Jannah Theme License is not validated, Go to the theme options page to validate the license, You need a single license for each domain name.

Ay: Ocak 2014

  • YUŞA B

    YUŞA B. NUN ALEYHISSELAM

     

    . 2

    Yûşa’ B. Nûn
    Aleyhisselâmın Soyu :
    2

    Yûşa’ b. Nun
    Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:
    2

    Yûşa’ b. Nûn
    Aleyhisselâmın Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri:
    2

     

     

    Yûşa’ B. Nûn Aleyhisselâmın Soyu :    Başa Dön

     

    Yûşa’ b. Nûn, b. Efrâim, b. Yûsuf,
    b. Yâkub[1], b.
    İshak, b. İbrahim Aleyhisse-lâm’dir. [2]

     

    Yûşa’ b. Nun Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:    Başa Dön

     

     

    Yûşa’ b. Nun Aleyhisselâm: orta
    boylu, buğday benizli, yassı yağrınılı, büyük gözlü, mücâhid, gazi ve yiğit bir
    zât idi. [3]

     

    Yûşa’ b. Nûn Aleyhisselâmın Peygamber Oluşu Ve Bazı
    Faziletleri:
        Başa Dön

     

     

    Mûsâ Aleyhisselâm; vefat edeceği
    sıralarda, Yüce Allah, Mûsâ Aleyhisselâma, Yûşa’ b. Nûn Aleyhisselâm’ın,
    Kubbetüzzeman’a götürülüp bereketinin ona geç­mesi için, elini, onun üzerine
    koymasını, kendisinden sonra, İsrail oğullarının ida­resini, üzerine almasını
    ona vasiyet etmesini emir buyurdu.

    Mûsâ Aleyhisselâm da, böyle yaptı.
    İsrail oğullarına:

    “Bu Yûşa’ b. Nûn, benden
    sonra, içinizde sizi yönetecektir.

    Onun sözlerini, dinleyiniz!
    Emirlerine, itaat ediniz!

    O, aranızda hak ve adalet üzere
    hükmedecektir. Ona, muhalefet ve isyan eden, mel’undur!” dedi[4]

    Tîh çölünde kırk yıllık mecburî
    ikamet sona erdikte[5] ve
    Mûsâ Aleyhisselâm vefat ettikten sonra, Yüce Allah, Yûşa’ b.Nûn Aleyhisselâmı,
    İsrail oğullarına Pey­gamber olarak gönderdi. [6]

    Hızır Aleyhisselâmla buluşmağa
    giderken, Mûsâ Aleyhisselâma yoldaşlık eden genç adam[7],
    Yûşa’ b. Nûn Aleyhisselâmdı. [8]

    İsrail oğullarını; Mûsâ
    Aleyhisselâmın, Erîha’daki zorbalarla savaş emrine itâ-ata davet ve teşvik
    ettikleri ve Allah’ın nimetine erdikleri bildirilen İki Er’den[9]
    bi­risinin de, Yûşa’ b. Nûn Aleyhisselâm olduğu rivayet edilir.’[10]

    Erîha’da, Ken’an ilinde yerleşen
    Âmâlık[11]‘,
    zorbaları ile savaşmaktan korkan yaşlı İsrail oğulları, kırk yıl içinde ölüp
    gitmiş, onların yerlerini, güçlü ve gözüpek nesilleri almış bulunuyordu. [12]

    Yûşa’ b. Nûn Aleyhisselâm; genç
    İsrail oğullarını çağırıp kendisinin Peygam­ber olduğunu, yüce Allah’ın, Ken’an
    ilindeki zorbalarla savaşmayı, kendisine em­rettiğini, onlara haber verdi.

    İsrail oğulları, ona, bey’at
    ettiler ve kendisini, doğruladılar. [13]

    Yûşa’ b. Nûn Aleyhisselâm, İsrail
    oğullarını, Tîh çölünden çıkarıp[14]
    Erîha’yı (Beytülmakdis’i) altı ay kuşatarak fethettikten sonra, Şam ve
    çevresindeki kral­larla da, çarpışıp onları, yenilgiye uğrattı.

    Ele geçirdiği Şam ülkesine Valiler
    tayin etti. [15]

    Yûşa’ b. Nûn Aleyhisselâm; Mûsâ
    Aleyhisselâmdan sonra, İsrail oğullarını, Tev­rat hükümlerine göre[16]‘,
    yirmi dokuz[17] veya
    yirmi yedi yıl idare etti. [18]

    Bu yirmi yedi yılın, yirmi yılı
    Fars kralı Minuşihr (Cihr), yedi yılı da, İfrasyab za­manında idi. [19]

    Yûşa’ b. Nûn Aleyhisselâm, yüz
    yirmi[20], veya
    yüz yirmi altı[21] veya
    yüz yirmi yedi yaşında iken[22] vefat
    edip Efrâim dağına gömüldü. [23]

    Ona ve gönderilen bütün
    peygamberlere selâm olsun![24]

     

     

     



    [1] İbn.Kuteybe-Maarif s.20, Taberî-Tarih C.1.S.225,
    Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.51, İbn.Esir-Kâmil c.1,s.20O, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye c.1,s.319.

    [2] Taberî-Tarih c.1,s.225, Mes’ûdî-Murucuzzeheb C.1.S.51,
    İbn.Esîr-Kâmilc.1,s.2OO, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.519.

    M. Asım Köksal,
    Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/121.

    [3] Mîr Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.291.

    M. Asım Köksal,
    Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/121.

    [4] Yâkubî-Tarih C.1.S.45, 46.

    [5] Taberî-Tarih c.1,s.225.

    [6] Taberî-Tarih c.1,s.225, Sâlebî-Arais s.248,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.20O.

    [7] Kehf: 60.

    [8] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih
    c.5,s.232, Taberî-Tefsir c.15,s.271.

    [9] Mâide: 23.

    [10] Taberî-Tefsir c.6,s.176, Mes’ûdî-Murucuzzeheb
    c.1,s.52, Sâlebî-Arais s.250.

    [11] Sâlebî-Arais s.240.

    [12] Sâlebî-Arais s.243.

    [13] Taberî-Tarih c.1,s.225, 227, Sâlebî-Arais s.248.

    [14] Yâkubî-Tarih C.1.S.46

    [15] Taberî-Tarih c.1,s.228, Mes’ûdî-Murucuzzeheb
    c.1,s.50-51, Sâlebî-Arais s.248, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.2O2, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye d.s.323.

    [16] Ebülfida-Elbidaye vennihaye C.1.S.325.

    [17] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.51.

    [18] Yâkubî-Tarih c.1,s.47, Taberî-Tarih c.1,s.234,
    Sâlebî-Arais s.250, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.2O3, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.1,s.325.

    [19]  Taberî-Tarih c.1,s.234, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.199,
    İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.89.

    [20] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.52, Sâlebî-Arais s.250.

    [21] Taberî-Tarih c.1,s.229, İbn.Esîr-Kâmil c.l.s.203.

    [22] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.325.

    [23] Taberî-tarih c. 1,8.229, Sâlebî-Arasi s.250.

    [24] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 2/121-122.

  • HIZIR ALEYHİSSELÂM

    HIZIR
    ALEYHİSSELÂM

     

    . 2

    Hızır
    Aleyhisselamın Soyu, İsmi Ve Bazı Faziletleri:
    2

    Mûsâ
    Aleyhisselamın Hızır Aleyhisselamla Buluşup Arkadaşlık Etmesi:
    2

    Kur’ân-I
    Kerimin Mûsâ Ve Hızır Aleyhisselamların Buluşmaları Hakkındaki Açıklaması:
    7

     

     

    Hızır Aleyhisselamın Soyu, İsmi Ve
    Bazı Faziletleri:
       
    Başa Dön

     

    Rivayete göre: Hızır Aleyhisselamın
    soyu: Belya (veya İlya) b. Milkân, b.Falığ, b.Âbir, b.Salih, b.Erfahşed, b.Sâm
    b.Nuh Aleyhisselam olup babası, büyük bir’kral-dı.[1]

    Kendisinin; Âdem Aleyhisselamın
    oğlu[2]
    veya Ays b.İshak Aleyhisselamın oğullarından olduğu[3]
    veya İbrahim Aleyhisselama iman ve Babil’den, Onunla birlikte hicret edenlerden
    birisinin, ya da Farslı bir babanın oğlu ol­duğu, kral Efridun ve ibrahim
    Aleyhisselam devrinde yaşadığı, büyük Zülkarneyn’e Kılavuzluk ettiği, İsrail
    oğulları krallarından İbn. Emus’un zamanında İsrail oğullarına peygamber olarak
    gönderildiği, halen, sağ olup her yıl, Hacc Mevsiminde İlyas Aley-hisselamla
    buluştukları da, rivayet edilir. [4]

    Hızır; Hızır Aleyhisselamın asıl
    ismi olmayıp Künyesi idi. [5]

    Eshab’dan Ebû Hüreyre’nin
    rivayetine göre: Peygamberimiz Muhammed Aleyhis­selam; Hızır Aleyhisselama,
    Hızır denilmesinin sebebini açıklayarak “Hızır, otsuz, ku­ru bir yere
    otururdu da, ansızın, o otsuz yer, yeşillenerek onun ardı sıra
    dalgalanır-dı!” buyurmuştur. [6]

    Hızır Aleyhisselama, Allah
    tarafından; Mûsâ Aleyhisselamın bile, bilmediği özel bir ilim verilmişti ki,
    Mûsâ Aleyhisselam, onu öğrenmek için, uzun bir yolculuğu, gö­ze almıştı. [7]

    Hızır Aleyhisselamın soyu, devri ve
    hâlen sağ olup olmadığı hakkındaki türlü ihti­lafları ve uzun tartışmaları bir
    yana bırakarak, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i şeriflerin ver­dikleri kesin
    bilgilerle yetinmeyi daha uygun ve yararlı buluyoruz.[8]

     

    Mûsâ Aleyhisselamın Hızır Aleyhisselamla Buluşup Arkadaşlık
    Etmesi:
        Başa Dön

     

    Abdullah b. Abbas; Mûsâ
    Aleyhisselamın arkadaşı hakkında, bir gün, Hür b. Kays’la tartışmış “O,
    Hızır’dır!” demişti.

    O sırada, Übeyy b. KâVüT Ensarîye
    rastlamışlar, İbn.Abbas, Onu, çağırmış[9]‘,
    kendi­sine “Ey Ebüttufeyl! Yanımıza gel! [10]

    Ben, Mûsâ Aleyhisselamın,
    kendisiyle buluşma yolunu aramış olduğu arkadaşı hak­kında şu arkadaşımla
    tartıştım.

    Sen, onun hal ve şanını anlatırken,
    Resûlullâh Aleyhisselâmdan işittin mi?” dedi.

    Übeyy b. Kâb[11]

    “Evet! Onun hal ve şanını,
    anlatırken[12]
    Resûlullâh Aleyhisselâmdan işittim, şöyle buyuruyordu:

    Mûsâ (Aleyhisselâm), İsrail
    oğullarının ileri gelenlerinden bir topluluk içinde bulundu­ğu sırada, ona, bir
    adam gelip:

    ‘Senden daha bilgili bir kimse
    biliyor musun?’ diye sordu.

    Mûsâ (Aleyhisselâm) da:

    ‘Hayır! Bilmiyorum!’ dedi.

    Bunun üzerine, Yüce Allah, Mûsâ
    (Aleyhisselâm)’a:

    ‘Hayır! Kulumuz Hızır vardır!’ diye
    Vahy edince, Mûsâ (Aleyhisselâm), onunla buluş­mak yolunu aradı.

    Yüce Allah da, balığı, onun için,
    bir alâmet ve nişan yaptı.

    Kendisine:

    ‘Balığı, kaybettiğin zaman, geri
    dön! Muhakkak, ona, kavuşursun! denildi.’[13]

    Bunun üzerine, Mûsâ (Aleyhisselâm),
    Yüce Allah’ın dilediği kadar gitti’[14]

    Genç adamına:

    ‘Kuşluk yemeğimizi, getir!’ dedi.

    Mûsâ (Aleyhisselâm), kuşluk
    yemeğini istediği zaman, Mûsâ (Aleyhisselâm)’ın genç adamı[15]
    Mûsâ (Aleyhisselâm)’a:

    ‘Bak hele! Kayanın dibinde
    barındığımız sırada, ben, balığın gittiğini haber vermeyi, unutmuşum.

    Onu, haber vermemi, bana unutturan
    da, şeytandan başkası değildir!’ dedi.

    Mûsâ (Aleyhisselâm):

    ‘Zâten, bizim istediğimiz de, bu
    idi!’ dedi.

    Hemen, izlerine basa basa geri
    dönüp Hızır Aleyhisselâmı buldular.

    Yüce Allah’ın Kitabında anlatmış
    olduğu da, onlann hal ve şanlarından ibarettir!” dedi. [16]

    Saîd b. Cübeyr der ki:

    “Ben, Ibn. Abbas’a:

    ‘Nevfelbikâlî, israil oğullarının
    Sahibi olan Mûsâ Aleyhisselâm, Hızır Aleyhisselâ-mın arkadaşı olan Mûsâ[17]
    değildir. [18] O, başka bir Musa’dır[19]
    diye iddia ediyor!?’ dedim.

    Ibn. Abbas: ‘Yalan söylüyor Allah
    düşmanı! [20]

    Bana, Übeyy b. Kâ’b rivayet edip
    dedi ki[21]

    Ben, Resûlullâh Aleyhisselâmdan,
    şöyle buyurduğunu işittim. [22]

    “Mûsâ Aleyhisselâm, kavmi
    içinde, onlara, Allah’ın nimet ve imtihan günlerini andı­ğı, hatırlattığı[23]
    gözlerinden yaşlar boşandığı ve kalbler rikkata geldiği bir sırada, bir adam:

    ‘Ey Allah’ın Resulü! Yer yüzünde,
    senden daha âlim bir kimse var mı?’ diye sormuştu.”

    Oda: Yoktur! demişti’. [24]

    Diğer rivayete göre:

    Mûsâ Aleyhisselâm, İsrail oğullan
    içinde hutbe irâd etmeğe kalktığı sırada, kendisine:

    tnsanlann en bilgilisi, hangisidir?
    diye sorulmuştu.

    Mûsâ Aleyhisselâm da:

    Ben’im! demişti.

    Bu hususu, Allah, daha iyi bilir!
    diyerek Allah’a havale etmediği için, Yüce Allah, ona hitab etmiş;

    Senden daha bilgili vardır!
    buyrulmuştu.[25] Mûsâ
    Aleyhisselâm

    “Yâ Rab! Nerededir o?”
    diye sordu. [26] Yüce Allah:

    “İki denizin bitiştiği yerde
    kullarımdan biri vardır ki: o senden daha bilgilidir?” diye vahyetti.

    Mûsâ Aleyhisselâm:

    “Yâ Rab! Ona, nasıl bir yol
    bulayım?” diye sordu. [27]

    “Azıklık, tuzlanmış[28]
    ölü[29] bir
    balık al! [30] Onu, bir zenbilin içine koy! [31]
    zenbil içinde yanında taşı. [32]

    Ona, nerede can verilirse[33],
    onu, nerede kaybedersen işte, o kulum, oradadır!” bu-yuruldu. [34]

    Mûsâ Aleyhisselâm, bir balık alıp
    zenbilin içine koydu. [35]

    Genç adamı, Yûşa’ b.Nûn’a:

    “Seni, ancak, balık, nerede
    yanından aynlırsa, onu, bana haber vermekle görevlen­diriyorum!” dedi. [36]

    Mûsâ Aleyhisselâm, gitti.

    Hizmetini gören genci, Yûşa’ b.
    Nûn’u da, yanında götürdü.

    İki denizin bitiştiği yerdeki
    kayanın yanına vanp ulaşınca, başlarını, yere koyup uyu­dular. [37]

    Yûşa’ b. Nûn, uyanıp kayanın
    gölgesinde oturduğu, Mûsâ Aleyhisselâm da uyuduğu sırada, tuzlu balık,
    kımıldamağa başladı.

    Yûşa’ b. Nûn, kendi kendine:

    “Uyanıncaya kadar, onu,
    uyandırmayayım!” dedi ve ona, haber vermeyi unuttu[38]

    Balık; kımıldayarak, zenbilden
    sıçrayıp çıktı ve denize düştü!

    Yüce Allah; ondan, denizin akışını tuttu
    da, denizin içinde, su künkü gibi bir boşluk ve böylece, balık için, bir yol
    meydana geldi.

    Deniz içinde, böyle bir yolun
    açılması, Mûsâ Aleyhisselâm ile hizmetini görene, şaşı­lacak bir hâdise oldu.

    Uyandıktan sonra, o günlerinin
    kalanı ile bütün gece gittiler.

    Sabah olunca, Mûsâ Aleyhisselâm,
    genç arkadaşına:

    “Kuşluk yemeğimizi getir!

    Bu yolculuğumuzdan, yorgunluk
    duymağa başladık!” dedi.

    •Halbuki, Mûsâ Aleyhisselâm, Allah
    tarafından, kendisine emrolunan yerin ötesine geçmedikçe, yorgunluk duymamıştı.

    Genç yoldaşı, Mûsâ Aleyhisselâma:

    “Bak hele! Kayanın dibinde
    barındığımız zaman, balığın çıkıp gittiğini haber vermeyi unutmuşum.

    Onu haber vermemi bana unutturan
    da, şeytandan başkası değildir.

    Balık, şaşılacak bir surette deniz
    içinde yolunu tutup gitti!” dedi.

    Mûsâ Aleyhisselâm:

    “Zaten, arayacağımız da, bu,
    idi!” dedi.

    İzlerinin üzerinde gerisin geri
    döndüler.

    Kayanın yanına varınca, baktılar
    ki:

    Elbisesine, bürünmüş[39]
    elbisesinin bir tarafını, ayaklannın altna, bir tarafını da, ba­şının altına
    sermiş, arkasının üzerine dümdüz yatmış, orada, Hızır Aleyhisselâm, duru-yordu. [40]

    Mûsâ Aleyhisselâm, ona:

    “Esselâmü aleyküm = Sizin
    üzerinize selâm olsun!” diyerek selâm verdi. [41]

    Hızır Aleyhisselâm, yüzünden,
    örtüyü açıp[42]

    “Selâm bilmeyen şu yerde, bu
    selâm, nereden geliyor? [43]

    Ve Aleykümüsselâm = Sizin üzerinize
    de, selâm olsun!” dedi. [44]

    “Kimsin sen?” diye sordu.

    Mûsâ Aleyhisselâm:

    “Ben, Musa’yım!” dedi.

    Hızır Aleyhisselâm:

    “Kimin Musa’sı’[45]
    İsrail oğullarının Mûsâsı mı?” diye sordu.

    Mûsâ Aleyhisselâm:

    “Evet[46]
    İsrail oğullannın Mûsâ’sıyım!” dedi. [47]

    Hızır Aleyhisselâm;

    “Seni, buraya getiren, nedir? [48]
    Hal’ü sânın, nedir?” diye sordu. [49]

    Mûsâ Aleyhisselâm:

    “Sende bir ilim bulunduğu,
    bana haber verildi. Sana arkadaş olmak istiyorum. [50]
    Sana, öğretilen rüşd’ü hidâyetten bana da, öğretmen için, geldim.” dedi. [51]
    Hızır Aleyhisselâm: “Elinde Tevrat’ın bulunması ve kendine vahiy gelip
    durması, sana, yetmiyor mu?! [52]

    Ey Mûsâ! Sende, Allah’ın Kendi
    ilminden, sana öğrettiği öyle bir ilim vardır ki: ben, onu, bilemem!

    Bende de, Allah’ın, Kendi ilminden
    bana verdiği öyle bir ilim vardır ki, sen de onu bilemezsin!

    Hem sen, benimle arkadaşlık etmeğe
    hiç dayanamazsın! [53]

    Ey Mûsâ! Bende bir ilim var ki,
    onu, sana öğretmem, lâyık değildir.

    Sende de, bir ilim vardır ki, onu
    da, benim öğrenmem lâyık değildir! [54]

    Haberini, ihata edemediğim şeye[55]
    iç yüzünü kavrayamadığın, görünüşü, hoşa git­meyen şeyleri görmeğe’[56]sen,
    nasıl sabredebilir, dayanabilirsin?” dedi. [57]

    Mûsâ Aleyhisselâm:

    “Senin buyruğunu, yerine
    getireceğim! [58]

    İnşâallâh, beni sabırlı bulacaksın!

    Sana, hiç bir işinde de, karşı
    gelmeyeceğim!” dedi.

    Hızır Aleyhisselâm:

    “Eğer, sen bana, bu suretle
    tâbi olursan, artık, ben, sana anıp söyleyinceye kadar, bana, hiç bir şey
    sorma!” dedi. [59]

    Mûsâ Aleyhisselâm:

    “Olur dedi. [60]
    Gemileri, olmadığı için[61], Hızır
    Aleyhisselâmla Mûsâ Aleyhisselâm, deniz kıyısında yürüyerek gittiler:

    Bir gemiye rastladılar.
    Kendilerini, gemiye alsınlar diye gemicilerle konuştular.

    Gerniciler, Hızır Aleyhisselâmı
    tanıyıp[62]

    “Allah’ın, Salih kulu!”
    dediler. [63]

    Onları, gemilerine, ücretsiz
    aldılar. [64]

    Gemiye bindikleri zaman[65],
    bir serçe, geminin kenarına konup[66]‘denizden,
    bir yu­tum su aldı.

    Hızır Aleyhisselâm:

    “Ey Mûsâ! Benim ilmim ile
    senin ilmin, Allah’ın ilmini, şu serçenin denizden aldığı bir yudum su kadar
    bile eksiltmez! [67]

    Vallahi[68],
    senin ilmin, benim ilmim[69] ve
    bütün yaratıklann ilmi[70],
    Allah’ın ilminin içinde şu serçenin gagasıyla aldığı damla kadar hiç
    kalır!” dedi. [71]

    Sonra da, el atıp gemi
    tahtalarından birini, söktü!

    Mûsâ Aleyhisselâm:

    “Şu kavim, bizi, gemilerine,
    ücretsiz bindirmişlerken, sen, onların gemilerine kasde-dip içindekileri
    batırmak için mi, gemiyi deliyorsun?! [72]

    Doğrusu, sen, çok büyük bir şey,
    bir suç işledin!?” dedi[73]

    Hızır Aleyhisselâm:

    “Ben, sana, benimle arkadaşlık
    yapmağa dayanamazsın?” demedim miydi?” dedi.

    Mûsâ Aleyhesselâm:

    “Şu unuttuğum şeyden dolayı,
    beni, sorumlu tutma ve bana, güçlük gösterme?” de­di. [74]

    Gerçekten de, Mûsâ Aleyhisselâmın,
    ona karşı, bu ilk davranışı, bir dalgınlık ve unutkanlık eseri idi. [75]

    Gemiden çıktılar.

    Deniz sahilinde yürüyüp gittikleri
    sırada, bir de baktılar ki, bir oğlan çocuğu[76],
    başka oğlan çocuklan ile birlikte oynuyor.

    Hızır Aleyhisselâm, hemen, oğlanın
    başını, eliyle tutup kopardı ve onu, öldürdü![77]

    Mûsâ Aleyhisselâma onun yanında,
    son derecede bir korku ve dehşet duydu. [78]

    Hızır Aleyhisselâma:

    “Sen, günahsız, masum bir
    canı, hiç bir can karşılığında olmaksızın öldürdün hâ!?” dedi.

    Hızır Aleyhisselâm:

    “Ben, sana benimle arkadaşlık
    yapmağa dayanamazsın! demedim miydi? Bu, birincisinden de, ağırdır!” dedi. [79]
    Mûsâ Aleyhisselâm:

    “Eğer, bundan sonra, sana, bir
    şey sorarsam,benimle arkadaşlık yapma! Arkadaşlık yapmamakta, benim yönümden
    bir özre erişmişsindir. mâzursundur.” dedi. Yine, gittiler.

    Nihayet, bir kariye halkının yanına
    vardılar. [80] Onlann, bütün Meclislerini
    dolaştılar. [81] Onlardan, yemek istediler.
    Ahali, bunları, konuklamaktan kaçındılar. [82] Mûsâ
    Aleyhisselâm, çok acıktı. Onları, konuklamadılar. [83]

    Orada, yıkılmağa yüz tutmuş[84]
    eğilmiş[85] bir
    duvar buldular. [86] Hızır
    Aleyhisselâm, eliyle mesh ederek[87] onu,
    doğrulttu. [88] Mûsâ Aleyhisselâm:

    “Bunlar, öyle bir kavimdir ki,
    yanlarına geldiğimiz halde, bizi, ne konakladılar, ne de, bize yemek verdiler. [89]

    İsteseydin, hiç olmazsa, şu
    hizmetine karşılık, onlardan, bir ücret alabilirdin!?” de­yince, Hızır
    Aleyhisselâm:

    “İşte, bu, benimle senin ayrılışındır!”
    dedi. [90]

    Peygamberimiz Aleyhisselâm,
    kıssayı, buraya kadar anlattıktan sonra:

    “Allah, bize[91]
    ve Musa’ya rahmet etsin! [92]

    Ne kadar isterdim[93]
    isterdik[94] ki,
    ne olurdu[95] o,
    sabretseydi de, ikisi arasında geçen işler, bize, Allah tarafından, haber verilseydi[96]
    Eğer, o, acele etmemiş olsaydı, muhakkak, daha bir çok şaşılacak şeyler
    görecekti. [97]

    Fakat, onu, arkadaşı tarafından bir
    kınama tuttu da[98],
    utandı.” buyurdu. [99]

    Mûsâ Aleyhisselâm, Hızır
    Aleyhisselâmın elbisesinin ucundan tuttu’. [100]

    “Haydi, bana, (söyleyeceğini)
    söyle!” dedi. [101]

    Hızır Aleyhisselâm:

    “Şimdi, sana, üzerinde
    sabredemediğin, dayanamadığın şeylerin iç yüzünü, haber vereceğim.[102]

    O delmiş olduğum gemi ki, denizde
    iş yapan yoksullarındı. [103]

    Onun için, ben, onu, kusurlu yapmak
    istedim ki, arkalarında, her sağlam gemiyi zorla almakta olan’[104]
    Hüded b. Büded adında bir hükümdar vardı.

    Hükümdann, geminin yanına vardığı
    zaman, onu, kusuru yüzünden geri bırakmasını ve onun yanından geçip gittikleri
    zaman, onanp ondan yararlanmalannı istedim.

    Gemicilerden kimisi:

    “Deliği, şişelerle tıkayınız!

    Kimisi de:

    Deliği, ziftle tıkayınız!”
    diyordu. [105]

    Gemiyi, bedelsiz olarak zabtedecek
    olan hükümdar, geldiği ve onu delik halde buldu­ğu zaman, bıraktı, zabtetmekten
    vazgeçti.

    Sonra, gemi sahipleri, bu delik
    gemiyi bir tahta ile onardılar. [106]

    Ondan, yararlanmağa devam ettiler.’[107]

    Oğlana gelince; o, daha yaratıldığı
    günden, kâfirlikle tabiatlı, ve damgalı idi. [108]

    Onun anası ve babası ise, Mü’min
    idiler. Oğullan, kâfirdi. [109]

    Bu ana ve baba, oğullarının üzerine
    titremekte idiler.

    Şayet, o oğlan çocuğu, olgunluk
    çağına erişseydi, anasını, babasını azıtacak, onları da, küfre bürüyecekti. [110]

    Ona, sevgileri yüzünden, onun
    dinine tâbi olmalarından korkup[111]
    istedik ki, onla-nn Rabbi, bunun yerine, kendilerine, dinen ondan daha
    hayırlısını, ana ve babasına da­ha yakın ve merhametlisini versin. [112]

    Duvara gelince; bu duvar, o
    şehirdeki iki yetim oğlanın olup altında, onlara aid bir define vardı. [113]
    bu da, altın ve gümüşten ibaretti. [114]

    Babalan, iyi bir adamdı. Bunun
    için, Rabb’in diledi ki: ikisi de, erginlik çağına ersin-ler, definelerini
    çıkarsınlar.

    Bu, Rabb’inden, bir merhamet ve
    esirgeme idi. Ben, bunlan, kendi rey ve görüşümle yapmadım. İşte, senin,
    üzerinde sabredemediğin şeylerin iç yüzü!” dedi. [115]
    Mûsâ Aleyhisselâmın, Hızır Aleyhisselâmla bu arkadaşlığı, on sekiz gün
    sürmüştür. [116]

     

    Kur’ân-I Kerimin Mûsâ Ve Hızır Aleyhisselamların
    Buluşmaları Hakkındaki Açıklaması:
        Başa Dön

     

    Mûsâ Aleyhisselâmla Hızır
    Aleyhisselâmın buluşmaları ve aralarında geçenler, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle
    açıklanır:

    “Bir zaman, Mûsâ, genç adamına
    şöyle demişti: “Ben, iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayıp
    gideceğim. Yahud, (maksadıma erinceye dek) uzun za­manlar geçireceğim!”

    Bunun üzerine, onlar, bu iki deniz
    arasının birlekşik yerine ulaşınca, balıklarını, unuttular. (Balık) denizde bir
    deliğe doğru yolunu tutmuştu. Vaktâ ki, (Oradan geçip gittiler) Mûsâ, genç
    (adamına): Kuşluk yemeğimizi getir!

    Bu yolculuğumuzdan, yorgun
    düştük!” dedi.

    Genç: “Bak hele! Kayaya
    sığındığımız vakit ben, balığı unutmuşum!

    Gerçek, onu, söylememi, şeytandan
    başkası unutturmadı.

    O, şaşılacak bir suretle denize
    (atladı) yolunu, tutup gitti” dedi.

    (Mûsâ): “İşte, bizim
    arayacağımız, bu idi.”dedi.

    Hemen, izlerinin üzerinden, gerisin
    geri döndüler.

    Derken, kullarımızdan, (öyle) bir
    kul buldular ki, biz, ona, tarafımızdan, bir rahmet vermiş, kendisine,
    nezdimizden (özel) bir ilim öğretmiştik.

    Mûsâ, ona: “Sana öğretilen
    ilimden, bana da, öğretmek üzere, sana, tâbi olayım mı?” dedi.

    O da (Musa’ya):

    “Doğrusu, sen, benim yanımda,
    asla sabredemezsin!

    (İç yüzünü) kavrayamadığın bir
    bilgiye nasıl sabredebilirsin ?” dedi.

    Oda:

    Allah, dilerse, beni sabredici
    bulacaksın.

    Sana, hiç bir işde karşı
    gelmeyeceğimi” dedi.

    (O da) bu suretle bana tâbi
    olursan, artık, ben, sana anıp söyleyinceye kadar, ba­na, hiç bir şey
    sorma!” dedi.

    Bunun üzerine, kalkıp gittiler.

    Nihayet, (bir) gemiye bindikleri
    zaman, o, bunu, deliverdi.

    (Mûsâ):

    “içindekileri (suda) boğasın
    diye mi, onu, dektin?I”

    “And olsun ki: Sen büyük bir
    iş işledin!” dedi.

    Oda:

    “Sen, beraberimde asla
    sabredemezsin! demedim mi?” dedi.

    (Mûsâ):

    “Unuttuğum şeyden dolayı, beni
    sorumlu tutma! Şu arkadaşlığımızda bana, güç­lük yükleme!” dedi.

    Yine, gittiler.

    Nihayet, bir oğlan çocuğuna
    rastladıkları zaman, o, hemen, onu öldürdü!

    (Mûsâ):

    “Sen, tertemiz (masum) bir can
    (diğer) bir canı karşılığı olmaksızın öldürdün hâl?

    And olsun ki: sen çok kötü bir şey
    yaptın!” dedi.

    (O zat):

    “Ben, sana: beraberimde asla
    sabredemezsin!” demedim mi?” dedi.

    (Mûsâ):

    “Eğer, bundan sonra, sana, bir
    şey sorarsam, artık, benimle arkadaşlık etme! (o takdirde) tarafından muhakkak
    bir özre ulaşmışsındır (benden ayrılmakta mâzursun-dur) dedi.

    Yine, gittiler.

    Nihayet, bir memleket halkına
    vardılar ki, ora ahâlisinden, yemek istedikleri hade, kendilerinin,
    konuklamaktan kaçınmışlardı.

    Derken, yıkılmaya yüz tutmuş bir
    duvar buldular.

    O, bunu, hemen doğrultuverdi.

    (Mûsâ):

    “İsteseydin, herhalde, buna
    karşılık, bir ücret alabilirdin!?” dedi.

    O:

    “İşte, dedi, bu, benimle senin
    aynlışımızdır.

    Sana, üzerinde asla sabredemediğin
    şeylerin iç yüzünü haber vereceğim:

    O gemi ki, denizde iş yapan
    yoksullarındı.

    Onun için, ben, onu, kusurlu yapmak
    istedim ki, arkalarında, her (sağlam) gemiyi zorla almakta olan bir hükümdar
    vardı.

    Oğlana gelince; Onun anası da,
    babası da iman etmiş kimselerdi.

    Bunun için, onları, bir azgınlık ve
    kâfirlik bürümesinden endişe ettik te, istedik ki, onların Rabbi, bunun yerine,
    kendilerine, temizlikçe daha hayırlısını, merhametçe daha yakınını versin.

    Duvara gelince; bu, o şehirde iki
    yetim oğlancığındı. Altında da, onlara ait bir defi­ne vardı.

    Babaları, iyi bir adamdı.

    Bunun için, Rabb’in diledi ki,
    ikisi de, erginlik çağına ersinler, definelerini çıkarsın­lar.

    Bu, Rabb’inden bir merhametti.

    Ben, bunları kendi rey ve görüşümle
    yapmadım.

    İşte, üzerlerine sabredemediğin
    şeylerin içyüzü![117]

     



    [1] Taber-i Tarih c.1,s.188, Sâlebi-Arâis
    s.220,lbn.Asâkir-Tarih c.5, s.144, Ibn.Esir-Kâmil c.1,s.16O Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye el, s.326.

    [2] İbn. Asakir-Tarih c.5,s.145.

    [3] ibn. Asâkir-Tarih c.5,s.144.

    [4] Taberi-Tarih c.1,s.188 Sâlebi-Arâis s.220,223,224, İbn.
    Esir-Kâmil c.1,s.160-161, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.l,s.326-336.

    [5] Sâlebi-Arâis s.220, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1
    ;s.327

    [6] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.312, Buhari-Sahih c.
    4.S.129 Tirmizi Sünen c.5,s.313, Taberi-Tarih c.l,s.194, Sâlebi-Arâis s.220.

    [7] Kehf: 65, Ahmed b. Hanbel-Müsned C.5,s.118-119,
    Buhari-Sahih c.l,s.38 Müslim-Sahih c.4,s. 1847-1848, Tiri-mizî-Sünen C.5.S.309.

    [8] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 2/107.

    [9] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.116, Buhari-Sahih c.1
    ,s.26 27, Müslim-Sahih C.4.S.1853

    [10] Müslim-Sahih c.4,s.1853.

    [11] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.116, Buharî-Sahih c.1
    ,s.26-27, Müslim-Sahîh c.4,s.1853.

    [12] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.116, Buharî-Sahih c.1
    ,s.26-27.

    [13] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.116, Buharî-Sahih
    c.1,s.26-27,Müslim- Sahih C.4.S.1853.

    [14] Müslim-Sahîh C.4.S.1853.

    [15] Ahmed b. Hanbel-Müsned C.5.S.117, Müslim-Sahih
    c.4,1853

    [16] Ahmed b. Hanbel-Müsned C.5.S.117,122 Buharî-Sahih
    c.1,s.27-28, Müslim Sahih c.4,s.1853.

    [17] Zamanımızdaki Müslüman Müelliflerinden de, maalesef bu
    görüşü benimseyerek Tavratta, böyle bir hâdiseden bahsedilmemiş olduğunu,
    Kılkamış Destanında Mûsâ adındaki bir Balıkçıdan söz edildiğini, Buharînin
    Sa-hih’inde bulunmadıkça, Müfessirlerin görüşlerini kabul edemeyeceğini ileri
    sürenler bulunduğu işitildiğinden, hâdiseyi, Sahih-i Buharı ve diğer Hadis
    Mecmualarından nakil etmeyi uygun gördük.

    [18] Buharî-Sahih c.4,s.127, Müslim-Sahih c.4,s.1847,
    Tirmizî-Sünen c.5,s.3O9.

    [19] Buharî-Sahih c.1,s.38.

    [20] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.117, Buharî-Sahih
    c.1,s.38   Müslim-Sahih c.1,s.38 c.4,s.127, Müslim-Sahih c.4,s.1847,
    Tirmizî-Sünen c.5,s.3O9.

    [21] Buharî-Sahih C.5.S.230.

    [22] Müslim-Sahih c.4,s.1847, Tirmizî-Sünen c.5,s.3O9.

    [23] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.121, Müslim-Sahih
    c.4,s.185O.

    [24] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih
    c.5,s.232.

    [25] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s. 118, Buharî-Sahih
    c.5,s.234.

    [26] Buharî-Sahih c.5,s.232.

    [27] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.118, Buharî-Sahih
    c.1,s.38, c. 5, s. 230, Müslim-Sahih C.4.S.1847-1848, Tirmi-zi Sünen c.5,s.3O9.

    [28] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.119-121, Müslim-Sahih
    c.4,s. 1850.

    [29] Ahmed b. Hanbel-Müsned C.5.S.120 Buhâri-Sahih
    C.5.S.232.

    [30] Ahmed b. Hanbel-Müsned C.5.S.118-120, Buhâri-Sahih
    c.5,s. 230, Müslim-Sahih c.4,s.185O.

    [31] Ahmed b. Hanbel-Müsned C.5.S.118-120 Buharî-Sahih
    c.5,s.23O.

    [32] A.b.Hanbel-Müsned c.5,s.117, Buharî-Sahih c.1,s.38,
    c.5,s. 230 Müslim-Sahih c.4,s.1848, Tirmizî-Sünen c.5,s.3O9.

    [33] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih
    c.5,s.232.

    [34] A.b.Hanbel-Müsned c.5,s.118, Buharî-Sahih C.1.S.38,
    c.5,s. 230 Müslim-Sahih c.4,s.1848, Tirmizî-Sünen C.5.S.309.

    [35] Ahmed b. Hanbel-Müsned C.5.S.117, Buharî-Sahih c.5,s.
    230-232.

    [36] A.b.Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih c.5,s.232.

    [37] Buharî-Sahih c.1,s.38-39.

    [38] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O Buharî-Sahih
    c.5,s.232.

    [39] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.117-118,Buharî-Sahih
    c.1,s.39, c.5,s.230-231, Müslim-Sahih c.4,s. 1848-1849,Tirimizî-Sünen c.5,s.
    309-310.

    [40] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Müslim-Sahih
    c.4,s.1851.

    [41] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih c.1,s.39,
    Müslim-Sahih c.4,s.1851, Tirimizî-Sünen c.5,s.31O.

    [42] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Müslim-Sahih c.4,s.1851.

    [43] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih c.5,s.231,
    Müslim-Sahih c.4,s.1848, Tirmizî-Sünen c.5,s.31O.

    [44] Müslim-Sahih c.4,s.1851.

    [45] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.119, Müslim-Sahih
    c.4,s.1851.

    [46] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s. 120, Buharî-Sahih c.1,s,39,
    Müslim-Sahih c.4,s.1848, Tirmizî-Sünen C.5.S.310.

    [47] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.119, Buharî-Sahih c.1,s.39,
    Müslim-Sahih c.4,s.1848, Tirmizî-Sünen C.5.S.310.

    [48] Müslim-Sahih c.4,s.1851.

    [49] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih c.5,s.
    233.

    [50] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.119

    [51] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih c.5,s.233,
    Müslim-Sahih c.4,s. 1851.

    [52] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.12O Buharî-Sahih
    c.5,s.233.

    [53] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.118-119, Buharî-Sahih c.1,s.
    39, c.5,s. 231, Müslim-Sahih c.4,s.1849, Tirmizî-Sünenc.5,s.31O.

    [54] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s. 119.

    [55] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s. 119.

    [56] Müslim-Sahih c.4,s.1849, Tirmizî-Sünen c.5,s.31O.

    [57] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s. 119, Müslim-Sahih c.4,s.
    1849, Tirmizî-Sünen c.5,s. 310.

    [58] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s. 119.

    [59] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s. 119 c.5,s.231,
    Müslim-Sahih c.4,s. 1849, Tirmizî-Sünen c.5,s.31O.

    [60] Buharî-Sahih c.5,s.231, Müslim-Sahih c.4,s. 1849,
    Tirmizî-Sünen c.5,s. 310.

    [61] Buharî-Sahih c.1,s. 39.

    [62] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s. 119-120 Buharî-Sahih
    c.1,s.39, c.5,s.231, Müslim-Sahih c.4,s.1849 Tirmizî-Sünen c.5,s. 311.

    [63] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih c.5,s.233.

    [64] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s. 119-120, Buharî-Sahih
    c.1,s.39, c.5,s.231, Müslim-Sahih c.4,s. 1849, Tirmizî-Sünen c.5,s.311.

    [65] Buharî-Sahih c.5,s.231.

    [66] Buharî-Sahih c.1,s.39, Müslim-Sahih c.4,s. 1850.

    [67] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.118, Buharî-Sahih c.1
    ,s.39, c.5,s.231, Müslim-Sahih c.4,s. 1850.

    [68] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.235.

    [69] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih
    c.5,s.235.

    [70] Buharî-Sahih c.5,s.12O

    [71] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.12O Buharî-Sahih
    c.5,s.235.

    [72] Buharî-Sahih c. 1 ,s.39, c.5,s.231 Müslim-Sahih c.4,s.
    1849, Tirmizî-Sünen c.5,s.311.

    [73] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.119, Buharî-Sahih
    c.4,s.231, Müslim-Sahih c.4,s.1849 Tirmizî-Sünen c.5,s.311.

    [74] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.119 Buharî-Sahih
    c.1,s.39c.5,s.231, Müslim-Sahih c.4,s.1849, Tirmizî-Sünen c.5,s.311.

    [75] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih
    c.1,s.39, c.5,s.231, Müslim-Sahih c.4,s.185O .

    [76] İsmi Ceysur idi. A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O,
    Buhari-Sahih c.5,s.233).

    [77] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.119, Buharî-Sahih c.5,s.235,
    Müslim-Sahih c.4,s.1850, Tirmizî-Sünen c 5.S.311.

    [78] Müslim-Sahih c.4,s. 1851.

    [79] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.118, Buharî-Sahih c.1 ,s.39,
    c.5,s.231 Müslim-Sahih c.4,s.1849, Tirmizî-Sünen C.5.S.311.

    [80] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.119, Buharî-Sahih c.1
    ,s.39, c.5,s. 231-232 Müslim-Sahih c.4,s. 1849. Tirmizî-Sünen c.5.s. 311.

    [81] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.121, Müslim-Sahih c.4,s.
    1852.

    [82] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.119, Buharî-Sahih c.1,s.39
    c.5,s. 231, Müslim,Sahih, c.4,s. 1849 Tirmizî-Sünen c.5,s.311.

    [83] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.119.

    [84] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.118, Buharî-Sahih
    c.1,s.39, Müslim-Sahih c.4,s. 1849, Tirmizî-Sünen c.5,s.311

    [85] Buharî-Sahih c.1,s.39, Müslim-Sahih c.4,s.1849,
    Tirmizî-Sünen C.5.S.311.

    [86] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.119, Buharî-Sahih
    c.1,s.39, Müslim-Sahih c.4,s. 1849, Tirmizî-Sünen c.5,s. 311.

    [87] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih
    c.5,s.233 Müslim-Sahih c.4,s.1849, Tirmizî-Sünen c.5,s.311

    [88] A.b.Hanbel-Müsned C.5.S.119, Buharî-Sahih C.1.S.39,
    Müslim-Sahih c.4,s.1849, Tirmizî-Sünen c.5,s. 311.

    [89] Buharî-Sahih c.5,s.31, Müslim-Sahih c.4,s.185O,
    Tirmizî-Sünen c.5,s.311.

    [90] A.b.Hanbel-Müsned c.5,s. 118-119, Buharî-Sahih
    c.1,s.39, c.5,s.23132, Müslim-Sahih c.4,s. 1850, Tirmizî-Sünen c.5,s.311.

    [91] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.121 Müslim-Sahih c.4,s.
    1851.

    [92] A.b.Hanbel-Müsned c.5,s.118-121, Buhârî-Sahih c.1,s.39
    Müslim-Sahih c.4,s. 1850, Tirmizî-Sünen c.5,s.312

    [93] Buharî-Sahih c.1,s.4O, Müslim-Sahih c.4,s.185O.

    [94] Tirmizî-Sünen c.5,s.312.

    [95] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.121.

    [96] A.b.Hanbel-Müsned c.5,s.118-121, Buharî-Sahih
    c.1,s.4O, Müslim-Sahih c.4,s. 1850, Tirmizî-Sünen c.5,s.312.

    [97] Müslim-Sahih c.4,s. 1851.

    [98] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.119, Müslim-Sahih
    c.4,s,1851.

    [99] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.119.

    [100] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.119, Müslim-Sahih c.4,s.1852.

    [101] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.119.

    [102] Buharî-Sahih c.5,s.235, Müslim-Sahih c.4,s.1852,
    Tirmizî-Sünen c.5,s.311.

    [103] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.119, Müslim-Sahih
    c.4,s.1852.

    [104] A.b.Hanbel-Müsned c.5,s.119, Buharî-Sahih c.5,s.233,
    Müslim-Sahih c.4,s. 1852.

    [105] Buharî-Sahih c.5,s. 233-234.

    [106] A.b.Hanbel-Müsned c.5,s.119,Müslim-Sahih c.4,s. 1852.

    [107] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.119.

    [108] A.b.Hanbel-Müsned c.5,s.119, Müslim-Sahih c.4,s.1852,
    Tirmizî-Sünen c.5,s.312.

    [109] Buharî-Sahih C.5.S.234.

    [110] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.119, Buharî-Sahih
    c.5,s.234, Müslim-Sahih c.4,s.1852.

    [111] Buharî-Sahih c.5,s. 234.

    [112] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.119, Buharî-Sahih
    C.5.S.234, Müslim-Sahih c.4,s.1852.

    [113] Ahmed b.Hanbel.Müsned C.5.S.119, Müslim-Sahih
    c.4,s.1852.

    [114] Tirmizî-Sünen c.5,s.313.

    [115] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.119, Müslim-Sahih
    C.4.S.1852

    [116] Mîr Havend-Ravzatussafa Terceme s.276.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/108-116.

    [117] Kehf:60-82.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    2/116-118.

  • ŞUAYB ÂLEYHİSSELÂM

    ŞUAYB
    ÂLEYHİSSELÂM

     

    . 2

    Şuayb
    Aleyhisselâmın Soyu :
    2

    Şuayb
    Aleyhisselâmın Peygamber Gönderildiği Medyen Ve Medyenliler, Eyke Ve Eykeliler:
    2

    Şuayb
    Aleyhisselâmın Peygamber Gönderilişi Ve Bazı Faziletleri:
    2

    Medyen Ve Eyke
    Halkının Helak Oluşu:
    3

    Kur’ân-I
    Kerimin Şuayb Aleyhisselâmla Medyen Ve Eyke Halkı Hakkındaki Açıklaması:
    4

    Şuayb Aleyhisselâm
    İle Müminlerin Mekke’ye Hicret Edişi:
    6

    Şuayb
    Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:
    6

     

     

    Şuayb Aleyhisselâmın Soyu :    Başa
    Dön

     

    Şuayb b. Mîkâil[1],
    b. Yeşcür[2], b.
    Medyen, b. İbrahim Aleyhisselâmdır. [3] Şuayb
    Aleyhisselâmın annesi: Lut Aleyhisselâmın kızı Mîkâil’dir. [4]
    Şuayb Aleyşhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâmın Kayınpederi idi.[5]
    Şuayb Aleyhisselâmın dili: Arapça idi.[6]

     

    Şuayb Aleyhisselâmın Peygamber Gönderildiği Medyen Ve
    Medyenliler, Eyke Ve Eykeliler:
        Başa Dön

     

    Medyen: Kulzum denizinin üst
    tarafında, Tebük şehrinin hizasında, Tebük’e, altı Merhale kadar uzaklıkta,
    Tebük’ten daha büyük bir şehirdir. [7]

    Medyen ile Tebük, birbirine komşu
    iki şehirdir. [8]

    Mûsâ Aleyhisselâmın, Mısır’dan
    kaçtığı zaman, Şuayb Aleyhisselâmın davar­larını suladığı kuyu -üzerine, bir
    bina yapılmış olarak- hâlâ, Medyende bulun­maktadır.

    Medyen’e, Medyen b. İbrahim
    Aleyhisselâm’dan dolayı, Medyen ismi veril­miştir. [9]

    Medyen; hem Medyen b. İbrahim Aleyhisselâm
    oğullarının, hem de, yurtları­nın ismi idi. [10]

    Medyen halkının, en büyük
    günahları:

    Allah’a, şerik koşarak[11],
    çevresi, birbirine sarmaşık meşe ağaçlarıyle sarılı bir meşe ağacına tapmaları[12],

    Bir çok günah işlemeleri[13]

    Ölçerken, tartarken, tam alıp eksik
    vermeleri[14]

    Hafkın eşyasına karşı, haksızfık
    etme/eri… fdr. [15]

    Yolları, keserler, gelen geçenlerin
    mallarından, onda bir pay alırlar[16],

    İnsanları, Şuayb Aleyhiselâmın
    yanına varmaktan, korkutur[17],

    Mü’minleri,  ölümle tehdid  ederler[18]
    onları  dinlerinden  döndürmek  is­terlerdi. [19]

    “Şuayb, yalancıdır! Sizi,
    dininizden döndürmesin!” derlerdi. [20]

    Eyke de: deniz sahili ile Medyen
    arasında bulunan[21], sık
    ağaçlı, meşelik bir yer olup[22]
    burada oturan halk’a: Eshâb-ı Eyke denilirdi,

    Eshâb-ı Eyke; Şuayb Aleyhisselâmın
    -Medyen halkı gibi- kavmi, değildi. [23]

    Gerek Medyen halkı, gerek Eshab-ı
    Eyke, kendilerine Peygamber gönderilen iki ayrı kavim idi. [24]

    Eshabı-Eyke; Ehl-i Bâdiye = Kır
    halkı idi. [25]

    Eshâb-ı Eyke de, müşrik oldukları
    gibi, aynı zamanda, Medyen halkının kötü âdetlerini de, benimseyip âdet
    edinmişlerdi. [26]

     

    Şuayb Aleyhisselâmın Peygamber Gönderilişi Ve Bazı
    Faziletleri:
        Başa Dön

     

    Yüce Allah; Şuayb Aleyhisselâmı,
    hem kendi kavmi olan Medyen kavmine, hem de, Eshâb-ı Eyke’ye, Peygamber olarak
    gönderdi. [27]

    Şuayb Aleyhisselâm; Yüce Allah’ın,
    Âdem, Şis, İdris, Nuh ve İbrahim Aleyhis-selamlara indirdiği Sahifeleri okurdu. [28]

    Şuayb Aleyhisselâm; kavmini, güzel
    ve yüksek sözlerle uyarmağa çalıştığı için, kendisine (Peygamberler Hatîbi)
    denilmiştir.’[29]

    Şuayb Aleyhisselâm, onları, Yüce
    Allah’a, ibadet ve tâata davet etti. [30]

    Yer yüzünde fesad çıkarmaktan,

    Halkı, Allah yolundan men etmeğe
    çalışmaktan[31]

    Zulümden ve benzeri kötülüklerden[32]

    (Eksik veya kalp) para kesmekten…
    sakındırdı.’[33]

    Yüce Allah’ın verdiği rızık bolluğu
    ve geçim rahatlığı, ancak, onların, Allah’a karşı küfürlerini artırıp
    azaplarını çabuklaştırmağa yaradı. [34]

    Azgınlık ve sapkınlıkta devam
    ettiler.

    Şuayb Aleyhisselâmın, onlara,
    Allah’ı hatırlatması, kendilerini, Allah’ın azabı ile korkutması, bir fayda
    vermedi. [35]

    Şuayb Aleyhisselâm, yalnız halkı
    değil, Mısır Firavununu bile:

    “Ey Firavun! Gök halkı, yer
    halkı, denizler ve dağlar halkı, kızdığı zaman, Al­lah’ın da, gazaba
    geleceğinden korkmaz mısın?” diyerek uyarmağa çalışmak­tan geri durmadı. [36]

    O zaman, Peygamberlerin Asaları ve
    bu cümleden olarak Musa Aleyhissela-ma vermiş olduğu mucize asa da, Şuayb
    Aleyhisselâmın yanında bulunuyordu. [37]

     

    Medyen Ve Eyke Halkının Helak Oluşu:    Başa
    Dön

     

    Medyen ve Eyke halkı, Şuayb
    Aleyhiselâmı, yalanladıkları ve onun öğütlerini reddettikleri için, azaba
    uğradılar. [38]

    Yüce Allah; yedi gün, onların
    üzerlerinden, tatlı yel esintisini kesti. [39]

    Üzerlerine, son derecede şiddetli,
    yakıp kavurucu bir sıcaklık saldı.

    Sıcaklık, kendilerini, yakaladı,
    bunalttı.

    Hemen, evlerin içine girdiler.

    Sıcaklık, evlerin içinde de,
    kendilerini, yakaladı, bunalttı. [40] 

    Yüce Allah, yedi gün, Sam yeli
    estirdi.

    Sıcaklık; kuyuları ve su
    kaynaklarındaki suları bile kuruttu!

    Ayaklarının altındaki yerin
    sıcaklığından, ayaklarının etleri döküldü.[41]

    Sıcaklığa dayanamayarak
    kendilerini, yere attılar, yanlarının üzerine yattılar. [42]

    Kendilerine, ne gölge, ne su, bir
    fayda vermedi. [43]

    Nihayet, evlerden çıkarak Sahra’ya
    kaçtılar.

    Bunun üzerine, Yüce Allah, onlara,
    güneşten gölgeleyecek bir bulut gönderdi.

    O bulutun altında biraz serinlik ve
    rahatlık bulunca, birbirlerini, bulutun altında toplanmağa çağırdılar.

    Hepsi, bulutun altında
    toplandıkları zaman, altlarından, yer sarsıntısına[44],
    üst­lerinden de, Cebrail Aleyhisselâmın Sayhasına tutuldular.

    Cebrail Aleyhisselâm, üzerlerine
    inip bağırınca, dağlar ve yer sarsıldı. [45]‘ Yüce
    Allah; gölgeyi, onların üzerlerinden kaldırıp açtı, güneşi, alevlendirdi. [46]
    Sonra da, üzerlerine, ateş saldı, yağdırdı. [47]
    Çekirgelerin, tava içinde piştikleri gibi yanıp kavruldular! [48]

    Medyen halkının helakinden sonra,
    Eyke halkı da, yedi gün süren şiddetli sı­cak ve ateşle helak edildiler. [49]

    Yüce Allah; Suayb Aleyhisselâmla
    ona, iman edenleri, bu azaplardan Rahmetiyle kurtardı. [50]

     

    Kur’ân-ı Kerim’in Şuayb Aleyhisselâmla Medyen Ve Eyke Halkı
    Hakkındaki Açıklaması:
        Başa Dön

     

    “Medyen (halkına)da,
    kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik, Şuayb, onlara):

    Ey kavmim! Allah’a, ibâdet ediniz!
    Sizin, Ondan başka hiç bir ilâhınız yoktur!

    Rabb’inizden, size apaçık bir
    Burhan gelmiştir.

    Artık, kileyi, teraziyi, tam
    tutunuz.

    İnsanların eşyasına (karşı)
    haksızlık etmeyiniz!

    Yer yüzünü -o, ıslah edildikten
    sonra- fesada vermeyiniz!

    (Bana) inanıcı iseniz, (bu
    söylediklerim), sizin için, hayırlıdır.

    Siz; Allah’a iman edenleri, tehdid
    ederek, (onları) Allah’ın yolundan men ederek (o yolun) eğriliğini arayarak,
    öyle bir caddenin başına tutup oturmayınız!

    Düşününüz ki: vaktiyle siz, pek az
    idiniz de, (Allah) sizi, çoğalttı.

    Eğer, içinizden bir kısmı, benimle
    gönderilen şeye, iman etmiş, bir kısmı da, inan-mamışsa, Allah, aramızda
    hükmünü verinceye kadar, sabrediniz.

    O, hâkimlerin en
    hayırlısıdır.” dedi.

    Onu kavminden (iman etmeyi)
    kibirlerine yediremeyen kodamanlar:

    “Ey Şuayb! Seni ve yanındaki
    iman edenleri, ya muhakkak, memleketimizden çıkaracağız, yahud, mutlaka, bizim
    dinimize döneceksiniz!” dediler.

    O:

    Ya biz, istemesek de mi? dedi.

    Allah, bizi, ondan kurtardıktan
    sonra, yine, sizin dininize dönersek, Allah’a kar­şı, muhakkak, yalan düzmüş,
    iftira etmişiz (demek)tir ki, ona, dönmemiz, bizim için, olacak şey değildir.

    Meğer ki, Rabbimiz olan Allah,
    dileye!

    Rabb’imizin ilmi, her şeyi
    kaplamıştır.

    Biz, ancak, Allah’a güvenip
    dayandık.

    Ey Rabb’imiz! Bizimle kavmimizin
    arasında, Sen, hakk olanı, hükmet!

    Sen, hükmedenlerin en
    hayırlısısın!”

    Onun kavminden kâfir olan ileri
    gelenleri:

    “Şuayb’a uyarsanız, and olsun
    ki: o takdirde, muhakkak, en büyük zarara uğ­ramış kimseler olacaksınız!”
    dediler.

    Bunun üzerine, onları, o müdhiş
    zelzele ve sayha yakalayıverdi de, yurtlarında diz üstü çöken (halâke uğrayan)
    kimseler oldular.

    Şuayb’ı, yalanlayanlar, sanki,
    (yurtlarında) hiç oturmamış gibi oldular. Şuayb’ı yalanlayanlardır ki, en büyük
    zarara uğrayanlar, onlar, olmuşlardır.

    Bunun üzerine (Şuayb), onlardan yüz
    çevirip (kendi kendine) and olsun ki, dedi, ey kavmim! Ben, size, Rabb’imin
    gönderdiği (hükümleri) ulaştırdım. Sizin iyiliğinizi istedim.

    Şimdi, ben, o kâfirler güruhu
    üzerine nasıl tasalanırım?” dedi.

    Biz, hangi memlekete bir Peygamber
    gönderdik ise, onun halkını, yalvarıp ya-karsınlar diye mutlaka fakirlikle,
    şiddetle, hastalıkla (sıkıp) yakaladık.

    Sonra, bu sıkıntının yerine, iyilik
    (selâmet, bolluk) verdik. Nihayet, çoğaldılar:

    “Atalarımıza da (gâh böyle)
    fakirlik, şiddet, hastalık, (gâh böyle) iyilik, genişlik dokunmuştur.”
    dediler.

    Bunun üzerine, biz de, kendileri
    farkına varmadan, onları, ansızın tutup yakala-yıverdik!

    Eğer, o memleketler halkı, iman
    edip te (küfür ve isyandan) sakınmış olsalardı, elbette, üzerlerine gökten ve
    yerden nice bereketler açardık.

    Fakat, onlar, (Peygamberlerini)
    yalanladılar da, biz de, kazanmakta oldukları (kü­für ve isyan) yüzünden
    onları, tutup yakaladık!

    O memleketlerin halkı, kendileri
    geceleyin uyurlarken, azabımızın gelip çatma­sından (korkmayıp) emin mi
    oldular?

    Onlar, artık, Allah’ın,
    (kendilerini) ihmal ettiğinden mi emin oldular?

    Fakat, büyük zararı göze alanlar
    güruhundan başkası, Allah’ın imhalindenemîn olmaz.

    (Evvelki) sahiplerinden sonra,
    yeryüzüne vâris olanlara, hâlâ şu hakîkat belli ol­madı mı ki: Biz, dileseydik,
    onları da, günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık.

    Biz, onların kalbleri üzerine mühür
    basarız.

    Binâenaleyh, (hakîkati) işitmezler.

    İşte, o memleketlerin hali!) Sana,
    onların haberlerinden bir kısmını naklediyoruz.

    And olsun ki: Peygamberleri,
    onlara, apaçık alâmetler (Mucizeler) getirmişlerdir.

    Fakat, daha önceden yalanlamış
    oldukları şeylere iman etmediler.

    İşte, kâfirlerin yüreklerine
    -Allah, böyle mühür basar.

    Biz, onların çoğunda ahdfe vefa)
    bulmadık.

    Onların çoğunu, muhakkak ki,
    itâattan çıkmış kimseler bulduk, [51]

    “Medyen’e de, kardeşleri
    Şuayb’ı (gönderdik):

    Ey kavmim! Allah’a ibadet ediniz.
    Sizin, Ondan başka hiç bir İlâhınız yoktur

    Ölçeği, tartıyı, eksik tutmayınız.

    Ben, sizi, hakîkat bir nimet (ve
    refah) içinde görüyorum.

    Şüphesiz ki, ben, bir gün,
    (hepinizi) çepeçevre kuşatıcı bir azabdan kork­maktayım!

    Ey kavmim! Ölçekte ve tartıda
    adaleti, yerine getiriniz!

    İnsanların eşyasını (mallarını,
    haklarını) eksiltmeyiniz!

    Yer yüzünde fesadcılar olarak
    fenalık yapmayınız!

    Eğer, Mü’min iseniz, Allah’ın
    (helâlından) bıraktığı (kâr), sizin için, daha hayırlıdır.

    (Bununla beraber) ben, sizin
    üzerinizde bir bekçi de, değilim.” dedi.

    “Ey Şuayb! Atalarımızın
    taptığı şeylerden, yâhud, mallarımıza ne dilersek, onu, yapmamızdan vaz
    geçmemizi, sana, namazın mı emr ediyor?

    Çünki, sen, muhakkak ki, sen,
    yumuşak huylu, aklı başında (bir adam)sın!” dediler.

    “Ey kavmim! Ya ben, Rabb’imden
    (gelen) apaçık bir Burhanın üzerinde isem, ve O, bana, Kendisinden, güzel bir
    rızık ihsan etmiş ise, ne dersiniz?

    Size ettiğim yasağa, ben kendim
    muhalefet etmek istemiyorum ki. Ben gücümün yettiği kadar ıslahdan başka bir
    şey arzu etmem! Benim muvaffakiyetim, ancak, Allah’ın yardımıyladır. Ben,
    yalnız Ona güvenip dayandım ve yalnız Ona dönerim.

    Ey kavmim! Bana olan düşmanlığınız,
    Nuh kavminin, ya Hûd kavminin ya da, Salih kavminin başlarına gelenler gibi,
    size bir musibet yüklemesin!

    Lut kavmi da, size uzak değil!

    Rabb’inizden, mağfiret dileyiniz!
    Sonra, Ona, tevbe ile rücu’ ediniz.

    Çünkü, benim Rabb’im, çok
    Esirgeyendir, (Mü’minleri) çok sevendir” dedi.

    “Ey Şuayb! Biz, senin
    söylemekte olduğundan bir çoğunu iyice anlamıyoruz.

    Seni de, içimizde cidden zaif
    (âciz) görüyoruz.

    Eğer, kabilen olmasaydı, muhakkak
    ki, seni, taşla öldürürdük!

    Sen, bizden üstün bir şeref sahibi
    değilsin ki…” dediler.

    (Şuayb):

    “Ey kavmim! Size göre benim
    kabilem mi, Allah’dan daha şereflidir ki onu (tu­tup) arkanıza atılmış
    (değersiz) bir şey edindiniz?

    Benim Rabb’imfin ilmi), şüphesiz,
    ne yaparsanız, hepsini, çepçevre kuşatıcıdır! Ey kavmim! Elinizden geleni
    yapınız! Ben de, (vazifemi) yapıcıyım.

    Yakında bileceksiniz ki: kendisini
    rüsvay edecek azab, kimin başına gelecektir ve o yalancı kimdir?

    O azabı gözetleyiniz!

    Ben de, sizinle birlikte (onu)
    gözetleyiçiyim?” dedi.

    Vaktâ ki, (Azab) emrimiz geldi.

    Şuayb’ı ve onun yanındaki iman
    etmiş olanları, bizden bir Esirgeme olarak, kur­tardık.

    Zulümedenleri ise, korkunç bir ses
    yakaladı da, yurdlarında diz üstü çöke kaal-dılar (helak oldular).

    Sanki, onlar, orada zâten hiç
    oturmamışlardı…

    Haberiniz olsun ki: Semud (kavmi),
    İlâhî rahmetten uzaklaştıysa, Medyen (kav-mına) da, öyle bir uzaklık (verildi)[52]

    “Eshâb-ı Eyke de, gönderilen
    (Peygamberleri, yalanlamıştır.

    O zamada ki, Şuayb, onlara:

    (Allah’dan) korkmaz mısınız?

    Şüphesiz ki, ben, size gönderilmiş
    emin bir Peygamber’im.

    Artık, Allah’dan korkunuz ve bana,
    itaat ediniz!

    Ben, buna karşı, sizden hiç bir
    ücret istemiyorum.

    Benim mükâfatım, Âlemlerin
    Rabb’inden başkasına âid değildir.

    Ölçeği, tam ölçünüz! Eksiltenlerden
    olmayınız!

    Doğru terazi ile tartınız!

    İnsanların hakkından, bir şeyi
    kısmayınız!

    Yer yüzünü, bozgunculukla fesada
    vermeyiniz!

    Gerek sizi, gerek (sizden) önceki
    ümmetleri yaratan (Allâh)dan, korkunuz!” dedi.

    “Sen, dediler, ancak, fazla
    büyülenmişlerdensin!

    Sen, bizim gibi bir beşerden
    başkası değilsin?

    Biz, senin, muhakkak yalancılardan
    olduğunu sanıyoruz!

    Eğer, doğruculardan isen, hemen
    üstümüze gökten bir parça düşür!

    (Şuayb):

    “Siz ne yapıyorsanız, hepsini,
    Rabbim, daha iyi bilicidir!” dedi.

    Hâsılı, onu yalanladılar da,
    kendilerini, o gölge gününün azabı yakalayıverdi!

    Gerçekten, bu, o günün büyük azabı
    idi. [53]

    “Kendilerini, bir Recfe
    (korkunç bir Sayha, şiddetli yer sarsıntısı) yakalayıverdi de, hepsi
    yurdlarında (ölü olarak) diz üstü çöke kaldılar. [54]

     

    Şuayb Aleyhisselâm İle Müminlerin Mekke’ye Hicret Edişi:    Başa
    Dön

     

    Medyen ve Eykeliler, helak olduktan
    sonra, Şuayb Aleyhisselâm, kendisine iman edenlerle birlikte Mekke’ye gidip
    yerleştiler ve vefatlarına kadar oradan ay­rılmadılar. [55]

    Şuayb Aleyhisselâmla yanındaki
    Mü’minlerin kabirlerinin, Kabe’nin batısında Dârünnedve ile Benî Sehm kapısı
    arasındaki yerde bulunduğu rivayet edilir. [56]

    Zâten, Peygamberlerden, ümmeti helak
    olan Peygamber, Mekke’ye gelir, ora­da, Allâha ibadete koyulur, kendisi ve
    yanındakiler, vefat edinceye kadar orada kalırdı.

    Nitekim, Nuh, Hûd, Salih ve Şuayb
    Aleyhisselâmların kabirlerinin Zemzem’le Hacerülesved arasında bulunduğu
    bildirilmektedir. [57]

    Şuayb Aleyhisselâm, vefat ettiği
    zaman, yüz kırk yaşında idi. [58] Ona
    ve gönderilen bütün Peygamberlere selâm olsun![59]

     

    Şuayb Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:    Başa
    Dön

     

    Şuayb Aleyhiselâm: orta boylu,
    buğday benizli idi. Son zamanlarında, gözleri, görmez olmuştu. [60]
    Âmâ idi. [61]



    [1] Taberî-Tarih c.1,s.167, Hâkim-Müstedrek c.2,s.568,
    Sâlebî-Arais s. 164, Muhyiddin b.Arabî-Muhadaratülebrar c.1,s.129, Kurtubî
    Tefsir c.7,s.247.

    [2] Taberî-Tefsir c.8,s.237, Sâlebî-Arais S.1Ş4,
    İbn.Arabi-Muhadara c.1,s.129, Kurtubî-Tefsir c.7,s.248.

    [3] Taberî-Tefsirc.8,s.237, Sâlebî-Arais s.164,
    Kurtubî-Tefsir c.7,s.248.

    [4] Sâlebî-Arais s.164.

    [5] Mûsâ Aleyhisselâm Bölümüne bakınız!

    [6] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1 ,s.49.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/327.

    [7] Yâkut-Mûcemülbüldan c.5,s.77.

    [8] Yâkut-Mûcemülbüldan c.1,s.291.

    [9] Yâkut-Mûcemülbüldan c.5,s.77.

    [10] Taberî-Tefsir c.8,s.237, Yâkut-Mûcemülbüldan
    c.5,s.77-78, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.184-185.

    [11] ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.319.

    [12] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.185.

    [13] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.32O.

    [14] Sâlebi-Arais s.165, ibn.Asâkir-Tarih C.6.S.319-320

    [15] Taberî-Tefsir c.8,s.237, Sâlebî-Arais s.165,
    İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.319-320.

    [16] Taberî-Tefsir c.8,s.238, Sâlebî-Arais s.165, Ebülferec
    İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.2O5, Ebülfida-Elbidaye venniha­ye c.1,s.186.

    [17] Taberî-Tefsir c.8,s.238, Sâlebî-Arais s.165.

    [18] Taberî-Tefsir c.8,s.238.

    [19] Taberî-Tefsir c.8,s.239.

    [20] Taberî-Tefsir c.8,s.238, Sâlebî-Arais s.165.

    [21] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.321.

    [22] Taberî-Tarih c.1,s.167, Hâkim-Müstedrek c.2,s.569,
    Sâlebî-Arais s.164, ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.321.

    [23] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.321.

    [24] Taberî-Tarih c.1,s.168, Hâkim-Müstedrek c.2,s.569,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.158.

    [25] Taberî-tefsir c.19,s.1O7.

    [26] ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.321.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/327-328.

    [27] Taberî-Tarih c.1 ,s.168, Tefsir c.19,s.1O7,
    Hâkim-Müstedrek c.2,s.569, Sâlebî-Arais s.164, İbn.Esîr-Kâmil c.1, s.158.

    [28] İbn.Asâkir-Tarih   c.6, S.322.

    [29] Taberî-Tarih c.1,s.168, Hâkim-Müstedrek c.2,s.568, Ebülferec-Tabsıra
    c.1,s.2O4, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.185.

    [30] Taberî-Tefsir c.8,s.237, İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.32O,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.185.

    [31] Taberî-Tefsir c.8,s.237.

    [32] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.32O, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye c.1,s.185.

    [33] Taberî-Tarih c.1,s.169, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.159.

    [34] Taberî-Tarih c.1,s.168, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.157.

    [35] Taberî-Tarih c.1,s.168, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.157.

    [36] ibn.Asakir-Tarih c.3,s.195, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.129.

    [37] Sâlebî-Araiss.175.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/328-329.

    [38] İbn.Asâkir-Tarih c.6,s.319, 321.

    [39] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.19O.

    [40] Taberî-Tarih c.1,s.168, Hâkim-Müstedrek c.2,s.568,
    Sâlebî-Arais s.165, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.158.

    [41] ibn.Asâkir-Tarih c.5,s.321

    [42] Sâlebî-Arais s. 165.

    [43] Taberî-Tarih c.1,s.168, Sâlebî-Arais s.165,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1s.158, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.19O.

    [44] Taberî-Tarih c.1,s.168, Sâlebî-Arais s.165,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.19O.

    [45] İbn.Asakir-Tarih c.6,s.32O.

    [46] Taberî-Tarih c.1,s.168.

    [47] Taberî-Tarih c.1,s.168, Hâkim-Müstedrek c.2,s.569,
    Sâlebî-Arais s.165, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.158.

    [48] Taberî-Tarih c.1,s.168, Hâkim-Müstedrek c.2,s.569,
    Sâlebî-Arais s.165.

    [49] Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.2O6.

    [50] Hûd: 94.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/329-330.

    [51] Ârâf: 85-102.

    [52] Hûd: 84-95.

    [53] Şuarâ: 176-189.

    [54] Ankebût: 37.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/331-334.

    [55] ibn.Kuteybe-Maarif s.19.

    [56] ibn.Asâkir-Tarih c.6,s.322.

    [57] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.68.

    [58] Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra C.1.S.207.

    [59] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 1/335.

    [60] Mîr Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.235.

    [61] Taberi-Tarih c.1,s.167, Hâkim-Müstedrek c.2,s.568,
    Sâlebî-Arais s.164, İbn.Asakir-Tarih c.6,s.32O, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.157,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.188.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/335.

  • ZULKİFL ALEYHİSSELÂM

    ZULKİFL ALEYHİSSELÂM

     

    . 2

    Zülkifl
    Aleyhisselâmın İsmi Ve Soyu:
    2

    Zülkifl Aleyhisselâmın
    Peygamberliği Ve Bazı Faziletleri:
    2

    Zülkifl
    Aleyhisselâmın Vefatı Ve Yaşı:
    2

     

     

    Zülkifl Aleyhisselâmın İsmi Ve Soyu:    Başa
    Dön

     

    Bişr (Zülkifl) b.Eyyûb
    Aleyhisselâm’dır.[1]

     

    Zülkifl Aleyhisselâmın Peygamberliği Ve Bazı Faziletleri:    Başa
    Dön

     

    Yüce Allah; Eyyûb Aleyhiselam’dan
    sonra, Bişr b. Eyyûb Aleyhisselâmı, Pey­gamber olarak göndermiş[2]
    ve ona Zülkifl ismini vermiş, halkı, Tevhîd akîde-sine = Allah’ın Birliğine
    inanmağa davet etmesini, kendisine emretmiştir.

    Zülkifl Aleyhisselâm, Şam’da
    otururdu. [3]

    Yüce Allah, Enbiyâ sûresinde Eyyûb
    Aleyhisselâm in kıssasından sonra, Zül-Kifl Aleyhisselâm hakkında şöyle
    buyurur:

    ‘ ‘İsmail’i, İdris ‘i, Zülkifl’i de
    (an! Bunların) her biri de, Sabr (ve sebat) edenlerdendi. Onları da,
    rahmetimizin içine idhal ettik. Onlar, hakîkaten, Sarihlerdendi. [4]

    Yine, Yüce Allah, Sâd sûresinde
    Eyyûb Aleyhisselâmın kıssasından sonra, şöyle Duyurur:

    “Kuvvetlerin ve basiretlerin
    sahipleri olan kullarımız İbrahim’i, Ishâk’ı, Yâkub’u da, an!

    Çünkü, biz, onları, katkısız
    (şaibesiz) bir hasletle -ki, yurd(lan)nı hatırlamaları jb onun için,
    çalışmalaradır- Hâlis (insanlar) yaptık.

    Çünkü, onlar, bizim katımızda,
    cidden seçkinlerden, hayırlı (Zat)lardandı. [5]

     “İsmail’i, Elyesa’ı,
    Zülkifl’i de, an!

     (İşte) Bütün bunlar, hayırlı
    (insan)lardı. [6]

    Zülkifl Aleyhisselâmın, Kur’ân-ı
    kerimde, böyle, Kendilerinden, övülerek bah­sedilen büyük Peygamberler arasında
    zikredilişi, kendisinin de, Peygamber ol­duğunu açıkça gösterir.

    Meşhur olan da, budur. [7]

    Zülkifl Aleyhisselâm’a; Rum
    toprağındaki halk, iman ettiler, tâbi oldular ve ken­disini, doğruladılar.

    Bunun üzerine, Yüce Allah, onlara,
    Allah yolunda cihad etmelerini, emredin­ce, bunu, yerine getirmekten kaçındılar
    ve zaa’f gösterdiler:

    “Ey Bişr! Biz, hayatı sever,
    ölümü, sevmeyiz.

    Bununla beraber, Yüce Allâha ve Onu
    Resulüne âsi olmaktan da, hoşlanmayız.

    Eğer, ömürlerimizi, uzatmasını ve
    ancak, biz, dilediğimiz zaman, bizi öldürme­sini, Allâh’dan dilersen, Ona,
    ibadet ve Onun düşmanları ile cihad ederiz!” dediler.

    Zülkifl Aleyhisselâm, onlara:

    “Siz, benden, büyük bir şey
    istediniz. Bana, ağır teklifte bulundunuz.” dedi.

    Sonra, kalkıp namaz kıldı ve:

    “Ey Allah’ım! Sen, Elçilik
    vazifelerini tebliğ etmemi, bana, emrettin, tebliğ ettim.

    Düşmanlarınla, cihad etmemi,
    emrettin.

    Sen de, biliyorsun ki, ben,
    kendimden başkasına güç yetirmeğe mâlik değilim.

    Kavmimin, bu hususta benden
    istediklerini, Sen, benden daha iyi biliyorsun.

    Beni, benden başkasının günahı ile
    muâhaze etme!

    Ben, Senin gazabından rızâna,
    ukubetinden affına sığınırım!” dedi.

    Yüce Allah, Zülkifl Aleyhisselâma:

    “Sen kavmine, benim, onlar
    için seçtiğimin, kendilerinin, kendileri için seçtik­lerinden daha hayırlı
    olduğunu öğretmedin mi?” diye vahy etti.

    Bunun üzerine, onlar, ecelleri
    sonunda ölmeye razı oldular ve ecellerinde öldüler. [8]

     

    Zülkifl Aleyhisselâmın Vefatı Ve Yaşı:    Başa
    Dön

     

    Zülkifl Aleyhisselâm, Şam’da vefat
    etti. [9]
    Vefat ettiği zaman, yetmiş beş yaşında idi. [10] Ona
    ve bütün peygamberlere selâm olsun![11]

     

     

     



    [1] Taberî-Tarih c.1,s.167, Hâkim-Müstedrek c.2,s.582,
    Sâlebî-Arais s.163, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.136, Ebülfida-Elbidayevennihaye
    c.1,s.225 .

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 1/323.

    [2] Taberî-Tarih c.1,s.167, Hâkim-Müstedrek c.2,s.582,
    Sâlebî-Arais s.163, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.136, Muhyiddin

    b.Arabî-Muhâdarat’ülebrar c.1,s.128, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    ç.1,s.225.

    [3] Taberî-Tarih c.1 ,s.167, Hâkim-Müstedrek c.2,s.582,
    Sâlebî-Arais s.163, İbn.Esîr-Kâmil c.1 ,s.136, Ebülfida-Elbidayevennihaye
    c.1,s.225.

    [4] Enbiyâ: 85-86.

    [5] Sâd: 45-47.

    [6] Sâd:
    48.                                                                

    [7] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.225.

    [8] Sâlebi-Arais s. 164.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/323-324.

    [9] Taberî-Tarih c.1,s.167, Hâkim-Müstedrek C.2.S.582,
    Sâlebî-Arais s.164, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.136.

    [10] Taberî-Tarih C.1.S.167, Hâkim-Müstedrek C.2.S.582,
    İbn.Asakîr-Tarih c.5,s.269, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.136, Muh-yiddin b.Arabî-Muhadaratülebrar
    c.1,s.128.

    [11] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 1/324.

  • EYYUB ALEYHİSSELÂM

    EYYUB
    ALEYHİSSELÂM

     

    . 2

    Eyyûb
    Aleyhisselâmın Soyu:
    2

    Eyyûb
    Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:
    2

    Eyyûb
    Aleyhisselâmın Yurdu, Serveti Ve Oğulları:
    2

    Eyyûb
    Aleyhisselâmın Peygamberliği Ve Bazı Faziletleri:
    2

    Eyyûb
    Aleyhisselâmın İbtilâya Uğrayışı:
    3

    Eyyûb
    Aleyhisselâmın İbtilâsı Şiddetlenince Yüce Allah’a Hamd’ü Senası:
    5

    Eyyûb
    Aleyhisselâmı Üzen Konuşmalar:
    5

    Eyyûb
    Aleyhisselâmın Zevcesini Yanından Uzaklaştırışı:
    7

    Eyyûb
    Aleyhisselâmın Allâha Münâcâtı Ve İbtilâsının Kaldırılışı:
    7

    Leyya Hatunun
    Telaşlanışı Ve Eyyûb Aleyhisselâmın Yanına Koşusu :
    8

    Buluttan Altın
    Çekirgelerin Yağışı:
    10

    Eyyûb
    Aleyhisselâmın Zevcesi Hakkındaki Yeminini Yerine Getirişi:
    10

    Eyyûb
    Aleyhisselâmın Vefatı Ve Yaşı:
    10

     

     

    Eyyûb Aleyhisselâmın Soyu:    Başa
    Dön

     

    Eyyûb b. Mûs[1],
    b. Ra’vil[2], veya
    Razıh[3] veya
    Rizah[4] veya
    Zirah[5], b.
    Ays b. İshak, b. İbrahim Aleyhisselâmlardır. [6]

    Eyyûb Aleyhisselâmın annesi, Lut
    Aleyhisselâmın kızı idi[7]

    Eyyûb Aleyhisselâmın babası Mûs;
    Nemrud’un, İbrahim Aleyhisselâmı ateşi atıp yakmak istediği gün, İbrahim
    Aleyhisselâma iman edenlerdendi.[8]

    Eyyûb Aleyhisselâm, Yâkub
    Aleyhisselâmın zamanında idi. [9] ve
    Onun Leyyı adındaki kızı ile de, evlenmişti. [10]

     

    Eyyûb Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:

     

    Eyyûb Aleyhisselâm; uzun boylu,
    kıvırcık saçlı[11],
    güzel[12],
    büyük[13]
    gözlü, bü­yük başlı[14],
    geniş göğüslü, kalın kollu, kalın bacaklı, kısa boyunlu idi. [15]

     

    Eyyûb Aleyhisselâmın Yurdu, Serveti Ve Oğulları:    Başa
    Dön

     

    Eyyûb Aleyhisselâmın yurdu: Şam’ın
    Dımaşk ile Câbiye arasındaki Ürdün bel­delerinden olan[16]
    Beseniye nahiyesi idi. [17]

    Şam’ın Beseniye köyünün doğu ve
    batısı arasında bulunan her şeyi[18], dağ­ları,
    ovaları[19],
    içindekilerle birlikte[20] deve,
    sığır, davar, at, merkep, her cins mal[21],
    Eyyûb Aleyhisselâma âitti. [22]

    Kendisinin, o köyde, çobanları ile
    birlikte, bin koyunu,

    Beş yüz öküzü,

    Her öküzün, birer sürücüsü köle,

    Her kölenin de, karısı, çocukları,
    malları,

    Her öküzün, çift âletini taşıyan
    dişi merkebi,

    Her merkebin, iki, üç, dört, beş ve
    daha fazla sıpası bulunmakta idi. [23]

    Yüce Allah, ona, erkek, kadın bir
    çok ev halkı da, ihsan etmişti. [24]

    On üç erkek evlâdı vardı. [25]

     

    Eyyûb Aleyhisselâmın Peygamberliği Ve Bazı Faziletleri:    Başa
    Dön

     

    Eyyûb Aleyhisselâm; İbrahim,
    İsmail, İshak, Yâkub, Esbat ve İsâ Aleyhisselâm-lar gibi, İlâhî Vahy’e mazhar
    olmuş[26], Yüce
    Allah tarafından seçilip ona da, Pey­gamberlik verilmişti. [27]

    Kendisine Peygamberlik verilişi,
    Yâkub Aleyhisselâmın zamanında idi. [28] Eyyûb
    Aleyhisselâmın dini, İbrahim Aleyhisselâmın Tevhid dini idi. [29]

    Eyyûb Aleyhisselâmın Şerîatı: Yüce
    Allanın Birliğine iman ve insanlar arasını düzeltmekti. [30]

    Dâvud Aleyhisselâma göre: Eyyûb
    Aleyhisselâm: insanların, en halîm ve uslu­su, insanların, en sabırlısı ve
    öfkelerini, en çok yeneni idi. [31]

    Eyyûb Aleyhisselâm; yoksullar,
    züğürtler için, çok merhametli idi.

    Yetimlere, dullara bakar,
    konukları, ağırlar, bunları da, Allah’ın, kendisine ver­miş olduğu nimetlerin
    şükrânesi olarak yapardı. [32]

    Eyyûb Aleyhisselâm, konuksuz,
    gecelemez, yoksul bulundurmadıkça, yemek yemez[33],
    açların karınlarını doyurmadıkça, kendi karnını doyurmaz, çıplakları,
    giydirmedikçe, kendisi, giyinmezdi. [34]
    Dulları, giydirir, kuşatırdı. [35]

     

    Eyyûb Aleyhisselâmın İbtilâya[36] Uğrayışı:    Başa
    Dön

     

    Eyyûb Aleyhisselâmın ibtilâya
    uğramasına türlü sebepler gösterilir.

    Bu cümleden olmak üzere: Beseniye
    halkı, zorbalardan bir zorba olan ve hal­ka zulmeden krallarının huzuruna varıp
    onunla konuştukları ve kendisine, ağır sözler söyledikleri halde, Eyyûb
    Aleyhisselâmın -ekinleri, hakkında- ondan çeki­nerek, konuşmasında yumuşak
    davrandığı, Mârufu, emretmediği, işlediği zulüm hakkında, zâlimi, uyarmadığı
    rivayet edilir. [37]

    Şam toprağında kuraklık, kıtlık
    olup ta, Mısır Kralı Firavun: “Bize gel! Bizim yanımızda, senin için,
    bolluk, genişlik vardır!” diye yazı gönderince, Eyyûb Aley­hisselâm; çoluk
    çocukları, atları, küçük büyük baş hayvanları ile birlikte kalkıp Mısır’a
    gider. [38]

    Firavun, onlara, yiyecekler,
    elbiseler[39] ve
    yerler ayırıp verir. [40]

    Eyyûb Aleyhisselâm, Firavun’un
    yanında bulunduğu sırada, Şuayb Aleyhisse­lâm gelip içeri girer ve:

    “Ey Firavun! Gök halkı, yer
    halkı, denizler ve dağlar halkı, kızınca, Allah’ın da, gazaba geleceğinden
    korkmaz mısın?” der.

    Eyyûb Aleyhisselâm ise, susar,
    konuşmaz. [41]

    Eyyûb ve Şuayb Aleyhisselâmlar,
    Firavun’un yanından çıkınca, Yüce Allah, Ey­yûb Âleyhisselâma:

    “Ey Eyyûb! Sen, Firavun’un
    ülkesine gittiğin için, sustun[42]

    İbtilâ’ya hazırlan!” diye Vahy
    eder.

    Eyyûb Aleyhisselâm:

    “Ben, yetim’in geçimini,
    üzerime almadım mı?

    Garîb’i, barındırmadım mı?

    Ac’ı, doyurmadım mı?

    Dul’a, yardımcı olmağa çalışmadım
    mı?” der.

    O sırada; içinden, on binlerce
    yıldırımlar, korkunç gök gürlemeleri duyulan bir bulut geçer ve bulutun
    içinden:

    “Ey Eyyûb! Bunu, sana yaptıran
    kim’di?” denilir.

    Eyyûb Aleyhisselâm; hemen, bir avuç
    toprak alıp başının üzerine koyarak:

    “Sen’din yâ Rab!” der.

    Yüce Allah, ona:

    “İbtilâya hazırlan!” diye
    Vahy eder. [43]

    Bunun üzerine, Eyyûb Aleyhisselâmın
    bütün serveti yok olur. [44]

    Üzerlerine, ev yıkılıp bütün
    oğulları, ölür! [45]

    Fakat, o, bunlara rağmen, hep Yüce
    Allah’a hamd’ü senada bulunmaktan, ibâ­dete devamdan, verdiğine şükür, uğradığı
    ibtilâya sabredip katlanmaktan ay-rılmaz. [46]

    “Zâten, onlar, Allah’a âitt.
    Onları, bize emânet olarak vermişti. Onları, ister bırakır, ister geri alır! [47]

    Ben, annemin karnından çıplak
    olarak çıktım ve çıplak olarak toprağa, kabre döneceğim. Çıplak olarak ta,
    Rabb’ime haşrolunacağım!” deyip Allah’a hamd et­meğe devam eder. [48]

    Eyyûb Aleyhisselâm, aynı zamanda
    hastalanır da. [49]

    İlk defa olarak Çiçek[50]
    veya Cüzzam hastalığına tutulur. [51]

    Yemeği, ancak, iki elini birleştirerek
    tutup ağzına güçlükle götürür.

    Dili, şişer, ağzını, doldurur.

    Yemeği, ağzına güçlükle sokar.

    Barsakları, vazifesini yapmaz olur.

    Yediği şey, karnına girdiği gibi,
    çıkar, vücuduna yararlı olmaz.

    Ayaklarında güç kalmaz, onları,
    taşıyamaz hale gelir. [52]

    Vaktiyle, kendilerini, ev halkı
    gibi geçindirdiği kimselere avuç açar olur.

    Onlar, bir tek lokma verirler, onu
    da, başına kakarlar, kendisini, kınar ve ayıp­larlar.

    Bütün oğulları ölüp elinden
    tutacak, yardım edecek kimsesi kalmaz.

    Ailesi, ona, küser.

    Akrabaları, dostları da,
    kendisinden yüz çevirir, ilgilerini keser.

    Tanıdıkları, kendisini, tanımaz
    olur.

    Bütün hakları, inkâr edilir.

    Yaptığı iyilikler, unutulur.

    Seslenişine, ses verilmez, aldırış
    edilmez olur. [53]

    Köy halkı, kendisini, köy dışındaki
    çöplüğe sürüp çıkarır. [54]

    Üzerine gerilen bir gölgelikte
    barınmağa başlar. [55]

    Yanına, zevcesinden başka pek
    uğrayan olmaz. Hacetini, yalnız zevcesi, gi­dip gelip görür.

    Eyyûb Aleyhisselâm, uğradıkları
    ibtilânın kaldırılması için de, yıllarca, dua etmez.[56]

    Zevcesi Leyya hatun, bir gün:

    “Sen, duası, makbul bir
    Zat’sın. Sana, şifâ vermesi için, Allah’a dua etsen a!” demişti.

    Eyyûb Aleyhisselâm:

    “Biz, yetmiş yıl nimetler
    içinde yaşadık.

    Bırak ta, yetmiş yıl da, ibtilâ
    içinde bulunalım!” dedi. [57]

    Eyyûb Aleyhisselâm; kaybettikleri
    servet, evlad ve sıhhate ağlayan zevcesine:

    “Onları, bize kim ihsan
    etti?” diye sordu.

    Zevcesi:

    “Allah ihsan etti.” dedi.

    Eyyûb Aleyhisselâm:

    “Onlardan, kaç yıl
    yararlandık?” diye sordu.

    Zevcesi:

    “Seksen yıl!” dedi.

    Eyyûb Aleyhisselâm:

    “Allah, bizi, onların ibtilâsı
    ile kaç yıldan beri mübtelâ kılıyor?” diye sordu.

    Zevcesi:

    “Yedi yıldan beri!” dedi.

    Eyyûb Aleyhisselâm:

    “Yazıklar olsun sana! Vallahi,
    sen, Rabb’ine karşı, ne adaletli, ne de, insaflı davrandın!

    Geçim bolluğu ve rahatlık içinde
    bulunduğumuz gibi, Rabb’imizin, bizi uğrattı­ğı şu ibtilâya da, seksen yıl
    katlanmamız gerekmez mi?” dedi. [58]

     

    Eyyûb Aleyhisselâmın İbtilâsı Şiddetlenince Yüce Allah’a
    Hamd’ü Senası:
        Başa Dön

     

    Eyyûb Aleyhisselâmın ibtilâsı
    şiddetlendiği zaman, Yüce Allah’a şöyle hamd’ü senada bulunduğu rivayet edilir:

    “Hamd, Rabb’ül’ âlemîn olan
    Allah’a mahsustur.

    Ben, Rabb’im olan Sana hamd ederim
    ki: Sen, bana ihsanda bulundun: bana, mal ve evlad verdin.

    Kalbimde, bunların girmediği bir
    bölüm kalmadı.

    Sonra, hepsini, benden geri aldın, kalbim,
    onlardan boşaldı.

    Artık, benim aramla Senin arana,
    bir şey girer değildir! [59]

    “Ey Rabb’im! Bundan önce,
    beni, gündüzleri, mal sevgisi, telâşı, oyalıyordu.

    Geceleri de, beni -kendilerine olan
    şefkatimden dolayı- evlad sevgisi, oyalıyordu.

    Ne mutlu ki: şu anda, onlardan
    boşalmışım!

    Gözümü, kulağımı, gecemi,
    gündüzümü, Senin zikr’in, şükr’ün, takdis ve Teh-lil’in ile geçiriyorum!” [60]

     

    Eyyûb Aleyhisselâmı Üzen Konuşmalar:    Başa
    Dön

     

    Eyyûb Aleyhisselâmın ibtilâsı, on
    sekiz yıl sürdü. Yakın, uzak, herkes, ondan ayrıldı.

    Ancak, din kardeşlerinden özelliği
    bulunan ikisi, sabah, akşam, onun yanına uğrarlardı.

    Onlardan biri, o birine:

    “Vallahi, Eyyûb, her halde,
    âlemlerden hiç bir kimsenin işlemediği bir günah işlemiş olmalı!” dedi.

    Arkadaşı:

    “Ne demek bu?” diye
    sordu.

    “Kendisi, on sekiz yıldan beri
    ibtilâ içindedir de, Allah, ona acımıyor ve kendisinden bu ibtilâyı
    kaldırmıyor!” dedi.

    Onlar, yine, bir gün, Eyyûb
    Aleyhisselâmın yanına gittiler. Kendisini, ibtilâ için­de bulunca:

    “Allah, Eyyûb’da, bir hayır
    olduğunu, bilseydi, bu ibtilâ, ona, erişmezdi!” dediler.

    Evvûb Aleyhisselâm, bunu, işittiği
    zaman; kendisinin, bundan daha ağırına gi­den bir şey olmadı! [61]

    Eyyûb Aleyhisselâm:

    “Ey Allah’ım! Sen, benim, bir
    ac’ın yerini bildiğim halde, hiç bir gece, tok ola­rak gecelemediğimi,
    biliyorsan -ki, biliyorsun- beni, doğrula!” diye yalvardı.

    Allah tarafından doğrulandı!
    Doğrulandığını, onlar da, işittiler. Eyyûb Aleyhisselâm:

    “Ey Allah’ım! Sen, benim, bir
    çıplağın yerini bildiğim halde, üzerime, asla göm­lek giyinmediğimi, biliyorsan
    -ki biliyorsun- beni, doğrula!” diye yalvardı.

    Allah tarafından doğrulandı!
    Doğrulandığını, onlar da, işittiler.’[62]

    Eyyûb Aleyhisselâma iman edip
    ibtilâya uğraması üzerine, kendisinden yüz çeviren, dinini bırakanlardan üç
    kişi daha vardı([63] ki,
    onlardan birisi Yemenli, ikisi de, Beseniye köyü halkındandı. [64]

    Bunlar, birgün Eyyûb Aleyhisselâmın
    yanına gittiler, onu, suçladılar, ağ-lattılar.
    [65]

    “İşleyip azabını çektiğin
    günahından dolayı, Allah’a tevbe et! [66]

    Sen, öyle bir günah işlemişsin ki,
    o günahı, hiç bir kimse işlememiştir!

    Bunun için, senin üzerinden azab
    kaldırılmayor!” dediler, ona, çatmalarını, kı­namalarını uzatıp durdular. [67]

    O sırada, orada bulunan[68]
    ve Eyyûb Aleyhisselâma iman ve onun Peygam­berliğini tasdik etmiş olan[69]
    ve arada sırada, söze katılıp onlara cevaplar ve­ren[70]
    bir genç:

    “Siz ey olgunluk yaşındaki
    kişiler! Hep konuştunuz ve konuşmağa da yaşınız bakımından daha lâyık
    bulunuyorsunuz.

    Fakat, siz, söylediğinizden daha
    güzel olan bir sözü,

    Siz, ileri sürdüğünüz görüşten,
    daha yerinde olan bir görüşü,

    Siz, dile getirdiğiniz işten, daha
    güzel bir işi… terk ettiniz!… Geri bıraktınız!

    Eyyûb’un, sizin üzerinizde bir
    hakkı bulunmaktadır ve kendisinin şahsiyeti, si­zin tavsif ettiğinizin çok
    üstündedir! [71]

    Ey olgunluk yaşındaki kişiler! [72]

    Siz, kimin hakkını, eksilttiğinizi,
    kimin hürmetini yırttığınızı, hangi Zâtı ayıpladı-ğınızı[73],
    suçladığınızı[74]
    biliyormusunuz?

    Eyyûb’un; Allah’ın Peygamberi ve bu
    gününüzde halkın en hayırlısı, en üstü­nü ve en seçkini olduğunu
    bilmiyormusunuz ki: Allah, size, bildirmedimi ki, bir şeye, Allah, kızdığı
    zaman, onun kullarına vermiş olduğu kerametlerden bir kera­meti, çeker,
    koparır?

    Siz, Eyyûb ile uzun müddet
    yaptığınız sohbet ve arkadaşlık sırasında, kendisi­nin, hak ve gerçekten gayrı
    bir şey yapmadığını bilmiyormusunuz?!

    Sizin yanınızda onun sırtına
    yüklenmiş olan ibtilâ, sizlere yüklenmiş olsaydı, haliniz nice olurdu?

    Şunu, iyi biliniz ki: Yüce Allah,
    Peygamberlere, Sıddîklere, Şehidlere ve Sâlih-lere ibtilâ verir.

    Allah’ın, bunlara verdiği ibtilâ,
    onlara gazab veya hakaret ettiğini değil, fakat, bunun, kendilerine bir keramet
    ve bir hayır olarak verildiğini gösterir. [75]

    Eyyûb, Allah tarafından bu duruma
    düşmeden, sıhhatli halinde iken, siz, ona kardeş olmuş değil miydiniz?

    Hikmet Ehli’nin; ibtilâ sırasında
    tasalı ve üzüntülü olan kardeşini, ne bilmeden kınaması, ne de, ihtilasından
    dolayı ayıplaması, kusurlaması iyi olmaz.

    Fakat, onun, ona acıması, onunla
    birlikte ağlaması, onun için Allâh’dan mağfi­ret dilemesi, üzüntüsüne üzülmesi
    ve ona, işi üzerinde delil olması yakışır!

    Bunları, bilmeyen kişi, hakîm ve
    aklı başında değildir. [76]
    Allah! Allah! Ey olgunluk yaşındaki kişiler! Allah’ın azamet ve Celâlini
    düşününüz!

    Dillerinizi, kesen, kalblerinizi,
    parçalayan’[77],
    delillerinizi, kesip atan[78] şeyi,
    ölümü, anmanız gerekmez mi?

    Âciz ve dilsiz olmadıkları halde,
    rastgele konuşmaktan korkarak Allah için, susan kullar bulunduğunu
    bilmiyormusunuz?

    Oysa ki, onlar, Allâhı’ ve Allah’ın
    âyetlerini bilen ve dile getiren ilim, akıl ve fasâhat sahibi kişilerdi.

    Fakat, onlar, Yüce Allah’ın azameti
    anıldığı zaman, kalbleri burkulur, dilleri, tutulur, Allah’ın azamet ve
    heybetinden korkarak akılları, başlarından gider, ken­dilerine geldikleri
    zaman, pâk amellerle Yüce Allah’a doğru yarışırlar.

    Onlar; iyi ve Salih kişiler
    oldukları halde, kendilerini, zâlimlerle bir sayarlar.

    Onlar; akıllı ve Allâh’dan korkan
    kişiler oldukları halde, kendilerini, kusurlu ki­şilerle bir tutarlar…”
    der. [79]

    Eyyûb Aleyhisselâm, onun, bu
    sözlerini dinleyince[80]‘:
    “Yüce Allah, hikmeti, küçüklerin, büyüklerin kalbine rahmetle eker.
    Hikmet, ne zaman, kalb de biterse, Yüce Allah, onu, dilde açığa vurur. Hikmet,
    yaştan, saç ağarmasından veya uzun tecrübeden oluşmaz.

    Yüce Allah, kulunu, genç yaşında
    hikmet sahibi yaptığı zaman, onun makamı, hikmet sahipleri katında aşağı
    düşmez. [81]

    Onlar, üzerlerinde Yüce Allanın
    keramet nûr’unu, görürler!” dedikten sonra, öteki kişilere dönüp[82]:

    “Siz, çarçabuk kızmış olarak
    bana geldiniz. [83]

    Siz, korkutulmadan önce, korktunuz!

    Siz, dövülmeden önce, ağladınız!

    Ben, size:

    (Mallarınızdan, benim için, Sadaka
    veriniz.

    Belki, Allah, beni, bu ibtilâdan
    kurtarır.)

    Veya:

    (Benim için, bir kurban, kurban
    ediniz.

    Belki, Allah, kabul eder ve benden
    razı olur.) deseydim, acaba nasıl davra­nırdınız?

    Hiç şüphesiz, siz, kendinizi
    beğenmektesiniz.

    Siz, ihsanlarınızla, afiyete nail
    olduğunuzu, izzet bulduğunuzu sanıyorsunuz.

    Siz, kendi aranızla Rabb’inizin
    arasında olan şeylere baksaydınız, sonra da, sadaka verecek olsaydınız, bir çok
    ayıplarınızı, Yüce Allah’ın size giydirmiş oldu­ğu afiyet elbisesiyle örtmüş bulurdunuz!

    Vaktiyle, içlerinde bulunduğum dost
    kişiler, benim sözlerimi dinlerler, bana, saygı gösterirlerdi.

    Düşmanımdan bile, insafa gelen,
    hakkımı tanıyan, olurdu.

    Bugün, sabaha çıktığımda, artık,
    benim için, sizinle, ne görüşme, ne de, ko­nuşma vardır!

    Siz, bana, üzerimdeki ibtilâmdan
    daha ağır ve şiddetli gelmektesiniz!” dedi ve onlardan yüz çevirdi. [84]

    Eyyûb Aleyhisselâma:

    “Ey Allah’ın Peygamberi!
    Senin, en ağırına giden belâ, hangisidir?” diye so­rulunca:

    “Düşmanların
    şamatasıdır!” demiştir. [85]

     

    Eyyûb Aleyhisselâmın Zevcesini Yanından Uzaklaştırışı:    Başa
    Dön

     

    Eyyûb Aleyhisselâmın zevcesi Leyya
    Hatun’un rastlayıp:

    “Şu hastayı, tedâvîeder
    misin?” diye sorduğu bir adamın, kendisine, secde edildiği[86]
    ve:

    “Bana, sen, şifâ verdin!”
    denildiği’[87]‘takdirde,
    hem bütün kaybettikleri şeyle­ri geri çevireceğini, hem de, kocasının
    hastalığını iyileştireceğini söylediğini ha­ber verdiği zaman, Eyyûb
    Aleyhisselâm:

    “Sen, onun, şeytan olduğunu,
    daha öğrenemedin mi?[88] O
    Allah düşmanı, seni, dininden döndürmek istemiş!’[89]
    Yazıklar olsun sana! Sen, onun sözüne nasıl kulak astın?!

    Vallahi, Allah, bana şifâ verecek
    olursa[90],
    iyileşecek olursam, sana, yüz so­pa vuracağım!” dedi,’[91]
    ve kendisini, yanından uzaklaştırdı:

    “Senin, yemeğin, suyun, bana
    haram olsun! Senin getireceğin şeylerden hiç birini tatmayacağım! Yanımdan,
    hemen uzaklaş! Artık, seni, görmeyeyim!” dedi.

    Bunun üzerine, Leyya hatun, Eyyûb
    Aleyhisselâmın yanından ayrılıp köye gitti. [92]

     

    Eyyûb Aleyhisselâmın Allâha Münâcâtı Ve İbtilâsının
    Kaldırılışı:
        Başa Dön

     

    Eyyûb Aleyhisselâm; din kardeşlerinden
    iki kişinin, kendisini, son derecede üzen konuşmalarını işittiği[93],
    kızıp zevcesini kovduğu, yanında ne bir yiyecek,

    ne bir içecek, ne de, kendisine
    bakacak bir arkadaş bulunmadığını gördüğü za-man[94],
    secdeye kapandı, [95] ve:

    “Ey Allah’ım! Sen, benim üzerimdeki
    ibtilâyı kaldırıncaya kadar, başımı, sec­deden kaldırmayacağım! [96]

    Hakîkat, bana (bu) derd (gelip)
    çattı. Sen, Esirgeyicilerin, Esirgeyicisisin! [97]

    Hakîkat, şeytan, beni, yorgunluğa
    (meşakkata) ve azaba (hastalığa) uğrattı!” diye seslenerek halini arz ve
    ihtilasını kaldırmasını Rabb’inden niyaz etti.
    [98]

    Yüce Allah, onu, (onun duasını)
    kabul buy urdu. [99]

    “Başını, kaldır! Senin duanı,
    kabul ettim! [100]

    Ey Eyyûb! Senin hakkındaki’[101]
    hükmüm, yerine geldi.

    Rahmetim, gazabımı, geçti. [102]

    Seni, yarlıgadım. [103]

    Senden sonra, ibtilâya uğrayacak ve
    sabredecek kimseler için, bir mucize ve ibret olsun diye ev halkını ve malını
    ve onlarla birlikte bir mislini daha sana geri verdim! [104]

    “Ayağınla, vur (yer’e)[105]

    İşte, hem yıkanılacak, hem içilecek
    soğuk (bir su! buyurdu).’[106]

    “Onun içinde şifâ
    vardır.” [107]

    Yüce Allah; Eyyûb Aleyhisselâmdan,
    böylece, o zararı gidermiş[108],
    Allah tara­fından bir rahmef[109],
    ibâdet edenler için bir hâtıra[110],
    temiz akıl sahipleri için de, bir ibret[111]
    olmak üzere, hem ailesini, hem onlarla birlikte bir mislini daha ona ba­ğışlamış[112],
    Eyyûb Aleyhisselâm, en ağır ibtilâlara katlanmakta mesel ve dillere destan
    olmuştur. [113]

    Eyyûb Aleyhisselâm; yer’e ayağıyla
    vurunca, yerden bir su kaynayıp akmağa başladı.

    Onunla, yıkandı.

    Vücudunun dışındaki hastalık ve
    rahatsızlıklardan hiç bir şey kalmadı. [114]

    Eyyûb Aleyhisselâm, kırk arşın
    kadar yürüdükten sonra[115],
    ayağını, tekrar ye­re vurdu.

    Yerden, diğer bir su daha kaynayıp
    akmağa başladı.

    Eyyûb Aleyhisselâm, o sudan da,
    içti. [116]

    Karnından, dışarı çıkmadık hastalık
    kalmadı.

    Sıhhatli, sapa sağlam olarak ayağa
    kalktı.’[117]

    Yüce Allah, ondan, bütün derdleri
    ve elemleri giderdi. [118]

    Gençliğini ve güzelliğini, ona,
    geri çevirdi.’[119]

    Kendisi, önce olduğundan daha
    güzel, daha üstün oldu.’[120]

    Kendisine, Allah tarafından, altlı
    üstlü iki parça kıymetli bir elbise de, giydirildi.

    Eyyûb Aleyhisselâm; ne tarafa
    baksa, orada, kendisine aid ev halkından veya malından olup ta, Allah
    tarafından katlanmış olarak kendisi için hazırlanmış bu­lunduğunu görmediği bir
    şey yoktu!

    Hattâ, kendisinin, içinde yıkandığı
    zikredilen suya varıncaya kadar hepsini, ya­nında hâzır buldu!

    Yüksekçe bir yere çıkıp oturdu. [121]

     

    Leyya Hatunun Telaşlanışı Ve Eyyûb Aleyhisselâmın Yanına
    Koşusu :
        Başa Dön

     

    Eyyûb Aleyhisselâmın zevcesi Leyya
    hatun ise, kendi kendine:

    “O, kendisine yiyecek
    yedirmekten, beni, ne diye men ve tard etti ?!
    [122]

    Ben, onu, ne diye bıraktım ki? [123]

    Kendisinin yanında bir kimse de,
    yok! [124]

    Ya o, açlıktan[125],
    susuzluktan’[126]
    ölürse, ya onu, yırtıcı hayvanlar, yerse’[127],
    helak ederse, ben, ne yaparım?

    Ben, onun (söylediğine bakmayıp)
    muhakkak, yanına döneceğim!” dedi. [128]
    Döndü.’[129]

    Onu; ne çöplükteki gölgelikte
    bulabildi, ne de, söylemiş olduğu hallerden her hangi birinin başına geldiğini
    görebildi.

    İşler, tamamıyla değişmişti. [130]

    Leyya hatun, böyle, Eyyûb
    Aleyhisselâmı, yattığı yerde arayıp bulamayınca, aklı, başından gitti. [131]

    Gölgeliğin çevresini dönüp
    dolaşıyor ve ağlıyordu.

    Ötede, gıcır gıcır elbiseli bir
    zâtın oturduğunu görünce, yanına gidip Eyyûb Aley­hisselâmı, ona sormaktan
    çekindi.

    Bunun üzerine, Eyyûb Aleyhisselâm,
    onu, yumuşak bir sesle yanına çağıra­rak, kendisine:

    “Ey Allah’ın kulu kadın! Ne
    istiyorsun?” diye sordu. Leyya hatun, ağlayarak:

    “Şu çöplükteki gölgeliğe
    bırakılmış olan mübtelâ Zâtı görmek istiyorum! Kendisi, helak mı oldu?
    Kendisine, ne yapıldı? bilmiyorum. Onu, köpekler veya kurtlar, yemiş olabilir.’[132]
    Ey Allah’ın kulu!’[133]
    Allah, sende olanı, mübarek kılsın! [134]
    Sen, şurada bulunan’[135],
    Allah’ın Peygamberi olan[136]‘ o
    mübtelâ Zâtı’[137], gör­dün
    mü? [138]

    Onun hakkında, sende bir bilgi var
    mı?” diye sordu. [139]
    Eyyûb Aleyhisselâm:

    “O, senin neyin olur?”
    dedi.

    Leyya hatun, ağladı ve ağlayarak:

    “O, benim kocamdı.

    Sen, onu, gördün mü? Kendisi,
    şurada bulunuyordu” dedi.[140]

    Eyyûb Aleyhisselâm:

    “Sen, onu görsen, tanır
    mısın?” diye sordu. [141]

    Leyya hatun:

    “Evet!< [142]
    Ben, onu, nasıl tanımam?’[143]

    Onu, tanımaz olur muyum?’[144]

    Görüp durduğum bir kişi, bana hiç
    gizli olur mu?” dedikten sonra, ona, korka korka baktı. Sonra da[145]:

    “Vallahi, sıhhatli olduğu
    zaman, ona, şu halinle, senin kadar benzeyen bir kimse görmedim! [146]

    Sıhhatli olduğu zaman, Allah’ın
    kullarından, sana, en çok benzeyeni o, olur­du!” dedi. [147]

    Eyyûb Aleyhisselâm:

    “İşte, ben, o’yum! [148]
    Allah, sana rahmet etsin! Ben, Eyyûb’um!” dedi. [149]

    Leyya hatun:

    “Allâh’dan kork! Benimle alay
    etme! [150]

    Ey Allah’ın kulu! Sen, benimle alay
    mı ediyorsun?” dedi.

    Eyyûb Aleyhisselâm:

    “Allah, sana rahmat etsin?
    Ben, Eyyûb’um!

    Allah, bana, cesedimi iade
    etti!” dedi[151] ve
    gülümsedi.

    Gülünce, Leyya hatun, onu, tanıdı
    ve onun boynuna sarıldı. [152]

    Kucaklaştılar.’[153]

    Yüce Allah’ın, Leyya hatunu da,
    gençleştirdiği ve ondan, on altı oğul dünyaya geldiği de, rivayet edilir. [154]

     

    Buluttan Altın Çekirgelerin Yağışı:    Başa
    Dön

     

    Yüce Allah, Eyyûb Aleyhisselâma bir
    Melek indirdi. Melek:

    “Ey Eyyûb! Belâya karşı
    sabrından dolayı, Allah, sana selâm söylüyor.

    Harman yerine kadar git!”
    dedi. [155]

    Eyyûb Aleyhisselâm, oraya gitti. [156]

    Yüce Allah, oraya[157],
    kızıl[158] bir
    bulut gönderdi.

    O buluttan, üzerlerine, altından
    çekirgeler, dökülmeğe, yağmaya başladı. [159]

    Melek, Eyyûb Aleyhisselâmın yanında
    dikilip duruyordu. [160]

    Eyyûb Aleyhisselâmın, Harman dışına
    çıkan altun çekirgeleri de, harmana sok­mak için tâkib ettiğini görünce:

    “Ey Eyyûb! Harmanın içine
    girenlere doymadın mı ki, dışarıda kalanları da, tâkib ediyorsun?!” dedi.

    Eyyûb Aleyhisselâm:

    “Bu çekirgeler, benim
    Rabb’imin bereketlerindendir. Ben, ona, doyar değilim!” dedi. [161]

    Peygamberimiz Aleyhisselâm’dan
    rivayet edilen bir Hadîs-i şerife göre de:

    Eyyûb Aleyhisselâm, suda yıkandığı
    sırada, üzerine, altından bir sürü çekirge düş­müş, Eyyûb Aleyhisselâm da,
    onları, elbisesine doldurmuştu.

    Bunun üzerine, Yüce Allah:

    “Ey Eyyûb! Ben, seni,
    -gördüğün üzere- zengin kılmadım mı?” diye nida buyurunca, Eyyûb
    Aleyhisselâm:

    “Evet! Yâ Rab! Zengin kıldın!

    Fakat; Senin fazl’u bereketinden,
    müstağni bulunmak, benim için, mümkün değil­dir!” dedi. [162]

     

    Eyyûb Aleyhisselâmın Zevcesi Hakkındaki Yeminini Yerine
    Getirişi:
        Başa Dön

     

    Yüce Allah, Eyyûb Aleyhisselâma,
    zevcesi hakkında yapmış olduğu yeminini yerine getirmesini şöyle emretti:

     (Ona):

    “Eline, bir demet sap al da,
    onunla (zevcene) vur! Yemininde durmamazlık et­me! (dedik).

    Biz, onu, hakîkaten sabırlı bulduk.

    O, ne güzel kuldu!

    O, dâima (Allâha) dönen (bir Zat)
    idi. [163]

     

    Eyyûb Aleyhisselâmın Vefatı Ve Yaşı:    Başa
    Dön

     

    Eyyûb Aleyhisselâm; ibtilâdan
    kurtulduktan sonra, yetmiş yıl daha, İbrahim Aley-hisselâmın Hanîf olan Tevhid
    dini üzere yaşayıp vefat etti.

    İbrahim Aleyhisselâmın Tevhid
    dinini, Eyyûb Aleyhisselâmdan sonra değiş-tirdiler. [164]

    Eyyûb Aleyhisselâmın, vefat ettiği
    zaman, doksan üç yaşında bulunduğu’[165]
    bildirilmekte ise de; kendilerinin, karı koca olarak, yetmiş[166]
    veya seksen yıl’[167],
    nimet bolluğu içinde ibtilâsız yaşadıklarını[168],
    ibtilâya uğradıklarının yedinci yı­lında ifâde ettikleri[169]‘,
    ve ibtilânın on sekiz yıl sürdüğü’[170]‘,
    Eyyûb Aleyhisselâ­mın da, ibtilâdan kurtulduktan sonra yetmiş yıl daha yaşadığı[171]‘,
    gözönünde tu­tulacak olursa, yaşının, doksan üç değil, hattâ, yüzelliden de,
    bir hayli yukarılar­da bulunduğunu kabul etmek gerekir.

    Nitekim, yaşının, iki yüz’[172],
    ikiyüz on yıl olduğu da, söylenmiştir.’[173]
    Eyyûb Aleyhisselâmın kabri, Beseniye’de bulunmaktadır. [174]
    Ona ve gönderilen bütün peygamberlere selâm olsun![175]

     

     



    [1] ibn.Kuteybe-Maarif s.19, Taberî-Tarih c.1 ,s.165,
    Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1 ,s.48, Hâkim-Müstedrek c.2,s.581, Ebülferec
    İbn.CevzT-Tabsıra c.1,s.191, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.128.

    [2] İbn.Kuteybe-Maarif s.19, Taberî-Tarih c.1,s.165.

    [3] Taberî-Tarih c.1,s.165.

    [4] Hâkim-Müstedrek c.1,s.581, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
    c.1,s.191.

    [5] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.48, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye c.1,s.220.

    [6] Taberî-Tarih c.1,s. 165, Mes’ûdî-Murucuzzeheb
    c.1,s.48, Hâkim-Müstedrek c.2,s.581, Sâlebî-Arais s. 153, Ebülferec-Tabsıra
    c.1,s.191, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.128, Muhyiddin b.Arabî-Muhadaratülebrar
    c.1,s.128, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O.

    [7] İbn.Kuteybe-Maarif s.20, Taberî-Tarih c.1,s.165,
    İbn.Asakir-Tarih c.3,s.191, Ebülferec-Tabsıra c.1,s.191, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye c.1 ,s.220-221.

    [8] ibn.Kuteybe-Maarif s.20, Taberî-Tarih c.1,s.165,
    İbn.Asakir-Tarih c.3,s.193, Ebülferec-Tabsıra c.1,s.191, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye c1,s.220-221.

    [9] İbn.Kuteybe-Maarif s.20, Mes’ûdî-Murucuzzeheb
    c.1,s.48, Ebülferec-Tabsıra c.1,s.191.

    [10] İbn.Kuteybe-Maarif s 20, Mes’ûdî-Murucuzzeheb
    c.1,s.48, Ebülferec-Tabsıra c.1,s.191.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/305.

    [11] Hâkim-Müstedrek c.2,s.581, Sâlebî-Arais s. 153.

    [12] Sâlebî-Arais s.153.

    [13] Hâkim-Müstedrek c.2,s.581.

    [14] Sâlebî-Arais s.153.

    [15] Hâkim-Müstedrek c.2,s.581, Sâlebî-Arais s.153.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/305.

    [16] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.48.

    [17] İbn.Kuteybe-Maarif s.20, Taberî-Tarih c.1,s.166,
    Mesûdî-Murucuzzeheb c.1,s.48, Ibn.Asakır-Tarıh c.3,s.194.

    [18] Taberî-Tarih c.1,s.166, Sâlebî-Arais s.153.

    [19] Sâlebî-Arais s.153.

    [20] Taberî-Tarih c.1,s.166, Sâlebî-Arais s.153,
    Ibn.Esîr-Kâmıl c.1,s.128.

    [21] Sâlebî-Arais s.153, ibn.Asâkir-Tarih c.3,s.194.

    [22] Taberî-Tarih c.1,s.166, Sâlebî-Arais s.153.

    [23] Taberî-Tarih c.1,s.166, Salebî-Arais s.153,
    İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.128.

    [24] Taberî-Tefsir c.17,s.65, Sâlebî-Arais s.153

    [25]İbn.Asâkir-Tarih c.3,s.198, Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra
    c.1,s,191

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 1/306.

    [26] Nisa: 163.

    [27] Taberî-Tefsir c.17,s.65.

    [28] İbn.Kuteybe-Maarif s.20, Yâkubî-Tarih c.1,s.32,
    Taberî-Tarih c.1,s.167, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.195, Munyıddın
    b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1,s.128.

    [29] İbn.Asâkir-Tarih c.3,s.2O1, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye c.1,s.224.

    [30] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.54, ibn.Asâkir-Tarih
    c.3,s,194, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.128.

    [31] ibn Ebî Şeybe-Musannef C.13.S.201, Ahmed
    b.Hanbel-Ezzühd s.106, Hakimüttirmizi-Nevâdirül’usûl s.224

    [32] Taberî-Tefsir c.17,s.65, Sâlebî-Arais s.153,
    Fahrurrazî-Tefsir c.22,s.2O3.

    [33] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.54.

    [34] ibn.Asâkir-Tarih c.3,s.194.

    [35] Taberî-Tefsir c.17,s.65, Hâkim-Müstedrek c.2,s.581.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/306-307.

    [36] ibtilâmn en şiddetlisi Peygamberlere, Peygamberlerden
    sonra, dindarlık derecelerine göre kullara gelir ve onla­rı, yeryüzünde
    günahsız dolaşır hale getirir. (ibn.Sa’d-Tabakat c.2,s.2O9, Ahmed
    b.Hanbel-Müsned d ,s.18O, Tirmizî-Sünen c.4,s.601-602, İbn.Mâce-Sünen
    c.2,s.1334) Peygamberlere gelen ibtilâ, onların derecelerini kat kat yükseltmek
    için gelir.

    Kendileri, ibtilâ ile karşılaşmaktan, son derece sevinç duyarlar.
    (ibn.Sa’d-Tabakat c.2,s.2O8, A.b.Hanbel-Müsned c.3,s.94, ibn.Mace-Sünen
    c.2,s.1335).

    [37] jbn.Asâkir-Tarih c.3,s.194,195.

    [38] jbn.Asâkir-Tarih C.3.S.194, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.129.

    [39] ibn.Asâkir-Tarih c.3,s.194.

    [40] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s,129.

    [41] ibn.Asâkir-Tarih c.3,s.195, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.129.

    [42] ibn.Asâkir-Tarih c.3,s,194.

    [43] Ibn.Asâkir-Tarih c.3,s.195, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.129-130.

    [44] Taberî-Tarih c.1,s.166, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.128.

    [45] Taberî-Tefsir c.17,s.69, Beyzâvî-Tefsir c.2,s.79.

    [46] Taberî-Tarih c.1,s.166, Sâlebî-Arais s.155,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.128.

    [47] Sâlebî-Arais s. 154.

    [48] Taberî-Tefsir c.17,s.58, Sâlebî-Arais s.154.

    [49] Taberî-Tarih c.1,s.166, Sâlebî-Arais s.156,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.129.

    [50] İbn.Asâkir-Tarih c.3,s.199, Ebülferec
    ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.192.

    [51] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s,129, Ebülfida-Tefsir c.3,s.188

    [52] Taberî-Tefsir c.17,s.6O, Sâlebî-Arais s.157.

    [53] Taberî-Tefsir c.17,s.68, Sâlebî-Arais s.157,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.134.

    [54] Taberî-Tarih c.1,s.166, Sâlebî-Arais s.156,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.129, Fahrurrazi-Tefsir c.22,s.2O5.

    [55] Taberî-Tefsir c.17,s.59, Sâlebî-Arais s.156, Ebülferec
    İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.192.

    [56] Taberî-Tarih c.1,s.166, İbn.Asâkir-Tarih c.3,s.196,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.129.

    [57] İbn.Asâkir-Tarih C.3.S.196.

    [58] Taberî-Tefsir c.17,s.7O, Sâlebî-Arais s. 161.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 1/307-310.

    [59] Sâlebî-Arais s.160, İbn.Asâkir-Tarih c.3,s.195,
    Ebülfida-Tefsir c.3,s.188.

    [60] Taberî-Tefsir c.17,s.69-70.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/310.

    [61] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.54   Taberî-Tefsir c.23,
    s.167, Hâkim-Müstedrek c.2,s.581, Sâlebî-Arais s.163, İbn.Asâkir-Tarih
    c.3s.199-200, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.192-193, Fahrurrazi-Tefsir
    c.22,s.205-206, Ebülfida-Elbidayevennihayec.1,s.223, Heysemî-Mecmauzzevaid
    c.8,s.2O8, Ibn.Hacer-Metalibül’âliye c.3,s.272.

    [62] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.54.

    [63] Taberî-Tarih c.1,s.166, Sâlebî-Arais s.156.

    [64] Taberi-Tarih c.1,s.166, Sâlebî-Arais s.153.

    [65] Taberî-Tarih c.1,s.166, Sâlebî-Arais s.156.

    [66] Sâlebî-Arais s.156.

    [67] İbn.Esîr-Kâmil c.1.s.132.

    [68] Taberî-Tefsir c.17,s.67, Sâlebî-Arais s.156,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.132.

    [69] Taberî-Tefsir C.17.S.67, Sâlebî-Arais s.156.

    [70] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s,132.

    [71] Taberî-Tefsir c.17,s.67, Sâlebî-Arais s.156,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.132.

    [72] Sâlebî-Arais s.156.

    [73] Taberî-Tefsir c.17,.67, Sâlebî-Arais s.156,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.132.

    [74] Sâlebî-Arais s.156.

    [75] Taberî-Tefsir c.17,s.67, Sâlebî-Arais s.156,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.132.

    [76] Sâlebî-Arais s.156.

    [77] Taberî-Tefsir c.17,s.67-68, Sâlebî-Arais s.156,
    Ibn.Esîr-Kâmıl c.1,s.132.

    [78] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.132.

    [79] Taberî-Tefsir c.17,s.68, Sâlebî-Arais s.156-157,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.132-133.

    [80] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.133 .

    [81] Taberî-Tefsir c.17,s.68, Salebi-Araıs s.157,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.133.

    [82] Sâlebi-Arais s.157, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.133.

    [83] Sâlebî-Arais s.157.

    [84] Taberî-Tefsir c.17,s.68, Sâlebî-Arais s.157, İbn.Esîr-Kâmil
    c.1,s.133-134.

    [85] Deylemî-Elfirdevs c.1,s.224.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/310-314.

    [86] Taberî-Tefsir c.17,s.66-67, Sâlebî-Arais s.162,
    İbn.Asakir-Tarih c.3,s.197, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.13O.

    [87] İbn.Asâkir-Tarih c.3,s.197, Ebülferec
    İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.194 .

    [88] İbn.Asâkir-Tarih C.3,s.197-198.

    [89] Sâlebî-Arais s.162.

    [90] Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.194.

    [91] Sâlebî-Arais s.162, İbn.Asakir-Tarih c.3,s.198,
    Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.194.

    [92] Taberî-Tefsir c.17,s.70-71,Sâlebî-Arais s.161,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.13O.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/314.

    [93] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.54.

    [94] Taberî-Tefsir c.17,s.70-71, Sâlebî-Arais s.161,
    Ebülferec İBn.Cevzî-Tabsıra c.1 ,s.193, ibn.Esîr-Kâmil c.1, s.13O.

    [95] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.54 Taberî-Tefsir c.17,s.71,
    Sâlebî-Arais s.161, Ebülferec-Tabsıra c.1 ,s.193, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s. 130

    [96] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.54 İbn.Asakir-Tarih c.3,s.196,
    Ebülferec-Tabsıra c.1,s.193, Ebülfida-Elbidaye ven-nihaye c.1,s.222

    [97] Enbiyâ: 83

    [98] Sâd: 41

    [99] Enbiyâ: 84

    [100] Taberî-Tefsir c.17,s,71, Sâlebî-Arais s.161,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.13O

    [101] Taberî-Tefsir c.17,s.65, Sâlebî-Arais s.159,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.135

    [102] TaberMefsir c.17,s.Ş8, Sâlebî-Arais s.159, İbn.Esîr-Kâmil
    c.1,s.135

    [103] Sâlebî-Arais s.159, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.135

    [104] Taberî-Tefsir c.17,s.68, Sâlebî-Arais s.159,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.135

    [105] Mes’ûdî (Vefatı: 346 Hicrî); Eyyûb Aleyhisselâmın;
    Neva beldesine üç Mil kadar uzaklıktaki Mescidi ile içinde yıkandığı suyun ve
    ibtilâ sırasında zevcesiyle yanında barındıkları kayanın, kendi zamanına, yâni
    Hicrî 332 yılına kadar malum ve mevcud bulunduğunu açıklar.
    (Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.48)

    [106] Sâd: 42.

    [107] Taberî-Tefsir c.17,s.68, Sâlebî-Arais s.159, İbn.Esîr-Kâmil
    c.1,s.135.

    [108] Enbiyâ: 85.

    [109] Enbiyâ: 85, Sâd: 43.

    [110] Enbiya: 85.

    [111] Sâd:43.

    [112] Enbiya: 85, Sâd: 43..

    [113] Ebülfida-Tefsir c.3,s.188.

    [114] Taberî-Tefsir c.17,s.71, Sâlebî-Arais s. 161

    [115] Taberî-Tefsir c.23,s.167

    [116] Taberî-Tefsir c.17,s.71, c.23,s.167, Sâlebî-Arais
    s.161.

    [117] Taberî-Tefsir c.17,s.71, Sâlebî-Arais s.161.

    [118] Taberî-Tefsir c.17,s.71, Hâkim-Müstedrek c.2,s.582,
    Sâlebî-Arais s.161.

    [119] Taberî-Tefsir c.17,s.71, Sâlebî-Arais s.161,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye d,s.224.

    [120] Taberî-Tefsir c.17,s.71.

    [121] Taberî-Tefsir C.17.S.71.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/314-316.

    [122] Taberî-Tefsir c.17,s.71, Sâlebî-Arais s. 162.

    [123] Taberî-Tefsir c.17,s.71, Sâlebî-Arais s.162,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.131.

    [124] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.131.

    [125] Taberî-Tefsirc.17,s.71, Sâlebî-Arais s.162,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.131

    [126] Sâlebî-Araiss.162

    [127] Taberî-Tefsir c.17,s.71, Sâlebî-Arais s.162,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.131

    [128] Taberî-Tefsir C.17.S.71, Sâlebî-Arais s.162

    [129] Taberî-Tefsir c.J7,s.71, Sâlebî-Arais s.162,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.131

    [130] Taberi-Tefsir c.17,s.71, Sâlebî-Arais s.162

    [131] Taberî-tefsir c.17,s.68, Sâlebî-Arais s. 159

    [132] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.223, Tefsir
    c.3,s.189

    [133] Taberî-Tefsir c.17,s.68, Sâlebî-Arais s.159,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.131

    [134] Taberî-Tefsir c.23,s,167, Hâkim-Müstedrek c.2,s.582,
    ibn.Asâkir-Tarih c.3,s.2OO, Ebülfida-Elbidaye venniha­ye C.1.S.223,
    İbn.Hacer-Metalilibül’aliye c.3,s.272

    [135] Taberî-Tefsir c.17,s.68, Sâlebî-Arais s.160,
    İbn.Esîr-Kâmil d.s.131, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.223

    [136] Taberî-Tefsir c.23,s. 167, Hâkim-Müstedrek c.2,s.582,
    Sâlebî-Arais s.160, İbn.Asakir-Tarih c.3,s.20O, İbn.Hacer-Metalibül’âliye
    c.3,s.272.

    [137] Taberî-Tefsir c.23,s.167, Hâkim-Müstedrek c.2,s.582,
    Salebi s.160, İbn.Asâkir c.3,s.20O, İbn.Esîr c.1,s.131, Ebülfida c.1,s.223,
    Heysemî-Mecmuazzevaid c.8,s.208.

    [138] Taberî-Tefsir c.23,s.167, Hâkim c.2,s.582, Salebî
    s.160, İbn.Asâkir c.3,s.200, İbn.Esîr c.1,s.131, Ebülfida

    c.1,s.223, İbn.Hacer-Metalib c.3,s.272.

    [139] Taberî-Tefsir c.17,s.68, Sâlebî-Arais s.160.

    [140] Taberî-Tefsir c. 17,s.71.

    [141] Taberî-Tefsir c.17,s.69,71, Sâlebî-Arais s.160,162,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.131.

    [142] Taberî-Tefsir c.17,s.69, Sâlebî-Arais s.160,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.131.

    [143] Sâlebî-Arais s.160.

    [144] Taberî-Tefsir c.17,s.69, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.135.

    [145] Taberî-Tefsir c.17,s.72, Sâlebî-Arais s.162.

    [146] Taberî-Tefsir c.23,s.272,273, Hâkim-Müstedrek
    c.2,s.582, İbn.Asâkir Tarih C.3.S.200, Ebülfida-Elbidaye veni-haye c.1,s.223,
    Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O8, ibn.Hacer-Metalibül’âliye c.3,s.272-273.

    [147] Taberî-Tefsir c.17,s.72, Sâlebî-Arais s.162.

    [148] Taberî-Tefsir c.17,s.69, Hâkim-Müstedrek c.2,s,582,
    Sâlebî-Arais s.160, İbn.Asakir-Tarih c.3,s.200, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.1,s.223, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.208,ibn.Hacer-Metalib c.3,s.273.

    [149] Ebülfida-Tefsir c.3,s.189.

    [150] Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.193.

    [151] Ebülfida-Tefsir c.3,s.189.

    [152] Taberî-Tefsir c.3,s.189.

    [153] Taberî-Tefsir c.17,s.69, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.135.

    [154] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.224.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 1/316-319.

    [155] İbn.Asakir-Tarih c.3,s.2O1, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.131.

    [156] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.131.

    [157] İbn.Asakir-Tarih c.3,s.2O1, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.131.

    [158] İbn.Asakir-Tarih c.3,s.2O1.

    [159] İbn.Asakir-Tarih c.3,s.2O1, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.131.

    [160] İbn.Asâkir-Tarih c.3,s.2O1.

    [161] İbn.Asâkir-Tarih c.3,s.2O1, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.131.

    [162] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.314, Buharî-Sahih
    c.4,s.124.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/319.

    [163] Şâd: 44.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 1/319-320.

    [164] İbn.Asakir-Tarih c.3,s.2O1, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye c.1,s.135.

    [165] Taberî-Tarih c.1,s.166, Hâkim-Müstedrek c.2,s.582,
    Sâlebî-Arais s.163, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.136, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.1,s.225.

    [166] İbn.Asakir-Tarih C.3.S.196, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.135.

    [167] Taberî-Tefsir c.17,s.7O, Sâlebî-Arais s.161.

    [168] Taberî-Tefsir c.17,s.7O, Sâlebî-Arais s.161.

    [169] Aynı kaynaklar.

    [170] Taberî-Tefsir c.23,s. 167, Hâkim-Müstedek c.2,s.581,
    Sâlebî-Arais s. 163, İbn.Asakir-Tarih c.3,s.199, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
    c.1,s.192, Fahrurrazi-Tefsir c.22,s.2O5, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.223,
    Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.2O8, ibn.Hacer-Metâlibül’âliye c.3,s.272.

    [171] ibn.Asâkir-Tarih c.3,s.2O1, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye c.1,s.224.

    [172] ibn.Habîb-Kitabulmuhabber s.5.

    [173] Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1,s.128.

    [174] Bedrüddin Aynî-Umdetülkarî c.15,s.383.

    [175] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 1/320.

  • YUSUF ALEYHİSSELÂM

    YUSUF
    ALEYHİSSELÂM

     

    . 2

    Yûsuf
    Aleyhisselâmın Soyu:
    2

    Yûsuf
    Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:
    2

    Yûsuf
    Aleyhisselâmın Başına Gelenler:
    2

    Yûsuf
    Aleyhisselâmın Hanım Efendiyle Başı Dertte:
    7

    Kur’ân-I
    Kerimin Yûsuf Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması:
    7

    Yâkub
    Aleyhisselâmla Bütün Ev Halkının Mısır’a Gelişi:
    13

    Yûsuf
    Aleyhisselâmın Rüyasının Gerçekleşmesi:
    13

    Yâkub
    Aleyhisselâmın Suçlu Oğulları İçin İstiğfar Edişi:
    13

    Yâkub
    Aleyhisselâmın Çocuklarına Vasiyeti Ve Vefatı:
    14

    Yûsuf
    Aleyhisselâmın Mâliye Vezirliği:
    15

    Yûsuf
    Aleyhisselâmın Kıtlık Yıllarında Halkı Hükümete Besleten Bir Uygulaması:
    15

    Yûsuf
    Aleyhisselâmın Evlenmesi Ve Doğan Çocukları:
    16

    Yûsuf
    Aleyhisselâmın Peygamberliği Ve Bazı Faziletleri:
    16

    Yûsuf
    Aleyhisselâmın Vefatı:
    16

    Peygamberimiz
    Muhammed Aleyhisselâmın Mîrac Gecesinde Yûsuf Aleyhisselâmla Karşılaşıp
    Selamlaşması:
    17

     

     

    Yûsuf Aleyhisselâmın Soyu:    Başa
    Dön

     

    Yûsuf b. Yâkub, b. İshak, b.
    İbrahim Aleyhisselâmlardır.[1] Yûsuf
    Aleyhisselâmın annesi: Râhıl bint-i Leban’dır.
    [2]

     

    Yûsuf Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:    Başa
    Dön

     

    Yûsuf Aleyhisselâm; ak tenli, güzel
    yüzlü, kıvırcık saçlı, büyük gözlü, ince bu­runlu, kalın pazulu, kalın bacaklı,
    düz karınlı, düz göbekli idi ve yanağı, benli ıdi. [3]

    Yûsuf Aleyhisselâm, suretçe, Âdem
    Aleyhisselâmı andırırdı.

    Yüzü, güneş gibi parlardı. [4]

    Kendisine, güzelliğin yarısı
    verilmişti[5]

     

    Yûsuf Aleyhisselâmın Başına Gelenler:    Başa
    Dön

     

    Yûsuf Aleyhisselâm, annesi
    Râhıl’den doğunca, babası, baksın diye, onu, Ha­lasına vermişti.

    Yûsuf Aleyhisselâmın ilk ibtilâsı,
    İshak Aleyhisselâmın kızı olan bu halası ile

    başladı.

    Yıllar, geçmiş, Yûsuf Aleyhisselâm,
    gezer dolaşır olmuştu.[6]

    Babası da, Halası da, Yûsuf
    Aleyhisselâmı, son derece seviyorlardı. [7]

    Yâkub Aleyhisselâm; kız kardeşine:

    “Ey kardeşim! Yûsuf’u, artık,
    bana teslim et!

    Vallahi, onun, benden bir saat bile
    uzak kalmasına dayanamıyorum dedi.

    Kız kardeşi de:

    “Vallahi, ben de, onu, bir
    saat bile terk edemem!” diyerek red cevabı verdi.

    Yâkub Aleyhisselâm, Yûsuf
    Aleyhisselamı, almak için, ısrar edince, kız kardeşi:

    “Bari, onu, bir kaç gün, benim
    yanımda bırak ta, belki, bu, beni teselli eder.”

    dedi. [8]

    Yâkub Aleyhisselâm, onun yanından
    çıkıp gittikten sonra[9], Hala
    hanım, Is-hak Aleyhisselamın büyük çocuğu olması dolayısıyla yanında
    bulundurduğu ku­şağını, Yûsuf Aleyhisselamın -elbisesinin altından- beline,
    bağladı. Sonra da:

    “Kuşak, kayboldu, bakınız!
    Onu, kim almış?” dedi.

    Ev halkının üzerleri aranınca,
    kuşak, Yûsuf Aleyhisselamın yanında (belinde bağlı) bulundu. [10]

    Onların mezhebine göre: hırsızı,
    mal sahibi, tutar, hiç kimse, kendisine itiraz­da bulunamazdı. [11]  
    Bunun için, Hala hanım:

    “Vallahi, ben, Yûsuf hakkında,
    istediğimi, yapabilirim!” dedi.

    Yakub Aleyhisselâm gelince,
    hâdiseyi, ona da, anlattı.

    Yâkub Aleyhisselâm:

    “Yûsuf, şayet, böyle bir şey
    yapmışsa, O, sana, teslim edilmiş olur. Benim elim­den bir şey gelmez!”
    dedi. [12]

    Hala hanım da, ölünceye kadar,
    Yûsuf Aleyhisselamı, yanında tuttu.

    Yâkub Aleyhisselâm, ancak, onun
    ölümünden sonra, Yûsuf Aleyhisselamı, ya­nına alabildi. [13]

    Yûsuf Aleyhisselâm, Yâkub
    Aleyhisselâma, oğullarından, en sevgilisi idi.

    Yûsuf Aleyhisselamın annesi Râhıl
    da, Yâkub Aleyhisselâma, kadınlarından, en sevgili olanı idi. [14]

    Yûsuf Aleyhisselamın, üvey
    annelerinden doğma kardeşleri, Babalarının, Yû­suf Aleyhisselamı, gerek
    çocukluğu ve gerek gençliği çağında böyle ço^sevdiği-ni ve onun üzerine
    titrediğini gördükçe, onu, kıskanmağa başladılar. [15]

    Yûsuf Aleyhisselamın kardeşleri ile
    olan ibretli macerası, Kur’ân’ı Kerimde de, genişçe anlatılır. [16]

    Yûsuf Aleyhisselâm, rü’yaîinda, on
    bir yıldızla güneş ve ay’ın, kendisine, sec­de ettiklerini görüp bunu, babasına
    anlatmıştı. Yâkub Aleyhisselâm, ona:

    “Ey Oğulcuğum! Rü’yanı,
    kardeşlerine, anlatma! Sonra, sana, tuzak kurarlar.

    Çünkü, şeytan, insanın, apaçık bir
    düşmanıdır!” demiş[17],
    rü’yâsını yormuştu. [18]

    Yâkub Aleyhisselâmın karısı Leyya
    hatun.Yûsüf Aleyhisselâmın, Babasına söy­lediklerini, dinlemiş, işitmişti.

    Yâkub Aleyhisselâm, ona:

    “Yûsuf’un söylediklerini,
    gizli tut, oğullarına haber verme!” diye tenbih etti. Leyya da:
    “Olur!” dedi.

    Yâkub Aleyhisselâmın oğulları,
    otlaktan geldikleri ve gizli tutulması emir ve ten­bih edilen rü’yâ,
    kendilerine haber verildiği zaman[19],
    Yûsuf Aleyhisselâma o ka­dar kızdılar ki, şah damarları, şişti, tüyleri, diken
    diken oldu. [20]

    Annelerine:

    “Güneş, Babamızdan başkası
    değildir! Ay, senden başkası değildir! Yıldızlar da, bizden başkası değildir!

    Hiç kuşkusuz, Râhıl’ın oğlu,
    üzerimize hükümdar olmak: Ben, sizin Seyi-dinizim? [21]

    Sizler, benim kölemsiniz! [22]
    demek istiyor!” dediler. [23]

    Yûsuf Aleyhisselâma karşı
    kalblerinde taşıdıkları kıskançlık ve kini, büsbütün artırdılar. [24]

    Onu, öldürmek veya uzak ve ıssız
    bir yere atmak suretiyle, kendisinden kurtu­lup Babalarının teveccühünü ve
    sevgisini, kendilerine münhasır kılmak istediler.

    İçlerinde en faziletlisi ve en
    akıllısı olan Yehuza[25]:

    “Yûsuf’u, öldürmeyiniz!

    Çünkü, adam öldürmek, büyük ve ağır
    bir suçtur.

    Onu, bir kuyuya bırakınız da,
    oradan gelip geçen yolcu kafilesinden biri, onu, bulup alsın, götürsün!

    Yapacaksanız, böyle yapınız!”
    dedi.[26]

    Yûsuf Aleyhisselâmı,
    öldürmeyecekleri hakkında onlardan, kesin söz aldı. [27]

    Yâkub Aleyhisselâmın huzuruna çıkıp
    Yûsuf Aleyhisselâmı, kendileriyle birlik­te kıra göndermesi için konuşmayı
    kararlaştırdıkları zaman, Yâkub Aleyhisselâ­mın en büyük oğlu Rubil:

    “Babanız, Yûsuf hakkında, size
    güvenmeyecektir.

    Fakat, Yûsuf’un yanına varıp
    kendisinin önünde oyun oynayalım.

    Bizim nasıl neşelendiğimizi,
    oynadığımızı, görünce, bizimle gitmeye hevesle­nir.” dedi.

    Gidip önünde gülüşe gülüşe oyun
    oynadılar ve onu, kendileriyle birlikte oyna­mağa heveslendirdiler.

    Yûsuf Aleyhisselâm, onlara:

    “Ey kardeşlerim! Siz, otlak
    yerinizde de, hep böyle oynar mısınız?” diye sordu.

    “Evet! Ey Yûsuf! Eğer, bizim
    otlak yerlerimizde oynadığımızı görseydin, sen de, yanımızda bulunmayı arzu
    ederdin!” dediler.

    O kadar heveslendirdiler ki, bunu,
    kendisi, onlardan istemeğe başladı ve:

    “Ey kardeşlerim! Beni, Babama
    götürünüz de, sizinle göndermesini isteyiniz!” dedi. [28]

    “Ey Yûsuf! Sen, bizimle gidip
    oynamak, avlanmak istiyor musun?” dediler.

    Yûsuf Aleyhisselâm:

    “Evet! İsterim!” dedi.

    “Öyle ise, seni, bizimle
    birlikte göndermesini, Babandan iste!” dediler. [29]

    Onlar; Yâkub Aleyhisselâmın yanına
    gidip önünde durdular.

    Kendisinden, bir şey isteyecekleri
    zaman, böyle yaparlardı.

    Yakub Aleyhisselâm, karşısında
    sıralandıklarını görünce, onlara:

    “Nedir hacetiniz,
    isteğiniz?” diye sordu.

    Yûsuf Aleyhisselâmın, kendileriyle
    birlikte kıra gidip bol bol yemesine, oyna­masına müsâade etmesini istediler ve
    onu, iyice koruyacaklarını bildirdiler.

    Yâkub Aleyhisselâm, onların gaflete
    dalıp Yûsuf Aleyhisselâmı, kurda yedir­melerinden korktuğunu söyledi.

    Onlar, kendilerinin güçlü bir
    topluluk olduğunu, böyle bir musibetin asla vuku’ bulamayacağını ileri
    sürdüler.

    Yâkub Aleyhisselâma, oğullarına
    kurt tehlikesinden bahsettiren, kendisinin, o sıralarda görmüş olduğu bir rü’yâ
    idi.

    Yâkub Aleyhisselâm, rü’yâsında, bir
    dağ başında, öldürmek için, Yûsuf Aley-hısselâmın üzerine, on kurdun
    saldırdığını, onlardan bir kurdun ise, onu, korudu­ğunu, sonra, yer yarılıp
    içine girdiğini, ancak, üç gün sonra, oradan çıkabildiğini görmüş, bunun için,
    Yûsuf Aleyhisselâm hakkında kurd korkusuna düşmüş[30],
    oğullarına: “Onu, kurt yemesinden korkuyorum!” demişti. [31]

    Yûsuf Aleyhisselâm:

    “Babacığım! Beni, onlarla
    gönder!” dedi.

    Yâkub Aleyhisselâm:

    “Sen de, bunu, onlarla
    birlikte gitmeyi istiyor musun?” diye sordu.

    Yûsuf Aleyhisselâm:

    “Evet!” deyince, Yâkub
    Aleyhisselâm, onun da, kardeşleriyle birlikte gitmesi­ne izin verdi.

    Yûsuf Aleyhisselâm, elbisesini
    giydi. [32]

    Yâkub Aleyhisselâm, onu
    kardeşleriyle birlikte gönderdi.

    Kardeşleri, Yûsuf Aleyhisselâmı,
    yapmacık ikramlar göstererek götürdüler.

    Otlak yerine vardıkları zaman,
    düşmanlıklarını, açığa vurdular, onu, dövmeğe başladılar.

    kardeşlerinden biri, Yûsuf
    Aleyhisselâmı döver, Yûsuf Aleyhiselâm, başka bi­rini, imdadına çağırır, o da,
    gelip yardım yerine, onu, döverdi!

    Kendisine, onlardan, bir acıyanını
    görmedi. Yûsuf Aleyhisselâmı, öldüresiye dövdüler. [33]

    Yâkub Aleyhisselâmdan, Yûsuf
    Aleyhisselâm için aldıkları yiyeceği, köpekleri­ne yedirdiler.

    Yûsuf Aleyhisselâm, son derece
    susamıştı. Onlara:

    “Öldürmeden önce, bana, azıcık
    su içiriniz!” diye yalvardığı halde, su da, içir-mediler! Onlardan hiç
    birinin, kendisine acımadığını görünce:

    “Ey Babacığım! Ey Yâkub!
    Câriye oğullarının, Senin oğluna yaptıklarını[34] bil­miyor
    musun?! [35] Bir bilsen! [36]

    Ey Babacığım! Onlar, Senin ahdini
    bozdular, vasiyetini, zayi ettiler!” [37] diye­rek
    feryad ediyordu. [38]

    Rubil, hemen tutup onu, öldürmek
    için, göğsünün üzerine yatırdı. “Ey Râhıl’ın oğlu! Rü’yâna söyle de, seni,
    kurtarsın!” dedi. Yûsuf Aleyhisselâm, Yehuza’dan istimdad etti, yardım
    diledi. [39]

    Yûsuf Aleyhisselâmın Teyzesinin
    oğlu olup diğerlerine nazaran Yûsuf Aleyhis­selâm hakkında biraz daha insaflı,
    biraz daha ileri görüşlü olan Yehuza[40],
    onlara:

    “Siz, onu, öldürmeyeceğiniz
    hakkında bana kesin söz vermiş değil-miydiniz?! [41]

    Onu, kuyuya, bırakınız!”
    deyince[42], Yûsuf
    Aleyhisselâmı, bırakmak için, ku­yunun yanına sürüyüp götürdüler! [43]

    Bu kuyu; Medyen ile Mısır arasında[44],
    Beytülmakdis bölgesinde yeri, belli[45],
    Yâkub Aleyhisselâmın evine üç fersahlık uzaklıkta idi.

    Korkunç, karanlık, dibi geniş, ağzı
    dar, içine bırakılan, dibine kolayca düşüp helak olur, içinden çıkmak, düşen
    için, imkânsız, suyu, tuzlu bir kuyu idi.

    Bu kuyu, Sâm b. Nuh Aleyhisselâmın
    kazdığı kuyulardandı. Ahzan Kuyusu diye de, anılırdı.

    Kardeşleri, Yûsuf Aleyhisselâmı, bu
    kuyuya bırakmak maksadı ile[46], kuyunun
    içine sarkıttıkları zaman, Yûsuf Aleyhisselâm, kuyunun kenarına elleriyle tu­tunmuştu.

    Bunun üzerine, onun ellerini,
    boynuna bağladılar.

    Üzerindeki gömleğini de, soyduktan
    sonra, kendisini, kuyuya sarkıttılar. [47]

    Yûsuf Aleyhisselâm:

    “Kardeşlerim! Gömleğimi, bana
    geri veriniz! Kuyuda, onunla örtüneyim. [48]

    Kuyudaki haşeratı, onunla tutup
    kendimden defedeyim! [49]

    Ölümümden sonra da, o, bana, kefen
    olsun!” dedi. [50]

    Kardeşleri:

    “Güneşi, Ay’ı ve on bir
    yıldızı, çağır da, seni, oraya alıştırıcı olsunlar!” dedileı

    Yûsuf Aleyhisselâm:

    “Ben, hiç bir şey
    göremiyorum!” dedi.

    Onu, kuyunun yansına varıncaya
    kadar sarkıtıp ölsün diye birden bırakıverdiler!

    Yûsuf Aleyhisselâm, kuyudaki suyun
    içine düştü.

    Kuyudaki bir kayanın üzerine çıkıp
    dikildi. [51]

    Kardeşleri, kuyuya bıraktıkları
    zaman, Yûsuf Aleyhisselâm, ağlıyordu.[52]

    Kuyunun başındaki kardeşleri, ona,
    seslenince, Yûsuf Aleyhisselâm onların merhamete geldiklerini sanıp cevap
    vermişti.

    Hemen, üzerine, bir kaya parçası
    bırakıp onu, öldürmek istediler. Yehuza, kalktı, onları, böyle yapmaktan men
    etti ve:

    “Hani, siz, onu,
    öldürmeyeceğiniz hakkında, bana kesin söz vermiştiniz!?”

    dedi. [53]

    Yûsuf Aleyhisselâm, kuyuya
    bırakıldığı zaman, on yedi yaşında idi. [54]

    Kardeşleri, Yûsuf Aleyhisselâmı,
    kuyuya bıraktıktan sonra, hemen davarların cinden bir kuzu veya oğlak kesip
    kanını, Yûsuf Aleyhisselâmın gömleğine bulaş­tırdılar. Kestiklerinin etini de,
    yediler. [55]

    Akşamleyin, ağlayarak ve Yûsuf
    Aleyhisselâmı kurt yediğini anarak babaları­nın yanına geldiler[56]

    Yâkub Aleyhisselâm, yolun üst tarafında
    oturup Yûsuf Aleyhisselâmı, ne za­man getirecekler? diye onları, bekleyip
    duruyordu.

    Oğulları yaklaşıp hep birden
    ağlayarak seslerini yükseltince, Yâkub Aleyhis­selâm, onların, bir musibete
    uğradıklarını anladı.

    Yanına geldikleri zaman, Yâkub
    Aleyhisselâmın önünde yakalarını yırttılar ve ağladılar.

    Yâkub Aleyhisselâm, korktu ve:

    “Ey oğullarım! Size, ne oldu?
    Yûsuf, nerede?” diye sordu.

    Kurt, yediğini ve onun kanlı
    gömleğini getirdiklerini söyledikleri zaman’[57]

    “Gösteriniz bana onun
    gömleğini?” dedi.

    Gösterdiler.

    “Vallahi, ben, bugüne kadar,
    bundan daha yumuşak huylu kurt görmedim!

    Oğlumu, yemiş de, onun gömleğini,
    yırtıp parçalamamış!?” diyerek feryad etti ve bayıldı.

    Uzunca bir müddet sonra, ayıldı.

    Ayıldığı zaman, çok ağladı. Sonra
    da, gömleği alıp kokladı, öptü. [58]
    Yüzüne ve gözlerine sürdü. [59]

    Yûsuf Aleyhisselâm, kuyuda üç gün
    kaldı. [60]

    Yehuza, her gün, Yûsuf
    Aleyhisselâma -kardeşlerinden gizlice- yemek ge­tirirdi. [61]

    Dördüncü gün, Medyen’den gelip
    Mısıra gitmek isterken, yollarını şaşıran bir yolcu kafilesi, kuyunun yakınına
    geldiler, kondular.

    Medyen halkından, Araplardan Mâlik
    b. Za’r adındaki bir adamı, kendileri için, su aramağa gönderdiler.

    Adam, kuyuya kovayı salınca, Yûsuf
    Aleyhisselâm, kovanın ipine yapıştı.

    Kova, kuyunun ağzına erişince,
    Mâlik, Yûsuf Aleyhisselâmı görüp[62]
    arkadaş­larına, bir genç bulduğunu müjdeledi. [63]

    Yehuza, yine, Yûsuf Aleyhisselâma
    yemek getirmişti. Onu, kuyuda göreme­yince, bakıp Malik’le arkadaşlarının
    yanında bulunduğunu gördü, Hemen dönüp bunu, kardeşlerine haber verdi.

    Hepsi, Mâlik’in yanına geldiler. [64]

    “Bu, bizden kaçan
    kölemizdir!” dediler. [65]

    Yûsuf Aleyhisselâm, kardeşlerinin,
    kendisini, ondan alınca, öldürmelerinden korkup halini gizledi. [66]

    Malik:

    “Öyle ise, ben, onu, sizden
    satın alayım!” dedi.

    Kardeşleri, Yûsuf Aleyhisselâmı,
    Malik’e[67],
    yirmi[68] veya
    yirmi iki dirheme, ya da, kırk dirheme sattılar[69]

    Malik ve arkadaşları, Yûsuf
    Aleyhisselâmı, satın alıp giderlerken[70],
    Yûsuf Aleyhisselâmın kardeşleri, onlara:

    “Onu, sımsıkı bağlayınız ki[71],
    kaçmasın! [72] Çünkü, o kaçaktır, hırsızdır,
    yalancıdır!

    Biz, onun, size işleyeceği
    kusurlardan ve ayıplarından uzaklaşmış bulunuyo­ruz!” dediler.

    Malik, Yûsuf Aleyhisselâmı, deveye
    bindirip Mısır’a götürdü.

    Yûsuf Aleyhisselâm; annesinin yolda
    bulunan kabrini görünce, kendisini, de­veden kabre atmamağa kadir olamadı.

    Kabrin üzerine kapandı ve:

    “Ey annem! Ey Râhıl! Başını,
    yerin altındaki topraktan kaldırıp oğlun Yûsüf’e bakta, onun, senden sonra ne
    belâlara uğradığını bir gör!

    Ey anneciğim! Düştüğüm za’f ve
    zilleti bir görmüş olsaydın, bana, ne kadar acırdın!

    Ey anneciğim! gömleğimi, nasıl
    soyduklarını, beni, nasıl bağladıklarını, yüzü­mü, nasıl tokatladıklarını,
    taşlarla, beni, nasıl taşladıklarını, kuyunun içine nasıl bıraktıklarını, bana,
    hiç acımadıklarını,

    Beni, köle gibi nasıl sattıklarını,

    Beni, esir gibi nasıl taşıdıklarını
    bir görseydin!” diyordu.

    Malik; devenin üzerinde, Yûsuf
    Aleyhisselâmı, göremeyince, yolcu kafilesine:

    “Haberiniz olsun ki: Uşak,
    ailesine dönmüş!” diyerek bağırdı.

    Kafile halkı, arayıp Yûsuf
    Aleyhiselâmı, kabrin üzerinde buldular.

    İçlerinden birisi; Yûsuf
    Aleyhisselâmın üzerine dikilip:

    “Ey Uşak! Efendilerin, bize
    senin, kaçak, hırsız olduğunu, haber vermişlerdi.

    Biz, senin şu yaptığını görünceye
    kadar, buna, inanmamıştık!” dedi.

    Yûsuf Aleyhisselâm:

    “Vallahi, ben, kaçmış değilim.

    Fakat, siz annemin kabrine yol
    uğratınca, kendimi, onun kabrinin üzerine at­mamağa kadir olamadım!” dedi.

    Malik, hemen elini kaldırıp Yûsuf
    Aleyhisselâmın yüzüne bir şamar indirdi ve çekip devesinin üzerine bindirdi.

    Mısır’a varıncaya kadar da, kendisini,
    bağlı bulundurdular. Malik, Mısır’a varınca, ona, yıkanmasını emr etti.

    Yusuf Aleyhisselâm, yıkandı. [73]
    Malik, ona, güzel bir elbise giydirdi ve onu satışa çıkardı. [74]

    Mısır çarşısında bulunan kimseler,
    Yûsuf Aleyhisselâmın bedelini yükseltme­ğe, artırmağa başladılar. [75]

    Mısır Azîz’i[76]
    Kutfîr veya Utfîr -ki, Mısır Hazineleri Bakanı idi[77]
    Yûsuf Aley-hisselâmı, Malik’ten, yirmi Dinar (altun) [78]
    ve bir çift ayakkabı ile iki beyaz elbi­se karşılığında[79]
    satın alıp[80] evine
    götürdü. [81]

    Karısı Râil’e:

    “Bu genç, olgunluk çağına,
    bizim görmekte olduğumuz işleri anlayacak bir yaşa gelince, bize yararlı,
    yardımcı olur, ya da, onu, oğul ediniriz.” dedi.

    Mısır Azîz’i, kadınlarla
    münâsebette bulunmayan bir zat idi.

    Karısı ise, hem güzel, hem de,
    devlet ve dünya nimetleri içinde yaşayan bir kadındı. [82]

     

    Yûsuf Aleyhisselâmın Hanım Efendiyle Başı Dertte:    Başa
    Dön

     

    Yûsuf Aleyhisselâmın yüzünün
    güzelliği, Hanım Efendinin kalbine, onun sev­gisini düşürmüştü. [83]

    En sonunda, bir gün, onu,
    kendisiyle temasa heveslendirmek maksadı ile, Yû­suf Aleyhiselâmın
    güzelliklerini anmağa başladı:

    “Ey Yûsuf! Saçın, ne kadar
    güzel!” dedi.

    Yûsuf Aleyhisselâm:

    “Cesedimden, ilk dökülecek
    şey, odur!” dedi.

    Hanım Efendi:

    “Ey Yûsuf! Gözlerin, ne kadar
    güzel!” dedi.

    “Cesedimden, ilk önce, yere
    akacak şey, o’dur!” dedi. Hanım Efend’r.

    “Ey Yûsuf! Yüzün, ne kadar
    güzel!” dedi, Yûsuf Aleyhisselâm:

    “O, toprak içindir, toprak,
    onu, yiyecektir!” dedi. [84]

     

    Kur’ân-I Kerimin Yûsuf Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması:    Başa
    Dön

     

    Yüce Allah; Yûsuf Aleyhisselâmın
    gördüğü rü’yâdan itibaren başından geçen­leri şöyle açıklar:

    “Bir vakit, Yûsuf, Babasına:

    Babacığım! Gerçekten, ben, rü’yâda,
    on bir yıldızla güneş ve ay’ı gördüm. Gör­düm ki, onlar, bana, secde
    edicilerdir! demişti.

    (Babası Yâkub):

    Oğulcağızım! Rü’yânı, kardeşlerine
    anlatma! dedi.

    Sonra, sana, bir tuzak kurarlar.

    Çünkü, şeytan, insanın, apaçık bir
    düşmanıdır.

    Rabb’in, seni, öylece (rü’yada
    gördüğün gibi) beğenip seçecek (Peygamber ya­pacak, mülk’ü saltanata erdirecek)

    Sana, rü’yâ tabirine ait bilgi
    verecek. Sana karşı da, Yâkub Hanedanına karşı da, nimetlerini -daha önce de,
    Ataların İbrahim’e ve İshak’a tamamladığı gibi- ta­mamlayacaktır.

    Şüphesiz ki, Rabb’in, her şeyi
    bilendir, tam hüküm ve hikmet Sahibidir.

    And olsun ki: Yûsuf’un ve
    kardeşlerinin haberlerinde (onları) soranlar için, nice ibretler vardır.

    Hani, onlar (o kardeşler) şöyle
    demişlerdi:

    Yûsuf’la kardeşi (Bünyamin),
    Babasının yanında, muhakkak, bizden daha sev­gilidir.

    Halbuki, biz (birbirimizi
    destekleyen güçlü) bir cemâatiz. Babamız, her halde, açık bir yanılgı içindedir.
    Yûsuf’u, öldürünüz!

    Yahud, onu (uzak ve ıssız) bir yere
    atınız ki, Babanızın teveccühü, yalnız size münhasır olsun ve siz, ondan sonra,
    sâlih bir zümre olasınız!

    İçlerinden, bir sözcü:

    Yûsuf’u, öldürmeyiniz! Onu, bir
    kuyunun dibine bırakınız da, bir yolcu kafilesin­den biri, onu (yitik olarak)
    alsın!

    Eğer (mutlaka) yapacaksanız (böyle
    yapınız!) dedi.

    Bunun üzerine;

    Ey Babamız! Sen, bize, Yûsuf’u, ne
    diye inanmıyorsun?

    Halbuki, biz, onun en
    hayrhâhlarıyız!

    Yarın, onu, bizimle birlikte
    (kır’a) gönder de, bol bol yesin, oynasın.

    Şüphesiz, biz, onun
    koruyucularıyız! dediler.

    (Babaları):

    Onu götürmeniz, muhakkak ki, beni,
    tasaya düşürür.

    Siz, kendisinden gafil bulunurken,
    onu, kurt (gelip) yemesinden korkarım! dedi.

    And olsun ki: bizim (güçlü) bir
    cemâat olmamıza rağmen, onu, kurt yerse, bu takdirde, biz de, hüsrana
    uğrayanlardan oluruz! dediler.

    Nihayet, vaktâ ki, onu, götürdüler.

    Onu, kuyunun dibine bırakmayı,
    kararlaştırdılar.

    Biz de, kendisine (Yûsuf’a) and
    olsun ki: Sen, onlara, hiç farkında değillerken (bir gün), bu işlerini, haber
    vereceksin! diye Vahy ettik.

    (Yûsuf’un kardeşleri) akşamleyin,
    ağlaya ağlaya Babalarına geldiler:

    Ey Babamız! Hakikaten, biz gittik,
    yarış edecektik.

    Yûsuf’u da, eşyamızın yanında
    bırakmıştık. (Bir de ne görelim!!!)

    Onu, kurt, yemiş!

    Biz, doğru söyleyenler olsak ta,
    (biliyoruz ki) Sen, bize inanıcı değilsin! dediler.

    Bir de, üstüne yalancıktan bir kan
    (bulaştırılmış olan) gömleğini getirdiler.

    (Yâkub):

    Hayır! Nefisleriniz, sizi aldatıp
    (böyle büyük) bir işe sürüklemiş!

    Artık, (bana düşen) güzel bir
    sabırdır.

    Sizin şu anlatışınıza karşı,
    yardıma sığınılacak (ancak) Allâh’dır! dedi.

    Bir yolcu kafilesi gelip Sakalarını
    (kuyu başına) yolladılar.

    O da, kovasını, saldı.

    ÂH Müjde! İşte, bir Civan! dedi.

    Onu, bir ticaret malı gibi sakladılar.

    Allah ise, ne yapacaklarını, pekâlâ
    bilici idi.

    Onu, değersiz bir bahaya, bir kaç
    dirheme sattılar.

    Onlar, bunun hakkında rağbetsiz
    idiler.

    Onu, satın alan bir Mısırlı,
    karısına:

    Bunun Makamını (katımızda) şerefli
    tut!

    Umulur ki: bize yararı, olur, yahud,
    onu, evlad ediniriz! dedi.

    İşte, Yûsuf’u, böylece (Mısır)
    arz(ın)da, yerleştirdik ve ona, rü’yânın tâbirini (yo­rumunu) öğrettik.

    Allah, emrinde (hâkim ve) galibdir.

    Fakat, insanların çoğu (bunu)
    bilmezler.

    O, tam ergenlik çağına girince,
    kendisine hüküm ve ilim verdik.

    İşte, iyi hareket eden insanları,
    biz, böyle mükâfatlandırırız.

    Onun bulunduğu evdeki (kadın) onun
    nefsinden murad almak istedi.

    Kapıları, sımsıkı kapadı ve:

    Sana, söylüyorum: beri gel! dedi.

    O ise:

    Allah’a, sığınırım! Doğrusu, o
    (Mısır Azîz’i), benim Efendim’dir.

    O, bana, güzel bir mevki vermiştir.

    Hakikat, şudur ki: zâlimler, asla
    felah bulmaz! dedi.

    O (kadın) ise, and olsun ki, ona,
    niyeti kurmuştu.

    Eğer, Rabb’inin Burhanını, görmemiş
    olsaydı, (belki Yûsuf’da) onu, kasdetmiş gitmişti.

    İşte, Biz, ondan fenalığı ve fuhşu,
    bertaraf edelim diye böyle (Burhan gönderdik). Çünkü, o, (tâatta) Ihlâsa
    erdirilmiş kullanmadandı.

    İkisi de (Yûsuf, ondan kaçıp
    kurtulmak, kadın da, onu tutup bırakmamak için) kapıya doğru koştular.

    O (kadın), bunu, gömleğini,
    arkasından (tutup) boylu boyunca yırttı. Kapının yanında (kadının) Efendisine
    rastgeldiler. (Suçunu kapatmak maksadiyle kadın, kocasına):

    Zevcene, kötülük etmek isteyenin
    cezası, zindana atılmaktan, yahud acıklı bir azabdan başka ne olabilir? dedi.

    Yûsuf:

    O, kendisi, benim nefsimden murad
    almak istedi! dedi.

    Onun (kadının) yakınlarından bir
    şahid de, şehâdet etti ki:

    Eğer, gömleği, önünden yırtıldı
    ise, (kadın) doğru söylemiştir, bu ise, yalancılar­dandır.

    (Yok) eğer, gömleği, arkadan
    yırtıldı ise, (kadın) yalan söylemiştir.

    Bu ise, doğru söyley
    idlerdendir.” dedi.

    Vaktâ ki (zevci, Yûsuf’un
    gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu gördü ve:

    Şüphesiz ki: bu, sizin (siz
    kadınların) fendinizdendir.

    Çünki, sizin fendiniz, büyüktür.

    Yûsuf! Sen, bundan (bu meseleyi
    söylemekten) vazgeç!

    (Ey kadın!) Sen de, günahına
    istiğfar et! Çünkü, sen, gerçekten, günahkârlar­dan oldun! dedi.

    Şehirdeki bir kısım kadınlar:

    Azîz’in karısı, delikanlısının
    nefsinden murad almak istiyormuş! Sevgi, yüreği­nin zarına işlemiş!

    Görüyoruz ki: o, muhakkak, apaçık
    bir sapıklıktadır! dediler.

    Vaktâ ki, (kadın) onların, gizliden
    gizliye yaptıkları dedikoduları, işitti.

    Kendilerine (dâvetci) yolladı.

    Onlar için (rahatça) yaslanacak bir
    yer (bir de, sofra) hazırladı.

    Onlardan, her birine (etleri,
    meyvaları kesmek için) birer bıçak verdi.

    (Yûsuf’a):

    Çık karşılarına! dedi.

    Şimdi, onlar, bunu görünce,
    kendisini, büyük bir varlık olarak tanıdılar. (Hayran­lıklarından) ellerini,
    kestiler ve:

    Sübhânâllâh! Bu, bir beşer
    değildir?

    Bu, çok şerefli bir Melek’ten
    başkası değildir! dediler.

    (Kadın):

    İşte, beni, kendisi hakkında
    ayıpladığınız, şu gördüğünüz (Zat)dır.

    And ederim ki: onun nefsinden ben
    murad almak istedim de, o, nâmuskârlık gös­terip redd et)di.

    Yemin ederim ki: eğer, o, kendisine
    emredeceğimi, yapmazsa, her halde, Zin­dana atılacak ve her halde zillete
    uğrayacaklardan olacaktır!” dedi.

    (Yûsuf):

    “Ey Rabb’im! Zindan, bana,
    bunların davet edegeldikleri şey(i işlemek)den da­ha sevgilidir.

    Eğer, Sen, bunların tuzaklarını,
    benden döndürmezsen (belki) onlara meyi eder, câhillerden olurum!” dedi.

    Bunun üzerine, Rabb’i, onun duasını
    kabul etti, ve onların tuzaklarını, kendisin­den savdı.

    Çünkü, O, hakkıyle işitenin, her
    şeyi bilenin ta kendisidir.

    Sonra, bütün o delilleri
    gördüklerinin ardından, mutlaka, onu, bir zamana kadar Zindana atmaları reyi
    onlara zahir oldu.

    Onunla birlikte Zindana iki de,
    delikanlı girdi. Bunlardan birisi:

    Ben, rü’yamda, kendimi şarap(üzüm)
    sıkıyor gördüm! dedi. Öbürü de:

    Ben de, rü’yamda, kendimi, başımda
    ekmek götürüyor, kuşlarda, ondan (kek-meleyip) yiyor! gördüm.

    Bize, bunun tabirini, haber ver.

    Çünkü, biz, seni, iyilik edenlerden
    görüyoruz.” dedi.

    (Yûsuf):

    Size, rızıklanacağınız bir taam
    gelecek oldu mu, ben, muhakkak, onun ne oldu­ğunu, size daha gelmezden önce,
    haber veririm.

    Bu, Rabb’imin, bana öğrettiği
    ilimlerdendir.

    Çünkü, ben, Allah’a inanmaz bir
    kavmin dinini -ki, onlar, Âhireti inkâr edenlerin 2 kendisidirler- terk ettim.

    Atalarım İbrahim’in, İshak’ın,
    Yâkub’un dinine uydum. Allah’a, her hangi bir şeyi ortak katmamız, bizim için
    (doğru) olmaz. Bu (Tevhid), bize ve insanlara, Allah’ın lütuf ve
    inâyetindendir. Fakat, insanların çoğu (buna) şükretmezler.

    Ey zindan arkadaşlarım! Darma
    dağınık bir çok düzme tanrılar mı hayırlıdır, yok­sa, hepsine ve her şeye galib
    ve Kahhâr olan bir tek Allah mı?

    Sizin, onu bırakıp taptıklarınız,
    kendinizin ve atalarınızın takmış oldukları (kuru) adlardan başkası değildir.

    Allah, bunlara, hiç bir Burhan
    indirmemiştir.

    Hüküm, Allâh’dan başkasının
    değildir.

    O, kendisinden gayrısına ibadet
    etmemenizi emreylemistir.

    Dosdoğru din, işte, budur.

    Fakat, insanların çoğu bilmezler.

    Ey zindan arkadaşlarım!
    (Rüyalarınızın yorumuna gelince):

    Biriniz, Efendisine şarap içirecek,
    diğeri ise, asılıp tepesinden kuşlar, yiyecektir!

    işte, hakkında fetva istemekte
    olduğunuz mesele (böylece) olup bitmiştir! dedi.

    (Yûsuf), bu ikisinden kurtulacağını
    bildiği kimseye:

    Beni, Efendinin yanında an! dedi.

    Fakat, şeytan, Efendisine anmayı,
    ona, unutturdu da, (bu yüzden Yûsuf) daha nice yıllar, zindanda kaldı.

    (Bir gün) Kral:

    Ben, rü’yâmda yedi arık (inek)in
    yemekte olduğu yedi semiz inekle yedi yeşil oaşak ve diğer (yedi) kuru (başak)
    görüyorum!

    Ey ileri gelenler (Kâhinler)! Eğer,
    rü’yâ, tâbir ediyorsanız, benim bu rü’yâmı da, nallediniz! dedi.

    Onlar da:

    “(Bunlar) karma karışık
    düşlerdir.”

    Biz, böyle düşlerin tabirini bilici
    (kimse)ler değiliz! dediler. (Zindandaki) iki (arkadaş)dan, kurtulanı, nice
    zaman sonra (Yûsuf’u) hatırladı da: Ben, size, onun tâbirini haber vereyim.
    Beni, hemen gönderiniz! dedi. (Zindana gidip):

    Yûsuf! Ey çok doğru sözlü!
    Kendisini, yedi arık (inek) yemekte olan yedi semiz inekle yedi yeşil ve diğer
    (yedi) kuru başak hakkında bize bir fetva ver.

    Ümid ederim ki: insanlara (isabetli
    cevabınızla) dönerim.

    Belki (bu suretle) onlar, (Senin
    yüce kadrini) bilirler, (dedi)

    (Yûsuf):

    “Yedi yıl âdet veçhile ekin
    ekiniz.

    Yiyeceğiniz az bir miktar hâriç
    olmak üzere, biçtiklerinizi, başağında bırakınız.

    Sonra, bunun ardından yedi kurak
    (yıl) gelecek.

    (Tohumluk için) saklayacağınız az
    bir miktar hariç olmak üzere, önceden birik­tirdiklerinizi, yeyip götürecek.

    Sonra, bunun ardından da, bir yıl
    gelecek ki, insanlar, o zaman, yağmura kavu­şacak ve o zaman sıkıp
    sağacaklar!” dedi.

    (Bunu duyan) Kral:

    “Onu (Yûsuf’u) bana
    getiriniz!” dedi.

    Bunun üzerine, ona Elçi gelince:

    “Efendine dön de, ellerini
    kesen o kadınların zoru ne idi? Kendisine sor?

    Şüphe yok ki, benim Rabb’im,
    onların fendini, hakkıyla bilicidir.” dedi.

    (Kral, o kadınları toplayıp):

    Yûsuf’un nefsinden murad almak
    istediğiniz zaman, ne halde idiniz?” diye sordu.

    (Kadınlar):

    Hâşâ! Allah için, biz, onun
    hakkında bir kötülük bilmiyoruz!” dediler.

    Azîz’in karısı da:

    “Şimdi, hak meydana çıktı.

    Ben, onun nefsinden murad almak
    istedim.

    O ise, seksiz, şüphesiz, doğru
    söyleyenlerdendir!” dedi.

    (Elçi gelip de, Yûsuf’a bu kesin
    itirafı naklettikten sonra, o, dedi ki: benim) bu (itirafa lüzum görüşüm,
    Azîz’in) gıyabında kendisine hakîkaten hainlik yapmadığı­mı ve Allah’ın,
    hâinlerin hilesini, hiç şüphesiz, muvaffakiyete erdirmeyeceğini, onun da,
    bilmesi içindi.

    (Bununla beraber) ben, nefsimi,
    tebrie etmem.

    Çünkü, nefis, muhakkak ki, olanca
    şiddetiyle kötülüğü emredendir.

    Meğer ki, Rabb’imin esirgemiş
    bulunduğu (bir nefis) ola.

    Zira, Rabb’im, çok yarlıgayıcı, çok
    esirgeyicidir.

    Kral:

    “Getiriniz onu, bana!

    Onu, kendime hâs bir (Müsteşar)
    edineyim!” dedi.

    Onunla konuşunca da:

    Sen, bugünfden itibaren) bizim
    katımızda mühim bir mevkii sahibisin! Emin (bir -rıüsteşar)sın! dedi.

    (Yûsuf):

    Beni, memleketin hazineleri üzerine
    (Memur) et!

    Çünkü, ben, onları, iyice korumaya
    muktedir ve (bütün tasarruf şekillerine) vâkı-‘tm! dedi.

    İşte, o yerde Yûsuf’a, böyle bir
    kudret (ve şeref) verdik. O, neresini, isterse, orada, konaklardı.

    Biz, rahmetimizi, kimi dilersek,
    ona nasîb ederiz. İyi hareket edenlerin mükâfatı­nı zayi etmeyiz.

    İman edip te, takvada devam
    edenlere hâs olan Âhiret mükâfatı ise, daha ha­yırlıdır.

    Yûsuf’un kardeşleri gelip onun
    huzuruna girdiler. (Yûsuf) onları, hemen tanıdı. Onlar ise, bunu,
    tanımıyorlardı. Vaktâ ki, (Yûsuf), onların (zahire) yüklerini hazırladı. Bana,
    baba bir erkek kardeşinizi de, getiriniz. Görmüyor musunuz (size) tam ölçek
    veriyorum. Ben misafirperverlerin (Konukseverlerin) hayırlısıyım.

    Eğer, onu, bana getirmezseniz,
    artık, benim yanımda, size hiç bir kile yok! (bo­şuna) bana yaklaşmayınız!
    dedi.

    Onu, Babasından istemeye çalışırız
    ve her halde (bunu) yaparız, dediler. (Yûsuf) uşaklarına:

    Onların sermayelerini[85]
    yüklerinin içine koyuveriniz. Olur ki, ailelerine döndük­leri zaman, bunun,
    farkına varırlar da, belki, yine (buraya) dönerler! demişti.

    Bu suretle Babalarına döndükleri
    zaman: “Ey Babamız! Bizden, ölçek, men olundu.

    Bu sefer, kardeşimizi de, bizimle
    birlikte yolla da, ölçek alalım.

    Biz, her halde, onu, muhafaza
    edicileriz!” dediler.

    (Yâkub):

    “Ben, size, onu inanırmıyım?

    Meğer ki, bundan önce, kardeşi
    (Yûsuf’u) inandığım gibi ola.

    Allah, en hayırlı koruyucudur.

    O, Esirgeyicilerin de,
    Esirgeyiçişidir!” dedi.

    Meta’larını (zahire yüklerini)
    açtıkları zaman, sermayelerini, kendilerine geri gön­derilmiş buldular.

    Ey Babamız! Daha ne istiyoruz?
    İşte, sermayemiz de, bize iade edilmiş!

    (Biz, onunla tekrar) ailemize
    zahire getiririz.

    Kardeşimizi, koruruz. Bir deve yükü
    zahire de, artırırız.

    Bu seferki aldığımız, az bir
    ölçektir. (Bize yetmez!) dediler.

    (Yâkub):

    “Etrafınız kuşatılmadıkça
    (çaresiz kalmadıkça) onu, bana, her halde getireceği­nize dâir Allah’dan bana
    sağlam bir taahhüd verilinceye kadar, onu sizinle birlikte, kabil değil,
    gönderemem!” dedi.

    Artık, Babalarına te’minatlarını
    verince, o da:

    Allah, benim ve sizin bu
    dileklerimize Vekil (şâhid olsun!) dedi.

    (Hareketleri esnasında da):

    “Oğullarım! (Mısıra) Hepiniz,
    bir kapıdan girmeyiniz!

    Ayrı ayrı kapılardan giriniz.

    (Bununla beraber, bu sözümle)
    Allâh(ın kazâsın)dan hiç bir şeyi üzerinizden gi-deremem!

    Hüküm, Allâh’dan başkasının
    değildir.

    Ben, ancak, Ona güvenip dayandım.

    Tevekkül edenler de, yalnız Ona
    güvenip dayanmalıdır!” dedi.

    Vaktâ ki, onlar, (Mısır’a)
    babalarının, kendilerine emrettiği veçhile, girdiler.

    Bu, Allah’ın (Kazasından) hiç bir
    şeyi, onların üzerinden gideremedi.

    Sâdece, Yâkub’un nefsindeki dileği,
    meydana çıkarmış oldu.

    Şüphe yok ki, (Yâkub), kendisini
    (Vahy ile) öğrettiğimiz için, bir ilim sahibi idi.

    Ancak, insanların bir çoğu
    (Kader’in Sırrını) bilmezler.

     (Kardeşler) Yûsuf’un huzuruna
    girince, o, kardeşini, kendi yanına aldı.[86]
    (Ona):

    Ben, senin kardeşinim. Onların
    (geçmişte bizlere) yapmış olduklarına tasalan­ma! dedi.

    Vaktâ ki, (Yûsuf) onların (zahire)
    yüklerini hazırladı.

    Su kabını, öz kardeşinin yükü içine
    koydu.

    Sonra, bir Münâdî, arkalarından
    şöyle bağırdı:

    Ey Kafile! (Durunuz!) Siz, seksiz,
    şüphesiz hırsızlarsınız!

    (Yâkub’un oğulları) onlara,
    dönerek:

    Ne kaybettiniz? (Ne arıyorsunuz?)
    diye sordular.

    Kralın su kabını, kaybettik,
    dediler.

    Onu, getirene, bir deve yükü
    (bahşiş) var! Ben de, buna, kefilim!

    (Yâkub’un oğulları):

    Allah! Allah! (bizim hüviyetimizi,
    ahlâkımızı) siz de, öğrenmişsinizdir.

    Biz, bu yere, and olsun ki, fesad
    çıkarmak için gelmedik.

    Biz, hırsız kimseler de, değiliz!
    dediler.

    Şimdi, yalancı olursanız (çalanın)
    cezası, nedir? dediler.

    Onun cezası: yükünde (hırsızlık
    mal) bulunan kimsenin kendisidir.

    İşte, o kimse, bunun cezasıdır.

    Biz (memleketimizde) zâlimleri
    (hırsızları) böyle cezalandırırız! dediler.

    Bunun üzerine (Yûsuf), kardeşinin
    kabından evvel, onların kablarını (aramağa) başladı.

    Nihayet, onu, kardeşinin kabından
    çıkardı.

    İşte, biz, Yûsuf için, böyle bir
    tedbir kullandık.

    Yoksa, o, Kralın dinine göre:
    kardeşi (esir olarak) tutabilecek değildi.

    Meğer ki, Allâhın iradesi ola.

    Biz, kimi dilersek, onu, nice
    derecelerle yükseltiriz.

    Her ilim sahibinin üstünde, daha
    iyi bilen vardır.

    (Yâkub’un oğulları):

    Eğer, o, çalmış bulunuyorsa, onun,
    bundan önce, bir kardeşi de, çalmıştı! Dediler.[87]

    O vakit, Yûsuf, bu (sözü) içine
    gizledi. Bu(nun hakikatini) onlara açıklamadı.

    (Kendi kendine):

    Sizin durumunuz, daha kötüdür.

    Allah, sizin anlatmakta olduğunuzun
    mâhiyetini, çok iyi bilendir! dedi.

    (Yâkub’un oğulları):

    Ey Azız!’ Gerçekten, bunun, çok
    ihtiyar bir Babası var.

    Binâenaleyh, onun yerine, (bizden)
    birimizi, alıkoy!

    Seni, muhakkak, iyilik edenlerden
    görüyoruz! dediler.

    (Yûsuf):

    “Eşyamızı, nezdinde bulduğumuz
    kimseden başkasını yakalamamızdan Allah’a sığınırız.

    Çünkü, o takdirde, elbette zâlimler
    olmuş oluruz!” dedi.

    Vaktâ ki, ondan ümidlerini
    kestiler, fısıldaşarak bir tarafa çekildiler.

    Büyükleri:

    “Babanızın, sizden, Allah
    adıyla teminat almış olduğunu, daha önce de, Yûsuf hakkında kusur işlediğinizi
    bitmediniz mi?

    Artık, ben, ya Babam, bana izin
    verinceye, yahud benim için Allah hükmedin-ceye kadar, buradan katiyen
    ayrılmam!

    O, hâkimlerin hayırlısıdır!

    Siz, dönünüz, Babanıza da,

    Ey Babamız! Oğlun, inan ki,
    hırsızlık etti.

    Biz, bildiğimizden başkasına
    şâhidlik yapmadık.

    Gayb’ın bekçileri de, değildik.

    (İstersen) içinde bulunduğumuz (ve
    döndüğümüz) şehir (Mısır halkına) da, ara­larında geldiğimiz kervana da sor!

    Biz, seksiz, şüphesiz doğru söyley
    idleriz! deyiniz!” dedi.

    (‘.’)

     (Bunun üzerine, Yâkub):

    “Hayır! Sizi, nefisleriniz
    aldatıp (böyle büyük) bir işe sürüklemiş.

    Artık (bana düşen), güzel bir
    sabırdır.

    Allah’ın, onların hepsini birden
    bana getirmesi, yakın bir ümiddir.

    Gerçek, şudur ki: her şeyi bilen,
    yegâne hüküm (ve hikmet) sahibi olan ancak Odur!” dedi.

    Onlardan yüz çevirdi ve:

    Ey Yûsuf’un üstünde (titreyen)
    tasam! (Gel, şimdi tam gelmen zamanıdır!) dedi /e hüzün ve kederinden,
    gözlerine ak düştü.

    (Bununla beraber) O, artık, gamını,
    tamamen yutmakta idi. Sen, dediler, hâlâ, Yûsuf’u, anıp duruyorsun.

    And olsun ki; sonunda, ya
    kederinden hastalanıp eriyeceksin, ya da, helake uğ­rayanlardan olacaksın!

    (Yâkub da):

    “Ben, taşan kederimi,
    mahzurluğumu, yalnız Allah’a şikâyet ediyorum!

    Ben, sizin bilemeyeceğiniz nice
    şeyleri de -Allah tarafından- biliyorum!

    Oğullarım! Gidiniz! Yûsuf’la
    kardeşinden (bütün duygularınızla) bir haber araş-

    nrınız!

    Allah’ın rahmetinden de, ümidinizi
    kesmeyiniz!

    Çünkü, gerçek şudur ki: kâfirler
    güruhundan başkası, Allah’ın rahmetinden ümi­dini kesmez!” dedi.

    Bunun üzerine (Yâkub’un oğulları,
    tekrar Mısır’a gidip Yûsuf’un) huzuruna çık­tıkları zaman:

    “Ey Aziz! Bizi de, ailemizi
    de, darlık bastı.

    Pek ehemmiyetsiz bir sermaye ile
    geldik.

    Bize, yine, tam ölçek ver!

    Hakkımızda, ayrıca lütufkârlık ta,
    et!

    Çünkü, Allah, lütuf kârları,
    mükâfatlandırır!” dediler.

    (Yûsuf):

    “Siz (henüz) cahil kimseler
    iken, Yûsuf’a ve kardeşine neler yaptığınızı, biliyor musunuz?” dedi.

    (Kardeşleri):

    “Âââ! dediler, Sen’misin gerçekten,
    Yûsüf’musun Sen?!”

    Oda:

    “Ben, dedi, Yûsuf’um bu da,
    kardeşim!

    Allah, bize, (selâmet ve kerametle)
    lütfetti.

    Çünkü, hakikat şu ki, kim,
    (Allah’dan) korkar, (belâlara) katlanırsa, her halde, Allah, iyi bereket
    edenlerin mükâfatını, zayi etmez.”

    (Kardeşleri):

    “Allah’a yemin ederiz ki:
    Allah, Seni, gerçekten, bizden üstün kılmıştır.

    Biz, doğrusu, (sana yaptığımız
    hareketlerde) suçlu idik!” dediler.

    (Yûsuf) de:

    “Size, bu gün, hiç bir başa
    kakma ve ayıplama yok!

    Sizi, Allah, yarlıgasın!

    O, Esirgeyicilerden daha
    Esirgeyicidir!

    Şu benim gömleğimi, götürünüz de,
    onu, Babamın yüzüne koyunuz. İyice görür (hale) gelir.

    Bütün ailenizi de, bana,
    getiriniz!” dedi. Vaktâ ki, kafile, (Mısırdan) ayrıldı, (Öteden) Babaları
    (Yâkub):

    “Bana, bunak demezseniz,
    inanınız ki: (şimdi) Yûsuf’un kokusunu, duyuyorum!” dedi.[88]

    (Yanındakiler):

    “Allah’a yemin ederiz ki: Sen,
    hâlâ, eski yanılgında (ber devâm)sın” dediler.

    Fakat, müjdeci gelip te, onu,
    (Yâkub’un) yüzüne koyduğu, o da, derhal (yeni baştan) görür bir hale geldiği
    zaman;

    “Ben, size, bilmediğiniz
    şeyleri -Allâh’dan- muhakkak, biliyorumdur! demedim mi?” dedi.

    (Mısırdan gelen oğulları):

    “Ey Babamız! Bizim için
    (günahlarımıza) istiğfar ediver. Biz, hakîkaten, suçlular idik?” dediler.
    (Yâkub):

    “Sizin için, Rabb’ime, sonra,
    istiğfar ederim. Hakîkat, şu ki: O, çok yarlıgayıcı, çok Esirgeyicidir!”
    dedi. [89]

     

    Yâkub Aleyhisselâmla Bütün Ev Halkının Mısır’a Gelişi:    Başa
    Dön

     

    Yûsuf Aleyhisselâm, kardeşlerine:

    “Bütün Ev halkınızı da, bana,
    getiriniz!” deyip[90] bir
    takım teçhizatla iki yüz sinek devesi gönderdi. [91]

    Yâkub Aleyhisselâm; yetmiş[92]
    veya yetmiş iki[93], ya
    da, seksen üç[94]
    nü-fusluk ev halkıyla birlikte[95]‘,
    Mısır’a yaklaştıkları zaman, Yûsuf Aleyhisselâm, Mı­sır’ın Büyük Kralı ile
    konuştu.

    Dört bin askerin başında ve
    Mısırlılardan bir çok süvariler de, yanında bulun-auğu halde[96],
    şehrin dışında Yâkub Aleyhisselâmı, karşıladı.’[97]

    Yâkub Aleyhisselâm, oğlu Yehûza’ya
    dayanarak yaya yürümekte idi.

    Yâkub Aleyhisselâm; askerler ve
    süvarilerle halkın başında, Yûsuf Aleyhisse-âmın geldiğini görünce:

    “Ey Yehûza! Bu, Mısırın Büyük
    Firavunu mu?” diye sordu.

    Yehûza:

    “Hayır! Bu, oğlun
    Yûsüf’dur!” dedi.

    Baba, oğul, birbirlerine
    yaklaştıkları zaman, Yûsuf Aleyhisselâm, Ona, selâm vermek istedi ve Yâkub
    Aleyhisselâm, buna daha lâyık ve müstahık idiyse de,

    “Selâm olsun sana ey hüzün ve
    tasaları gideren!” diye kendisi, önce, ona, selâm verdi. [98]

    Yâkub Aleyhisselâm, Mısır’a gelip
    kral’a dua edince, yüce Allah Mısır’daki kıt­lığın kalanını da, kaldırdı. [99]

     

    Yûsuf Aleyhisselâmın Rüyasının Gerçekleşmesi:    Başa
    Dön

     

    Yüce Allah; Yûsuf Aleyhisselâmın
    rü’yâsının nasıl gerçekleştiğini de, şöyle açıklar:

    “Sonra, vaktâ ki, onlar
    (Yûsuf’un) nezdine girdiler. O, Babasını ve Anasını, kucakladı. (Yanına aldı)
    ve: inşâallâh, hepiniz, emîn emîn Mısır’da sakin olunuz! dedi. Babasını ve
    Anasını, Tahtının üstüne çıkartıp oturttu.

    Hepsi, onun için secde ettiler.[100]

    (Yûsuf):

    Ey Babam! dedi, işte, bu, evvelce
    gördüğüm rü’yânın gerçekleşmesidir.

    Gerçekten, Rabb’im, onu, doğru
    çıkardı. Bana, iyilik etti.

    Çünkü, beni, zindandan çıkardı.

    Şeytan, benimle kardeşlerimizin
    arasını bozduktan sonra da, O, sizi, çölden getirdi.

    Şüphesiz ki, Rabb’im, dilediği
    şeyleri, çok güzel, çok ince tedbir edendir.

    Hakkıyle bilen, tam hikmet sahibi
    olan O’dur.

    Yâ Rab! Sen, bana mülk(ü saltanat)
    ve sözlerin te’vîlinden bir ilim verdin.

    Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada
    da, Âhirette de, benim Yâr’im, Sensin!

    Benim canımı, Müslüman olarak al!

    Beni, Sâlihler’e kat! [101]

     

    Yâkub Aleyhisselâmın Suçlu Oğulları İçin İstiğfar Edişi:    Başa
    Dön

     

    Yüce Allah; Yâkub Aleyhisselâmın ev
    halkını Mısır’da topladığı zaman, suçlu oğulları, birbirlerine:

    “Şeyh Yâkub’a ve Yûsuf’a,
    neler yaptığınızı, biliyorsunuz değil mi?” diye sorup,

    “Evet! dediler, eğer, onlar,
    sizin suçlarınızı, bağışlarlarsa, Rabb’inizle olan du­rumunuz nasıl olacak?

    İşinizin doğrulması, düzelmesi, Şeyh’e
    gitmenizdir!” dediler.

    Yâkub Aleyhisselâmın yanına varıp
    önüne oturdular.

    Yûsuf Aleyhisselâm da, Babasının
    yanında oturuyordu.

    “Ey Babamız! Biz, sana,
    şimdiye kadar gelmediğimiz bir iş hakkında geldik.

    Başımıza, şimdiye kadar bir benzeri
    daha gelmeyen bir iş geldi!

    Peygamberler, halkın en
    merhametlisidirler!” dediler.

    Yâkub Aleyhisselâm:

    “Ey oğulcuklarım! Ne var
    başınızda?” diye sordu.

    “Bizim tarafımızdan sana ve
    kardeşimiz Yûsüf’e karşı yapılmış olanları, bili­yorsun değil mi?”
    dediler.

    Yâkub Aleyhisselâm:

    “Evet! Biliyorum!” dedi.
    “Sizler, bizi affettiniz değil mi?” dediler. Yâkub Aleyhisselâmla
    Yûsuf Aleyhisselâm: “Evet!” dediler.

    “Eğer, Yüce Allah, bizleri,
    affetmeyecek olursa, sizin, bizleri affetmeniz, bizi Allah’ın azabından
    kurtarmaz!” dediler.

    Yâkub Aleyhisselâm:

    “Ey oğulcuklarım! Benden, ne
    yapmamı istiyorsunuz?” diye sordu.

    “Bizim için, Allah’a dua
    etmeni, Allah tarafından vahiy geldiği zaman, bizi, af-‘etmesini, kendisinden
    dilemeni, istiyoruz.

    Eğer, dileğin kabul edilir de,
    hepimiz affedilirsek, gözlerimiz aydın ve kalbleri-miz mutmain ve müsterih
    olacaktır.

    Aksi takdirde, bizim için dünyada
    ebediyen göz aydınlığı ve sevinç olmayacak­tır!” dediler.

    Bunun üzerine, Yâkub Aleyhisselâm,
    ayağa kalkıp kıbleye yöneldi.

    Yûsuf Aleyhisselâm da, Onun arkasında
    ayakta durdu.

    Kardeşlerin hepsi de, zelil ve
    huşulu olarak ikisinin arkasında ayakta durdular.

    Yâkub Aleyhisselâm, dua etti.

    Yûsuf Aleyhisselâm da, âmîn! dedi.

    Uzun yıllardan sonra, Yâkub
    Aleyhisselâmın vefatına yakın, Cebrail Aleyhis­selâm gelip oğulları hakkındaki
    duasının kabul edildiğini, onların, yaptıkları şey-terden affedildiklerini
    müjdeledi.[102]

     

    Yâkub Aleyhisselâmın Çocuklarına Vasiyeti Ve Vefatı:    Başa
    Dön

     

    Yâkub Aleyhisselâm; bütün ev
    halkıyla birlikte Mısır’a geldikten sonra, Yûsuf Aleyhisselâmın yanında on yedi
    yıl oturdu.[103]

    Yâkub Aleyhisselâm, ölüm döşeğine
    düşünce, oğullarına:

    “Benden (vefatımdan) sonra,
    neye ibadet edeceksiniz?” diye sorduğu zaman:

    “Senin İlâhına ve Babaların
    İbrahim’in, İsmail’in, İshak’ın bir tek İlâh olan Al­lah’ına ibadet edeceğiz!
    Biz, Ona teslim olmuş (Müslüman)larız!” dediler.[104]

    “Ey oğullarım! Allah, sizin
    için (İslâm) dini(ni) beğenip seçti.

    O halde, siz de, ancak, Müslümanlar
    olarak can veriniz!” (dedi).[105]

    Yâkub Aleyhisselâm, vefat edeceği
    sırada, bütün oğulları ve oğullarının oğul­ları toplandı.

    Yâkub Aleyhisselâm, onlara bereket
    duası yaptı. Onlardan her birisi için birer söz söyledi.

    Kılıcını ve yay’ını, Yûsuf
    Aleyhisselâma verdi. [106]

    Cesedinin götürülüp Babası ishak
    Aleyhisselâmın kabirinin yanına gömülme­sini, ona vasiyet etti. [107]

    Yâkub Aleyhisselâm, yüz kırk yedi
    yaşında vefat etti. [108] Ona
    ve gönderilen bü­tün Peygamberlere Selâm olsun!

    Mısır halkı, ona, yetmiş gün
    ağladılar. [109]

    Yûsuf Aleyhisselâm, doktorlara
    emretti: Babasının cesedini, güzel koku ile ko-kuladılar.

    Cesed, kırk gün, koku içinde
    bekletildi. [110]

    Yûsuf Aleyhisselâm, Babasının,
    saç’dan tâbut’a konulan[111]
    cesedini, ev hal­kının yanına gömmeğe gitmek üzere, Mısır Kralından izin
    istedi. İzin verilince’[112],
    yanında, askerler, kardeşleri ve Mısırlıların büyükleri olduğu halde, gitti. [113]
    Hab-run’a vardı. [114]

    Ays b. İshak Amca’nın vefatı da, o
    güne rastladığı için, bir anneden ikiz olarak doğdukları gibi, Yâkub
    Aleyhisselâmla Ays b. İshak Aleyhisselâm, aynı günde bir kabre de, birlikte
    gömüldüler. [115]

    Yûsuf Aleyhisselâma, orada, yedi
    gün baş sağlığı dilendikten sonra yurdlarına döndüler.

    Yûsuf Aleyhisselâmın kardeşleri de,
    Babasından dolayı, Yûsuf Aleyhisselâma taziyede bulundular. [116]

    Yâkub Aleyhisselâmın defninden
    boşaldıktan sonra, Yûsuf Aleyhisselâm: “Benimle birlikte Mısır’a dönünüz!”
    deyince, kardeşleri, korktular. “Babamız, sana, bizim suçumuzu,
    bağışlamanı, tavsiye etmişti ya!?” dediler. Yûsuf Aleyhisselâm:

    “Siz, benden korkmayınız!

    Çünkü, ben, Allâh’dan korkan bir
    kimseyim!” dedi.

    Bunun üzerine, kalbleri rahatlaşan
    kardeşleri, Mısıra döndüler ve orada oturdular. [117]

     

    Yûsuf Aleyhisselâmın Mâliye Vezirliği:    Başa
    Dön

     

    Yûsuf Aleyhisselâm, Mısır’a on yedi
    yaşında gelmişti.

    Mısır Azîz’inin evinde on üç yıl
    kaldı.

    Otuz yaşında bulunduğu sırada,
    Mâliye Vezîri oldu. [118]

    Yûsuf Aleyhisselâm, Mısır’da vazifesini,
    adaletle yerine gteirdiği için, kadın er­kek… herkesin sevgisini kazandı. [119]

    Kendisi, kıtlık günlerinde,
    doyasıya yemek yemezdi. [120]

    “Yer yüzünün hazineleri elinde
    iken, ne için aç duruyor, karnını doyuramıyor­sun?” denildiği zaman:

    “Tok olursam, [121]
    açları, unuturum diye korkarım” derdi. [122]

    Yûsuf Aleyhisselâm; Kralın
    aşçısına, Krala, geceli gündüzlü bir günde öğle vak­tinde bir kere yemek
    vermesini emretti.

    Bununla da, Kral’m, açlığı tadıp
    açları, unutmamasını ve muhtaçlara ihsanda bulunmasını sağlamak istedi.

    Aşçı, böyle yaptı.

    Artık, Kralların, yemeklerinin, gün
    ortasında verilmesi âdet oldu. [123]

     

    Yûsuf Aleyhisselâmın Kıtlık Yıllarında Halkı Hükümete
    Besleten Bir Uygulaması:
        Başa Dön

     

    Gelen ilk kuraklık ve kıtlık yılı,
    bolluk yıllarında hazırlanan her şeyi silip süpü­rüp yok etti.

    Mısır halkı, bu ilk yılda, bütün
    altun ve gümüşlerini verip Yûsuf Aleyhisselâm’-dan, yiyecek satın aldılar.

    Mısır’da ne bir dirhem, ne de, bir
    dinar kaldı. Hepsini, böylece, Devlet aldı.

    Halk, ikinci yılda, bütün zinet
    eşyalarını, takımlarını verip Devletten, yiyecek satın aldıiar.

    Halkın elinde bir şey kalmadı.

    Halk, üçüncü yılda, büyük küçük baş
    hayvanlarını verip Devletten yiyecek sa­tın aldılar.

    Dördüncü yılda, halk, bütün erkek,
    kadın kölelerini verip Devletten, yiyecek satın aldılar.

    Halkın elinden alınmadık ne bir
    erkek, ne de, bir köle kadın kaldı.

    Beşinci yılda, halk, arazi, akar ve
    evlerini verip Devletten, yiyecek satın aldılar.

    Halkın elinde hiç bir mülk kalmadı.

    Altıncı yılda, halk, çocuklarını
    verip Devletten, buğday veya arpa satın alır oldular.

    Hiç bir kimsenin köle olmadık ne
    oğlan, ne de, kız çocuğu kalmadı. Yedinci yılda, halk canlarını, Devlete satıp
    Devletten, yiyecek satın aldılar. Mısır’da Kralın eline geçmeyen ne bir hür, ne
    de, erkek veya kadın köle kaldı.

    Bundan sonra, Yûsuf Aleyhisselâm,
    bu icrâatını, nasıl bulduğunu sorup takdir ve tasvip ile karşıladığını söyleyen
    Mısır Kralı Firavun Reyyan’a:

    “Ben, Allah’ı ve Seni şâhid
    tutarım ki: Bütün Mısır halkını âzâd ettim ve kendi­lerine, mülklerini,
    akarlarını, kölelerini ve oğullarını geri verdim!” dedi.

    Halk, Yûsuf Aleyhisselâmın bu
    işinden hayretlere düştüler:

    “Vallahi, biz, bundan daha
    şanlı ve daha büyük bir Vezîr görmedik! dediler. [124]

     

    Yûsuf Aleyhisselâmın Evlenmesi Ve Doğan Çocukları:    Başa
    Dön

     

    Mısır Kralı; Yûsuf Aleyhisselâmı,
    ölen Vezîr’in karısı Rail[125] ile
    evlendirdi. Yûsuf Aleyhisselâm, Râil’e:

    “Senin, vaktiyle benden
    istemiş olduğun şeyden, böylesi, daha hayırlı değil midir?” dedi.

    Râil:

    “Ey dost! Sen, beni, kınama!

    Gördüğün gibi, ben, devlet ve dünya
    nimetleri içinde yaşayan güzel bir kadın idim.

    Efendimin ise, kadınlarla teması
    yoktu.

    Allah, seni de, olduğun gibi, güzel
    suret ve heyette yaratmıştı. Gördüğün gibi, nefsim, bana, galebe
    çalmıştı!” dedi. Yûsuf Aleyhisselâmın, Râil’i, bakire bulduğu da,
    söylenir.

    Yûsuf Aleyhisselâmın, Râil’den,
    Efrâim ve Mîşa’ adındaki oğulları doğ-muştur. [126]
    Efrâim; Yûşa’ b. Nün, b. Efrâim Aleyhisselâmın dedesidir.

    Mîşa’ın da, Mûsâ adında bir oğlu
    olup kendisi, Mûsâ b. İmran Aleyhisseiâm-dan önce Peygamber olmuştu.

    Tevrat Ehli ise, Hızır Aleyhisselâmı
    arayan Mûsâ b. İmran Aleyhisselâmın, bu, Mûsâ b. Mîşa’ olduğunu zan ve iddia
    etmekle[127],
    ağır bir yanılgıya düşmüşler, yalan söylemişlerdir. [128]

     

    Yûsuf Aleyhisselâmın Peygamberliği
    Ve Bazı Faziletleri:
       
    Başa Dön

     

    Yûsuf Aleyhisselâm; daha on yedi
    yaşında bulunduğu ve kuyuya bırakıldığı sı­rada[129],
    İlâhî Vahy’e mazhar kılınmış[130],
    Rabb’i tarafından beğenilip seçil-miş[131],
    tâatta ihlâsa erdirilmiş kullardan1[132] bir
    Peygamberdi[133].

    Amr b. Imlak, b. Lavez, b. Sâm
    soyundan gelen Mısır kralı İkinci Firavun[134]
    Reyyan b. Velîd’i, Allah’a imana davet edip iman ettirmişti.

    Onun ölümünden sonra, yerine aynı
    soydan gelen Kabus b. Musab b. Muâvi-ye’yi de, imana davet etmiş ise de, ona,
    kabul ettirememişti[135]

    Kendisi, kâfir[136]
    ve zorba idi. [137]

    Yûsuf Aleyhisselâm, Kral’a ve ileri
    gelenlerine apaçık burhanlar getirdiği hal­de, onlar, onun getirdiği şeyler
    hakkında hep şüphe edip durdular.

    Hattâ, Yûsuf Aleyhisselâm, vefat
    edince de:

    “Bundan sonra, Allah, asla
    Peygamber göndermez!” dediler.

    Allah, haddi aşan şüpheci
    kimseleri, işte, böyle şaşırtır. [138]

     

    Yûsuf Aleyhisselâmın Vefatı:    Başa
    Dön

     

    Yûsuf Aleyhisselâm; Babası Yâkub
    Aleyhisselâmın vefatından sonra, yirmi üç yıl daha yaşadı.[139]

    Yûsuf Aleyhisselâm; vefatı
    yaklaştığı sırada, İsrail oğulları kavminden seksen erkeği yanına topladı.

    Onlara; ecelinin geldiğini, yakında
    vefat edeceğini, Kıbtîlerden tanrılık iddia­sında bulunacak bir zorbanın kral
    olup İsrail oğullarının doğan erkek çocuklarını öldürüp kız çocuklarını,
    bırakacağını ve İsrail oğullarına işkencenin en kötüsünü tattıracağını,
    saltanatının, uzun müddet süreceğini, sonra, İsrail oğullarından La-vi b.
    Yâkub’un oğullarından Mûsâ b. İmran adında, uzun boylu, kıvırcık saçlı, es­mer
    tenli bir zat çıkacağını, Yüce Allah’ın, onun eliyle İsrail oğullarını, Kıbtî
    Fira-vun’un elinden kurtaracağını haber verdi.[140]

    Mısırdan çıkıp giderlerken,
    cesedini, Babalarının yanına gömülmek üzere, yan­larında götürmelerini vasiyet[141],
    kardeşi Yehuza’yı da, İsrail oğullarının üzerine Halîfe tayin etti. [142]

    Yûsuf Aleyhisselâm, vefat ettiği
    zaman, yüz yirmi yaşında idi. [143] Ona
    ve gönderilen bütün Peygamberlere Selâm olsun!

    Yûsuf Aleyhisselâmın cesedi,
    kokulanıp mermer bir tabut içine konuldu. [144] Nil
    nehrinin kenarına gömüldü. [145]

    Üzerine, su salınıp kabir, su
    altında, bırakıldı. [146]

     

    Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâmın Mîrac Gecesinde Yûsuf
    Aleyhisselâmla Karşılaşıp Selamlaşması:
        Başa Dön

     

    Peygamberimiz Muhammed
    Aleyhisselâm; Mîrac gecesinde Cebrail Aleyhisselâm-la birlikte üçüncü kat göğe
    yükseldiler.

    Cebrail Aleyhisselâm, göğün
    kapısını çaldı, göğün bekçisine:

    “Aç!” dedi.

    “Sen, kimsin?” denildi.

    Cebrail Aleyhisselâm:

    “Cebrail’im!” dedi.

    “Yanında kimse var mı?”
    diye soruldu.

    Cebrail Aleyhisselâm:

    “Muhammed (Aleyhisselâm)
    var!” dedi.

    “O (Mîrac için) gönderildi
    mi?” diye soruldu.

    Cebrail Aleyhisselâm:

    “Gönderildi!” dedi.

    Kapı, açılınca, kendisine, güzelliğin
    yarısı verilmiş olan Yûsuf Aleyhisselâmla karşı-

    laştılar. [147]

    Peygamberimiz Aleyhisselâm:

    “Ey Cebrail! Kim bu?”
    diye sordu.

    Cebrail Aleyhisselâm:

    “Bu, senin kardeşin Yûsuf b.
    Yâkub (Aleyhisselâm)dır. [148]

    Selâm ver ona!” dedi.

    Peygamberimiz Aleyhisselâm, selâm
    verdi.

    O da, Peygamberimiz Aleyhisselâma
    mukabele ettikten sonra:

    “Hoş geldin! Safa geldin!
    Salih kardeş! Salih Peygamber!” dedi. [149]

     



    [1] ibn.Sa’d-Tabakat c.1,s.54, Ahmed b.Hanbel-Müsned
    c.2,s.96, Buharî-Sahih c.4,s.121, Tirmizî-Sünen c.5,s.293, Hâkim-Müstedrek
    c.2,s.347, 571, Sâlebî-Arais s.108, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaralülebrar
    c.1,s.127 Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.194,199.

    [2] ibn.Kuteybe-Maarif s.18,19, Yâkubî-Tarih c.1,s.3O,
    Taberî-Tarih c.1,s.163, Sâlebî-Arais s.102, İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.39.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/271.

    [3] Sâlebî-Arais s. 109.

    [4] Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.290-291, Muhyiddin
    b.Arabî-Muhadara c.1,s.1O3, Zehebî-Tarihulislam-Sîre s.531, Hâkimden naklen
    Ebülfida-Tefsir c.2,s.252, Süyûtî-Hasaisülkübrâ c.2,s.129.

    [5] Ibn.Ebî-Şeybe-Musannef c.14,s.3O3, A.b.Hanbel-Müsned
    c.3,s.148, Müslim-Sahih c.1,s.146, Taberî-Tarih c.1,s.169, Beyhakî-Delail
    c.2,s.179 Begavî-Mesabîhussünne c.2,s.179.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/271.

    [6] Taberî-Tarih c.1,s.169-l70, Salebî-Arais s. 133.

    [7] Salebî-Arais s.133, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.137.

    [8] Taberî-Tarih c.1,s.17O, Sâlebî-Arais s.133,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.137.

    [9] Taberî-Tarih c.1,s.17O.

    [10] Taberî-Tarih c.1,s.17O, Salebî-Arais s.133,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.137.

    [11] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.137.

    [12] Taberî-Tarih c.1,s.170.

    [13] Sâlebî-Arais s.133, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.137.

    [14] Yâkubî-Tarih c.1,s.3O.

    [15] Yâkubî-Tarih c.1,s.3O, Taberî-Tarih c.1,s.165,
    Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.47, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.137.

    [16] Yûsuf: 4-101.

    [17] Taberî-Tarih C.1.S.165, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.138.

    [18] Sâlebî-Arais s.110-111, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.138.

    [19] Sâlebî-Arais s.111, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.138.

    [20] Sâlebî-Arais s.111.

    [21] Sâlebî-Arais s.111, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.138.

    [22] Sâlebî-Arais s.111.

    [23] Salebî-Arais s.111, ibn.Esîr-Kamil c.1,s.138.

    [24] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.138.

    [25] Veya en büyükleri olan Rubil (Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye C.1.S.200).

    [26] Salebî-Arais s.111, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.138.

    [27] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.138.

    [28] Sâlebî-Arais s. 111 –112.

    [29] Ebülferec ibn.Cevzî Tabsıra c.1,s.178.

    [30] Sâlebî-Arais s.112, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.139.

    [31] Sâlebî-Arais s.112.

    [32] Sâlebî-Arais s.112, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.139.

    [33] Taberî-Tarih c.1,s.17O, Sâlebî-Arais s.113,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.139.

    [34] Aynı kaynaklar.

    [35] Taberî-Tarih c.1,s.17O.

    [36] Salebî-Arais s.113, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.139.

    [37] Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.178.

    [38] Taberî-Tarih c.1,s.17O, Salebî-Arais s.113,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.139.

    [39] Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.178-179.

    [40] Sâlebî-Arais s.113.

    [41] Taberî-Tarih c.1s.17O, Salebî-Arais s.113,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.139.

    [42] Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.179.

    [43] Taberî-Tarih c.1,s.17O, Salebî-Arais s.113,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.139.

    [44] Sâlebî-Arais s.113.

    [45] Taberî-Tarih c.1,s.171, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.14O.

    [46] Salebî-Arais s.113.

    [47] Taberî-Tarih c.1,s.170, Salebî-Arais s.113,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.139.

    [48] Sâlebî-Arais s.113, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
    c.1,s.179.

    [49] Sâlebî-Arais s.113.

    [50] Salebî-Arais s.113, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
    c.1,s.179.

    [51] Taberî-Tarih c.1,s.17O, 171, Sâlebî-Arais s.113,
    İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.139.

    [52] Taberî-Tarih c.1,8.171, Sâlebi-arais s.113.

    [53] Aynı kaynaklar.

    [54] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.103, Taberî-Tarih c.1,s.172,
    Salebî-Arais s.114, ibn.Esir-Kâmil c.1 s 155.

    [55] Sâlebî-Arais s.114.

    [56] Taberî-Tarih c.1,s.171, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.14O.

    [57] Sâlebî-Arais s. 114-115.

    [58] Sâlebî-Arais s.115, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.14O.

    [59] Salebi-Arais s. 115.

    [60] Sâlebî-Arais s.116, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
    c.1,s.179, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.14O.

    [61] Taberî-Tarih c.1,s.176, Salebî-Arais s.116.

    [62] Salebî-Arais s.116.

    [63] Salebî-Arais s.116, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141.

    [64] Sâlebî-Arais s.116, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141.

    [65] Sâlebî-Arais s.116, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
    c.1,s.179, İbn.Esîr-Kâmil ds.141.

    [66] Sâlebî-Arais s.116, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.14t.

    [67] Sâlebî-Arais s.116.

    [68] Taberî-Tarih c.1,s.172, Sâlebî-Arais s.117,
    Ebülferec-Tabsırac.1,s.179, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141,Ebütfida-Elbidaye
    vennihaye c.1,s.202.

    [69] Taberî-Tarih c.1,s.172, Sâlebî-Arais s.117,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.2O2.

    [70] Sâlebî-Arais s.117.

    [71] Taberî-Tarih c.1,s.171, 172, Sâlebî-Arais s.117.

    [72] Taberî-Tarih c.1,s. 171, 172.

    [73] Sâlebî-Araiss.117.

    [74] Sâlebî-Arais s.117, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141.

    [75] Salebi-Arais S.118.

    [76] Taberî-Tarih c.1,s.172, Şalebî-Arais s.118,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.147.

    [77] Taberî-Tarih c.1,s.172, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.2O2.

    [78] Sâlebî-Arais s.118, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.1,s.2O2.

    [79] Sâlebi-Arais s.118.

    [80] Taberî-Tarih c.1,s.172, Sâlebî-Arais s.118,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141 Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1 ,s.2O2.

    [81] Taberî-Tarih c.1,s.172, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.141.

    [82] Taberî-Tarih c.1,s.172-173, Sâlebî-Arais s.118,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.141.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/271-280.

    [83] Sâlebî-Arais s.118.

    [84] Taberî-Tarih c.1,s.173, Sâlebî-Arais s.118-119,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.142.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/280.

    [85] Yâkub Aleyhisselâmın oğullarının sermayeleri: satmak
    üzere Mısır’a götürdükleri yapağı, erimiş tereyağı (Taberî-Tefsir c.13,s.51,
    Sâlebî-Arais s.136, Zemahşerî-Keşşaf c.2,s.34O, Kurtubî-Tefsir c.9,s.253) keş
    peyniri veya ku­ru yoğurt, kavut (Sâlebî-Arais s.136, Zemahşerî-Keşşaf
    c.2,s.34O), deri, papuç. (Sâlebî-Arais s.130-136, Kurtubî-Tefsir c.9,s.253)
    gibi şeylerdi.

    [86] Yûsuf Aleyhisselâm, ona: ismin nedir? diye sordu.
    Bünyamin: Bünyamin! dedi. Yûsuf Aleyhisselâm: Bünyamin, ne demektir? diye
    sordu. Doğduğu zaman, anası ölüp gaybolan, yiten demektir, dedi. Yûsuf
    Aleyhisselâm: Ananın ismi nedir? diye sordu. Bünyamin: Râhıl’dir. dedi.
    (Sâlebî-Arais s.131) Yûsuf Aleyhisselâm:

    Yok olan o kardeşin Yusuf’a karşılık, benim, sana kardeş olmamı, arzu
    eder misin? diye sordu. Bünyamin:

    Ey Hükümdar! Senin benzerin bir kardeşi kim bulabilir?

    Seni, ne Yâkub, ne de, Râhıl dünyaya getirmiş değil ki?! deyince, Yûsuf
    Aleyhisselâm, ağladı. Kalkıp Bünya-min’in yanına vardı, onu, bağrına bastı.
    (Sâlebî-Arais s.131, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra C.1,S.18O).

    [87] Yûsuf Aleyhisselâm; çocukluk çağında annesi Râhıl’in
    babası Laban’ın altın putunu alıp kırmış ve yola atmıştı. (Taberî-Tarih
    c.1,s.183, Sâlebî-Arais s. 133)

    Böyle yapmasını, kendisine, Müslüman olan annesinin emrettiği rivayet
    edilir. (Sâlebî-Arais s. 133) Yâkub Aleyhisselâm, Dayısı ve kaim pederi Lebanın
    yanından ayrılıp Beytülmakdis’e gideceği sırada, yol azık­ları bulunmadığı
    için, Zevcesi Râhıl’in, oğlu Yûsuf Aleyhisselâma “Babamın putlarından bir
    put al. Belki, yiye­ceğimizi onunla sağlarız, dediği ve onun da aldığı rivayeti
    de, vardır. (Taberî-Tarih c.1,s.165).

    [88] Rüzgâr, sekiz gecelik, günlük mesafeden, Yûsuf
    Aleyhisselâmın kokusunu, Yâkub Aleyhisselâma getirmişti.

    (Taberî-Tarih c.1,s.185, Sâlebî-Arais s. 138, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye C.1.S.216).

    [89] Yûsuf: 4-98.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/281-292.

    [90] Taberî-Tarih c.1,s.185, Salebî-Arais s.138,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.154.

    [91] Sâlebi-Arais s. 139

    [92] Taberî-Tarih c.1,s.187, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
    c.1,s.181, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1,s.127, Ebülfida-Elbidaye
    vennihaye c.1,s.2l8, İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.41

    [93] Sâlebî-Arais s. 140

    [94] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.218

    [95] Taberî-Tarih c.1,s.187, Sâlebi-Arais s. 140

    [96] Sâlebî-Arais s. 139-140

    [97] Mısır Kiralı Firavun’un da, karşılamağa gittiği
    rivayet edilir. (İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.4O)

    [98] Taberî-Tarih c.1,s.186, Sâlebî-Arais s.140,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.155

    [99] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.218.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/293.

    [100] Bu secde; namaz ve ibadet secdesi değil, Meleklerin,
    Âdem Aleyhisselâma secdeleri kabilinden olup Ululama ve Selâmlama secdesi idi.
    (Sâlebî-Arais s.29).

    O zaman, insanların selâmları, birbirlerine secde etmekti. (Taberi-Tarih
    c.1,s.1Ş6, Sâlebî-Arais s.140, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.155) Bu da, alnı, yere
    koymak suretiyle değil (Salebî-Arais s.140, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.155) hâlen
    krallara yapıldığı gibi selâmlama sırasında tevazu ile eğilmek suretiyle
    yapılırdı. (İbn.Esîr-Kâmil c.1,s .155)

    [101] YÛSüf: 99-101.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/293-294.

    [102] Sâlebî-Araiss.140-141.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/294-295.

    [103] İbn.Kuteybe-Maarif s.19, Yâkubî-Tarih c.1,s.3O,
    Taberi-Tarih c.1,s.187, İbn.Esir-Kâmil c.1,s.155, Muhyiddin b.Arabî-Muhadara
    c.1,s.127, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O, Ibn.Haldun-Tarih
    c.2,ks.1,s.4l.

    [104] Bakare: 133.

    [105] Bakare: 132 .

    [106] Yâkubî-Tarih c.1,s.31-32.

    [107] Taberî-Tarih c.1,s.187, Sâlebî-Arais s.141, İbn.Esîr-Kâmil
    c.1,s.156, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O.

    [108] İbn.Kuteybe-Maarif s.19, Taberî-Tarih c.1,s.198,
    Salebî-Arais s.141, M.b.Arabî-Muhadaratülebrar c.1,s.126.

    [109] Yâkubî-Tarih c.1,s.32, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.l,s.22O.

    [110] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O.

    [111] Sâlebî-Arais s.141.

    [112] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O.

    [113] Sâlebî-Arais s.141, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.1,s.22O.

    [114] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O.

    [115] Sâlebî-Arais s.141.

    [116] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.22O.

    [117] Yâkubî-Tarih c.1,s.32.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/295-297.

    [118] Taberî-Tarih c.1,s.178, Sâlebî-Arais s.118,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.147, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar C.1.S.127.

    [119] Sâlebî-Arais s.128, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.1,s.21O.

    [120]  Sâlebî-Arais s.129, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
    c.1,s.18O.

    [121] İbn.Kuteybe-Uyûnul’ahbar c.2,s.4O4, Sâlebî-Arais
    s.129, Hâzin-Tefsir c.3,s.27.

    [122] İbn.Kuteybe-Uyûnul’ahbar c.2,s.4O4, Sâlebi-Arais
    s.129, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1 ,s.18O, Hâzin c.3,s.27.

    [123] Sâlebî-Arais s.129, Hâzın-Tefsir c.3,s.27.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/297.

    [124] Sâlebî-Arais s. 128-129

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/297-298.

    [125] Züleyha (İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.4O).

    [126] Taberî-Tarih c.1,s.178 Sâlebî-Arais s.128,
    Ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.147

    [127] İbn.Kuteybe-Maarif s.19, Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.48

    [128] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.117, 120, 121,
    Buharî-Sahih c.1,s.38, c.4,s.127, Müslim-Sahih c.4,s.1847, Tirmizî-Sünen
    c.5,s.3O9.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/298-299.

    [129] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.128, Taberî-Tarih c.1,s.172,
    Salebî-Arais s.114, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.155.

    [130] Yûsuf: 15, Taberî-Tarih c.1,s.171, Sâlebî-Arais s.114,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.14O, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.198-199.

    [131] Yûsuf: 6.

    [132] Yûsuf: 24.

    [133] En’am: 84, İbn.Sa’d-Tabakat c.1,s.54.

    [134] İbn.Habîb-Kitabülmuhabber s.467.

    [135] Taberî-Tarih c.1,s.187, Sâlebî-Arais s.167,
    İbn.Esır-Kâmil c.1,s.147,Muhyiddin b.Arabî-muhadara c.1,s.127.

    [136] Taberî-tarih c.1,s.187.

    [137] Yâkubî-Tarih c.1,s.33, Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s,.4O,
    Sâlebî-Arais s.167.

    [138] Mü’min: 34.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/299.

    [139] İbn.Kuteybe-Maarif s.19, Taberî-Tarih c.1,s.187,
    Sâlebî-Arais s.142, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.155, İbn.Arabî-Muhâdara c.1,s.127,
    İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.41

    [140] Bunun üzerine, İsrail oğullarından herkes, doğan
    oğluna İmran, İmran ismindeki kimseler de, doğan oğulları­na Musa ismini
    koymağa başladılar. (Sâlebî-Arais s.141).

    [141] Taberî-Tarih c.1,s.187, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.1,s.22O

    [142] Sâlebî-Arais s.141-142

    [143] İbn.Kuteybe-Maarif s.19, Taberî-Tarih c.1,s.187,
    Sâlebî-Arais s.142, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.155, ibn.Arabî-Muhadara c.1,s.127,
    İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.41.

    [144] Sâlebî-Arais s.142, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.1,s.22O.

    [145] Taberî-Tarih c.1,s.187.

    [146] Taberî-Tarih c.1,s.215, Sâlebî-Arais s.197.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/300.

    [147]ibn.Ebi-Şeybe-Musannef c.14,s.3O3, Ahmed
    b.Hanbel-Müsned c.3,s.148. Müslim-Sahih c.1,s.146, Beyhaki
    Delâilünnübüwec.2,s.18,Begavî-Mesâbihussünne c.2,s.179, Kadı lyaz-Şifâ
    c.1,s.137, ibn.Esîr-Câmiul’usûl c.12,s.53, ibn.Seyyid-Uyûnüleser c.1,s.144.

    [148] İbn.ishak, ibn.Hişam-Sîre c.2,s.48.

    [149] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.4,s.208-209, Buhari-Sahih
    c.4,s.248.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/300-301.

  • YAKUB ALEYHİSSELÂM

    YAKUB
    ALEYHİSSELÂM

     

    . 2

    Yâkub Aleyhisselâmın Soyu Ve
    İsimleri:
    2

    Yâkub Aleyhisselâmın Şekil Ve
    Şemaili:
    2

    İshak Aleyhisselâmın Yâkub
    Aleyhisselâma Tebşir Ve Tavsiyeleri:
    2

    Yâkub Aleyhisselamın Sey Ah
    Atları, Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri:
    3

    Tâbûtussekîne’nin Yâkub
    Aleyhisselama Teslim Edilişi:
    3

    Yâkub Aleyhisselâmın Yûsuf
    Aleyhisselâmdan Dolayı Üzüntülere Düşüşü:
    4

     

     

    Yâkub Aleyhisselâmın Soyu Ve İsimleri:     Başa Dön

     

    Yâkub b. İshak, b. İbrahim Aleyhisselâmlardır.[1]
    Yâkub Aleyhisselâmın Annesi: Refaka’dır. [2]

    Yâkub Aleyhisselâmın, kardeşi Ays ile ikiz olarak
    doğarken, elini, Aysın ökçe­sinden tutmuş olduğu halde, arkasından doğduğu
    için, Yâkub diye anıldığı[3]
    ve kardeşi Ays, tarafından öldürülmek korkusuyla, Dayısının yanına gitmek
    üzere, gündüzleri saklanıp geceleri yürüdüğü için de, kendisine İsrail adı
    verildiği riva­yet edilir. [4]

     

    Yâkub Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:     Başa Dön

     

    Yâkub Aleyhisselâm: kılsız vücutlu[5],
    zayıf yapılı, ağır başlı, vakarlı, uzun boy-lu[6],
    güzel yüzlü idi. Kardeşi Ays’dan daha güzel konuşurdu.[7]

     

    İshak Aleyhisselâmın Yâkub Aleyhisselâma Tebşir Ve
    Tavsiyeleri:
        Başa Dön

     

    İshak Aleyhisselâm; oğlu Yâkub Aleyhisselâma:

    “Allah, seni, Peygamber yapacak, oğullarının
    soyundan Peygamberler çıka­racak, sende hayır ve bereket vücuda
    getirecektir!” dedi. [8]

    Ken’anlılardan hiç bir kadınla evlenmemesini, Feddan’da
    oturan Dayısı Leban’ın yanına gitmesini[9],
    onun kızları ile evlenmesini emir ve tavsiye etmişti.[10]

    Zâten Annesi de, 
    dayısının yanına gitmesini tavsiye etmişti.[11]

    Bunun üzerine, Yâkub Aleyhisselâm, Feddan’a doğru
    yönelip gitti.

    Yolun bazı kesiminde, gece karanlığı çökünce, bir
    taşı, yastık yaparak yatıp geceledi.

    Uyurken rü’yâsında: başucunda, gök kapılarından bir
    kapıya doğru bir merdi­ven kurulduğunu, ve Meleklerin, ondan indiğini ve onun
    içinde göğe çıktığını gördü.

    Yüce Allah, ona:

    “Muhakkak, Allah, ben’im. Ben’den başka hiç bir
    ilâh yoktur.

    Ben, senin İlâh’ın’ım ve Atalarının da, İlâh’ıyım!

    Şüphesiz ki: seni ve senin zürriyetini ve senden
    sonrakileri bu Arz-ı mukad-des’e, vâris kıldım.

    Orayı, sana ve onlara mübarek kıldım.

    Kitabı, Hikmeti ve Peygamberliği de, sizlere nasib
    kıldım.

    Sonra, ben, senin yanındayım ve seni, o mekâna
    erişinceye kadar koruyacağım.

    Orada, içinde, senin ve zürriyetinin bana ibadet
    edeceğiniz bir Beyt de, yap ki, o, Beytülmakdis’dir.” diye Vahy etti.[12]

    Yâkub Aleyhisselâm; önce, Dayısı Leban’ın büyük kızı
    Leyya ile, sonradan da, küçük kızı Râhil ile evlendi. Leyya’dan:

    1)  Rubil,

    2) Yehuza,

    3) Şem’un,

    4)  Lavi adlarındaki oğulları doğdu.

    Râhil’den de:

    1) Yûsuf,

    2) Bünyamin
    adındaki oğlu doğdu. [13]

    Leyya ile Râhil; Yâkub Aleyhisselâmla evlenirlerken,
    babaları Leban, onlara, çehiz olarak, birer Câriye (kadın köle) hediye etmişti.

    Onlar da, bunları, Yâkub Aleyhisselâma, oğlan
    doğursunlar diye, hediye et­mişlerdi.

    Bunların her birinden de, Yâkub Aleyhisselâmın üçer
    oğlu daha doğmuştu. [14]

    Yâkub Aleyhisselâmın on ikiyi bulan oğulları[15],
    İsrail oğulları, Esbat diye anılırlar. [16]

     

    Yâkub Aleyhisselamın Sey Ah Atları, Peygamber Oluşu
    Ve Bazı Faziletleri:
        Başa Dön

     

    Yâkub Aleyhisselâm; Harran’da yirmi yıl oturduktan
    sonra, Ken’an iline gitmesi, kendisine emrolununca, oradan ayrılıp Oraşalıma
    (Beytülmakdis’e) geldi.

    Orada, bir tarla satın alıp çadırını kurdu.

    Sahra mevkiinde yüksek ve sağlamca bir Beyt (Mâbed)
    yaptırıp ona İl adını verdi.

    Sonra, Babası İshak Aleyhisselâmın Kenan ilindeki
    Habrun kariyesine gidip orada oturdu.

    İshak Aleyhisselâm vefat edince, onu, Babası İbrahim
    Aleyhisselâmın Mağa­radaki kabrinin yanına gömdü.

    Yâkub Aleyhisselâm, babasının vefatından sonra, onun
    yerine geçti. [17]

    Yâkub Aleyhisselâmın Peygamberliği ve Faziletleri
    hakkında Kur’ân-ı kerimde şöyle buyrulur:

    “Ona (İbrahim’e), İshak’ı, üstelik bir de,
    Yâkub’u ihsan ettik, ve her birini, Salih (Zat)ler yaptık.

    Onları, Emrimiz (Vahyimiz)le doğru yolu gösterecek
    Rehberler kıldık.

    Hayırlı işler yapmayı, dosdoğru namaz kılmayı, zekât
    vermeyi kendilerine Vahy ettik.

    Onlar, bize ibadet edicilerdi.” (Enbiyâ: 72-73)

    “Biz, ona, İshak ile Yâkub ‘u da, ihsan ettik.

    Peygamberliği ve Kitapları, onun zürriyetine tahsis
    ettik.

    Dünyada ona, mükâfatını verdik.

    Gerçekten, o, Âhirette de, her halde, Salih insanlardandır. [18]

    “Çünkü, onlar (İbrahim, İshak ve Yâkub), bizim
    katımızda, gerçekten, hayırlı (Zatlardandı.”[19]

     

    Tâbûtussekîne’nin Yâkub Aleyhisselama Teslim
    Edilişi:
        Başa Dön

     

    Rivayete göre: Tâbut: tarak yapılan Şimşad (Cimşir)
    ağacından yapılmış bir san­dık olup altundan levhalarla kaplanmıştı.

    Vefatına kadar Âdem Aleyhisselâmın yanında, ondan
    sonra da, vefatına kadar Şis Aleyhisselâmın yanında bulunmuştu.

    Tâbut’a, İbrahim Aleyhisseiâma kadar Âdem
    Aleyhisselâmın oğulları, zaman zaman vâris olagelmişler, İbrahim Aleyhisselâm
    vefat edince, Tâbut, İbrahim Aley­hisselâmın büyük oğlu İsmail Aleyhisselâmın
    yanında kalmış, o da, vefat ettiği zaman, oğlu Kaydar’ın yanında bulunmuştu.

    İshak Aleyhisselâmın oğulları, Kaydar’a:
    “Peygamberlik, sizden başka tarafa çevirildi. Sizin (Tâbut içindeki) bir
    tek Nûr’dan (Muhammed Aleyhisselâmın Nûr’-undan) başka nasibiniz yoktur.
    Tâbut’u, bize ver!” demişlerdi.

    Kaydar ise; Tâbutu, onlara vermeğe yanaşmamış ve:
    “O, bana, Babamın Va­siyetidir. Ben, onu, hiç kimseye vermem”
    demiştir.

    Kaydar, bir gün, Tâbut’u, açmağa gitmiş, Tâbut’un
    açılması, kendisine güçle-şince, semâdan, bir seslenicinin:

    “Ey Kaydar! Vaz geç! O Tâbut’u, açmağa, senin
    için yol yoktur! O, Peygambere vasiyet edilmiştir. Onu, Peygamberden başkası
    açamaz.

    Sen, onu, Amcanın oğlu, Allah’ın İsrail’i Yâkub’a
    ver!” diye seslenmesi üzeri­ne, Kaydar, Tâbut’u, omuzuna alarak, o zaman,
    Yâkub Aleyhisselâmın oturduğu Ken’an iline doğru yollanmış.

    Kaydar yaklaştığı zaman, Tâbut, seslenmeğe başlamış.
    Yâkub Aleyhisselâm, oğullarına:

    “Allâha yemin ederim ki: Kaydar, Tâbût’la size
    geliyor! Kalkınız, ona doğru va­rınız!” demiş.

    Yâkub Aleyhisselâmla oğulları, ayağa kalkarak onu
    karşılamışlar. Yâkub Aleyhisselâm, onu görünce, ağlayarak ona doğru koşmuş ve:

    “Ey Kaydar! Ben, ne diye senin yüzünün rengini
    solmuş, gücünü zayıflamış görüyorum?

    Sen, düşman zulmüne mi uğradın? Yoksa, Baban
    İsmail’den sonra, başına bir kötülük mü geldi?” diye sordu.

    Kaydar:

    Ben, ne düşman zulmüne uğradım, ne de benim başıma
    bir kötülük geldi.

    Fakat, sırtımda taşıdığım, Muhammed’in Nûr’u, bana
    çok ağır geldi.

    Bunun için benzim sarardı, bacaklarım,
    zayıfladı!” demiş.

    Yâkub Aleyhisselâm:

    “İshak’ın kızlarından nikâhın altında bulunan
    var mı?” diye sormuş.

    Kaydar:

    “Yoktur. Fakat, Cürhümî Araplarından Âminlerden
    bir kadınla evliyim.” diye cevap vermiş.

    Yâkub Aleyhisselâm:

    “Ne güzel! Ne güzel! Muhammed Aleyhisselâmın
    şerefi için, Allah, Onu, iffetli Arap kadınlarından başkasından
    çıkarmayacaktır.

    Ey Kaydar! Ben, seni, bir müjde ile
    müjdeleyeceğim!” demiş.

    Kaydar:

    “Nedir o müjde?” diye sormuş.

    Yâkub Aleyhisselâm:

    “Bil ki: Âminlerden olan zevcen, dün gece bir
    oğlan doğurdu!” demiş.

    Kaydar:

    “Ey Amcamın oğlu! Sen, Şam toprağındasın, o
    ise, Harem toprağındadır. Sa­na, bunu, ne bildirdi?” demiş.

    Yâkub Aleyhisselâm:

    “Ben, gök kapılarının açıldığını gördüm!

    Gökle yer arasında Ay gibi yuvarlak bir Nûr gördüm!

    Meleklerin, semâdan, bereketle ve rahmetle
    indiklerini gördüm!

    Anladım ki: bu, Muhammed Aleyhisselâm içindir!”
    demiş.

    Kaydar, Tâbut’u, Amcasının oğlu Yâkub Aleyhisselâma
    teslim edip ailesinin yanına dönünce, onu, bir oğlan çocuğu doğurmuş bularak
    ona, Hamel ismini ver­miştir.[20]

    Yâkub Aleyhisselâmın, elli yıl, halkı, Yüce Allah’a
    itaat ve ibadete davetle meş­gul Olduğu[21]
    ve kendisinin, Sâm b.Nuh Aleyhisselâmdan sonra, Mescid-i Aksâ’nın yenileyicileri
    arasında bulunduğu da, bil­dirilir. [22]

     

    Yâkub Aleyhisselâmın Yûsuf Aleyhisselâmdan Dolayı
    Üzüntülere Düşüşü:
        Başa Dön

     

    Yâkub Aleyhisselâm: zayıflamış[23],
    yaşlanmıştı.

    Kaşları[24],
    gözlerinin[25]
    yanak­larının yumrusu[26]
    üzerine düşer, onları, bezle kaldırırdı.[27]

    Bir gün, ona bir komşusu:

    “Ey Yâkub! Sende gördüğüm şu başına gelen hal
    nedir?”[28]

    (İhtiyar olmadan)
    ihtiyarladın! Tükendin, gittin![29]

    Sen (bu gidişle) Babanın[30],
    kardeşinin[31]
    eriştiği yaşa bile erişemeyeceksin!” dedi.

    Yâkub Aleyhisselâm:

    “Zamanın uzunluğu ve üzüntülerin çokluğu!”
    dedi.[32]

    Yüce Allah:

    “Ey Yâkub![33]Sen,
    Beni, yaratığıma şikâyet mi ediyorsun?!” diye Vahy edince, Yâkub
    Aleyhisselâm:

    “Yâ Rab! Ben, bir hatâ işledim! Onu, bana,
    bağışla!” dedi.

    Yüce Allah:

    “Bağışladım!” buyurdu.

    Bundan sonra Yâkub Aleyhisselâm, derdini soranlara:

    “Ben, taşan kederimi ve üzüntümü, yalnız Allâha
    şikâyet ve arz ederim!” der­di.[34]

    Yâkub Aleyhisselâmın Bütün Ev Halkıyla Birlikte
    Mısır’a Gidişi Yâkub Aleyhisselâmın Suçlu Oğulları İçin Allah’a Yalvarışı

    Yâkub Aleyhisselâmın Oğullarına Vasiyette Bulunuşu
    ve Vefatı bahisleri (Yû­suf Aleyhisselâma aid bölümdedir.)[35]

     

     



    [1] İbn.Sa’d-Tabakat c.1,s.54,
    İbn.Kuteybe-Maarif s. 18, Taberi-Tarih c.1,s.162-163, Hâkim-Müstedrek
    c.2,s.569.

    [2] İbn.Kuteybe-Maarif s.17,
    Taberî-Tarih c.1 ,s.162, Mes’udî-Murucuzzeheb c.1 ,s.46, Salebî-Arais s.101,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s. 126.

    [3] İbn.Kuteybe-Maarif s.17,
    Taberi-Tarih c.1,s.164, Salebi-Arais s.101, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.126.

    [4] Taberi-Tarih c.1,s.165,
    İbn.Esir-Kâmil C.1.S.127.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye
    Diyanet Vakfı Yayınları: 1/263.

    [5] İbn.Kuteybe-Maarif s.18,
    Taberi-Tarih c.1,s.164, Salebi-Arais s.101, İbn.Esir-Kamil c.1,s. 126.

    [6] İbn.Kuteybe-Maarif s.18.

    [7] Hâkim-Müstedrek c.2,s.557.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye
    Diyanet Vakfı Yayınları: 1/263.

    [8] Yâkubi-Tarih C.1.S.29.

    [9] İbn.Kuteybe-Maarif s.19,
    Yakubi-Tarih c.1,s.29.

    [10] İbn.Kuteybe-Maarif s. 18.

    [11] Taberî-Tarih c.1,s.164-165,
    İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.39.

    [12] ibn.Kuteybe-Maarif s.18.

    [13] ibn.Kuteybe-Maarif s.19,
    Yâkubî-Tarih c.1,s.3O, Taberi-Tarih c.1,s.163, Salebi-Arais s.102,
    İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.39.

    [14] İbn.Kuteybe-Maarif s.19,
    Taberi-Tarih c.1,s.163, Salebi-Arais s. 102.

    [15] Yakubi-Tarih c.1,s.31,
    Taberi-Tarih c.1,s.163, Mes’udi-Murucuzzeheb c.1,s.47, Salebi-Arais s.102,
    Ebülferec İbn.Cevzi-Tabsıra c.1,s.178, İbn.Esir-Kâmil c.1,s.126,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.197.

    [16] Yakubi-Tarih c.1,s.31,
    Mes’udi-Murucuzzeheb c.1,s.47, Hâkim-Müstedrek c.2,s.57O, Salebi-Arais s.102,
    Ebül­ferec İbn.Cevzi-Tabsıra c.1,s.178.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye
    Diyanet Vakfı Yayınları: 1/263-264.

    [17] İbn.Haldun-Tarih
    c.2,ks.1,s.4O.

    [18] Ankebut: 27.

    [19] Sâd: 47.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye
    Diyanet Vakfı Yayınları: 1/265.

    [20] Şâlebî-Arais s.266-267.

    [21] Mîr Hâvend-Ravzatussafa
    Tercemesi s.225.

    [22] ibn.Hacer-Fethulbâri
    c.6,s.291.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye
    Diyanet Vakfı Yayınları: 1/265-267.

    [23] Sâiebî-Araiss.130.

    [24] Taberî-Tefsir c.i3,s.46,
    Sâiebî-Arais s.135.

    [25] Sâiebî-Arais s.135.

    [26] Taberî-Tefsir d3, s.46.

    [27] Taberî-Tefsir c.13,s.46,
    Sâiebî-Arais s.135.

    [28] TaberîTefsir c.i3,s.46.

    [29] Taberî-Tefsir c.i3,s.46,
    Sâiebî-Arais s.135, Zemahşerî Keşşaf c.2,s.34O.

    [30] Taberî-Tefsir c. 13, s.46.

    [31] Sâiebî s.135.

    [32] Taberî-Tefsir c.i3,s.46,
    Sâiebî-Arais s.135.

    [33] Taberî-Tefsirc.i3,s.46.

    [34] Taberî-Tefsir c.13,s.46,
    Sâlebî-Arais s.135.

    [35] M. Asım Köksal, Peygamberler
    Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/267-268.

  • LUT ALEYHİSSELÂM

    LUT ALEYHİSSELÂM

     

    L. 2

     

    Lût Aleyhisselâmın Soyu: 2

    Lût Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili: 2

    Lût Aleyhisselâmın İbrahim
    Aleyhisselâma İlk İman Ve Onunla Birlikte Hicret Edişi Ve Bazı Faziletleri:
    2

    Lût Aleyhisselâmın Sedum Ve
    Amure’ye Yerleşmesi:
    2

    Sedum Ve Diğer Şehirler
    Halkının İğrenç Ahlaksızlıkları:
    3

    Lût Aleyhisselâmın
    Peygamberliği Ve Bazı Faziletleri:
    3

    Kur’ân-I Kerimin Lût Kavmi
    Hakkındaki Açıklaması:
    4

    Lût Kavmini Helak Etmeğe Giden
    Elçi Meleklerin İbrahim Aleyhisselâma Uğramaları:
    4

    İbrahim Aleyhisselâmın Elçi
    Meleklerle Tartışması:
    5

    Elçi Meleklerin Lût
    Aleyhisselâmın Yurduna Gelişi Ve Ona Konuk Oluşu:
    6

    Lût Aleyhisselâmın Başı
    Dertte:
    7

    Lût Kavminin Helak Edilişi: 8

    Lût Aleyhisselâmın Karısının
    Helaki:
    9

    Lût Aleyhisselâmla Ev Halkının
    Şam Taraflarına Gidişi:
    9

    Lût Aleyhisselâmın Filistinde
    Oturuşu Ve Vefatı :
    9

     

     

    Lût Aleyhisselâmın Soyu:   
    Başa Dön

     

    Lût
    b.Hâran, b.Târah[1],
    b.Nahor, b.Saruğ’dur. [2]

    Lût
    Aleyhisselâm; İbrahim Aleyhisselâmın Yeğeni, yani kardeşi Haran’ın oğlu idi. [3]

     

    Lût Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:   
    Başa Dön

     

    Lût
    Aleyhisselâm; uzuna çalar orta boylu[4],
    beyaz tenli, güzel yüzlü, ince bu­runlu, küçük kulaklı, uzun parmaklı, güzel
    gülüştü idi. [5]

     

    Lût Aleyhisselâmın İbrahim Aleyhisselâma İlk İman Ve Onunla Birlikte
    Hicret Edişi Ve Bazı Faziletleri:
       
    Başa Dön

     

    Lût
    Aleyhisselâm; İbrahim Aleyhisselâma ilk iman eden (Ankebût: 26) ve Allah yo­lunda,
    Onunla birlikte hicret etmek şerefine eren[6],
    İbrahim Aleyhisselâmın yo­lunda ve Şeriatında, ibâdet ehli, cömerd, sabırlı,
    müttakî, konuksever, çiftçilik eder, eker biçer, elinin emeğiyle geçinir
    mübarek bir zattı. [7]

    İbrahim
    Aleyhisselâmla yanındaki Muhacirler, Babil’den ayrılınca, Harran’a’[8] varıp
    orada, bir müddet oturdular. [9]

    Oradan,
    Ürdün’e[10],
    Ürdün’den de, Mısır’a gittiler. [11]

    Şam’a
    dönmek üzere[12],
    Mısır’dan ayrıldılar. [13]

    İbrahim
    Aleyhisselâmla yanındakiler, Filistin toprağında, Filistin ile Kudüs ara­sında,
    Şam çölündeki Seb’ diye anılan yere varıp indiler. [14]

    İbrahim
    Aleyhisselâm, Seb’ halkının, uygunsuz tutum ve davranışları yüzün­den, Seb’den
    ayrılarak Filistin toprağında Remle ile İlya (Kudüs) arasında bir ye­re gelip
    yerleşti, [15]
    ki, orası, Katt veya Kıtt diye anılan yer idi.
    [16]

     

    Lût Aleyhisselâmın Sedum Ve Amure’ye Yerleşmesi:   
    Başa Dön

     

    Yüce
    Allah, İbrahim Aleyhisselâma, rızık ve geçim bolluğu, servet ve hizmet­çiler
    ihsan etti. [17]

    İbrahim
    Aleyhisselâmın kardeşi Haran’ın oğlu Lût Aleyhisselâmın da orada malı çoğaldı.

    İbrahim
    Aleyhisselâm, ona:

    “Yüce
    Allah, bizim mallarımızı, küçük büyük baş hayvanlarımızı çoğalttı.

    Sen,
    yanımızdan ayrılıp Sedum ve Amure şehirlerine[18]
    yerleş!” dedi.

    Bu
    şehirler, İbrahim Aleyhisselâmın oturduğu yerin yakınında idi,

    Lût
    Aleyhisselâm, oraya gidip yerleşti.”[19]

    O
    taraflara gelen bir kral, Lût Aleyhisselâmla çarpıştı. [20]
    Kendisini, esir, mal­larını iğtinam edip sürdürdü.

    İbrahim
    Aleyhisselâm, bunu, haber alır almaz, 318 kişilik maiyetiyle gidip çar­pışarak
    Lût Aleyhisselâmı kurtardı ve gasb edilen mallarını da, geri aldı.

    Allah
    ve Resulünün düşmanlarından bir çoklarını öldürdü. Bozguna uğratarak
    kaçırdıklarını da, Dımaşk’ın doğusuna varıncaya kadar takip etti, kovaladı. [21]

     

    Sedum Ve Diğer Şehirler Halkının İğrenç Ahlaksızlıkları:   
    Başa Dön

     

    Sedum
    ve diğer şehirler halkının, şehir dışında, yol üzerinde bostanları ve mey-va
    bahçeleri vardı.

    Yağmursuzluktan,
    kuraklık ve kıtlığa uğradıkları zaman, birbirlerine: “İçinde geçimliğiniz
    bulunan meyva bahçelerinizi, dışarıdan gelecek yolcular­dan koruyunuz!”
    dediler.

    “Nasıl
    koruyalım?” dediler.

    Birbirlerinin
    yanına gelip gittiler.

    “Yurdlarınızın
    içinde bulunduğunuz ve tanımadığınız yabancıların elbisesini, soyunuz, çekip
    ırzına geçiniz!

    Siz,
    böyle yapmayı, âdet edindiğiniz zaman, insanlar, şehirlerinize ayak basa­mazlar!”
    dediler ve dediklerini de, yapmağa başladılar.
    [22]

    Artık,
    yolları, kesiyorlar, yurtlarından geçen erkek yolculara sataşıyorlar, on­larla,
    alay ediyorlar, yakaladıklarının ırzına geçiyorlardı!

    Kendi
    toplantı yerlerinde.birbirleriyle osuruşmaktan,hattâ yollarda, açıktan açığa
    birbirlerinin ırzına geçmekten utanmıyorlardı![23]

    Onlardan
    biri, bir kimsenin zorla ırzına geçer, onu, döver, sonra da:

    “Sana
    yaptığım bu işe karşılık, ücretimi, ver!” der, Hâkimleri de, fail lehine
    hüküm verirdir. [24]

    Lût
    kavmi, bu hayasızlıklara, hayvanlar gibi ve belki hayvanları da, geride bı­rakacak
    derecede devam ediyorlardı. [25]

    Peygamberimiz
    Muhammed Aleyhisselâm, insanlardan, bu iğrenç işi işleyen­leri şöyle lanetler:

    “Lût
    kavminin annelini işleyen kimseye, Allah, lanet etsin! Lût kavminin amelini
    işleyen kimseye, Allah, lanet etsin! Lût kavminin amelini işleyen kimseye,
    Allah, lanet etsin! [26]

    “Lût
    kavminin amelini işleyen kimse, mel’undur! [27]

     Lût kavminin amelini işleyen kimse,
    mel’undur!”‘[28]

    “Ümmetimden,
    Lût kavminin amelini işleyerek ölen kimseyi, Allah, onların yanına nakl ve
    onlarla birlikte haşr eder!” [29]

    “Kimi,
    Lût kavminin amelini işler halde bulursanız’[30]‘, o
    fiili işleyeni de, kendisiyle

    o
    fiil işleneni de, öldürünüz!” [31]

    “Üsttekini
    de, alttakini de, Recmediniz! [32]

    “İkisini
    de, Recmediniz!”‘[33]

    Lût
    kavminin erkekleri, kadınlarla evlenmeyi de, bırakmışlardı.[34]

    Evlilerden,
    cinsî sapıklıklarını, karılarına da, uygulayanlar vardı.[35]

    Peygamberimiz
    Muhammed Aleyhisselâm, böyleleri hakkında da: “Karısının arkasından cinsî
    sapıklık yapan kimse, mel’undur!” buyurmuştur.[36]*

     

    Lût Aleyhisselâmın Peygamberliği Ve Bazı Faziletleri:   
    Başa Dön

     

    Lût
    Aleyhisselâm; Allah tarafından, kendilerine yüksek Meziyyetler[37],
    Hüküm ve İlim verilen Peygamberlerdendi. [38]

    Yüce
    Allah, onu, küfürleri ve ahlaksızlıkları dillere destan olan Sedum ve diğer
    dört şehir halkına[39]‘,
    Peygamber olarak gönderdi. [40]

    Lût
    Aleyhisselâm, onların içinde yirmi dokuz yıl kadar kaldı. [41]

    Onları,
    bir olan Allah’a ibâdete ve yapageldikleri haksızlık ve ahlaksızlıkları bı­rakmağa
    davet etmekten’[42],
    davetini, kabul ve tevbe etmedikleri takdirde aza­ba uğrayacaklarını haber
    vermekten geri durmadı.[43]

     

    Kur’ân-I Kerimin Lût Kavmi Hakkındaki Açıklaması:   
    Başa Dön

     

    Lût:

    “Şüphesiz
    ki, ben, size (gönderilmiş) emîn bir Peygamber’im!

    Artık,
    Allah’dan korkunuz ve bana itaat ediniz!

    Ben,
    buna karşılık, sizden hiç bir ücret istemiyorum.

    Benim
    mükâfatım, âlemlerin Rabb’ından başkasına âid değildir.

    Siz,
    Rabb’inizin, sizin için yarattığı zevcelerinizi bırakıp ta, insanların içinden
    er­keklere mi gidiyorsunuz?!

    Hayır!
    (siz, helaldan, harama) tecavüz eden bir kavimsiniz! [44] Siz,
    sizden önce, âlemlerden hiç birinin yapmadığı hayâsızlığı mı yapıyorsunuz?!
    Demek siz, kadınları bırakıp ta, şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz ha!? Meğer,
    siz, haddi aşan bir kavim işsiniz![45]

    “Siz,
    gerçekten, öyle hayasızlığı (meydana) getiriyorsunuz ki, sizden önce, âlem­lerden
    hiç biri, bunu, yapmamıştır!

    Siz,
    mutlaka, erkeklere gidecek, yol kesecek, toplantı yerinde, meşru olmayanı,
    yapıp duracak mısınız?!” dedi.[46]

    Onlar:

    “Ey
    Lût! Sen (bu dâvadan) vaz geçmezsen, and olsun ki: mutlaka (memleketi­mizden
    kovulup) çıkarılanlardan olacaksın!” dediler.[47]

    (Lût)
    Onlara:

    “Siz,
    gözünüz göre göre, hâlâ, o kötülüğü, yapacak mısınız?!

    Gerçekten,
    siz, kadınları bırakıp da, şehvetle mutlaka, erkekJere yanaşacak mısınız?!

    Hayır!
    Siz, beyinsizlikte devam edegelen bir kavmsiniz!” dedi.[48]

    (Buna
    karşı) kavminin cevabı:

    “Lût
    Hanedanını, memleketinizden çıkarınız!

    Çünkü,
    onlar, temizliğe zorlar insanlardır! “[49]

    “…..Eğer,
    sen, doğru söyleyenlerden isen, Allanın (bizi tehdid ettiğin) azabını

    getir
    bize!” demelerinden başka (bir şey) olmadı.[50]

    De
    ki:

    “Yâ
    Rab! O fesadcılar güruhuna karşı, bana yardım et![51]

     

    Lût Kavmini Helak Etmeğe Giden Elçi Meleklerin İbrahim Aleyhisselâma
    Uğramaları:
        Başa
    Dön

     

    Sedum’un
    azgın halkı, Lût Aleyhisselâmı, yalanladılar. Kibir ve gururlarını, artırdıkça,
    artırdılar.[52]

    Yüce
    Allah, Lût Aleyhisselâmın duasını kabul edip[53]
    Resulüne yardım ve se-dum halkını helak etmeyi, irâde buyurduğu zaman[54], Cebrail
    Aleyhisselâmı, iki Melekle[55]‘ ki,
    Mîkâil ve İsrafil Aleyhiselâmlarla birlikte gönderdi.

    Bu
    Melekler, genç ve güzel birer erkek suretinde yürüyerek gidip İbrahim
    Aley-hisselâma konuk oldular.[56]

    Onlar;
    hem İbrahim Aleyhisselâma, İshak isminde bir oğlu doğacağını müjde­leyecekler,
    hem de, Lût kavmini helak edeceklerini haber vereceklerdi.[57]

    Yüce
    Allah, bunu, Kur’ân-ı keriminde şöyle açıklar:

    “And
    olsun ki: Elçilerimiz (Melekler), İbrahim’e müjde ile gelip Selâm! dediler.

    O
    da: Selâm! dedi ve hiç eğlenmeden, bir buzağı (kebabını) getirdi.

    (İbrahim,
    konukların) buna, ellerinin uzanmadığını görünce, onlarfın durumundan,
    hoşlanmadı. Onlardan, kalbine bir nevi’ korku gizledi.

    Onlar:

    Korkma!
    Çünki, biz, Lût kavmine gönderildik!” dediler.[58]

    (İbrahim):

    “Ey
    gönderilen (Elçi)ler! Sizin işiniz (vazifeniz) nedir?” diye sordu.

    (Elçiler):

    “Gerçekten,
    biz, günahkâr güruhuna gönderildik![59]

    “Biz,
    bu memleketin ahalisini helak edeceğiz!

    Çünkü,
    onun ahalisi, zâlim oldular!” dediler.[60]

    Vaktâ
    ki, İbrahimden o korku gitti. Kendisine, bir de, müjde geldi.

    (Şimdi,
    o) Lût kavmi hakkında (adetâ) bizim (Elçilerimiz)le mücâdele ediyor (Lûtla ona
    iman edenlerin de, azaba uğrayacaklarını sanarak korkuyor, onlara acıyor)du.

    Çünkü,
    İbrahim, gerçekten, yumuşak huylu, yufka yürekli, kendisini, tamamıyla Allâha
    vermiş bir kişi idi[61]

     

    İbrahim Aleyhisselâmın Elçi Meleklerle Tartışması:   
    Başa Dön

     

    Elçi
    Melekler:

    “Biz,
    şu kariyenin halkını, helak edeceğiz!

    Çünki,
    oranın halkı, zâlim oldular!” dedikleri zaman, İbrahim Aleyhisselâm;
    onlara:

    “Siz,
    bir kariyeyi, içinde, dört yüz Mü’min bulunduğu halde, helak eder misi­niz?”
    diye sordu.

    Elçi
    Melekler: “Hayır!” dediler. İbrahim Aleyhisselâm:

    “Siz,
    bir kariyeyi, içinde, üç yüz Mü’min bulunduğu halde, helak eder misi­niz?”
    diye sordu.

    Elçi
    Melekler: “Hayır!” dediler. İbrahim Aleyhisselâm:

    “Siz,
    bir kariyeyi, içinde, iki yüz Mü’min bulunduğu halde, helak eder misiniz?”
    diye sordu.

    Elçi
    Melekler: “Hayır!” dediler. İbrahim Aleyhisselâm:

    “Siz,
    bir kariyeyi, içinde, yüz Mü’min bulunduğu halde, helak eder misiniz?”
    diye sordu.

    Elçi
    Melekler: “Hayır!” dediler.[62]
    İbrahim Aleyhisselâm:

    “Siz,
    bir kariyeyi, içinde, elli Müslüman bulunsa, ne dersiniz?’[63]
    Oradakileri, helak eder misiniz?” diye sordu.

    Elçi
    Melekler:

    “Hayır!”[64] O
    kariye halkının içinde, Müslümanlardan, elli kişi bulunsa, onla­ra, azab
    etmeyiz!” dediler.[65]

    İbrahim
    Aleyhisselâm:

    “Siz,
    bir kariyeyi,[66]
    içinde, kırk Mü’min bulunduğu halde, helak eder misi­niz?” diye sordu.

    Elçi
    Melekler:

    “Hayır!”
    dediler.[67]

    İbrahim
    Aleyhisselâm:

    “Siz,
    bir kariyeyi, içinde, otuz Müslüman bulunursa, ne dersiniz?” diye sordu.

    Elçi
    Melekler:

    “Bir
    kariye halkının içinde, otuz Müslüman bulunursa, azab etmeyiz!” dediler.[68]

    İbrahim
    Aleyhisselâm:

    “Siz,
    bir kariyeyi, içinde, on dört Mü’min bulunduğu halde, helak eder misi­niz?”
    diye sordu.

    Elçi
    Melekler:

    “Hayır!”
    dediler.[69]

    İbrahim
    Aleyhisselâm:

    “Siz,
    bir kariyeyi, içinde, on Müslüman bulunursa, ne dersiniz?” diye sordu.

    Elçi
    Melekler:

    “Müslüman
    on kişi bulunursa da, azab etmeyiz!” dediler.

    Bunun
    üzerne, İbrahim Aleyhisselâm:

    “İçinde,
    on Müslüman bulunmayan ve hayr olmayan bir kavim yoktur!” dedi.[70]

    “Elçiler,
    ona:

    “Ey
    İbrahim! Ondan (bu mücâdeleden) vaz geç!

    Çünkü,
    gerçek, şudur:

    Rabb’inin
    emri gelmiştir.

    Onlara,
    muhakkak, red olunmayacak bir azab çatıcıdır!” dediler.[71]

    (İbrahim):

    “Onların
    içinde Lût ta, var!” dedi.

    Elçi
    Melekler:

    “Biz,
    orada, kimin bulunduğunu, çok iyi bileniz!

    Onu
    da, Ehlini de, muhakkak, kurtaracağız,

    Yalnız,
    geride (azapda) kalacaklardan olan karısı müstesna!” dediler.[72]

     

    Elçi Meleklerin Lût Aleyhisselâmın Yurduna Gelişi Ve Ona Konuk Oluşu:   
    Başa Dön

     

    Yüce
    Allah; Lût kavmini helak etmek üzere gönderdiği Meleklere:

    “Lût,
    onlar aleyhinde dört defa şehâdette bulunursa, onları, helak etmenize izin
    verdim![73]

    Lût,
    onlar aleyhinde dört[74]
    kerre şehâdette bulunmadıkça, onları, helak etme­yiniz!” buyurmuştu.[75]

    Elçi
    Melekler; İbrahim Aleyhisselâmın yanından ayrılarak Lût Aleyhisselâmın
    kariyesine doğru gittiler. Gündüzün ortasında oraya vardılar.

    Sedum
    ırmağına ulaştıkları zaman, Lût Aleyhisselâmın, Ev halkı için, su dol­duran
    kızı ile karşılaştılar: Ona:

    “Ey
    genç kız! Konuk olunacak yer var mı?” diye sordular. Genç kız:

    “Evet!
    Konuklanacağınız, şurasıdır.

    Fakat,
    ben, gidip yanınıza gelinceye kadar, içeri girmeyiniz!” dedi. Gidip
    Babasına:

    “Babacığım!
    Şehrin kapısı önündeki yiğitler, Senin yanına gelmek istiyorlar. Ben, onların
    yüzlerinden daha güzel yüzlüsünü görmüş değilim. Sakın, Senin kavmin, onları,
    yakalayıp kendilerine bir rezillik yapmasınlar!” dedi. Lût kavmi, erkek
    konuk kabul etmekten, Lût Aleyhisselâmı, men etmişler, ona: “Sen,
    aramızdan çekil! Erkekleri, biz konuklayacağız!” demişlerdi.[76]

    Lût
    Aleyhisselâm; genç konukları, içeriye gizlice almış, onlardan, hiç kimsenin
    haberi olmamıştı.

    Fakat,
    Lût Aleyhisselâmın karısı, gidip bunu, kavmine haber verdi ve:

    “Lût’un
    evinde, öyle genç erkekler var ki, ben, şimdiye kadar, ne onlar gibisi­ni, ne
    de, onların yüzlerindeki güzelliğin bir benzerini[77] ve
    kendilerinden yayı­lan güzel kokudan daha güzelini’[78]
    görmüş değilim!” dedi.

    Elçi
    Melekler, Lût Aleyhisselâma:

    “Biz,
    bu gece, sana, konuk olmak istiyoruz![79]

    Biz,
    bu gece, sana, konuk’uz!” dediler.[80]

    Lût
    (Aleyhisselâm):

    “Her
    halde, siz, yabancı, tanınmamış bir cemâatsiniz?” dedi.[81]

    “…..O,
    bunlar yüzünden, kaygıya düştü. Bunlar yüzünden, göksü daraldı ve (ken­di
    kendine): bu, çetin bir gündür! dedi.’[82]

    Lût
    Aleyhisselâm, onlara:

    “Siz,
    bu kariye halkının, ne yaptığını, biliyor musunuz?[83]

    Siz,
    onların işini, işittiniz mi?” dedi.

    Elçi
    Melekler:

    “Ne
    imiş onların işi?[84] Ne
    yapıyormuş onlar?” diye sordular.[85]

    Lût
    Aleyhisselâm:

    “İnsanlar
    içinde, onlardan daha kötü bir kimse yoktur![86]

    Ben,
    yer yüzünde, kötü iş işlenen yer olarak onların kariyesinden daha kötüsü
    bulunmadığına şehâdet ederim![87]

    Vallahi,
    ben, yer yüzünde, onlardan daha habîs insanlar bulunabileceğini bil­miyorum!”
    dedi ve bu sözünü, dör[88] kere
    tekrarladı ve kavmi aleyhinde şeha-dette bulunmuş oldu.

    Melekler,
    Lût Aleyhisselâmla birlikte eve girdiler.[89]

     

    Lût Aleyhisselâmın Başı Dertte:   
    Başa Dön

     

    “Şehir
    halkı, sevine sevine geldi.[90] Lût
    Aleyhiselâmın evini, her taraftan kuşattılar.[91] Lût
    Aleyhisselâm, kapıyı kapadı.

    Elçi
    Meleklerle kendisi, içeride bulunuyor, kapının arkasından, onlarla münâ­kaşa
    ediyor, tartışıyor, içeriye girmemeleri için, onlara and veriyor[92],
    yalva-rıyordu.[93]

    Sedumlular
    ise, eve inmeğe, girmeğe çalışıyorlardı.[94]

    Lût
    Aleyhisselâm:

    “Ey
    kavmim!”[95]

    “Gerçekten,
    bunlar, benim konuklarımdır.[96]

    “Beni,
    konuklarımın yanında rüsvay etmeyiniz! [97]

    “Allah’dan
    korkunuz! Beni, tasalandırmayınız! [98]

    “Eğer
    (dediğinizi) yapıcılar iseniz… [99]

    “…..işte,
    kızlarım! Sizin için, onlar, daha temizdir. (Onlarla, evleniniz.)

    Allâh’dan
    korkunuz! Beni, konuklarımın içinde, küçük düşürmeyiniz!

    Sizin
    içinizde, aklı erer, doğru yolu gösterir bir adam da, yok mudur?!” dedi.[100]

    Onlar:

    “Biz,
    seni, il’e âleme (bizim bu gibi işlerimize) karışmaktan, men etmedik

    mi?” [101]

    And
    olsun ki: -senin de, bildiğin üzere- bizim, senin kızlarınla hiç bir hakk (ve
    ilgi)ımız yoktur.

    Sen,
    bizim ne istediğimizi, elbette, bilirsin!” dediler. (Lût):

    “Ya
    size (yetecek) bir gücüm olsaydı, ya da, sarp bir kaleye sığınabilsey-

    dirn[102]‘”

    “Ben,
    sizin, bu yaptığınıza, elbette buğz edenlerdenim!

    Ey
    Rabb’im! Beni ve Ehlimi, onların yapageldikleri (bu kötülüğün azâbın)dan kur­tar!”
    dedi. [103]

    Elçi
    Melekler, Lût Aleyhisselâmın sıkıntıya ve zahmete uğradığını görünce,

    ona[104]

    “Ey
    Lût! Emîn ol ki: biz, Rabb’inin Elçileriyiz!

    Onlar,
    sana, kat’iyyen dokunamazlar!

    Sen,
    hemen, gecenin bir kısmında ailenle yürü! (yola çık!)

    İçinizden,
    hiç biri geri kalmasın!

    Yalnız,
    karın müstesnadır!

    Çünkü,
    onlara isabet edecek (azab), hiç şüphesiz, ona da, çarpacaktır!

    O
    halde, gecenin bir kısmında aileni, yürüt.

    Sen
    de, arkalarından git!

    Sizden,
    hiç kimse ardına dönüp bakmasın!

    Emrolunacağınız
    yere geçip gidiniz[105]

    Onlara,
    va’d olunan (helak) vakti, sabah vaktidir.

    Sabah
    vakti de, yakın değil midir?” [106]

    Kapıyı,
    aç! Sen, bizi, onlarla başbaşa bırak!” dediler. [107]

    Lût
    Aleyhisselâm, kapıyı, açınca[108], Sedumlu
    azgınlar, içeri daldılar. Elçi Me­leklerin yanına girdiler. [109]

    Elçi
    Meleklere, kötülük yapmağa kalkıştılar. [110]

    Cebrail
    Aleyhisselâm, Sedumlu azgınları, cezalandırmak için, Rabbinden, izin istedi.

    İzin
    verilince, Cebrail Aleyhisselâm, kanadını, onların yüzlerine çarpıp hepsi­nin
    gözlerini, silme kör etti!

    Onlar,
    hemen geri döndüler:

    “Ey
    Lût! Sen, bize Sihirbazlar getirdin! Bizi, senin gibi, sinirledin! [111]

    Hele,
    sabaha bir çıkalım! [112]

    Yine,
    döneriz!” [113]
    diyerek Lût Aleyhisselâmı, tehdid ediyorlar[114],
    aynı za­manda, birbirilerini çiğneyerek kör bir halde dışarı çıkmağa’[115],
    tutunmak için du­varları bulmağa çalışıyorlar[116],
    fakat ne gidecekleri yolu biliyorlar, ne de, ken­dilerine evleri
    gösteriliyordu! [117]

    “Kör
    olduk! Kör olduk!

    Yer
    yüzündeki halkın en Sihirbazları, Lût’un evindedir!” diye söyleni­yorlardı. [118]

     

    Lût Kavminin Helak Edilişi:   
    Başa Dön

     

    Lût
    kavminin kötü tutum ve davranışları ve helak edilişleri, Kurân-ı kerimde şöy­le
    açıklanır:

    “Ona
    (Lût’a) şu (kesin) emri Vahy ettik:

    Sabaha
    çıkarlarken, onların, arkası, muhakkak, kesilmiş olacaktır! [119]

    “Lût
    kavmi, (kendilerini azabla) korkutan (emir)leri, yalan saydılar. [120]

    “And
    olsun ki: (Lût), onlara (kendilerini) azabla yakalayacağımızı da, haber
    vermişti.

    Fakat,
    onlar, bu korkutmaları, şüphe ile yalanladılar. [121]

    “Hayatına
    yemin ederim ki: onlar, sarhoşlukları (azgınlıkları) içinde, muhakkak, serseri
    bir halde idiler.[122]

    “And
    olsun ki: onlar, konuklarına (bile) kötülük yapmayı kast etmişlerdi.

    Biz
    de, gözlerini, silme kör ediverdik!

    İşte,
    azabımızı ve tehdidlerimizi (n akıbetini) tadınız!” (dedik) [123]

    “And
    olsun ki: onlara, bir sabah (yakalarını) asla bırakmayacak olan bir azab baskın
    yaptı.

    İşte,
    (dedik) tadınız benim azabımı ve tehdidlerimin akıbetini!” [124]

    “Onları,
    Işrak vaktine girdikleri sırada, o (korkunç) sayha (çığlık), birden yakala-yıverdi!

    Hemen
    (şehirlerinin) üstünü, altına getirdik!

    Tepelerine
    de, balçıktan pişirilmiş bir taş (yağmuru) yağdırdık! “[125]

    Vaktâ
    ki, azab emrimiz geldi. (O memleketin) üstünü, altına getirdik! Tepelerine de,
    balçıktan pişirilmiş, istiflenmiş taşlar yağdırdık ki, onlar, Rabb’inin katında
    hep damgalanmış/ardı. Onlar, zâlimlerden uzak değildir.” [126]

    “Onların
    üzerine, bir (azab) yağmuru yağdırdık.

    İşte,
    bak! Günahkârların sonu, nice olmuştur! [127]

    “Allah,
    küfredenlere Nuh’un karısı ile Lût’un karısını misal olarak gösterdi:

    Onlar,
    kullarımızdan iki iyi kulun (nikâhı) altında idiler.

    Böyle
    iken, hainlik ettiler de (o iki zevç) onları, Allah’ın azabından hiç bir şeyle
    kurtaramadılar. Onlara (o iki kadına): “Ateşe girenlerle birlikte siz de,
    giriniz!” denildi. [128]

    “O
    (şehrin harabeleri[129]
    gerçekten, (herkesin görebileceği işlek) bir yol üstün­de (hâlâ)
    durucudur!”

    “Bunda,
    iman edenler için, muhakkak, bir ibret vardır. “[130]

    “And
    olsun ki: aklını, kullanacak bir kavim için, biz, oradan, apaçık bir nişâne(‘
    bırakmışız. [131]

     

    Lût Aleyhisselâmın Karısının
    Helaki:
        Başa Dön

     

    Lût
    Aleyhisselâmın karısı, duyduğu korkunç bir gürültü üzerine arkasına dönüp:
    “Vaah kavimci-ğim!” diyerek açındığı sırada, Yüce Allah, gönderdiği
    şeyle[132],
    taşla[133]
    onu da, helak edip[134]
    özlediği kavmine kavuşturdu. [135]

    Lût
    Aleyhisselâmın imansız karısının adı, Vâhile idi. [136]

     

    Lût Aleyhisselâmla Ev Halkının Şam Taraflarına Gidişi:   
    Başa Dön

     

    Seher
    vakti olunca, Yüce Allah, Lût Aleyhisselâm ile Ev halkını, Şam’a doğru
    yollandırdı.[137]

     

    Lût Aleyhisselâmın Filistinde Oturuşu Ve Vefatı :   
    Başa Dön

     

    Lût
    Aleyhisselâm; vefat edinceye kadar, Şam-Filistin toprağında, Amcası İbra­him
    Aleyhisselâmla birlikte oturdu.

    İbrahim
    Aleyhisselâm; Lût Aleyhisselâmın kızı ile, Medyen b.İbrahim’i evlendirdi.

    Yüce
    Allah, onun neslini de, bereketlendirdi; Medyen halkı, onlardan hâsıl oldu. [138]

    Lût
    Aleyhisselâmın, kavminin helakinden yedi yıl sonra vefat ettiği de söylenir.

    Lût
    Aleyhisselâmın, Hz.Şâre ile İbrahim Aleyhisselâm ve oğullarının gömüldük­leri
    kabirlerinin civarında, İbrahim Aleyhisselâma aid Yakîn diye anılan Mescid’e bir
    fersah kadar uzaklıkta bulunan köydeki kabrine gömüldü. [139]*

    Ona
    ve gönderilen bütün Peygamberlere Selâm olsun![140]

     



    [1] İbn.Sa’d-Tabakat c.1,s.54, Taberî-Tarih c.1,s.125,
    Sâlebi-Arais s.102, Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.13O, İbn.Esîr-Kâmil
    c.1,s.100.

    [2] İbn.Sa’d-Tabakat c.1,s.54.

    [3] İbn.Sa’d-Tabakat c.1,s.54, İbn.Kuteybe-Uyûnül’ahbar
    c.1,s.314, Yâkubî-Tarih c.1,s.24, Taberî-Tarih c.1,s.125,

    Hâkim-Müstedrek c.2,s.561, Sâlebî-Arais s.102, Ebülferec
    ibn.Cevzî-Tabsıra c.1 ,s.15O, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s. 100.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/245.

    [4] Beyhakî-Delâilünnübüvve c. 1 ,s.29O,
    Zehebî-Tarihulislam-Sîretünnebî s.531, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar
    c.1,s. 103, Hâkimden naklen Ebülfida-Tefsir c.2,s.252, Süyûti-Hasâisülkübrâc.2,s.129,
    Diyar.8ekri-Hamîsc.1,s.22.

    [5] Hâkim-Müstedrek c.2,s.561-562.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/245.

    [6] Mîr Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.174.

    [7] Taberî-Tarih c.1,s.125, Sâlebî-Arais s.78-79,
    Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.150, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.118.

    [8] Harran’a, Lut Aleyhisselâmın babası Haran’dan dolayı
    Harran ismi verilmiştir. (İbn.Kuteybe-Uyûnül’ahbar

    c.1,s.314).

    [9] ibn.Sa’d-Tabakat c.1,s.46, Taberî-Tarih c.1,s.159-160.

    [10] İbn.Sa’d-Tabakat c.1,s.46, İbn.Kuteybe-Maarif s.15,
    Taberî-Tarih c.1,s.16O.

    [11] İbn.Sa’d-Tabakat c.1,s.46, Taberî-Tarih c.1,s.125.

    [12] İbn.Sa’d-Tabakat c.1,s.46, Taberî-Tarih c.1,s.125,
    Sâlebî-Arâis s.80, İbn.Esîr-Kâmil c.1, s.102.

    [13] Mes’ûdî-Ahbaruzzaman s.201-202.

    [14] İbn.Sa’d-Tabakat c.1,s.46-47, Taberî-Tarih c.1,s.127.

    [15] İbn.Sa’d-Tabakat c.1,s.47, Taberî-Tarih c.1,s.127,
    Sâlebî-Arais s.80, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.102.

    [16] Taberî-Tarih c.1,s.127, Sâlebî-Arais s.80,
    Yâkut-Mûcemülbüldan c.4,s.373, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O2.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/245-246.

    [17] İbn.Sa’d-Tabakat c.1,s.47, Taberî-Tarih c.1,s. 127,
    Sâlebî-Arais s.80-81.

    [18] (*) Lut Aleyhisselâmın Yerleştiği Sedum
    (Yâkut-Mucemülbüldan c.3,s.20O) Şam ile Medine arasındadır. (Taberî-Tarih c.1,s.
    157)

    Mü’tefike diye anılan
    beş şehirden mürekkep olup en büyüğü Sedumdu.

    Rivayete göre: dört şehirden her birinde yüzer bin nüfus vardı
    (Taberî-Tarih c.1,s.156-158, Hâkim-Müstedrek c.2,s.562, Sâlebî-Arais s.106,
    Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.152, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.122).

    [19] Yâkubî-Tarih c.1,s.24-25, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.1,s.152, İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.36. 

    [20] Yâkubî-Tarih c.1,s.25.

    [21] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.152-153,
    İbn.Haldun-Ta.c.2,ks.1,s.36.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/246.

    [22] Hâkim-Müstedrek c.2,s.562

    [23] Taberî-Tarih c.1,s.151-152, Sâlebî-Arais s.101,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.118, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.178.

    [24] Yâkubî-Tarihc.1,s.25

    [25] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.178

    [26] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,s.317, Münzirî-Ettirgib
    vetterhib c.3,s.287

    [27] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,s.317, Tirmizî-Sünen
    c.4,s.58, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.153, Münzirî-

    Ettergîb vetterhîb c.3,s.286

    [28] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,s.317, Münzirî-Ettergıb
    vetterhib c.3,s.286

    [29] Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.153,
    Süyûtî-Câmiüssagir c.2,s.181

    [30] Ebû Davud-Sünen c.4,s.158, Tirmizî-Sünen c.4,s.57,
    ibn.Mace-Sünen C.2.S.856

    [31] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,s.300, Ebu Davud-Sünen
    c.4,s.158, Tirmizi-Sünen c.4,s.57, İbn.Mace-Sünen

    c.2,s.856 Hâkim-Müstedrek c.4,s.355

    [32] Ebu Davud-Sünen c.4,s.158, ibn.Mace-Sünen c.2,s.856

    [33] Ebu Davud-Sünen c.4,s.158, İbn.Mace-Sünen c.2,s.856,
    Hâkim-Müstedrek c.4,s.355.

    [34] Yâkubî-Tarih c.1,s.25.

    [35] Âiî-Künhüi’ahbar C.2.S.169.

    [36] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.444, Ebu Davud-Sünen
    c.4,s.249, Begavi-Mesabihussünne c.2,s.23

    * Meallerini sunduğumuz Hadis-i şerifler; son
    zamanlarda, bazı İslam düşmanlarınca, eş cinselliğin, Islamiyette kabul gördüğü
    hakkında yapılan iddia ve iftiranın, ne kadar yersiz ve tutarsız olduğunu
    göstermeğe yeterdir.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/246-248.

    [37] En’am: 86

    [38] Enbiyâ: 74.

    [39] Taberî-Tarih c.1 ,s.151, Mes’ûdi-Murucuzzeheb c.1
    ,s.45, Hâkim-Müstedrek c.2,s.562, Sâlebî-Arais s.103, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.118.

    [40] Sâffât: 133, Taberî-Tarih c.1,s.1S1, Hâkim-Müstedrek
    c.2,s.562, Sâlebî-Arais s.103, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.118.

    [41] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.46, Hâkim-Müstedrek
    c.2,s.562.

    [42] Hâkim-Müstedrek c.2,s.562, Ebülferec Ibn.Cevzî-Tabsıra
    c.1,s.15O, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.118, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s. 178.

    [43] Taberî-Tarih c.1,s.152, Sâlebî-Arais s.103,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.118.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/248.

    [44] Şuarâ: 162.

    [45] Araf: 80-81.

    [46] Ankebût: 28.

    [47] Şuarâ: 163-167.

    [48] Nemi: 54-55.

    [49] Nemi: 56.

    [50] Ankebût: 29.

    [51] Ankebût: 30.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/248-249.

    [52] İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.36

    [53] Şâlebî-Arais s.103, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.178.

    [54] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.118.

    [55] Taberî-Tarih c.1,s.153, İbn.Esir-Kâmil c.1,s.118.

    [56] Taberî-Tarih c.1,s.153, Salebî-Arais c.103,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.118.

    [57] Taberî-Tarih c.1,s.153, Sâlebî-Arais s.103,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.119, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.178.

    [58] Hûd: 69-70.

    [59] Hıcr: 58.

    [60] Ankebût: 31.

    [61] Hûd: 74-75.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/249-250.

    [62] Taberî-Tarih c.1,s.153, Sâlebi-Arais s.103, Ebülferec
    ibn.Ceyzî-Tabsıra c.1,s.151.

    [63] İbn.Ebî Şeybe-Musannef C.11.S.524, Taberî-Tarih
    C.1.S.153, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.119.

    [64] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.524.

    [65] Taberî-Tarih c.1,s.153, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.119

    [66] Taberî-Tarih c. 1 ,s.153, Sâlebi-Arais s. 103,
    Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c. 1 ,s. 151, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.1,s.179.

    [67] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.524, Taberî-Tarih
    c.1,s.153, Ebülferec İbn.Cevzi-Tabsıra c-1.s151, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.1,s.179.

    [68] Taberî-Tarih c.1,s.153, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.119

    [69] Taberî-Tarihc.1,s.153, Sâlebî-Araiss.103, Ebülferec
    İbn.Cevzî-Tabsırac.1,s.151, Ebülfida-Elbidaye vennihaye C.1.S.179.

    [70] Taberî-Tarih c.1,s.153, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.119.

    [71] Hûd: 76.

    [72] Ankebût: 32.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/250-252.

    [73] Taberî-Tarih c.1.s. 154.

    [74] Veya üç kere (İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.523).

    [75] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.523, Taberî-Tarih
    c.1,s.154, Sâlebî-Arais s.104, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.120.

    [76] Taberi-Tarih c.1 ,s.154, Hâkim-Müstedrek c.2,s.563,
    Sâlebî-Arais s.104, ibn.Esîr-Kâmil c.1 ,s.12O, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.1,s. 179-180.

    [77] Taberî-Tarih c.1 ,s.154, Hâkim-Müstedrek c.2,s.563,
    Sâlebî-Arais s.104 İbn.Esîr-Kâmil c.1 ,s.12O, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.1,s. 179-180.

    [78] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.524.

    [79] Taberî-Tarih c.1,s. 154.

    [80] Taberî-Tarih c.1,s.154, Sâlebî-Arais s.104,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.12O.

    [81] Hıcr: 62.

    [82] Hûd: 77.

    [83] ibn.EEbî Şeybe-Musannef c.11,s.524, Taberî-Tarih
    c.1,s,154, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.12O.

    [84] Taberî-Tarih c.1,s.154, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.12O.

    [85] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.11.S.524.

    [86] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.524.

    [87] Taberî-Tarih c.1,s.154, Sâlebî-Arais s.104.

    [88] Veya üç kere (İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11,s.524)

    [89] Taberî-Tarih c.1,s.154, Sâlebî-Arais s.104,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.12O

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/252-254.

    [90] Hıcr: 67

    [91] Taberî-Tarih c.1,s.156

    [92] Sâlebî-Arais s.105.

    [93] Taberî-tarih c.1,s.157.

    [94] Sâlebî-Arais s.105, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
    c.1,s.152.

    [95] Taberî-Tarih c.1,s.157 .

    [96] Hıcr: 68.

    [97] Hıcr: 68, Taberî-Tarih c.1,s.157.

    [98] Hıcr: 69.

    [99] Hıcr: 71.

    [100] Hûd: 78.

    [101] Hıcr: 70.

    [102] Hûd: 79-80.

    [103] Şuarâ: 168-169.

    [104] Sâlebî-Arais s. 105, Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra
    c.1,s.152.

    [105] Hıcr: 65.

    [106] Hûd: 81.

    [107] Sâlebî-Arais s. 105, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
    c.1,s.152.

    [108] Sâlebî-Arais s.105, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra
    c.1,s.152, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.121

    [109] Taberî-Tarih c.1,8.156, Salebî-Arais s.105, Ebülferec
    İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.152, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.121

    [110] Kamer: 37

    [111] Taberî-Tarih c.1,s.156, Sâlebî-Arais s.105

    [112] Taberî-Tarih c.1,s.156, Sâlebî-Arais s.105, Ebülferec
    İbn.Cevzî-Tabsıra c.1s.152.

    [113] Taberî-Tarih c.1,s.157.

    [114] Sâlebî-Arais s.105, Ebülferec-Tabsıra c.1,s.152.

    [115] Taberî-Tarih c.1,s. 156, Hâkim-Müstedrek c.2,s.563,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.121.

    [116] Taberî-Tarih c.1,s.155.

    [117] Sâlebî-Arais s.105.

    [118] Taberî-Tarih c.1,s. 156, Hâkim-Müstedrek c.2,s.563,
    Sâlebî-Arais s.105, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.153, İbn.Esîr-Kâmil
    c.1,s.121.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/254-256.

    [119] Hıcr: 66.

    [120] Kamer: 33.

    [121] Kamer: 36.

    [122] Hıcr: 72.

    [123] Kamer: 37.

    [124] Kamer: 39.

    [125] Hıcr: 73-74.

    [126] Hûd: 82-83.

    [127] Ârâf: 84.

    [128] Tahrim: 10.

    [129] Mes’ûdîye göre: Hicretin 332. yılında Lut kavminin
    yurdu, harap bir halde mevcud olup oralarda hiç bir kimse bulunmamakta,
    yerlerde de, damgalanmış, siyah, parlak taşlar görülmekte idi.
    (Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.46).

    [130] Hıcr: 76-77.

    [131] Ankebût: 35.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/256-257.

    [132] Taberî-Tarih c.1,s.155, Sâlebî-Arais s.106,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.121, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.182,
    Diyar.Bekri-Hamis c.1,s.87

    [133] Diyar.Bekrî-Hamîs c.1,s.87

    [134] Taberi-Tarih c.1,s.155, Sâlebî-Arais s.106,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.121- Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.182,
    Diyar.Bekrî-Hamis c.1,s.87

    [135] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.182

    [136] İbn.Habib-Kitabülmuhabber s.383.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/258.

    [137] Taberi-Tarih c.1,s.156, Hâkim-Müstedrek c.2,s.563,
    ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.121

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/258.

    [138] İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.37,38,44

    [139] Mir Havend-Ravzatussafa Terceme s.174,
    Âlî-Künhül’ahbar c.2,s.173

    * Bir
    Fersah: üç Mil’dir.

    Bir Mil: dört bin
    Zira’dır.

    Bir Zira’: yirmi dört
    Parmak’tır.

    Bir Parmak: birinin karnı,
    diğerinin arkasına gelmek üzre altı tane Arpa enidir.

    Bir Arpa eni: katır
    kuyruğunun, yanyana dizilen altı teli kadardır.

    (Mir Havend-Ravzatussafa Terceme s.65)

    [140] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 1/258.

  • İSHAK ALEYHİSSELÂM

    İSHAK ALEYHİSSELÂM

     

    . 2

    İshak Aleyhisselâmın Soyu Ve
    Doğuşu:
    2

    İshak Aleyhisselâmın Doğmasına
    Halkın Şaşması:
    2

    İshak Aleyhisselâmın Şekil Ve
    Şemaili:
    2

    İshak Aleyhisselâmın
    Peygamberliği Ve Bazı Faziletleri:
    2

    İshak Aleyhisselâm İle Hz.
    Sâre’nin Mekke’ye Gelip Hacc Edişi:
    3

    İshak Aleyhisselâmın Oğulları: 3

    İshak Aleyhisselâmın Vefatı: 3

     

     

    İshak Aleyhisselâmın Soyu Ve Doğuşu:   
    Başa Dön

     

    İshak
    Aleyhisselâm; İbrahim Aleyhisselâmın ikinci oğlu olup Hz.Sâre’den doğ­muştur.[1]

    O
    zaman, İbrahim Aleyhisselâm, yüz yirmi yaşında bulunuyordu. [2]

    Ahd-i
    Atîk’da ise, İsmail Aleyhisselâmın, Babası seksen altı yaşında bulundu­ğu
    sırada, İshak Aleyhisselâmın da, Babası, yüz yaşında olduğu sırada doğduğu

    bildirilir.
    [3]

    İshak
    Aleyhisselâmın doğuşu, Kur’ân-ı kerimde şöyle açıklanır: “And olsun ki:
    Elçilerimiz!’[4],
    İbrahime müjde ile gelip (Selâm!) dediler. O da: (Selâm I) dedi ve eğleşmeden
    gidip (onlara) kızartılmış bir buzağı getirdi.

    (İbrahim),
    onların, ellerinin, buna uzanmadığını görünce, hoşlanmadı. Onlardan, kalbine
    bir nevi’ korku geldi.

    Onlar:
    korkma! Biz, Lut kavmine gönderildik! dediler.

    (İbrahim)in
    zevcesi (hizmet için, ayakta idi) güldü.

    Biz
    de, ona, İshak’ı, İshak’m ardından da, (Torunu) Yâkubu müjdeledik.

    (Kadın):
    vay, kendim, koca bir karı, şu zevcim de, bir ihtiyar iken, ben mi
    doğu-ruacakmışım?!

    Bu,
    doğrusu, pek şaşılacak bir şey! dedi.

    (Elçi
    Melekler): Allanın emrine mi şaşıyorsun?!

    Ey
    Ehl-i Beyt! Allanın Rahmeti, Bereketleri üzerinizdedir.

    Şüphe
    yok ki, O, asıl hamde lâyık, hayır ve ihsanı çok olandır! dediler. [5]

     

    İshak Aleyhisselâmın Doğmasına Halkın Şaşması:   
    Başa Dön

     

    İshak
    Aleyhisselâm doğunca, halk, buna şaşıp kaldılar:

    “Yüz
    yaşlarında bir ihtiyar kocanın, doksan yaşlarında bir koca karının çocu­ğu oldu
    hâi?” dediler. [6]

     

    İshak Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:   
    Başa Dön

     

    İshak
    Aleyhisselâm: uzun boylu, kara gözlü, buğday benizli idi[7].
    Kendisinin yüzü ve konuşması güzel, saçı, sakalı bembeyazdı. Sîret ve suretçe,
    Babası İbrahim Aieyhisselâma benzerdi. [8]
    Yaşlanınca, gözleri, görmez olmuştu. [9]

     

    İshak Aleyhisselâmın Peygamberliği Ve Bazı Faziletleri:   
    Başa Dön

     

    İshak
    Aleyhisselâm; Babası İbrahim Aleyhisselâmın vefatından sonra, Şam’­da Peygamberlikle
    vazefelendirilmiş[10],
    Yüce Allah, onu, seçkinlerden ve hayırlı insanlardan eylemiştir.

    Kur’ân-ı
    kerimde şöyle buyrulur:

    “Biz,
    ona (İbrahim’e) İshak ile (Torun’u) Yâkubu ihsan ettik ve her birini, hidaye­te
    (Peygamberliğe) erdirdik.[11]

    “Ona
    (İbrahim’e), SâliMerden bir Peygamber olmak üzere de, İshak’ı müjdeledik. Hem
    ona (İbrahim’e), hem de İshak’a (feyz ve) bereketler verdik.

    Her
    ikisinin neslinden iyi hareket edeni de, vardır, nefsine, apaçık zulmedeni de,
    vardır[12]

    “Kuvvet
    ve basiret sâhibleri olan kullarımız İbrahim’i, Ishakı ve Yâkubu da, an!’[13]

    “Çünkü,
    onlar, bizim katımızda gerçekten seçkinlerden, hayırlı (Zatlar­dandı. [14]

    “Onları,
    emrimizle doğru yolu gösterecek Rehberler kıldık.

    Hayırlı
    işler yapmayı, dosdoğru namaz kılmayı, zekât vermeyi, kendilerine vahy ettik.

    Onlar,
    bize ibadet edicilerdi. ‘[15]

     

    İshak Aleyhisselâm İle Hz. Sâre’nin Mekke’ye Gelip Hacc Edişi:   
    Başa Dön

     

    Ezrakî’nin,
    İbn. İshak’dan rivayetine göre: İshak Aleyhisselâm ile Annesi Hz.Sâ-re de,
    Şam’dan Mekke’ye gelip Hacc etmişlerdir.[16]

     

    İshak Aleyhisselâmın Oğulları:   
    Başa Dön

     

    İshak
    Aleyhisselâm; Babası İbrahim Aleyhisselâmın vasiyeti üzerine Ken’ânî-lerin
    kızları ile evlenmeyip[17] Refaka
    bint-i Betvil ile evlenmiş, ondan, Ays ve Yâ-kub isimlerinde ikiz iki oğlu
    doğmuş[18],
    Ays’ı, Ağabeyi İsmail Aleyhisselâmın ve­fatı sırasındaki vasiyetine uyarak[19]
    Besime[20]
    binti İsmail Aleyhisselâm ile evlen-dirmiştir. [21]

     

    İshak Aleyhisselâmın Vefatı:   
    Başa Dön

     

    İshak
    Aleyhisselâm; Ken’an ilinde [22], yüz
    seksen beş[23]
    veya yüz seksen[24]
    veya yüz yetmiş[25]‘,
    ya da, yüz altmış[26]
    yaşında vefat etti.

    Ona
    ve gönderilen bütün Peygamberlere selâm olsun!

    İshak
    Aleyhisselâm, Babası İbrahim Aleyhisselâmın Mezreadaki kabrinin ya­nına gömüldü. [27]

    Kabirleri,
    Beytülmakdise on sekiz mil uzaklıkta, Mescid-i İbrahim diye anılan Mescidin
    yanında bulunmaktadır.’[28]

     

     

     



    [1] ibn.Sa’d-Tabakat c.1,s.47, Taberî-Tarih c.1,s.16O.

    [2] İbn.Sa’d-Tabakat c.1,s.48, Mes’ûdî-Murucuzzeheb
    c.1,s.46.

    [3] Tekvin Bab: 16, Fıkra: 15, 16, Bab: 21, fkr.5.

    [4] Büyük Meleklerden Cebrail, Mikâil ve İsrafil
    Aleyhisselâmlar (Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.161).

    [5] Hûd: 69-73.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/239.

    [6] Yâkubî-Tarih c.1,s.26.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/240.

    [7] Mîr Hâvend-Ravzatussafa Terceme s. 192.

    [8] Hâkim-Müstedrek c.2,s.557.

    [9] İbn.Sa’d-Tabakat c.1,s.47, İbn.Habib-Kitabulmuhabber
    s.296, Taberî-Tarih c.1,s.164, Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.47, ibn.Haldun-Tarih
    c.2,ks.1,s.39.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/240.

    [10] Yâkubî-Tarih c.1,s.28.

    [11] En’am: 84.

    [12] Sâffât: 112-113.

    [13] Sâd: 45.

    [14] Sâd: 47.

    [15] Enbiya: 73.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/240.

    [16] Ezrakî-Ahbam Mekke c.ı,s.68.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/241.

    [17] ibn.Kuteybe-Maarif s.18, Yâkubî-Tarih c.1,s.29,
    Taberî-Tarih c.1,s.163, Sâlebî-Arais s.101, İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.39.

    [18] ibn.Kuteybe-Maarif s.17, Yâkubî-Tarih c.1,s.26,
    Taberî-Tarih c.1,s.162, 164, Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.46, Sâlebî-Arais s.101,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.126.

    [19] Taberî-Tarih c.1,s.162, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.125,
    Diyar.Bekrî-Hamîs c.1,s.145.

    [20] Besime (Taberî-Tarih c.1,s.162).

    [21] Sâlebî-Arais s.102, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.125,
    Diyar.Bekrî-Hamis c.1,s.145.

    M. Asım Köksal,
    Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/241.

    [22] İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.47.

    [23] İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.4O.

    [24] İbn.Kuteybe-Maarif s.17, İbn.Haldun-Tarih
    c.2,ks.1,s.4O.

    [25] Sâlebî-Arais s.102.

    [26] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s,127.

    [27] İbn.Kuteybe-Maarif s.17, Mes’ûdî-Murucuzzeheb
    c.1,s.47, Salebî-Arais s.102, Ibn.Esîr-Kamıl c.1,s.127.

    [28] Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.47.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/241.

  • İSMAİL ALEYHİSSELÂM

    İSMAİL ALEYHİSSELÂM

     

    . 2

    İsmail Aleyhisselâmın Soyu: 2

    İsmail Aleyhisselâmın Doğuşu, 2

    İsmail Aleyhisselâmın Şekil Ve
    Şemaili:
    2

    İsmail Aleyhisselâmın
    Peygamberliği Ve Bazı Faziletleri:
    2

    İsmail Aleyhisselâmın Bir
    Vasiyeti Ve Vefatı:
    3

    Hatim Kazılırken İsmail
    Aleyhisselâmın Tabutuna Rastlanışı:
    3

    İsmail Aleyhisselâmın
    Oğulları:
    3

    İsmail Aleyhisselâmdan Sonra
    Kabe Hizmetlerinin Kimler Tarafından İdare Edildiği?
    . 3

    Kaydar’ın Bazı Özellikleri: 4

    İsmail Oğullarının Mekke’den
    Dağılışı Ve Yönetimin Cürhümîlere Geçişi:
    4

     

     

    İsmail Aleyhisselâmın Soyu:   
    Başa Dön

     

    İsmail
    Aleyhisselâm; İbrahim Aleyhisselâmın, Hz.Hâcer’den doğan ilk ve bü­yük oğludur.[1]

     

    İsmail Aleyhisselâmın Doğuşu,

     

    İsmail
    Aleyhisselâmın Annesiyle Birlikte Mekke’ye Götürülüşü, İsmail Aleyhisselâmın
    Kurban Edilmek İstenilişi, İsmail Aleyhisselâmın Sünnet Oluşu, İsmail
    Aleyhisselâmın Arapça Öğrenişi, İsmail Aleyhisselâmın Ok Atıcılığı, İsmail
    Aleyhisselâmın Ata Biniciliği, İsmail Aleyhisselâmın Davarcılığı, İsmail
    Aleyhisselâmın Evlenişi;

    İsmail
    Aleyhisselâmın Kabe’yi Babası ile birlikte yapışı… bahisleri için, İbra­him
    Aleyhisselâma âid bölüme bakınız![2]

     

    İsmail Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:

     

    İsmail
    Aleyhisselâm: boylu, boslu, ak saçlı, güzel ve nurlu yüzlü, kırmızımsı ten-li[3],
    küçük başlı, büyük gözlü, uzun burunlu, kalın boyunlu, geniş omuzlu, uzun elli
    ve uzun ayaklı, çok güçlü ve kuvvetli idi.[4]

     

    İsmail Aleyhisselâmın Peygamberliği Ve Bazı Faziletleri:   
    Başa Dön

     

    İsmail
    Aleyhisselâm; Babası İbrahim Aleyhisselâmın vefatından sonra da, ge­rek Kabe ve
    gerek Hacc amellerine âid hizmetleri yürütmek ve yönetmekte de­vam etti.[5]

    İlk
    olarak Kabe’ye örtü örttü.[6]

    Yüce
    Allah, İsmail Aleyhisselâma Peygamberlik verdi.[7]

    Onu;
    Mekke’de ve Mekke çevresinde oturan Cürhüm ve Amalika halkı ile Ye­men
    kabilelerine[8],
    Me’rib ve Haciramevt taraflarına[9]
    Peygamber olarak gönderdi. [10]

    Elli
    yıl, onları, İslâmiyete davet etti. [11]

    Davet
    ettiği kimselerden bazısı iman, bazı inkâr etti. [12]

    İman
    edenler, pek az idi. [13]

    İsmail
    Aleyhisselâm, vazifesinde sabr ve sebat edenlerdendi. [14]

    Sözünde,
    sâdıktı. [15]

    Günahkârları,
    Mekke Hareminden, ilk sürüp çıkarandı. [16]

    Kendilerine
    üstün meziyetler verilenlerden[17], en
    hayırlı olanlardandı., [18]

    Namazlarını,
    kılmalarını, zekâtlarını vermelerini Ev halkına ve kavmine emrederdi.

    Kendisi,
    Allah katında Rızâ’ya ermişti., [19]

    İsmail
    Aleyhisselâm; Mekke’nin sıcaklığından şikâyetlenince, Yüce Allah:

    “Ben,
    sana, Cennet’ten bir kapı (pencere), açacağım!

    Kıyamet
    gününe kadar, oradan, sana serin serin yel esecektir!” buyurdu.

    Pencere
    açılacağı bildirilen yer, kendisinin, vefat ettiği zaman, gömüldüğü Hicr

    İdi.[20]

     

    İsmail Aleyhisselâmın Bir Vasiyeti Ve Vefatı:   
    Başa Dön

     

    İsmail
    Aleyhisselâm, ölüm döşeğine düşünce, kızı Nesîme’yi, Ays’a nikahla­masını,
    kardeşi İshak Aleyhisselâma vasiyet etti. [21]

    İshak
    Aleyhisselâm da, Ağabeyinin bu vasiyetini, yerine getirdi. [22]

    Babası
    İbrahim Aleyhisselâmın vefatından sonra, İsmail Aleyhisselâm da, ve-fat etti. [23]

    Hicr’de
    gömülü bulunan annesi Hz.Hâcer’in yanına gömüldü. [24]
    İsmail Aleyhisselâm vefat ettiği zaman, yüz otuz yedi yaşında idi. [25] Ona
    ve Âline ve gönderilen bütün Peygamberlere selâm olsun![26]

     

    Hatim Kazılırken İsmail Aleyhisselâmın Tabutuna Rastlanışı:   
    Başa Dön

     

    Abdullah
    b. Zübeyr; Haccac’ın, Mancınıkla attırdığı taşlarla yıkılan Kabe’yi, ye­niden
    yaptırırken (Hicrî: 64), Hatîm’i kazdırdığı sırada, orada, yeşil taştan bir Tâ­but
    buldu.

    Bunun
    hakkında Kureyşîlerden bilgi istedi. İstediği bilgiyi, hiç birinde bulama­yınca,
    Abdullah b. Safvan’a adam gönderip ondan sordurdu.

    Abdullah
    b.Safvan:

    “Bu,
    İsmail Aleyhisselâmın kabridir. Onu, yerinden kımıldatma!” dedi.

    Abdullah
    b.Zübeyr de, Tâbut’u, olduğu gibi bıraktı. [27]

     

    İsmail Aleyhisselâmın Oğulları:   
    Başa Dön

     

    İsmail
    Aleyhisselâm, ilk zevcesini boşadıktan sonra[28],
    Cürhümîlerden Mudad b.Amr’ül Cürhümî’nin kızı ile evlenmiş, kendisinin, ondan
    on iki oğlu doğmuştu. [29]

    Mudad’ın
    kızının ismi Ra’le idi. [30]

    İsmail
    Aleyhisselâmın, Ra’leden doğan oğullarının isimleri şöyle idi:

    1) Nâbit,

    2) Kaydar,

    3) Ezbel veya Ezbil

    4) Mebşa veya Menşâ,

    5) Mişma’ veya Meşmae,

    6) Maşı,

    7) Duma,

    8) Ezer veya Ezür,

    9) Tayma,

    10) Yatur,

    11) Nebiş veya Neyiş,

    12) Kayzuma[31]

     

    İsmail Aleyhisselâmdan Sonra Kabe Hizmetlerinin Kimler Tarafından İdare
    Edildiği?
        Başa Dön

     

    İsmail
    Aleyhisselâmın vefatından sonra, Kabe hizmetini, oğlu Nabit, üzerine alıp
    yönetti. [32]

    Bu
    hizmetin, önce Kaydar, ondan sonra Nabit tarafından yönetildiği rivayet olun­duğu
    gibi|[33];

    İsmail
    Aleyhisselâmın vefatından sonra Kabe hizmetiyle, önce, Kaydar’ın, sonra, Teymen
    b. Nabt’ın, ondan sonra, Nabit b. Hemeysa’, b. Teymen, b. Nabt’ın meş­gul
    olduğu ve Nabit’in vefatı üzerine de, bu hizmetin, Cürhümîler tarafından gö­rüldüğü
    rivayet ve Nabit’in şeceresi de, Nabit b. Hemeysa’, b. Teymen, b. Nabt, b.
    Kaydar, b. İsmail Aleyhisselâm olarak kaydedilir. [34]

     

    Kaydar’ın Bazı Özellikleri:   
    Başa Dön

     

    1) İsmail Aleyhisselâmın oğullarından
    Kaydar’ın yüzünde Muhammed Aleyhis­selâmın Nûr’u parıldardı.

    2) Savaşçılık,

    3) Güreşçilik,

    4) Ok atıcılık,

    5) Avcılık,

    6) Ata binicilik… gibi bir takım
    özellikleri de, vardı.

    Her
    gün, av silahının yanına vardığı zaman, silahından, ya dişi bir geyiğin, ya da,
    bir kuşun:

    “Allah’ın
    ismini anmadıkça, beni, kesme! Besmele çekmedikçe de, yeme!” diye
    seslendiğini işitirdi. [35]

     

    İsmail Oğullarının Mekke’den Dağılışı Ve Yönetimin Cürhümîlere Geçişi:   
    Başa Dön

     

    Nâbıt
    vefat ettiği zaman, İsmail Aleyhisselâmın oğulları, geçim bolluğu olan yer­lere
    dağıldılar.

    İçlerinden
    bazısı ise;

    “Biz,
    Allanın Hareminden ayrılmayız!” diyerek Mekke’de kaldılar.

    Mekke’de
    kalanlar arasında, İsmail Aleyhisselâmın küçük yaştaki çocukları da,
    bulunuyordu. [36]

    Bunun
    için, Kabe hizmetini, İsmail Aleyhisselâmın oğullarının ana tarafından babaları
    olan Mudad b. Amr’elcühenî, üzerine aldı. [37]

     



    [1] ibn.Sa’d-Tabakat c.1,s.48,49.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/233.

    [2] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 1/233.

    [3] Ebû Nuaym-Delâilünnûbüvve c.1,s.23, Beyhakî-Delailünnübüvve
    c.1,s.29, Süyûtî-Hasâisülkübrâ c.2,s.129, Di­yar. Bekrî-Hamîs c.1,s.22.

    [4] Hâkim-Müstedrek C.2.S.553-554.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/233.

    [5] Yâkubî-Tarih c.1,s.221.

    [6] ibn.Hacer-Fethulbâri c.3,s.366.

    [7] En’am: 86, 89, Taberî-Tarih c.1,s.161.

    [8] Taberî-Tarih c.1,s.161, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.1,s.192-193.

    [9] Diyar. Bekrî-Hamîs c.1,s.145 .

    [10] Taberî-tarih c.1,s.161, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
    c.1,s.192-193, İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.39.

    [11] Diyar. Bekrî-Hamîs c.1,s.145.

    [12] İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.39.

    [13] Diyar.Bekrî-Hamîs c.1,s.145.

    [14] Enbiyâ: 85.

    [15] Meryem: 54.

    [16] Yâkubî-Tarihc.1,s.221.

    [17] En’am: 86.

    [18] Sâd: 48.

    [19] Meryem: 55.

    [20] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.312, Taberî-Tarih c.1,s.162,
    Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.193.

    M. Asım Köksal,
    Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/233-234.

    [21] Taberî-Tarih c.1,s.162, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.125,
    Diyar.Bekrî-Hamîs C.1.S.145.

    [22] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.125, Diyar.Bekrî-Hamîs c.1,S.145.

    [23] İbn.Sa’d-Tabakat c.1,s.52.

    [24] İbn.İshak, İbn.Hişam-Sîre c.1,s.6, İbn.Sa’d-Tabakat
    c.1,s.52, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.86, İbn.Kuteybe-Maarif s.17, Taberî-Tarih
    c.1 ,s.162, İbn.Esîr-Kâmil c.1 ,s.125, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1 ,s.193,
    Ibn.Haldun-Tarıh c.2,ks.1,s.39.

    [25] İbn.Kuteybe-Maarif s.16-17, Taberî-Tarih c.1,s.162,
    Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.2,s.48, Ebülfida-Elbidaye ven­nihaye c.1,s.193.

    [26] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
    Vakfı Yayınları: 1/234-235.

    [27] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.312.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/235.

    [28] Buharî-Sahihc.4,s.115, Taberî-Tarih c.1,s.132,
    Sâlebî-Araiss.83, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.1O4, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.58.

    [29] İbn.İshak, İbn.Hişam-Sîre c.1,s.5, İbn.Sa’d-Tabakat
    c.1,8.51, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.81, İbn.Kuteybe-Maarif ş.16 Yâkubî-Tarih
    c.1,s.222, Taberî-Tarih c.1,8.161, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.125

    [30] İbn.Sa’d-Tabakat c.1,s.51, Ezrakî-Ahbaru Mekke
    c.1,s.86

    [31] İbn.İshak, İbn.Hişam-Sîre c.1 ,s.5, İbn.Sa’d-Tabakat
    c.1 ,s.51, ibn.Habîb-Muhabber s.386, Ezrakî-AhbaruMekke c.1,8.81, Yâkubî-Tarih
    C.1.S.222, Taberî-Tarih c.1,s.161, Mes’udî-Murucuzzeheb c.1,s.62,
    İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.125, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.193,
    ibn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.39.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/235.

    [32] ibn.Sa’d-Tabakat c.1,s.52, Ezrakî-Ahbaru Mekke
    c.1,s.81-82, Yâkubî-Tarih c.1,s.222, Dîneverî-El’ahbar s.9, ibn.Kuteybe-Maarif
    s.16, Taberî-Tarih c.2, s.198, Mes’ûdî-Nurûcuzzeheb c.2, s.49 ,
    İbn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.3.

    [33] Yâkubî-tarih C.1.S.222, İbn.Haldun-Tarih
    c.2,ks.1,s.331.

    [34] Belazürî-Ensabüleşraf c.1,s.8,12.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/236.

    [35] Diyar.BekrMHamîs c.1,s.146.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/236.

    [36] Yâkubî-Tarih C.1.S.222.

    [37] ibn.İshak,İbn.Hişam-Sîrec.1,s.12O, Ezrakî-Ahbaru Mekke
    c.1,s.81, Yâkubî-Tarih c.1,s.222, Taberî-Tarih c.2,s.198.

    M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
    1/236.