Jannah Theme License is not validated, Go to the theme options page to validate the license, You need a single license for each domain name.

Ay: Ocak 2014

  • ŞA’YA ALEYHİSSELÂM

    ŞA’YA ALEYHİSSELÂM

     

    Saya Aleyhisselâmın
    Soyu:

     

    Şâ’yâ b.Emus[1]
    veya Emsıya’dır. [2]

     

    İsrail Oğullarının Musa
    Aleyhisselâmdan Sonraki Durum Ve Tutumları Şâ’yâ Aleyhisselâmın Peygamberliği:

     

    Mûsâ Aleyhisselâmdan sonra, İsrail oğullarının başına
    bir hükümdar geçtikçe, Yüce Allah, ona, doğru yolu gösterecek bir Peygamber
    gönderirdi. [3]

    Peygamber, kral ile Yüce Allah arasında vâsıta olur[4],
    dilediğini ona, Vah-yederdi. [5]

    İsrail oğullarına, yeni bir Kitap ta, inmezdi. [6]

    Onlar için, Tevrat Şeriatından başka Şeriat da,
    olmazdı. [7]

    Ancak, Tevrat’a ve Tevratın içindeki hükümlere uymakla
    emrolunurlar; mâsi-yetten nehiy, tâattan bıraktıkları şeyleri yapmağa davet
    edilirlerdi. [8]

    Zekeriyyâ,Yahya ve İsâ Aleyhisselâmların Peygamber
    olarak gönderilişlerin­den önce[9];
    Sıddîka diye anılan hükümdar, İsrail oğullarının başına geçtiği za-man[10],
    Yüce Allah, Şâ’yâ b.Emsıya Aleyhisselâmı, Peygamber olarak gönder­mişti, [11]ki,
    o, İsâ Aleyhisselâmla Muhammed Aleyhisselâmı[12]:

    “Merkebe binecek olanı ve ondan sonra da,
    deve’nin sahibini, size müjdele­rim!” diyerek[13]
    müjdelemiş[14]
    Muhammed Aleyhisselâmı, tavsif ve tarif de, etmişti. [15]

    İsrail oğulları, bütün işlerinde, Şâ’yâ Aleyhisselâmın
    emir ve nehiylerine göre hareket eder, onu, dinler, ona, boyun eğerlerken[16]‘,
    kral Sıddîkanın hükümdar­lığının sonuna doğru[17],
    içlerinde yaramaz işler[18]‘,
    bid’atlar çoğalmağ[19]‘,
    bü­yümeğe başlayınca’[20];
    Yüce Allah, Babil kiralı Senharib (Sencarib)i[21],
    altı yüz bin Bayraklı[22],
    Meydanları dolduran[23]
    ordularının başına geçirip[24]
    İsrail oğul­larının üzerine saldı. [25]

    Babil kralı, gelip[26]
    Beytülmakdis’e[27]‘,
    Beytülmakdis’in karşısına[28],
    Beytül-makdis Meydanına[29]
    konduğu’[30]
    ve Beytülmakdisi, kuşattığı zaman[31],
    halk, [32] büyük ve şiddetli’[33]
    bir korkuya düştü[34]

    Hemen, Yüce Allah’a tevbe ettiler ve döndüler.

    Allah da, onların tevbelerini kabul edip düşmanlarının
    üzerine Taun (Veba) has­talığını musallat kıldı. [35]

    Kral Senharib ile yanındaki beş kişi dışında hepsi[36]
    ölü olarak sabaha çıktılar. [37]

    Hükümdarla[38]
    İsrail oğulları, ölenlerin ordugâhına gidip buldukları her şeyi ga-nîmet olarak
    aldılar. [39]

    İsrail oğullarının hükümdarı, Bâbil hükümdarı Senharib’in
    ölüsünü arattı ise de, ölüler arasında bulunamadı.

    Onu, arayıp bulmaları için hemen adamlar saldı.

    Arayıcılar; Sanharib ile içlerinde, Buhtunnassar’ın da
    bulunduğu Yazıcıların­dan beş kişiyi[40],
    bir mağaranın içinde[41]
    yakalayıp ellerini bağladılar.

    Onları, hükümdarlarının huzuruna götürdüler.

    Hükümdar, onları, görünce, Allah’a şükür için secdeye
    kapandı.

    Uzun müddet, secdede kaldıktan sonra[42]
    Senharib’e:

    “Ey Senharib! [43]
    Rabbimiz, [44] sana[45],
    size, gördün mü ne yaptı? [46]

    Bizim ve sizin haberimiz yok iken, o, sizi, kuvvet ve
    kudretiyle öldürmedi mi?’ dedi.

    Senharib:

    Ben, daha beldelerimden çıkmadan önce[47],
    bana, Rabbinizin, size yardım ettiği[48],
    İlâhî rahmetiyle, hep rahmet eylemiş olduğu[49]
    haberi gelmişti. [50]

    Fakat, ben, buna, kulak asmamış[51],
    doğru yol göstericiye itaat etmemiştim. Beni, şakavete, yaramazlığa düşüren,
    ancak, benim aklımın azlığı oldu.

    Keşke, söz dinleseydim veya akıl etseydim de, sizinle
    savaşmağa kalkma-saydım!

    Fakat, şakavet ve yaramazlık, bana ve benim yanımda
    bulunanlara galebe çaldı” dedi.

    İsrail oğullarının hükümdarı:

    “Rabbül’izzet olan Allah’a hamd olsun ki, size
    karşı, dilediği şeyle bize yetti.

    Rabbimiz, seni ve senin yanında olanları, sana ikram
    olsun diye sağ bırakmadı.

    Seni ve yanındakileri, sağ bırakması, ancak, dünyada
    kötülükleriniz, ve yara­mazlıklarınız, Âhirette de, azabınız artsın içindir.

    Rabbimizin[52],
    size ve sizin yanınızdakilere[53]
    yaptığını gördüğünüz şeyleri, gerinizdekilere haber vermeniz içindir[54]

    Sizden sonra gelecek olanları, korkutmanız içindir.
    Böyle olmasaydı, sizi de, sağ bırakmazdı. [55]

    Senin kanın ve senin yanındaki kimselerin kanları,
    Allah katında maymunların kanından daha değersizdir!” dedikten sonra,
    boyunlarına zincir geçirilerek yet­miş gün Beytülmakdis civarında
    dolaştırılmalarını, Muhafız kumandanına emretti.

    Onlardan, her birinin, her gün için, yiyeceği ikişer
    arpa ekmeğinden ibaretti.

    Senharib, İsrail oğulları hükümdarına:

    “Öldürmek, bize yaptığın şeyden, daha hayırlıdır! [56]

    İstediğin şeyi, yap!” dedi. [57]

    Bunun üzerine, hükümdar, onların, öldürülmek üzere,
    zindana götürülmeleri­ni, emretti.

    Yüce Allah, Şâ’yâ Aleyhisselâma:

    “İsrail oğullarının hükümdarına söyle:
    Gerilerindekileri, Allah’ın azâbıyla kor­kutmaları için, Senharib ile
    yanındakileri, salsın.

    Onlara, ikramda bulunsun.

    Beldelerine ulaşıncaya kadar da, kendilerini, hayvan
    üzerinde taşıtsın diye vahyetti.

    Şâ’yâ Aleyhisselâm, bunu, hemen hükümdara tebliğ etti.

    O da, İlâhî emri, yerine getirdi.

    Senharib ile yanındakiler, Babil’e varıncaya kadar,
    gittiler.

    Babil’e vardıkları zaman, halkı, toplayıp ordularını,
    Allah’ın, nasıl yok ettiğini, onlara, haber verdiler.

    Senharib’in Kâhin ve Sihirbazları:

    “Ey Bâbil kralı! Biz, sana; İsrail oğullarının
    Rabbinin haberini de, Peygamberi­nin haberini de, Allah’ın, onların
    Peygamberine neler Vahy ettiğini de, anlatmıştık.

    Fakat, sen, bize itaat etmedin.

    İsrail oğulları, Rablerinin yardımına mazhar
    olduklarından dolayı, hiç kimsenin boyun eğdiremeyeceği bir ümmettir!”
    dediler. Senharib, yedi yıl daha yaşadıktan sonra öldü.

    Rivayete göre: Senharib’den önce de, Bâbil
    hükümdarlarından Lifer de, ya­nında amcasının oğlu ve kâtibi Buhtunnassar
    olduğu halde, Beytülmakdis üzeri­ne yürümüş ise de, Yüce Allah, onların
    üzerlerine bir rüzgâr salarak askerlerini yok etmiş, kralla kâtibi, kaçıp
    kurtulmuştu.

    Bu kral, oğlu tarafından öldürülmüş, o da, Sahibinin
    öldürülmesine kızan Buh-tunnassar tarafından öldürülmüştür. [58]

     

    Şâ’yâ Aleyhisselâmın
    Şehîd Edilişi:

     

    Yüce Allah; İsrail oğulları hükümdarı Sıddîka’nın
    ruhunu kabzettiği zaman, İsrail oğullarının işleri, bozuldu, altüst oldu. [59]

    Hükümdarlık işinde kıskançlığa[60],
    hattâ, birbirlerini, öldürmeğe kalktılar. İçlerinde, azgınlık ve fesad
    başgösterdi. [61] Bir takım
    bid’atlar da, ihdas ettiler. [62]
    Bid’atları[63],
    serleri[64],
    çoğaldı. [65] Allah’ın Kitabını,
    bir tarafa attılar. [66]

    Peygamberleri Şâ’yâ, yanlarında bulunduğu halde, ona,
    başvurmazlar, onun sözlerini ve öğütlerini kabul etmezlerdi.

    İsrail oğulları, böyle olunca, Yüce Allah, Şâ’yâ
    Aleyhisselâma: “Kavminin içinde ayağa kalk! Diline vahyedeceğim!”
    buyurdu.

    Şâ’yâ Aleyhisselâm, konuşmağa kalkınca, Yüce Allah,
    onun dilini vahy ile ko-nuşturdu. [67]

    Şâ’yâ Aleyhisselâm, İsrail oğullarına va’z etti.
    Öğütler verdi.

    Allah’ı, hatırlattı. [68]

    Tekzib ve muhalefet edecek olurlarsa, azaba
    uğrayacaklarını söyledi. [69]

    Allah’ın, İsrail oğullarına olan sayısız nimetlerini
    sayıp döktü.

    Halden hale değişerek perişan olacaklarını, hatırlatıp
    onları, korkuttu.

    Konuşmasını bitirdiği zaman, İsrail oğulları, öldürmek
    için[70],
    onun üzerine, yü­rüdüler.

    Şâ’yâ Aleyhisselâm; onların aralarından sıyrılıp
    kaçtı. Karşılaştığı ağaç, kendisi için, yarılınca, ağacın içine girdi. Eteğinin
    ucu, dışarıda kaldı.

    İsrail oğulları, bunu, görünce, ağacı, ortasından
    testere ile biçmeğe başladılar.

    Ağacı biçtikleri, kestikleri zaman, ağacın ortasında
    bulunan Şâ’yâ Aleyhisse-lâmı da, biçtiler, kestiler![71]
    Şehîd ettiler. [72]

    İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn= Bizler, Allanın
    kullarıyız ve biz Ona, dönücü­leriz! “[73]

    Ona ve gönderilen bütün peygamberlere selâm olsun![74]

     



    [1] Ibn.Kuteybe-Maarif s.23.

    [2] Taberi-Tarih c.1,s.278, Sâlebî-Arais s.329,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye C.2.S.32, ibn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.116.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/239.

    [3] Taberî-Tarih c.1,s.277, Sâlebî-Arais s.329,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.255.

    [4] Taberî-Tarih c.1,s.277, Sâlebî-Arais s.329.

    [5] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.255.

    [6] Taberî-Tarih c.1,s.277, Sâlebî-Arais s.329.

    [7] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.255.

    [8] Taberî-Tarih c.1,s.277, Sâlebî-Arais s.329.

    [9] Taberî-Tarih c.1,s.278, Sâlebî-Arais s.329,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.32.

    [10] Taberî-Tarih c.1,s.277, Sâlebî-Arais s.329,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.255.

    [11] Taberî-Tarih c.1,s.277-278, Sâlebî-Arais s.329,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.255.

    [12] ibn.Kuteybe-Maarif s.23, Taberî-Tarih c.1,s.278,
    Sâlebî-Arais s.329, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.255, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.32.

    [13] Sâlebî-Arais s.329.

    [14] ibn.Kuteybe-Maarif s.23, Taberî-Tarih c.1,s.278,
    Sâlebî-Arais s.329, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.255, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.32.

    [15] ibn.Kuteybe-Maarif s.23.

    [16] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.32.

    [17] Taberî-Tarih c.1,s.278, Salebî-Arais s.329,
    ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.255.

    [18] İbn.Kuteybe-Maarif s.23, Taberî-Tarih c.1,s.278,
    Sâlebî-Arais s.329, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.255, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.32.

    [19] ibn.Kuteybe-Maarif s.23.

    [20] Taberî-Tarih c.1,s.278, Sâlebî-Arais s.329, ibn.Esîr-Kâmil
    c 1.S.255, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.32.

    [21] ibn.Kuteybe-Maarif s.23, Taberî-Tarih c.1,s.278,
    Sâlebî-Arais s.329, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.255.

    [22] Taberî-Tarih c.1,s.278, Sâlebî-Arais s.329.

    [23] ibn.Esîr-Kâmil d.s.255.

    [24] Taberî-Tarih c.1,s.278, Sâlebî-Arais s.329,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s,255, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s32.

    [25] ibn.Kuteybe-Maarif s.23, Taberî-Tarih c.1,s.278,
    Sâlebî-Arais s.329, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.255.

    [26] Aynı Kaynaklar.

    [27] Sâlebî-Arais s.329, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.255.

    [28] Taberî-Tarih c.1,s.278, Sâlebî-arais s.329.

    [29] ibn.Kuteybe-Maarif s.23.

    [30] ibn.Kuteybe s.23, Taberî s.278, Sâlebî s.329,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.255

    [31] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.255.

    [32] Sâlebî-Arais s.329, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.32.

    [33] Ebülfida-Elbidaye venihaye c.2,s.32.

    [34] Taberî s.278, Salebi s.329, Ebülfida c.2,s.32.

    [35] ibn.Kuteybe-Maarif s.23.

    [36] ibn.Kuteybe s.23, Taberî s.278, Sâlebî s.330, ibn.Esîr
    s.256, Ebülfida s.33.

    [37] İbn.Kuteybe s.23, Taberî s.278, Sâlebî s.330, Ebülfida
    c.2,s.33.

    [38] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.256.

    [39] İbn.Kuteybe-Maarif s.23, ibn.Esir-Kâmil c.1,s.256.

    [40] Taberî-Tarih c.1,s.278, Salebî s.330, İbn.Esîr-Kâmil
    c.1,s.256.

    [41] Taberî-Tarih c. 1,8.278, Sâlebî-Arais s.330.

    [42] Taberî-Tarih c.1,s.278, Sâlebî-Arais s.330.

    [43] Sâlebî-Arais s.330.

    [44] Taberî-Tarih c.1,s.278, Sâlebî-Arais s.330,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.256.

    [45] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.256.

    [46] Taberî-Tarih c.1,s.278, Sâlebî-Arais s.330,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.256.

    [47] Taberî-Tarih c. 1,8.279, Sâlebî-Arais s.330.

    [48] Taberî-Tarih c.1,s.279, Sâlebî-Arais s.330,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.256.

    [49] Taberî-Tarih c.1,s.279, Sâlebî-Arais s.330.

    [50] Taberî-Tarih c.1,s.279, Sâlebî-Arais s.330,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.256.

    [51] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.256.

    [52] Taberî-Tarih c.1,s.279, Sâlebî-Arais s.330.

    [53] Sâlebî-Arais s.330.

    [54] Taberî-Tarih c. 1,8.279, Sâlebî-Arais s.330.

    [55] Taberî-Tarihc.1,s.279.

    [56] Taberî-Tarih c.1,s.279, Sâlebî-Arais s.330.

    [57] Sâlebî-Arais s.330.

    [58] Taberî-Tarih c.1,s.279, Sâlebî-Arais s.330.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 2/239-243.

    [59] Taberî-Tarih c.1,s.28O, Sâlebî-Arais s.330.

    [60] İbn.Kuteybe-Maarif s.23, Taberî s.280, Sâlebî s.330.

    [61] Taberî-Tarih c.1,s.28O, Sâlebî-Arais s.330.

    [62] İbn.Kuteybe-Maarif s.23.

    [63] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.257.

    [64] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.33.

    [65]  İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.257, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.33.

    [66] İbn.Kuteybe-Maarif s.23.

    [67] Taberî c.1,s.280, Sâlebî s.330-331.

    [68] Taberî-Tarih c.1,s.280, Sâlebî-Arais s.331,
    Ebülfida-Elbidaye c.2,s.33.

    [69] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.33.

    [70] Taberî-Tarih c.1,s.280, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.33.

    [71] Taberî-Tarih c.1,s.28O, Sâlebî-Arais s.333,
    Ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.257, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.33.

    [72] İbn.Kuteybe-Maarif s.23.

    [73] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.33.

    [74] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 2/243-244.

  • LOKMAN ALEYHİSSELÂM

    LUKMAN
    ALEYHİSSELÂM

     

    LUKMAN ALEYHİSSELÂM.. 2

    Lukman
    Aleyhisselâmın Soyu, Yurdu Ve Mesleği:
    2

    Lukman
    Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:
    2

    Lukman
    Aleyhisselâmın Bazı Faziletleri:
    2

    Lukman
    Aleyhisselâmın Vefatı:
    5

    Kur’ân-I
    Kerimin Lukman Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması:
    5

     

     

    Lukman Aleyhisselâmın Soyu, Yurdu
    Ve Mesleği:
        Başa Dön

     

    Lukman b.Sâran[1]
    veya Anka[2] veya
    Bâran[3],
    b.Mürîd, b.Savun[4] veya
    Sedun[5]

    Lukman Aleyhisselâm; Dâvûd
    Aleyhisselâmın devrinde yaşamıştır. [6]
    Kendisi; Mısır Nub kabilesine mensubtu. [7] Medyen
    ve Eyke halkındandı. [8]

    İsrail oğullarından bir adamı[9]
    kölesi iken, onun tarafından âzâd edilmiş ve kendisine ayrıca mal da, verilmişti. [10]

    Lukman Aleyhisselâm, terzi idi. [11]

    Kendisinin, Marangoz olduğu da,
    rivayet edilir. [12]

     

    Lukman Aleyhisselâmın Şekil Ve
    Şemaili:
        Başa Dön

     

    Lukman Aleyhisselâm:

    Kısa boylu,

    Yassı ve çökük burunlu[13],

    Simsiyah tenli,

    Kalın dudaklı[14],

    Enli[15]
    ve yarık ayaklı idi. [16]

    Siyah tenli bir zat gelip Saîd
    b.Müseyyeb’e; teninin siyah oluşunun hükmünü sormuştu.

    Saîd b.Müseyyeb, ona:

    “Sen, siyah tenlisin diye
    üzülme!

    Çünki, insanların hayırlılarından,
    üç siyah tenli: Bilal, Ömer b.Hattâbın âzadlısı Mihca’ ve Mısır siyahlarından
    kalın dudaklı Lukman Hakîm de siyah tenli idi!” demiştir. [17]

    Lukman Aleyhisselâma:

    “Senin yüzün, ne için çok
    çirkindir?” denilince; Lukman Aleyhisselâm:

    “Sen, nakşı veya nakş edeni,
    onunla, ayıplayabilir misin?!” demiştir. [18]

     

    Lukman Aleyhisselâmın Bazı Faziletleri:    Başa
    Dön

     

    Yüce Allah tarafından, Lukman
    Aleyhisselâma Hikmet verilmişti. [19]
    Hikmet: Din’de Fıkıh, akıl ve sözde isabet demektir. [20]

    Lukman Aleyhisselâm; Nübüvvet’le[21]
    veya krallıkla[22],
    Hikmet arasında mu­hayyer kılınmış, o da, Hikmet’i, tercih etmiştir. [23]

    Lukman Aleyhisselâm; Dâvûd
    Aleyhisselâma, ilmiyle[24],
    Hikmetiyle Vezirlik ederdi. Oda:

    “Ne mutlu sana ey Lukman!
    Sana, Hikmet verilmiş ve senden, belâ, geri çevi-rilmiştir!” derdi. [25]

    Bilgin insanların[26]   
    ittifaka yakın[27]   
    çoğunluğunun[28]
    görüşüne göre: Lukman Aleyhisselâm, Peygamber[29] ve
    Vahy’e mazhar olmamıştır[30] amma,
    Allâ-hın, Salih bir kulu idi. [31]

    Kendisi, çok düşünen[32],
    keskin[33] ve
    iyi görüşlü’[34], çok
    susan[35] bir
    kuldu. [36]

    O, Allah’ı, sevmiş, Allah da, onu,
    sevmiş ve kendisine Hikmet ihsan etmişti. [37]

    Vehb b.Münebbih:

    “Lukman’ın Hikmetlerinden on
    bin bap kadar okudum.

    İnsanlar, onun sözlerinden daha
    güzel söz işitmemişlerdi.

    Sonra, baktım ve gördüm ki:
    insanlar, onun sözlerini, kendi sözlerine katıyor­lar, hutbe ve risalelerinde,
    ondan, yararlanıyorlardı.” demiştir, [38]

    Lukman Aleyhisselâm; Beytülmakdis
    yakınındaki Remle şehrinde oturur, ya­nına gelenlere va’z eder, hikmetli sözler
    söylerdi. [39]

    Yüce Allah; Lukman Hakîmi,
    Hikmetiyle yükselttiği, onun da, yanında topla­nan halk’a, hikmetli sözler
    söylediği sırada, tanıdığı bir adam, ona:

    “Sen, filan yerde çobanlık
    etmiş olan siyah köle, Nuhas oğullarının kölesi Luk­man değil misin?!

    Nihayet, sen, davar çobanı
    siyahsın!?” dedi.

    Lukman Aleyhisselâm:

    “Evet!” dedi.

    Adam:

    “Sende gördüğüm şu hal, sana,
    nasıl ve nereden geldi?!” diye sordu.

    Lukman Aleyhisselâm:

    “Doğru sözlü olmak, emâneti,
    yerine vermek, Mâlâyâni’yi terk etmekle!” dedi.

    Diğer rivayete göre: Lukman
    Aleyhisselâm:

    “Evet! Siyah tenliliğim,
    açıktır” dedi ve

    “Benim işlerimden, seni,
    şaşırtan nedir?” diye sordu.

    Adam:

    “Halk, senin döşeğine
    oturuyor! Senin kapının önünü buruyor! Senin sözlerini dinleyip kabul
    ediyor!?” dedi.

    Lukman Aleyhisselâm:

    “Ey kardeşimin oğlu! Sana,
    söyleyeceğim şeyleri, yaparsan, sen de, öyle olursun” dedi. Adam:
    “Nedir onlar?” diye sordu.

    Lukman Aleyhisselâm:

    “Ben, gözümü, yumarım.

    Dilimi, tutarım.

    İhtirasımı, önlerim.

    Edep yerimi, korurum.

    Kıyamımı (namazımı) uzatırım.

    Verdiğim sözü, yerine getiririm.

    Konuğumu, ağırlarım.

    Komşumu, korurum.

    Mâla yânimi (Boş ve yararsız söz ve
    işlerle uğraşımı) bırakırım.

    İşte, bunlar, beni gördüğün gibi
    yaptı.” dedi.[40]

    Lukman Aleyhisselâm, köleliği
    sırasında, Efendisine, kölelerinin, en yük olma­yanı, en problemsizi idi.

    Efendisi, onu; kendisine aid
    bostana, öteki arkadaşlarıyla birlikte, bostandaki meyvadan, bir şeyler
    getirsinler diye göndermişti.

    Topladıkları meyvaları, öteki
    köleler, yediler.

    Yanlarında hiç bir şey
    bulunmaksızın, Efendilerinin yanına geldiler ve suçları­nı, Lukman
    Aleyhisselâmın üzerine attılar.

    Lukman Aleyhisselâm, Efendisine:

    “İki yüzlü kişi, Allah
    katında, emîn olamaz!

    Sen, bana da, onların hepsine de,
    kusmak için, su, içir! Sonra da, bizi, koş­tur!” dedi.

    Efendi, böyle yapınca, ötekiler,
    yedikleri meyvayı, kusuşmağa başladılar! Lukman Aleyhisselâm ise, yalnız,
    içtiği suyu, kustu.

    Efendi, Lukman Aleyhisselâmın
    doğru, olduğunu, ötekilerin yalan söyledikle­rini, anladı.

    Lukman Aleyhisselâmın Hekimlikteki
    bilgisi ise:

    Tuvalete girip orada oturuşunu,
    uzatan Efendisine:

    “Tuvalette çok oturmaktan,
    ciğer ağrır, basur meydana gelir, hararet, başa ka­dar yükselir.

    Orada, hafifçe, otur ve kalk!”
    diyerek seslenmesinde görülmüş, Efendisi, tu­valetten çıkınca, onun, bu sözünü,
    tuvaletin kapısına yazmıştır.[41]

    Lukman Aleyhisselâma, Efendisi:

    “Benim için, bir koyun
    boğazla!” demiş, Lukman Aleyhisselâm da, boğaz-lamıştı.

    Efendisi:

    “Onun içindeki en iyi olan iki
    küçük parçasını çıkarıp bana, getir!” dedi.

    Lukman Aleyhisselâm, koyunun dilini
    ve kalbini çıkarıp getirdi. [42]

    Efendisi:

    “Bu koyun etinin içinde,
    bunlardan daha iyi olan parçası yok mu? diye sordu.

    Lukman Aleyhisselâm:

    “Hayır!” dedi.

    Efendisi, susacağı kadar sustuktan
    sonra[43]

    “Benim için, bir koyun daha
    boğazla!” dedi.

    Lukman Aleyhisselâm da boğazladı.

    Efendisi:

    “Onun içinde, en işe yaramaz
    ve en kötü olan iki küçük parçasını, çıkar, at!” dedi.

    Lukman Aleyhisselâm, yine, dilini
    ve kalbini, çıkarıp attı. Bunun üzerine, Efendisi, Lukman Aleyhisselâma:

    “Ben, sana, koyunun içindeki
    en iyi olan iki küçük parçasını, çıkarıp getirme­ni, emretmiştim.

    Bana, dil ile kalbi getirmiştin.

    Sonra, sana, onun içindeki en işe
    yaramaz ve en kötü olan iki küçük parçasını da, çıkarıp atmanı, emretmiştim. [44]

    Sen, yine, dili ve kalbi çıkarıp
    attın!?” dedi. [45]

    Lukman Aleyhisselâm:

    “İyi olduğu zaman, bu
    ikisinden daha iyi ve güzel olan bir şey yoktur!

    İşe yaramaz ve kötü olduğu zaman
    da, bu ikisinden daha işe yaramaz ve kötü olan bir şey yoktur!” dedi. [46]

    Lukman Aleyhisselâma:

    “İnsanların, en şerlisi,
    hangisidir?” diye sorulmuştu.

    Lukman Aleyhisselâm:

    “Kendisini, halkın, kötü
    görmesine aldırış etmeyendir!” dedi. [47]

    Lukman Aleyhisselâm, çok düşünür,
    keskin görüşlü bir zattı. [48]

    Gündüzleri, hiç uyumazdı.

    Hiç kimse, onun, ne tükürdüğünü, ne
    abdest bozduğunu, ne yıkandığını, ne abes bir şey konuştuğunu, ne de, güldüğünü
    görmemiştir.

    Hikmet gereği olmadıkça, sözünü,
    tekrarlamazdı. [49]
    Lukman Aleyhisselâm, oğluna: “Ey oğulcuğum! Suskunluk üzerinde hiç pişman
    olma! Konuşmak, gümüşten ise, susmak, altındandır!” [50]

    “Ey oğulcuğum! Ben, konuşma
    üzerinde pişmanlık duymuşum, fakat suskun­luk üzerinde hiç pişmanlık
    duymamışımdır.” [51]

    “Oğulcuğum! Yemeğin en nefîs,
    tatlı olanını, ye! Döşeğin ise, en çiğnenmiş, yassılanmış olanı üzerinde
    uyu!” [52]

    “Ey oğulcuğum! Oruç tut!
    Şehvetini, keser.

    Seni, namazdan alıkoyacak şekilde
    oruç tutma.

    Çünkü, namaz, Allah katında,
    oruçtan daha büyüktür.” [53]

    “Ey oğulcuğum! Âlimlerle otur.
    Onların dizlerinin dibinden ayrılma!

    Çünki, Allah, yeri, göğün yağmuru
    ile dirilttiği gibi, kalbleri de, Hikmet nuru ile diriltir.”‘[54]

    “Ey oğulcuğum! Tevbe’yi.
    geciktirme. Çünkü, ölüm, ansızın gelir!” derdi. [55]

     

    Lukman Aleyhisselâmın Vefatı:    Başa
    Dön

     

    Lukman Aleyhisselâm; Beytülmakdis
    yakınındaki Remle şehrinde vefat etti. [56]
    Mescid ile çarşı arasındaki yere gömüldü. [57] Selâm
    olsun ona![58]

     

    Kur’ân-I Kerimin Lukman
    Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması:
        Başa Dön

     

    “And olsun ki: biz, Lukman’a,
    Allah’a şükret! diye(rek) Hikmet verdik.

    Kim, şükrederse, ancak, kendi
    yararı için şükreder.

    Kim de, nankörlük ederse, hiç şüphe
    yok ki, Allah, Ganiydir (Müstağnidir.)

    Her hamd’e, O, lâyıktır.

    Hani, Lukman, oğluna -o, ona öğüt
    verirken- (şöyle) demişti:

    Oğulcağızım! Allah’a, ortak koşma!

    Çünkü, şirk, büyük bir zulümdür,
    haksızlıktır. [59]

    “Oğulcağızım! Hakikat,
    (yaptığın iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi kadar da, olsa, bir kaya
    içinde, veya göklerde, yahud yerin içinde (gizlenmiş) de, olsa, Allah, onu,
    getirir (meydana çıkarır ve hesabını görür.)

    Çünkü, Allah, Latîf’dir, hakkıyle
    haberdardır. Oğulcağızım! Namazını, dosdoğru kıl! İyiliği, emret! Kötülükten,
    vaz geçirmeye çalış! Sana, (Bu emir ve nehiy yüzünden) isabet edecek her şeye
    katlan! Çünkü, bunlar, kati surette farz kılınan umurdandır. İnsanlardan
    (kibirlenip) yüzünü, çevirme. Yer yüzünde şımarık yürüme!

    Çünkü, Allah, her kibir taslayanı,
    kendini, beğenip övüneni, sevmez. Yürüyüşünde, mutedil ol! Sesini, alçalt.

    Seslerin en çirkini, eşeklerin,
    anırışıdır!” [60]



    [1] ibn.Kuteybe-Maarif s.25, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.123.

    [2] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.57, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye c.2,s.123.

    [3] Muhyiiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1,s.139.

    [4] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.57.

    [5] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.123.

    [6] ibn.Kuteybe-Maarif s.25, Mes’ûdî-Muruc c.1,s.57,
    İbn.Arabî-Muhâdara 139.

    [7] Mes’ûdî-Muruc. c.1,s.57, Sâlebî-Arais s.348, Ebülfida
    c.2,s.124.

    [8] Mes’ûdî-Muruc. c.1,s,57, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.123.

    [9] Kayn b.Cisr’in (Mes’ûdî-Muruc. c.1,s.57).

    [10] ibn.Kuteybe-Maarif s.25.

    [11] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.64, İbn.Kuteybe-Maarif s.25,
    Sâlebî-Arais s.348, M.b.Arabî-Muhâdara c.1,s.139, Ebülfida-Elbidaye venihaye
    c.2,s.127.

    [12] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.214, Ahmed
    b.Hanbel-Ezzühd s.64, Taberî-Tefsir c.21,s.68, Sâlebî-Arais s.350,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.124,127.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/229.

    [13] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.124.

    [14] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.213, A.b.Hanbel-Ezzühd
    s.64, Ebülfida s.124

    [15] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.64, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye c.2,s.124.

    [16] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.213, A.b.Hanbel-Ezzühd
    s.64, Sâlebî-Arais s.348, Ebülfida-Elbidaye venniha­ye c.2,s.124.

    [17] Taberî-Tefsir c.21,s.67, Sâlebî-Arais s.348,
    Ebülfida-Elbidaye c.2,s.124.

    [18] Sâlebî-Arais s.350.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/229-230.

    [19] Lukman: 12.

    [20] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.64, Taberî-Tefsir c.21,s.67,
    Sâlebî-Arais s.348, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.127.

    [21] Sâlebî-Arais s.349, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.129.

    [22] Hakîmüttirmizî-Nevadirül’usûl s.112, Sâlebî-Arais
    s.349, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.192.

    [23] Hâkimüttirmizî-Nevadir s.112, Sâlebî-Arais s.349,
    ibn.Asakir-Tarih c.5,s.192, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.129.

    [24] Hâkimüttirmizî-Nevadir s. 112, ibn.Asâkir-Tarih
    c.5,s.192.

    [25] Hakimüttirmizi-Nevadirül’usûl s.112, Sâlebî-Arais
    s.349, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.192, Mir Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.333

    [26] Sâlebî-Arais s.349.

    [27] İbn.Kuteybe-Maarif s.25.

    [28] Sâlebî-Arais s.349.

    [29] İbn.Kuteybe-Maarif s.25.

    [30] Ibn.Kuteybe-Maarif s.25, Taberî-Tefsir c.21,s.67,
    Sâlebî-Arais s.349, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.45O, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.129.

    [31]Taberî-Tefsir c.21,s.67, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.129.

    [32] Taberî-Tefsir c.21,s.67, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.45O.

    [33] Hakîmüttirmizî-Nevadirül’usûl s.112, Sâlebî-Arais
    s.349, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.45O.

    [34] Deylemî-Elfirdevs c.3,s.45O.

    [35] Hakîmüttirmizî-Nevadirürusûl s.112, Deylemî-Elfirdevs
    c.3,s.45O.

    [36] Hakîmüttirmizî-Nevadirül’usûl s.112.

    [37] Hakîmüttirmizî-Nevadir. s.112, Sâlebî-Arais s.349,
    Deylemî-Elfirdevs c.3,s.45O.

    [38] ibn. Kuteybe-Marif s.25.

    [39] ibn.iyas-Bedâyiüzzühûr s.169.

    [40] Sâiebî-Arais s.350, Ebüifida-Eibidaye vennihâye
    c.2,s.124.

    [41] Sâlebî-Arais s.349.

    [42] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.214, Ahmed
    b.Hanbel-Ezzühd s.65, Taberî-Tefsir c.21 ,s.68, Sâlebî-Arais s.350,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s. 127.

    [43] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.214, Ahmed
    b.Hanbel-Ezzühd s.64, Sâlebî-Arais s.350 Ebülfida-Elbidaye ven­nihaye
    C.2.S.127.

    [44] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.214, Ahmed
    b.Hanbel-Ezzühd s.65, Taberî-Tefsir c.21 ,s.68, Sâlebî-Arais s 350
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.127.

    [45] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.214, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye c.2,s.127.

    [46] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.214, Ahmed
    b.Hanbel-Ezzühd s.65, Taberî-Tefsir c.21,s.68, Salebî-Arais s.350,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.127.

    [47] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.65, Sâlebî-Arais s.350,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s,128 Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.65, Sâlebî-Arais
    s.350, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s,128.

    [48] Deylemi-Elfirdevs c.3,s.45O.

    [49] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.124.

    [50] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.65, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye c.2,s.128.

    [51] ibn. Kuteybe-Uyunülahbar c.2,s.192.

    [52] İbn.Kuteybe-Uyunülahbar c.3,s.245.

    [53] Sâlebî-Arais s.350.

    [54] Mâlik-Muvatta’ c.2,s.1002, Ahmed b.Hanbel-Ezzühd
    s.133.

    [55] Gazâli-ihyâu Ulûmiddin c.4,s.15-16.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/230-234.

    [56] İbn.lyas-Bedâyiuzzühur s.169, Mîr-Hâvend-Ravzatussafa
    Terceme s.332.

    [57] İbn.iyas-Bedâyizzühur s.169.

    [58] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 2/235.

    [59] Lukman: 12-13.

    [60] Lukman: 16-19.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/235.

  • SÜLEYMAN ALEYHİSSELÂM

    SÜLEYMAN ALEYHİSSELÂM

     

    . 2

    Süleyman
    Aleyhisselamın Soyu:
    2

    Süleyman
    Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:
    2

    Süleyman
    Aleyhisselâmın Kral Ve Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri:
    2

    Süleyman
    Aleyhisselâmın Kudüs’ü Ve Mescid-i Aksâ’yı Yaptırışı:
    4

    Mescid-İ Aksa
    Ve Sahranın Başlarına Gelenler:
    5

    Süleyman
    Aleyhisselâmın Saltanat Ve Fütuhatı:
    6

    Süleyman
    Aleyhisselâmın Hacca Gidişi, Sebe’ Kraliçesini Müslüman Ve Mağ-Rib Beldelerini
    Fethedişi:
    8

    Kur’ân-ı
    Kerimin Süleyman Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması:
    9

    Süleyman
    Aleyhisselâmın Vefatı:
    10

    Süleyman
    Aleyhisselâmın Kabri:
    13

     

     

    Süleyman Aleyhisselamın Soyu:    Başa Dön

     

    Dâvûd b.İşa Aleyhisselâmın oğlu
    olan Süleyman Aleyhiselâmın da, soyu, Ye-hûza b.Yâkub, b.İshak, b.İbrahim
    Aleyhisselâmlara dayanır.[1]

     

    Süleyman Aleyhisselâmın Şekil Ve
    Şemaili:
        Başa Dön

     

    Süleyman Aleyhisselâm; uzun boylu[2]

    Beyaz tenli,

    İri vücudlu,

    Nurlu[3]
    ve güzel[4] yüzlü[5],

    Büyük gözlü[6],

    Çok saçlı idi. [7]

    Beyaz elbise giyerdi. [8]

     

    Süleyman Aleyhisselâmın Kral Ve
    Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri:
        Başa Dön

     

    Süleyman Aleyhisselâma; Babası
    Dâvûd Aleyhisselâmın vefatından sonra, kral­lıkla birlikte, Peygamberlik de,
    verildi. [9]

    Başka bir deyişle:

    Babasının Peygamberliğine,
    krallığına[10],
    Hikmetine ve İlmine[11] vâris
    oldu. [12]

    Süleyman Aleyhisselâm; krallıkta ve
    Kadılıkta, Babasından üstündü. Babası ise, Allâha ibâdette, oğlundan daha
    ileride idi. [13]

    Gerek Dâvûd ve gerek Süleyman
    Aleyhisselâmların krallıkları, Keyhusrev b.Syavş’ün asrında idi. [14]

    Süleyman Aleyhisselâm, daha on bir
    yaşında bir çocuk olduğu halde[15], akıl
    ve ilmin çokluğundan dolayı, Babası, bir çok işlerinde[16]
    onunla istişarede bu­lunurdu. [17]

    Bir gece, bir davar sahibi,
    davarını, üzüm bağı (ekin) yanında yayarken, davar, sahibinin haberi olmadan[18],
    girdiği üzüm bağındaki üzüm salkımlarını yemiş, ha-rab etmişti. [19]

    Ertesi günü, sabahleyin, bağ (ekin)
    sahibi ile davar sahibi, Dâvûd Aleyhisselâ-mın huzuruna çıktılar.

    Bağ (ekin) sahibi:

    “Bu kişi, davarını, geceleyin
    boşlayıp bağımın (ekinimin) içine düşürdü. Ba­ğımdan (ekinimden) hiç bir şey
    bırakmayıp hepsini yok etti!” dedi.

    Dâvûd Aleyhisselâm da, davarların,
    bağ (ekin) sahibine verilmesine hükmetti[20]:

    “Git! Davarlar,
    senindir!” dedi, davarları, bağ (ekin) sahibine verdi.

    Bunlar; Dâvûd Aleyhisselâmın, o
    zaman, on bir yaşında bulunan oğlu Süley­man Aleyhisselâma rastladılar.

    Süleyman Aleyhisselâm, onlara:

    “Aranızda, nasıl hüküm
    verdi?” diye sordu.

    Dâvûd Aleyhisselâmın verdiği hükmü,
    ona, haber verdiler. [21]

    Süleyman Aleyhisselâm:

    “Taraflar hakkında, bundan
    başkası, daha mülayim ve uygundu. [22]

    İşinizi, ben, üzerime alsaydım,
    bundan başka türlü hüküm verirdim!” dedi.

    Onun, bu sözünü, Dâvûd Aleyhisselâma
    haber verdiler.

    Dâvûd Aleyhisselâm, Süleyman
    Aleyhisselâmı çağırıp ona:

    “Sen, onlar arasında, bundan
    başka, nasıl hüküm verirdin? [23]

    Peygamberlik ve Babalık hakkı için,
    daha mülayim ve uygun olanı, bana ha­ber ver!” dedi. [24]

    Süleyman Aleyhisselâm:

    “Ey Allah’ın Peygamberi! Bu
    hususta, bundan başka, hüküm verilebilir.” dedi.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Ne gibi?” diye sordu. [25]

    Süleyman Aleyhisselâm:

    “Davarları; kuzularından,
    yünlerinden -vesâir menfeatlarından- yararlanması için, bağ (ekin) sahibine
    teslim edersin!

    Davar sahibi de, bağın (ekinin)
    eski mâmur haline gelinceye ve sahibine tes­lim edilinceye kadar, İslah ve
    imarına çalışır, sonra, davarları, sahibine iade eder!” dedi. [26]

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Hüküm, senin verdiğin
    hükümdür!” dedi, ve buna göre, hüküm verdi. [27]

    (Dâvûd Aleyhisselâmın devrinde) iki
    kadın, yanlarında kendilerinin iki oğlan ço­cukları bulunduğu halde, yolda
    giderlerken, kurt gelerek onlardan, birinin (büyük kadının) çocuğunu, hemen
    kapıp gider.

    Bunun üzerine, (çocuğunu, kurt
    kapan büyük) kadın, eşi (küçük) kadına:

    “Kurt, senin, çocuğunu,
    götürdü!” der.

    Öbür kadın:

    “Hayır! Kurt, senin çocuğunu,
    götürdü!” der.

    Nihayet, bu iki kadın,
    muhakemelerini, Dâvûd Aleyhisselâma arz ederler.

    O da, (kurtun kaptığı çocuğun,
    küçük kadına), sağ kalan çocuğun da, büyük kadına aid olduğuna hükmeder.

    Bunlar, muhakemeden çıkıp Dâvûd
    Aleyhisselâmın oğlu Süleyman Aleyhisse­lâma giderler, Dâvûd Aleyhisselâmın
    verdiği hükmü haber verirler.

    Süleyman Aleyhisselâm:

    “Haydi, bana, bir bıçak
    getiriniz de, çocuğu, bunların arasında ikiye ayırayım!” deyince, küçük
    kadın:

    “Aman, öyle yapma! Allah, sana
    rahmet etsin! Bu çocuk, o kadınındır!” der.

    Bunun üzerine, Süleyman
    Aleyhisselâm, çocuğun, küçük kadına âid olduğu­na hükmeder. [28]

    Yüce Allah; Dâvûd Aleyhisselâma:

    “Ey Dâvûd! Allah’ın, senden
    sonra, işe, Süleymanı memur kıldığını, kendisine beyan et!” diye Vahy
    edince, Dâvûd Aleyhisselâm:

    “İlâhî! Bana lütufkâr olduğun
    gibi, Süleymana da, lutufkâr ol!” diye niyazda bulundu.

    Yüce Allah; Dâvûd Aleyhisselâma:

    “Süleymana de ki: o, bana, senin
    kul olduğu gibi, kul olsun da, ben de, ona, sana lutufkâr olduğum gibi,
    lutufkâr olayım!” diye vahy etti.

    Dâvûd Aleyhisselâm, vefat ettiği
    zaman, Yüce Allah, Süleyman Aleyhisselâma: “Hacetini, benden dile!”
    diye Vahy buyurdu. Süleyman Aleyhisselâm:

    “Benim kalbimi de, Babamın
    kalbi gibi, Sana karşı haşyet ve muhabbet taşır kılmanı dilerim!” diyerek
    niyazda bulundu.

    Yüce Allah; onun kalbini, dilediği
    gibi, Allâha karşı haşyet ve muhabbet taşır kıld. [29]

    Süleyman Aleyhisselâm; kral
    oluşundan, vefatına kadar, Yüce Allah’a karşı hu-şûundan dolayı, başını semâya
    kaldırmamıştır. [30] Son
    derece mütevazı (alçak gönüllü) idi. Miskîn (son derece fakir)lerin yanlarına
    varır, onlarla oturur: “Miskîn, miskînle oturur.” derdi. [31]

    Hurma yaprağından Zenbil örüp satar[32],
    elinin emeği ile geçinir[33], arpa
    ek­meği yerdi. [34]

    Her ayın başında altı gün,
    ortasında üç gün, sonunda da, üç gün oruç tutardı. [35]

    Süleyman Aleyhisselâm:

    “Biz; yaşamanın, yumuşak
    olanını da, sert olanını da, denedik.

    Onlardan, aşağı olanını, yeterli
    bulduk. [36]

    İnsanlara verilmeyen şeyler, bize
    verildi. İnsanlara verilmeyen ilimler, bize verildi. Fakat, şu üç kelimeden:
    Öfke ve sükûnet halinde, Hilm (usluluk)den, Yoksulluk ve bolluk hâlinde,
    tutumluluktan,

    Gizlide ve açıkta, Allah
    korkusundan daha üstün bir şey bulamadık!” demiştir. Süleyman
    Aleyhisselâmın, oğluna da:

    “Ey oğulcuğum! Miskinlikle
    birlikte günah işlemek, ne kadar kötüdür! Hidâyetten sonra, dalâlete düşmek, ne
    kadar kötüdür! Kişinin, Rabb’ine ibadet edip dururken, ibâdeti bırakması ise,
    bundan daha kö­tüdür!” dediği de, rivayet edilir. [37]

     

    Süleyman Aleyhisselâmın Kudüs’ü Ve
    Mescid-i Aksâ’yı Yaptırışı:
        Başa Dön

     

    Mescid-i Aksa; Peygamberimiz
    Aleyhisselâmın, Mîrac gecesinde uğramış ol­duğu[38],
    İlya = Beytülmakdis Mescididir. [39]

    Eshab-ı kiramdan Ebû Hüreyre,
    Mescid-i Aksâ’ya[40] İiya
    Mescidi veya Bey-tülmakdis Mescid’i[41]

    Eshâb-ı kiramdan Ebû Saîd’ülhudrî
    de: Beytülmakdis Mescidi der[42]

    Dâvûd Aleyhisselâm, vefat edeceği
    sırada, Beytülmakdis Mescidini tamamla­masını, Süleyman Aleyhisselâma vasiyyet
    etmişti. [43]

    Süleyman Aleyhisselâm; Kudüs
    şehrinin çevresine, enli, uzun, beyaz taşlarla hisar yaptırdıktan sonra[44],
    Hükümdarlığının dördüncü yılında Beytülmakdis’in yapısına başladı[45]
    ki, bu, Yüce Allâhın; çevresini mübarek kıldığını bildirdiği Mescid-i Aksa idi. [46]

    Eshab-ı kiramdan Ebû Zerr’ülgıfârî
    der ki:

    (Yâ Resûlallâh! Yer yüzünde ilk
    kurulan Mescid, hangisidir?) diye sordum.

    Resûlullah Aleyhisselâm:

    (Mescid-i Haram’dır!) buyurdu.

    (Sonra, hangisidir) diye sordum.

    (Mescid-i Aksâ’dır!) buyurdu.

    (Bunların arasında ne kadar zaman
    vardır?) diye sordum.

    (Kırk yıldır?

    Nerede namaz vakti gelirse,
    namazını, orada kıl! Orası da, bir mesciddir!) bu-yurdu.” [47]

    Bu Hadîs-i şerifin şerhinde,
    yetkili ilim adamları; ne İbrahim Aleyhisselâmın, Kabe’nin, ne de, Süleyman
    Aleyhisselâmın, Mescid-i Aksa’nın ilk yapıcısı olma­dığı, ancak, nice
    asırlardan sonra, bunların, yenileyicileri oldukları, Hadîs-i şerif-de geçen
    kırk yıllık zamandan maksadın da, İbrahim Aleyhisselâm ile Mescid-i Aksa’nın
    yenileyicileri arasında bulunan Yâkub Aleyhisselâm arasında geçen za­man olduğu
    açıklanmıştır.

    Filvaki,; Kabe, ilk defa Melekler
    tarafından yapıldığı, sonra, Âdem Aleyhisse­lâm, sonra, Âdem Aleyhisselâmın
    oğulları… en sonra da, İbrahim Aleyhisselâm tarafından yenilendiği gibi,
    Mescid-i Aksa’da, ilk defa Âdem Aleyhisselâm veya Melekler tarafından yapılmış,
    sonra, Sâm b.Nuh Aleyhisselâm, sonra, Yâkub, son­ra, Dâvûd ve Süleyman
    Aleyhisselâmlar tarafından yenilenmiştir.[48]

    Süleyman Aleyhisselâm; Mescid-i
    Aksa için, yerdeki mâdenlerden altun, gü­müş ve yakut; denizden de, türlü inciler
    çıkarttırdı.

    Sonra, ustalar hazırlattı.

    Kestirdiği türlü taşları, ustalara
    yontturdu.[49]

    Çam ve servi ağaçları getirtti. [50]

    Ağaçlardan, biçilen tahtaları, sıra
    sıra dizdirdi.

    Toplanan cevherleri, düzelttirdi ve
    süsletti. [51]

    Mescid’in duvarlarını, beyaz, sarı
    ve yeşil taşlarla ördürdü,

    Direğini, hâlis, billur taştan
    yaptırdı.

    Tavanını, duvarlarını, inciler,
    yakutlarla, türlü kıymetli cevherlerle süsletti.

    Mescid’in tabanına Fîrûzec
    (Safirus) denilen kıymetli taşlar döşetti.

    O zaman, yer yüzünde, bu mâbedden
    daha süslüsü, daha güzeli ve parlağı yoktu.

    Bu Mescid; gecenin karanlığını,
    dolunay gibi aydınlatırdı. [52]

    İnsanlar, onun bir benzerini
    görmemişlerdi. [53]

    Mûsâ Aleyhisselâmdan  kalan 
    Tâbût’ussekîne’yi  de bu  Beyt’ülmakdis’e koydurdu. [54]

    Mescid’in köşelerinden bir köşesine
    de, Abanus bir Asa dikilmişti.

    Bu Asa’ya, Peygamberlerin soyundan
    gelen çocuklardan birisi, dokunsa, ona, hiç bir zarar vermezdi.

    Fakat, onlardan başkası, dokunsa,
    eli, yanardı. [55]

    Süleyman Aleyhisselâm, Mescid’in
    yapı işinden boşaldığı zaman[56],
    Sahra’-nın üzerine bir kurban götürüp kesti ve:

    “Ey Allâhım! Bana, bu mülk’ü
    saltanatı, Sen, bağışladın!

    Üzerimdeki ihsan, Sendendir!

    Sen, beni, yer yüzüne Halîfen
    yaptın!

    Hamd, sana mahsustur.

    Ey Allâhım! Bu Mescid’e giren kimse
    hakkında, benim, Senden dileğim şudur:

    Buraya girip içinde halisane iki
    rekât namaz kılan kimse, anasından doğduğu gündeki gibi günahından çıkıp
    arınsın!

    Buraya giren günahkâr, günahına
    tevbe etsin. Korkuya kapılanı, emniyete, güvenliğe kavuştur! Hasta olana, şifâ
    ver! Kıtlığa uğrayana, bolluk ve zenginlik ihsan et!

    Duamı kabul buyurup dileklerimi
    ihsan ettiğin zaman, Kurban’ımın kabulünü, onun alâmeti kıl!” diyerek düa
    etti.

    Bunun üzerine, gökten bir ateş
    indi. Şarkla garp arasını kapladı. Sonra, boy­nunu uzatıp,kurbanı yüklenerek
    göğe yükseltti.

    Süleyman Aleyhisselâm, bundan
    sonra, İsrail oğullarının bilginlerini, Me.^’d-de topladı. Onlara, Mescid’in
    Allah için yapıldığını bildirdi. [57]

    O günü de, Bayram edindi. [58]

    Yeryüzünde, o günki Bayramdan daha
    büyük ve yemesi, içmesi, o günkün­den daha bol bir Bayram edinilmemişti.
    Binlerce deve, sığır ve davar boğazlan­mış[59] buna,
    on dört gün devam edilmişti. [60]

    Süleyman Aleyhisselâm;
    Beytülmakdis’in, Mescid-i Aksa’nın yapımını tamamladıktan sonra, kendisi için
    de, bir Beyt (Mâbed) yapmıştı ki, bu da, Kamame kili­sesi diye anılagelen ve
    Hıristiyanlarca Kuduste Ulu Kilise sayılan kilisedir. [61]

     

    Mescid-İ Aksa Ve Sahranın Başlarına
    Gelenler:
        Başa Dön

     

    Kudüs’ün, Buhtunnassar tarafından
    zabt ve tahribi sırasında Mescid-i Aksa da, yıkılmış, bir müddet sonra, Fars
    krallarından Behmen’in müsaadesiyle yeniden yapılan Beytülmakdis’i, Hirodos
    oğulları, Süleyman Aleyhisselâmın yaptığı şekil­de ikmal etmişlerdi.

    Fakat, Rum krallarından Titoş, onu,
    tekrar yıktırmış, yerine, ekin ektirmişti.

    Rumların, Hıristiyanlığı kabullerinden
    sonra, Konstantin’in Annesi, Haç’ın gö­müldüğü çöplükten Haçı çıkarttırarak,
    yerine, Kamame Kilisesi diye anılan Kili­seyi yaptırmış (ibn.Haidun-Tarih
    d,s.296-297), Yahudilerin Kıblesi olan Sahra’yı da, onların yaptıklarına ceza
    olmak üzere, süprüntülük yaptırmak suretiyle akılların­ca ÖC almak İStemİŞ[62],
    Sah­ra, Hz.Ömer’in, Kudüs’ü fethine kadar, böylece, süprüntülük ve çöplük
    olarak

    kalmıştı.[63]

    Hz.Ömer, Peygamberimiz Muhammed
    Aleyhisselâmın İsrâ gecesinde Beytül-makdis’e girmiş olduğu yerden girip Davud
    Aleyhisselâmın Mihrabında iki rekât Tahiyyetülmescid kıldı.

    Ertesi günü, orada sabah namazını
    da, Müslümanlara kıldırdı.

    Birinci rekâtta Sad sûresini okuyup
    secde etti, Müslümanlar da, kendisiyle bir­likte secde ettiler.

    İkinci rekâtta İsrâ (Benî İsrail)
    sûresini okudu.

    Sonra, Sahra’ya vardı.
    Kâ’bul’ahbar’dan, onun yerini göstermesini istedi.

    Kâ’b’ulahbar, arka tarafı işaret
    edince, Hz.Ömer: “Sen, Yahûdiye benzedin! Yahudiliğe özendin!” dedi.

    Sonra, Sahra’dan, toprakları,
    Ridasının ve kaftanının etekleriyle taşımağa baş­ladı. Müslümanlar da,
    kendisiyle birlikte böyle yaptılar.[64]

    Sahra’nın üzeri, toprak ve
    süprüntülerden temizlenince, üzerine, Kır Mescidi tarzında bir Mescid yapıldı.

    tmevi Vteüitelef möen» e^iıö
    ‘D.NDö.tiiTneiiK-, Nıescıtn Vıatam, \$ıesütw \*«8ae>»s >»e Dımaşk Mescidi
    hakkında yaptığı gibi, duvarlarını yükseltmek ve sağlamlaştırmak suretiyle,
    onun da, imarına himmet edip adını hayırla andırdı.

    Hicrî beşinci yüz yılda
    Müslümanların, Mısır, Şam ve Hicaz ülkelerindeki hâki­miyetlerinin
    zayıflamasından yararlanan Haçlılar, Şam taraflarıyla Kudüs’ü elle­rine
    geçirince, Sahra Mescidini yıkıp yerine, büyük bir kilise yapmışlar[65],
    kubbesinin başına da, altundan, kocaman bir Haç takmışlardı.[66]

    Kudüs, böylece, doksan iki yıl,
    Hıristiyanların elinde kaldı.[67]

    Hicrî beşinci asrın sonlarına
    doğru, İslam Mücahidlerinden Salahaddin-i Eyyû-bî, Haçlılarla savaşa savaşa,
    Şam taraftarıyla Kudüs’ü, onların ellerinden kurtar­dı. [68]

    Müslümanlar, Sahra kubbesinin
    üzerine çıkıp büyük altun Haçı sökerek yere düşürdükleri zaman, Hıristiyanların
    üzüntülerinden kopardıkları çığlıklarla, Müs­lümanların sevinçlerinden
    getirdikleri Tekbirlerle yerler sarsıldı [69]

    Mescid-i Aksa, içindeki Haçlardan,
    Çanlardan, Ruhbanlardan, dolaşan domuz­lardan, içindeki, dışındaki bütün pisliklerden
    temizlendi. İslâm devrinde olduğu hale getirildi.

    Mü’min ve Müslümanlar Mescid-i
    Aksâ’nın içine girdiler. Ezanlar, okundu. Kur’ân-ı Kerim tilâvet olundu.
    Yerlere sergiler serildi. Direklere kandiller asıldı.[70]
    Halebde yapılmış olan Kıymetli Minber de, getirilip yerleştirildi[71]

    O güne kadar ziyaretçilere örtülü,
    kapalı bulundurulan Sahra da, önce, temiz su ile, sonra da, gül suyu ve miskle
    yıkanarak ziyaretçilerin gözleri önüne serildi.[72]

    Salahaddin-i Eyyûbî,
    Hıristiyanların, Sahra üzerinde yaptıkları ve övündükleri büyük kiliseyi de,
    yıktırıp yerine, bugün mevcud olan Sahra Mescidini yaptırdı.[73]

    İkinci cuma namazını da,
    Müslümanlarla birlikte orada kıldı.

    Mescid-i Aksâ’nın imarı için hiç
    bir fedakârlıktan geri durmadı.[74]

    Allah, ondan razı olsun![75]

     

    Süleyman Aleyhisselâmın Saltanat Ve
    Fütuhatı:
        Başa Dön

     

    Süleyman Aleyhisselâm; kendisinden
    başka hiç kimseye lâyık olmayan bir mülk ve saltanat vermesini, Rabb’ından
    dilemişti.

    Yüce Allah, duasını kabul edip onu
    da, kendisine verdi.[76]
    İnsanları, cinleri, kuşları ve rüzgârı, ona, uysal kıldı. [77]

    Meclisine gitmek üzre, evinden
    çıktığı zaman, kuşlar, onun başının üzerinden ayrılmazlar, Meclisine vardığı
    zaman da, insanlar ve cinler, kendisine kıyam eder, Serir’ine oturuncaya kadar,
    ayakta dururlardı. [78]

    Çok savaşçı idi. Savaşmaktan,
    oturmağa vakit bulamazdı. [79]

    Yer yüzünün ne tarafında bir kral
    bulunduğunu, işitse, hemen gidip onu, ye-ner ve kendisine, boyun eğdirirdi.

    Savaşa çıkmak istediği zaman,
    askerlerine emreder, tahtadan bir ulaştırma Dö­şeği (Uçağı) yapılır[80],
    o tahta Döşeğin üzerine de, kendisinin tahta Serîr’i, yer­leştirilirdi.

    Savaş erleri, savaş araçlarını ve
    savaş hayvanlarını da, bindirdikten sonra, şid­detle esici rüzgâra emreder,
    rüzgâr da, bu tahta uçağın altına girip onu, yerden kaldırınca, Süleyman
    Aleyhisselâm, nereye gitmek isterse, kendilerini, oraya gö­türmesini, yumuşak
    ve mülayim esen yel’e, emrederdi.

    O da, tahta uçağı götürürken, o
    kadar yumuşak eserdi ki, üzerinden geçip git­tiği tarlanın ekinlerini bile
    kımıldatmazdı.

    Sebe’ sûresinin on ikinci âyetinde
    açıklandığı gibi, rüzgârın sabahı ve akşamı, birer aylık yoldu.’[81]

    İbn.İshak (85-151 Hicrî), der ki:

    “Bana, Dicle taraflarından bir
    konak yerinde konaklayan bir zat, orada, Süley­man Aleyhisselâmın Eshabından,
    ya bir cin, ya da, bir insan tarafından yazılmış bir yazı bulduğunu ve o
    yazıda:

    “Biz, buraya konduk. Hiç bir
    şey bina etmedik. Amma, burayı, bina edilmiş bulduk.

    Sabahleyin, Istahr’dan hareket
    etmiştik.

    Biz, buradan da, inşâallah,
    akşamleyin kalkıp Şam’da geceleyeceğiz! demiş­tik.” diye yazılı olduğunu,
    anlattı.”[82]

    Süleyman Aleyhisselâm, Şam’dan
    Irak’a kadar olan yerleri fethetti. Horasan’ı da, bu yerlere kattı. Belh
    şehrine indi. Orası, bundan önce kurulmuştu. Oradan dönüp Irak’a indi.

    Keyhüsrev, Süleyman Aleyhisselâmın,
    Irak toprağına indiğini işitince korktu. Üzüntüsünden, zayıfladı. Çok geçmeden
    de, öldü.

    Süleyman Aleyhisselâm, Iraktan,
    Merv’e ilerledi.

    Sonra, Belh’a vardı.

    Belh’dan, Türk beldelerine, ansızın
    baskın yaptı.

    Oradan, Çin beldelerine geçti.

    Sonra, doğudan, sağlayarak deniz
    sahili yoluyla Kındıhar’a geldi.

    Oradan Keşker’e ilerledi.

    Sonra, Şam’a döndü, ve Tedmür’e
    kavuştu. Orası, kendisinin vatan edindiği yer’di.[83]

    Rüzgâr; Allah’ın emriyle, Süleyman
    Aleyhisselâmın, istediği yere gidiş ve geli­şini sağlamakla kalmaz, aynı
    zamanda, herkesin konuştukları şeyleri de, ona, iletir, haber verirdi. [84]

    Süleyman Aleyhisselâm, bir gün,
    rüzgâra binerek bir ekincinin üzerinden ge­çip giderken, ekinci başını
    kaldırdı. Ona, baktı, ve:

    “Dâvûd Hanedanına büyük bir
    mülk ve saltanat verilmiştir!” dedi.

    Rüzgâr, onun, bu sözünü, Süleyman
    Aleyhisselâmın kulağına eriştirince, Sü­leyman Aleyhisselâm, yere indi ve
    ekincinin yanına vardı. Ona:

    “Ben, senin söylediğin sözü
    işittim ve senin yanına, ancak, güc yetiremeyece-ğin şeyi temenni etme! demek
    için indim.

    Allah’ın, senden kabul edeceği bir
    tek teşbih, Dâvûd Hanedanına verilen şey­lerden daha hayırlıdır!” dedi.

    Bunun üzerine, ekinci, Süleyman
    Aleyhisselâma:

    “Sen, benim üzüntümü
    giderdiğin gibi, Allah da, senin üzüntünü, gidersin!” dedi. [85]

    Süleyman Aleyhisselâm; ordusu ile,
    Karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca:

    “Ey karıncalar! Yuvalarınıza,
    giriniz!

    Sakın, Süleyman ve ordusu, sizi
    -bilmeyerek- kırmasın!” demişti.

    Süleyman Aleyhisselâm, onun bu
    sözünden, gülercesine gülümsedi de,

    “Ey Rabb’im! Bana ve ana ve babama
    lütfettiğin nimetine şükretmemi ve (geri kalan ömrüm içinde) Senin razı
    olacağın iyi (işler) yapmamı, bana ilham et!

    Rahmetinle beni de, (Cennette)
    Salih kullarının arasına idhal et!” dedi.
    [86]

    Rivayete göre: Süleyman
    Aleyhisselâm, karıncanın söylediğini, işittince, üze­rine, indi ve:

    “Onu, bana getiriniz!”
    dedi.

    Getirdiler.

    Süleyman Aleyhisselâm, ona:

    “Sen, ne için karıncaları,
    sakındırdın?

    Benim, zâlim olduğumu mu işittiniz?

    Yoksa, benim, adaletli bir
    Peygamber olduğumu mu bilemediniz?

    Ne için onlara:

    “Sizi, Süleyman ve ordusu
    kırmasın! dedin?” diye sordu.

    Karınca:

    “Ey Allah’ın Peygamberi! Sen,
    benim sözümdeki (Onlar, bilmeden) kaydını işit­medin mi?

    Bununla beraber, benim, can kırma
    sözümden maksadım, ancak, kalblerin kı­rılması idi.

    Senin bir şey vermeni temenni edip
    fitneye düşmekten, sana bakmakla meş­gul olup Allah’ı Teşbih etmekten geri
    kalmaktan korktum!” dedi.

    Süleyman Aleyhisselâm:

    “Bana, öğüt ver!” dedi.

    Karınca:

    “Babana, Dâvûd isminin ne için
    konulduğunu, biliyor musun?” diye sordu.

    Süleyman Aleyhisselâm:

    “Hayır! Bilmiyorum!”
    dedi.

    Karınca:

    “O, kalb yarasını, tedavi
    etsin diye verildi!” dedi.

    “Sana, Süleyman isminin ne
    için konulduğunu, biliyor musun?” diye sordu.

    Karınca:

    “Göğsüne selâmet verilinceye
    kadar dayanasın ve Baban Davud’a erişmeye müstehak olasın diye
    verilmiştir!” dedi.

    Sonra da:

    “Yüce Allah’ın, sana, rüzgârı,
    ne için uysal kıldığını, biliyor musun?” diye sordu.

    Süleyman Aleyhisselâm:

    “Hayır! Bilmiyorum!”
    dedi.

    Karınca:

    “Dünyanın tümünün, esen, gelip
    geçen bir Yel’den ibaret bulunduğunu sana haber vermek için!” dedi.

    Süleyman Aleyhisselâm, karıncanın
    sözlerine hayrette kalarak gülercesine gü­lümsedi ve Nemi sûresinin on
    dokuzuncu âyetinde açıklanan duasını tekrarladı.[87]

    Süleyman Aleyhisselâm, halkı,
    yağmur duasına çıkarmıştı.

    Orada bir karınca kafasının üzerine
    yatıp ayaklarını, semaya kaldırmış ve:

    “Ey Allâhım! Ben, Senin
    yaratıklarından bir yaratık’ım.

    Sen, bizi, yağmurunla sulasan da,
    Sen, bizi, kuraklıktan helak etsen de, biz,

    Senin rızkından müstağnî
    değiliz!” diyordu. Bunun üzerine, Süleyman Aleyhisselâm; halka:

    “Geri dönünüz! Siz, sizden
    başkasının düasıyla yağmura kavuşturuldunuz!” dedi. [88]

    Ölüm Meleği, bir gün, Süleyman
    Aleyhisselâmın yanına girip yanında oturan­lardan, bir adama, uzun uzun bakmış
    durmuştu.

    Ölüm Meleği çıkıp gittiği zaman,
    adam, Süleyman Aleyhisselâma:

    “Kim bu?” diye sordu.

    Süleyman Aleyhisselâm:

    “Ölüm Meleğidir!” dedi.

    Adam:

    “Onun, bana, bakışı, sanki,
    beni öldürmek istiyor gibiydi!” dedi.

    Süleyman Aleyhisselâm ona:

    “Peki, şimdi, benim, sana ne
    yapmamı istiyorsun?” diye sordu.

    Adam:

    “Beni, rüzgâra bindirmeni ve
    Hindistana bıraktırmanı, istiyorum!” dedi.

    Süleyman Aleyhisselâm, rüzgârı
    çağırdı. Adamı, onun üzerine bindirip Hindis­tana bıraktırdı.

    Bundan sonra, Ölüm Meleği, Süleyman
    Aleyhisselâmın yanına geldi. Süleyman Aleyhisselâm, ona:

    “Sen, yanımda oturanlardan,
    bir adama, niçin uzun uzun bakmıştın?” diye sor­du. Ölüm Meleği:

    “Ben, onun ruhunu,
    Hindistan’da almakla emrolunduğum halde, kendisinin, senin yanında bulunuşuna
    hayret etmiştim.” dedi.[89]

     

    Süleyman Aleyhisselâmın Hacca
    Gidişi, Sebe’ Kraliçesini Müslüman Ve Mağ-Rib Beldelerini Fethedişi:
        Başa Dön

     

    Süleyman Aleyhisselâm; İlya = Kudüs
    Mescid’inin yapımından boşaldıktan son­ra, Tihâme yolunu tuttu.

    Allah’ın Beyt-i Haramını, Tavaf
    etti ve ona, örtü örttürdü. Onun yanında kurban kestirdi.

    Orada, yedi gün oturduktan sonra,
    San’â’ya ilerledi. Sebe’ kraliçesinin Müslü­man olmasını sağladı.

    Şam’a, döndü.

    Mağrib beldelerine, Endelüs, Tanca,
    Franca, Ifrikıye ve Ken’an b.Ham, b.Nûh Aleyhisselâm oğullarının beldelerinden
    olan taraflarına hâkim olan Zorba kralı ye­nip kendisini, bir olan Allah’a
    imana ve putları bırakmağa davet etti. Küfründe, direnince, öldürdü. [90]

     

    Kur’ân-ı Kerimin Süleyman
    Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması:
        Başa Dön

     

    “Süleyman’a da, rüzgârı,
    (Müsahhar kıldık)ki, sabahı bir ayflık yol), akşamı, bir ay(lık yol)du.

    Erimiş bakır mâdenini, ona, sel
    gibi akıttık.

    Onun önünde -Rabbinin izniyle- iş
    gören bazı cinler de, vardı.

    İçlerinden, kim bizim emrimizden
    ayrılıp saparsa, ona, çılgın azabdan tattınrdık.

    O, kalelerden, heykellerden, büyük
    havuzlar gibi çanaklardan, sabit sabit ka­zanlardan, ne dilerse, kendisine
    yaparlardı.

    Ey Dâvûd Hanedanı! Siz, (Allah’a)
    şükür için çalıştınız!

    Kullarımdan (hakkıyle) şükreden,
    azdır. [91]

    “Andoisun ki: biz, Dâvûd’a ve
    Süleyman’a i\im vermişizdir.

    (Bundan dolayı) onlar:

    “Bizi, Mü’min kullarının bir
    çoğundan üstün kılan Allah’a hamd olsun!” dediler.

    Süleyman, Davud’a, mirasçı oldu.

    (Süleyman):

    “Ey insanlar! Bize, kuşların
    dili öğretildi.

    Bize, her şeyden verildi.

    Şüphesiz ki: bu, apaçık bir üstünlüğün
    ta kendisidir!” dedi.

    Süleyman’ın, cinlerden,
    insanlardan, kuşlardan orduları toplandı.

    İşte, bütün bunlar, (onun
    tarafından) zabt ve idare ediliyorlardı.

    Hattâ, Karınca vadisi üzerine
    geldikleri zaman (dişi) bir karınca:

    “Ey Karıncalar! Yuvalarınıza giriniz!

    Sakın, Süleyman ve ordusu
    -kendileri, bilmeyerek- sizi kırmasın!” dedi.

    (Süleyman) onun bu sözünden
    gülercesine gülümsedi de:

    “Ey Rabb’im Bana ve Ana ve
    Babama lütfettiğin nimetine şükr etmemi ve (geri­de kalan ömrüm içinde) Senin
    razı olacağın iyi (işler) yapmamı, bana, ilham et!

    Rahmetinle beni de (Cennette) sâlih
    kulların arasına idhal et!” dedi.

    (Süleyman) kuşları araştırıp:

    “Hüdhüd’ü, neye görmüyorum?

    Yoksa, gaiblerden mi (oldu)?

    Onu, her halde çetin bir azaba
    uğratacağım!

    Yâhud, onu, mutlaka, kestireceğim,
    ya da, bana, açık ve kat’îbir Burhan geti­rir!” dedi.

    Derken, (Hüdhüd) çok geçmeden
    geldi:

    “Ben, senin muttali’ olmadığın
    bir (hakîkat)a vâkıf oldum: Sebe’den, Sana, çok doğru (ve mühim) bir haber
    getirdim.

    Hakikat, orada, bir kadını, onlara hükümdarlık
    eder buldum.

    Kendisine, her şey verilmiştir.

    Onun, bir de, çok büyük bir Taht’ı
    var.

    (Gerek) onu, (gerek) kavmini,
    Allah’ı bırakıp güneşe secde ediyorlarken buldum (gördüm).

    Şeytan, onların yaptıklarını,
    süslemiş te, kendilerini yoldan alıkoymuş (saptırmış) Onun için, onlar doğru
    yola giremiyorlar.

    (Bunu) göklerdeki ve yerdeki her
    gizliyi (meydana) çıkaran, (kalblerinde)ne gizli­yorlar, ne açıklayorlarsa,
    (hepsini) bilen Allâha secde etmesinler diye (yapıyorlar)

    Allah, O’dur ki, O, büyük Arş’in Sahibi
    olan ve O, kendisinden başka hiç bir İlâh bulunmayandır.” dedi.

    (Süleyman):

    “Bakalım doğru mu söyledin,
    yoksa, yalancılardan mı oldun?

    Şu mektubumu götür, onu,
    kendilerine bırak!

    Sonra, onlardan biraz çekil de,
    bak, neye dönecekler (Ne cevap verecekler?) dedi.

    (Sebe’ kıraliçesi):

    “Ey İleri gelenler! Hakikat,
    bana, çok şerefli bir mektup bırakıldı ki, o, Süleyman-dandır ve o, hakfkatan,
    Rahman ve Rahfm olan Allâhın adiyle.

    Bana karşı, baş kaldırmayınız!

    Müslümanlar olarak bana
    geliniz!” diye (yazılmıştır)

    Ey ileri gelenler! Bana, (bu) işim
    hakkında bir rey veriniz!

    Siz, huzurumda bulununcaya kadar,
    ben, hiç bir işte kat’î(bir hüküm sahibi) ola­madım. ” dedi.

    “Biz, güc, kuvvet sahihleri,
    çetin savaş erbabıyız. Emir, sana âiddir.

    Bak, sen, ne emredeceksin.”
    elediler. (Kraliçe):

    Şüphesiz ki: hükümdarlar, bir
    memlekete girdikleri zaman, orasını, perişan ederler.

    Halkından, şerefli olanları, hor ve
    hakir kılarlar. Bunlar da, böyle yapacaklardır.

    Ben, onlara, bir hediye göndereyim,
    de, Elçiler, ne (cevap) ile dönecek baka­yım?” dedi.

    Bunun üzerine, vaktâ ki, (o
    gönderilen heyet) Süleymana geldi.

    (Süleyman):

    “Siz, bana, mal ile yardım mı
    ediyorsunuz!?

    İşte, Allah’ın, bana verdiği
    (nimetler ki, onlar) size verdiğinden daha çok hayırlıdır.

    Belki, siz, hediyenizle
    böbürlenirsiniz.

    (Ey elçi heyet başkanı!) dön
    onlara!

    And olsun ki önüne geçemeyecekleri
    ordularla onlara gelir, onları, hor ve hakir oldukları halde, oradan
    çıkarırım!” dedi.

    (Süleyman, kendi maiyetindekilere
    de) ey ileri gelenler! Onun (Belkısin) Tahtını, kendilerinin, bana, Müslüman
    olarak gelmelerinden önce, hanginiz bana, getirir?” dedi.

    Cinden bir İfrit:

    “Sen, Makamından kalkmadan,
    ben, onu, sana getiririm!

    Ben, buna karşı, her halde,
    güvenilecek bir güce mâlikim!” dedi.

    Nezdinde Kitabdan bir ilim bulunan
    (Âsaf b.Berhıya):

    “Ben, gözün, sana dönmeden
    (gözünü yumup açmadan) önce, onu, sana geti­ririm!” dedi.

    Vaktâ ki (Süleyman), onu (Tahtı)
    yanında durur bir halde gördü: “Bu, Rabbımın fazi (ve lutf’undan)dır.

    Şükür mü edeceğim, yoksa, nankörlük
    mü edeceğim, beni, imtihan ettiği içindir (bu).

    Kim şükr ederse, kendi yararınadır,
    kim de, nankörlük ederse, şüphe yok ki Rab-bım (onun şükründen) tamamen
    müstağnidir.

    (Hem O) Hakkıyle kerem
    sahibidir.” dedi.

    (Süleyman):

    “Onun Tahtını, bilinmez bir
    şekle getiriniz.

    bakalım (tanımaya) muvaffak olacak
    mı, yoksa, muvaffak olamayacaklardan mı olacak?” dedi.

    Artık (Belkıs) gelince, ona:
    “Senin Taht’ın böyle mi idi?” denildi. (Belkıs):

    “Sanki, bu, odur!

    Ondan önce de, bize ilim
    verilmişti, ve biz, Müslüman olmuştuk! dedi. (Hayır!) Onun, Allah’ı bırakıp
    tapmakta devam ettiği şey, kendisinin İslâmiyeti)ne mani olmuştu.

    Hakıkatta, o kâfirler gürûhundandı.

    Ona:

    “Köşk’e, gir!” denildi.

    (Belkıs) onu, görünce, derin bir su
    sandı.

    İki ayağını aç(ıp sıva)dı.

    (Süleyman):

    “O, hakîkatan, sırçadan
    yapılmış, düzeltilmiş (ve şeffaf) bir açıklıktır.” dedi.

    (Belkıs)

    “Ey Rabb’ım! Hakikat, ben,
    kendime yazık etmişim.

    Süleyman’ın maiyetinde, âlemlerin
    Rabb’ı olan Allâha teslim oldum (Müslüman oldum) dedi. [92]

     

    Süleyman Aleyhisselâmın Vefatı:    Başa Dön

     

    Süleyman Aleyhisselâm; ibâdet için [93],
    bazan bir yıl, iki yıl,

    Bazan bir ay, iki ay,

    Bazan da, bundan daha az veya çok
    müddet, Beytülmakdis’te tek başına kalırdı.

    Kendisinin yeyeceği, içeceği de,
    oraya götürülürdü.

    Vefatıyle neticelenen son defaki
    kalışında da, yiyeceği, içeceği götürülüp ya­nına konulmuştu. [94]

    Süleyman Aleyhisselâm, böyle yalnız
    başına kalmayı âdet edindiği Beytülmak­dis’te namaz kılarken[95],
    hiç bir gün olmazdı ki, sabaha çıksın da, orada, bir ağaç bitmemiş olsun! [96]

    Başka bir deyişle: hiç bir namaz
    kılmazdı ki, önünde, bitmiş bir ağaç bu­lunmasın. [97]

    Süleyman Aleyhisselâm,
    namazgahında, namaza durduğu zaman[98],
    önünde bitmiş olan ağacı görünc[99],
    yanına varır[100],
    ona:

    “Senin ismin nedir?” diye
    sorar, ağaç ta:

    “İsmim şöyle! şöyle!”
    derdi.

    Süleyman Aleyhisselâm, ona:

    “Sen, ne şey içinsin?”
    diye sorar,

    Oda:

    “Şunun, şunun için!”
    derdi. [101]

    Kesilecek bir ağaçsa, Süleyman
    Aleyhisselâm, emreder, o ağaç, kesilirdi. [102]

    Eğer, o ağaç, dikilmek için,
    bitmişse[103],
    onun üzerine:

    “Filan yere, şöyle şöyle
    dikilecektir!” diye yazılı[104]
    dikilirdi. [105]

    Eğer, biten ağaç, deva için, bitmiş
    olur[106]:

    “Şu derde, şu derde deva için,
    bittim!” derse[107],
    onun üzerine:

    “Şu derde, şu derde
    devadır!” diye[108]
    yazılır[109] ve
    onun için gereği, ya-pılırdı. [110]

    İşte, Tıb fennindeki nebatla
    tedavî, bunun üzerine kurulmuştur[111]

    Süleyman Aleyhisselâm, bir gün,
    namaz kıldığı sırada, önünde bir ağacın bit­miş olduğunu, gördü. [112]
    Ona:

    “Senin ismin nedir?” diye
    sordu.[113]
    Ağaç:

    “Harrub![114]
    Harnub! [115] Harnûbe! [116]
    Ben, Harrûbe’yim!” dedi. [117]

    Süleyman Aleyhisselâm, ona:

    “Sen, ne şey içinsin?”
    diye sordu.

    Ağaç:

    Ben, şu Mescidi harabetmek için’im!
    dedi. [118]

    Süleyman Aleyhisselâm:

    “Ben, sağ iken, Allah, bu
    Mescidi, harap etmeyecektir!

    Demek, benim ölümüm ve
    Beytülmakdis’in harap oluşu, senin yüzündendir hâ!” dedi ve hemen, onu
    söktü. [119] Kendisine aid bahçeye dikti. [120]

    Süleyman Aleyhisselâm; dayanmak
    için, Harrûbe ağacından, kendisine bir Asa yontturdu. [121]

    Süleyman Aleyhisselâm, bir gün,
    Ölüm Meleğine:

    “Benim ruhumu, almak istediğin
    zaman, bana, bildir!” demişti.

    Ölüm Meleği:

    “Ben, bunu, senden daha iyi
    biliyor değilim!

    Bu bilgi; ancak, bana bırakılacak
    ve içinde, ölecek kimsenin ismi anılacak ya­zıda bulunur. [122]

    İçinde isimler bulunan kitab ise,
    bana, ancak, Arş’ın altında olduğum zaman bırakılırdır.” dedi. [123]

    Süleyman Aleyhisselâm, Ölüm Meleğine:

    “Öyle ise, sana, benim
    hakkımda emir verildiği zaman, bana, bildir!” dedi. [124]

    Nihayet, bir gün, Ölüm Meleği
    gelip:

    “Ey Süleyman! Senin hakkında,
    bana emir verilmiş bulunuyor!

    Senin, azıcık bir vaktin
    kaldı!” dedi.

    Süleyman Aleyhisselâm, sabahleyin, köşküne
    girdi. Kapıları, kilitlemelerini emr ve halkı, yanına girmekten men etti.

    Sonra, eline Asasını alıp
    koltuğunun altına yerleştirdi, ve ayakta ona dayana­rak ülkesine doğru bakınca,
    güzel yüzlü, üzerinde beyaz elbise bulunan bir genç adam gördü.

    Genç adam, köşkün bir tarafından,
    kendisinin yanına giriverdi.

    “Esselâmü aleyke yâ
    Süleyman!” diyerek selâm verdi.

    Süleyman Aleyhisselâm:

    “Ve aleykesselâm!

    Sen, benim iznim olmadan, bu köşke
    nasıl girdin?!

    Ben, herkesi, buraya girmekten men
    etmiştim.

    Kapıcılar, Perdedarlar, seni, men
    etmedi mi?

    Sen, benim iznim olmadan, köşküme
    girdiğin zaman, benden, korkmadın mı?” dedi.

    Genç adam:

    “Ben, o kimseyim ki: bana, ne
    Perdedarlar, ne Kapıcılar mâni olabilirdir, ne de, ben, krallardan korkarım!

    Hem ben, bu köşke, izinsiz girmiş
    de, değilim!” dedi.

    Süleyman Aleyhisselâm:

    “Senin buraya girmene kim izin
    verdi?” diye sordu.

    Genç adam:

    “Rabb’ım!” dedi.

    Süleyman Aleyhisselâm, onun Ölüm
    Meleği olduğunu, anlayınca, ürperdi.

    “Demek, sen, Ölüm
    Meleğisin!” dedi.

    Ölüm Meleği:

    “Evet!” dedi.

    Süleyman Aleyhisselâm:

    “Ne için geldin?” diye
    sordu.

    Ölüm Meleği:

    “Senin ruhunu kabz
    edeceğim!” dedi.

    Süleyman Aleyhisselâm:

    Ey Ölüm meleği! Ben, bu gün,
    adamlarımı, yanıma toplayıp onlardan, beni, neşelendirmelerini ve bana, tasa
    verecek bir şey işittirmemelerini istemiştim!” dedi.

    Ölüm Meleği:

    “Ey Süleyman! Sen, ancak, seni
    neşelendirecek, içinde sana tasa verici bir şey bulunmayan bir günü yaşamak
    istiyorsun!

    Halbuki, böyle bir gün, dünyada
    yaratılmamıştır.

    Rabbının hükmüne razı ol!

    Çünki, bu, reddine asla çâre
    olmayacak bir hükümdür!” dedi.

    Süleyman Aleyhisselâm:

    “Öyle ise, emrolunduğun gibi,
    vazifeni, yerine getir!” dedi.

    Bunun üzerine, Ölüm Meleği;
    Süleyman Aleyhisselâmın ruhunu, kendisi ayakta, Asasına dayanmış olduğu halde,
    kabz etti. [125]

    O zaman, Süleyman Aleyhisselâm,
    elli küsur yaşında[126],
    elli iki yaşında[127] veya
    elli üç yaşında idi. [128]

    Ona ve gönderilen bütün
    Peygamberlere selâm olsun!

    Süleyman Aleyhisselâmın vefat
    ettiğini, cinler, şeytanlar, bir yıl anlayamadılar.

    Süleyman Aleyhisselâmın dayandığı
    Asayı, ağaç kurdunun, içinden yeyip za­yıflattığı ve Süleyman Aleyhisselâm,
    yere yıkıldığı zaman, cinler ve şeytanlar, onun vefat ettiğini anladılar. [129]

    Bu husus Kur’ân-ı kerimde şöyle
    açıklanır:

    “Sonra, biz, ona ölüm hükmünü
    infaz edince (dayandığı) Asasını, yemekte olan ağaç kurdundan başka bir şey,
    bunun ölümünü, onlara göstermedi.

    Bu suretle yere kapanıp yıkıldığı
    zaman, besbelli oldu ki, eğer, cinler, gaybı bil­miş olsalardı, öyle horlayıcı
    bir azab (meşakkatli işler) içinde kalıp durmazlardı. [130]

     

    Süleyman Aleyhisselâmın Kabri:    Başa Dön

     

    Rivayete göre: Süleyman
    Aleyhisselâm, Babası Dâvûd Aleyhisselâmın kabri­nin yanına gömülmüştür. [131]

     

     



    [1] ibn.Sa’d-Tabakat c.1,s.55.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 2/205.

    [2] ibn.Asâkir-Tarih C.6.S.253.

    [3] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâiebî-Arais s.293.
    ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.257, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.229.

    [4] ibn.Asâkir-Tarih C.6.S.229.

    [5] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâlebî-Arais s.293,
    ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.257. ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.229.

    [6] ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.257.

    [7] Taberî-Tarih c.!,s.253, Sâlebî-Arais s.293,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.229.

    [8] Taberî c.1,s.253, Salebi s.293, ibn.Asâkir c.6,s.257,
    İbn.Esîr c.1,s.229.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/205.

    [9] Taberî-Tarih c.1,s.252.

    [10] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.228,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.18.

    [11] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

    [12] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.18.

    [13] Sâlebî-Arais s.292.

    [14] Dîneverî-El’ahbar s.20.

    [15] Sâlebî-Arais s.289, Nesefî-Medarik c.3,s.85.

    [16] Sâlebî-Arais s.293.

    [17] Sâlebî-Arais s.293, İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.253,
    ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.229.

    [18] Sâlebî-Arais s.289.

    [19] Taberî-Tarih c.1,s.253, Hâkim-Müstedrek c.2,s.588,
    Sâlebî-Arais s.289, İbn.Asâkir-Tarih C.6.S.254, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.229,
    Ebülfida-Tefsir c.3,s.186.

    [20] Taberî-Tarih c.1 ,s.253, Hâkim-Müstedrek C.2.S.588,
    Sâlebî-Arais s.289, ibn.Esîr-Kâmil c.1 ,s.228, Ebülfida-Tefsir c.3,s.186..

    [21] Sâlebî-Arais s.289.

    [22] Sâlebî-Arais s.290, Nesefî-Medarik c.3,s.85.

    [23] Sâlebi-Arais s.289-290, Ebülfida-Tefsir c.3,s.186.

    [24] Sâlebî-Arais s.290

    [25] Taberî-Tarih c.1,s.253, Hâkim-Müstedrek c.2,s.588,
    İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.254

    [26] Taberî-Tarih c.1,s.253, Hâkim-Müstedrek c.2,s.588,
    Sâlebî-Arais s.288-289, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.229, Nesefî-Medarik c.3,s.85,
    Ebülfida-Tefsir c.3,s.85.

    [27] Sâlebî-Arais s.290, Nesefî-Medarik c.3,s.85.

    [28] Ahmed b.Hanbel-Müsned C.2.S.322, 340, Buharî-Sahih
    c.4,s. 136-137, Nesaî-Sünen c.8,s.235-236, Ebülfida-Tefsir C.3.S.187.

    [29] İbn.Asâkir-Tarih C.6.S.257.

    [30] İbn.Ebî Şeybe-Musannef C.13.S.206.

    [31] Sâlebî-Arais s.293.

    [32] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.115, İbn.Asâkir-Tarih
    c.2,s.361.

    [33] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.23O.

    [34] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.115.

    [35] Hâkim-Müstedrek c.2,s.596.

    [36] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.2O5, Ahmed
    b.Hanbel-Ezzühd s.51, Ebû Nuaym-Hilyetülevliya c.4,s.118, İbn.Asâkir-Tarih
    c.6,s.271.

    [37] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.51-53.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 2/205-209.

    [38] isra: 1

    [39] İbn.ishak-Kitabülmübteda velmeb’as c.),s.274

    [40] Müslim-Sahih c.2,s.1O14

    [41] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.6,s.7 , Müslim-Sahih
    c.2,s.1O15

    [42] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.3,s.45,53

    [43] Taberî-Tarih c.1,s.252, Sâlebî-Arais s.308,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228

    [44] Salebi-Arais s.308, ibn.Esir Kâmil c.1,s.228

    [45] Salebi-Arais s.328, Muhiddin b.Arabi-Muhadara
    c.1,s.134, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.32

    [46] Mes’udî-Murucuzzeheb c.1,s.57, Sâlebî-Arais s.308

    [47] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.15O, Buharî-Sahih
    c.4,s.117, Müslim-Sahih c.1,s.37O, İbn.Mace-Sünen c.1,s.248, Nesai-Sünen
    c.2,s.32

    [48] ibn.Hacer-Fethuibârî c.6,s.290-291.

    [49] Sâiebî-Arais s.308.

    [50] Yâkubî-Tarih c.1,s.58.

    [51] Sâlebî-Arais s.308-309.

    [52] Sâlebî-Arais s.310.

    [53] Dîneverî-El’ahbar s.21.

    [54] Yâkubî-Tarih c.1,s.58.

    [55] Sâlebî-Arais s.310.

    [56] Sâlebî-Arais s.328, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar
    c 1 s 134.

    [57] Sâlebî-Arais s.310

    [58] Yâkubî-Tarih c.1,s.56, Sâlebî-Arais s.310

    [59] Sâlebî-Arais s.310

    [60] Yâkubî-Tarih c.ı,s.58.

    [61] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.57-58..

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/209-212.

    [62] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.7,s.56, İbn.Haldun-Tarih
    c.1,s.297.

    [63] İbn.Haldun-Tarih c.1,s.297.

    [64] Ebülfida-Elbidaye vennihayec.7,s.55-56.

    [65] İbn.Haldun- c.ı!s.297.

    [66] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.551.

    [67] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c,12,s.323.

    [68] İbn.Haldun-Tarih c.1,s.297.

    [69] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.551.

    [70] Ebüifida-Eibidayevennihayec.i2,s.324-325.

    [71] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.551-552, Ebülfida-Elbidaye
    c.12,s.326

    [72] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.12,s.324.

    [73] İbn.Haldun-Tarih c.1,s.297.

    [74] ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.552.

    [75] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 2/212-213.

    [76] Sâd: 35, Taberî-Tarih c.1,s.252, Sâlebî-arais s.293,
    ibn.Esîr-kâmil c.1,s.229.

    [77] Taberî-Tarih c.1,s.252 , İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.257,
    İbn.Esîr-kâmil c.1,s.229.

    [78] Taberî-Tarih c.1,s.253, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.229.

    [79] Taberî-Tarih C.1.S.253.

    [80] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâlebî-Arais s.293,
    İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.230.

    [81] Yâni sabahtan, gün, yarılanıncaya kadar bir aylık,
    gün, yarılandıktan, geceye kadar da, bir aylık ki, bir günde, iki aylık yol
    alınırdı. (Taberî-Tefsir c.22,s.68-69)

    [82] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâlebî-Arais s.293.

    [83] Dîneverî-El’ahbar s.20.

    [84] Taberî-Tarih c.1,s.253, Sâlebî-Arais s.294,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.23O.

    [85] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.51, Sâlebî-Arais s.293.

    [86] Nemi: 18-19.

    [87] Sâlebî-Arais s.297.

    [88] jbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13, s.207, Ebû
    Nuaym-Hilyalülevliya c.3,s.1O1.

    [89] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13, s.205-206, Ahmed
    b.Hanbel-Ezzühd s.53, Ebû Nuaym c.4,s.118

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/213-217.

    [90] Dîneverî-El’ahbar s.21-22.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 2/217-218.

    [91] Sebe’: 12-13.

    [92] Nemi: 15-44.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/218-221.

    [93] ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.243.

    [94] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326,
    ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.243, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31.

    [95] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.242.

    [96] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31.

    [97] İbn.Asâkir-Tarih C.6.S.272.

    [98] Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7.

    [99] Sâlebî-Arais s.327, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.271,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31,
    Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7.

    [100] Taberî-Tarih c.1,s.261, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.31.

    [101] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326,
    İbn.Asakir-Tarih c.6,s.272,    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye c.2,s.31, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.207.

    [102] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326.

    [103] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326,
    Deylemî-Elfirdevs c.3,s.271, ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.273, İbn.Esîr-Kâmil
    c.1,s.242 Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7

    [104] Sâlebî-Arais s.326.

    [105] Taberî-Tarih c.1,s.261, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31, Heysemî-Mecmauzzevaid C.8.S.207.

    [106] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.326,
    İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye c.2,s.31, Heysemî-Mecmauzzevaid c-8,s.2O7.

    [107] Taberî-Tarih c.1,s.261, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s,31.

    [108] Sâlebî-Arais s.326.

    [109] Salebi s.326, ibn.Asakir c.6,5.273, ibn.Esîr s.242,
    Heysemî C.8.S.207.

    [110] Taberî-Tarih c.1,s.261, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.31.

    [111] İbn.Asakir-Tarih c.6,s.273

    [112] Sâlebî-Arais s.326-327, İbn.Asakir-Tarih c.6,s.272,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1,s.13S,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3O, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7.

    [113] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.327,
    ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye c.2,s.3O, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7.

    [114] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdara
    c.1,s.135, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3O.

    [115] Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7.

    [116] Sâlebî-Arais s.327.

    [117] Taberî-Tarih c.1,s.26l, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.31.

    [118] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.327,
    ibn.Asakir-Tarih c.6,s.272, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Muhyiddin
    b.Arabî-Muhâdara c.1,s.135, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3O,
    Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7

    [119] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.327,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3l

    [120] Taberî-Tarih c.1,s.261, Sâlebî-Arais s.327,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.31

    [121] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, Muhyiddin
    b.Arabî-Muhâdaratülebrarc.1,s.135, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O8.

    [122] Sâlebî-Arais s.327, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.31.

    [123] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.2O3, Ahmed
    b.Hanbel-Ezzühd s.53, Ebû Nuaym-Hilyetülevliya c.4,s.118,

    İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.271.

    [124] Sâlebî-Arais s.327, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.32..

    [125] Sâlebî-Arais s.327.

    [126] Taberî-Tarih c.1,s.262, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.32.

    [127] Mes’ûdî-Murucuzzehebc.1,s.58, Muhyiddin
    b.Arabî-muhâdaratülebrar c.1,s.135, Ebülfida-Elbidaye venniha­ye c.2,s.32.

    [128] Sâlebi-Arais s.328, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.244.

    [129] Taberî-Tarih c.1,s.262, Sâlebî-Arais s.328,
    ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.272, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.243, Muhyiddin

    b.Arabî-Muhâdara c.1,s.135, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.32,
    Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O8

    [130] Sebe’: 14.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/221-225.

    [131] Yâkubî-Tarih c.1,s.6O, ibn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.99.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/225.

  • DAVUD ALEYHİSSELÂM

    DAVUD
    ALEYHİSSELÂM

     

    . 2

    Dâvûd
    Aleyhısselamın Soyu:
    2

    Dâvûd
    Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:
    2

    Dâvûd
    Aleyhisselâmın Hor Görülüşü Ve Kendisine Davar Güttürülüşü:
    2

    Dâvûd
    Aleyhisselâmın Davar Güderken Karşılaştığı Haller:
    2

    Dâvûd
    Aleyhisselâmın Câlût’la Karşılaşıp Onu Öldürüşü:
    3

    Tâlût’un Dâvûd
    Aleyhisselâmı Kıskanarak Öldürmeğe Kalkışı:
    5

    Dâvûd
    Aleyhisselâmın Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri:
    5

    Dâvûd
    Aleyhisselâmın Mescidi Aksâ’yı Yaptırmağa Teşebbüs Edişi:
    8

    Kur’ân-I
    Kerimin Dâvûd Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması :
    10

    Dâvûd
    Aleyhisselâmın Vefatı:
    11

    Dâvûd
    Aleyhisselâma Peygamberimiz Ve Ümmeti Hakkında İnen Vahy:
    13

     

     

    Dâvûd Aleyhısselamın Soyu:    Başa
    Dön

     

    Dâvûd b.İşâ[1]
    Aleyhisselâm; Yehûza b.Yâkub, b.İshak, b.İbrahim Aleyhisselâmın soyundandır. [2]

     

    Dâvûd Aleyhisselâmın Şekil Ve
    Şemaili:
        Başa Dön

     

    Dâvûd Aleyhisselâm: kısa boylu[3],
    hastalıklı, ak tenli, mavi gözlü, kırmızı yüz­lü, ince bacaklı, düz[4]
    ve az saçlı idi. [5]

    Tepesinin saçı dökülüp açılmıştı. [6]

    Gür ve güzel sesli, güzel huylu[7],
    temiz kalbli[8] ve çok
    anlayışlı idi. [9]

     

    Dâvûd Aleyhisselâmın Hor Görülüşü
    Ve Kendisine Davar Güttürülüşü:
        Başa Dön

     

    İsa’nın, Dâvûd Aleyhisselâmdan
    başka, duvar gibi on iki oğlu daha vardı.

    Dâvûd Aleyhisselâm, kısa boylu ve
    vücudca, çelimsiz olduğu için, babası İşa, onu, hor görür, insanlar arasına
    çıkarmaktan utanır, ona, davarlarını güttürürdü.

    Onu, Şemûyel Aleyhisselâma da,
    öteki oğullarıyla birlikte göstermek iste-memişti. [10]

     

    Dâvûd Aleyhisselâmın Davar Güderken
    Karşılaştığı Haller:
       
    Başa Dön

     

    Dâvûd Aleyhisselâm, bir gün[11],
    babasının yanına gelip[12]:

    “Ey Babacığım! Ben, şu
    sapanımla, attığım her şeyi, muhakkak, vuruyor, yere düşürüyorum!” dedi. [13]

    Babası:

    “Ey oğulcuğum! Seni,
    müjdelerim: Allah, senin rızkını, Sapanının içine, koy­muştur!” dedi.

    Dâvûd Aleyhisselâm, başka bir gün,
    yine, babasının yanına gelip

    “Ey babacığım! [14]
    Dağlar arasına girdiğimde, yuvasında duran bir arslana rastladım! Hiç
    korkmadan, onun üzerine binip kulaklarını tuttum!” dedi[15]

    Babası:

    “Müjdelerim seni ey oğulcuğum!
    Hiç şüphesiz, bu da, Allanın, sana verdiği bir hayırdır.” dedi. [16]

    Dâvûd Aleyhisselâm, yine, başka bir
    gün de, babasına gelip[17]:

    “Ey babacığım! [18]
    Ben, dağların arasında yürüyüp giderken, Allâhı, Teşbih ediyor (Sübhânallâh!)
    diyorum.

    Hiç bir dağ kalmamak üzere, bütün
    dağlar, benimle birlikte, Allah’ı Teşbih edi­yor, (Sübhânallâh!)
    diyorlar.” dedi.

    Babası:

    “Müjdelerim seni ey oğulcuğum!
    Hiç şüphesiz, bu da, Allanın, sana verdiği bir hayırdır.” dedi. [19]

    Dâvûd Aleyhisselâmın babası, çok
    yaşlı bir ihtiyardı,

    Dâvud Aleyhisselâmın kardeşleri,
    Câlut’la savaşmak üzre, Tâlut’la birlikte git­mişlerdi.

    Dâvûd Aleyhisselâm, babasının
    davarlarını gütmek üzere, geride kalmıştı.

    İsrail oğullarıyla Amâlıkalar,
    çarpışmak için, birbirlerine yaklaşmış bulunu­yorlardı.

    Dâvûd Aleyhisselâm, davarlarını
    yayarken, kendisine bir ses geldii ki: “Ey Dâvûd! Sen, Câlût’u,
    öldüreceksin!

    Sen, şurada durup ne yapacaksın?
    Haydi, davarlarını, Rabb’ına, emânet et de, kardeşlerine kavuş!

    Tâlût; Câlût’u, öldürecek kimseye,
    malının yarısını vermeyi ve kızını da, onun­la evlendirmeyi va’d etmiş
    bulunmaktadır!” diyordu.

    Dâvûd Aleyhisselâm, hemen,
    davarlarını, Rabb’ine emânet etti. Gidip babası­nın yanına vardı.

    Babası, ona:

    “Sen, davarlarını, ne
    yaptın?” diye sordu.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Ben, onlara, en koruyucu
    Birini, Vekil ettim!” deyince, babası, onun bu sö­zünden, davarlara,
    ancak, çoban arkadaşlarından bazısını vekil ettiğini sanmıştı.

    Savaşa giden kardeşleri için azık
    hazırlayıp:

    “Ey oğulcuğum! Hemen,
    kardeşlerinin yanına git. Düşmanları karşısında, on­ları, güçlendirmek üzere,
    yaptığımız şeyleri, kendilerine teslim et!

    Durumlarını, gör, benim yanıma ve
    işinin başına dönmekte acele et!” dedi.

    Dâvûd Aieyhisselâm, kardeşlerinin
    azıklarını, asasını, torbasını ve sapanını yük­lenip hemen yola çıktı.

    Yolda giderken, bir taş:

    “Ey Dâvûd! Beni, götür! Senin
    için -Allah’ın izniyle- Câlût’u, öldüreyim!” diye­rek seslendi.

    Dâvûd Aleyhisselâm, onu, alıp
    torbasına koydu. Sonra, yoluna devam etti.

    Başka bir taş, ona:

    “Ey Dâvûd! Beni de, al!”
    diye seslendi.

    Dâvûd Aleyhisselâm, ona:

    “Sen, kimsin?” diye
    sordu.

    Taş:

    “Ben, İshak’ın taşıyım ki, o,
    benimle, şunları, şunları, öldürdü!

    Ben -Allah’ın izniyle- Câlût’u,
    öldürürüm!” dedi.

    Dâvûd Aleyhisselâm, onu da, alıp
    torbasına koydu.

    Sonra, yoluna devam etti.

    Daha başka bir taşa rastladı ki:

    “Ey Dâvûd! Beni de, yanına
    al!” dedi.

    Dâvûd Aleyhisselâm, ona:

    “Sen, kimsin?” diye
    sordu.

    Taş:

    “Ben, Yâkub’un taşıyım. Ben
    -Allah’ın izniyle- Câlût’u, öldürürüm!” dedi.

    Dâvûd Aleyhisselâm, ona:

    “Sen, onu, nasıl
    öldüreceksin?” diye sordu. Taş:

    “Ben, rüzgârdan, beni
    -Câlût’un tolgasına ulaştırıp alnına değdirmesi için- yar­dım etmesini isterim
    ve onu, öldürürüm!” dedi.

    Dâvûd Aleyhisselâm, onu da, alıp
    torbasına koydu.[20] İşte,
    Dâvûd Aleyhisselâm; böylece, yolda rastlayıp:

    “Ey Dâvûd! Bizi al! Câlût’u,
    bizimle vurup öldürürsün!” diyerek seslenen üç taşı alıp torbasına
    yerleştirmişti. [21]

     

    Dâvûd Aleyhisselâmın Câlût’la
    Karşılaşıp Onu Öldürüşü:
        Başa Dön

     

    Dâvûd Aleyhisselâm, gelince, Tâlût,
    Yağ Boynuzunu, onun başına koydu.

    Boynuzdaki yağ, kaynamağa başladı.

    Dâvûd Aleyhisselâm, yağdan,
    süründü.

    Tennûr’u da, vücûdu, doldurdu. [22]

    Buna, Şemûyel Aleyhisselâm da,
    Tâlût ta, İsrail oğulları da, sevindiler.[23]

    Tâlût, Dâvûd Aleyhisselâma:

    “Sen, Câlût’u, öldürürsen,
    kızımı, seninle evlendirsem ve ülkemde senin hük­münü de, geçerli kılsam olmaz
    mı?” dedi.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Olur!” dedi.

    Tâlût; atını, zırhını ve
    silahlarını, Dâvûd Aleyhisselâma verdi.

    Dâvûd Aleyhisselâm, ata, bindi.
    Silahlan, kuşandı.

    Biraz gittikten sonra, kalbinde,
    bir büyüklenme ve onurlanma his edince, ace­le, Tâlût’un yanına döndü.

    Tâlût’un çevresindeki kimseler:

    “Delikanlı, korktu!”
    dediler.

    Dâvûd Aleyhisselâm, gelip Tâlût’un
    önünde durdu.

    Tâlût:

    “Sana, ne hal oldu?” diye
    sordu.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Bırak beni de, onunla,
    istediğim gibi, çarpışayım!” dedi.

    Tâlût:

    “İstediğini, yap!”
    deyince, at ve silahlarını, bıraktı. Sapanını, alıp[24]
    Câlût’a doğru ilerledi.

    Câlût: insanların en güçlüsü ve en
    katı yüreklisi idi. [25]

    Başına, ağır bir demir Tolga
    geçirmiş; irilikte ve güçlülükte benzeri bulunma­yan alaca bir ata da,
    binmişti. [26]

    Câlût, Dâvûd Aleyhisselâmı görünce,
    Allah, onun kalbine bir korku düşürdü. [27]

    Dâvûd Aleyhisselâma:

    “Sen mi, benimle çarpışmak
    için karşıma çıktın?” diye sordu.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Evet!” dedi.

    Câlût:

    “Hay oğulcuğum! Köpeğe taş
    atıldığı gibi, sen de, bana, Sapanla taş mı ata­caksın?!” dedi.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Evet! Sen, köpekten de,
    kötüsün!” dedi. [28]

    Câlût:

    “Ey genç! Geri dön! Seni,
    öldürmeye acıyorum!” dedi.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Hayır! Belki, ben, seni
    öldüreceğim!” dedi. [29]

    Câlût kızdı:

    “Sen, artık, hakettin: Ben,
    senin etini, vahşi hayvanlarla gök kuşları arasında bölüştürecek, onlara, yem
    edeceğim!” dedi.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Bismillah! Belki, Allah,
    senin etini, vahşi hayvanlarla gök kuşları arasında bö­lüştürecek, yem
    edecektir!” dedi. [30]

    Hemen, Torbasından bir taş çıkarıp
    sapanına koydu. Her taşı, çıkarıp Sapanına koyarken: “Bu, Atam İbrahimin
    ismiyle! Bu, Atam İshak’ın ismiyle!

    Bu, Atam İsrail’in (Yâkub’un)
    ismiyle![31]
    diyordu. [32] Diğer rivayete göre:

    Torbasından ilk taşı alırken:
    (Bismillâhi İlâh-i İbrahim = İbrahimin İlâhı olan Al-lâhın ismiyle!” dedi
    ve onu, Sapanına yerleştirdi.

    İkinci taşı alırkan: (Bismillâhi
    İlâh-i İshak = İshak’ın İlâhı olan Allah’ın ismiyle!” dedi ve onu,
    Sapanına, yerleştirdi.

    Üçüncü taşı alırken: Bismillâhi
    İlâh-i Yâkub = Yâkubun İlâhı olan Allah’ın ismiy­le!” dedi ve onu, Sapanına
    yerleştirdi. [33]

    Dâvûd Aleyhisselâm, elini, Sapanın
    içine soktuğu zaman,’[34],
    koymuş olduğu üç taşın, bir taş halıne geldiğini gördü.[35]

    Yüce Allah, Meleklerine, Vahy edip:

    “Kulum Davud’a, yardım
    ediniz!” buyurdu. [36]

    Dâvûd Aleyhisselâm, Sapanına koyup
    attığı üçüzlü taşla, Câlût’u, iki gözünün arasından vurdu!

    Taş, Câlût’un başını, delip
    arkasından çıktı. [37]
    Câlût’u, ölü olarak yere düşürdü. [38] Ve
    değdiği, herkesi de, öldürdü. Câlût’un ordusu, bozguna uğradı. [39]

    Tâlût; düşmanına karşı, Allah’ın
    yardımıyla muzaffer olarak İsrail oğullarıyla birlikte savaş meydanından
    ayrıldı[40]

    Tâlût, kızını, Dâvûd Aleyhisselâmla
    evlendirdi. [41] Servetinin yarısını da, ona,
    verdi[42].
    Mülkünde Onun Mührünü de, geçerli kıldı. [43]

    Başka rivayete göre: Tâlût,
    yönetimin üçte birini de, Dâvûd Aleyhisselâma bıraktı.[44]

     

    Tâlût’un Dâvûd Aleyhisselâmı
    Kıskanarak Öldürmeğe Kalkışı:
        Başa Dön

     

    Halkın, Dâvûd Aleyhisselâma
    meyledip sevgi göstermeğe başladıklarını görün­ce, Tâlût’un, kıskançlığı tuttu,
    onu, öldürmeğe kalktı. [45]

    Fakat, Yüce Allah, Dâvûd
    Aleyhisselâmı, onun sû-i kasdinden korudu. [46]

    Dâvûd Aleyhisselâm, ona, mukabelede
    bulunmaktan[47], onun
    mülkünde ona, kıskançlık göstermekten kaçındı.
    [48]

    Ona:

    “Allah, Davud’a rahmet etsin!

    O, benden daha hayırlıdır!

    Ben, fırsat bulunca, onu, öldürmeğe
    kalkıyorum!

    Halbuki, o, fırsat bulunca, beni,
    öldürmekten el çekiyor!” dedirtti. [49]

    Tâlût, en sonunda, yaptıklarına
    pişman olup Şemûyel Aleyhisselâmın kabrine giderek tevbe etmiş, oğulları ile
    birlikte katıldığı savaşta öldürüldükten sonra, Dâ­vûd Aleyhisselâm, İsrail
    oğullarının yönetimini, tamamı ile ele almış[50], işi,
    git­tikçe, büyümüştür. [51]

    Sanıldığına göre: Dâvûd
    Aleyhisselâmın hükümdarlığı; Rum kralı Dakyanus ve Eshab-ı Kehf zamanında[52],
    Keyhusrev b.Syavş’in asrında idi. [53]

     

    Dâvûd Aleyhisselâmın Peygamber
    Oluşu Ve Bazı Faziletleri:
        Başa Dön

     

    Yüce Allah; Dâvûd Aleyhisselâma
    saltanat verdiği gibi, Hikmet (Peygamberlikle, vermiş[54],
    kendisinde hükümdarlıkla Peygamberliği birleştirmiş[55],
    kendisine, se­mavî kitablardan Zebur’u indirmiştir. [56]

    Dâvûd Aleyhisselâm; İsrail
    oğullarına kral olduğu zaman, kılık değiştirip ken­disini belirsiz ederek halk
    arasına karışmayı ve kendisinin icrâât ve gidişatı hak­kında soruşturma yapmayı
    âdet edinmişti. [57]

    Çarşıda, pazarda[58],
    gördüğü kimsenin, hemen yanına varır: Ona:

    “Dâvûd hakkında ne
    dersin?” diye sorar, o da, onu öever ve hayırlı olduğunu söylerdi. [59]

    Kendisi hakkında soruşturma yapıp
    ta, ibâdette, gidişatta ve adalette hayırlı olduğunu övmeyen bir kimse yoktu. [60]

    Dâvûd Aleyhisselâm; böyle, her
    karşılaşıp sorduğu kimselerden:

    “O, kendisi için de, ümmeti
    için de, Allah’ın, yaratıklarının hayırlısıdır!” ceva­bını aldığı[61]
    günlerden bir günde idi ki[62], Yüce
    Allah insan suretine koyduğu bir Meleği, onunla karşılaştırdı. [63]

    Dâvûd Aleyhisselâm, onu, görünce[64],
    âdeti vechile[65],
    başkalarına sora gel­diği gibi[66],
    kendisini, ona da, sordu. [67]:

    “Şu kral Dâvûd hakkında ne
    dersin?” dedi. [68]

    Melek insan:

    “O, ne iyi adamdır! [69]
    Kendisi ve ümmeti için, insanların hayırlısıdır! [70]

    Ne olurdu, kendisinde olan bir şey
    de, olmasaydı[71],
    Kâmil olurdu!” dedi. [72]

    Dâvûd Aleyhisselâm, buna hayret ve merak
    ederek[73]:

    “Ey Allanın kulu! [74]
    Nedir o şey?” diye sordu. [75]

    Melek insan:

    “Dâvûd[76],
    Beytülmal’dan[77],
    Müslümanların malından[78],
    yiyor[79],
    rızıklanıyor[80] ev
    Halkına da, yediriyor. [81]

    Ne olurdu o, Ev halkına,
    Beytülmaldan yedirmeseydi! [82]

    Keşke, kendisi, elinin emeğinden
    yeseydi, faziletlerini, tamamlardı!” dedi. [83]

    Bu, Dâvûd Aleyhisselâmı[84]
    uyarmağa yetti. [85]

    Yüce Allah’a:

    “Ey Allâhım! Rızkın, en
    güzeli, hangisidir?” diye sordu.

    “Ey Dâvûd! Elinin
    emeğidir!” buyuruldu. [86]

    Dâvûd Aleyhisselâm, hemen geri
    döndü. [87]

    Kendisini ve Ev halkını[88],
    Beytülmal’a muhtaç etmeksizin[89],
    elinin emeğiyle geçindirecek[90] bir
    geçim yolu ihsan etmesini[91], bir
    sanat[92]
    öğretmesini[93] ve
    onu, kendisine kolaylaştırmasını[94] Yüce
    Allâh’dan diledi. [95]

    Yüce Allah da, ona, demiri, hamur
    gibi yumuşatacak bir kudret ihsan etti. [96]

    Demir; ateşe sokulmaksızın, çekiçle
    vurulmaksızın, Dâvûd Aleyhisselâmın elin­de mum, hamur ve çamur gibi olur,
    Dâvûd Aleyhisselâm, onu, istediği şekle koyardı. [97]

    Yüce Allah, ona, zırh gömlek yapma
    sanatını da, öğretti. [98] Bu,
    Yüce Allah’ın, onun için seçtiği bir sanattı. [99] O,
    böylece, zırh gömlek yapıcısı oldu. [100]

    Dâvûd Aleyhisselâm, zırh gömlek
    yapanların ilki olduğu gibi[101],
    onu, giyen­lerin de, ilki idi. [102]

    Ondan önce, zırh, gömlek halinde
    değil, levha halinde yapılır ve kullanılırdı. [103]

    Dâvûd Aleyhisselâm, zırh gömlek
    yapmağa koyuldu. [104]

    Lukman Hakîm, hiç zırh gömlek
    görmemişti. [105]

    Dâvûd Aleyhisselâmı, zırh gömlek
    yaparken görünce[106],
    teaccüb etti. [107]

    Bunun, ne olduğunu, bilmediği için,
    Dâvûd Aleyhisselâma sorup öğrenmeğe isteklendi ise de, Dâvûd Aleyhisseiâmın onu
    örüp boşalmasına kadar susmayı tercih etti, [108]
    Hikmeti, onu, ona sormasına engel oldu. [109]

    Ne ona, ne yaptığını sordu, ne de
    o, haber verdi.[110]

    Dâvûd Aleyhisselâm, kalkıp zırh
    gömleği, sırtına giyindi ve:

    “Savaş eri için, ne güzel bir
    gömlektir!” dedi.

    Lukman Hakîm, onunla, ne yapılmak
    istendildiğini, öğrenince[111]:

    “Susmak, Hikmettir!

    Fakat, susanı, pek azdır!”
    dedi. [112]

    Dâvûd Aleyhisselâm; her gün, Bir
    zırh gömlek yapar[113],
    yaptığı[114] her
    zırhı, dört bine satar[115],
    bundan, hem kendisinin, hem ev halkının geçimini sağlar, hem de, yoksullara ve
    züğürtlere tasaddukta bulunurdu. [116]

    Rivayete göre: kazancının üçte
    birini, hemen fakirlere tasadduk eder, üçte biri ile kendisine ve Ev halkına
    yetecek geçimlik satın alır, üçte birini ise, başka bir Zırh yapıncaya ve bir
    günden o bir güne kadar tasadduk etmek üzre, yanında tutardı. [117]

    Dâvûd Aleyhisseiâmın, hurma
    yaprağından yaptığı zenbili çarşıya gönderip sat­tırarak onun parasıyla
    geçindiği de, rivayet edilir. [118]

    Peygamberimiz Aleyhisseiâmın da,
    açıkladıkları gibi: Dâvûd Aleyhisselâm: “Kendi elinin emeğinden başkasını,
    yemezdi.” [119]
    Dâvûd Aleyhisselâm; zamanını, üçe ayırmış:

    Bir gününü, halk arasında hüküm
    vermeğe,

    Bir gününü, tenhâya çekilip Rabbına
    ibâdet etmeye,

    Bir gününü, kadınlarıyla meşgul
    olmaya tahsis etmişti. [120]

    Diğer rivayete göre: Zamanını,
    dörde ayırmış:

    Bir gününü, kadınlarile meşgul
    olmaya,

    Bir gününü, ibâdete,

    Bir gününü, İsrail oğulları
    arasında hüküm vermeğe tahsis etmişti.

    Dördüncü günde ise, İsrail
    oğullarına hatırlatmada, uyarmada bulunur, onlar da, ona, hatırlatmada,
    uyarmada bulunurlar’[121], o,
    onları, ağlatır, onlar da, onu, ağlatırlardı. [122]

    Dâvûd Aleyhisselâm; her gecenin
    yarısında uyur, üçte birinde namaz kılardı.

    Gecenin altıda birinde yine uyurdu. [123]

    Kendisi, insanların en çok
    ibadetlisi idi. [124]

    Yüce Allah, ibâdet için, ona büyük
    güc ihsan etmişti[125]

    Dâvûd Aleyhisselâm; Allâha ibâdet
    için, en faziletli vakitleri araştırırdı.

    Nitekim bir gün, Cebrail
    Aleyhisselâma:

    “Ey Cebrail! Hangi gece,
    efdaldir?” diye sormuş, Cebrail Aleyhisselâm da:

    “Ey Dâvûd! Seher vaktinde
    Arş’ın titreyişinden başkasını, bilmiyorum!” demişti. [126]

    Dâvûd Aleyhisselâm; bir gün oruç
    tutar, bir gün, iftar eder’[127],
    yılın yarısını, oruçlu geçirirdi. [128]

    Çok mütevazı’ idi.

    Mescidlere girer, göz ucuyla,
    İsrail oğullarının halkalandıkları yere bakar, yan­larına varıp oturur ve:

    “Miskîn, miskinlerin
    aralarında yakışır!” derdi. [129]
    Dâvûd Aleyhisselâm, çok ağlardı. [130]

     Yere kapanıp o kadar ağlardı ki[131]
    otlar, yeşerirdi…

    Yüce Allah:

    “Ey Dâvûd! [132]
    Ne istiyorsun[133]

    Malını, çocuklarını[134],
    ömrünü[135],
    saltanatını[136]
    artırmamı mı istiyorsun?” di­ye Vahy etti. [137]

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Yâ Rabb! Beni, yarlığa!”
    demiş[138] ve
    yarlıganmıştı. [139]

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “İlâhî Ben, Sana, nasıl
    hakkıyle şükredebilirim ki: Senin nimetin olmadıkça, Sana, şükretmeye de, güc
    yetiremem!” dedi.

    Yüce Allah, ona:

    “Ey Dâvûd! Sana gelen nimetin,
    benden olduğunu, biliyorsun değil mi? buyurdu.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Evet yâ Rab!” dedi.

    Yüce Allah:

    “Ben, bunu, senin tarafından
    şükür olarak kabul ettim!” buyurdu. [140]

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “İlâhî! Saçımın her teli, iki
    dil olup bütün zaman boyunca gece ve gündüz, Se­ni, Teşbih ve Takdis etselerdi,
    yine, Senin nimet hakkını ödeyemezdim dedi. [141]

    Dâvûd Aleyhisselâm; insanların en
    çok sabırlısı, en çok uluslusu, öfkesini en çok yeneni idi. [142]

     

    Dâvûd Aleyhisselâmın Mescidi
    Aksâ’yı Yaptırmağa Teşebbüs Edişi:
        Başa Dön

     

    Dâvûd Aleyhisselâmın zamanında,
    israil oğulları, öldürücü bir Taun hastalığı­na yakalanmışlardı.

    Dâvûd Aleyhisselâm, İsrail
    oğullarını Beytülmakdis’te bir yere götürmüş[143]
    Sahra’nın yerinde durup Taunu, onlardan kaldırmasını, onların kabullendikleri
    üç gün kütle halinde ölme cezasından afvedilmelerini orada Allah’dan dilemiş,
    Allah da, onun duasını kabul ederek onlardan ölümü[144]
    ve Tâûnu kaldırmıştı. [145]

    Dâvûd Aleyhisselâm, o sırada,
    Meleklerin ellerindeki sıyırılmış kılıçlarını, kınla­rına sokarak Sahra’dan,
    semâya, altun merdivenden yükseldiklerini görmüş[146],
    İsrail oğullarına:

    “Yüce Allah, size ihsan ve
    merhamet etti. Ona, şükrünüzü, yenileyiniz! demişti.

    İsrail oğulları:

    “Ne yapmamızı, bize
    emredersin?” diye sordular.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Allah’ın, size merhamet
    ettiği şu Kaya’nın üzerini, Mescid edinmenizi, emre­diyorum! [147]

    Çünkü, orası, Mescid edinilmeğe
    lâyık bir yerdir. [148]

    Onun içinde siz ve sizden
    sonrakiler, Allah’ı zikirden uzak kalmayacaklardır” dedi.

    Bunun üzerine, orada bir Mescid
    yapmak istedikleri zaman, yanlarına iyi halli, fakir bir adam gelip İsrail
    oğullarına:

    “Benim, bu yerin içinde bir
    yerim vardır ki, benim, ona ihtiyacım var!

    Beni, hakkımdan men etmeniz, size
    helal olmaz!” dedi. İsrail oğulları: “Ey kişi!

    İsrail oğullarından, şu Kaya
    üzerinde senin hakkın gibi hakkı olmayan bir kim­se yoktur!

    Sen, insanların en pintisi olma ve
    bu hususta, bizi sıkıntıya sokma!” dediler. Fakit adam:

    “Ben, hakkımı, biliyorum.

    Siz ise, hakkınızı,
    bilmiyorsunuz!” dedi.

    İsrail oğulları:

    “Rızan ile, gönlünden koparak
    vermezsen, biz, onu, senden zorla alırız!” dediler.

    Fakir adam:

    “Siz buna, Allâhın hükmünde,
    Davud’un hükmünde bir dayanak buldunuz mu?” dedi.

    Durum, Dâvûd Aleyhisselâma haber
    verildi.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Onu, razı ediniz!” dedi.

    İsrail oğulları:

    “Ey Allâhın Peygamberi! Orayı,
    ondan, kaça satın alalım?” diye sordular.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Onu, yüz koyuna satın
    alınız!” dedi.

    Fakir adam:

    “Ey Allâhın Peygamberi! Bana,
    biraz artır!” dedi.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Onu, yüz sığıra, satın
    alınız!” dedi.

    Fakir adam:

    “Biraz daha artır!” dedi.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Onu, yüz deveye satın
    alınız!” dedi.

    Fakir adam:

    “Ey Allâhın Peygamberi! Biraz
    daha artır!

    Sen, bunu, Allah için satın
    alıyorsun.

    Allah ise, Kerîm’dir, pinti değildir!”
    dedi.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Haydi, sen de, bir şey söyle,
    bu hususta bir hüküm ver!” dedi.

    Fakir adam:

    “Hakkımı, bir zeytun, bir
    hurma ve bir üzüm bahçesi karşılığında satın    ” dedi.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Olur!” dedi.

    Fakir adam:

    “Onu, sen, Yüce Allah için
    satın al, pintilik etme!” dedi.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Sen, dilediğini, iste!”
    dedi.

    Fakir adam:

    “Sen, Allah katında benden
    daha şereflisindir.

    Onun karşısında, oğluma, yüksek bir
    duvar yaptır ve onu, altunla, istersen, gü­müşle doldur!” dedi.

    Dâvûd Almeyhisselâm:

    Bu, kolaydır!” dedi.

    Fakir adam, İsrail oğullarına
    dönüp:

    “Bu, o muhlis
    tevbekârdır!” dedikten sonra, Dâvûd Aleyhisselâma:

    “Ey Allanın Peygamberi!
    Allah’ın, benim bir tek günahımı bağışlaması, bana, bağışlanacak her şeyden
    daha sevgilidir..” dedi. [149]

    Mescid-i Aksa arsası hakkındaki
    başka bir rivayette, fakir adam yerine, bir genç gösterilir ve hâdise, şöyle
    anlatılır:

    Dâvûd Aleyhisselâm, arsa sahibi
    gencin yanına varıp:

    “Ben, burada, oğluma, Allah
    rızası için bir Mâbed yapmakla emrolundum!” der.

    Genç:

    “Allah, sana, burayı, benim
    rızam olmaksızın, almanı da, emretti mi?” diye sorar.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Hayır!” der.

    Yüce Allah, Dâvûd Aleyhisselâma:

    “Yer yüzünün hazinelerini,
    senin emrine verdim. Onu, razı et!” diye Vahy eder.

    Bunun üzerine, Dâvûd Aleyhisselâm,
    gencin yanına gidip:

    “Seni, razı etmek için
    emrolundum.

    Sana, bu yerin için, bir Kantar
    altun!” der.

    Genç:

    “Kabul ettim ey Dâvûd!

    Fakat, sorarım sana: bu yer mi daha
    hayırlı ve kıymetlidir? Yoksa, bir Kantar altun mu?” der.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Hayır! Senin yerin daha
    hayırlı ve kıymetlidir!” diye cevap verir.

    Genç:

    “Öyle ise, beni, razı
    et!” der.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Sana, üç Kantar!” der.

    Fakat, genç, artırıldıkça;

    “Beni, razı et!” demeye
    devam eder.

    Dâvûd Aleyhisselâm, dokuz Kantara
    kadar yükseltir.

    Yeri satın aldıktan sonra,
    Mescid’in inşasına başlar, Duvarların örülmesi bittiği sırada, üçte ikisi
    yıkılır. [150]

    Dâvûd Aleyhisselâm, Mescidin
    yapımını tamamlayamadan vefat etmiş ve ta­mamlamasını, oğlu Süleyman
    Aleyhisselâma vasiyet etmiştir. [151]

     

    Kur’ân-ı Kerimin Dâvûd Aleyhisselâm
    Hakkındaki Açıklaması :
        Başa Dön

     

    Dâvûd Aleyhisselâm hakkında
    Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

    “Derken (İsrail oğulları)
    Allanın izniyle, onları (düşmanlarını) bozguna uğrattılar.

    Dâvud da, Câlût’u, öldürdü.

    Allah da, ona, saltanat ve Hikmeti
    (Peygamberliği) verdi ve daha dilemekte ol­duğundan da, bazı şeyler öğretti.

    Eğer, Allah; insanların bir
    kısmını, bir kısmıyla önleyip savmasaydı, yer (yüzü) muhakkak, fesada uğrardı.

    Fakat, Allah, âlemlere karşı, büyük
    fazi (ve inayet) sahibidir.” [152]

    “…..And olsun ki: biz,
    Peygamberlerin kimini, kiminden üstün kılmışızdır.

    Davud’a da, Zebur verdik.’[153]

    “İsrail oğullarından olup ta,
    küfredenlere, Davud’un da, Meryem oğlu İsânın da, diliyle lanet olunmuştur.

    Bunun sebebi: isyan etmeleri ve
    ifrata sapmaları idi.

    Onlar, işledikleri her hangi
    fenalıktan birini vazgeçirmeğe çalışmazlardı.

    Gerçekten, yapmakta devam ettikleri
    (o hal) ne kötü idi!” [154]

    “Davud’u ve Süleyman’ı da,
    (an!)

    Hani onlar, ekin (bağ meselesi)
    hakkında hüküm veriyorlardı.

    Hani, kavmin davarı (geceleyin)
    çobansız olarak ekinin (bağın) içinde yayılmış (zarar yapmış)tı.

    Onların (verdikleri) hükmün biz
    Şâhidleri idik.

    Biz, o(nun fetvası)nı, hemen
    Süleymana anlatmıştık.

    (Zâten) biz, her birine hükm ve
    İlim vermiştik.

    Dağları ve kuşları, Dâvûd ile
    birlikte Teşbih etmek üzre râm etmiştik. (Bütün) bunları, yapanlar, biz idik.

    Biz, ona, sizin için, sizi,
    muharebenin şiddetinden korumak için, giyecek (Zırh) sanatını öğrettik.

    Şimdi, siz (bundan dolayı)
    şükredenler misiniz?” [155]

    And olsun ki: biz, Davud’a ve
    Süleyman’a İlim vermişizdir.

    (Bundan dolayı) onlar:

    “Bizi, Mü’min kullarının bir
    çoğundan üstün kılan Allah’a hamd olsun! dediler.

    Süleyman, Davud’a, Mirasçı oldu.

    “Ey insanlar! Bize, kuşların
    dili öğretildi.

    Bize, her şeyden verildi.

    Şüphesiz ki: bu, apaçık bir
    üstünlüğün ta kendisidir” dedi. [156]

    “And olsun ki: biz, Dâvûda
    tarafımızdan bir imtiyaz vermişizdir.

    (Dağlara): Ey dağlar! Onunla
    birlikte Teşbih ediniz! (dedik)

    Kuşlara da (bunu, emrettik).

    Ona, demiri de (mum gibi)
    yumuşattık.

    “(Bütün bedeni örtecek) uzun
    Zırhlar, yap! (Onları) dokumada intizamı gözet!” diye (emrettik)

    (Ey Dâvûd Hanedanı!) iyi amel (ve
    hareketlerde bulununuz!

    Çünkü, hakikat, ben, ne yaparsanız,
    gören’im!” [157]

    “(Ey Resulüm!) Onlar, ne
    derlerse, sabret!

    Kulumuzu, o kuvvet sahibi Davud’u,
    hatırla!

    Çünki, o, dâima, (Allâhın rızasına)
    dönen bir (Zat) idi.

    Gerçekten, biz, dağları (kendisine)
    müsahhar kıldık ki, bunlar, akşamleyin ve kuş­luk vakti, onunla birlikte
    durmayıp Teşbih ederlerdi.

    (Her yandan, ona doğru) toplanıp
    gelen kuşları da, kendisine râm ettik.

    (Gerek o dağlardan, gerek bu
    kuşlardan) her biri (itâatla ona) dönücü idi.

    Ona, mülkünü de, kuvvetlendirdik.

    Ona, Hikmet ve Fasl-ı hitab verdik.

    Sana, o davacıların haberi geldi
    mi?

    Hani, onlar, duvardan Mescide
    tırmanmışlardı.

    O vakit, Davud’un karşısına
    girivermişlerdi de, o, bunlardan, telaşa düşmüştü.

    Korkma! (biz) iki dâvâcı(yız)

    Birimiz, öteki(nin hakkı)na tecavüz
    etti.

    Şimdi, sen, aramızda adaletle
    hükmet, aşın gitme!

    Bizi, doğru yolun ortasına
    çıkar” dediler.

    (Onlardan biri):

    Şu, benim kardeşimdir. Onun, doksan
    dokuz dişi koyunu var.

    Benim ise, bir tek dişi koyunum
    var.

    Böyle iken, o: onu, bana ver! dedi.

    Mücadelede beni yendi.

    (Dâvûd):

    And olsun ki: o, senin dişi
    koyununu, kendi dişi koyunlarına (katmak) istemesiy­le, sana, zulm etmiştir.

    Gerçekten, (Mallarını, birbirine)
    katıp karıştıran (ortak)ların çoğu, mutlaka birbi­rine haksızlık edendir.

    İman edip te, güzel güzel amel (ve
    hareketlerde bulunanlar müstesna!

    “Fakat, bunlar da, ne kadar
    azdır” dedi.

    Dâvûd, sandı ki, biz, kendisine,
    mutlaka bir azab hazırladık.

    Bunun üzerine, o, Rabb’ından setr
    (ve himaye) edilmesini istedi.[158]

    Rükû ile yere kapandı.[159]

    (Allâha) döndü.

    Biz de, onu, Salih (bir Zat olarak
    intihab) ettik.

    Nezdimizde onun muhakkak bir
    yakınlığı ve bir akıbet güzelliği vardır.

    Ey Dâvûd! Biz, seni yeryüzünde
    Halîfe yaptık.

    O halde, insanlar arasında hak (ve
    adâlet)le hükm et!

    (Hükmünde) hevâ (ve hissiyatına)
    tâbi olma ki, bu, seni, Allah yolundan saptırır.

    Çünkü, Allah yolundan sapanlar (yok
    mu?) hisab gününü unuttukları için, onla­ra, pek çetin bir azab vardır. [160]

     

    Dâvûd Aleyhisselâmın Vefatı:    Başa
    Dön

     

    Dâvûd Aleyhisselâm, son
    zamanlarında, bir gün Yüce Allah’a:

    “Yâ Rab! Ömrüm uzadı, yaşım,
    büyüdü. Bacaklarım, zayıfladı!” diyerek halini arz etmişti.

    Yüce Allah, ona:

    “Ey Dâvud! Ne iyidir o kişi
    için ki, ömrü, uzamış, ve ameli, güzel olmuştur!” diye Vahy buyurdu. [161]

    Dâvûd Aleyhisselâmın hastalığı
    şiddetlenip ağırlaşınca, oğlu Süleyman Aley-hisselâma:

    “Sen, İlâh’ın olan Rabb’ın
    tavsiyelerine göre amel ve hareket et!

    O’nun, Mûsâ b.İmran’a indirmiş
    olduğu Tevrat’taki Mîsakları, Ahidleri ve Tav­siyeleri, koru!” dedi. [162]

    Dâvûd Aleyhisselâm, ailesi hakkında
    son derece kıskançtı.

    Dışarıya çıktığı zaman, kapılar,
    kilitlenir, kendisi, dönünceye kadar, ailesinin yanına, hiç kimse giremezdi.

    Kendisi, yine, bir gün, dışarı
    çıkmış, kapılar kilitlenmişti.

    Zevcelerinden birisi, evin kapısını
    açıp ta, evin ortasında bir adamın dikilip dur­duğunu görünce, kendi kendine:

    “Evde, bir kimse var!?

    Ev, kilitli olduğu halde, bu adam,
    eve, nereden girdi?!

    Vallahi, Dâvûd, bize, bağırır,
    çağırır, azab eder!” dedi.

    Tam o sırada, Dâvûd Aleyhisselâm
    da, gelip adamın, evin ortasında ayakta dikildiğini görünce[163]
    ona :

    “Seni, bu eve, bu vakitte,
    izinsiz olarak kim soktu?! dedi[164] ve:

    “Sen, kimsin?” diye
    sordu.

    Adam:

    “Ben, öyle bir kimseyim ki:
    krallardan  korkmam ve hiç bir şey de, benden imtina’ edemez, korunamaz! [165]

    Ben, kralların yanlarına, izinsiz
    girerim!” dedi. [166]
    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Öyle ise, sen[167],
    Vallahi, [168] Ölüm Meleğisin!” dedi. [169]

    Adam:

    “Evet!” dedi. [170]

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Hoş geldin Allah’ın
    emriyle!” dedi. [171]

    “Sen, dâvetci olarak mı?
    Yoksa, ölüm haberi getirici olarak mı geldin?” diye sordu.

    Ölüm Meleği:

    “Ölüm haberi getirici olarak
    geldim!” deyince Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Bundan önce[172],
    ölüme hazırlanmam için, bana, haber göndersen olmaz mı idi?” dedi.

    Ölüm Meleği:

    “Ben, sana[173],
    kaç kereler[174], pek
    çok kereler[175]
    haber göndermişimdir. [176]

    Sen, uyanmadın!” dedi.

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Senin, bana gönderdiğin[177]
    Elçin, kimdi?” diye sordu. [178]

    Ölüm Meleği:

    “Ey Dâvûd! [179]
    Baban[180] İşa[181],
    nerede? [182]

    Annen, nerede[183]

    Kardeşin[184],
    nerede?’[185]

    Komşun[186],
    nerede? [187]

    Tanıdıkların[188],
    filan, filan[189]
    neredeler?” diye sordu. [190]

    Dâvûd Aleyhisselâm:

    “Onların hepsi[191],
    öldüler!” dedi. [192]

    Ölüm Meleği:

    “Bilemedin mi ki[193]:
    onlar, sana:

    Sen de, muhakkak, onlar gibi, öleceksin!”
    diyen[194],
    sana, ölüm nöbetini teb­liğ eden[195],
    benim birer Elçilerimdi!” dedi. [196]

    Dâvûd Aleyhisselâm, Mihrabından
    inerken, Ölüm Meleği, onun yanına varmış bulunuyordu.

    Dâvûd Aleyhisselâm, ona:

    “Beni, bırak ta, ya aşağı
    ineyim, ya da, yukarı çıkayım!” dedi. Ölüm Meleği:

    “Ey Allanın Nebîsi! Yıllar,
    aylar, yiyecek ve içecekler tükendi artık!” dedi. Dâvûd Aleyhisselâm,
    hemen Mihrabın basamaklarından bir basamağın üzerin­de secdeye kapandı.

    Ölüm Meleği, onun ruhunu secdede
    iken, kabzetti.

    Dâvûd Aleyhisselâmın vefat ettiği
    gün, cumartesi günü idi. [197]

    Dâvûd Aleyhisselâm, o zaman, yüz
    yaşında idi. [198]

    Dâvûd Aleyhisselâm, yıkanıp
    kefenlendikten sonra -Süleyman Aleyhisselâmın emriyle- kuşlar, Dâvûd
    Aleyhisselâmın cesedini, kanadlarıyla gölgelediler. [199]

    Dâvûd Aleyhisselâmın on dokuz oğlu
    vardı. Hükümdarlığa, Hikmetine ve bilgi­sine ve Peygamberliğine, oğullarından,
    yalnız Süleyman Aleyhisselâm vâris oldu. [200]

    Ona ve gönderilen bütün
    Peygamberlere Selâm olsun![201]

     

    Dâvûd Aleyhisselâma Peygamberimiz
    Ve Ümmeti Hakkında İnen Vahy:
        Başa Dön

     

    Rivayete göre: Dâvûd Aleyhisselâma,
    Peygamberimiz Muhammed Aleyhisse-lâm ve Ümmeti hakkında şöyle Vahy edilmiştir:

    “Ey Dâvud! Senden sonra, Sâdık
    ve Seyyid bir Peygamber gelecektir ki, onun ismi: Ahmed ve Muhammed’dir.

    Ben, ona, hiç bir zaman kızmam ve o
    da, beni, hiç bir zaman kızdırmaz.

    O, bana âsi olmazdan önce, ben,
    onun bütün geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışlamışımdır.

    Onun ümmeti de, rahmete ermiştir.

    Nafilelerden, Peygamberlere
    verdiklerimin mislini onlara da, vermişimdir.

    Nebilere ve Resullara Farz kıldığım
    şeyleri, onlara da, Farz kılmışımdır.

    Kıyamet günü, onlar, bana,
    gelecekler, onların nurları, Peygamberlerin nurları gibidir.

    Kendilerinden önceki
    Peygamberlere farz kıldığım gibi, her namazda abdest alıp temizlenmelerini,
    onlara da, Farz kıldım.

    Kendilerinden önceki Peygamberlere
    emrettiğim gibi, cünüplükten gusl etme­lerini, onlara da, emrettim.

    Kendilerinden önceki Peygamberlere
    emrettiğim gibi, Hacc etmelerini, onlara da, emrettim.

    Kendilerinden önceki Peygamberlere
    emrettiğim gibi, Cihadı, onlara da em­rettim.

    Ey Dâvud! Ben, Muhammed’i, ve onun
    Ümmetini, kendilerine verip başkaları­na vermediğim altı hasletle ki;

    Yanılma ve unutmalarından dolayı,
    muâhaze etmemek,

    Kasitsiz olarak işledikleri
    günahlarından dolayı, benden mağfiret diledikleri za­man, bağışlamak,

    Gönüllerinden koparak Âhiretleri
    için gönderdikleri şeylere, hemen dünyada, kat kat karşılık vermek, Âhirette
    de, onlar için katımda kat kat sevap biriktirmek… suretiyle, bütün Ümmetlere
    üstün kıldım.

    Onlar; kendilerine verdiğim belâ ve
    musibetlere katlanır: “Bizler, Allah’ın kullarıyız ve Ona,
    dönücüleriz!” derler.

    Onlar, bana düa ederlerse, yâ
    acilen veya kendilerinden, kötülüğü kaldırmak, ya da, kendileri için, Âhirette
    sevap biriktirmek sûretile, dualarına icabet ederim.

    Ey Dâvud! Muhammed’in Ümmetinden,
    kim, “Allâh’dan başka ilâh yoktur, O, birdir, onun şerîki yoktur!”
    diye şehâdet ve tasdîk ederek bana gelirse, o, katım­da, Cennetimde ağırlanır,
    ikramımı görür.

    Kim de, Muhammed’i, yalanlar veya
    onun, tarafımdan getirip tebliğ ettiklerini yalanlar ve Kitabımla alay eder
    olduğu halde, bana gelirse, kabrinde onun üzeri­ne azap yağdırır dururum!

    Melekler de, onun yüzüne ve
    arkasına vurur, sonra da, kendisini, Cehennem’-in en dibine sokarlar…” [202]

     



    [1] ibn.Sa’d-Tabakat c.1,s.S5, ibn.Kuteybe-Maarif s.21,
    Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Miistedrek c.2,s.585.

    [2] ibn.Sa’d-Tabakat c.1,s.55, Taberî-Tarih c.1,s.247,
    Hâkim-Müstedrek c.2,s 585, Sâlebi-Arais s.275, ibn.Asakir-

    Tarih c 5.S.190, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.223.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/179.

    [3] ibn.Kuteybe-Maarif s.21, Taberî-Tarih c.1,s.247,
    Hâkim-Müstedrek c.2,s.585, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.19O, ibn.Esîr-Kâmil
    c.1,s.223.

    [4] Sâlebî-Arais s.275.

    [5] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585,
    ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.223.

    [6] ibn.Kuteybe-Maarif s.21.

    [7] Sâlebi-Arais s.275.

    [8] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585,
    Sâlebî-Arais s.275, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.19O.

    [9] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585,
    Sâlebî-Arais s.275.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/179.

    [10] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.219.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/179.

    [11] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.219-220.

    [12]  Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270.

    [13] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî s.270, İbn.Esîr-Kâmil
    c.1,s.22O..

    [14] Taberî-Tarih C.1.S.245, Sâlebî-Arais s.270.

    [15] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270, İbn.Esîr-Kâmil
    c.1,s.22O.

    [16] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270.

    [17] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270  
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s220.

    [18] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270.

    [19] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270,
    İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.220.

    [20] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s. 190-191.

    [21] Taberî-Tarih C.1.S.245, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/180-182.

    [22] Taberî-Tarih c.1,s.245.

    [23] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O.

    [24] Sâlebî-arais s.271.

    [25] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.271.

    [26] Sâlebî-Arais s.271.

    [27] Taberî-Tarih d.s.245, Sâlebî-Arais s.271.

    [28] Sâlebî-Arais s.271.

    [29] Taberî-Tarih C.1.S.245.

    [30] Sâlebî-Arais s.271.

    [31] Davud Aleyhisselâm, Atalarına aid olan o taşları,
    onların adına, düşmana atacağını söylemek istemiştir.

    [32] Taberî-Tarihc.1,s.245.

    [33]  Sâlebî-Arais s.271.

    [34] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.191.

    [35] Taberî-Tarih c.1 ,s.245, Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1
    ,s.55, Sâlebî-Arais s.271, İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.191, Ebülfidâ-Elbidaye
    vennihaye c.2,s.9.

    [36] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.49.

    [37] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.271,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O

    [38] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.55, ibn.Asakir-Tarih
    c.7,s.49

    [39] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.271,272,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O

    [40] İbn.Asakir-Tarih C.7.S.49

    [41] Taberî-Tarih c.1,s.245, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.49,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O

    [42] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.49

    [43] Taberî-Tarih c.1,s.245, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O.

    [44] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.56.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/182-184.

    [45] Taberî-Tarih c.1 ,s.245, Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1
    ,s.55, Sâlebî-Arais s.277, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.49, Ibn.Esîr-Kâmil
    c.1,s.220-221.

    [46] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.56.

    [47] Taberî-Tarih c.1,s.245-246, Sâlebî-Arais s.272-273,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.221.

    [48] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.56.

    [49] Taberî-Tarih c.1,s.245-246, Sâlebî-Arais s.273,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.221.

    [50] Taberî-Tarih c.1,s.246, Sâlebî-Arais s.274,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.222.

    [51] Mes’udî-Mrucuzzeheb c.1,s.56.

    [52] Dineverî-El’ahbar s.18.

    [53] Dineverî-El’ahbar s.20.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/185.

    [54] Bakare: 251.

    [55] Sâlebî-Arais s.275, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223,
    Ebülfida-Tefsir c.3,s.226 Sâlebî-Arais s.275, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223,
    Ebülfida-Tefsir c.3,s.226.

    [56] Isrâ: 55.

    [57] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282,
    Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124.

    [58] İbn.lyas-Bedâyizzühûr s.151.

    [59] Sâlebî-Arais s.278, Hâzin-Tefsir c.3,s.483.

    [60] Ebülfida-Tefsir c.3,s.527

    [61] ibn.Asakir-Tarih c.5,s.193

    [62] Sâlebî-Arais s.278

    [63] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282,
    ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.193, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s.483,
    Ebülfida-Tefsir c.3,s.527, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124.

    [64] Sâlebî-Arais s.278.

    [65] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c3,s.282,
    Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124.

    [66] İbn.Asâkir-Tarih c.,8.193, Nesefî-Medarik c.3,8.319,
    Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir C.3.S.527, Ebussuud- Tefsir c.7,s.124.

    [67] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282,
    ibn.Asâkir-Tarih c.5.8.193. Nesefî-Medarik c.3,8.319. Hâzin-Tefsir c.3,s.483,
    Ebülfida-Tefsir c.3,s.527, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124.

    [68] Kurtubî-Tefsir c.14,s.266.

    [69] Sâlebî-Arais s.278, Zernahşerî-Keşşaf C.3.S.282,
    Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Nesefî-Medarik c.3,8.319, Hâzin-Tefsir, c.3,s.483,
    Ebüssuud-Tefsir C.7.S.124.

    [70] ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527.

    [71] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerîc.3,s.282,
    İbn.Asakirc.5,s.193, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin
    c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527, Ebüssuud-Tefsir C.7.S.124.

    [72] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527.

    [73] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282,
    Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebüssuud-Tefsir C.7.S.124.

    [74] Sâlebî-Arais s.278, Hâzin-Tefsir C.3.S.483.

    [75] Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asakir-Tarih C.5.S.193,
    Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebulfıda-Tefsır C.3.S.527.

    [76] Sâlebî-Arais s.278.

    [77] Sâlebî-Arais s.278, Kurtubî-Tefsir c. 14,8.266,
    Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c 3.S.527,
    Ebüssuud-Tefsir C.7.S.124

    [78] İbn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527.

    [79] Sâlebî-Arais s.278, İbn.Asakir-Tefsir c.3,s.527,
    Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124

    [80] Kurtubî-Tefsir c.14,s.266.

    [81] Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asakir-Tarih c.5,s.193,
    Nesefî-Medarik C.3.S.319, Hâzin-Tefsir C.3.S.483, Ebülfida-Tefsir, c. 3, s.
    257.

    [82] Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282, Ebüssuud-Tefsr c.7,s.124.

    [83] Kurtubî-Tefsir C.14.S.266.

    [84] Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asakir-Tarih C.5.S.193, Nesefî-Medarik
    c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s 483, Ebülfida-Tefsir C.3.S.527.

    [85] Sâlebî-Arais s.278, Hâzin-Tefsir c.3,s.483.

    [86] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.91.

    [87] Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266.

    [88] Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.193, Hâzin-Tefsir
    c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527.

    [89] Sâlebî c.278, Zemahşeri c.3,s.282, ibn.Asakir
    c.5,s.193, Fahrurrazi-Tefsir c.25,s.246, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin
    c.3,s.483, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124.

    [90] İbn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527.

    [91] Sâlebî s.278, Zemahşerî c.3,s.282, Nesefî C.3.S.319,
    Hâzin c.3,s.483.

    [92] Kurtubî-Tefsir c.14, sİ266.

    [93] ibn.Asakir C.5.S.193, Kurtubî C.14.S.266, Ebülfida
    C.3.S.527.

    [94] Kurtubî-Tefsir c.14,s.266.

    [95] Sâlebî s.278, Zemahşerî c.3,s.282, ibn.Asakir c.5,s.
    193, Nesefî c.3,s.319, Hazin C.3.S.483, Ebüssuud c.7,s.124.

    [96] Sebe’: 10, Taberî-Tarih c.1,s.248,
    Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.56, Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asakir-Tarih c.5,s.193,
    Fahrurazî-Tefsir c.2),s.246, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266,
    Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir C.3.S.527 .

    [97] Sâlebî-Arais s.278.

    [98] Taberî-Tarih c.1 ,s.248, Sâlebî-Arais s.278,
    Zemahşerî-Keşşaf C.3.S.282, İbn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Fahrurrazî-Tefsir
    c.25,s.246, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Nesefî-Medarik
    c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527, Ebüssuud-Tefsir
    c.7,s.124

    [99] Fahrurrazî-Tefsir c.2),s.246.

    [100] Hâkim-Müstedrek c.2,s.596.

    [101] Sâlebî s.278, İbn.Asakir c.5,s.194, İbn.Esîr
    c.1,s.223, Kurtubî c.14,s.267, Hâzin c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir C.3.S.527.

    [102] Sâlebî s.278, Zemahşerî c.3,s.282, Kurtubî c.14,s.267,
    Nesefî-Medarik c.3,s’.319, Ebüssuud c.7,s.124.

    [103] Sâlebî s.278, Zemahşerî c.3,s.282, Kurtubî c.14,s.267.
    Hâzin C.3.S.483.

    [104] İbn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527.

    [105] İbn.Abd.Rabbih-Ikdülferîd c.2,s.471.

    [106] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.159. İbn.Abd.Rabbih-Ikdülferîd
    c.2,s.471, Sâlebî-Arais s.279.

    [107] ibn.Abd.Rabbih-Ikdülferîd c.2,s.471, Hâkim-Müstedrek
    c.2,s.422.

    [108] Şâlebî-Arais s.279.

    [109] Hâkim Müstedrek c.2,s.422.

    [110] ibn.Abd.Rabbih-lkdülferîd c.2,s.471.

    [111] Sâlebî-Arais s.279.

    [112] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.132, İbn.Abd.Rabbih-lkdülferîd
    c.2,s,471, Sâlebî-Arais s.279, Hâkim-Müstedrek c.2,s.423.

    [113] Hâkimüttirmizî-Nevâdirül’usûl s. 112,
    Süyüfî-Dürrülmensûr C.5.S.227.

    [114] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s. 193-194, Kurtubî-Tefsir
    c.14,s.266, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527.

    [115] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282,
    Kurtubî-Tefsir c.14,s.267, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir C.3.S.483,
    Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124-125.

    [116] Aynı Kaynaklar.

    [117] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.194, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527.

    [118] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.551, Ahmed
    b.Hanbel-Ezzühd s.117.

    [119] Buharî-Sahih c.4,s.133, Taberânî-Mûcemüssagîr
    c.1,s.15, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.27O.

    [120] Taberî-Tarih c.1,s.249, Hâkim-Müstedrek c.2,s.586,
    Sâlebî-Arais s.279, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.224.

    [121]Taberî-Tarih c.l,s.25O, Sâlebî-Arais s.280.

    [122] Taberi-Tarih c.1,s.25O.

    [123] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.16O, Buharî-Sahih
    c.4,s.134, Ebû Davûd-Sünen c.2,s.328, İbn.Mâce-sünen

    C.1.S.546.

    [124] İbn.Asâkir-Tarihc.5,s.192, Heysemî-Mecmauzzevaid
    C.8.S.206 .

    [125] Taberî-Tarih c.1,s.248.

    [126] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.24O, Ahmed
    b.Hanbel-Ezzühd s. 89.

    [127] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.16O, Buharî-Sahih
    c.4,s.134, Ebü Dâvûd-Sünen c.2,s.328, ibn.Mâce Sünen C.1.S.546.

    [128] Taberî-Tarih c.1 ,s.248, Salebi s.286, İbn.Asakir
    c.5,s.192, ibn.Esîr-Kâmil c.1 ,s.223, Ebülfidâ-Elbidayye venni-haye c.2,s.ıo.

    [129] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.92,
    Hakîmüttirmizî-Nevâdirül’usûl s.224.

    [130] Taberîc 1 s 248 Mes’ûdî-Murucuzzehebc.1,s.57, Sâlebîs.285,
    İbn.Asakir c.5,s. 196, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223.

    [131] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c. 13,s.210.

    [132] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.210, Ahmed
    b.Hanbel-Ezzühd s.89.

    [133] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.21O.

    [134] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.210, Ahmed
    b.Hanbel-Ezzühd s.89.

    [135] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.210.

    [136] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.89.

    [137] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.210, A.b.Hanbel-Ezzühd
    s.89.

    [138] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.89.

    [139] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.21O.

    [140] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.91-92.

    [141] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.2O9, Ahmed
    b.Hanbel-Ezzühd s.88.

    [142] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.106.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/185-190.

    [143] Taberî-Tarih C.1.S.252, Ibn.Esîr-Kâmil d.s.227.

    [144] Taberî-Tarih c.1,s.252.

    [145] Sâlebî-Arais s.307, ibn.Esir-Kâmil c.1,s.227.

    [146] Taberî-Tarih C.1.S.252, Sâlebî-Arais s.307.

    [147] Sâlebî-Arais s.307-308.

    [148] Taberî-Tarih c.1,s.252.

    [149] Sâlebî-Arais s.207-308.

    [150] Semhûdî-Vefâülvefâ c.2,s.484-485.

    [151] Taberî-Tarih c.1,s.252, Sâlebî-Arais s.308,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.227.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/191-194.

    [152] Bakare: 251.

    [153] İsrâ: 55.

    [154] Mâide: 78-79.

    [155] Enbiyâ: 78-80.

    [156] Nemi: 15-16.

    [157] Sebe’: 10-11

    [158] Ahd-i Atîk’in ikinci Samuel bahsinin 11. babında
    görülen ve değil bir Peygamberin, hattâ her hangi namuslu bir insanın bile
    tenezzül ve irtikâp etmeyeceği bir kötülüğü, Peygambere isnad eden -yâni hâşâ
    Dâvûd Aley-hisselâmın, israil oğulları gazilerinden Oriyanın, karısına göz
    dikip onunla temasta bulunması ve Oriyayı, tek­rar tekrar savaşlara sokarak
    kendisinin öldürülmesini sağladıktan sonra, karısını alması gibi, Peygamberlik
    şanile asla bağdaşmayan bir israîliyata bazı tefsir ve tarihî kitaplarımızda
    yer verilmesi, ne büyük gaflet ve hatadır.

    Hz.Ali; Dâvûd Aleyhisselâm kıssasını, kıssacıların rivayet ettikleri
    şekilde kabul ve nakl eden kimseye iki Hadd yâni yüz altmış sopa vuracağını
    söylemiştir. (Sâlebî-Arais s.281. Kurtubî-Tefsir c.15,s.185. Nesefî-Medarik
    c.3,s.38. Hâzin-Tefsir C.4.S.35, Beyzavî-Tefsir c.2,s.308, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.222)

    [159] Secde âyetidir.

    [160] Sâd: 17-26.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/194-196.

    [161] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.204.

    [162] YâkutnTarih c.1,s.56.

    [163] Ahmed   b.Hanbel-Müsned c.2,s.419   
    Ebülfida-Elbidaye   vennihaye   c.2,s.17    Heysemî-Mecmauzzevaid
    C.8.S.206-207.

    [164] Sâlebî-Arais s.292.

    [165] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye C.2.S.17, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7.

    [166] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Sâlebî-Arais s.292,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

    [167] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Sâlebî-Arais s.292,
    ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.228, Ebülfida-Elbidaye venniha-ye c.2,s.17,
    Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7.

    [168] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye c.2,s. 17, Heysemî-Mecmuazzevaid c.8,s.2O7

    [169] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Sâlebî-Arais s.292,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228, Ebülfida-Elbidaye venniha­ye c.2,s.17,
    Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7

    [170] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228

    [171] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.17, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7.

    [172] Sâlebî Arais s.292.

    [173] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

    [174] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.228 .

    [175] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

    [176] Sâlebî-Arais s.292, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

    [177] Sâlebî-Arais s.292.

    [178] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

    [179] Sâlebî-Arais s.292.

    [180] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

    [181] Sâlebî-Arais s.292.

    [182] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

    [183] Sâlebî-Arais s.292.

    [184] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

    [185] Sâlebî-Arais s.292.

    [186] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

    [187] Sâlebî-Arais s.292..

    [188] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

    [189] Sâlebî-Arais s.292.

    [190] Sâlebî-Arais s.292 ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

    [191] Sâlebî-Arais s.292.

    [192] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

    [193] Sâlebî-Arais s.292.

    [194] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

    [195] Sâlebî-Arais s.292.

    [196] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

    [197] Hâkim-Müstedrek c.2,s.433, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s,17.

    [198] İbn.Sa’d-Tabaksat c.1,s.28-29, Taberî-Tarih c.
    1,8.252, Hâkim-Müstedrek c.2,s.586, Sâlebî-Arais s.292, Deylemî-Firdevs
    c.3,s.269, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.16,
    Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O6.

    [199] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye c.2,s.17 Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7..

    [200] Sâlebî-Arais s.292 ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

    [201] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 2/197-199.

    [202] Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1, s.282-283,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.62-63.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/200-201.

  • ŞEMÛYEL ALEYHİSSELÂM

    ŞEMÛYEL ALEYHİSSELÂM

     

    . 2

    Şemûyel
    Aleyhisselâmın Soyu:
    2

    Şemuyel
    Aleyhisselâmın Doğuşu, Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri:
    2

    Tâbût’un Geri
    Gelişi Ve Tâlût’un Hükümdarlığının Gerçeklenişi:
    5

    Kral Tâlût’un
    Câlût İle Çarpışmağa Gidişi:
    6

     

     

    Şemûyel Aleyhisselâmın Soyu:    Başa
    Dön

     

    Şemûyel b.Bali[1],
    b.Alkama[2],
    b.Yerham, b.Yehu, b.Tehu, b.Savf’dır. [3]

    Şemuyel Aleyhisselâm, İsrail
    oğullarından[4]ve
    Hârûn Aleyhisselâmın zürriye-tindendi. [5]

    Şemuyel Aleyhisselâmın annesi Hanne
    olup[6]
    Lâvi b.Yâkub Aleyhisselâmın Hanedanına mensuptu. [7]

     

    Şemuyel Aleyhisselâmın Doğuşu,
    Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri:
        Başa Dön

     

    İsrail oğulları; bid’atları
    çoğaltıp günahlarını büyüttükleri zaman Allah’a vermiş oldukları sözü terk
    ettiler.

    Yüce Allah da[8],
    Gazze, Askalan[9] ve
    kral idaresi altında bulunan ve Mısırla Filistin arasındaki sahillerde[10]
    oturan Amâlıka kavmini, onlara musallat etti. [11]

    İsrail oğullarının yurdları,
    çiğnendi; erkekleri, öldürüldü. [12]

    Pek çok[13]
    çocukları, esir edildi. [14]

    Esirler arasında kralların
    oğullarından, dörtyüz kırk çocuk ta, bulunuyordu. [15]

    İsrail oğulları, her yıl, Amâlıka
    hükümetine Cizye ödemek zorunda kaldılar. İsrail oğullarının, Kutsal kitabları
    olan Tevrat’ları, ellerinden alındı. [16]

    Düşmanlarıyla karşılaştıkça,
    sayesinde, yardıma kavuştukları ve içinde Mûsâ ve Hârûn Aleyhisselâm
    Hanedanlarından kalan bir takım Mukaddes Emânetler bulunan Tâbûtüssekîne’leri
    de, Âmâlıkların eline geçti. [17]

    İsrail oğulları; düşmanlarıyla
    savaşırken, yanlarında bulunacak bir Peygamber göndermesini, Allân’dan,
    dilemeğe başladılar. [18]

    Lavi b.Yâkub Aleyhisselâma dayanan[19]
    Nübüvvet Hanedanından, ancak, hâ­mile bir kadın kalmıştı. [20]

    İsrail oğulları içinde iki Hanedan
    vardı ki: biri Nübüvvet (Peygamberlik) Hane­danı, diğeri de: Hükümdarlık
    Hanedanı idi.

    Nübüvvet Hanedanı: Lavi b.Yâkub
    Aleyhisselâma dayanan Hanedan olup Mûsâ ve Hârûn Aleyhisselâmlar, onlardandı.

    Hükümdarlık Hanedanı da, Yehûza
    b.Yâkub Aleyhisselâma dayanan Hânedân’-dı ki, Dâvud ve Süleyman Aleyhisselâmlar
    da, onlardandı. [21]*

    İsrail oğulları; Lâvi b.Yâkub
    Aleyhisselâm Hanedanına mensub olan hâmile ka­dının, bir oğlan çocuğu doğurması
    hakkında gösterdikleri arzuya bakıp, kız do­ğurduğu takdirde, onu, bir oğlanla
    değiştirmesinden korkarak, kendisini, bir ev­de göz altında tuttular. [22]

    Kadın ise, kendisine, bir oğlan
    çocuğu ihsan etmesi için, Allâha yalvarıp dur­makta idi.

    Oğlan doğunca:

    “Allah, duamı, kabul
    etti.” dedi ve ona[23]:
    Şem’un[24] veya
    Şemuyel[25], ya
    da, İşmuyel[26] adını
    verdi.

    Şem’un Aleyhisselâm[27],
    büyüdü.

    Annesi, onu, Tevrat öğrensin diye
    Beytülmakdis’e teslim etti.

    Beytülmakdis Bilginlerinden[28],
    Salih bir zat olan[29] Şeyh,
    onu, yetiştirmeyi, üzerine aldı ve oğul edindi. [30]

    Şemuyel Aleyhisselâm, erginlik
    çağına basıp onu, Yüce Allah, İsrail oğullarına Peygamber olarak göndereceği
    zaman, Cebrail Aleyhisselâm, onun yanına vardı.

    Şemuyel Aleyhisselâm, o sırada,
    Şeyh Babasının yanında uyumakta idi ve Şeyh Babasından başka hiç kimseye
    güvenmezdi.

    Cebrail Aleyhisselâm da, ona, Şeyh
    Babasının sesiyle: “Ey Şemuyel!” diyerek seslendi.

    Şemuyel Aleyhisselâm, korku ve
    telaşla, döşeğinden fırlayıp Şeyh’ın yanına vardı ve:

    “Ey Babacığım! Beni, Sen mi
    çağırdın?” diye sordu.

    Şeyh Baba:

    “Hayır! Seni, ben
    çağırmadım!” deyip onu, korkutmak istemedi ve:

    “Ey Yavrucuğum! Dön de, döşeğinde
    uyu!” dedi.

    Şemuyel Aleyhisselâm, döşeğinde
    dönüp uyudu. [31]

    Cebrail Aleyhisselâm, ikinci kez
    gelip Şemuyel Aleyhisselâma aynı şekilde seslendi.

    Şemuyel Aleyhisselâm da, yine, aynı
    korku ve telaşla yerinden fırlayıp Şeyh’in yanına vardı ve:

    “Ey Babacığım! Beni, Sen mi
    çağırdın?” diye sordu. [32]

    Şeyh Baba:

    “Haydi, dön de, döşeğinde uyu!

    Ben, seni, üçüncü kerre çağırırsam,
    bana, cevap verme, aldırış etme!” dedi. [33]

    Cebrail Aleyhisselâm, üçüncü
    gelişinde, Şemuyel Aleyhisselâma görünüp:

    “Kavminin yanına git! Onlara,
    Rabbın tarafından Elçilikle görevlendirildiğini, tebliğ et!

    Çünki, Allah; onların içinden,
    seni, Peygamber olarak göndermiş bulunuyor.”

    dedi. [34]

    Şemuyel Aleyhisselâm, İsrail
    oğullarının yanına varıp Allah tarafından, kendi­lerine, Peygamber olarak gönderildiğini
    söylediği zaman, onu, yalanladılar ve:

    “Sen, Peygamberliğe özenmekle,
    acele ettin! Biz, senin sözüne önem vermeyiz.

    Eğer, doğru söylüyorsan,
    Peygamberliğine, bir delil ve alâmet olmak üzere[35],
    bize, bir hükümdar gönder (tayin et) de, Allah yolunda savaşalım.”
    dediler.

    O da, onlara:

    “Ya üzerinize bir muharebe
    farz kılınıp ta, savaşı tutmayıverirseniz?” dedi.

    Onlar:

    “Biz, Allah yolunda ne diye
    savaşmayalım?

    Hem yurdlarımızdan çıkarıldık, hem
    evladlarımızdan (mahrum olduk[36]

    Hem de, Cizye’ye mahkûm edildik!”
    dediler. [37]

    İsrail oğullarının işlerinin
    kıvamı; kendilerinin, ancak, bir hükümdarın başkanlı­ğı altında toplanmalarına
    ve hükümdarın da, Peygamberi dinlemesine bağlı idi.

    Hükümdar, orduyu, sevk ve idare
    eder, düşmanla savaşırdı.

    Peygamber de, hükümdarın işini,
    yoluna koyar, ona, doğru yolu gösterir ve Yüce Allâh’dan telakkî eylediği
    haberleri getirirdi. [38]

    Şemuyel Aleyhisselâm; İsrail
    oğullarından, ıtâat, cemâat ve cihad hakkında ke­sin söz aldığı zaman, onlara,
    bir hükümdar göndermesi için[39], Yüce
    Allâha düa etti. [40]

    Kendisine, bir Asa[41],
    bir de, içinde başa sürülen yağ bulunan bir boynuz verildi. [42]

    “İçinde, başa sürülecek yağ
    bulunan boynuza, bak! [43]

    Boynuzdaki yağ, kaynamağa başlarsa,
    yanına girecek olan o adam, İsrail oğul­larının hükümdarıdır. Yanına girdiği
    zaman, yağdan, onun başına sür ve kendisi­ni, İsrail oğullarına hükümdar
    yap!” denildi. [44]

    Şemuyel Aleyhisselâm, İsrail
    oğullarına:

    “İste, Sahibinizin boyunun
    uzunluğu, bu Asa’nın uzunluğu kadar olacaktır!” dedi. [45]

    Bunun üzerine, İsrail oğulları,
    hemen kendi boylarını, o Asa ile ölçtülerse de, hiç birinin, Asa kadar uzun
    boylu olmadığı görüldü. [46]

    Bünyamin b.Yâkub, b.İshak[47],
    b.İbrahim Aleyhisselâm soyundan gelen[48],
    Merkebinin üzerinde su satan Tâlût[49],
    Merkebini, gayb edince, yollarda, onu, aramağa çıkmıştı. [50]

    Tâlût’la uşağı[51],
    köylerinden çıkıp geceye kadar, Merkeplerini aradılarsa da, bulamadılar.

    Aramağa devam ederek İsrail
    oğullarının şehrine girdiler. Çok ta, acıktılar. [52]

    Şemuyel Aleyhisselâmın evine
    rastladılar. [53] Düşkünler, muhtaçlar, ona
    sığı­nırlardı. [54]

    Tâlût’un uşağı:

    “Keski, şu Peygamberin yanına
    girip Merkebin işini, ona, bir sorsaydık, her halde, o, bize bir yol gösterir
    ve bu hususta bize hayır düa ederdi.” dedi.

    Tâlût:

    “Olur!” dedi. [55]

    Şemuyel Aleyhisselâmın yanına
    girdiler ve Merkebin yittiğini, ona haber verdiler.

    Yağ Boynuzundaki yağ kaynayıp
    taşmağa başlayınca, Şemuyel Aleyhisselâm, kalkıp[56]
    sekiz arşın uzunluğundaki[57]
    Asayı, Tâlût’un boyuna ölçtü. Uzunluğu, tam geldi.

    Ona:

    “Başını, bana,
    yaklaştır!” dedi. [58]

    Yağ boynuzunu alıp[59]
    onun başına, Mukaddes yağı sürdü. [60]

    “Ey Merkep arayıcısı! Bu,
    aradığın şeyden, senin için, daha hayırlıdır! [61]

    Sen, İsrail oğullarının
    hükümdarısın! [62]

    Seni, İsrail oğullarına hükümdar
    yapmamı, bana, Rabbım emretmiştir.” dedi.
    [63]

    Tâlût:

    “Demek, ben, İsrail oğullarına
    hükümdar olacağım hâ!?” dedi.

    Şemuyel Aleyhisselâm:

    “Evet!” dedi.

    Tâlût:

    “Sen, benim kabilemin, İsrail
    oğulları Hanedanları içinde en aşağı seviyede bulunduğunu bilmiyor musun?”
    diye sordu.[64]

    Şemuyel Aleyhisselâm: “Evet!
    Biliyorum!” dedi. Tâlût:

    “Sen, benim Ev halkımın,
    İsrail oğulları Ev halkları içinde en aşağı seviyede bulunduğunu bilmiyor
    musun?” diye sordu.'”‘

    Şemuyel Aleyhisselâm:

    “Biliyorum!” dedi.

    Tâlût:

    “Pek âlâ! Hükümdarlığıma hangi
    şey delil ve alrhet olacak?” diye sordu.

    Şemuyel Aleyhisselâm:

    “Senin hükümdarlığına delil,
    döndüğünde, Merkebi, babanın bulmuş olması­dır!” dedi. [65]

    Şemuyel Aleyhisselâm, İsrail
    oğullarına:

    “Gerçekten, Allah, size,
    hükümdar olarak Tâlûtu, göndermiştir.” dedi. [66]

    İsrail oğulları:

    “Biz, onu, bulamadık!”
    dediler.

    Şemuyel Aleyhisselâm:

    “O, Merkeplerin
    sahibidir!” dedi.

    İsrail oğulları:

    “Nerededir o?” dediler ve
    aramağa gittiler.

    Bulup boyunu, ölçtüler ve ölçüye
    uygun buldular. Ona:

    “Sen, hangi
    kabiledensin?” diye sordular.

    Tâlût; onlara, kabilesini, haber
    verince, kaçtılar, onu, istemediler. [67]

    İsrail oğullarının büyükleri,
    Şemuyel Aleyhiselâmın yanına varıp:

    “Tâlût’un bize hükümdarlık
    edecek ne hali var?:

    Kendisi, ne içlerinden Peygamber
    çıkan[68]
    Peygamber Hânedânındandır[69],

    ne de, içlerinden hükümdar çıkan[70]
    hükümdarlık Hânedânındandır! [71]

    Sen de, bilirsin ki: Hükümdarlık ve
    Peygamberlik, Lavi Hanedanından ve Ye-hûza Hanedanından olur. [72]
    O, ne Lâvi, ne Yehûza oğullarındandır.

    O, ancak, Bünyamin Hânedânındandır. [73]Sen,
    (onun, Allah tarafından hüküm­dar tayin edildiğini söylemekle) şu âna kadar
    bundan daha büyük yalan söylemiş değilsin! [74]

    Bizler, kral hanedanına mensubuz. [75]

    Biz, hükümdarlığa, ondan daha lâyık
    iken ve ona, maldan da bir bolluk verilme­mişken, nasıl olur da, bizim
    başımızda, hükümdarlık, onun olabilir?!” dediler.

    Peygamber:

    “Şüphesiz ki: Allah, onu,
    sizin üstünüze beğenip seçmiştir.

    Ona, bilgice, vücudca da, bir
    üstünlük vermiştir.

    Allah, mülkünü, kime dilerse, ona,
    verirdir.

    Allâh(ın rahmeti, ilmi, her şeye
    yaygın ve lutfu keremi) boldur.

    Gerçek Bilicidir.” dedi. [76]

    Tâlût’a; boyunun uzunluğundan
    dolayı, Tâlût denilmişti.

    Omuzları ve başı, halkın üzerinde
    görünürdü.

    Kendisi, İsrail oğulları içinde,
    vücudca, en güçlü, kuvvetlisi olduğu gibi, en gü­zel yüzlüsü idi de. [77]

    Bilgide, savaşa aid bilgilerde de,
    herkesten üstündü. [78] İsrail
    oğulları:

    “Yüce Allanın, onu, bizim
    üzerimize hükümdar yaptığını hangi alametle anla­yacağız?” dediler. [79]

    Şemuyel Aleyhisselâm, onlara;

    “Gerçekten, onun
    hükümdarlığının açık alâmeti, size, o Tâbût[80]‘un
    gelmesi ola­caktır ki, içinde, Rabbinizden, bir Sekînet ve Mûsâ Hanedanıyla
    Hârûn Hanedanı­nın metrûkâtından bir bakıyye vardır.

    Melekler, onu, yüklenecek
    (getirecek)lerdir.

    Elbette, bunda size bir alâmetfve
    ibret)vardır eğer, iman etmiş (kimse)lerseniz!” dedi. [81]

    Bunun üzerine, İsrail oğulları:
    “Razı olduk!” dediler. [82]

     

    Tâbût’un Geri Gelişi Ve Tâlût’un
    Hükümdarlığının Gerçeklenişi:
        Başa Dön

     

    Âmâlıklar; İsrail oğullarını
    hezimete uğratmış, ellerinden, Tâbût’u alıp[83] Filis­tin
    kariyelerinden bir kariyeye[84],
    Ürdün’e[85]
    götürmüşler, içinde, taptıkları put bulunan puthânedek[86]
    en büyük putun[87]
    ayağının[88]
    altına koymuşlardı. [89]

    Bu put, Amâlikaların putlarının en
    büyüğü olup altundan yapılmıştı. [90]
    Böylece, put, yukarıda, Tâbut ta, alta konulmuş bulunuyordu. [91]
    Ertesi günü, sabaha çıkılınca, put, altta, Tâbut ise, üstte durmakta idi.

    Hemen, putu, alttan alıp Tâbût’u,
    alta, putun ayaklarını da, Tâbutun üzerine koydular.

    Fakat, ertesi günü, sabaha çıkınca,
    pufun eli ve ayakları kırılmış ve Tâbût’un altına atılmış bulundu!

    Birbirlerine:

    “İsrail oğullarının İlâhına
    hiç bir şeyin karşı koyamayacağını anladınız değil mi?” dediler.

    Tâbût’u, puthâneden çıkarıp
    kariyelerinin bir köşesine koydular. Bu sefer, oradaki halk ta, boyun ağrısına
    tutuldular, [92] ve: “Bu da, ne?!”
    dediler. [93]

    İsrail oğulları esirlerinden orada
    bulunan ve Peygamberlerin oğulları soyun­dan gelen[94]
    bir kadın:

    “Bu Tâbut, aranızda kaldıkça,
    hoşlanmadığınız şeylerin başınıza geldiğini, görür durursunuz!

    Onu, kariyenizden çıkarınız!”
    dedi. [95]

    Amalıkalar:

    “Sen, yalan söylüyorsun!”
    dediler.

    Kadın:

    “Sözümün doğruluğuna alâmet:
    hiç bir vakit sapana koşulmamış olan ve bu­zağıları da, yanında bulunan iki
    inek getirirsiniz.

    Onları, bir arabaya koştuktan
    sonra, Tâbutu, arabaya koyarsınız, Buzağıları, geride bırakıp İnekleri,
    sürersiniz.

    Onlar, Tâbutu götürürler. Sizin
    arazinizden çıkıp İsrail oğullarının arazisine va­rınca, boyunduruklarını
    kırarak dönüp buzağılarının yanına gelirler!” dedi.

    Amalıkalar, böyle yaptılar.

    İnekler, onların arazisinden çıkıp
    İsrail oğullarının arazisine varınca, boyundu­ruklarını kırdılar.

    Arabayı ve arabanın üzerindeki
    Tâbutu, İsrail oğullarının biçilmiş ekinlikleri için­de bırakarak buzağılarının
    yanına geldiler. [96]

    Rivayete göre: inekler; İsrail
    oğullarının biçilmiş ekinliklerine kadar dört Melek tarafından sürülüp
    götürülmüştü. [97]

    Melekler; Tâbût’u, yüklenip halkın
    gözleri önünde, yer’le gök arasında, Tâlût’-un evine kadar taşıdılar. [98]

    Onun hükümdarlığı, böylece
    kararlaştı ve gerçekleşti. [99]

     

    Kral Tâlût’un Câlût İle Çarpışmağa
    Gidişi:
        Başa Dön

     

    Yaşlı, yaşlılığından, Hasta,
    hastalığından, Âmâ, âmâlığından,

    Özürlü de, özründen dolayı
    olmadıkça, hiç kimse geride kalmamak üzere, Tâ-lût’un askerleriyle birlikte
    Beyt-i Makdis’ten çıkıp Câlût ile savaşmağa gitmesi, Yüce Allah tarafından
    Şemuyel Aleyhisselâma emredildiği ve Tâbût’u da, gör­dükleri zaman, İsrail
    oğulları;

    “Bize, Tâbut, gelmiş olunca,
    o, bu hususta, hiç kuşkusuz, yardım eder!” dedi­ler ve savaşmağa
    seğirttiler.

    Tâlût:

    “Binasını, yapıp bitirmeyen
    bina yapıcısı adam,

    Ticaretle uğraşan tüccar,

    Üzerinde borç bulunan adam,

    Nişanlanmış ve henüz evlenmemiş
    adam… bana, gerekmez!

    Böyleleri, benimle birlikte
    gitmesin!

    Bana, kalbi, her şeyden boşalmış,
    ferah gençlerden başkası tâbi’ olmasın!” dedi.

    Bu şart üzere[100],
    yâni: yaşlılar, hastalar, özürlüler ve sanatı icâbı, geri kalan­lar dışında,
    hiç kimse geri kalmaksızın[101]‘,
    seksen bin kişi toplandı. [102]

    Çok sıcak bir günde yola çıktılar. [103]

    İsrail oğulları, kendileriyle
    düşmanları arasında su azlığından şikâyet ettiler. [104]

    “Biz, susuzluğa, dayanamayız!

    Bize, bir ırmak akıtması için, Yüce
    Allah’a düa et!” dediler. [105]

    Şemuyel Aleyhiselâm, Rabb’ine dua
    etti.

    Yüce Allah, onlar için, bir ırmak
    akıttı. [106]

    Bu ırmak: Filistin ırmağı[107],
    yâhud Ürdün[108], ya
    da, Ürdünle Filistin arasın­daki tatlı sulu Edma[109],
    yâhud Ürdün’deki Sehm ırmağı idi. [110]

    Amalıkların hükümdarı Câlût;
    vücudca, insanların en irisi, en güçlü ve en ce­saretlisi olup askerlerinin
    önünde yürürdü.

    Adamları, ancak, onun, düşmanını
    yenmesinden sonra, yanında toplanırdı. [111]

    İsrail oğulları; Câlût’a ve
    ordusuna bakınca:

    “Bu gün, bizim, Câlûta ve
    ordusuna dayanacak gücümüz yoktur!” dediler. [112]

    Tâlût, Şemuyel Aleyhisselâmın
    emriyle[113],
    İsrail oğullarına:

    “Şüphesiz ki, Allah, sizi, bir
    ırmakla imtihan edicidir.

    İşte, kim, ondan (kana kana)
    içerse, benden değildir.

    Kim, onu, tatmazsa, artık, o,
    bendendir.

    Eliyle, bir avuç alanlar, başka,
    (onlara, o kadarına müsâade var) dedi.

    Derken (ırmağa varır varmaz)
    içlerinden birazı, müstesna olmak üzere ondan, bol bol içtiler.

    Nihayet, o (Tâlût) ve maiyetindeki
    Mü’minler, vaktâ ki, onu (ırmağı) geçtiler.

    (Beri yanda kalan, ırmağı
    geçemeyenler):

    “Bu gün, bizim, Câlût’a ve
    ordusuna karşı (duracak) takatimiz yoktur!” dediler.

    Âhirette, muhakkak, Allâha
    kavuşacaklarını bilenler (ve itâatla ırmağı geçenler) ise:

    “Nice az bir cemâat, daha çok
    cemaata -Allâhın izniyle- galebe etmiştir. Allah, sabr (ve sebat) edenlerle
    beraberdir!” dediler. Onlar, Câlût ile askerlerine karşı çıktıkları zaman:

    “Ey Rabbimiz! Üzerimize
    (yağmur gibi) sabr yağdır! Ayaklarımıza, sebat ver! Bu kâfirler güruhuna karşı,
    bize yardım et!” dediler. [114]

    Tâlût’un askerlerinden pek çoğu,
    Câlûtla karşılaşmaktan korktukları için, ırmak­tan içtiler.

    Ancak, su içmeyenler, Tâlûtla
    birlikte ırmağı geçtiler. [115]
    Irmağın suyundan, avuçta değil de, kanasıya içenler, susadılar. Avuçları ile
    içenler ise, suya kandılar ve susamadılar. [116]

    Irmağı geçip Câlût ve onun ordusu
    ile çarpışanların sayısı, Eshab-ı Bedr’in sa­yısı kadar, üç yüz on küsurdu. [117]

    Câlût ve askerleri; Tâlûtla ve
    askerleriyle karşılaşıp[118]
    birbirleriyle çarpışma­ya hazırlandıkları zaman[119],
    Câlût, Tâlût’a:

    “Benim kavmim ve senin kavmin,
    ne için öldürülsün? Ya sen, karşıma çık, be­nimle çarpış! Ya da, istediğin 
    kimse, karşıma çıkıp benimle çarpışsın!

    Eğer, ben, seni öldürürsem, senin
    mülk ve saltanatın, benim olsun!

    Eğer, sen, beni öldürürsen, benim
    mülk ve saltanatım, senin olsun!” diye ha­ber gönderdi. [120]

    Bu teklif, Tâlût’a, çok ağır geldi. [121]

    Ordusunun içinde nida ettirerek[122]:

    “Kim, Câlût’u, öldürürse,
    kızımı, onunla evlendireceğim! [123]

    Mülk ve saltanatımın[124]
    ve servetimin[125]
    yarısını, kendisine bırakacağım! [126]

    Mülkümde onun Mührünü de, geçerli
    kılacağım!” dedi. [127]

    Câlût’la çarpışmaktan korkarak hiç
    bir kimse Tâlût’un dâvetine icabet etmedi.

    Bunun üzerine, Tâlût, Şemûyel
    Aleyhisselâma başvurup onun bu hususta, Al­lah’a düa etmesini istedi. [128]

    Yüce Allah, Şemûyel Aleyhisselâma:

    “Allah; Câlût’u, filanın
    oğullarından filanın eliyle öldürecektir!

    Câlût’u, öldürecek olanın alâmeti
    de şu yağ boynuzu, onun başına konulunca, içindeki yağ kaynayacaktır! [129]

    İsa’nın oğlu, Câlût’u, öldürecek
    kimsedir!’

    Ben, onu, senden sonra, Halîfe
    yapacağım..

    O, davar çobanıdır.

    İsa’ya, söyle: oğullarını, sana,
    birer birer göstersin!” diye Vahy etti.

    Bunun üzerine, Şemûyel
    Aleyhisselâm, İsa’yı çağırıp kendisine:

    “Oğullarını, bana getirip
    göster! [130]

    Yüce Allah, oğullarının içinden
    birisinin eliyle Câlût’u öldüreceğini, bana Vahy etti!” dedi.

    İşa:

    “Olur ey Allah’ın
    Peygamberi!” diyerek[131],
    oğullarından, her biri direğe ben­zeyen on ikisini getirip Şemûyel
    Aleyhisselâma gösterdi.

    İçlerinde en boylu boslu, güzel
    yüzlü ve görünüşte, en üstünü ve hoşa gider olanı da, bulunuyordu.

    Yağ boynuzu, birer birer onların
    başları üzerine konulduğu halde, hiç bir şey görülmedi. [132]

    Bunun üzerine, Yüce Allah, Şemûyel
    Aleyhisselâma;

    Allah’ın, insanları suretlerine,
    görünüşlerine göre değil, kalblerinin iyiliğine ve

    düzgünlüğüne göre, üstün tuttuğunu,
    Vahy ile bildirdi. [133]
    Şemûyel Aleyhisselâm, İsa’ya:

    “Senin, bunlardan başka, oğlun
    var mı?” diye sordu. [134] İşa:

    “Yoktur!” dedi. [135]
    Şemûyel Aleyhisselâm:

    “Yâ Rab! İşa, kendisinin,
    başka oğlu bulunmadığını söylüyor!” dedi. Yüce Allah:

    “Yalan söylüyor o!”
    buyurdu. Şemûyel Aleyhisselâm, İsa’ya:

    “Rabb’im, senin, yalan
    söylediğini, bunlardan başka, bir oğlun daha bulundu­ğunu, bana haber
    verdi!” dedi. [136]

    İşa:

    “Ey Allah’ın Peygamberi!
    Doğrudur! Benim, Dâvud adında bir oğlum daha vardır.

    Fakat, halkın, onun kısa
    boyluluğunu ve çelimsizliğini, görmesinden utandı­ğım için, koyunlarımı
    güttürmek üzere, kendisini, geride bıraktım!” dedi.

    Şemûyel Aleyhisselâm:

    “Nerededir o?” diye
    sordu.

    İşa:

    “Filan vadinin filan yerinde[137],
    filan dağın, filan yerindedir.” dedi. [138]

    Şemûyel Aleyhisselâm, hemen, o
    tarafa doğru gitti ve onu, oradaki vadide buldu.

    Kendisinin, vadide akan sel
    sularına ve su biriken çukurlara davarları düşür­memek için, ikişer ikişer
    taşıyıp geçirmeğe çalıştığını görünce[139]:

    “İşte, hiç şüphesiz, budur o! [140]

    Hayvanlara, böyle acırsa, o,
    insanlara, daha çok acır!” dedi.

    Yağ boynuzunu, onun başına koyunca,
    içindeki yağ, kaynamağa başladı. [141]

    Demir Tennûr’un içine girince de,
    vücudu, onu, doldurdu! [142]

    Şemûyel Aleyhisselâm; Allah
    tarafından, kendisine verilen Yağ Boynuzu ile de­mirden yapılmış Tennûr’u,
    Tâlût’a gönderdi. [143]

    Câlût’u, öldürecek olan adamınızın
    başına, Yağ boynuzu, konulunca, içindeki yağ, kaynayacak, o, yağdan başına
    sürünecek, süründüğü yağ, yüzüne akma­yacaktır.

    Yağ boynuzu, aynı zamanda, onun
    başında bir Tac şeklini alacaktır. Kendisinin vücudu da, Tennûr’un içine
    girince, onu, dolduracaktır!” dedi.

    Tâlût; İsrail oğullarını, birer
    birer çağırıp başlarına Yağ boynuzunu koymak ve vücudlarına da, Tennûr’u ölçmek
    suretiyle deneme yaptı ise de, onlardan, hiç birine uygun gelmedi. [144]

    Tâlût; böylece, denemeyi yapıp
    boşaldıktan sonra, Dâvûd Aleyhisselâmın ba­basına:

    “Senin oğullarından,
    görmediğimiz, geride kalmış olan, var mı?” diye sordu. Dâvûd
    Aleyhisselâmın babası: “Evet! Vardır. Oğlum Dâvûd kaldı. Kendisi, bize
    yiyecek getirir.” dedi. [145]

     

     



    [1] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebi-Arais s.265,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.217, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.5.

    [2] Taberî-Tarih c.1 ,s.242, Sâlebî-Arais s.265,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.5.

    [3] Taberî-Tarih c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    C.2.S.5

    [4] ibn.Kuteybe-Maarif s.20

    [5] Sâlebî-arais s.265, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.5

    [6] ibn.Kuteybe-Maarif s.20

    [7] Taberî-Tarih C.1.S.242, Sâlebî-Arais s.263,
    İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.217

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/163.

    [8] Sâlebî-Arais s.262

    [9] Sâlebî-Arais s.262, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.5

    [10] Sâlebî-Arais s.262, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.217

    [11] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebî-Arais s.262,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.217, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.5

    [12] Taberî-Tarih c.1,s.242

    [13] Sâlebî-Arais s.262, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.5

    [14] Taberî c. 1,5.242, Sâlebî s.262, Ebülfida C.2.S.5

    [15] Sâlebî-Arais s.262

    [16] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebî-Arais s.262,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.217.

    [17] Taberî-Tarih c.1,s.242.

    [18] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebî-Arais s.263,
    İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.217.

    [19] Ebülfİda-Elbidaye vennihaye c.2,s.5.

    [20] Taberi c.1,s.242, Sâlebî s.263. İbn.Esîr C.1.S.217,
    Ebülfida c.1,s,5.

    [21] Sâlebî-Arais s.266.

    * Lâvi ve Yehuza Hanedanından
    başka Hanedandan Hükümdar ve Peygamber çıkmamıştı. (İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.46)

    [22] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebî s.263, İbn.Esîr
    c.1,s.217.

    [23] Taberî c.1,s.242, Sâlebî s.263, İbn.Esîr s.217,
    Ebülfida c.2,s.5.

    [24] Taberî-Tarih c.1,s.242.

    [25] Sâlebî-Arais s.263.

    [26] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.217, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.5.

    [27] Taberî-Tarih c.1,s.242.

    [28] Taberî-Tarih c.1,s,242, İbn.Esîr-Kâmil c.1s,.217.

    [29] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.5.

    [30] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebî-Arais s.263,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.217.

    [31] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebi-Arais s.263,
    İbn.Esir-Kâmil c.1,s.218.

    [32] Taberi-Tarih d.s.242, Sâlebî-Arais s.263,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.217-218.

    [33] Taberi-Tarih C.1.S.242, İbn.Esîr-Kâmil c.l.s.218.

    [34] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebi-Arais s.264, İbn.Esîr-Kâmil
    c.1.s.218.

    [35] Taberî-Tarihc.1,s.242.

    [36] Bakare: 246.

    [37] Taberî-Tarih c.l.s.242.

    [38] Sâlebi-Arais s.264.

    [39] Sâlebi-Arais s.265.

    [40] Taberî-Tarih d,s.242, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.218.

    [41] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebî s.264, İbn.Esîr-Kâmil
    c.l.s.218.

    [42] Sâlebi-Arais s.264, İbn.Esîr-Kâmil C.1,S.218.

    [43] Sâlebi-Arais s.265.

    [44] Salebi s.265, İbn.Asâkir-Tarih c.7s.46, İbn.Esîr-Kâmil
    c.1,s.218.

    [45] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebî-Arais s.265,
    İbn.Esır-Kâmil c.1,s.218.

    [46] Aynı Kaynaklar.

    [47] Salebi s.265, İbn.Asakir-Tarih c.7,s.45, ibn.Esîr
    c.1,s.218, Ebülfida-Elbidaye vennihaye C.2.S.6.

    [48] Sâlebî-Arais s.265. İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.45.

    [49] Kendisinin Debbağ olup deri dabakladığı da, rivayet
    edilir. (Mes’ûdi-Murucuzzeheb c.1,s.54-55, Salebi s.265. İbn.Asakir C.7.S.46,
    İbn.Esir-Kâmil C.1.S.218).

    [50] Taberî s.242, Sâlebî s.265, ibn.Asâkir s.47, ibn.Esir
    s.218.

    [51] Taberî s.245, Salebi s.265, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.46.

    [52] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.45.

    [53] Taberî s.244, Sâlebî s.265, İbn.Asakir-Tarih
    c.7,s.46..

    [54]. İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.45.

    [55] Sâlebî-Arais s.265.

    [56] Sâlebî-Arais s.265, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.46.

    [57] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.45.

    [58] Şâlebî-Arais s.265.

    [59] ibn.Asâkir c.7,s.46.

    [60] Sâlebî-Arais s.265, İbn.Asakir-Tarih C.7.S.46.

    [61] İbn.Asakir-Tarih C.7.S.46.

    [62] Taberî-Tarih c.1,s.244, Sâlebî-Arais s.265,
    İbn.Asakir-Tarih c.7,s.46.

    [63] Sâlebî-Arais s.265, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.46.

    [64] Tâlût: Ne içlerinden Peygamber, ne de, hükümdar çıkan
    iki Hanedandan birisine mensub olmayıp Bünyamin b.Yâkub Aleyhisselâmın soyundan
    gelen Hanedana mensubdu. (Sâlebî-Arais s.266).

    [65] Taberî-Tarih c.1,s.244, Sâlebî-Arais s.265.

    [66] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebî-Arais s.265-266, İbn
    Esîr-Kâmil c.1,s.218.

    [67] ibn.Asâkir-Tarih c.7,s.45.

    [68] ibn.Asâkit-Tarih c.7,s.46, Mîr Hâvend-Ravzatussafa
    Terceme s.302.

    [69] Yâkubi-Tarih c.1,s.49, İbn.Asâkir c.7,s.46, Mîr
    Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.302.

    [70] ibn.Asâkir-Tarih c.7,s.46, Mir Hâvend-Ravzatussafa
    Terceme s.302.

    [71] Yâkubî-Tarih C.1.S.49, İbn.Asâkir-Tarih C.7.S.46, Mîr
    Hâvend-ravza s.302.

    [72] ibn.Asâkir-Tarih c.7,s.46.

    [73] Yâkubî-Tarih c.1,s.49.

    [74] Taberî-Tarih c.1,s.242, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.218.

    [75] Taberî-Tarih c.1,s.242-243, Sâlebî-Arais s.266,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.218.

    [76] Bakare: 247.

    [77] Sâlebî-Arais s.266.

    [78] Sâlebî-Arais s.266, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.46.

    [79] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.46.

    [80] Tâbut ile Mûsâ Aleyhisselâmın Asasının Taberiye
    gölünün içinde bulunduğu ve Kıyametten önce çıkarılacağı da, söylenir.
    (Taberî-Tefsir c.2,s.6O9)..

    [81] Bakare: 248.

    [82] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.47.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/163-170.

    [83] Taberî-Tarih c.1,s.244, Sâlebî-Arais s.268,
    İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.46.

    [84] Sâlebî-Arais s.268, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.47.

    [85] Sâlebî-Arais s.268.

    [86] Taberî-Tarih c.1,s.244, Sâlebî-Arais s.268,
    İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.47.

    [87] Taberî-Tarih c.1,s.244, Sâlebî-Arais s.268.

    [88] Mir Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.286.

    [89] Taberî-Tarih c.1 ,s.244, Sâlebî-Arais s.268,
    İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.47, Mîr Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.286.

    [90] İbn.Asakir-Tarih C.7.S.47.

    [91] Taberî-Tarih C.1.S.244.

    [92] Taberî-Tarih c.1,s.244, Sâlebî-Arais s.268.

    [93] Taberî-Tarih C.1.S.244.

    [94] Sâlebî-Arasi s.268.

    [95] Taberî-Tarih c.1,s.244, Sâlebî-Arais s.268.

    [96] Taberî-Tarih C.1.S.244.

    [97] Sâlebî-Arais s.26.

    [98] Taberî-Tarih c.1,s.243, Sâlebî-Arais s.269,
    İbn.Esir-Kâmil c.1,s.219.

    [99] Sâlebî-Arais s.269, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.219.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/170-171.

    [100] Sâlebi-Arais s.269.

    [101] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.48.

    [102] Taberî-Tarih c.1,s.243, Sâlebî-Arais s.269,
    ibn.Esır-Kâmil c.1,s.219.

    [103] Sâlebi-Arais s.269.

    [104] Sâlebi-Arais s.269.

    [105] Sâlebi-Arais .269, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.48.

    [106] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.48.

    [107] Taberî-Tarih c.1,s.243, ibn.Esîr-Kâmil c.1s.219.

    [108] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.219.

    [109] Sâlebi-Arais s.269.

    [110] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.48.

    [111] Taberî-Tarih c.1,s.243.

    [112] Taberî-Tarih c.1,s.243.

    [113] Sâlebî-Arais s.269.

    [114] Bakare: 249-250.

    [115] Taberî-Tarih c. 1 ,s.243.

    [116] Taberî-Tarih C.1.S.243, Sâlebî-Arais s.269.

    [117] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.4,s.29O, Buharî-Sahih c.5,s.5,
    Sâlebi-Arais s.269, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.49, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.219.

    [118] Sâlebî-Arais s.270.

    [119] Taberî-Tarih c. 1 ,s.248.

    [120] Taberî-Tarih c.1,s.248 , Sâlebî-Arâis s.270.

    [121] Sâlabi-Arais s.270.

    [122] Taberî c.1,s.248, Sâlebî s.270, ibn.Asâkir-Tarih
    c.7,s.48.

    [123] Taberî C.1.S.245, Sâlebî s.270, ibn.Asâkir c.7,s.48.

    [124] Sâlebî-Arais s.245, Sâlebî s.270, ibn.Asâkir c.7,s.48.

    [125] ibn.Asâkir-Tarih c.7,s.48.

    [126] Sâlebî-Arais s.270, ibn.Asakir-Tarih c.7,s.48.

    [127] Taberî-Tarih c.1,s.245, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O.

    [128] Sâlebî-Arais s.270.

    [129] Taberî-Tarih c.1,s.247.

    [130] Sâlebî-Arais s.270.

    [131] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585.

    [132] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585,
    Sâlebî-Arais s.270.

    [133] Taberî-Tarih c.1,s.247, Sâlebî-Arais s.270, Mir
    Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.304.

    [134] Hâkim-Müstedrek c.2,s.585, Sâlebî-Arais s 270.

    [135] Sâlebî-Arais s.270, Mîr Hâvend-Ravzatussafa Terceme
    s.305.

    [136] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585,
    Sâlebî-Arais s.270-271.

    [137] Aynı Kaynaklar.

    [138] Taberî-Tarih c.1,s.247.

    [139] Taberî-Tarih c.1,s.247, Sâlebî-Arais s.271, Mîr-Hâvend
    Ravzatussafa Terceme s.305.

    [140] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-müstedrek c.2,s.585,
    Ravzatussafa Terceme s.305.

    [141] Taberî-Tarih C.1.S.247, Sâlebî-Arais s.271.

    [142]  Sâlebî-Arais s.271.

    [143] Taberî-Tarih c.1,s.245, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.220.

    [144] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270, İbn.Esîr-Kâmil
    c.1,s.22O.

    [145] Taberî-Tarih c.1,s.245.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/171-176.

  • YUNUS ALEYHİSSELÂM

    YUNUS ALEYHİSSELÂM

     

    . 2

    Yûnus
    Aleyhisselâmın Soyu, Adı Ve Yurdu:
    2

    Yûnus Aleyhisselâmın
    Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri:
    2

    Kurân-I
    Kerimin Yûnus Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması:
    8

    Yûnus
    Aleyhisselamın Kralla Birlikte Ömürlerini Yurt Dışında İbadetle Geçirmeleri:
    8

    Yûnus
    Aleyhisselâmın Hacca Gidiş Görüntüsü:
    8

     

     

    Yûnus Aleyhisselâmın Soyu, Adı Ve Yurdu:    Başa
    Dön

     

    Yûnus b. Matta; Bünyamin b. Yâkub
    b. İshâk, b. İbrahim Aleyhisselâm oğulla­rı soyundandı.[1]

    Matta, Yûnus Aleyhiselâmın annesi
    idi.

    Peygamberlerden, Yûnus b. Matta ile
    İsâ b. Meryem Aleyhisselâmlardan baş­ka hiç biri, annesine nisbetle
    anılmamıştır. [2]

    Yüce Allah, Kur’an-ı keriminde, onu
    (Zünûn = Balık sahibi) diyerek anar. [3] Yûnus
    Aleyhisselâm; Musul’un[4] Ninevâ
    şehri halkındandı. [5]

     

    Yûnus Aleyhisselâmın Peygamber
    Oluşu Ve Bazı Faziletleri:
        Başa Dön

     

    Yûnus Aleyhisselâm; İlâhî Vahy’e
    mazhar olan[6],
    âlemlerin üstünde, yüksek me­ziyetler verilen[7]
    Peygamberlerdendi. [8]

    Yüce Allah; Yûnus Aleyhisselâmı,
    İlyas Aleyhisselâmdan sonra, Peygamber olarak göndermişti. [9]

    O zaman, kendisi, otuz yaşlarında
    idi. [10]

    Yûnus Aleyhisselâm in kavmi,
    putlara taparlardı.

    Yüce Allah; onları, putlara
    tapmaktan[11],
    küfürden[12]‘ nehy[13]
    ve bu husustaki küfürlerinden dolayı Allah’a tevbe etmelerini[14]
    ve Allah’ın Birliğine inanmala­rını, emretmek üzere, göndermişti. [15]

    Yûnus Aleyhisselâm; otuz üç yıl,
    kavmini, Allah’a iman ve ibadete davet ettiği halde, kendisine, iki kişiden
    başka iman eden olmadı. [16]

    İman edenlerden birisi İlim ve
    hikmet sahibi Rubil, diğeri de, âbid ve zâhid Tenuh idi. [17]

    Ninevâ halkı, Yûnus Aleyhisselâmı,
    yalanladılar, küfürlerinde direndiler. [18] Yûnus
    Aleyhisselâm:

    “Ey Rabb’im! Sen, beni,
    Kitabını inkâr ve Peygamberlerini tekzib eden bir kav­me ne diye
    gönderdin?” dedi.

    Yüce Allah:

    “Ey Yûnus! Sen, benim, tevbe
    edeceklerin tevbelerini kabul edeceğimi, kıs­kanır gibisin!

    Yoksa, sen, benim kalbleri
    doğrultup tevbeleri kabul edeceğimi ve kalbleri sap­tırıp mühürleyeceğimi
    bilmiyormusun?!” buyurdu. [19]

    Yûnus Aleyhisselâm; halkın, kâfirce
    tutum ve davranışlarına daha fazla daya­namayarak, dağa çıkar, gider, orada,
    kendisini, ibâdete verirdi. [20]

    Yûnus Aleyhisselâm, kavminin imana
    gelmesinden ümidini kesince, onlar aley­hinde dua etti. [21]

    Kendisine:

    “Kavmin[22],
    kullarım[23]
    aleyhinde dua etmekte evme!

    Onların yanına dön de, kendilerini,
    kırk[24] gece[25],
    kırk gün[26],
    imâna davet

    et|[27]

    Eğer, davetini, kabul ederlerse, ne
    âlâ! Aksi takdirde, üzerlerine azab gönde­receğim!” buyuruldu.

    Bunun üzerine, Yûnus Aleyhisselâm,
    geri dönüp[28]
    onları, otuz yedi[29] gece[30],
    otuz yedi gün daha[31],
    Allah’a iman ve ibadete davet etti ise de, kabul et-mediler. [32]

    Yûnus Aleyhisselâm, ayağa kalkıp
    onlara[33]:

    “Eğer, iman etmezseniz[34],
    üç güne kadar, muhakkak, size, azab[35]
    gelecek-tir. [36]” diyerek ihtar ve
    inzarda bulundu. [37]

    “Bunun alâmeti de,
    renklerinizin değişmesidir!” dedi.

    Sabaha çıktıkları zaman,
    benizlerinin rengi değişmişti. [38]

    Birbirlerine[39]:

    “Yûnüs’ün haber verdiği şey,
    başınıza gelip çattı. [40]

    Zâten, biz, onda, hiç bir yalana
    rastlamadık ki!

    Bakınız: eğer, o, geceyi, aranızda
    geçirirse, azabdan, selâmet ve emniyettesi­niz demektir.

    (Eğer, içinizden çıkar, gider de)
    aranızda gecelemezse, iyi biliniz ki: azab, sizi, erkenden
    yakalayacaktır!” dediler. [41]

    Kırkıncı gece gelip te[42],
    halkın, benizlerinin değişmiş olduğunu görünce[43],
    Yûnus Aleyhisselâm, onlara, azabın gelip çattığına kanâat getirerek içlerinden
    çıkıp gitti.

    Ninevâ halkı, sabaha çıktıkları
    zaman, başlarının üzerinde simsiyah dumanlar çıkaran azab bulutunun kendilerini
    bürüdüğünü ve bütün şehri kaplayıp evlerin üzerlerini kararttığını gördüler.

    Helak ve azabla karşılaştıklarını
    anladılar. [44]

    Peygamberleri Yûnus Aleyhisselâmı,
    aradılarsa da, bulamadılar. [45]

    Yüce Allah, onların kalblerinde,
    tevbe etme ve Allah’a yönelme arzusu uyandırdı. [46]

    Cebrail Aleyhisselâm, Yûnus
    Aleyhisselamın yanına varıp:

    “Ninevâ halkına, git! [47]

    Tevbe etmezlerse, [48]
    kendilerine, azabın hazırlanmış olduğunu ihtar et!” dedi.

    Yûnus Aleyhisselâm:

    “Binecek bir hayvan bulayım
    da, gideyim!” dedi.

    Cebrail Aleyhisselâm:

    “Senin gitme işin, o hayvan
    bulma işinden daha aceledir!” dedi.

    Yûnus Aleyhisselâm:

    “Bari, ayağıma giyecek bir
    ayakkabı bulayım da, gideyim!” dedi.

    Cebrail Aleyhisseiâm:

    “Senin gitme işin, ayağına
    ayakkabı bulma işinden daha aceledir!” dedi.

    Bunun üzerine, Yûnus Aleyhisselâm,
    kızdı, başka tarafa çekip gitti. [49]

    Helak olacaklarını anlayan Ninevâ
    halkı[50], ilim
    adamlarının yaşlılarından sağ kalan[51] bir
    zat’ın yanına vardılar. Ona:

    “Biz, şu gördüğün azaba
    uğramış bulunuyoruz. [52]

    Bundan, kurtulmak için, ne
    yapalım?” diye sordtular.

    O zat:

    “Allah’a iman ve
    günahlarınızdan dolayı da, tevbe ediniz! [53] ve:

    “Ey dâima Diri olan!

    Ey kendi Zâtı ile kaim olan! ve
    bütün varlıkları, ayakta tutan! [54]

    Ey hiç bir canlı bulunmadığı zaman,
    Diri olan!

    Ey ölüleri dirilten Diri!

    Ey Senden başka İlâh bulunmayan
    Diri!” diyerek münâcatta bulununuz!” dedi. [55]

    Bunun üzerine, kaba elbiseler,
    giydiler, [56] kadın erkek, çoluk çocuk,
    bütün şe­hir halkı, hayvanları ile birlikte[57],
    geniş ve yüksekçe bir yere çıktılar. [58]

    İnsanlardan, hayvanlardan, her ana
    ile yavrusunun arasını ayırdılar. [59]

    Başlarına, toz toprak saçtılar. [60]

    Niyetlerini, hâlis kıldılar.

    İmanlarını, açıkladılar.

    Günahlarından dolayı Allah’a tevbe
    ettiler.

    Seslerini, yükselterek Allah’a
    yalvarmağa başladılar:

    “Yûnüs’ün getirdiklerine, iman
    ettik!” dediler. [61]

    İnsanların ve hayvanların sesleri,
    iniltileri, birbirine karıştı. [62]

    Erkek, kadın, oğlan, kız, hepsi
    ağlaştılar. [63]

    Kırk gece Allah’a yalvardılar. [64]

    Aralarındaki her türlü
    haksızlıklara son verdiler.

    O derecede ki, onlardan, her hangi
    biri, başkasına âid bir tası, binasının teme­line koymuşsa, onu, bile, yerinden
    söküp sahibine iade etti. [65]

    Nihayet, Yüce Allah, onlara acıyıp
    dualarını ve tevbelerini kabul etti. [66] Üzer­lerine
    çöken azabı kaldırdı. [67]

    Yûnus Aleyhisselâm, kavminin
    içinden çıkıp gittikten sonra, onların azaba uğ­ramaları, helak olmaları
    haberini bekleyordu. [68]

    Karşılaştığı bir adama:

    “Kariyeliler, ne
    yapıyor?” diye sordu. [69]

    Adam:

    “Peygamberleri, içlerinden
    çıkıp gittikten sonra, onun, başlarına gelecek azab hakkındaki sözünün
    doğruluğuna kanâat getirerek kariyelerinden yüksek bir ye­re çıktılar.

    Her anayı, çocuğundan, ayırdılar.
    Yüksek sesle Allah’a yalvarıp yakardılar, gü­nahlarından tevbe ettiler. [70]

    Tevbeleri kabul olunup azabları
    geri bırakıldı.” dedi. [71]

    Yûnus Aleyhisselâm:

    “Vallahi, ben, hiç bir zaman,
    onların yanına, bir yalancı[72]

    durumuna düşmüş  olarak dönmem! [73]

    “Ben, kavmime va’d ettiğim
    şeye muhalefet etmiş bir durumda iken[74], on­lar,
    beni, bir yalancı olarak bulmuşlarken[75],
    onların yanına nasıl dönerim? [76]

    Ben, onlara filan gün, azaba
    uğrayacaklarını haber vermiştim!?” diyerek kız­gın bir halde yüzünün
    doğrusuna çekip gitti. [77]

    Bir gemiye bindi. [78]

    Kendisinden, ücret almadılar.

    Yûnus Aleyhisselâm, gemiye binince,
    gemi, sağa sola yalpa yapıyor[79]

    Fakat, ne ileriye, ne de geriye
    gidebiliyordu. [80]

    Gemi halkı, şiddetli bir fırtınaya
    tutulmuşlardı.

    “Bu, sizden birinizin günahı
    yüzündendir! [81]

    Her halde, gemide, Efendisinden
    kaçmış bir köle var!

    Gemide, kaçak köle olunca, gemi,
    yürümez!” dediler. [82]

    Yûnus Aleyhisselâm, anlamıştı ki,
    günah sahibi, kendisidir! [83]

    “Geminize, ne oluyor da,
    yürümüyor?” diye sordu.

    “Bilmiyoruz!” dediler.

    Yûnus Aleyhisselâm:

    “Fakat, ben, biliyorum ki:
    onun içinde, Rabb’inden kaçan bir kul vardır!

    Vallahi, siz, onu, denize atmadıkça,
    gemi, hareket edemez! [84]

    Bu, benim kusurum yüzündendir.

    Siz, beni, denize atınız!”
    dedi.

    Yûnus Aleyhisselâmı, denize
    atmaktan kaçındılar, [85] ve:

    “Vallahi, ey Allah’ın
    Peygamberi! Biz, Seni, denize atmayız!” dediler.

    Yûnus Aleyhisselâm:

    “Öyle ise, kur’a, çekiniz!
    Kur’ada ismi çıkanı, denize atınız!” dedi. [86]

    Bunun üzerine, aralarında kur’a
    çektiler.

    Kur’a, Yûnus Aleyhiselâma çıktı.
    Yûnus Aleyhisselâm:

    “Ben, size, bu işin, muhakkak,
    benim kusurumdan ileri geldiğini, haber ver­miştim!” dedi.

    Fakat, onu, yine, denize atmaktan
    kaçındılar. İkinci kez kur’a çektiler. Kur’a, yine, Yûnus Aleyhisselâma çıktı.
    Yûnus Aleyhisselâm:

    “Ben, size, bu işin, muhakkak,
    benim günahımdan ileri geldiğini, haber ver­miştim!” dedi.

    Fakat, yine, onu, denize atmaktan
    kaçınarak üçüncü kez kur’aya başvurdular. Kur’a, yine, Yûnus Aleyhisselâma
    çıktı.

    Yûnus Aleyhisselâm, bunu, görünce,
    geceleyin, hemen kendisini, denize attı. [87]

    Yüce Allah; Yûnus Aleyhisselâmı,
    balığın karnında hapsetmek istediği za-man[88],
    balığa:

    Onu, tutup yutmasını,

    Fakat, onun etini, yaralamamasını,

    Kemiklerini, kırmamasını, ilham
    etmişti. [89]

    Balık, geminin yanına gelip
    kuyruğunu, sallamaya başladı. [90]

    Ona:

    “Ey balık! Biz, sana, Yûnüsü,
    bir rızık yapmadık!

    Seni, (senin karnını) ancak, ona,
    bir koruma ve secde yeri, kıldık!” diye ses­lenildi. [91]

    Balık; Yûnus Aleyhisselâmı, yutup
    denizin dibindeki meskenine kadar indirdi.

    Denizin dibine ulaştığı zaman,
    Yûnus Aleyhisselâm, bir ses duydu.

    Kendi kendine:

    “Nedir bu ses acaba?!”
    dedi.

    Yüce Allah, ona:

    “Bu, deniz hayvanlarının
    teşbihlerinin sesidir!” diye vahyetti[92]

    Bunun üzerine, Yûnus Aleyhisselâm
    da, balığın karnında; karanlıklar içinde:

    “…..Senden başka hiç bir
    İlâh yoktur!

    Seni, tenzih ederim.

    Gerçekten, ben, haksızlık
    edenlerden oldum!” diyerek teşbih ve niyaza koyul­du.[93]

    Melekler; Yûnus Aleyhisselâmın
    teşbihini işittikleri zaman:

    “Ey Rabbimiz! Biz, uzak bir
    yerden, zayıf bir ses işitiyoruz!?” dediler.

    Yüce Allah:

    “Siz, bu sesin sahibini
    tanımadınız mı?” diye sordu.

    Melekler:

    “Yâ Rab! Kim o?” dediler.

    Yüce Allah:

    “Bu, kabul olunan amel ve
    duaları yükseltilegelen[94] kulum
    Yûnüs’ün sesidir.

    Bana, âsi oldu da, kendisini,
    denizin içinde, balığın karnında hapsettim!” buyurdu.

    Melekler:

    “Her gün, her gece,
    kendisinin, sâlih amelleri sana yükseltilmekte olan sâlih kul ha!?”
    dediler. [95]

    Yüce Allah:

    “Evet!” buyurdu.

    Bunun üzerine, Melekler, onun için,
    şefâatta bulundular. [96]

    Yûnus Aleyhisselâm, balığın
    karnında kendisinin öldüğünü zannetmişti.

    Ayaklarını, kımıldattı.

    Ayakları, kımıldayınca, ölmediğini,
    anladı ve hemen (imâ ile) secde etti ve:

    “Yâ Rab! Hic kimsenin secde
    etmediği yeri, ben, Senin için, Mescid edindim!” dedi. [97]

    Rivayetlere göre: Yûnus
    Aleyhisselâm, balığın karnında üç gün veya yedi gün[98],
    ya da, kırk gün kalmıştır. [99]

    Balık; Yûnus Aleyhisselâmı,

    Übülle’ye,

    Übülle’den sonra, Dicle’ye,

    Dicleden sonra da, Ninevâ’ya kadar
    karnında götürüp[100]
    kendisini, hasta bir halde, deniz sahiline bıraktı.

    Yûnus Aleyhisselâmın vücudunun
    etleri ve kemikleri gevşemişti.

    Kendisi, yeni doğmuş bir çocuk gibi
    hareketsizdi.

    Bununla beraber, vücûdunda hiç bir
    eksiklik yoktu.[101]

    Yüce Allah; açık bir yerde yatan
    Yûnus Aleyhisselâmın üzerini, bacağı olma­yan cinsden bir nebat, kabak bitirip
    onun geniş yaprakları ile gölgeledi ve kendi­sine güç kuvvet gelinceye kadar
    da, ondan süt damlattı.

    Yûnus Aleyhisselâm, bir gün, kabak
    bitkisinin yanına döndüğü zaman, onu, kurumuş bulunca, üzülmüş ve ağlamıştı:

    “Sen, bir bitki hakkında
    üzüldün ve ağladın da. Yüz bin ve daha ziyâde olan Ninevâ halkının toptan
    helaklerini istemiştin ve hiç üzülmemiştin!” denilerek kınandı[102]

    Yüce Allah; Yûnus Aleyhisselâm
    için, Yabanî bir dağ keçisi de, hazırlamıştı.

    Keçi, ot ve yaprak yeyip sabah
    akşam gelir, bacaklarını, Yûnus Aleyhisselâ­mın üzerine ayırarak memesinden
    ona, süt içirirdi.

    Yûnus Aleyhisselâm, iyileşinceye
    kadar keçi, böyle yapmağa devam etti. [103]
    Yûnus Aleyhisselâm, gâh kabaktan damlayan sütle, gâh yaban keçisinin sütü ile
    beslendi. [104] Yüce Allah; bundan sonra,
    Yûnus Aleyhisselâma,

    Kavminin yanına gidip tevbelerini,
    Allah’ın kabul ettiğini, kendilerine haber ver­mesini emretti. [105]

    Yûnus Aleyhisselâm, oradan ayrılıp
    kavmiyle buluşmağa gitti. [106]

    Davar güden bir çobana rastladı.
    Ona:

    “Ey delikanlı! Sen,
    neredensin?” diye sordu.

    Çoban:

    “Ben, Yûnus
    kavminden’im!” dedi.’[107]

    Yûnus Aleyhisselâm, ondan, Yûnus
    kavmini ve onların halleri nasıl olduğunu sordu.

    Çoban, onların, iyi bir halde
    olduklarını ve Peygamberlerinin, kendilerinin ya­nına dönmesini umduklarını,
    haber verdi. [108]

    Yûnus Aleyhisselâm, çobana[109]:

    “Onların yanına döndüğün zaman[110]:

    “Ben, Yûnüs’la buluştum! diye
    haber ver!” dedi. [111]

    Çoban:

    “Sen, Yûnus isen, Sen de,
    bilirsin ki, benim için, delil ve şâhid olmadıkça, ben, öldürülürüm!

    Bana, kim şâhidlik edecek?! [112]

    Şâhid olmadıkça, ben, bunu,
    yapamam!” dedi.

    Yûnus Aleyhisselâm, çobana,
    davarları içinden, dişi bir keçinin ismini anarak:

    “İşte, bu, senin, Yûnüs’la
    buluşmuş olduğuna şâhidlik eder!” dedi.

    Çoban:

    “Ne dedin?” dedi.

    Yûnus Aleyhiselâm:

    “Şu içinde bulunduğun yer,
    sen, Yûnüs’la buluştun diye, sana, şâhidlik eder!’ ‘dedi.

    Çoban:

    “Ne dedin?” dedi.

    Yûnus Aleyhisselâm:

    “Şu ağaç ta, sen, Yûnüs’la
    buluştun! diye, sana şâhidlik eder!” dedi. [113]

    Çoban:

    “Öyle ise, bana, şâhidlik
    yapmaları için, onlara, emir ver!” dedi.

    Yûnus Aleyhisselâm:

    “Şu delikanlı, size geldiği
    zaman, ona, şâhidlik yapınız!” dedi.

    Hepsi birden:

    “Olur!” dediler. [114]

    Bunun üzerine, çoban, kavminin
    yanına dönüp Yûnus Aleyhisselâmla buluş­tuğunu, haber verince, onlar, çobanı,
    yalanladılar ve kendisine, kötülük yapma­ğa kalkıştılar[115]

    Çoban:

    “Ben, sabaha çıkıncaya kadar,
    bana, bir şey yapmakta acele etmeyiniz!” dedi. [116]

    Sonra, kralın yanına vardı:

    “Ben, Yûnüs’la buluştum.

    Kendisi, size selam söylüyor!”
    dedi.

    Kral, çobana:

    “Sen, yalan söylüyorsun!”
    dedi ve onun, öldürülmesini, emretti.

    Çoban:

    “Benim için, beyyine, şâhid
    var!

    Benimle birisini, gönder de,
    şahidim, bana, şehâdet etsin!” dedi. [117]

    Çoban, ertesi günü, sabahleyin,
    onları, Yûnus Aleyhisselâmla buluşmuş oldu­ğu yere kadar götürüp yer’i,
    söyletti.

    Yer, onlara, çobanın, Yûnus
    Aleyhisselâmla buluştuğunu, haber verdi.

    Çoban, keçiye sordu.

    O da, Çoban’ın, Yûnus
    Aleyhisselâmla buluştuğunu, onlara haber verdi.

    Ağacı da söylettiler.

    O da, çobanın Yûnus Aleyhisselâmla
    buluştuğunu, onlara haber verdi. [118]

    Gidenler, korkmuş bir halde, geri
    döndüler ve kral’a:

    “Bunun, Yûnüs’la buluştuğuna,
    yer de, keçi de, ağaç ta, şâhidlik etti!” dediler.

    Bunun üzerine, kral;

    “Sen, bu makama, benden, daha
    lâyıksın!” diyerek elinden tutup çobanı, ya­nına oturttu.

    Yûnus Aleyhisselâmın kavmi de,
    Yûnus Aleyhisselâmı, aramağa gittiler. [119]
    Yûnus Aleyhisselâm, buluşma yerinde gizlenmişti. Onu, orada[120],
    buldular ve çok sevindiler[121]
    Ellerini, ayaklarını, öptüler, alıp şehire götürdüler. [122]
    Ona, iman ettiler. [123]

     

    Kurân-I Kerimin Yûnus Aleyhisselâm
    Hakkındaki Açıklaması:
        Başa Dön

     

    “(Ey Resulüm!) O Balık
    sahibini de, (hatırla!)

    Hani, o öfkelenmiş olarak gitmişti
    de, bizim, kendisini, hiç bir zaman sıkıştır­mayacağımızı, sanmıştı.

    Derken, o, karanlıklar içinde
    (kalıp):

    “Senden başka hiç bir İlâh
    yoktur!

    Seni, tenzih ederim.

    Gerçekten, ben, haksızlık
    edenlerden oldum!” diyerek (Allah’a) niyaz etmişti.

    Bunun üzerine, biz de, onu(n
    duasını) kabul ettik.

    Kendisini, gamdan, selâmete
    erdirdik.

    İşte, biz, iman edenleri, böyle
    kurtarırız.* [124]

    Hani, o, dolu bir gemiye kaçmıştı.

    Derken, kur’a çekmiş(ler)di de,
    mağlublardan olmuştu.

    Kınanmış bir halde iken,
    kendisini,  hemen, Balık, yutmuştu.

    Eğer, çok teşbih edenlerden
    olmasaydı, her halde, (insanların) tekrar dirilecek­leri güne kadar, onun
    karnında kalıp gitmişti!

    İşte, biz, onu, hasta olarak, açık
    bir yere (çıkarıp) bıraktık.

    Üzerine, bacağı olmayan cinsten
    (gölgelik) bir nebat bitirdik.

    Onu, yüz bine, Peygamber gönderdik.
    Hattâ, daha anıyorlardı da.

    Nihayet, ona, iman ettiler de,
    kendilerini, bir zamana kadar geçindirdik. [125]

    (Ey Resulüm!) Sen, (şimdilik)
    Rabbinin hükmünü (bekleyerek) sabret!

    O Balık sahibi gibi olma!

    Hatırla ki: o, gamla dolu olarak
    (Rabbine) dua etmişti.

    Eğer, Rabb’inden, ona, bir nimet
    erişmiş olmasaydı, mutlaka, (çıkarıldığı) o çırıl­çıplak yere kınanmış bir
    halde, atılacaktı!

    (Bunun ardından) Rabb’i, onu, seçti
    de, kendisini, Sâlihlerden yaptı. [126]

     

    Yûnus Aleyhisselamın Kralla
    Birlikte Ömürlerini Yurt Dışında İbadetle Geçirmeleri:
        Başa
    Dön

     

    Yûnus Aleyhisselâm; ailesi ve
    çocuklarının yanında kırk gece kaldıktan sonra, kralla birlikte, seyahate
    çıktı. [127]

    Yurd dışında, ömürlerinin sonuna
    kadar, Yüce Allah’a ibâdetle meşgul oldular. [128]

     

    Yûnus Aleyhisselâmın Hacca Gidiş
    Görüntüsü:
        Başa Dön

     

    Peygamberimiz Muhammed
    Aleyhisselâm, Mekke ile Medine arasında giderken, bir tepeye gelip kavuştukları
    zaman;

    “Bu, hangi tepedir?” diye
    sormuştu. “Herşa veya Left tepesidir!” dediler.

    “Yuları, hurma lifinden olan
    kızıl bir devenin üzerinde, sırtında yünden bir Aba bu­lunduğu halde, Yûnüs’ün,
    buradan:

    Lebbeyk!  Allâhümme  lebbeyk!  diye
    Telbiye  ederek geçtiğini,  görür gibiyim!” buyurdu. [129]

    Herşa: Mekke’ye giderken, Şam yolu
    ile Medine yolunun kavşağında bir tepedir. [130]

    Yûnus Aleyhisselâmın Telbiyesi:

    Lebbeyk = Buyur emrine amadeyim!
    Sıkıntıları açan, gideren Lebbeyk = Buyur emrine amadeyim!” tarzında idi.[131]

    Ona ve gönderilen bütün
    Peygamberlere Selâm olsun![132]

     

     



    [1] ibn.Sa’d-Tabakat c.1,s.55, İbn.Habib-Kitabulmuhabber
    s.388, Ebülferec ibn.Cevzi-Tabsıra c.1,s.327.

    [2] Sâlebî-Arais s.406, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [3] Enbiyâ: 87.

    [4] Taberî-Tarih c.2,s.42, Sâlebî-Arais s.407,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [5] ibn.Kuteybe-Maarif s.24, Taberî-Tarih c.2,s.4Z,
    Salebî-Arais s.407, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/147.

    [6] Nisa: 163.

    [7] En’am: 86.

    [8] Sâffât: 139.

    [9] İbn.Kuteybe-Maarif s.24 .

    [10] Sâlebî-Arais s.408.

    [11] Taberi-Tarih c.2,s.42, Esîr-Kâmil c.1,s.360.

    [12] Sâlebî-Arais s.407.

    [13] Taberî-Tarih C.2.S.42, Sâlebî-Arais s.407,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [14] Taberî-Tarih c.2,s.42.

    [15] Taberî-Tarih c.2,s.42, Sâlebî-Arais s.407,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [16] Sâlebî-Arais s.408, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [17] Sâlebî-Arais s.408.

    [18] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.232.

    [19] Deylemî-Firdevs c.1,s.224.

    [20] Sâlebî-Arais s.407.

    [21] Sâlebî-Arais s.408, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [22] Şâlebî-Arais s.408.

    [23] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [24] Sâlebî-Arais s.408, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [25] Sâlebî-Arais s.408.

    [26] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [27] Sâlebî-Arais s.408, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [28] Sâlebî-Arais s.408.

    [29] Sâlebî-Arais s.408, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [30] Sâlebî-Arais s.408.

    [31] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [32] Sâlebî-Arais s.408, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [33] Sâlebî-Arais s.408.

    [34] Sâlebî-Arais s.408.

    [35] Şâlebî-Arais s.408, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [36] ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.360.

    [37] Sâlebî-Arais s.408.

    [38] Sâlebî-Arais s.408, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [39] Sâlebî-Arais s.408.

    [40] Sâlebî-Arais s.408, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.360.

    [41] Taberî-Tefsir c.11,s.172, Sâlebî-Arais s.408,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [42] Sâlebî-Arais s.408, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [43] Sâlebî-Arais s.408.

    [44] Sâlebî-Arais s.408, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.
    1,8.327, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [45] Sâlebî s.408, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O.

    [46] Taberî-Tefsir c.11,s.171, Sâlebî-Arais s.408,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36O, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.232.

    [47] Taberî-tarih c.2,.43, Sâlebî-Arais s.407.

    [48] Sâlebî-Arais s.407.

    [49] Taberî-Tarih c.2,s.43, Sâlebî-Arais s.407,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.363. 

    [50] Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.527.

    [51] Taberî-Tefsir c.11,s.172, Sâlebî-Arais s.408.

    [52] Taberî-Tefsir c.11,s.172, Sâlebî-Arais s.408,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.36l.

    [53] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.361.

    [54] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.361.

    [55] Taberî-Tefsir c.11,s.172, Sâlebî-Arais s.408,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.361.

    [56] Sâlebî-Arais s.408, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
    c.1,s.327, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.232.

    [57] Sâlebî-Arais s.408.

    [58] Sâlebî-Arais s.408, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.361.

    [59] Taberî-Tarih c.2,s.43-44, Sâlebî-Arais s.408,
    Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.327, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.361,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.232.

    [60] Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.327.

    [61] Taberî-Tefsir c.11,s.172, Sâlebî-Arais s.408,
    Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra C.1.S.327.

    [62] Sâlebi-Arais s.408.

    [63] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.232.

    [64] Taberî-Tefsir c.11,s.171.

    [65] Sâlebî-Arais s.408, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.361.

    [66] Sâlebî-Arais s.408, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.1,s.232.

    [67] Taberî-Tefsir c. 11,s. 171, Sâlebî-Arais s.408,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye C.1.S.232.

    [68] Sâlebî-Arais s.408-409, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.361.

    [69] Taberî-Tarih C.2.S.44, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.361.

    [70] Taberî-Tarih c.2,s.44.

    [71] Taberî-tarih c.2,s.44, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.361.

    [72] Ninevâ halkı arasında, yalan söyleyen ve kendisi için
    bir delil de, bulunmayan kimse, öldürülürdü. (ibn.Ebî Şeybe-Musannef
    c.11,s.542, Taberî-Tefsir c.11,s.172, Sâlebî-Arais s.408,409).

    [73] Taberî-Tarih c.2,s.44, Sâlebî-Arais s.408,
    ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.361.

    [74] Sâlebî-Arais s.408.

    [75] Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.327.

    [76] Sâlebî-Arais s.408, Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra
    c.1,s.327.

    [77] Taberî-Tarih C.2.S.44.

    [78] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.542, Taberî-tarih
    c.2,s.43, Sâlebî-Arais s.408.

    [79] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.542, Sâlebî-Arais s.409.

    [80] Taberî-Tarih c.2,s.43.

    [81] Taberî-Tarih c.2,s.44, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.361.

    [82] Sâlebî-Arais s.409.

    [83] Taberî-Tarih c.2,s.44.

    [84] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.542, Ebülferec
    ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.32.

    [85] Taberî-Tarih c.2,s.44.

    [86] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.542, Ebülferec-Tabsıra
    C.1.S.327.

    [87] Taberî-Tarih c.2,s.44, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.361.

    [88] Taberî-Tarih c.2,s.45, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.1,s.234

    [89] Taberî-Tarih c.2,s.45, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.361-362,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye C.1.S.234.

    [90] Taberî-Tarih c.2s.43.

    [91] Taberî-Tarih c.2,s.45, Sâlebî-Arais s.409, İbn.Esîr-Kâmil
    c.1,s.363.

    [92] Taberî-Tarih c.2,s.45, Sâlebî-Arais s.409,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.361-62, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.234.

    [93] Enbiyâ: 87.

    [94] Taberî-Tarih C.2.S.45, Sâlebî-Arais s.409-410,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1 ,s.362, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.234,
    A.Aliyyülmüttakî-Kenzül’ummal c.12,s.477.

    [95] A.Aliyyülmüttaki-Kenzül’ummal c.12,s.477.

    [96] Taberî-Tarih c.2,s.45, Sâlebî-Arais s.409-410,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s,362, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.234.

    [97] Hâkim-Müstedrek c.2,s.585, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.1,s. 233.

    [98] Sâlebî-Arais s.410, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
    C.1.S.328, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.362.

    [99] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11
    ,s.543Taberî-Tefsirc.17,s.79, Hâkim-Müstedrek c.2,s.584, Sâlebî-Arais s.410,
    Ebül­ferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.328, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.362,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.233.

    [100] Taberî-Tarih c.2,s.43, Sâlebî-Arais s.409,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.363.

    [101] Taberî-Tarih c.2,s.45.

    [102] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s,542, Taberî-Tarih
    c.2,s.44, Sâlebî-Arais s.410, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.362.

    [103] Taberî-Tarih c.2,s.45, Sâlebî-Arais s.410,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.362, Ebülfida-Elbidaye vennihaye d,s.235.

    [104] Sâlebî-arais s.410.

    [105] Taberî-Tarih c.2,s.44, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.362.

    [106] Taberî-Tarih c.2,s.44, Sâlebî-Arais s.410,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.362.

    [107] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.542, Sâlebî-Arais s.410.

    [108] Taberî-Tarih c.2,s.44, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.363.

    [109] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.542, Taberî-Tarih
    c.2,s.44, Sâlebî s.410, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.363.

    [110] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.542, Sâlebî-Arais s.410.

    [111] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.542, Taberî-Tarih
    c.2,s.44-45, Sâlebî-Arais s.410, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.363.

    [112] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.542, Sâlebî-Arais s.410.

    [113] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.542, Taberî-Tarih
    c.2,s.45.

    [114] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.542-543, Sâlebî-Arais
    s.410.

    [115] Taberî-Tarih c.2,s.45

    [116] Taberî-Tarih c.2,s.45, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.363

    [117] Sâlebî-Arais s.410.

    [118] Taberî-Tarih c.2,s.45.

    [119] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.543, Sâlebî-Arais s.410.

    [120] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.363.

    [121] Sâlebî-Arais s.410, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.363.

    [122] İbn.Esîr-Kâmil c.1,ss.363.

    [123] Taberî-Tarih C.2.S.45, Sâlebî-Arais s.410.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/147-157.

    * Bir
    Hadîs-i şerifde: Yûnus Aleyhisselâmın bu duasile düa eden Müslümanın duasının,
    muhakkak, kabul oluna­cağı bildirilmiştir. (Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,s.17O,
    Tirmizî-Sünen c.5,s.529, Hâkim-Müstedrek c.2,s.583, Münzirî-Etergîb vetterhıb
    c.2,s.488)

    [124] Enbiyâ: 87-88.

    [125] Sâffât: 140-148.

    [126] Kalem: 48-50.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/158.

    [127] Sâlebî-Arais s.411, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.363.

    [128] Sâlebî-Arais s.411.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/158-159.

    [129] İbn.Mâce-Sünen c.2,s.965, Hâkim-Müstedek c.2,s.584.

    [130] Yâkut-Mucemülbüldan c.5,s.398.

    [131] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.73.

    [132] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 2/159.

  • ELYESA ALEYHİSSELÂM

    ELYESA ALEYHİSSELÂM

     

    Elyesa’ Aleyhısselamın Soyu:

     

    Elyesa’ b.Ahtub[1],
    b.Adiy, b.Şütlem, b.Efrâîm, b.Yûsuf, b.Yâkub, b.İshak, b.İb-rahim
    Aleyhisselâm’dır[2].

    Elyesa’ Aleyhisselâm’ın, İlyas Aleyhisselâm’ın
    amcasının oğlu olduğu da söylenir[3].

     

    Elyesa’ Aleyhisselâm’ın İlyas Aleyhisselâm’a
    Halef Ve Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri:

     

    İlyas Aleyhisselâm, Bâlebek kralı tarafından
    arattırıldığı sıralarda, bir gece, İs­rail oğullarından çok yaşlı bir kadının
    evine sığınmış, saklanmıştı.

    Kadının, Elyesa’ adındaki oğlu, çok hasta idi.

    İlyas Aleyhisselâm’ın duasıyla iyileşince, Elyesa’
    İlyas Aleyhisselâm’a iman ve onun Peygamberliğini tasdik etti ve artık,
    yanından hiç ayrılmadı.

    İlyas Aleyhisselâm, nereye giderse, Elyesa’a
    Aleyhisselâm da oraya giderdi. İlyas Aleyhisselâm, yaşlanmış ve yaşı da bir
    hayli ilerlemişti. Elyesa’ Aleyhisselâm ise, yetişmiş bir gençti[4].

    İlyas Aleyhisselâm, Bâlebek kralından kurtulmak için
    Kasiyon dağında gizlen­diği zaman, Elyesa’ Aleyhisselâm da kendisininin yanında
    bulunuyordu.

    İsrail oğullarının arasından ayrılıp giderken de, onu,
    yerine bırakmıştı[5].

    Yüce Allah: İlyas Aleyhisselâm’dan sonra, Elyesa’
    Aleyhisselâm’ı İsrail oğul­larına peygamber olarak gönderdi. [6]

    İlyas Aleyhisselâm gibi, onu da, vahy ile te’yid
    eyledi[7].

    İsrail oğulları, Elyesa’ Aleyhisselâm’a iman ettiler,
    saygı gösterdiler.

    Emir ve re’yine göre hareket ettiler[8].

    Elyesa’ Aleyhisselâm; ömrünün sonuna kadar, İsrail
    oğullarının arasında ka-lıp[9]
    İlyas Aleyhisselâm’ın yoluna ve şeriatına sarılarak onları, Allah’a davete de­vam
    etti[10].

    Yüce Allah; Kur’ân-ı keriminde, Peygamberlerden:Nûh,
    İbrahim, Lut, İshak.Yâ-kub, Yûsuf, Eyyûb, Mûsâ, Harun, Dâvud, Süleyman, İlyas,
    Zekeriyya, yahyâ ve İsâ Aleyhisselâmları överek andıktan sonra[11],

    “İsmail’i, Elyesa’ı Zülkifl’i de, an!

    (İşte) bütün bunlar, hayırlıflnsanjlardı’[12].

    “İsmail’i, Elyesa’ı, Yûnüsü Lut’u da (hidayete,
    peygamberliğe kavuşturduk)

    Her birine, âlemlerin üstünde yüksek meziyetler
    verdik.

    Onların babalarından, zürriyetlerinden, kardeşlerinden
    kimini de (yine üstün im­tiyazlara mazhar kıldık). Onları seçtik, onları doğru
    bir yola götürdük.

    İşte, o (yol), Allah’ın hidayet yoludur ki, o, bunu
    kullarından, kime dilerse ona nasîb eder.

    Eğer, onlar da (Allah’a) şerîk koşsalardı,
    yapageldikleri her şey, kendi hisapları-na, elbette boşa gitmişti.

    Onlar, kendilerine Kitab, Hikmet ve Peygamberlik
    verdiklerimizdir…” buyurur[13].
    Ona ve gönderilen bütün peygamberlere selâm olsun![14]



    [1] Taberî-Tarih c.1,s.239, Sâlebî-Arais s.259,
    ibn.Esîr-Kâmi! 0.1,s.213, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.4.

    [2] ibn.Asâkirden naklen Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,
    s.4.

    [3] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.4.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/143.

    [4] Taberî-Tarih c.1,s.239, Sâlebî-Arais s.259,
    ibn.Asâkir-Tarih c.3,s.99,

    [5] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.4

    [6] ibn.Kuteybe-Maarif s.24, Taberi-Tarih c.1, S.240,
    Sâlebî Arais s.261.

    [7] İbn Kuteybe-Maarif s.24, Sâlebî-Arais s.260.

    [8] Sâlebî-Araîs s.260.

    [9] Taberî-Tarih c.1,s.24O, Sâlebî-Arais s.260,
    Ebülfidâ-Elbidaye vennihaye c.2,s.4.

    [10] Ebülfidâ-Elbidaye vennihaye c.2, s.4.

    [11] En’am: 74-85.

    [12] Sâd: 48.

    [13] En’am: 86-89.

    [14] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 2/143-144.

  • İLYAS ALEYHİSSELÂM

    İLYAS ALEYHİSSELÂM

     

    İlyas Aleyhisselâmın Soyu:

     

    İlyas b. Yasin, b. Finhas, b.
    Ayzar, b. Hârûn, b. İmran (A.S)’dır.[1]

     

    İlyas Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:

     

    İlyas Aleyhisselâm: uzun boylu,
    zayıf bedenli, kıvırcık saçlı,[2]  büyük
    başlı, çekik ve yapışık karınlı, ince bacaklı idi.

    Kendisinin başında da, kırmızı bir
    ben vardı. [3]

     

    İlyas Aleyhisselâmın Peygamber Oluşu:

     

    İlyas Aleyhisselâm; Yüce Allah
    tarafından gönderilen Peygamberlerdendi. [4]

    Kendisi, dağlar ve çöller sahibi
    olup Rabb’ine, tenhâlarda ibâdetle meşgul olurdu. [5]

    Hızkıl Aleyhisselâmdan sonra,
    İsrail oğulları içinde bir çok bid’atlar ihdas edil­miş[6]
    onlar, Yüce Allah’ın, kendilerinden aldığı Ahd ve Mîsâkı, unutmakla kal­mamışlar,
    putlar dikip onlara tapmağa da, başlamışlardı.

    Bunun üzerine, Yüce Allah, onlara,
    İlyas Aleyhisselâmı, Peygamber olarak gönderdi. [7]

    Mûsâ Aleyhisselâmdan sonra İsrail
    oğullarına gönderilen Peygamberler, an­cak, kendilerinin, Tevrat’tan
    unuttuklarını, onların hatırlarına getirmekte, yenile­mekte idiler. [8]

    İsrail oğulları, o zaman, Şam
    ülkesinde dağınık bir halde ve başlarında da, bir çok krallar bulunuyordu.

    Çünkü, Yûşa’ b. Nün Aleyhisselâm;
    Şam ülkesini feth ettiği zaman, oraya, İs­rail oğullarını hâkim kılmış ve Şam
    topraklarını, onlar arasında bölüştürmüştü.

    İsrail oğullarının on iki Sıbtından
    biri olan İlyas Aleyhisselâmın Sıbtı da, Bâle-bek ve nahiyelerini almış ve
    oralara yerleşmiş bulunuyordu.

    Yüce Allah, onlara, İlyas
    Aleyhisselâmı Peygamber olarak göndermişti. [9] Şam
    krallarından her bir kral, hükmü altına aldığı nahiyeyi sömürmekte idi. [10]
    Şam krallarından Bâlebek kralı, diğer krallar arasında, doğru yolda idi. [11]
    Bunun için, İlyas Aleyhisselâm, onun yanında bulunur, işlerini, yoluna koyardı.
    Gerek kral ve gerekse kralın zevcesi, İlyas Aleyhisselâmı dinler ve doğrulardı.
    Öteki İsrail oğulları ve kralları ise, edinmiş oldukları Ba’l putuna
    taparlardı. [12]

    Ba’l: altundan yapılmış bir kadın
    heykeli olup göz bebekleri Yakuttan yapılmış, başına da, inci ve cevherlerle
    süslü tac konulmuştu. [13]

    İlyas Aleyhisselâm, kavmine:
    “Siz (Allâh’dan) korkmaz mısınız?!

    O, en güzel Yaratanı, sizin de,
    önceki atalarınızın da, Rabb’i olan Allah’ı, bıra­kıp ta, Ba’l’e mi
    tapıyorsunuz?!” dedi. [14]

    Onları, Yüce Allah’a iman ve
    ibadete davet etti. [15]
    Fakat, onlar, İlyas Aleyhisselâmı, yalanladılar. [16]

    Bâlebek kralından başka hiç birisi,
    onu, dinlemediler ve söylediklerini, kabul etmediler. [17]

    Bâlebek kralının sarayının yanında,
    İsrail oğullarından sâlih bir zatın, güzel bir bahçesi bulunuyor, kendisi,
    oradan, geçimini sağlıyordu.

    Kral ve karısı, orada, gezinirler,
    yerler, içerler, istirahat ederlerdi. Halk, orayı, krala lâyık görürler,
    sahibinin elinden almadığına şaşarlardı. Kral; bahçe sahibine karşı, komşuluk
    hakkını, gözetir, çok iyi davranırdı.

    Kralın karısı ise, bahçeyi, ele
    geçirmeyi, düşünür, kralı, bu hususta kandı­ramazdı.

    Kralın, uzun bir sefere çıkışından
    yararlanarak, bahçe sahibini, krala sövme iddiası ve yalancı şâhidler
    ikamesiyle öldürtüp bahçesini gasbetti.

    Kral, seferden dönünce, karısına;

    “Sen, hükmünde, hiç de, hayra
    isabet etmemişsin.

    Ben, bundan sonra, hiç bir zaman,
    felah bulacağımızı sanmıyorum!..

    Senin, ona karşı, bir cür’etin,
    ancak, cahilliğinden, kötü görüşlülüğünden, so­nucu, nereye varacağını,
    düşünememenden ileri gelmiştir!” diyerek itabetti, çıkıştı. Kralın karısı:

    “Ben, ona, ancak, senin için
    kızdım ve senden dolayı, o hükmü verdim.” dedi. Kral:

    “Bir kraliçe olarak, senin,
    bir tek adamı ve onun komşuluk hakkını korumak üzere göstereceğin geniş
    usluluğun, büyük hoşgörülüğün ve affediciliğin nerede kaldı?” dedi.

    Kraliçe:

    “Olmayacak şey, oldu!”
    dedi.

    Yüce Allah, İlyas Aleyhisselâma, bu
    hâdiseyi vahy ile bildirdi.

    Yaptıkları şeyden dolayı, tevbe
    etmedikleri ve gasbettikleri bahçeyi, öldürülen zatın varislerine geri
    vermedikleri takdirde, o bahçe içinde her ikisinin de, öldü­rülüp
    bırakılacaklarını ve etlerinin, kemiklerinden ayrılacağını, haber verdi.

    Bunun üzerine, kral, İlyas
    Aleyhisselâma kızdı. [18]

    Kralın yanına, putlara tapanlardan
    bir topluluk gelmişti. Ona:

    “Sen, dalâlet ve boş şeyden
    başkasına davet olunmuyorsun!

    Sen de, kralların taptığı şu
    putlara tap!

    Üzerinde bulunduğun dini,
    bırak!” dediler. [19]

    Bunun üzerine, kral, bir gün:

    “Ey İlyas! Vallahi, ben, senin
    davet ettiğin şeyin, boş olmaktan başka bir şey olmadığını görüyorum!”
    dedi ve İsrail oğulları krallarından, Allah’ı, bırakıp puta tapanları birer
    birer sayarak:

    “Onlar da, bizim gibi yiyor,
    içiyor ve nimetler içinde hüküm sürüyor!

    Senin, bâtıl ve boş dediğin din ve
    inanışları, onların dünyasından hiç bir şey eksiltmiyor.

    Kendimizde ise, onlara nazaran, bir
    üstünlük görmüyoruz!” deyince[20] İlyas
    Aleyhisselâmın, başının saçı ve vücudunun tüyleri ürperdi, dikenleşti. [21]

    “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi
    râciûn = Bizler, Allah’ın kullarıyız ve Ona, dönücü­leriz!” diyerek kralın
    yanından ayrıldı.

    Kral da, putlara tapan öteki
    arkadaşlarının yaptıklarını, yaptı, Allah’ı, bırakıp putlara taptı. [22]

    Sonra da, ilyas Aleyhisselâmı
    öldürmeğe kalkıştı.

    Bunun üzerine, İlyas Aleyhisselâm,
    dağlarda ve mağaralarda yedi yıl gizlendi.

    Yerdeki bitkilerden ve ağaçlardaki
    meyvalardan yiyerek yaşadı.

    Kral, onu, yakalatmak için, adamlar
    saldı ise de, ele geçirmeğe muvaffak olamadı. [23]

    İlyas Aleyhisselâm, kral tarafından
    arattırıldığı sıralarda, bir gece, İsrail oğulla­rından bir kadının evine
    sığınmış, saklanmıştı.

    Kadının, Elyesa’ b. Ahtub adındaki
    oğlu çok hasta idi. İlyas Aleyhisselâmın du-asıyla iyileşince, Elyesa’
    Aleyhisselâm, İlyas Aleyhisselâma iman ve onun pey­gamberliğini tasdik edip
    artık, onun yanından hiç ayrılmadı.

    İlyas Aleyhisselâm, nereye giderse,
    o da, oraya giderdi. İlyas Aleyhisselâm, yaşlanmış ve yaşı da, bir hayli
    ilerlemişti. Elyesa’ Aleyhisselâm ise, yetişmiş bir gençti. [24]
    İlyas Aleyhisselâm, İsrail oğullarının azdıklarını görünce:

    “Ey Allâhı’m! İsrail oğulları,
    Seni, tanımamağa, Senden başkasına tapınmağa başladılar.

    Nimetlerinden, onlara verdiklerini,
    değiştir!

    Ey Allah’ım! Onlardan, yağmuru,
    tut!” diyerek dua etti.

    Üç yıl, yağmur yağmadı.

    Büyük küçük baş hayvanlar,
    böcekler, ağaçlar, kuraklıktan, mahvoldu.

    İnsanlar, çok şiddetli bir kuraklık
    ve darlık içine düştüler. [25]

    İlyas Aleyhisselâm, İsrail
    oğullarının yanına varıp, onlara:

    “Siz, kuraklıktan, darlıktan,
    mahvoldunuz.

    Ehlî, vahşî hayvanlar, kurtlar,
    kuşlar, böcekler, ağaçlar da, sizin hatalarınız yü­zünden, mahvoldular.

    Siz, boş şey üzerinde aldanıp
    duruyorsunuz. [26]

    Eğer, bu filinizden dolayı,
    Allah’ın, size gazap ettiğini; kendisine yalvardığınız ve hak ve hayırlı
    olduğunu söylediğiniz putların, öyle olup olmadığını, öğrenmek istiyorsanız,
    onları çıkarınız ve kendilerine yalvarınız.

    Eğer, onlar, sizin duanızı kabul
    ederlerse, dediğiniz gibi, onlar, haktır. Şayet, onlar, bunu, yapamazsa,
    biliniz ki: Siz, boş bir şey üzerindesinizdir. Ondan, hemen ayrılınız.

    Ben de, üzerinizdeki belânın
    kaldırılması için, Allah’a dua edeyim.”‘dedi. “Sen, insaflı
    davrandın!” dediler. Hemen putlarını çıkarıp onlara yalvardılar.
    Kendilerinin ne duaları kabul olundu, ne de, üzerlerindeki belâ kaldırıldı. [27]
    Dalâlette ve boş bir şey üzerinde bulunduklarını, anladılar. [28]
    “Ey İlyas! Biz, mahvolduk. Allah’a, bizim için, dua et!” dediler.

    İlyas Aleyhisselâm da, onların
    üzerlerindeki belânın kaldırılması ve yağmura kavuşmaları için, Allah’a dua
    etti.

    Allah’ın izniyle, denizin arkasından
    kalkan gibi bir bulut çıkarıldı.

    Ona, bakıp durdukları sırada,
    buluttan, iri damlalı yağmur atıştırmağa ve son­ra da, çoğalmaya başladı ve en
    sonunda, Allah, yağdırdığı yağmurla, onları ku­raklıktan kurtardı.

    Kuraklıktan yanıp kavrulmuş olan
    yurdları, canlandırıldı, içinde kıvrandıkları belâ, üzerlerinden kaldırıldı. [29]

    Fakat, onlar, ne putperestlikten
    ayrıldılar, ne de, hakka döndüler. [30]
    Üzerinde bulundukları hali, daha kötü olarak devam ettirdiler.

    İlyas Aleyhisselâm; onların, böyle
    küfürlerinde direndiklerini gördüğü zaman, artık, ruhunu kabzetmesini, onlardan
    kurtarıp rahata kavuşturmasını, Rabb’inden, diledi. Kendisine:

    “Filan günü, bekle! [31]
    Filan yere, git!

    Orada, sana gelecek şeyi’[32],
    ateş gibi renkli hayvanı, gördüğün zaman, ona, bin! [33]
    Ondan, korkma!” buyruldu. [34]

    Gidilecek gün, geldiği zaman[35]‘,
    İlyas Aleyhisselâm, yanında, Elyesa’ Aleyhis­selâm olduğu halde, kendisine
    anılan ve gitmesi emrolunan yere gitti. [36]

    At suretinde, ateş renginde[37],
    ateşten bir at gelip İlyas Aleyhisselâmın önün­de durdu.

    İlyas Aleyhisselâm, hemen, onun
    üzerine sıçrayıp bindi ve gitti. Elyesa’ Aleyhisselâm, arkasından:

    “Ey İlyas! Ey İlyas! Bana, ne
    emrediyorsun?” diyerek seslendi. [38] Yüce
    Allah, İlyas Aleyhisselâmı, Şam’a kaldırdı, semâya değil. [39]

    İlyas Aleyhisselâm, kilimini,
    gökten, Elyesa’ Aleyhisselâma, bıraktı ki, bu, ken­disinin, onu, İsrail
    oğullarının üzerine Halîfe yaptığına bir alâmetti. [40]
    Zâten, ay­rılırken, onu, yerine bırakmış bulunuyordu. [41]

    İlyas Aleyhisselâmın, hâlâ sağ olup
    her yıl Hac Mevsiminde Hızır Aleyhisse-lâmla buluştukları da, rivayet edilir.[42]

    İlyas Aleyhisselâm, gittikten
    sonra, Yüce Allah, Bâlebek kralı, kıraliçesi ve İs­rail oğulları üzerine,
    düşmanlarını, musallat ve muzaffer kıldı. Akılları, başların­dan, gitti.
    Nereye, gideceklerini, kaçacaklarını, bilemediler. [43]

    Kral da, kraliçe de, sahibini
    öldürüp gasbettikleri bostanda öldürülerek bıra­kıldılar.

    Etleri, dökülünceye, kemikleri
    çürüyünceye kadar cesedleri orada ortada kaldı! [44]

    Yüce Allah, İlyas Aleyhisselâm
    hakkında şöyle buyurur:

    “Biz, ona, sonra gelen
    (Peygamberler ve ümmet)ler içinde (iyi bir nam) bıraktık.

    (Bizden) selâm İlyas’al

    Şüphe yok ki: Biz, iyi hareket
    edenleri, böyle mükâfatlandırırız.

    Gerçekten, o, Mü’min
    kullarımdandı!” [45]

    Ona ve gönderilen bütün
    Peygamberlere selâm olsun![46]

     

     



    [1] ibn.İshak’dan naklen Taberî-Tarih c.1,s.239,
    Sâlebî-Arais s.252, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.212.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 2/135.

    [2] Mîr-Hâvend-Ravza-tussafa Terceme s.298.

    [3] Hâkim-Müstedrek c.2,s.583.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/135.

    [4] Sâffât: 123.

    [5] Hâkim-Müstedrek c.2,s.583.

    [6] Mûsâ Aleyhisselâmın Şeriatı ve Tevrat bozulmuş (Mîr
    Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.294).

    [7] Taberî-Tarih C.1.S.238-239, Sâlebî-Arais s.252,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.212, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1,s.132.

    [8] Taberî-Tarih c.1,s.239, Sâlebî-Arais s.252,
    İbn.Asâkir-Tarih c.3,s.98, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.212.

    [9] Sâlebî-Arais s.252-253.

    [10] Taberî-Tarih c.1,s.239, İbn.Asâkir-Tarih c.3,s.99,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.212.

    [11] İbn.Asâkir-Tarih c.3,s.99.

    [12] Taberî-Tarih c.1,s.239.

    [13] İbn.Asâkir-Tarih c.3,s.99.

    [14] Sâffât: 124-126.

    [15] Taberî-Tarih c.1,s.239.

    [16] SâHât: 127.

    [17] Taberi-Tarih c.1,s.239.

    [18] Şâlebî-Arais s.253-254.

    [19] İbn.Asâkir-Tarih c.3,s.99.

    [20] Taberî-Tarih c.1,s.239, Şâlebî-Arais s.254,
    ibn.Asakir-Tarih c.3,s.99, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.212.

    [21] Taberî-Tarih c.1,s.239, İbn.Asâkir-Tarih c.3,s.99.

    [22] Taberî-Tarih c.1,s.239, ibn.Asâkir-Tarih c.3,s.99,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.212.

    [23] Sâlebî-Arais s.254.

    [24] Taberî c.1,s.239, Salebî s.259, ibn.Asâkir c.3,s.99.

    [25] Taberî-Tarih c.1,s.239, Sâlebî-Arais s.258,
    İbn.Asâkir-Tarih c.3,s.99,100.

    [26] Taberî-Tarih c.1,s.24O.

    [27] Taberî-Tarih c.1,s.24O, Sâlebî-Arais s.259.

    [28] Taberî-Tarih c.1,s.24O.

    [29] Taberî-Tarih c.1,s.24O, Sâlebî-Arais s.259, İbn.Asakir-Tarih
    c.3,s.100, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.213.

    [30] Taberî-Tarih c.1,s.24O, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.213.

    [31] Taberî-Tarih c.1,s.24O, Sâlebî-Arais s.259,
    İbn.Asakir-Tarih c.3,s.100

    [32] Taberî-Tarih c.1,s.24O, Sâlebî-Arais s.259

    [33] İbn.Asakir-Tarih c.3,s.1O0

    [34]  Taberî-Tarih c.1,s.24O, Sâlebî-Arais s.259.

    [35] İbn.Asakir-Tarih c.3,s.100

    [36] Taberî-Tarih c.1,s.24O, Sâlebî-Arais s.259

    [37] İbn.Asakir-Tarih c.3,s.100

    [38] Taberî-Tarih c.1,s.24O, Sâlebî-Arais s.259,
    İbn.Asakir-Tarih c.3,s.100.

    [39] Hâkim-Müstedrek c.2,s.583.

    [40] Sâlebî-Arais s.259, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.214

    [41] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.4

    [42] Taberî-Tarih c.1,s.188, Sâlebî-Arais s.224,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.16O.

    [43] Sâlebî-Arais s.259

    [44] Sâlebî-Arais s.259-260, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.214.

    [45] Sâffât: 129-132

    [46] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 2/135-140.

  • HIZKIL ALEYHİSSELÂM

    HIZKIL ALEYHİSSELÂM

     

    Hızkıl Aleyhisselâmın Soyu Ve Künyesi:

     

    Hızkıl[1]
    b. Bûzi[2],
    Bûri[3]
    veya Nûridir[4]

    Hızkıl Aleyhisselâmın annesi yaşlanıp çocuk doğurmaz
    hale geldikten sonra, Yüce Allâh’dan bir oğul dilemiş ve Hızkıl Aleyhisselâm,
    ihsan olunmuştur.

    Bunun için, Hızkıl Aleyhisselâm (İbnül’acûz = Koca
    Karının Oğlu) diye anılmıştır. [5]

     

    Hızkıl Aleyhisselâmın Peygamber Ve Binlerce
    Ölünün Dirilişine Vâsıta Ve Şâhid Oluşu:

     

    Hızkıl Aleyhisselâm; İsrail oğulları Peygamberlerinden
    olup[6]
    Kâlib b.Yufenna ve oğlunun vefatından sonra, Yüce Allah, onu, İsrail oğullarına
    Peygamber ola­rak göndermişti. [7]

    Bakare sûresinin:

    “(Sayıları) binlerce olduğu halde, ölüm korkusuyla,
    yurdlarından çıkanları, gör­medin mi?

    Allah, onlara:

    “Ölünüz!” buyurdu.

    Sonra da, kendilerini, diriltti.

    Her halde, Allah, insanlara karşı, fazi (ve inayet)
    sahibidir.

    Fakat, insanların pek çoğu, şükretmezler.”
    mealindeki 243. âyetinin tefsirinde deniliyor ki:

    İsrail oğullarından; belâya ve zamanın mihnet ve
    meşakkatına uğrayan bazı insanlar, uğradıkları belâ ve meşakkatlerden
    şikâyetlenmişler ve:

    “Âh! Ne olurdu, keşke, biz ölmüş olsaydık ta, şu
    içinde bulunduğumuz şeyler­den, rahata kavuşsaydık!” demişlerdi.

    Bunun üzerine, Yüce Allah, Hızkıl Aleyhisselâma Vahy
    edip:

    “Senin kavmin, belâdan çığlık koparıyor.

    Onlar, ölecek olurlarsa, rahata kavuşuvereceklerini
    sanıyor ve arzuluyorlar!

    Onlar için, ölmekte hangi rahatlık var?

    Onlar, benim, kendilerini, öldükten sonra,
    diriltemeyeceğimi mi sanıyorlar?

    Filan yerdeki makbere’ye kadar git!

    Orada, dört bin ölü bulunmaktadır.

    Onların arasında ayağa kalkıp kendilerine seslen!

    Onların kemikleri, darmadağın bir haldedir.

    Onların kemiklerini, kuşlar ve yırtıcı hayvanlar,
    dağıtmışlardır!” buyurdu.

    Bunun üzerine, Hızkıl Aleyhisselâm:

    “Ey kemikler! Yüce Allah, sana, toplanmanı,
    emrediyor!” diyerek seslenince, kemikler, ölülerden her insanın yanında
    toplanıverdiler!

    Hızkıl Aleyhisselâm, ikinci kez:

    “Ey kemikler! Yüce Allah, sana ete bürünmeni
    emrediyor!” diyerek seslenin­ce, kemikler, hemen ete etten sonra da,
    deriye bürünüp cesedler haline geldiler.

    Hızkıl Aleyhisselâm; üçüncü kez:

    “Ey Ruhlar! Yüce Allah, sana cesedlerine geri
    dönmeni emrediyor!” diyerek seslendi.

    Allah’ın izniyle hepsi ayağa kalktılar ve bir kerre
    tekbir getirdiler. [8]
    Bu hususta, daha başka ve değişik rivayetler de, vardır. [9]

    Nitekim, ölen insanların, yurdlarında çıkan Tâûn’a
    yakalanmaktan[10]
    veya Al­lah yolunda savaşmaktan[11]
    korkup kaçtıkları ve vardıkları yerde öldükleri de ri­vayet edilir. [12]

    Hızkıl Aleyhisselâm, İsrail oğulları arasında yirmi
    yedi yıl kalmıştır. [13]

    İsrail oğulları, renkten renge giren, değişik halli
    bir kavim olduklarından, Hızkıl Aleyhisselâmın emirlerini dinledikleri de,
    dinlemedikleri de, olurdu.

    Hızkıl Aleyhisselâm, onların, bu hallerinden incinip
    Babil diyarına hicret etti, vefatına kadar, orada kaldı.

    Kabrinin, Halle (Hılle) ile Küfe arasında bulunduğu ve
    Yahudîlerin onun kabri­ne son derecede saygı saygı gösterdikleri söylenir. [14]

    Halle: Bağdad’a, üç Fersah uzaklıkta bir kariyedir. [15]
    Ona ve gönderilen bütün Peygamberlere selâm olsun![16]

     

     



    [1] İbn.Kuteybe-Maarif s.23, Taberî-Tarih c.1,s.237,
    Sâlebî-Arais s.250, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.21O, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.2,s.3.

    [2] İbn.Kuteybe-Maarif s.23, Taberî-Tarih c.1,s.237,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3.

    [3] Sâlebî-Arais s.250.

    [4] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.21O.

    [5] Taberî-Tarih c.1,s.237, Sâlebî-Arais s.250,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.21O.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/129.

    [6] Taberî-Tarih c.1,s.237.

    [7] Sâlebî-Arais s.250.

    [8] Taberi-Tefsir c.2,s.586, Tarih c.1,s.237, Sâlebî-Arais
    s.252.

    [9] Taberî-Tarih c.1,s.237-238, Sâlebî-Arais s.251-252,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.211-212.

    [10] ibn.Kuteybe-Maaril s.23, Taberî-Tarih c.1 ,s.237-238,
    Hâkim-Müstedrek c.2,s.281, Sâlebî-Arais s.252, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.210.

    [11] Taberî-Tefsir c.2,s.590, Sâlebî-Arais s.252.

    [12] ibn.Kuteybe-Maarif s.23, Taberî-Tarih c.1 ,s.237-238,
    Hâkim-Müstedrek C.2.S.281, Sâlebî-Arais s.251-252, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.210,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3.

    [13] Yâkubî-Tarih c.1,s.64.

    [14] Mîr Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.293.

    [15] Yâkut-Mûcemülbüldan C.2.S.295.

    [16] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 2/129-131.

  • KALİB B

    KALİB B. YUFENNA
    ALEYHİSELÂM

     

    Kâlib b. Yüfenna Aleyhisselâmın Soyu:

     

    Kâlib b. Yüfena[1],
    b. Bariz (Fariz), b. Yehuza[2],
    b. Yâkub[3]
    b. İshak, b. İbra­him Aleyhisselâmdır. [4]

    Kâlib b. Yüfenna Aleyhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâmın kız
    kardeşi Meryem’in kocası[5]
    veya Mûsâ Aleyhisselâmın damadı idi. [6]

     

    Kâlib b. Yüfenna Aleyhisselâmın İsrail
    Oğullarını İdareye Memur Edilişi Ve Bazı Faziletleri:

     

    Mûsâ Aleyhisselâm; Yûşa’ b. Nun Aleyhisselâmı yanına
    alıp Hızır Aleyhisse-lâmı aramağa gittiği zaman, yerine, Kâlib b. Yüfenna’yı.
    İsrail oğullarının üzerine vekil bırakmıştı. [7]

    İsrail oğullarını, Mûsâ Aleyhisselâmın, Eriha’daki
    zorbalarla savaş emrine itâ-ata davet ve teşvik ettikleri ve Allah’ın nimetine
    erdikleri bildirilen iki Er’den[8]
    bi­risinin de, Kâlib b. Yüfenna Aleyhisselâm olduğu rivayet edilir. [9]

    Yûşa’ b.Nûn Aleyhisselâm vefat edeceği sırada, Kâlib
    b. Yüfenna Aleyhisse­lâmı, İsrail oğulları üzerine vekil bıraktı. [10]
    O da, ondan sonra, onları yönetti. [11]
    Kâlib b.Yüfenna Aleyhisselâm; Sâlih[12]
    ve Mücahid bir zat idi.

    Yûşa’ b.Nûn Aleyhisselâmın hastalığı sırasında dinden
    dönen Kral Bârık ve ce-mâatıyla savaşarak onları hezimete uğratıp binlercesini
    öldürdükten sonra, Mısır üzerine yürümüş ve orayı da, fethetmiştir. [13]

    Kâlib b.Yüfenna Aleyhisselâm, vefatına kadar, İsrail
    oğullarını güzelce yönet­miş, vefat edeceği sırada, yerine, oğlu Yusakus’u,
    bırakmıştır. [14]

    Ona ve gönderilen bütün peygamberlere selâm olsun![15]

     

     



    [1] ibn.Kuteybe-Maarif s.20, TaberîqTarih c.1,s.236-237,
    Mes’ûdî-Murucuzzeheb d.s.52, Sâlebî-Arais s.250.

    [2] ibn.Kuteybe-Maarif s.20, Mes’ûdî-Murucuzzeheb
    c.1,s.52.

    [3] jbn.Kuteybe-Maarif s.20, Yâkubî-Tarih c.1,s.31.

    [4] jbn.Sa’d-Tabakat c.1,s.54.

    [5] İbn.Kuteybe-Maarif s.20.

    [6] Sâlebî-Arais s.250.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/125.

    [7] Mîr Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.292.

    [8] Mâide: 23.

    [9] Taberî-Tefsir c.6,s.176, Mes’ûdî-Murucuzzeheb
    c.1,s.52, Sâlebî-Arais s.250.

    [10] Sâlebî-Arais s.250.

    [11] Taberî-Tarih c.1,s.236-237, Mes’ûdî-Murucuzzeheb
    c.1,s.52, Sâlebî-Arais s.250.

    [12] Muhyiddin b.Arabî-Muhadaratülebrar c.1,s.131.

    [13] Mîr-Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.291-292.

    [14] Sâlebî-Arais s.250.

    [15] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 2/125-126.