Peygamberler Tarihi M.Asım Köksal

DAVUD ALEYHİSSELÂM

DAVUD
ALEYHİSSELÂM

 

. 2

Dâvûd
Aleyhısselamın Soyu:
2

Dâvûd
Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:
2

Dâvûd
Aleyhisselâmın Hor Görülüşü Ve Kendisine Davar Güttürülüşü:
2

Dâvûd
Aleyhisselâmın Davar Güderken Karşılaştığı Haller:
2

Dâvûd
Aleyhisselâmın Câlût’la Karşılaşıp Onu Öldürüşü:
3

Tâlût’un Dâvûd
Aleyhisselâmı Kıskanarak Öldürmeğe Kalkışı:
5

Dâvûd
Aleyhisselâmın Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri:
5

Dâvûd
Aleyhisselâmın Mescidi Aksâ’yı Yaptırmağa Teşebbüs Edişi:
8

Kur’ân-I
Kerimin Dâvûd Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması :
10

Dâvûd
Aleyhisselâmın Vefatı:
11

Dâvûd
Aleyhisselâma Peygamberimiz Ve Ümmeti Hakkında İnen Vahy:
13

 

 

Dâvûd Aleyhısselamın Soyu:    Başa
Dön

 

Dâvûd b.İşâ[1]
Aleyhisselâm; Yehûza b.Yâkub, b.İshak, b.İbrahim Aleyhisselâmın soyundandır. [2]

 

Dâvûd Aleyhisselâmın Şekil Ve
Şemaili:
    Başa Dön

 

Dâvûd Aleyhisselâm: kısa boylu[3],
hastalıklı, ak tenli, mavi gözlü, kırmızı yüz­lü, ince bacaklı, düz[4]
ve az saçlı idi. [5]

Tepesinin saçı dökülüp açılmıştı. [6]

Gür ve güzel sesli, güzel huylu[7],
temiz kalbli[8] ve çok
anlayışlı idi. [9]

 

Dâvûd Aleyhisselâmın Hor Görülüşü
Ve Kendisine Davar Güttürülüşü:
    Başa Dön

 

İsa’nın, Dâvûd Aleyhisselâmdan
başka, duvar gibi on iki oğlu daha vardı.

Dâvûd Aleyhisselâm, kısa boylu ve
vücudca, çelimsiz olduğu için, babası İşa, onu, hor görür, insanlar arasına
çıkarmaktan utanır, ona, davarlarını güttürürdü.

Onu, Şemûyel Aleyhisselâma da,
öteki oğullarıyla birlikte göstermek iste-memişti. [10]

 

Dâvûd Aleyhisselâmın Davar Güderken
Karşılaştığı Haller:
   
Başa Dön

 

Dâvûd Aleyhisselâm, bir gün[11],
babasının yanına gelip[12]:

“Ey Babacığım! Ben, şu
sapanımla, attığım her şeyi, muhakkak, vuruyor, yere düşürüyorum!” dedi. [13]

Babası:

“Ey oğulcuğum! Seni,
müjdelerim: Allah, senin rızkını, Sapanının içine, koy­muştur!” dedi.

Dâvûd Aleyhisselâm, başka bir gün,
yine, babasının yanına gelip

“Ey babacığım! [14]
Dağlar arasına girdiğimde, yuvasında duran bir arslana rastladım! Hiç
korkmadan, onun üzerine binip kulaklarını tuttum!” dedi[15]

Babası:

“Müjdelerim seni ey oğulcuğum!
Hiç şüphesiz, bu da, Allanın, sana verdiği bir hayırdır.” dedi. [16]

Dâvûd Aleyhisselâm, yine, başka bir
gün de, babasına gelip[17]:

“Ey babacığım! [18]
Ben, dağların arasında yürüyüp giderken, Allâhı, Teşbih ediyor (Sübhânallâh!)
diyorum.

Hiç bir dağ kalmamak üzere, bütün
dağlar, benimle birlikte, Allah’ı Teşbih edi­yor, (Sübhânallâh!)
diyorlar.” dedi.

Babası:

“Müjdelerim seni ey oğulcuğum!
Hiç şüphesiz, bu da, Allanın, sana verdiği bir hayırdır.” dedi. [19]

Dâvûd Aleyhisselâmın babası, çok
yaşlı bir ihtiyardı,

Dâvud Aleyhisselâmın kardeşleri,
Câlut’la savaşmak üzre, Tâlut’la birlikte git­mişlerdi.

Dâvûd Aleyhisselâm, babasının
davarlarını gütmek üzere, geride kalmıştı.

İsrail oğullarıyla Amâlıkalar,
çarpışmak için, birbirlerine yaklaşmış bulunu­yorlardı.

Dâvûd Aleyhisselâm, davarlarını
yayarken, kendisine bir ses geldii ki: “Ey Dâvûd! Sen, Câlût’u,
öldüreceksin!

Sen, şurada durup ne yapacaksın?
Haydi, davarlarını, Rabb’ına, emânet et de, kardeşlerine kavuş!

Tâlût; Câlût’u, öldürecek kimseye,
malının yarısını vermeyi ve kızını da, onun­la evlendirmeyi va’d etmiş
bulunmaktadır!” diyordu.

Dâvûd Aleyhisselâm, hemen,
davarlarını, Rabb’ine emânet etti. Gidip babası­nın yanına vardı.

Babası, ona:

“Sen, davarlarını, ne
yaptın?” diye sordu.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Ben, onlara, en koruyucu
Birini, Vekil ettim!” deyince, babası, onun bu sö­zünden, davarlara,
ancak, çoban arkadaşlarından bazısını vekil ettiğini sanmıştı.

Savaşa giden kardeşleri için azık
hazırlayıp:

“Ey oğulcuğum! Hemen,
kardeşlerinin yanına git. Düşmanları karşısında, on­ları, güçlendirmek üzere,
yaptığımız şeyleri, kendilerine teslim et!

Durumlarını, gör, benim yanıma ve
işinin başına dönmekte acele et!” dedi.

Dâvûd Aieyhisselâm, kardeşlerinin
azıklarını, asasını, torbasını ve sapanını yük­lenip hemen yola çıktı.

Yolda giderken, bir taş:

“Ey Dâvûd! Beni, götür! Senin
için -Allah’ın izniyle- Câlût’u, öldüreyim!” diye­rek seslendi.

Dâvûd Aleyhisselâm, onu, alıp
torbasına koydu. Sonra, yoluna devam etti.

Başka bir taş, ona:

“Ey Dâvûd! Beni de, al!”
diye seslendi.

Dâvûd Aleyhisselâm, ona:

“Sen, kimsin?” diye
sordu.

Taş:

“Ben, İshak’ın taşıyım ki, o,
benimle, şunları, şunları, öldürdü!

Ben -Allah’ın izniyle- Câlût’u,
öldürürüm!” dedi.

Dâvûd Aleyhisselâm, onu da, alıp
torbasına koydu.

Sonra, yoluna devam etti.

Daha başka bir taşa rastladı ki:

“Ey Dâvûd! Beni de, yanına
al!” dedi.

Dâvûd Aleyhisselâm, ona:

“Sen, kimsin?” diye
sordu.

Taş:

“Ben, Yâkub’un taşıyım. Ben
-Allah’ın izniyle- Câlût’u, öldürürüm!” dedi.

Dâvûd Aleyhisselâm, ona:

“Sen, onu, nasıl
öldüreceksin?” diye sordu. Taş:

“Ben, rüzgârdan, beni
-Câlût’un tolgasına ulaştırıp alnına değdirmesi için- yar­dım etmesini isterim
ve onu, öldürürüm!” dedi.

Dâvûd Aleyhisselâm, onu da, alıp
torbasına koydu.[20] İşte,
Dâvûd Aleyhisselâm; böylece, yolda rastlayıp:

“Ey Dâvûd! Bizi al! Câlût’u,
bizimle vurup öldürürsün!” diyerek seslenen üç taşı alıp torbasına
yerleştirmişti. [21]

 

Dâvûd Aleyhisselâmın Câlût’la
Karşılaşıp Onu Öldürüşü:
    Başa Dön

 

Dâvûd Aleyhisselâm, gelince, Tâlût,
Yağ Boynuzunu, onun başına koydu.

Boynuzdaki yağ, kaynamağa başladı.

Dâvûd Aleyhisselâm, yağdan,
süründü.

Tennûr’u da, vücûdu, doldurdu. [22]

Buna, Şemûyel Aleyhisselâm da,
Tâlût ta, İsrail oğulları da, sevindiler.[23]

Tâlût, Dâvûd Aleyhisselâma:

“Sen, Câlût’u, öldürürsen,
kızımı, seninle evlendirsem ve ülkemde senin hük­münü de, geçerli kılsam olmaz
mı?” dedi.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Olur!” dedi.

Tâlût; atını, zırhını ve
silahlarını, Dâvûd Aleyhisselâma verdi.

Dâvûd Aleyhisselâm, ata, bindi.
Silahlan, kuşandı.

Biraz gittikten sonra, kalbinde,
bir büyüklenme ve onurlanma his edince, ace­le, Tâlût’un yanına döndü.

Tâlût’un çevresindeki kimseler:

“Delikanlı, korktu!”
dediler.

Dâvûd Aleyhisselâm, gelip Tâlût’un
önünde durdu.

Tâlût:

“Sana, ne hal oldu?” diye
sordu.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Bırak beni de, onunla,
istediğim gibi, çarpışayım!” dedi.

Tâlût:

“İstediğini, yap!”
deyince, at ve silahlarını, bıraktı. Sapanını, alıp[24]
Câlût’a doğru ilerledi.

Câlût: insanların en güçlüsü ve en
katı yüreklisi idi. [25]

Başına, ağır bir demir Tolga
geçirmiş; irilikte ve güçlülükte benzeri bulunma­yan alaca bir ata da,
binmişti. [26]

Câlût, Dâvûd Aleyhisselâmı görünce,
Allah, onun kalbine bir korku düşürdü. [27]

Dâvûd Aleyhisselâma:

“Sen mi, benimle çarpışmak
için karşıma çıktın?” diye sordu.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Evet!” dedi.

Câlût:

“Hay oğulcuğum! Köpeğe taş
atıldığı gibi, sen de, bana, Sapanla taş mı ata­caksın?!” dedi.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Evet! Sen, köpekten de,
kötüsün!” dedi. [28]

Câlût:

“Ey genç! Geri dön! Seni,
öldürmeye acıyorum!” dedi.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Hayır! Belki, ben, seni
öldüreceğim!” dedi. [29]

Câlût kızdı:

“Sen, artık, hakettin: Ben,
senin etini, vahşi hayvanlarla gök kuşları arasında bölüştürecek, onlara, yem
edeceğim!” dedi.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Bismillah! Belki, Allah,
senin etini, vahşi hayvanlarla gök kuşları arasında bö­lüştürecek, yem
edecektir!” dedi. [30]

Hemen, Torbasından bir taş çıkarıp
sapanına koydu. Her taşı, çıkarıp Sapanına koyarken: “Bu, Atam İbrahimin
ismiyle! Bu, Atam İshak’ın ismiyle!

Bu, Atam İsrail’in (Yâkub’un)
ismiyle![31]
diyordu. [32] Diğer rivayete göre:

Torbasından ilk taşı alırken:
(Bismillâhi İlâh-i İbrahim = İbrahimin İlâhı olan Al-lâhın ismiyle!” dedi
ve onu, Sapanına yerleştirdi.

İkinci taşı alırkan: (Bismillâhi
İlâh-i İshak = İshak’ın İlâhı olan Allah’ın ismiyle!” dedi ve onu,
Sapanına, yerleştirdi.

Üçüncü taşı alırken: Bismillâhi
İlâh-i Yâkub = Yâkubun İlâhı olan Allah’ın ismiy­le!” dedi ve onu, Sapanına
yerleştirdi. [33]

Dâvûd Aleyhisselâm, elini, Sapanın
içine soktuğu zaman,’[34],
koymuş olduğu üç taşın, bir taş halıne geldiğini gördü.[35]

Yüce Allah, Meleklerine, Vahy edip:

“Kulum Davud’a, yardım
ediniz!” buyurdu. [36]

Dâvûd Aleyhisselâm, Sapanına koyup
attığı üçüzlü taşla, Câlût’u, iki gözünün arasından vurdu!

Taş, Câlût’un başını, delip
arkasından çıktı. [37]
Câlût’u, ölü olarak yere düşürdü. [38] Ve
değdiği, herkesi de, öldürdü. Câlût’un ordusu, bozguna uğradı. [39]

Tâlût; düşmanına karşı, Allah’ın
yardımıyla muzaffer olarak İsrail oğullarıyla birlikte savaş meydanından
ayrıldı[40]

Tâlût, kızını, Dâvûd Aleyhisselâmla
evlendirdi. [41] Servetinin yarısını da, ona,
verdi[42].
Mülkünde Onun Mührünü de, geçerli kıldı. [43]

Başka rivayete göre: Tâlût,
yönetimin üçte birini de, Dâvûd Aleyhisselâma bıraktı.[44]

 

Tâlût’un Dâvûd Aleyhisselâmı
Kıskanarak Öldürmeğe Kalkışı:
    Başa Dön

 

Halkın, Dâvûd Aleyhisselâma
meyledip sevgi göstermeğe başladıklarını görün­ce, Tâlût’un, kıskançlığı tuttu,
onu, öldürmeğe kalktı. [45]

Fakat, Yüce Allah, Dâvûd
Aleyhisselâmı, onun sû-i kasdinden korudu. [46]

Dâvûd Aleyhisselâm, ona, mukabelede
bulunmaktan[47], onun
mülkünde ona, kıskançlık göstermekten kaçındı.
[48]

Ona:

“Allah, Davud’a rahmet etsin!

O, benden daha hayırlıdır!

Ben, fırsat bulunca, onu, öldürmeğe
kalkıyorum!

Halbuki, o, fırsat bulunca, beni,
öldürmekten el çekiyor!” dedirtti. [49]

Tâlût, en sonunda, yaptıklarına
pişman olup Şemûyel Aleyhisselâmın kabrine giderek tevbe etmiş, oğulları ile
birlikte katıldığı savaşta öldürüldükten sonra, Dâ­vûd Aleyhisselâm, İsrail
oğullarının yönetimini, tamamı ile ele almış[50], işi,
git­tikçe, büyümüştür. [51]

Sanıldığına göre: Dâvûd
Aleyhisselâmın hükümdarlığı; Rum kralı Dakyanus ve Eshab-ı Kehf zamanında[52],
Keyhusrev b.Syavş’in asrında idi. [53]

 

Dâvûd Aleyhisselâmın Peygamber
Oluşu Ve Bazı Faziletleri:
    Başa Dön

 

Yüce Allah; Dâvûd Aleyhisselâma
saltanat verdiği gibi, Hikmet (Peygamberlikle, vermiş[54],
kendisinde hükümdarlıkla Peygamberliği birleştirmiş[55],
kendisine, se­mavî kitablardan Zebur’u indirmiştir. [56]

Dâvûd Aleyhisselâm; İsrail
oğullarına kral olduğu zaman, kılık değiştirip ken­disini belirsiz ederek halk
arasına karışmayı ve kendisinin icrâât ve gidişatı hak­kında soruşturma yapmayı
âdet edinmişti. [57]

Çarşıda, pazarda[58],
gördüğü kimsenin, hemen yanına varır: Ona:

“Dâvûd hakkında ne
dersin?” diye sorar, o da, onu öever ve hayırlı olduğunu söylerdi. [59]

Kendisi hakkında soruşturma yapıp
ta, ibâdette, gidişatta ve adalette hayırlı olduğunu övmeyen bir kimse yoktu. [60]

Dâvûd Aleyhisselâm; böyle, her
karşılaşıp sorduğu kimselerden:

“O, kendisi için de, ümmeti
için de, Allah’ın, yaratıklarının hayırlısıdır!” ceva­bını aldığı[61]
günlerden bir günde idi ki[62], Yüce
Allah insan suretine koyduğu bir Meleği, onunla karşılaştırdı. [63]

Dâvûd Aleyhisselâm, onu, görünce[64],
âdeti vechile[65],
başkalarına sora gel­diği gibi[66],
kendisini, ona da, sordu. [67]:

“Şu kral Dâvûd hakkında ne
dersin?” dedi. [68]

Melek insan:

“O, ne iyi adamdır! [69]
Kendisi ve ümmeti için, insanların hayırlısıdır! [70]

Ne olurdu, kendisinde olan bir şey
de, olmasaydı[71],
Kâmil olurdu!” dedi. [72]

Dâvûd Aleyhisselâm, buna hayret ve merak
ederek[73]:

“Ey Allanın kulu! [74]
Nedir o şey?” diye sordu. [75]

Melek insan:

“Dâvûd[76],
Beytülmal’dan[77],
Müslümanların malından[78],
yiyor[79],
rızıklanıyor[80] ev
Halkına da, yediriyor. [81]

Ne olurdu o, Ev halkına,
Beytülmaldan yedirmeseydi! [82]

Keşke, kendisi, elinin emeğinden
yeseydi, faziletlerini, tamamlardı!” dedi. [83]

Bu, Dâvûd Aleyhisselâmı[84]
uyarmağa yetti. [85]

Yüce Allah’a:

“Ey Allâhım! Rızkın, en
güzeli, hangisidir?” diye sordu.

“Ey Dâvûd! Elinin
emeğidir!” buyuruldu. [86]

Dâvûd Aleyhisselâm, hemen geri
döndü. [87]

Kendisini ve Ev halkını[88],
Beytülmal’a muhtaç etmeksizin[89],
elinin emeğiyle geçindirecek[90] bir
geçim yolu ihsan etmesini[91], bir
sanat[92]
öğretmesini[93] ve
onu, kendisine kolaylaştırmasını[94] Yüce
Allâh’dan diledi. [95]

Yüce Allah da, ona, demiri, hamur
gibi yumuşatacak bir kudret ihsan etti. [96]

Demir; ateşe sokulmaksızın, çekiçle
vurulmaksızın, Dâvûd Aleyhisselâmın elin­de mum, hamur ve çamur gibi olur,
Dâvûd Aleyhisselâm, onu, istediği şekle koyardı. [97]

Yüce Allah, ona, zırh gömlek yapma
sanatını da, öğretti. [98] Bu,
Yüce Allah’ın, onun için seçtiği bir sanattı. [99] O,
böylece, zırh gömlek yapıcısı oldu. [100]

Dâvûd Aleyhisselâm, zırh gömlek
yapanların ilki olduğu gibi[101],
onu, giyen­lerin de, ilki idi. [102]

Ondan önce, zırh, gömlek halinde
değil, levha halinde yapılır ve kullanılırdı. [103]

Dâvûd Aleyhisselâm, zırh gömlek
yapmağa koyuldu. [104]

Lukman Hakîm, hiç zırh gömlek
görmemişti. [105]

Dâvûd Aleyhisselâmı, zırh gömlek
yaparken görünce[106],
teaccüb etti. [107]

Bunun, ne olduğunu, bilmediği için,
Dâvûd Aleyhisselâma sorup öğrenmeğe isteklendi ise de, Dâvûd Aleyhisseiâmın onu
örüp boşalmasına kadar susmayı tercih etti, [108]
Hikmeti, onu, ona sormasına engel oldu. [109]

Ne ona, ne yaptığını sordu, ne de
o, haber verdi.[110]

Dâvûd Aleyhisselâm, kalkıp zırh
gömleği, sırtına giyindi ve:

“Savaş eri için, ne güzel bir
gömlektir!” dedi.

Lukman Hakîm, onunla, ne yapılmak
istendildiğini, öğrenince[111]:

“Susmak, Hikmettir!

Fakat, susanı, pek azdır!”
dedi. [112]

Dâvûd Aleyhisselâm; her gün, Bir
zırh gömlek yapar[113],
yaptığı[114] her
zırhı, dört bine satar[115],
bundan, hem kendisinin, hem ev halkının geçimini sağlar, hem de, yoksullara ve
züğürtlere tasaddukta bulunurdu. [116]

Rivayete göre: kazancının üçte
birini, hemen fakirlere tasadduk eder, üçte biri ile kendisine ve Ev halkına
yetecek geçimlik satın alır, üçte birini ise, başka bir Zırh yapıncaya ve bir
günden o bir güne kadar tasadduk etmek üzre, yanında tutardı. [117]

Dâvûd Aleyhisseiâmın, hurma
yaprağından yaptığı zenbili çarşıya gönderip sat­tırarak onun parasıyla
geçindiği de, rivayet edilir. [118]

Peygamberimiz Aleyhisseiâmın da,
açıkladıkları gibi: Dâvûd Aleyhisselâm: “Kendi elinin emeğinden başkasını,
yemezdi.” [119]
Dâvûd Aleyhisselâm; zamanını, üçe ayırmış:

Bir gününü, halk arasında hüküm
vermeğe,

Bir gününü, tenhâya çekilip Rabbına
ibâdet etmeye,

Bir gününü, kadınlarıyla meşgul
olmaya tahsis etmişti. [120]

Diğer rivayete göre: Zamanını,
dörde ayırmış:

Bir gününü, kadınlarile meşgul
olmaya,

Bir gününü, ibâdete,

Bir gününü, İsrail oğulları
arasında hüküm vermeğe tahsis etmişti.

Dördüncü günde ise, İsrail
oğullarına hatırlatmada, uyarmada bulunur, onlar da, ona, hatırlatmada,
uyarmada bulunurlar’[121], o,
onları, ağlatır, onlar da, onu, ağlatırlardı. [122]

Dâvûd Aleyhisselâm; her gecenin
yarısında uyur, üçte birinde namaz kılardı.

Gecenin altıda birinde yine uyurdu. [123]

Kendisi, insanların en çok
ibadetlisi idi. [124]

Yüce Allah, ibâdet için, ona büyük
güc ihsan etmişti[125]

Dâvûd Aleyhisselâm; Allâha ibâdet
için, en faziletli vakitleri araştırırdı.

Nitekim bir gün, Cebrail
Aleyhisselâma:

“Ey Cebrail! Hangi gece,
efdaldir?” diye sormuş, Cebrail Aleyhisselâm da:

“Ey Dâvûd! Seher vaktinde
Arş’ın titreyişinden başkasını, bilmiyorum!” demişti. [126]

Dâvûd Aleyhisselâm; bir gün oruç
tutar, bir gün, iftar eder’[127],
yılın yarısını, oruçlu geçirirdi. [128]

Çok mütevazı’ idi.

Mescidlere girer, göz ucuyla,
İsrail oğullarının halkalandıkları yere bakar, yan­larına varıp oturur ve:

“Miskîn, miskinlerin
aralarında yakışır!” derdi. [129]
Dâvûd Aleyhisselâm, çok ağlardı. [130]

 Yere kapanıp o kadar ağlardı ki[131]
otlar, yeşerirdi…

Yüce Allah:

“Ey Dâvûd! [132]
Ne istiyorsun[133]

Malını, çocuklarını[134],
ömrünü[135],
saltanatını[136]
artırmamı mı istiyorsun?” di­ye Vahy etti. [137]

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Yâ Rabb! Beni, yarlığa!”
demiş[138] ve
yarlıganmıştı. [139]

Dâvûd Aleyhisselâm:

“İlâhî Ben, Sana, nasıl
hakkıyle şükredebilirim ki: Senin nimetin olmadıkça, Sana, şükretmeye de, güc
yetiremem!” dedi.

Yüce Allah, ona:

“Ey Dâvûd! Sana gelen nimetin,
benden olduğunu, biliyorsun değil mi? buyurdu.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Evet yâ Rab!” dedi.

Yüce Allah:

“Ben, bunu, senin tarafından
şükür olarak kabul ettim!” buyurdu. [140]

Dâvûd Aleyhisselâm:

“İlâhî! Saçımın her teli, iki
dil olup bütün zaman boyunca gece ve gündüz, Se­ni, Teşbih ve Takdis etselerdi,
yine, Senin nimet hakkını ödeyemezdim dedi. [141]

Dâvûd Aleyhisselâm; insanların en
çok sabırlısı, en çok uluslusu, öfkesini en çok yeneni idi. [142]

 

Dâvûd Aleyhisselâmın Mescidi
Aksâ’yı Yaptırmağa Teşebbüs Edişi:
    Başa Dön

 

Dâvûd Aleyhisselâmın zamanında,
israil oğulları, öldürücü bir Taun hastalığı­na yakalanmışlardı.

Dâvûd Aleyhisselâm, İsrail
oğullarını Beytülmakdis’te bir yere götürmüş[143]
Sahra’nın yerinde durup Taunu, onlardan kaldırmasını, onların kabullendikleri
üç gün kütle halinde ölme cezasından afvedilmelerini orada Allah’dan dilemiş,
Allah da, onun duasını kabul ederek onlardan ölümü[144]
ve Tâûnu kaldırmıştı. [145]

Dâvûd Aleyhisselâm, o sırada,
Meleklerin ellerindeki sıyırılmış kılıçlarını, kınla­rına sokarak Sahra’dan,
semâya, altun merdivenden yükseldiklerini görmüş[146],
İsrail oğullarına:

“Yüce Allah, size ihsan ve
merhamet etti. Ona, şükrünüzü, yenileyiniz! demişti.

İsrail oğulları:

“Ne yapmamızı, bize
emredersin?” diye sordular.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Allah’ın, size merhamet
ettiği şu Kaya’nın üzerini, Mescid edinmenizi, emre­diyorum! [147]

Çünkü, orası, Mescid edinilmeğe
lâyık bir yerdir. [148]

Onun içinde siz ve sizden
sonrakiler, Allah’ı zikirden uzak kalmayacaklardır” dedi.

Bunun üzerine, orada bir Mescid
yapmak istedikleri zaman, yanlarına iyi halli, fakir bir adam gelip İsrail
oğullarına:

“Benim, bu yerin içinde bir
yerim vardır ki, benim, ona ihtiyacım var!

Beni, hakkımdan men etmeniz, size
helal olmaz!” dedi. İsrail oğulları: “Ey kişi!

İsrail oğullarından, şu Kaya
üzerinde senin hakkın gibi hakkı olmayan bir kim­se yoktur!

Sen, insanların en pintisi olma ve
bu hususta, bizi sıkıntıya sokma!” dediler. Fakit adam:

“Ben, hakkımı, biliyorum.

Siz ise, hakkınızı,
bilmiyorsunuz!” dedi.

İsrail oğulları:

“Rızan ile, gönlünden koparak
vermezsen, biz, onu, senden zorla alırız!” dediler.

Fakir adam:

“Siz buna, Allâhın hükmünde,
Davud’un hükmünde bir dayanak buldunuz mu?” dedi.

Durum, Dâvûd Aleyhisselâma haber
verildi.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Onu, razı ediniz!” dedi.

İsrail oğulları:

“Ey Allâhın Peygamberi! Orayı,
ondan, kaça satın alalım?” diye sordular.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Onu, yüz koyuna satın
alınız!” dedi.

Fakir adam:

“Ey Allâhın Peygamberi! Bana,
biraz artır!” dedi.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Onu, yüz sığıra, satın
alınız!” dedi.

Fakir adam:

“Biraz daha artır!” dedi.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Onu, yüz deveye satın
alınız!” dedi.

Fakir adam:

“Ey Allâhın Peygamberi! Biraz
daha artır!

Sen, bunu, Allah için satın
alıyorsun.

Allah ise, Kerîm’dir, pinti değildir!”
dedi.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Haydi, sen de, bir şey söyle,
bu hususta bir hüküm ver!” dedi.

Fakir adam:

“Hakkımı, bir zeytun, bir
hurma ve bir üzüm bahçesi karşılığında satın    ” dedi.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Olur!” dedi.

Fakir adam:

“Onu, sen, Yüce Allah için
satın al, pintilik etme!” dedi.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Sen, dilediğini, iste!”
dedi.

Fakir adam:

“Sen, Allah katında benden
daha şereflisindir.

Onun karşısında, oğluma, yüksek bir
duvar yaptır ve onu, altunla, istersen, gü­müşle doldur!” dedi.

Dâvûd Almeyhisselâm:

Bu, kolaydır!” dedi.

Fakir adam, İsrail oğullarına
dönüp:

“Bu, o muhlis
tevbekârdır!” dedikten sonra, Dâvûd Aleyhisselâma:

“Ey Allanın Peygamberi!
Allah’ın, benim bir tek günahımı bağışlaması, bana, bağışlanacak her şeyden
daha sevgilidir..” dedi. [149]

Mescid-i Aksa arsası hakkındaki
başka bir rivayette, fakir adam yerine, bir genç gösterilir ve hâdise, şöyle
anlatılır:

Dâvûd Aleyhisselâm, arsa sahibi
gencin yanına varıp:

“Ben, burada, oğluma, Allah
rızası için bir Mâbed yapmakla emrolundum!” der.

Genç:

“Allah, sana, burayı, benim
rızam olmaksızın, almanı da, emretti mi?” diye sorar.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Hayır!” der.

Yüce Allah, Dâvûd Aleyhisselâma:

“Yer yüzünün hazinelerini,
senin emrine verdim. Onu, razı et!” diye Vahy eder.

Bunun üzerine, Dâvûd Aleyhisselâm,
gencin yanına gidip:

“Seni, razı etmek için
emrolundum.

Sana, bu yerin için, bir Kantar
altun!” der.

Genç:

“Kabul ettim ey Dâvûd!

Fakat, sorarım sana: bu yer mi daha
hayırlı ve kıymetlidir? Yoksa, bir Kantar altun mu?” der.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Hayır! Senin yerin daha
hayırlı ve kıymetlidir!” diye cevap verir.

Genç:

“Öyle ise, beni, razı
et!” der.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Sana, üç Kantar!” der.

Fakat, genç, artırıldıkça;

“Beni, razı et!” demeye
devam eder.

Dâvûd Aleyhisselâm, dokuz Kantara
kadar yükseltir.

Yeri satın aldıktan sonra,
Mescid’in inşasına başlar, Duvarların örülmesi bittiği sırada, üçte ikisi
yıkılır. [150]

Dâvûd Aleyhisselâm, Mescidin
yapımını tamamlayamadan vefat etmiş ve ta­mamlamasını, oğlu Süleyman
Aleyhisselâma vasiyet etmiştir. [151]

 

Kur’ân-ı Kerimin Dâvûd Aleyhisselâm
Hakkındaki Açıklaması :
    Başa Dön

 

Dâvûd Aleyhisselâm hakkında
Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

“Derken (İsrail oğulları)
Allanın izniyle, onları (düşmanlarını) bozguna uğrattılar.

Dâvud da, Câlût’u, öldürdü.

Allah da, ona, saltanat ve Hikmeti
(Peygamberliği) verdi ve daha dilemekte ol­duğundan da, bazı şeyler öğretti.

Eğer, Allah; insanların bir
kısmını, bir kısmıyla önleyip savmasaydı, yer (yüzü) muhakkak, fesada uğrardı.

Fakat, Allah, âlemlere karşı, büyük
fazi (ve inayet) sahibidir.” [152]

“…..And olsun ki: biz,
Peygamberlerin kimini, kiminden üstün kılmışızdır.

Davud’a da, Zebur verdik.’[153]

“İsrail oğullarından olup ta,
küfredenlere, Davud’un da, Meryem oğlu İsânın da, diliyle lanet olunmuştur.

Bunun sebebi: isyan etmeleri ve
ifrata sapmaları idi.

Onlar, işledikleri her hangi
fenalıktan birini vazgeçirmeğe çalışmazlardı.

Gerçekten, yapmakta devam ettikleri
(o hal) ne kötü idi!” [154]

“Davud’u ve Süleyman’ı da,
(an!)

Hani onlar, ekin (bağ meselesi)
hakkında hüküm veriyorlardı.

Hani, kavmin davarı (geceleyin)
çobansız olarak ekinin (bağın) içinde yayılmış (zarar yapmış)tı.

Onların (verdikleri) hükmün biz
Şâhidleri idik.

Biz, o(nun fetvası)nı, hemen
Süleymana anlatmıştık.

(Zâten) biz, her birine hükm ve
İlim vermiştik.

Dağları ve kuşları, Dâvûd ile
birlikte Teşbih etmek üzre râm etmiştik. (Bütün) bunları, yapanlar, biz idik.

Biz, ona, sizin için, sizi,
muharebenin şiddetinden korumak için, giyecek (Zırh) sanatını öğrettik.

Şimdi, siz (bundan dolayı)
şükredenler misiniz?” [155]

And olsun ki: biz, Davud’a ve
Süleyman’a İlim vermişizdir.

(Bundan dolayı) onlar:

“Bizi, Mü’min kullarının bir
çoğundan üstün kılan Allah’a hamd olsun! dediler.

Süleyman, Davud’a, Mirasçı oldu.

“Ey insanlar! Bize, kuşların
dili öğretildi.

Bize, her şeyden verildi.

Şüphesiz ki: bu, apaçık bir
üstünlüğün ta kendisidir” dedi. [156]

“And olsun ki: biz, Dâvûda
tarafımızdan bir imtiyaz vermişizdir.

(Dağlara): Ey dağlar! Onunla
birlikte Teşbih ediniz! (dedik)

Kuşlara da (bunu, emrettik).

Ona, demiri de (mum gibi)
yumuşattık.

“(Bütün bedeni örtecek) uzun
Zırhlar, yap! (Onları) dokumada intizamı gözet!” diye (emrettik)

(Ey Dâvûd Hanedanı!) iyi amel (ve
hareketlerde bulununuz!

Çünkü, hakikat, ben, ne yaparsanız,
gören’im!” [157]

“(Ey Resulüm!) Onlar, ne
derlerse, sabret!

Kulumuzu, o kuvvet sahibi Davud’u,
hatırla!

Çünki, o, dâima, (Allâhın rızasına)
dönen bir (Zat) idi.

Gerçekten, biz, dağları (kendisine)
müsahhar kıldık ki, bunlar, akşamleyin ve kuş­luk vakti, onunla birlikte
durmayıp Teşbih ederlerdi.

(Her yandan, ona doğru) toplanıp
gelen kuşları da, kendisine râm ettik.

(Gerek o dağlardan, gerek bu
kuşlardan) her biri (itâatla ona) dönücü idi.

Ona, mülkünü de, kuvvetlendirdik.

Ona, Hikmet ve Fasl-ı hitab verdik.

Sana, o davacıların haberi geldi
mi?

Hani, onlar, duvardan Mescide
tırmanmışlardı.

O vakit, Davud’un karşısına
girivermişlerdi de, o, bunlardan, telaşa düşmüştü.

Korkma! (biz) iki dâvâcı(yız)

Birimiz, öteki(nin hakkı)na tecavüz
etti.

Şimdi, sen, aramızda adaletle
hükmet, aşın gitme!

Bizi, doğru yolun ortasına
çıkar” dediler.

(Onlardan biri):

Şu, benim kardeşimdir. Onun, doksan
dokuz dişi koyunu var.

Benim ise, bir tek dişi koyunum
var.

Böyle iken, o: onu, bana ver! dedi.

Mücadelede beni yendi.

(Dâvûd):

And olsun ki: o, senin dişi
koyununu, kendi dişi koyunlarına (katmak) istemesiy­le, sana, zulm etmiştir.

Gerçekten, (Mallarını, birbirine)
katıp karıştıran (ortak)ların çoğu, mutlaka birbi­rine haksızlık edendir.

İman edip te, güzel güzel amel (ve
hareketlerde bulunanlar müstesna!

“Fakat, bunlar da, ne kadar
azdır” dedi.

Dâvûd, sandı ki, biz, kendisine,
mutlaka bir azab hazırladık.

Bunun üzerine, o, Rabb’ından setr
(ve himaye) edilmesini istedi.[158]

Rükû ile yere kapandı.[159]

(Allâha) döndü.

Biz de, onu, Salih (bir Zat olarak
intihab) ettik.

Nezdimizde onun muhakkak bir
yakınlığı ve bir akıbet güzelliği vardır.

Ey Dâvûd! Biz, seni yeryüzünde
Halîfe yaptık.

O halde, insanlar arasında hak (ve
adâlet)le hükm et!

(Hükmünde) hevâ (ve hissiyatına)
tâbi olma ki, bu, seni, Allah yolundan saptırır.

Çünkü, Allah yolundan sapanlar (yok
mu?) hisab gününü unuttukları için, onla­ra, pek çetin bir azab vardır. [160]

 

Dâvûd Aleyhisselâmın Vefatı:    Başa
Dön

 

Dâvûd Aleyhisselâm, son
zamanlarında, bir gün Yüce Allah’a:

“Yâ Rab! Ömrüm uzadı, yaşım,
büyüdü. Bacaklarım, zayıfladı!” diyerek halini arz etmişti.

Yüce Allah, ona:

“Ey Dâvud! Ne iyidir o kişi
için ki, ömrü, uzamış, ve ameli, güzel olmuştur!” diye Vahy buyurdu. [161]

Dâvûd Aleyhisselâmın hastalığı
şiddetlenip ağırlaşınca, oğlu Süleyman Aley-hisselâma:

“Sen, İlâh’ın olan Rabb’ın
tavsiyelerine göre amel ve hareket et!

O’nun, Mûsâ b.İmran’a indirmiş
olduğu Tevrat’taki Mîsakları, Ahidleri ve Tav­siyeleri, koru!” dedi. [162]

Dâvûd Aleyhisselâm, ailesi hakkında
son derece kıskançtı.

Dışarıya çıktığı zaman, kapılar,
kilitlenir, kendisi, dönünceye kadar, ailesinin yanına, hiç kimse giremezdi.

Kendisi, yine, bir gün, dışarı
çıkmış, kapılar kilitlenmişti.

Zevcelerinden birisi, evin kapısını
açıp ta, evin ortasında bir adamın dikilip dur­duğunu görünce, kendi kendine:

“Evde, bir kimse var!?

Ev, kilitli olduğu halde, bu adam,
eve, nereden girdi?!

Vallahi, Dâvûd, bize, bağırır,
çağırır, azab eder!” dedi.

Tam o sırada, Dâvûd Aleyhisselâm
da, gelip adamın, evin ortasında ayakta dikildiğini görünce[163]
ona :

“Seni, bu eve, bu vakitte,
izinsiz olarak kim soktu?! dedi[164] ve:

“Sen, kimsin?” diye
sordu.

Adam:

“Ben, öyle bir kimseyim ki:
krallardan  korkmam ve hiç bir şey de, benden imtina’ edemez, korunamaz! [165]

Ben, kralların yanlarına, izinsiz
girerim!” dedi. [166]
Dâvûd Aleyhisselâm:

“Öyle ise, sen[167],
Vallahi, [168] Ölüm Meleğisin!” dedi. [169]

Adam:

“Evet!” dedi. [170]

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Hoş geldin Allah’ın
emriyle!” dedi. [171]

“Sen, dâvetci olarak mı?
Yoksa, ölüm haberi getirici olarak mı geldin?” diye sordu.

Ölüm Meleği:

“Ölüm haberi getirici olarak
geldim!” deyince Dâvûd Aleyhisselâm:

“Bundan önce[172],
ölüme hazırlanmam için, bana, haber göndersen olmaz mı idi?” dedi.

Ölüm Meleği:

“Ben, sana[173],
kaç kereler[174], pek
çok kereler[175]
haber göndermişimdir. [176]

Sen, uyanmadın!” dedi.

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Senin, bana gönderdiğin[177]
Elçin, kimdi?” diye sordu. [178]

Ölüm Meleği:

“Ey Dâvûd! [179]
Baban[180] İşa[181],
nerede? [182]

Annen, nerede[183]

Kardeşin[184],
nerede?’[185]

Komşun[186],
nerede? [187]

Tanıdıkların[188],
filan, filan[189]
neredeler?” diye sordu. [190]

Dâvûd Aleyhisselâm:

“Onların hepsi[191],
öldüler!” dedi. [192]

Ölüm Meleği:

“Bilemedin mi ki[193]:
onlar, sana:

Sen de, muhakkak, onlar gibi, öleceksin!”
diyen[194],
sana, ölüm nöbetini teb­liğ eden[195],
benim birer Elçilerimdi!” dedi. [196]

Dâvûd Aleyhisselâm, Mihrabından
inerken, Ölüm Meleği, onun yanına varmış bulunuyordu.

Dâvûd Aleyhisselâm, ona:

“Beni, bırak ta, ya aşağı
ineyim, ya da, yukarı çıkayım!” dedi. Ölüm Meleği:

“Ey Allanın Nebîsi! Yıllar,
aylar, yiyecek ve içecekler tükendi artık!” dedi. Dâvûd Aleyhisselâm,
hemen Mihrabın basamaklarından bir basamağın üzerin­de secdeye kapandı.

Ölüm Meleği, onun ruhunu secdede
iken, kabzetti.

Dâvûd Aleyhisselâmın vefat ettiği
gün, cumartesi günü idi. [197]

Dâvûd Aleyhisselâm, o zaman, yüz
yaşında idi. [198]

Dâvûd Aleyhisselâm, yıkanıp
kefenlendikten sonra -Süleyman Aleyhisselâmın emriyle- kuşlar, Dâvûd
Aleyhisselâmın cesedini, kanadlarıyla gölgelediler. [199]

Dâvûd Aleyhisselâmın on dokuz oğlu
vardı. Hükümdarlığa, Hikmetine ve bilgi­sine ve Peygamberliğine, oğullarından,
yalnız Süleyman Aleyhisselâm vâris oldu. [200]

Ona ve gönderilen bütün
Peygamberlere Selâm olsun![201]

 

Dâvûd Aleyhisselâma Peygamberimiz
Ve Ümmeti Hakkında İnen Vahy:
    Başa Dön

 

Rivayete göre: Dâvûd Aleyhisselâma,
Peygamberimiz Muhammed Aleyhisse-lâm ve Ümmeti hakkında şöyle Vahy edilmiştir:

“Ey Dâvud! Senden sonra, Sâdık
ve Seyyid bir Peygamber gelecektir ki, onun ismi: Ahmed ve Muhammed’dir.

Ben, ona, hiç bir zaman kızmam ve o
da, beni, hiç bir zaman kızdırmaz.

O, bana âsi olmazdan önce, ben,
onun bütün geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışlamışımdır.

Onun ümmeti de, rahmete ermiştir.

Nafilelerden, Peygamberlere
verdiklerimin mislini onlara da, vermişimdir.

Nebilere ve Resullara Farz kıldığım
şeyleri, onlara da, Farz kılmışımdır.

Kıyamet günü, onlar, bana,
gelecekler, onların nurları, Peygamberlerin nurları gibidir.

Kendilerinden önceki
Peygamberlere farz kıldığım gibi, her namazda abdest alıp temizlenmelerini,
onlara da, Farz kıldım.

Kendilerinden önceki Peygamberlere
emrettiğim gibi, cünüplükten gusl etme­lerini, onlara da, emrettim.

Kendilerinden önceki Peygamberlere
emrettiğim gibi, Hacc etmelerini, onlara da, emrettim.

Kendilerinden önceki Peygamberlere
emrettiğim gibi, Cihadı, onlara da em­rettim.

Ey Dâvud! Ben, Muhammed’i, ve onun
Ümmetini, kendilerine verip başkaları­na vermediğim altı hasletle ki;

Yanılma ve unutmalarından dolayı,
muâhaze etmemek,

Kasitsiz olarak işledikleri
günahlarından dolayı, benden mağfiret diledikleri za­man, bağışlamak,

Gönüllerinden koparak Âhiretleri
için gönderdikleri şeylere, hemen dünyada, kat kat karşılık vermek, Âhirette
de, onlar için katımda kat kat sevap biriktirmek… suretiyle, bütün Ümmetlere
üstün kıldım.

Onlar; kendilerine verdiğim belâ ve
musibetlere katlanır: “Bizler, Allah’ın kullarıyız ve Ona,
dönücüleriz!” derler.

Onlar, bana düa ederlerse, yâ
acilen veya kendilerinden, kötülüğü kaldırmak, ya da, kendileri için, Âhirette
sevap biriktirmek sûretile, dualarına icabet ederim.

Ey Dâvud! Muhammed’in Ümmetinden,
kim, “Allâh’dan başka ilâh yoktur, O, birdir, onun şerîki yoktur!”
diye şehâdet ve tasdîk ederek bana gelirse, o, katım­da, Cennetimde ağırlanır,
ikramımı görür.

Kim de, Muhammed’i, yalanlar veya
onun, tarafımdan getirip tebliğ ettiklerini yalanlar ve Kitabımla alay eder
olduğu halde, bana gelirse, kabrinde onun üzeri­ne azap yağdırır dururum!

Melekler de, onun yüzüne ve
arkasına vurur, sonra da, kendisini, Cehennem’-in en dibine sokarlar…” [202]

 



[1] ibn.Sa’d-Tabakat c.1,s.S5, ibn.Kuteybe-Maarif s.21,
Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Miistedrek c.2,s.585.

[2] ibn.Sa’d-Tabakat c.1,s.55, Taberî-Tarih c.1,s.247,
Hâkim-Müstedrek c.2,s 585, Sâlebi-Arais s.275, ibn.Asakir-

Tarih c 5.S.190, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.223.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/179.

[3] ibn.Kuteybe-Maarif s.21, Taberî-Tarih c.1,s.247,
Hâkim-Müstedrek c.2,s.585, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.19O, ibn.Esîr-Kâmil
c.1,s.223.

[4] Sâlebî-Arais s.275.

[5] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585,
ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.223.

[6] ibn.Kuteybe-Maarif s.21.

[7] Sâlebi-Arais s.275.

[8] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585,
Sâlebî-Arais s.275, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.19O.

[9] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585,
Sâlebî-Arais s.275.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/179.

[10] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.219.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/179.

[11] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.219-220.

[12]  Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270.

[13] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî s.270, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.22O..

[14] Taberî-Tarih C.1.S.245, Sâlebî-Arais s.270.

[15] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270, İbn.Esîr-Kâmil
c.1,s.22O.

[16] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270.

[17] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270  
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s220.

[18] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270.

[19] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270,
İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.220.

[20] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s. 190-191.

[21] Taberî-Tarih C.1.S.245, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/180-182.

[22] Taberî-Tarih c.1,s.245.

[23] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O.

[24] Sâlebî-arais s.271.

[25] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.271.

[26] Sâlebî-Arais s.271.

[27] Taberî-Tarih d.s.245, Sâlebî-Arais s.271.

[28] Sâlebî-Arais s.271.

[29] Taberî-Tarih C.1.S.245.

[30] Sâlebî-Arais s.271.

[31] Davud Aleyhisselâm, Atalarına aid olan o taşları,
onların adına, düşmana atacağını söylemek istemiştir.

[32] Taberî-Tarihc.1,s.245.

[33]  Sâlebî-Arais s.271.

[34] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.191.

[35] Taberî-Tarih c.1 ,s.245, Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1
,s.55, Sâlebî-Arais s.271, İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.191, Ebülfidâ-Elbidaye
vennihaye c.2,s.9.

[36] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.49.

[37] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.271,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O

[38] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.55, ibn.Asakir-Tarih
c.7,s.49

[39] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.271,272,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O

[40] İbn.Asakir-Tarih C.7.S.49

[41] Taberî-Tarih c.1,s.245, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.49,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O

[42] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.49

[43] Taberî-Tarih c.1,s.245, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O.

[44] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.56.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/182-184.

[45] Taberî-Tarih c.1 ,s.245, Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1
,s.55, Sâlebî-Arais s.277, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.49, Ibn.Esîr-Kâmil
c.1,s.220-221.

[46] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.56.

[47] Taberî-Tarih c.1,s.245-246, Sâlebî-Arais s.272-273,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.221.

[48] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.56.

[49] Taberî-Tarih c.1,s.245-246, Sâlebî-Arais s.273,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.221.

[50] Taberî-Tarih c.1,s.246, Sâlebî-Arais s.274,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.222.

[51] Mes’udî-Mrucuzzeheb c.1,s.56.

[52] Dineverî-El’ahbar s.18.

[53] Dineverî-El’ahbar s.20.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/185.

[54] Bakare: 251.

[55] Sâlebî-Arais s.275, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223,
Ebülfida-Tefsir c.3,s.226 Sâlebî-Arais s.275, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223,
Ebülfida-Tefsir c.3,s.226.

[56] Isrâ: 55.

[57] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282,
Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124.

[58] İbn.lyas-Bedâyizzühûr s.151.

[59] Sâlebî-Arais s.278, Hâzin-Tefsir c.3,s.483.

[60] Ebülfida-Tefsir c.3,s.527

[61] ibn.Asakir-Tarih c.5,s.193

[62] Sâlebî-Arais s.278

[63] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282,
ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.193, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s.483,
Ebülfida-Tefsir c.3,s.527, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124.

[64] Sâlebî-Arais s.278.

[65] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c3,s.282,
Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124.

[66] İbn.Asâkir-Tarih c.,8.193, Nesefî-Medarik c.3,8.319,
Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir C.3.S.527, Ebussuud- Tefsir c.7,s.124.

[67] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282,
ibn.Asâkir-Tarih c.5.8.193. Nesefî-Medarik c.3,8.319. Hâzin-Tefsir c.3,s.483,
Ebülfida-Tefsir c.3,s.527, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124.

[68] Kurtubî-Tefsir c.14,s.266.

[69] Sâlebî-Arais s.278, Zernahşerî-Keşşaf C.3.S.282,
Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Nesefî-Medarik c.3,8.319, Hâzin-Tefsir, c.3,s.483,
Ebüssuud-Tefsir C.7.S.124.

[70] ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527.

[71] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerîc.3,s.282,
İbn.Asakirc.5,s.193, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin
c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527, Ebüssuud-Tefsir C.7.S.124.

[72] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527.

[73] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282,
Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebüssuud-Tefsir C.7.S.124.

[74] Sâlebî-Arais s.278, Hâzin-Tefsir C.3.S.483.

[75] Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asakir-Tarih C.5.S.193,
Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebulfıda-Tefsır C.3.S.527.

[76] Sâlebî-Arais s.278.

[77] Sâlebî-Arais s.278, Kurtubî-Tefsir c. 14,8.266,
Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c 3.S.527,
Ebüssuud-Tefsir C.7.S.124

[78] İbn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527.

[79] Sâlebî-Arais s.278, İbn.Asakir-Tefsir c.3,s.527,
Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124

[80] Kurtubî-Tefsir c.14,s.266.

[81] Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asakir-Tarih c.5,s.193,
Nesefî-Medarik C.3.S.319, Hâzin-Tefsir C.3.S.483, Ebülfida-Tefsir, c. 3, s.
257.

[82] Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282, Ebüssuud-Tefsr c.7,s.124.

[83] Kurtubî-Tefsir C.14.S.266.

[84] Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asakir-Tarih C.5.S.193, Nesefî-Medarik
c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s 483, Ebülfida-Tefsir C.3.S.527.

[85] Sâlebî-Arais s.278, Hâzin-Tefsir c.3,s.483.

[86] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.91.

[87] Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266.

[88] Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.193, Hâzin-Tefsir
c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527.

[89] Sâlebî c.278, Zemahşeri c.3,s.282, ibn.Asakir
c.5,s.193, Fahrurrazi-Tefsir c.25,s.246, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin
c.3,s.483, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124.

[90] İbn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527.

[91] Sâlebî s.278, Zemahşerî c.3,s.282, Nesefî C.3.S.319,
Hâzin c.3,s.483.

[92] Kurtubî-Tefsir c.14, sİ266.

[93] ibn.Asakir C.5.S.193, Kurtubî C.14.S.266, Ebülfida
C.3.S.527.

[94] Kurtubî-Tefsir c.14,s.266.

[95] Sâlebî s.278, Zemahşerî c.3,s.282, ibn.Asakir c.5,s.
193, Nesefî c.3,s.319, Hazin C.3.S.483, Ebüssuud c.7,s.124.

[96] Sebe’: 10, Taberî-Tarih c.1,s.248,
Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.56, Sâlebî-Arais s.278, ibn.Asakir-Tarih c.5,s.193,
Fahrurazî-Tefsir c.2),s.246, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266,
Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir C.3.S.527 .

[97] Sâlebî-Arais s.278.

[98] Taberî-Tarih c.1 ,s.248, Sâlebî-Arais s.278,
Zemahşerî-Keşşaf C.3.S.282, İbn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Fahrurrazî-Tefsir
c.25,s.246, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223, Kurtubî-Tefsir c.14,s.266, Nesefî-Medarik
c.3,s.319, Hâzin-Tefsir c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527, Ebüssuud-Tefsir
c.7,s.124

[99] Fahrurrazî-Tefsir c.2),s.246.

[100] Hâkim-Müstedrek c.2,s.596.

[101] Sâlebî s.278, İbn.Asakir c.5,s.194, İbn.Esîr
c.1,s.223, Kurtubî c.14,s.267, Hâzin c.3,s.483, Ebülfida-Tefsir C.3.S.527.

[102] Sâlebî s.278, Zemahşerî c.3,s.282, Kurtubî c.14,s.267,
Nesefî-Medarik c.3,s’.319, Ebüssuud c.7,s.124.

[103] Sâlebî s.278, Zemahşerî c.3,s.282, Kurtubî c.14,s.267.
Hâzin C.3.S.483.

[104] İbn.Asakir-Tarih c.5,s.193, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527.

[105] İbn.Abd.Rabbih-Ikdülferîd c.2,s.471.

[106] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.159. İbn.Abd.Rabbih-Ikdülferîd
c.2,s.471, Sâlebî-Arais s.279.

[107] ibn.Abd.Rabbih-Ikdülferîd c.2,s.471, Hâkim-Müstedrek
c.2,s.422.

[108] Şâlebî-Arais s.279.

[109] Hâkim Müstedrek c.2,s.422.

[110] ibn.Abd.Rabbih-lkdülferîd c.2,s.471.

[111] Sâlebî-Arais s.279.

[112] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.132, İbn.Abd.Rabbih-lkdülferîd
c.2,s,471, Sâlebî-Arais s.279, Hâkim-Müstedrek c.2,s.423.

[113] Hâkimüttirmizî-Nevâdirül’usûl s. 112,
Süyüfî-Dürrülmensûr C.5.S.227.

[114] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s. 193-194, Kurtubî-Tefsir
c.14,s.266, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527.

[115] Sâlebî-Arais s.278, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.282,
Kurtubî-Tefsir c.14,s.267, Nesefî-Medarik c.3,s.319, Hâzin-Tefsir C.3.S.483,
Ebüssuud-Tefsir c.7,s.124-125.

[116] Aynı Kaynaklar.

[117] İbn.Asâkir-Tarih c.5,s.194, Ebülfida-Tefsir c.3,s.527.

[118] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.551, Ahmed
b.Hanbel-Ezzühd s.117.

[119] Buharî-Sahih c.4,s.133, Taberânî-Mûcemüssagîr
c.1,s.15, Deylemî-Elfirdevs c.3,s.27O.

[120] Taberî-Tarih c.1,s.249, Hâkim-Müstedrek c.2,s.586,
Sâlebî-Arais s.279, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.224.

[121]Taberî-Tarih c.l,s.25O, Sâlebî-Arais s.280.

[122] Taberi-Tarih c.1,s.25O.

[123] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.16O, Buharî-Sahih
c.4,s.134, Ebû Davûd-Sünen c.2,s.328, İbn.Mâce-sünen

C.1.S.546.

[124] İbn.Asâkir-Tarihc.5,s.192, Heysemî-Mecmauzzevaid
C.8.S.206 .

[125] Taberî-Tarih c.1,s.248.

[126] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.24O, Ahmed
b.Hanbel-Ezzühd s. 89.

[127] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.16O, Buharî-Sahih
c.4,s.134, Ebü Dâvûd-Sünen c.2,s.328, ibn.Mâce Sünen C.1.S.546.

[128] Taberî-Tarih c.1 ,s.248, Salebi s.286, İbn.Asakir
c.5,s.192, ibn.Esîr-Kâmil c.1 ,s.223, Ebülfidâ-Elbidayye venni-haye c.2,s.ıo.

[129] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.92,
Hakîmüttirmizî-Nevâdirül’usûl s.224.

[130] Taberîc 1 s 248 Mes’ûdî-Murucuzzehebc.1,s.57, Sâlebîs.285,
İbn.Asakir c.5,s. 196, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.223.

[131] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c. 13,s.210.

[132] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.210, Ahmed
b.Hanbel-Ezzühd s.89.

[133] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.21O.

[134] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.210, Ahmed
b.Hanbel-Ezzühd s.89.

[135] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.210.

[136] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.89.

[137] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.210, A.b.Hanbel-Ezzühd
s.89.

[138] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.89.

[139] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.21O.

[140] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.91-92.

[141] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.2O9, Ahmed
b.Hanbel-Ezzühd s.88.

[142] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.106.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/185-190.

[143] Taberî-Tarih C.1.S.252, Ibn.Esîr-Kâmil d.s.227.

[144] Taberî-Tarih c.1,s.252.

[145] Sâlebî-Arais s.307, ibn.Esir-Kâmil c.1,s.227.

[146] Taberî-Tarih C.1.S.252, Sâlebî-Arais s.307.

[147] Sâlebî-Arais s.307-308.

[148] Taberî-Tarih c.1,s.252.

[149] Sâlebî-Arais s.207-308.

[150] Semhûdî-Vefâülvefâ c.2,s.484-485.

[151] Taberî-Tarih c.1,s.252, Sâlebî-Arais s.308,
ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.227.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/191-194.

[152] Bakare: 251.

[153] İsrâ: 55.

[154] Mâide: 78-79.

[155] Enbiyâ: 78-80.

[156] Nemi: 15-16.

[157] Sebe’: 10-11

[158] Ahd-i Atîk’in ikinci Samuel bahsinin 11. babında
görülen ve değil bir Peygamberin, hattâ her hangi namuslu bir insanın bile
tenezzül ve irtikâp etmeyeceği bir kötülüğü, Peygambere isnad eden -yâni hâşâ
Dâvûd Aley-hisselâmın, israil oğulları gazilerinden Oriyanın, karısına göz
dikip onunla temasta bulunması ve Oriyayı, tek­rar tekrar savaşlara sokarak
kendisinin öldürülmesini sağladıktan sonra, karısını alması gibi, Peygamberlik
şanile asla bağdaşmayan bir israîliyata bazı tefsir ve tarihî kitaplarımızda
yer verilmesi, ne büyük gaflet ve hatadır.

Hz.Ali; Dâvûd Aleyhisselâm kıssasını, kıssacıların rivayet ettikleri
şekilde kabul ve nakl eden kimseye iki Hadd yâni yüz altmış sopa vuracağını
söylemiştir. (Sâlebî-Arais s.281. Kurtubî-Tefsir c.15,s.185. Nesefî-Medarik
c.3,s.38. Hâzin-Tefsir C.4.S.35, Beyzavî-Tefsir c.2,s.308, Ebüssuud-Tefsir c.7,s.222)

[159] Secde âyetidir.

[160] Sâd: 17-26.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/194-196.

[161] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.204.

[162] YâkutnTarih c.1,s.56.

[163] Ahmed   b.Hanbel-Müsned c.2,s.419   
Ebülfida-Elbidaye   vennihaye   c.2,s.17    Heysemî-Mecmauzzevaid
C.8.S.206-207.

[164] Sâlebî-Arais s.292.

[165] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye C.2.S.17, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7.

[166] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Sâlebî-Arais s.292,
İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

[167] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Sâlebî-Arais s.292,
ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.228, Ebülfida-Elbidaye venniha-ye c.2,s.17,
Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7.

[168] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye c.2,s. 17, Heysemî-Mecmuazzevaid c.8,s.2O7

[169] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Sâlebî-Arais s.292,
ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228, Ebülfida-Elbidaye venniha­ye c.2,s.17,
Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7

[170] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228

[171] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2,s.17, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7.

[172] Sâlebî Arais s.292.

[173] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

[174] Sâlebî-Arais s.292, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.228 .

[175] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

[176] Sâlebî-Arais s.292, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

[177] Sâlebî-Arais s.292.

[178] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

[179] Sâlebî-Arais s.292.

[180] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

[181] Sâlebî-Arais s.292.

[182] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

[183] Sâlebî-Arais s.292.

[184] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

[185] Sâlebî-Arais s.292.

[186] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

[187] Sâlebî-Arais s.292..

[188] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

[189] Sâlebî-Arais s.292.

[190] Sâlebî-Arais s.292 ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

[191] Sâlebî-Arais s.292.

[192] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

[193] Sâlebî-Arais s.292.

[194] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

[195] Sâlebî-Arais s.292.

[196] Sâlebî-Arais s.292 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

[197] Hâkim-Müstedrek c.2,s.433, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2,s,17.

[198] İbn.Sa’d-Tabaksat c.1,s.28-29, Taberî-Tarih c.
1,8.252, Hâkim-Müstedrek c.2,s.586, Sâlebî-Arais s.292, Deylemî-Firdevs
c.3,s.269, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.228, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.16,
Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O6.

[199] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.419, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye c.2,s.17 Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O7..

[200] Sâlebî-Arais s.292 ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.228.

[201] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları: 2/197-199.

[202] Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1, s.282-283,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.62-63.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/200-201.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu