında helak olanlarla birlikte helak olmuştu… Çünkü o, Nûh kavmi gibi
kafirlerdendi. O, kâfir olmakla birlikte babasının teklifine rağ­men babasıyla
gemiye binmekten kaçınmıştı ve daha da ileri giderek:

– “Beni sudan
koruyacak yüksek bir dağa sığınırım”

diyordu. Diğerleri
gibi oda boğulmaktan kurtulamadı. O, memleketlerinde bulunan dağların en doruk
noktasına kadar çıkmıştı. Fakat babasının davetini kabul etmedikçe Allah, ona
bir mutluluk yolu yazmadı. Hz. Nûh (a.s) ise oğlunu şu sözle­riyle çağırıyordu:

“- Ey oğlum!
Bizimle birlikte gemiye bin. Dağın tepesine çıkmakla kurtulacağını
zannetme.” Oğlu ise Hz. Nûh (a.s)’m bu davetine gerekli önemi vermedi.
Bunun üzerine Hz.Nûh, arzusuna ulaşamamış ve başarılı olamamış bir vaziyette
oğluna konuşmaktan vazgeçip oğlunun kurtulması için Rabbine şöyle dua ediyordu:

“Nûh Rabbine:
“Ey Rabbim! Oğlum benim ailemdir. Se­nin (ailemi kurtaracağına dair)
sözünde haktır. Üstelik sen, hakimlerin en hakimisin” diye yalvardı.”
(Hûd: 11/45)

Hz. Nûh (a.s)’m bu
duası üzerine Cenab-ı Allah, Hz. Nûh (a.s)’ı şöyle azarlamaktaydı:

(Bunun üzerine
Allah’da:) “Ey Nûh! O katiyyen senin ailenden (yani kendilerini
boğulmaktan kurtarmaya dair söz verdiğim aile halkından) değildir. Çünkü o,
(nun iman etmemekle yaptığı iş) saüh olmayan bir iştir. O halde bilgin olmayan
bir şeyi Benden isteme! Cahillerden olmaman (ve böylece dilemen caiz olmayan
bir şeyi istememen) için sana öğüt veriyorum ” dedi.”[54]

Hz. Nûh (a.s)’rn diğer
üç oğluna gelince ise onlar, gemiye bindiklerinden dolayı boğulmaktan
kurtuldular ve onların soylarından yeryüzü halkı meydana gelmiştir. Zira
tufandan kıyamete kadar geçen müddet zarfındaki yeryüzü halkı, Hz. Nûh (a.s)’ın
üç oğluna nisbet edilirler. Çünkü Yüce Allah bunlar hakkında şöyle
buyurmaktadır:

“Onun (yani Nûh
‘un) “soyunu” (oğullan vasıtasıyla) sürekli kıldık. “(Saffât:
37/77)

Buna göre Sâm,
Arapların; Hâm, Habeşlilerin; Yâfes, Rumların atasıdır. Bu konuyla ilgili
olarak bazı nebevi hadisler rivayet olunmuştur.

a. Bu    hadislerden    birisi;    
Ahmed    b.     Hanbel’in, Resulullah(sav)’den rivayet
ettiği şu hadisi şeriftir:

“Sâm, Arapların;
Hâm, Habeşlilerin; Yâfes, Rumların atasıdır.”[55]

b. Bezzâr,
“Müsned” adlı eserinde Resulullah (s.a.v)’den şöyle rivayet etmiştir:

“Nuh’un Sârn,
Hâm, Yâfes adında oğulları vardı. Şam’dan, Araplar, Farslar, Rumlar türemiş
olup hayr bunlardır. Yâfes’den, Ye’cüc-Me’cüc, Moğollar ve Slavlar türemiştir
ki bunlarda hayr yoktur. Hâm’dan da, Kiptiler, Berberîler ve Sudanlılar
türemiştir.”[56]

 

Kafirlerin Helak Edilişinden Sonra Tufan’ın Sona Ermesi:

 

Yeryüzü halkı tufan
ile boğulduktan sonra kafirlerden hiçbir kimse yeryüzünde kalmadı. Bunun
üzerine Allah semaya, yağmurunu tutmasını ve yeryüzüne ise çoğalıp taşan
sularını içine çekmesini ve tekrar eski canlılığına dönmesini emretti.

Gemi. “Cûdî”
adı verilen bir dağın tepesine ulaştı. Bu dağ, Irak’taki Musul şehrinin yanında
akmakta olan Dicle Nehrinin kenarında bulunan büyük bir dağdır.[57]

Yüce Allah’ın şu ayeti
kerimesi de buna işaret etmektedir:

“Denildi ki:
“Ey yeryüzü! Suyunu tut. Ey gökyüzü! Sende (yağmuru) tut. Bunun üzerine su
çekildi. (Allah’ın Nuh’a kavmini helak edeceğine dair) iş de (böylece) bitti.
Gemide “Cûdî” (dağına) oturdu ve zalimler topluluğu yok olsun”
denildi.”[58]

 

Gemi Halkının
Tufandan Kurtulduktan Sonra Yeryüzüne İnmeleri:

 

Gemi Cûdî dağının
tepesine oturduğunda Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)’a ve onunla birlikte gemide
bulunan müminlere, aziz ve rahman olan Allah’ın selameti, güveni ve bereketiyle
ondan inmelerini emretti. Nitekim Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’inde bu kıssayı
ise şöyle anlatmaktadır:

“(Allah
tararından Nuh’a: “Ey Nûh! Bizim katımızdan (boğulmaktan kurtulup esenliğe
kavuşmuş olarak) selametle (gemiden) inin. Sana ve seninle birlikte olan
ümmetlere hayr ve bereketler olsun ” denildi.”[59]

Hz. Nûh ve onunla
birlikte bulunan müminler yüz elli gün gemide kaldıktan sonra Muharrem ayının
onuncu günü olan “Aşûrâ” gününde gemiden inmişlerdi. Bunun üzerine
Hz. Nûh (a.s) bu Aşûrâ gününde tufandan kendilerini kurtardığı için Allah’a bir
şükür ifadesi olarak oruç tuttu. Allah, Hz. Nûh ile birlikte bulunan müminlere
de oruç tutmalarmı emretti. Onlarda, o gün Allah’a bir şükür ifadesi olarak
oruç tuttular. Bu Âşûrâ gününde tutulan bu oruç, İsrail oğullarına tevarüs
yoluyla geçti. İslam dini geldiğin de ise bugün Aşûrâ gününde tutulan orucu
kabul edip onayladı. Bu günde oruç tutulacağına dair Resulullah (s.a.v)’den
çeşitli hadisler nakledilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:

a.
Resulullah (s.a.v), Medine-i Münevvere’ye geldiğinde Yahudilerin Aşûrâ gününde
oruç tuttuklarını gördü. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) onlara:

– Tuttuğunuz bu oruç
ne orucudur? Diye sordu. Onlarda:

– Bugün Salih bir
gündür. Zira bugün Yüce Allah’ın İsrail oğullarını düşmanlarından kurtardığı
gündür. (İsrail oğullarını bu düşmanlarından kurtardığı için) Hz. Mûsâ, bugünde
Allah’a bir şükür ifadesi olarak oruç tuttu” dediler. Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v):

– Biz Musa’ya sizden
daha layıkız, buyurdu ve o günde oruç tuttu ve ashabına da o günde oruç
tutmalarını emretti.”[60]

b.
Tirmizfnin rivayet etliğine göre, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Aşûrâ günü
orucunun kendinden önceki seneye kefaret olmasını Allah’tan kuvvetle ümit
ediyorum.”[61]

 

Hz. Nûh ile Beraberindeki Müminlerin Gemide Kaldıkları
Müddet:

 

Daha önce de
belirttiğimiz üzere; Hz.Nûh ile beraberinde bulunan müminlerin gemide
kaldıkları müddet, yüz elli gündür. Bu rivayet, İbn Abbas (r,a)’dan
nakledilmiştir.

İbn Kesîr,
“el-Bidâye ve’n-Nihâye” adlı eserinde de naklettiği üzere İbn
Abbas(ra) şöyle demiştir:

“Hz.Nûh ile
birlikte gemide çoluk çocuklarıyla birlikte seksen kişi vardı. Onlar gemide yüz
elli gün kaldılar. Yüce Allah gemiyi Mekke’ye doğru yöneltti. Gemi, Kabe’nin
etrafında kırk gün dönüp-dolaştı. Daha sonra gemiyi Cûdî dağına doğru yöneltti
ve Cûdî dağının tepesinde karar kıldı.”[62]

 

Hz. Nûh
(a.s)’ın Vefatı:

 

Hz. Nûh (a.s) tufandan
önce 950 sene kavmi içerisinde yaşamış ve tufandan sonra da bir müddet[63] -bu
müddeti en iyi bilen Allah’tır- daha kaldıktan sonra vefat etmiştir.

İbn Abbas(r.a)’ın
şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

“Hz. Nûh (a.s)
1000 seneden fazla yaşamıştır. Onun ömrü, insanoğlu içersinde yaşayanların en
uzun Ömürlü olanıydı.”

Fakat İbn Abbas
(r.a)’dan nakletmiş olduğumuz bu rivayetin sıhhatinde gerçek bir kopukluk
vardır. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de (yani Ankebut: 29/14’de) anlatıldığı üzere
Hz.Nûh, kavmi ile birlikte risâletle görevlendirildiğinden itibaren 950 sene
yaşamıştır.

Bu konudaki görüşlerden
tercih edilene göre; Hz. Nûh (a.s), Mekke-i Mükerreme’de bulunan Mescid-i
Haram’ın yakınına defhedilmiştir. Rahmeti geniş olan Allah, Hz. Nûh (a.s)’a
rahmet etsin. [64]

 

Hz. Nûh (a.s)’ın Kendi Şahsına Ait Bazı Özellikleri:

 

1. Hz. Nûh
(a.s), bir şeriat ile gelmiş resullerin ilki,

2. Yaş
bakımından peygamberlerin en uzun olanı,

3. Gönderilmiş
peygamberlerin şeyhi,

4. Peygamberler
içerisinde kavmini şirkten sakındiranların ilki,

5. Halkı
Allah’a davet edenlerin de ilki,

6. Allah,
Hz.Nûh’u,  “şükredici bir kul”
(İsrâ: 17/3) diye isimlendirmiş,

7. Misâk
olma hususunda Yüce Allah, Hz.Muhammed (s.a.v)’den sonra onu zikretmiş,[65]

Allah’ın salât ve selamı
onların hepsinin üzerine olsun. [66]

 



[1] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
Yayınları: 301.

[2] Hz. Nûh (a.s)’m bu şekilde soyunu zikreden tarihçilerden
bazıları şunlardır: İbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-Nihâye, 1/100; İbn Esîr,
el-Kâmil, 1/47; Mes’ûdî, Murucu’z-Zeheb, 1/37; Belâzürî, Ensabü’l-Eşraf, 1/3;
Ya’kubî, Tarih, I/8(ç).

[3] Hz. Nûh (a.s)’in, Hz. İdrîs (a.s) ile Hz. Adem
(a.s)’in oğlu Şü arasındaki soy silsi­lesinde dört kişi vardır. Bunlarda
şunlardır: Yerd b. Mehlâil b. Kayn b. Enuş. bunu da yukarıda ismi zikredilen
tarihçiler nakletmiştir.(ç).

[4] TevrâL Tekvin 7/6, 9/28-29 (ç).

[5] Buharî’nin rivayet ettiği bu hadisi, Buhaıî’nİn
Sahîh’mde bulamadım. Ayrıca bu hadis için Concardanca’da da bir şey
geçmemektedir. Yalnız bu hadisle ilgili olarak b.k.z: İbn Kesîr, Tefsir 1/218,
Daru’l-Kalem Hakim, Müstedrek, n/546-547.(ç).

[6] îbn Hibbân, Sahih, VHI/24. H.No: 6157(ç).

[7] îbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 1/100 (ç).

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 301-302.

[8] Al-i İmrâtv. 3/33: Nisa: 4/163; En’âm: 6/84; A’râf:
7/59. 69; Tevbe: 9/70; Yûnus: 10/71; Hûd: 11/25, 32, 3, 42, 45, 46, 48, 89;
İbrahim: 14/9; tsrâ: 17/3. 17; Meryem: 19/58; Enbiyâ: 21/76; Hacc: 22/42;
Müminûn: 23/23; Furkâıı: 25/37; Şuarâ: 26/105, 106. 116: Ankcbût: 29/14; Ahzâb:
33/7; Saffât: 37/75, 79; Sâd: 38/12; Ğafir (Mümin): 40/5, 31; Şûra: 42/13; Kâf:
50/12; Zâriyât: 51/46; Necm: 53/52; Kamer: 54/9; Hadîd: 57/26; Tahrîm: 66/10;
Nûh: 71/1, 21, 26. Bunlardan on tanesi izafetle gelmiştir, (ç)

[9] Hz. Nûh (a.s)’m kıssası, Kur’ân-ı Kerîm’in 28
Sûresinde geçmektedir. Bunludan beşi dalıa Önce yazarımız Sabunî taralından
nakledilmiştir. Geri kalan on düt sure­de ise bazen detaylı ve bazen de kısa
olmak üzere Hz. Nûh (a.s)m kıssası anlaü-rnıştır. Bu dokuz sure ise şunlardır:
Yûnus: 10/71-74; Enbiyâ: 21/72, 77: Furkân: 25/37; Ankebût: 29/14-15; Saffât:
37/75-82; Ğafir (Mümin): 40/5; Zâriyât : 51/46; Necm: 53/2; Nûh: 1 28 (ç)

[10] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
Yayınları: 303.

[11] Nûh: 71/1.

[12] B.k.z: İsrâ: 17/3.

[13] Bu hadisin geçtiği yerler için B.k.z: EHıharî, Enbiyâ
3, 8, Tefsir Beni İsrail S, Tefsir Nûh. Tefsir Bakara 1, Tevhid 19, 36, 37,
Rikâk 51; Müslim, İmân 327 (194), 322 (193); Tirmizî, Kıyamet 11 (2436) tbn
Esir; Câmhı’1-Usûl, 10/482; İbn Hacer el-Askalanî, Fethüi-Bâri; 6/371 (ç).

[14] Bu konuda geniş bilgi için B.k.z sh: 8 (ç).

[15] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
Yayınları: 304-306.

[16] Hz.Nûh (a.s)’in ne kadar yaşadığı konusunda alimler
ansında ihtilaf vardır. Bu-nunia ilgili açıklama birazdan yapılacaktır. Ayrıca
yine bu konu, Hz.Nûh (a.s)’in kıssasının sonunda tekrar bahsedilecektir, (ç).

[17] Burada kadınlar hariç tutulmuştur.(ç).

[18] Eu rivayet için b.k.z: Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i
Kebir, 17/228; Kurtubi, el-Câmiu li Ahkâmı’1-Kur’an, 9/35; îbn Kesir, el-Bidâye
ve’n-Nibâye. 1/98; Taberî, Tarîhur-Rüsûl ve’1-Mülûk, 1/95. Ayrıca bu üç
rivayetin dışında onların sayısı ile ilgili olarak 7, 8. 12, 13, 20 rivayetleri
nakledilmiştir, (ç).

[19] Ulu’1-azm peygamberleri ile ilgili bir hadis için
b.k.z: Hakim, Mesledrek. 2/546.

[20] Tevrat, Tekvin. 7/6; 9/28-29 (ç).

[21] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
Yayınları: 306-309.

[22] Nûh kavminin taptıkları putların isimleri; Nûh:
71/23’de geçtiği üzere şunlardır: Ved, Suva, Yeuk ve Nesr. Aslında bunlar, Nûh
kavminin salİh kimseeriydi. Fakat Nûh kavmi, aşın gittiklerinden dolayı Allah’ı
bırakp bu salİh kimselere taptılar.(ç).

[23] Nûh: 71/1-3.

[24] Nuh: 71/5-20.

[25] Bakara: 2/12-13.

[26] Hakim, Müstedrek, 2/546-547 (ç).

[27] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
Yayınları: 309-312.

[28] Nûh: 71/21-24.

[29] Buharî, Salât48, 54, Cenaiz 71, MenâkibırL-Ensâr 37;
Müslim. Mesâcid 16, 18; Nesâi, Mesackl 13, Müsiıed 6/51; İbn Hacer eî-Askaianî,
FethiTl-BÜn, 3/208 (ç).

[30] Bazıları bu putların Araplara intikal ettiği değilde
sadece isimlerinin Araplara intikal ettiği görüşündedir. Bununla ilgili olarak
b.k.z: Said Ha’va, el-Esâs-ı fi’t-Tefsir, 15/361 (ç).

[31] Buhârî, Tefsir Sure-i Nûh 1; İbn Esir, Câmiu’1-Usûi..

[32] Buharı, Libâs 89, 91, 92, 95, Edeb 75, Tevhid 56;
Müslim, Libas 96, 97, 98, 99; Nesâi Zinet 112, Müsned 1/275, 426; 2/26, 55, 4
(ç).

[33] Buharı, BediH-Halk 7, 17, Nikâh 76, Mağazî 12, Enbiyâ
8. Libas 92, 95 Müslim Libas 85, 86, 96; Ebu Davut, Taharet 89, Libas 44, 45;
Tirmizî, Edeb 44; Nesâi Taharet 167, Sayd 9, 11, Zinet 110; Darimi, İsti’zan
34, Müsned 1/83, 104, 107, 139, 146, 148, 150, 277; 2/90; 4/28, 29, 3,; 6/143,
246, 330 (ç).

[34] Buharı, Tabir 45, Büyü 104, Libas 97; Müslim, Libas
100, 99; Ebu Dâvud, Edeb 88; Tirmizî Libas 19; Nesaî. Zinet 112; Müsned 1/216,
241, 246, 308, 350, 359, 360; 2/145, 504 (ç).

[35] SeddiTz-Zerâyi: ”Kötülüğe vesile olan sebepleri
engelleyerek ortadan kaldırmak­tadır.” Zerîa, vesile demektedir. Buna göre
harama vesile olan haram, helale vesile olan helal, vacib’e vesile olan vacib
ve mubaha vesile olanda mubah olmaktadır. Hanefiler, bu delili uygulamalı
olarak kullanırlar, (ç).

[36] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
Yayınları: 312-315.

[37] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
Yayınları: 315-316.

[38] A’râf: 7/60-63.

[39] Kamer: 54/9.

[40] Mii’minûn: 23/25.

[41] Hûd: 11/32.

[42] Şuarâ: 26/116.

[43] Hud: 11/38.

[44] Hicr: 15/6.

[45] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
Yayınları: 316-318.

[46] Nuh: 71/26-27.

[47] Buharî. Enbiyâ 54; Müslim, Cihad 104: îbn Mâce, iten
23 (ç).

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 319-321.

[48] Hûd: 11/36.

[49] Hûd:ll/37.

[50] Hûd: 11/38-39.

[51] Tufanın bütün yeryüzünü mü yoksa yeryüzünün belirli
bir kısmını mı kapladığı konusu alimler arasında ihtilalidir. Yazarımız
Sâbûm’de tufanın bütün yeryiziinü kapladığı görüşünü benimsemektedir. Doğruyu
en iyi bilen Allah’tır, (ç).

[52] Kamer: 54/10-14.

[53] Hûd: 11/41-44.

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 322-323.

[54] Hûd: 11/46 (Hz.Nûh (a.s)’ın Allah tarafından
azarlanmasına dair genççe bilgi masumiyetler bahsinde geçmişti. Geniş bilgi
için oraya bakılabilir) (ç).

[55] Ahmed b. Hanbel. Müsned, 2/546; Tirmizî, Sünen, 5/365;
Halcim, Müstedrek, 2/546.

[56] Bu hadis Bezzâr1 in Müsned adlı kitabında rivayet
edilmiştir. Bu hadisin senedi-de bulunan Yezid b. Sinan Ebu Ferve er-Rchâvî
tümden zayıf bir ravi olup güveri-lir birisi değildir. Aynca bu hadisin bir
benzerini İbn Abdİlberr rivayet «iniştir. “Yine buna benzeyen başka bir
hadiste Said b. Müseyyeb’ten rivaye! cdihniştir. (ç).

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 326-327.

[57] Hûd Sûresi ayet 44′ te, Hz,Nûh’un gemisinin Cûdî
dağına oturduğu bildirilmekt-dir. Şimdiye kadar Müslüman tarihçiler ile
tefsirciler, bu ayetten yola çıkrak, Cûdî dağının, Irak’taki Musul şehrinin
yanında akmakta olan Dİcle kenarnda olduğunu söylemektedirler. Üstelik
yeryüzünün başka bir yerinde “Cûdî” dağı adında bir dağda yoktur.
Buna rağmen ne hikmetse, Hz. Nuh’un gemisi, Ararat yani Ağrı d-gında
aranmaktadır. Her halde bu Tevrat’ın tahrif edilmediğim ispatlamak için
3a-pılan bir oyundur. Çünkü Tevrat’a göre Hz. Nuh’un gemisi Ağrı dağına
oturmıştur.

[58] Hud: İl/44.

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 328.

[59] Hûd: 11/48.

[60] Buhârî, Savm 69. Menâkibu’l-Eiısâr 52, Tefsir süre
Yûnus 1, Tefsir sure Tâhâ 2. Enbiyâ 24; Müslim, Siyam 127-130; Ebu Dâvud, Savm
63; Dârimî, Savm 46; Müsned, 1/291, 310, 336, 340; 2/359: 4/409 (ç).

[61] Tirmizî, Savm 47; Ebu Dâvud, Savm 53: İbn Mâce, Siyam
41, Müsned 5/308, 311, 295-297, 304, 307; Müsiim, Siyam 196 (ç).

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 328-330.

[62] îbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye,   1/98.

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 330.

[63] Bu konuda alimlerin ihtilafları var. Çünkü Kur’ân-ı
Kerîm ve Nebevi sünnetten Hz.  Nûh  (a.s)’m ne kadar yaşadığına  dört bir rivayet yok.  Sadece Ankebut: 29/14’de Hz.Nûh (a.s)’m 1000
seneden 50 ytl eksik olmak üzere 950 yıl peygan-berlik yaptığı
bildirilmekledir. Alimler bu konuda kendilerini zorlamaya giderek birçok
görüşler iieri sürmüşlerdir. Bu görüşlerin çoğu Tevrat, Tekvin 9/28-29:dan
alınmıştır. İbn Kesîr ve yazarımız Sabimi, bu konuda kesin bir görüş ileri
sürmekten kaçınmaktadırlar. Sadece Kur’an’in verdiği bilgiyİe yetinmektedirler,
(ç).

[64] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
Yayınları: 330-331.

[65] Bununla ilgili olarak b.k.z: Ahzâb: 33/7 (ç).

[66] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
Yayınları: 331.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu