8- İstiğrab İçin:
Bazıları, halkın hayretini tahrîk ederek
kendilerinden hadîs dinlemeyi sağlamak için senetleri kalbetmişlerdir. İbnu Ebî
Hayye, Hammâd en-Nasîbî, Bühlûl İbnu Ubeyd, Asram İbnu Havşeb gibi.
[1]
Bazıları, halkın hayretini tahrîk ederek
kendilerinden hadîs dinlemeyi sağlamak için senetleri kalbetmişlerdir. İbnu Ebî
Hayye, Hammâd en-Nasîbî, Bühlûl İbnu Ubeyd, Asram İbnu Havşeb gibi.
[1]
Bazıları şahsî düşünceleri doğrultusunda
verdikleri fetvaya makbûl rivâyet bulamayınca kendileri hadîs uydurarak,
fetvalarına delil diye zikretmişlerdir. Hâfız Ebu’l-Hattâb İbnu Dıhye’nin böyle
yaptığı söylenmektedir. Akşam namazını kasretme mevzuundaki hadîsi uydurmuş
olması mevzubahistir.
[1]
Bazıları evlatları, evlatlıkları ve kâtipleri
tarafından imtihan olundular. Bu sayılanlar, şeyhi denemek için hadîs uydurarak
evraklarının arasına sokuşturdular. Onlar da farkına varmadan rivâyet ettiler.
Abdullah İbnu Muhammed İbnu Rebîa el-Kudâma ve Hammâd İbnu Seleme gibi. Hammâd’i,
evlatlığı İbnu Ebî’l-Avca denemek maksadıyla aldatmış, kitaplarına birşeyler
sokuşturmuştu. Ma’mer’i de râfızî olan yeğeni yanıltmıştı. Şöyle ki kitaplarına
Zührî an Ubeydillah an İbni Abbâs senediyle gelen şu rivâyeti sokuşturdu: “Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Ali (radıyallahu anh)’ye baktı ve şöyle dedi:
Sen dünyada da, ahirette de efendisin. Seni kim severse, beni de sever. Benim
sevgilim Allah’ın da sevgilisidir. Senin düşmanın benim de düşmanımdır. Benim
düşmanım Allah’ın düşmanıdır. Benden sonra sana buğz edene ne yazık!”
Abdurrezzak bunu Ma’mer’den rivâyet etmiştir. Bu, İbnu Ma’în’in de dediği gibi
bâtıl, mevzu bir rivâyettir.
[1]
Bunlar bir kısım vaazlar ve kıssacılardır.
Mescidlerde halkın ilgi ve alakasını çekecek konuşmalar yapıp bu sayede gelir
elde ederlerdi. Bu maksadla, konuşmalarına uydurma hadislerle renk katıp
dinleyenleri hoşlandırmak isterlerdi. Bir seferinde Ahmed İbnu Hanbel ve Yahya
İbnu Ma’în böyle birisiyle Bağdad’daki Rüsefa mescidinde karşılaşır. Vaiz: “Bize
Ahmed İbnu Hanbel ve Yahya İbnu Maîn anlattı ki diye başlayıp Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)’e ulaşan senedi zikrettikten sonra: “Her kim lailahe illallah derse
her kelimesinden Allah-u teâla bir kuş yaratır ki gagası altından, tüyü
mercandan…” diyerek yirmi sayfa çeken bir hikâye uydurur. Ahmed İbnu Hanbel ve
Yahya İbnu Maîn birbirlerinin yüzüne bakıp, “Bunu herife sen mi rivâyet ettin?”
diye sorarlar. Her ikisi de hayır! der. Ve neticeyi beklerler. Herif vâzını
bitirip hediyelerini toplar. Çıkacağı sırada Yahya İbnu Ma’în “Gel!” diye eliyle
işaret eder. Adamcağız, yeni bir bahşiş ümidiyle yaklaşır. Yahya ile aralarında
şu konuşma geçer:
– Bu hadisi sana kim söyledi?
– Ahmet İbnu Hanbel ile Yahya İbnu Ma’în.
– Yahya İbnu Ma’în benim. Bu da Ahmet İbnu
Hanbel. Biz şimdiye kadar bu anlattığını Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)’in sözü olarak hiç işitmedik. İlla da yalan uyduracaksan bizden
başkasını araya koy.
– Yahya İbnu Ma’în sen misin?
– Evet benim!
– Ben çoktandır Yahya İbnu Ma’în ahmaktır diye
işitir dururdum. Şimdi anladım ki bu doğru imiş.
– Peki benim ahmak olduğumu nasıl anladın?
– Sanki dünyada sizden başka Yahya İbnu Ma’în
ile Ahmed İbnu Hanbel yok mu? Ben bu adamdan başka on yedi Ahmed İbnu Hanbel’den
hadîs yazdım.”
Bu söz üzerine Ahmed İbnu Hanbel utancından ve
adamdaki hayasızlık ve pervasızlığın derecesinden hayret ederek eliyle yüzünü
kapar ve Yahya İbnu Maîn’e: “Aman, bırak gitsin” der. Adam müstehzî bakışlarla
oradan uzaklaşır.
[1]
Vaizlerin cami ve mescidlerde yaptıkları
va’zları daha tesirli bir hale getirmek için baş vurdukları yollardan birisi
halkı heycanlandıracak hadisler uydurmaktır. Böyleleri halka hitaplarında
onların dini duygularını ve heyecanlarını kabartarak dine karşı ilgilerini
artırmak gayesi güderler. İçlerinde bu yolla meşhur olup şöhret ve servet elde
etmek peşinde olanlar da vardır. Bunlara kıssacı anlamında kasâs denilir. Çoğulu
kusas gelir.
[2]
Bunlar, umumiyetle, cami ve mescitlerde vazeden
bazı şöhret düşkünü kimselerdir. Halk üzerinde daha fazla tesir yaparak şöhret
kazanmak için acayib hikayeler uydurmuşlardır. Bu hikayelerin daha tesirli
olması için de onlara hadis süsü vermişlerdir. Hadis tarihinde “kussas” denilen
bu hikayeci vaizlerin hadise verdikleri zarar kadar hiç kimse zarar vermemiştir.
[3]
Siyasi bölünmelerin giderek
itikadi bölünmeye sebep olması sonucu oluşan gruplar, o günkü şartlarda
haklılıklarını isbat edebilmek için kuvvetli delillere dayanmak zorundaydılar.
Hadisler ise, henüz resmen ve bütünüyle yazılı olarak bir araya toplanmış
değildi. Bu yüzden bozmak, değiştirmek gibi bazı tasarruflara açık
bulunmaktaydılar.
Gruplar öncelikle liderleri
lehinde hadis uyduruyorlardı. Bu arada karşı grupların aleyhinde sözler imal
etmekten de geri durmuyorlardı. Bu işte müslümanlara düşman olan unsurların da
rolü önemliydi. Hadis uydurmada zındıklar (zenadıka) ile Şia’nın başı çektiği
tarihi bir gerçektir. Şiiler Hz. Ali hakkında, onu Hz. Peygamber’in halife tayin
ettiği, ondan önceki üç halifenin haksız olarak bu makamı işgal ettikleri
fikrini işleyen bir çok hadis uydurmuşlardır. Bunların en meşhuru: “İnsanların
en hayırlısı Ali’dir, bundan şüphe eden kâfirdir.” uydurmasıdır.[1]
Şiilerin ve muhalifleri olan
Muaviye taraftarlarının birbirlerine karşı sürdüregeldikleri hadis uydurma
girişimleri, Emevi ve Abbasi devletleri zamanında da devam etmiştir.
Kraldan fazla kralcı olan
taraftarların, idarecilere yaranmak ve dünyalıklara konmak isteyen çıkarcıların
bu alanda oldukça etkili ve faal oldukları açıktır. Ayrıca kavmiyetçilik ve
bölgecilik duygularıyla uydurulmuş hadislerin varlığı da bir gerçektir.
Aşırı tarafgirlik, fırkacılık
ve grupçuluk eğilimi, çoğu kere bu türlü kişilerde din şuurunun üstüne çıkmakta,
Peygamber’e (s.a.v.) yalan isnad edecek kadar seviye kaybettirmektedir.[2]
Hz. Osman (r.a)’ın şehid
edilmesiyle birlikte ortaya çıkan muhtelif batıl fırkalar fikirlerini yayabilmek
için, halkı davalarının doğruluğuna inandırmak ve böylece taraftarlarının
sayısını artırmak durumunda idiler. Bu itibarla, ilk olarak Kur’an-ı Kerim’e,
sonra da hadislere baş vurarak onlarda prensiplerini destekleyecek naslar
aradıklarından şüphe edilemez.[3]
Muhtelif fırkalar, hadisleri iki şekilde tahrif etme yoluna gitmişlerdir:
a.
İşlerine gelmeyen hadisleri, inkâr edip uydurma olduğunu iddia etmek.
b.
Görüşlerine hadislerden destek bulmak için hadis uydurmak. Her grup hadisler
karşısında bu tür tasarruflarda bulununca, hadis diye uydurulmuş sözlerin
sayısında bir artış olmuştur.
[4]
Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra ortaya
çıkan çeşitli fırkalar, fikirlerini yayabilmek için iki kaynağa başvurdular:
Kur’an-ı Kerim ve hadisler… Yaptıkları iş şöyleydi: Kur’an-ı Kerim’i kendi
fikirleri doğrultusunda te’vil etmek, görüşlerini destekleyen hadisleri yaymak
görüşlerine uymayan hadisleri zoraki te’vil etmek; Nihayet fikirlerine uygun
hadis yoksa uydurmak. Tevbe etmiş bir ihtiyar haricinin şu sözü bunu gösterir:
“Dininizi kimlerden aldığınıza dikkat edin; çünkü biz bir şeyi istedik mi onu
hadis şekline koyuverirdik.”
[5]
Bazı kimseler de kendi mezhepleri lehine
hadîsler uydurmuşlardır. Hattâbiye, Râfıza, Sâlimiyye gibi. İbnu Hibbân, senetli
olarak kaydettiği bir rivayette, bid’asından tevbe ederek ehl-i sünnete rücû
eden bir kimsenin şu sözünü kaydeder: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın
hadîslerini kimden aldığınıza iyi dikkat edin. Zira biz, bir fikre varınca,
hemen onu hadîs kılığına sokup rivâyet ederdik”. Hatîbu’l-Bağdadî râfızaya
mensup birisinden bir başka itiraf nakleder: “Biz, hadîs uydurmak için hususî
toplantılar tertip ederdik”. Hâkim, Mürcie’nin reislerinden Muhammed İbnu’l-Kâsım
et-Tâyekânî’nin, mezhebleri üzerine hadîs vazedip Mehâmilî’ye nisbet eden bir
senetle rivâyet ettiğini kaydeder.
Mezhep taassubu her seferinde ehl-i bid’ayı
tahrik etmemiş, bilakis ehl-i sünnet mezhebine mensup olanlar da, maalesef hadis
uydurmaktan çekinmemişlerdir. Bunlardan biri Me’mun İbnu Ahmed el-Herevî’nin
Şâfiî hazretleri aleyhine uydurduğu senedi Hz. Enes’e ulaşan şu merfu
rivayettir: “Ümmetimden, Muhammed İbnu İdris adında birisi çıkacak. Onun
ümmetime zararı iblisten daha çok olacaktır.” Aynı rivâyetin devamı Ebu
Hanife’nin medhiyle ilgili: “Ümmetimde Ebu Hanife denen biri daha çıkacak, o
ümmetimin lambasıdır, ümmetimin lambasıdır.”
[6]
[1]
Bk. Tenzihu’ş-Şeria: 1/391.
[2]
İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yayınları: 153-154.
[3]
İbnü’l-Cevzî, El-Mevzûât, Nşr. Abdurrahman Muhammed Osman, Medine 1983, s.
31.
[4]
Sabahattin Yıldız, İsmail Kaya, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/178-179.
[5]
Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
Usulü, 12. sınıf: 49.
[6]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/141-142.
Kendisine bir çıkar sağlamak ümidiyle meşhur
veya zengin adamlara yaklaşan, onların arzularına göre hareket edenler her
devirde bulunur. Hadis uydurmaya başlanmasından itibaren müslümanlar arasında da
böyleleri çıkmıştır. Halife veya emirlerin heveslerine göre fetva verenler,
gerektiğinde hadis uydurmaktan çekinmemişlerdir.
[1]
Bazı açıkgöz yalancılar da, halife veya emirlere
yaklaşmak, onları hoşnud etmek ve böylece gözlerine girip onlardan hediyeler
almak veya mevkiler kazanmak için onları memnun edecek hadisler uydurmuşlardır.
[2]
Bu maksadla hadîs uyduran menfaatperestler de
çıkmıştır. Kazanmak istediği makam sâhibinin düşünce ve davranışına uygun hadîs
uydurma örneği Gıyâs İbnu İbrâhim’den verilir: Güvercinle eğlenceyi seven Halife
Mehdî’yi, bir gün güvercinle meşgul görünce şu hadisi rivayet eder: “Şunlar
dışında yarış yasaktır: Ok, deve, at ve kuş yarışı”. Gıyâs, hadîse “kuş”
kelimesini ilave etmiştir. Halife Mehdi bundan memnun olmuş ve on bin dirhem
ihsanda bulunmuştur. Halife bundan sonra hadis uydurmaya sebep olduğu için
güvercini kestirir ve oyunu terkeder. İlaveten der ki: “Bu yalana onu ben
sevkettim” Aynı rivayette halifenin doğrulup: “Senin şu kafan yok mu? O bir
yalancı kafasıdır” dediği de belirtilir.
Hâkim’in rivayetine göre, aynı Mehdî, Mukatil’in
kendisine: “Dilersen Abbas (radıyallahu anh) hakkında sana hadîs uydurayım”
demiştir.
[3]
Müslümanların birliğini, dirliğini bozmak,
inançlarını zayıflatmak amacını güden zındıklar, bu düşüncelerini
gerçekleştirmek için müslümanlara şevket ve devlet kazandıran İslam’ı tahrif
etme yolunu seçtiler. Kur’an-ı Kerim, karşı konulmaz icazı ile, aşılmaz bir kale
idi. Emellerini ancak hadisler üzerinde gerçekleştirebilirlerdi. Çalışmalarını
genellikle müslüman kisvesi altında yürütmeye de önem veriyorlardı. Büyük hadis
bilgini Şa’bi (v.103/721)’de, “batıl fırkaların en tehlikelisi olan Rafıziler,
sevdikleri veya korktukları için değil, müslümanlara karşı duydukları kin ve
nefret sebebiyle, onlara fenalık yapmak için İslam’ı kabul etmişlerdir” der.
Bunlar hiçbir ölçü tanımadan hadis uydurmuşlardır. “Rabbini Mina’da boz bir
deveye binmiş olarak gördüm.” gibi sözler bu ölçüsüzlüklerinin, hangi boyutlara
ulaşmış olduğunu göstermektedir.
Bu zındıklardan biri de hurafeler ve
uydurmalarla doldurduğu kitabını bir ağacın kovuğuna yerleştirip kurşunla
kapatmış, bir süre sonra ortaya çıkıp falan yerdeki ağacın içinde bir kitap
bulunduğu, o kitapta yazılanlara uyulması gerektiğinin kendisine rüyasında
gösterildiğini söylemiştir.
Ancak belirtelim ki, zındıklar gerek resmi takip
gerekse ilmi takipsonucu düşündüklerini istedikleri ölçüde
gerçekleştirememişlerdir. Çünkü bunlar İslam düşmanı olarak tanınıyorlardı.
[1]
Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden sonra
kurulan İslam devleti kısa bir zamanda çok güçlenmişti. Bu devlet O’nun vefatı
üzerinden çok geçmeden bütün Arabistan’ı kapladığı gibi İran ve Horasan içlerine
kadar yayıldı. Yıkılan imparatorluklar, devrilen saltanatlar, bozulan
menfaatler, kısa bir süre sonra İslam düşmanlığına döndü. Öte yandan İsamiyet’i
yıkamayanlar, kuvvetlenmesine engel olamadıkları gibi onu içinden yıkmak için
inanç esaslarına fesat sokmak; böylece İslam birliğini parçalamak yoluna
gittiler. Çoğu müslüman olmuş görünerek bir çok yabancı fikir ve hurafeleri
hadis kılığında İslam Dini’ne soktular.
[2]
İslâm düşünce ve medeniyetinin kısa bir müddet
zarfında benzeri görülmemiş hızla yayıldığı, hatta Bizans, Rum ve İran Sâsânî
imparatorlukları olmak üzere bir çok devletleri etkisi altına aldığı bilinen bir
husustur. İslâmın ortaya çıkmasıyla başlayan İslâm düşmanlığı, zındıklar
tarafından, müslümanlara şevket ve devlet kazandıran İslâm’ı tahrif etme şeklini
almıştır.
[3]
Mevzu hadîslerin epey bir kısmı bu cânibten
gelir. Hammad İbnu Zeyd, Zındıkların ondört bin hadîs uydurduğunu belirtir.[4]
Hadîs uyduran zındıklardan Abdu’l-Kerîm İbnu Ebî’l-Avcâ (v.160/776), Halife
Mehdî zamanında idam edilmek üzere yakalandığı zaman “Aranıza dört bin hadîs
soktum, bunlarla helâli haram, haramı da helâl kılıyorum” der. Muhammed İbnu
Sa’îd eş-Şâmî el-Maslub Hz. Enes (radıyallahu anh)’ten merfu olarak şu hadîsi
rivayet etmiştir: “Ben peygamberlerin sonuncusuyum, benden sonra, Allah’ın
dilediği dışında peygamber gelmeyecektir”. O buradaki müstesna’yı hadîse ilave
etmiştir. Çünkü, mensubu bulunduğu zındıka peygamberlik iddiasında idi.
[5]
Bu işi genellikle mecusi dinine mensup olan ve
“zındık” denilen kimseler yapmaya çalışmışlardır. Bunlar İslam Dini’nin hızla
yayılmasıyla, kendi dinlerinin tehlikeye girdiğini görmeleri üzerine, İslam
Dini’nden ve müslümanlardan intikam almak için, müslüman kılığına girip İslam
inancına aykırı inançlar yaymaya, bu maksatla da hadis uydurmaya başlamışlardır.
Zındıkların İslam Dini ve akaidi üzerinde
bıraktıkları kötü iz, çok derin olmuştur.
[6]
[1]
İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yayınları: 154-155.
[2]
Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
Usulü, 12. sınıf: 49.
[3]
Sabahattin Yıldız, İsmail Kaya, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/179.
[4]
Itr, Menhec: 303.
[5]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/141.
[6]
Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
Usulü, 11. sınıf: 56.
Müslümanları iyi amellere teşvik etmek,
kötülüklerden sakındırmak maksadıyla da hadisler uydurulmuştur. Özellikle
amellerin faziletlerine dair hadisler bir takım cahil zahidler, dervişler ve
sofilerce uydurulmuştur. Bu tür uydurmaların, “kim falan gün şu kadar namaz
kılar ve her rekatta şu sureleri bu kadar defa okursa, ona ahirette mükafat
olarak… verilecektir” gibi genel bir formülü de bulunmaktadır. Halkı iyi
işlere teşvik (terğib) ve kötü hareketlerden sakındırmak (terhib) maksadıyla
hadis uydurulmâsına cevaz veren tek mezheb, bid’at fırkalarından Kerrâmiyye
mezhebidir.[1]
Müslümanları iyiye, doğruya, güzele yöneltmek;
kötülüklerden uzaklaştırmak, böylece güya İslam’a hizmet etmiş olmak için
binlerce hadis uydurulmuştur. Amellerin faziletlerine, Kur’an okumaya, nafile
ibadete teşvik maksadıyla uydurulan sözler bu konuda tipik örnekler verir. Bir
tanesini görmek yeterli bilgi verecektir.
“Her kim pazartesi günü dört rekat namaz kılar
ve her rekatta Fatiha, Ayetu’l-Kursi, Kulhuvallahu ahad, Kul e’uzu bi’rabbi’l-felak,
Kul e’uzu bi-rabbi’n-nâs’ı birer defa okur; selam verdiğinde on defa istiğfar
eder; on defa da salavat getirirse, bütün günahları affolunur. Allah Teala ona
cennette beyaz inciden yapılmış on odalı bir köşk verir. Her odanın uzunluğu ve
genişliği üçer bin arşındır. Birinci oda beyaz gümüşten, ikincisi altından,
üçüncüsü inciden, dördüncüsü zümrütten, beşincisi zebercetten, altıncısı iri
incilerden, yedincisi parlayan bir nurdandır. Odaların kapıları anberden
yapılmış olup her kapının üzerinde za’ferandan bin tane örtü vardır. Her odada
kâfurdan yapılmış bin karyola; her karyolanın üzerinde bin yatak vardır…”
Bu maksatla hadis uyduranlar, gariptir ki,
müslümanlara hizmet ettikleri inancı içindeydiler. Böyleleri yaptıkları işi
mazur göstermek için de Hz. Peygamber aleyhine, ona isnad ederek yalan
uydurduklarını değil; lehine yalan söylediklerini iddia ediyorlardı.
[2]
İyi niyetlerine rağmen, iyiyle kötüyü
birbirinden ayırt edemiyecek kadar cahil olan kimseler, halkı, hayırlı iş
yapmaya teşvik etmek için hadis uydurmuşlardır. Mesela Meysere b. Abd-i Rabbih’e,
Kur’an’ın şu suresini şu kadar okuyana şu sevab verilir, hadisini kimden
işittiği sorulunca “Halkı Kur’an okumaya heveslendirmek için ben uydurdum”
demiştir.
[3]
Kur’an surelerinin faziletleri hakkında
uydurulan hadisler, regaib namazı ve Şaban’ın 15’ine mahsus namazlar gibi. Bu
zatlar uydurdukları bu hadislerden kendi görüşleriyle sevap da beklerler. Hadis
alimlerinin unuturmakta en çok yoruldukları bu gibi hadislerdir.
[4]
Nevevî, başta bunu zikreder ve bu mülahazalarla
hadîs uyduranların verdiği zararın hepsinden fazla olduğunu belirtir. Bunlar
halk tarafından zühd ve takva sahibi bilinen, bu yüzden de halkın güvenini
kazanmış kimselerdir. Allah’ın rıza ve sevabını umarak Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) hakkında yalan uydurmuşlardır. Yahya İbnu Sa’îd el-Kattân: “Onlar
kadar yalan söyleyen bir başkasına rastlamadım” demiştir. Bunlar, kendilerine
câiz olanla olmayan hududu tefrîk edecek ilme sahip olmadıkları için, saf
kalplilikle, her duyduklarına inanarak, doğruyu yanlıştan ayırdetme cihetine
gitmediler. Tedrîb’in kaydettiği örneğe göre Nuh İbnu Ebî Meryem’e teker teker
her sûre için İbnu Abbâs’tan rivâyet ettiği fezâille ilgili rivâyeti “nereden
aldın?” diye sorulunca: “Ben, demiştir, insanları Kur’an’dan yüz çevirmiş, Ebu
Hanîfe’nin fıkhı, İbnu İshâk’ın Meğâzî’si ile meşgûl gördüm de bu hadîsi Allah
rızası için uydurdum”.[5]
Nuh İbnu ebî Meryem’in pek çok ilmi nefsinde cemeden bir zât olduğu hakkında
el-Câmi lakabının bu sebeple kullanıldığı belirtilir. Keza zühdü ve takvasıyla
tanınıp halkın teveccühüne mazhar olan ve öldüğü zaman Bağdad sokakları
cenazesine katılan imamlarla dolan Meysere İbnu Abdirrabbih de uydurduğu
hadîslerden sevap uman birisi idi. Ölümüne yakın: “Allah hakkında hüsn-i zanda
bulun” diye telkin edilince: “Nasıl hüsn-i zan etmem, Hz. Ali’nin fazileti
üzerine yetmiş hadîs uydurdum” diye iftihar etmiştir. Muhaddisler, dinî
salâbetine, sünnete karşı titizliğine rağmen, tergib hadisleri vaz’eden Ebu Bişr
Ahmed İbnu Muhammed el-Fakih el-Mervezî, Vehb İbnu Hafs gibi kimselerden
örnekler verirler. Ehl-i Bid’a’dan Kerramiye fırkası Tergib ve terhib
hadîslerini uydurmayı câiz görmüştür. Kendilerine delîl olarak “Kim bile bile
bana yalan nisbet ederse ateşteki yerini hazırlasın” hadîsinin bazı
vecihlerinde gelmiş olan “…İnsanları saptırmak maksadıyla…”
ziyâdesini alıp: “Hadisteki yasak ve tehdîd insanları saptırmak maksadıyla hadîs
uyduranlaradır, biz ise imamların aleyhinde değil, lehinde (yâni saptırmak için
değil, hidâyete sevketmek için) yalan söylüyoruz” demişlerdir. Hadîste
yalancılığıyla meşhur Muhammed İbnu Saîd el-Maslûb: “Kelam güzel olduktan sonra
onun için bir senet uydurmanın hiçbir mahzuru yoktur” demiştir.
[6]
Gariptir ama müslümanları iyi amellere teşvik
etmek ve onları kötülüklerden sakındırmak maksadıyla da hadis uyduranlar
olmuştur. Hatta bu yolla Allah’ın rızasını kazanmayı umanlar bile çıkmıştır.
Bu düşünce ile hadis uyduranlar din için en
tehlikeli sınıfı oluşturmuşlardır. Çünkü bunlar, halkın sevip saydığı,
hareketlerini örnek aldığı kişilerdi. Onların hadis diye tanıttıkları sözler,
hiç tereddütsüz, hadis olarak kabul edilecek, aksine ihtimal bile
verilmeyecekti. Bu sebeple onlar, dini bozmak için özel gayret sarfedenler kadar
zararlı olmuşlardır.
Bu arada lehte hadis uydurmayı caiz gören bir
anlayıştan da sözetmek gerekmektedir. Hadis uydurmayı yasaklayan hadisteki
“aleyye” kelimesini “aleyhimde” diye yorumlayıp lehte uydurulacakların bu yasak
kapsamına girmeyeceğini iddia edenler de bu işte etkili olmuşlardır. Düşünce ve
gayeleri ne olursa olsun, hadis uydurmaya cevaz verenler, farz veya mendup,
haram veya mekruh şıklarından birine ait şer’i bir hükmü Hz. Peygamber’e isnad
ederken, netice itibariyle Allah’a karşı yalan söylediklerini düşünmüyorlardı.
Bu tür düşünce ve yapılan işin çirkinliğini ve yersizliğini Mehmet Akif şu
mısralarıyla değerlendirmektedir:
Kitabı, Sünneti, İcmaı kaldırıp attık;
Havassı maskara yaptık, avâmı aldattık.
Yıkıp şeriatı, bambaşka bir bina kurduk.
Nebiye atf ile binlerce herz uydurduk.
O hali buldu ki bu cür’et; “yecuzu fi’t-terğib”
Karar-ı erzeli fetva kesildi:!.. Hem ne garib.
Hadisi vazediyorken sevap uman bile var!
Sevabı var mı imiş bir zaman gelir, anlar!
Cihanı titretiyorken niday-ı “men kezebe”
İşitmiyor mu, nedir, bir bakın şu bi edebe:
Lisan-ı pak-ı Nebi’den yalanlar uyduruyor,
Sıkılmadan da “sevap işledim” deyip duruyor.
Düşünmedin mi girerken şeriatın kanına?
Cinayetin kalacak zanneder misin yanına?
Sevap ümid ediyor ha! Deyin ki namerde
Sevabı sen göreceksin huzur-i mahşerde![7]
[1]
Nevevî, Şerhu Müslim, Mısır 1349 I, s, 56; Sabahattin Yıldız, İsmail Kaya,
Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/179.
[2]
Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
Usulü, 12. sınıf: 49.
[3]
Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
Usulü, 11. sınıf: 57.
[4]
Aliyyu’l-Kari, Mevzu Hadisler, İlim Yayınları (çevrin M. Yaşar Kandemir):
16.
[5]
Yeri gelmişken belirtelim: Sahîh hadîslerde Kur’ân’ın bazı sûrelerinin
fazileti belirtilmiştir. Ama bütün sûreler için teker teker fazîlet beyan
edilmemiştir. Şu surelerin fazîletiyle ilgili hadis mevcuttur. 1-
Fatiha Sûresi, 2-8– Seb’u’l-Tıval (Bakara, Âl-i İmrân, Nisa, Mâide,
En’âm, A’râf, Tevbe). 9- Kehf, 10- Yâ-sîn, 11- Duhân,
12- Mülk 13- Zelzele, 14- Nasr, 15- Kâfirun,
16- İhlâs, 17-I8- Muavizateyn. Bunlar dışındaki hadîsler
mevzudur. (İbrahim Canan)
[6]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/140-141
[7]
Safahat: 274-275 (5. baskı); İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 155-156.
Hadîs vaz’ını, şia, bir kısım dini-siyasî
maksatlarla başlattıktan sonra, değişik gâyelerle o işe tevessül edenler çok
olmuştur:
[1]
Bunları şöylece özetleyebiliriz:
Hz. Peygamber’den rivayet edilen hadisler
genellikle birinci hicri asrın sonlarından başlamak üzere, derlenmiş, çeşitli
metotlarla muteber eserlere geçirilmiştir. Öyle ki, bu eserlere girmeyen hiçbir
sahih hadis kalmamıştır.
[1]
Hadislerin, bugün elde mevcut güvenilir hadis
kitaplarında bulunmaması onların uydurma olduğuna delil kabul edilir. Nitekim
Suyuti şöyle demiştir: “Ne hadis kitaplarında yer alan ne de muttasıl bir isnadı
bulunan hadislere yalnız bazı vaaz, tefsir, siyer ve tarih kitaplarında
rastlamaktayız… İlk devirlerdeki hadis imamları zamanında mevcut olmayan bu
sözlerin çoğu daha sonraki devirlerde uydurulmuştur.”
[2]