Yıl: 2013

  • İlletli Fiiller Lefif Fiil

     

    D) LEFÎF FİİL

    İki illetli harf aynı fiilin içinde bulunursa lefîf fiil adını alır. İki çeşittir:

    1. LEFÎF-İ MEFRÛK: İllet harflerinden biri kelimenin başında diğeri sonunda bulunursa lefîf-i mefrûk denir.

    وَقَى  يَقِي

    korudu

     

     

    وَفَى  يَفِي

    sözünü yerine getirdi

     

    وَلِىَ  يَلِي

    yaklaştı (takip etti, izledi)

             

    2. LEFÎF-İ MAKRÛN: İki illetli harf yanyana olarak kelimenin sonunda bulunursa lefîf-i makrûn denir.

    قَوِيَ

    kuvvetli oldu

    حَيِىَ

    yaşadı

    1. Lefîf-i Mefrûk’un Çekimi

    وَقَى يَقِي     korudu

    Malûm Fiili Muzâri Çekimi

    Malûm Fiili Mâzî Çekimi

    يَقيِ   يَقِيَانِ   يَقوُنَ

    وَقَى   وَقَيَا   وَقَوْا

    تَقىِ   تَقِيَانِ   يَقِيْنَ

    وَقَتْ  وَقَتَا   وَقَيْنَ

    تَقِى   تَقِيَانِ    تَقوُنَ

      وَقَيْتَ…                

    تَقِينَ   تَقيَانِ  تَقِيْنَ

     

    أَقِي    نَقِي     نَقِي

     

    Görüldüğü gibi Lefîf-i mefrûk’un mâzî ve muzâri çekimi (يَرْمِي رَمَى ) örneği nâkıs bir fiil gibidir. Ancak misâl özelliği de göz önünde tutularak muzârisinde fâel fiili düşürülür.

    Meçhûlleri      يُوقَى  (يَقِي)      korunuyor                 وُقِيَ (وَقَى)   korundu

             Meçhûl Fiili Muzâri Çekimi

            Meçhûl Fiil Mâzî Çekimi

    يُوقَى  يُوقَيَانِ   يُوقَوْنَ

    وُقِيَ    وُقِيَا   وُقُوا

    تُوقَى تُوقَيَانِ   يُوقَيْنَ

    وُقِيَتْ  وُقِيَتَا  وُقِيْنَ

    تُوقَى تُوقَيَانِ   تُوقَوْنَ

    وُقِيْتَ..                  

    توُقَيْنَ تُوقَيَانِ  تُوقَيْنَ

     

    اُوقَى  نُوقىَ   نُوقىَ

     

    Emr-i Hâzırı     قِ  =  (يَقِي)     koru

     

     

    Emr-i Hâzır Çekimi

    قِ      قِيَا    قُوا

    Muhâtab

    قِي      قِيَا    قُوا

    Muhâtaba

    (..وَقِنَا  عَذَابَ النَّارِ)    Ateşin azabına (karşı) bizi koru  (Bakara, 201).

    İsm-i Fâiliوَاقٍ  – (وَقَى)       koruyan 

    İsm-i Mef’ûlü    مَوْقِيٌّ  – (وَقَى)korunan

    2. Lefîf-i Makrûn’un Çekimi

    İki illetli harfin ortada ve sonda yanyana gelmesi halindeki fiildir.

    طَوَى  يَطْوِي  dürdü (2. bab)         حَيِىَ   يَحْيىَ   yaşadı, canlı oldu  (4. bab)

        Malûm Fiili Muzâri Çekimi

    (يَطْوِى)

    Malûm Fiili Mâzî Çekimi

    (طَوَى)

    يَطْوِي   يَطْوِيَانِ   يَطْوُونَ

    طَوَى  طَوَيَا  طَوَوْا

    تَطْوِي  تَطْوِيَانِ   يَطْوِينَ

    طَوَتْ طَوَتَا  طَوَيْنَ

    تَطْوِي  تَطْوِيَانِ   تَطْوُونَ

    طَوَيْتَ…               

    تَطْويِنَ  تَطْوِيَانِ   تَطْوِينَ

     

    أَطْوِي   نَطْوِي  نَطْوِي

     

    Görüldüğü gibi ikinci babdan gelen Lefîf-i makrûn’un mâzî ve muzâri çekimi

    (يَرْمِي رَمَى ) örneği nâkıs bir fiil gibidir.

    Malûm Fiili Muzâri Çekimi

    (يَحْيَى)

    Malûm Fiil Mâzî Çekimi

    (حَيِيَ)

    يَحْيَى  يَحْيَيَانِ  يَحْيَوْنَ

    حَيِيَ  حَيِيَا   حَيُوا

    تَحْىَ  تَحْيَيَانِ   يَحْيَيْنَ

    حَيِيَتْ حَيِيَتَا  حَيِيْنَ

    تَحْيَى  تَحْيَيَانِ  تَحْيَوْنَ

    حَيِيْتَ…                

    تَحْيَيْنَ  تَحْيَيَانِ  تَحْيَيْنَ

     

    اَحْيَي    نَحْييَ   نَحْيَي

     

    Görüldüğü gibi mâzî ve muzâri çekimi (رَضِيَ  يَرْضَى ) örneği nâkıs bir fiil gibidir.

     

     

    Meçhûlleri:    (يَطْوِي)     يُطْوَى   dürülür                   طُوِيَ   (طَوَى)   dürüldü             

    يُطْوَى  يُطْوَيَانِ  يُطْوُونَ

    طُوِيَ   طُوِيَا   طُوُوا

    تُطْوَى  تُطْوَيَانِ  يُطْوَيْنَ

    طُوِيَتْ طُوِيَتَا  طُوِيْنَ

    تُطْوَى…                    

    طُوِيْتَ…                 

    *****

    yaşandı   حُيِىَ   (حَيِيَ)                   yaşanır  يُحْيىَ    (يَحْيَى)   

    يُحْيىَ  يُحْيَيَانِ  يُحْيَوْنَ

     حُيِيَ  حُيِيَا    حُيُوا

    تُحْيىَ  تُحْيَيَانِ  يُحْيَيْنَ

    حُيِيَتْ حُيِيَتَا   حُيِيْنَ

    تُحيْىَ تُحْيَيَانِ   تُحْيَوْنَ

    حُيِيْتَ..                  

    تُحْيَيْنَ  تُحْيَيَانِ تُحْيَيْنَ 

    أُحْيَى  نُحْيَى  نُحْيَى

     

    Lefîf-i Makrûn’un Emr-i Hâzırı

    اِطْوِ    (يَطْوِي)

    dür

    اِحْىَ    (يَحْيَى)

    yaşa

     

    اِطْوِ    اِطْوِيَا    اِطْوُوا

    Muhâtab

    اِحْيَ   اِحْيَيَا   اِحْيَوْا

    Muhâtab

    اِطْوِي  اِطْوِيَا   اِطْوِيْنَ

    Muhâtaba

    اِحْيَىْ  اِحْيَيَا   اِحْيَيْنَ

    Muhâtaba

               

    İsm-i Fâili       طَاوٍ (طَوَى)   düren            ((حَيِىَ kullanılmaz

    İsm-i Mef’ûlü مَطْوِيٌّ   (طَوَى)  dürülen, dürülmüş,  ((حَيِىَ     مَحْيِيٌٌّ    yaşanan, yaşanmış

    Genel Cümle Örnekleri:

    1- خَشِيْناَ اللَّهَ فَلَمْ نَفْعَلْ سُوءً  (خَشِيَ) – اَلشَّهِيداَنِ لَقِياَ رَبَّهُماَ راَضِيَيْنِ (لَقِيَ يَلْقَى)(رَضِيَ).

    2- خَشِيْتُ رَبِّي- لَقِيْتُ صَدِيقِي– عَلَوْتُ بِأَدَبِي- (عَلاَ يَعْلُو)- عَلَوْناَ – عَلَواَ – عَلَوْنَ – عَلَوْا.

    3- رَضِيْتُ بِنَصِيبِي – ماَ الْمُدَّةُ الَّتِي قَضَيْتَهاَ فِي مَكَّةَ ؟  أَيْنَ كُنْتَ تَسْكُنُ ؟

    4- لَقَدْ فَشَلُوا فِي حَياَتِهِمْ لِأَنَّهُمْ لَمْ يَضَعُوا أَماَمَ أَعْيُنِهِمْ هَدَفاً يَسْعَوْنَ لِلْوُصُولِ إِلَيْهِ .

    5- فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقاَلَ ذَرَّةٍ خَيْراً يَرَهُ – وَ مَنْ يَعْمَلْ مِثْقاَلَ ذَرَّةٍ شَراًّ يَرَهُ (Zilzâl, 7, 8).(رَأَى يَرَى)

    6- هَلْ بَكَتِ الطِّفْلَةُ ؟ لاَ، لَمْ تَبْكِ الطِّفْلَةُ – هَلْ قَضَيْتَ الْعُطْلَةَ فِي بَلَدِكَ ؟ لاَ ، لَمْ أَقْضِ الْعُطْلَةَ فِي بَلَدِي.

    7- هَلْ بَنَى جَدُّكَ هَذاَ الْمَنْزِلَ ؟ لاَ، لَمْ يَبْنِ جَدِّي هَذاَ الْمَنْزِلَ.

    8- اَلْاِمْتِحاَناَتُ لاَ تَكْفِي وَحْدَهاَ لِمَعْرِفَةِ مُسْتَوَى الطاَّلِبِ – اَلْإِسْلاَمُ لاَ يَدْعُو إِلَى الْحَرْبِ وَ الْقِتاَلِ بَيْنَ الناَّسِ.

    9- بَدَأَ الرَّجُلُ بِماَ نَسِيَتْهُ الْمَرْأَةُ – اَلْمُخْلِصُونَ يَسْعَوْنَ فِي الْخَيْرِ . أَنْتِ تَسْعَيْنَ فِي الْخَيْرِ.

    10- رَأَيْتُ الْفَتاَةَ النَّشِيطَةَ – يَتْلُو[6] صَدِيقِي الْقُرْآنَ فِي الْفَجْرِ – ذَهَباَ إِلَى الْمَدْرَسَةِ الَّتِي أَتَى مِنْهاَ صَوْتُ الْجَرَسِ.

    Tercüme:

    1- Allah’tan korktuk ve kötülük yapmadık. İki şehit hoşnut bir şekilde Rabb’lerine kavuştu.

    2- Rabbim’den korktum. Arkadaşıma rastladım. Edebimle yükseldim. Yükseldik. İkisi yükseldi. Yükseldiler (müe. + müz.).

    3- Nasibime razı oldum. Mekke’de geçirdiğin müddet ne (kadar)? Nerede oturuyordun?

    4- Hayatlarında başarısız oldular. Çünkü gözlerinin önüne kendisine ulaşmak için çalışacakları bir hedef koymadılar.

    5- Kim zerre miktar hayır yaparsa onu görür. Kim zerre mikdarı şer yaparsa onu görür.

    6- Kız çocuğu ağladı mı?  Hayır, kız çocuğu ağlamadı. Tatili memleketinde mi geçirdin? Hayır tatili memleketimde geçirmedim.

    7- Bu evi deden mi yaptı? Hayır, bu evi dedem yapmadı.

    8- Sadece imtihanlar öğrencinin seviyesini bilmek için yetmez. İslâm insanlar arasında harb ve savaşa çağırmaz.

    9- Adam kadının unuttuklarıyla başladı. İhlaslılar hayırda çalışıyor. Sen hayırda çalışıyorsun.

    10- Çalışkan genç kızı gördüm. Arkadaşım fecirde Kur’ân okur. İkisi kendisinden zil sesinin geldiği okula gittiler.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    NÂKIS VE LEFİF FİİL İLE İLGİLİ AYETLER

    1- إِنَّ اللّهَ لاَ يَخْفَى عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الْأَرْضِ وَلاَ فِي السَّمَاء .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 5). Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.

    gizlemek

    خَفِيَ يَخْفَى خَفاَءً

    2- وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ .

    (29/ANKEBÛT, 69). (Ama) bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.

    doğru yoldan ayırmamak, (hidâyete) eriştirmek

    هَدَى يَهْدِي هَدْياً

    iyi olan, iyi davranan

    اَلْمُحْسِنُ

    yol

    سَبِيلٌ ج سُبُلٌ

           

    3- إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ .

    (24/NÛR, 51). Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resûlüne davet edildiklerinde, (müminlerin sözü) ancak “İşittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.

    dua etmek, çağırmak

    دَعاَ يَدْعُو دُعاَءً

    itaat etti

    أَطاَعَ يُطيِعُ إِطاَعَةً

    4- وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَهْدُونَ بِأَمْرِنَا وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَإِقَامَ الصَّلاَةِ وَإِيتَاءَ الزَّكَاةِ وَكَانُوا لَنَا عَابِدِينَ .

    (21/ENBİYA, 73). Onları, emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar, daima bize ibadet eden kimselerdi.

    vahyetti

    أَوْحَي يُوحِي

    vermek

    آتَى يُؤْتِي إِيتَاءً

    5- اُدْعُ إِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ …

    (16/NAHL, 125). (Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır …

    6- وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ

    (9/TEVBE, 71). Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, …

    نَهَى يَنْهَى نَهْياً

    yasakladı

     

     

    7- أَ تَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ أَنْفُسَكُمْ وَأَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَ فَلاَ تَعْقِلُونَ .

    BAKARA 44. (Ey bilginler!) Sizler Kitab’ı (Tevrat’ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?

    اَلْبِرُّ

    (her türlü) iyilik

    تَلاَ يَتْلُو تِلاَوَةً

    okudu

    نَسِيَ يَنْسَى نِسْياَناً

    unutmak

    8- أَفَمِنْ هَذَا الْحَدِيثِ تَعْجَبُونَ {53/59} وَتَضْحَكُونَ وَلاَ تَبْكُونَ .

    (53/NECM, 59, 60). Şimdi siz bu söze (Kur’ân’a) mı şaşıyorsunuz? Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz!

    عَجِبَ يَعْجَبُ عَجَباً

    şaşmak

    ضَحِكَ يَضْحَكُ ضِحْكاً

    gülmek

    بَكَى يَبْكِي بُكاَءً

    ağlamak

    9- إِنَّ اللَّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ ماَذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ .

    (31/LOKMÂN, 34). Kıyâmet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.

    عِلْمُ السَّاعَةِ

    kıyâmetin ilmi

    اَلْغَيْثُ

    yağmur

    نَزَّلَ يُنَزِّلُ تَنْزِيلاً

    indirmek

    دَرَى يَدْرِي دَرْياً دِراَيَةً

    bilmek

             

    10- وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَلِكَ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ .

    (35/FÂTIR, 28). İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır.

    داَبَّةٌ ج دَواَّبٌ

    hayvan, canlı

    نَعَمٌ ج أَنْعاَمٌ

    büyük baş hayvanlar

    خَشِيَ يَخْشَى خَشْيَةً

    korkmak

     

     

               

    11- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنْفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلاَئِكَةٌ غِلاَظٌ شِدَادٌ لاَ يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ .

    (66/TAHRİM, 6). Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.

    وَقُودٌ

    yakıt, yakacak

    شَدِيدٌ ج شِدَادٌ

    güçlü, şiddetli

    غَلُظَ يَغْلُظُ= غَلَظَ يَغْلِظُ غِلْظَةً

    sert ve acımasız davranmak

    وَقَى يَقِي وِقاَيَةً

    korumak

    غَلِيظٌ ج غِلاَظٌ

    sert davranan [(غِلاَظٌ) kelimesi, ism-i fâil olan (غَلِيظٌ) kelimesininin cemi mükesseridir.]

    عَصَى يَعْصِي عَصْياً عِصْياَناً

    başkaldırmak, karşı gelmek, isyan etmek

             

    12- … وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ .

    (64/TEGABUN, 16). … Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

    شَحَّ يَشِحُّ شُحاًّ

    cimrilik etmek, hırslı olmak

    وَقَى يَقِي وِقاَيَةً

    korumak

  • İsmi Meful

     

    İSM-İ MEF’ÛL

    Kendisine iş yapılanı bildiren, fiilden etkilenen isimdir.  Türkçe’deki edilgen sıfat-fiil karşılığıdır. Nasıl ism-i fâil malum muzâri fiil gibi kullanılıyorsa ism-i mef’ûlde mâzî meçhûl gibi tercüme edilir. Yapılışı şöyledir:

    Üç harfli fiilin başına م harfi eklenir ve üstünlü olarak kelimenin birinci harfine cezimlenir.  Fiilin ikinci ve üçüncü harfi arasına ötreli (و) harfi ilave olur.

    قَتَلَ

    öldürdü →

    مَقْتُولٌ

    öldürülen, öldürülmüş

    ضَرَبَ

    dövdü →

    مَضْرُوبٌ

    dövülen, dövülmüş

    شَرِبَ

    içti →

    مَشْرُوبٌ

    içilen, içilmiş

    جَرَحَ

    yaraladı →

    مَجْرُوحٌ

    yaralanan, yaralanmış

    كَتَبَ

    yazdı →

    مَكْتُوبٌ

    yazılan, yazılmış

    فَتَحَ

    açtı →

    مَفْتُوحٌ

    açılan, açık, açılmış

    İsm-i Mef’ûlun şahıslara göre çekimi[1]:

    مَكَاتِبُ

    مَكْتُوبُونَ

    مَكْتُوبَانِ

    مَكْتوُبٌ

    Müzekker

    Cem-i Mükesser

     

     

     

     

     

    مَكْتُوبَاتٌ

    مَكْتُوبَتَانِ

    مَكْتُوبَةٌ

    Müennes

     

    yazılmışlar

    ikisi yazılmış

    yazılmış

     

    *İsm-i mef’ûl cümle içinde çeşitli şekillerde gelebilir. Tamamen bir sıfat gibi veya sıfat anlamında kullanıldığı gibi, haber olarak da gelir.

    Cümle Örnekleri:

    شَيْءٌ مَخْلُوقٌ.

    Yaratılmış birşey (sıfat) .

    اَلْباَبُ الْمَفْتُوحُ.

    Açık kapı (sıfat) .

    اَلْباَبُ مَفْتُوحٌ.

    Kapı açıktır (haber) .

    (فُهِمَ الدَّرْسُ).

    اَلدَّرْسُ مَفْهُومٌ

    Ders anlaşılmıştır.

    (نُصِرَ الْحَقُّ) .

    اَلْحَقُّ مَنْصُورٌ

    Hak (doğru gerçek) yardım edilendir.

    (يُعْبَدُ اللَّهُ بِالْحَقِّ) .

    أللَّهُ مَعْبُودٌ بِالْحَقِّ

    Allah hak(kı) ile ibadet edilendir.

    صُنِعَتِ السَّياَّرَةُ فِي الْياَباَنِ.

    Araba Japonya’da yapıldı.

    اَلسَّياَّرَةُ مَصْنُوعَةٌ فِي الْياَباَنِ.

    Araba Japonya’da yapılmıştır.

    التاَّئِبُ ذُنُوبُهُ مَغْفُورَةٌ (غُفِرَتْ ذُنُوبُ التاَّئِبِ) .

    Tevbe edenin günahları bağışlanmıştır.

    أَخيِ مَسْؤُلٌ الْآنَ عَنْ عاَئِلَةٍ كَبيِرَةٍ.

    Kardeşim şu anda büyük bir aileden mes’uldür.

    أَمْرُ اللَّهِ مَفْعُولٌ.

    Allah’ın emri yapılmıştır.

    اَلرَّجُلُ مَلْعُونٌ.

    Adam lanetlidir.

     

     

    *İsm-i mef’ûl kalıplaşmış isim olarak da kullanılır:

    اَلْمَلْعُونُونَ

    lanetlenmişler “beddualılar”

    اَلْمَذْكُورُ

    zikredilmiş olan “mezkur”

    اَلْمَطْلُوبُ

    istenmiş olan “matlûb”

    اَلْمَعْرُوفُ

    bilinen, “iyilik”

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    SAYILAR, İSM-İ FÂİL, MÜBALAĞALI İSM-İ FÂİL VE İSM-İ MEF’ÛL İLE İLGİLİ AYETLER

    1- وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلاَدَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ أَرَادَ أَنْ يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ …

    (2/BAKARA, 233). Emzirmeyi tamamlamak isteyen kimse (baba) için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler…

    emzirmek

    أَرْضَعَ يُرْضِعُ إِرْضاَعاً

    anne

    اَلْوَالِدَةُ ج اَلْوَالِدَاتُ

    ikmal etmek tamamlamak

    أَتَمَّ  يُتِمُّ  إِتْماَماً

    sene (ayette tesniye)

    اَلْحَوْلُ

    emzirme, emme

    اَلرَّضَاعَةَ

    tam (ayette tesniye)

    كَامِلٌ

               

    2- سَيَقُولُونَ ثَلاَثَةٌ رَابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ …

    (18/KEHF, 22). (Eshabı Kehf hakkında insanların kimi:) “(Onlar) üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir” diyecekler; yine: “Beş kişidir; altıncıları köpekleridir” diyecekler…

    3- أُبَلِّغُكُمْ رِسَالاَتِ رَبِّي وَأَنَا لَكُمْ نَاصِحٌ أَمِينٌ .

    (7/A’RÂF, 68). Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.

    öğütçü, nasihatçi

    نَاصِحٌ

    tebliğ etmek, eriştirmek

    بَلَّغَ  يُبَلِّغُ تَبْلِيغاً

    elçiye verilip gönderilen risalet (elçinin vazifesi)

    اَلرِّساَلَةُ ج اَلرِّسَالاَتُ

    4- إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّموَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَنْ يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولاً .

    (33/AHZÂB, 72). Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.

    çekinmek, sakınmak

    أَشْفَقَ يُشْفِقُ إِشْفاَقاً

    arzetti, teklif etti

    عَرَضَ يَعْرِضُ عَرْضاً

    emanet (ayette: Allah’ın mükelleflere tevdi ettiği ve riayet ve eda edilmesini emrettiği tekliflerdir.

    اَلْأَمَانَةُ

    imtina etmek, razı olmamak, diretmek, dayatmak

    أَبَى يأْبَى أَباَءً أَباَءَةً

    (Ayette: Semaların ve arzın yaradılışları itibariyle emaneti yüklenmeye istidatları olmayışı, emaneti ifa etmekten çekinmeleri, yüklenmekten imtina etmeleridir.)

    5- … إِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِمِينَ مَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ حَمِيمٍ وَلاَ شَفِيعٍ …

    (40/MÜ’MİN, 18). (Yaklaşan gün hususunda onları uyar!) Çünkü o gün kalpler gamla dolu olarak gırtlaklara dayanır (veya o zaman onlar gamlı ve tasalı olup kalpleri gırtlaklarına dayanır). Zalimlerin ne dostu ne de (sözü dinlenir) şefaatçısı vardır.

    çünkü, zira/hani, bir zamanlar

    إِذْ

    boğaz, gırtlak

    اَلْحَنْجَرَةُ ج اَلْحَنَاجِرُ

    (öfkesini) yenen, gamlı, gamla dolu

    اَلْكَاظِمُ

    şefaatçi

    شَفِيعٌ

    sıcak dost

    حَمِيمٌ

             

    6- …وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ نَصِيرٍ .

    (22/HACC, 71). … Zalimlerin hiç yardımcısı yoktur.

    yardımcı.   

    نَصِيرٌ

    [(مَا) isim cümlesinin başında “yok, değil” manasında nefy harfidir. (لِلظَّالِمِينَ) câr-mecrûr olarak mahallen merfû haber mukaddem, (مِنْ) zâid harfi cerdir. (نَصِيرٍ) ise lafzen mecrûr mahallen merfû mübtedâ muahhardır.] 

    7- … وَأُفَوِّضُ أَمْرِي إِلَى اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ .

    (40/MÜ’MİN, 44). …. Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını çok iyi görendir.

    çok iyi gören 

    بَصِيرٌ

    havale etmek, ısmarlamak, bırakmak

    فَوَّضَ  يُفَوِّضُ  تَفْوِيضاً

    8- … وَحَاقَ بِآلِ فِرْعَوْنَ سُوءُ الْعَذَابِ .

    (40/MÜ’MİN, 45). …Firavun’un kavmini kötü azap kuşatıverdi.

    aile

    آلُ

    kuşatmak, sarmak

    حَاقَ يَحيِقُ بِ

    Firavun’un ailesi, Firavun’un kavmi

    آلُ فِرْعَوْنَ

    فِرْعَوْنَ kelimesi gayr-i munsarif bir kelime olması sebebiyle esre yerine üstün almıştır.

    9- … إِنَّ رَبَّكَ لَسَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَحِيمٌ .

    (7/A’RÂF, 167). … Şüphesiz Rabbin cezayı çabuk verendir. Ve O çok bağışlayan, pek esirgeyendir.

    hızlı, çabuk, çabuk veren

    سَرِيعٌ

    ceza

    اَلْعِقَابُ

    10- … إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَحِيمٌ .

    (49/HUCURÂT, 12). …Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.

    11- مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ أَسَاءَ فَعَلَيْهَا وَمَا رَبُّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ.

    (41/FUSSİLET, 46). Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.

    12- وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ .

    (26/ŞUARÂ, 175). Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

     

     

     

    13- كَلاَّ إِنَّهُمْ عَنْ رَبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَمَحْجُوبُونَ .

    (83/MUTAFFİFİN, 15). Hayır! Onlar şüphesiz o gün Rablerinden (O’nu görmekten) menedilmişlerdir.

    mahcub, menedilmiş, örtülmüş

    اَلْمَحْجُوبُ

    (Ayette: Temsili manada olup onların büyüklerin yanına girmekten menedilmiş kimseler gibi alçaltılacakları, ayrıca onların mestur (perdelenmişler) olarak Rablerini göremeyeceği anlatılmaktadır.)

  • Şart Cümlesi

     

    ŞART CÜMLESİ

    Şimdiye kadar gördüğümüz cahd-ı mutlak edatı (لَمْ), cahd-ı müstağrak edatı (لَماَّ), lâmü’l-emr (لِ) ve nehiy (لاَ)sı önüne geldiği bir muzâri fiili cezmediyordu. Ancak bir de aynı cümlede bulunan bütün muzâri fiilleri cezmeden edatlar vardır. Bu edatların hepsi de şart edatıdır. Hepsinin tercümesinde ..se, ..sa ifadesiyle mana verilir. Arapça’da şart ifade etmek üzere en çok kullanılan edat إِنْ (..se, ..sa, ..ise) edatıdır.

    إِنْ كَتَبَ

    yazdıysa, yazarsa

    إِنْ يَكْتُبْ

    yazarsa, yazıyorsa

    إِنْ كَتَبُوا

    yazdılarsa,  yazarlarsa

    إِنْ يَكْتُبُوا

    yazarlarsa, yazıyorlarsa

    إِنْ harfi mâzî fiilin başına geldiğinde de aynen muzâri manası verir. إِنْ harfinin başında bulunduğu muzâri fiillerin hepsinin son harfleri cezimli olur. Yani şart edatı ile gelen muzâri fiile cevap teşkil eden cümlenin (cevabuş-şart) muzârisi de cezimli olur. Ne zaman fiil-i muzârinin müfredindeki son harfinin harekesi değişse (cezm olsa) gâibe ve muhâtaba cemi müennes nunları hariç sondaki  diğer nunlar düşer.

    Başına إنْ edatı gelen muzâri fiile, gelecek zamanı ifade eden سَ  ve سَوْفَ takıları getirilmez. Çünkü إِنْ  şart edatı mana bakımından gelecek zamanı da bildirir.

    إنْ  تَعْمَلْ تَنْجَحْ.

    Çalışırsan başarırsın.

    إِنْ تَكْذِبْ تَاْثَمْ.

    Yalan söylersen günaha girersin.

    En çok kullanılan  إِنْşart edatını giriş olmak üzere işlediğimiz iki fiil-i muzâriyi cezmeden diğer şart edatları şunlardır:

  • Cezmetmeyen Şart Edatları

     

    CEZMETMEYEN ŞART EDATLARI

    Şart anlamı ifade ettiği halde muzâriyi cezmetmeyen edatlar da vardır. Bu edatlar topluca şunlardır:

    عِنْدَماَ

    كُلَّماَ

    أَماَّ

    إِذاَ

    لَماَّ

    لَوْماَ

    لَوْلاَ

    لَوْ

    Şart kısmının zamanı, fiil-i mâzî veya muzâri olabilir. Şartın cevap kısmı olan cevap cümlesinde ise fiil, şimdiki zaman, geçmiş zaman, meczûm, emir hali veya fiilsiz de olabilir. Sırasıyla bu edatları ve görevlerini inceleyelim:

    لَوْ: eğer, şayet, …ise, .., ..seydi, ..saydı, ..se, ..sa, ..mış olsa idi anlamlarına gelir.

    Fiilin başına لَوْ takısı getirilirse hem şart hem de dilek (temenni) ifade eder.

    لَوْكَتَبَ

    (ke‏şke) yazsa

    لَوْ كَتَبْتُ

    (keş‏ke) yazsam

    لَوْ  den sonra كَانَ fiilini kullanırsak dilekli hikaye olur.

    لَوْ كَانَ كَتَبَ

    (keşke) yazsaydı

    لَوْكُنْتُمْ كَتَبْتُمْ

    (keşke) yazsaydınız

    لَوْكُنْتُ كَتَبْتُ

    (keşke) yazsaydım

    لَوْ  ‏cümlesinden sonraki cevap cümlesi لَ ile başlar:

    لَوْ كَتَبْتُ دَرْسِي لَعَلِمْتُ دَرْسِي.

    Dersimi yazsam bilirdim.

    لَوْ كَانَ كَتَبَ دَرْسَهُ لَمَا كَانَ يَضْرِبُهُ الْمُعَلِّمُ.

    Dersini yazsaydı öğretmen onu dövmezdi.

    Görüldüğü gibi şart cümlelerindeki şartlar لَوْ (eğer) edatıyla ve cevaplar da (her zaman değil) لَ harfi ile belirtilir. Cevap olumlu mâzî olursa cevap lâmı çoğu kere, olumsuz olursa bazen gelir. Cümlenin her iki kısmında da genellikle geçmiş zaman kullanılır. Cevab lâmından sonra gelen cevabın başındaki fiil, muzâri de gelse mâzî manası verilir.

    لَوِ اجْتَهَدَ[1] الطاَّلِبُ لَنَجَحَ.

    Öğrenci çalışsaydı başarılı olurdu.

    لَوِ اجْتَهَدْتَ تَنْجَحُ.

    Çalışsaydın başarırdın.

    لَوْ شاَءَ رَبُّكَ ماَ فَعَلُوهُ.

    Eğer Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı (En’am, 137) .

    لَوْ شاَءَ رَبُّكَ لَماَ خَلَقَناَ.

    Eğer Rabbin dilemiş olsaydı bizi yaratmazdı.

    لَوْ أَنَّكَ ناَجِحٌ لَكاَفَأْتُكَ.

    Eğer başarsaydın seni mükafatlandırırdım.

    Cevap menfi muzâri olursa cevap lâmı gelmez.

    لَوْ كُناَّ نَسْمَعُ ماَ كُناَّ كَذَلِكَ.

    Eğer dinliyor olsaydık bu şekilde olmazdık.

    لَوِ اجْتَهَدْتَ لَمْ تَنْدَمْ.

    Çalışsaydın pişman olmazdın.

    Bu tip cümleleri anlamak fazla alıştırma ile zamanla kolaylaşacaktır.

    *لَو  in başında vâv olursa cevap cümlesi istemez. وَلَوْ …-se de, -sa da, -se bile, -sa bile, -öyle olsa da anlamlarına gelir:

    سَأُساَفِرُ إِلَى إِزْمِيرَ وَلَوْ كاَنَتْ بَعِيدَةً.

    Uzak olsa da İzmir’e gideceğim

    لَوْلاَ: olmamış olsa, olmasaydı, -meseydi, -eğer manalarına gelir. Genellikle cevabın başında cevap lâmı bulunur.

    لَوْلاَ مُحَمَّدٌ لَماَ نَجَحَ خاَلِدٌ.

    Muhammed olmasaydı Halit başarmazdı.

    لَوْلاَكَ لَوْلاَكَ لَماَ خَلَقْتُ الْأَفْلاَكَ.

    Sen olmasaydın sen olmasaydın alemleri yaratmazdım[2].

    ثُمَّ تَوَلَّيْتُم[3] مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ فَلَوْلاَ فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنْتُمْ مِنَ الْخَاسِرِينَ.

    Ondan sonra sözünüzden dönmüştünüz. Eğer sizin üzerinizde Allah’ın ihsanı ve rahmeti olmasaydı, muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz (Bakara, 64).

    لَوْماَ cezmetmeyen şart edatı olarak لَوْلاَ ile aynı manadadır:

    لَوْماَ أَخِي لَضَرَبْتُهُ.

    Kardeşim olmasaydı onu döverdim.

    لَماَّ :..dığında, -dığı zaman, -dığı vakit, -ınca,-ince manalarına gelir. Cümleye muzâf olan zarflardan ve şart edatlarındandır. Şart ve cevabı daima mâzî olur.

    لَماَّ nın bulunduğu şart cümlesi bazen cümlenin sonunda da gelebilir.

    أَخَذَتْ فاَطِمَةُ الْكِتاَبَ لَماَّ ذَهَبَتْ اِلىَ الْمَكْتَبَةِ.

    Kütüphaneye gidince Fâtıma kitabı aldı.

    لَماَّ nın mâzî fiilden önce gelirse zarf ve şart edatı, muzâriden önce gelirse muzâriyi cezmeden edat (cahd-ı müstağrak) olduğu unutulmamalıdır:

    لَماَّ يَرْجِعْ واَلِدِي مِنَ السَّفَرِ.

    Babam henüz yolculuktan dönmedi.

    Not:  (لَماَّ) (إِلاَّ) manasında istisnâ harfi de olur.

    إِنْ كُلُّ نَفْسٍ لَماَّ عَلَيْهاَ حاَفِظٌ.

    Hiçbir can yoktur ki başında gözetici bulunmasın (Târık, 4) .

     

    CÜMLEYE MUZÂF OLAN VE ŞART İFADE EDEN BAZI ZARFLAR

    إِذاَ : ..dığı zaman, -dığı vakit, -ınca, -dığında, -ken, ise, -se, -sa manalarına gelir.

    Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır. إِذاَ dan sonraki cümle إِذاَ nın zaman zarfı olmasından dolayı mahallen mecrûr muzâfun ileyh olur. إِذاَ nın şart fiil-i mâzî, cevap fiili çoğunlukla muzâri gelir. Mâzî de olsa muzâri anlamı verilir. إِذاَ cezmetmeme dışında (إِنْ) ‘e benzer.

    إِذاَ جاَءَ الرَّبِيعُ نَذْهَبُ إِلَى الْحَدِيقَةِ

    Bahar gelince bahçeye gideriz.

    Not: (إِذاَ) fiil cümlesinden önce gelirse şart edatı olur ancak isim cümlesinden önce gelirse manası değişir ve (إِذاَ فُجاَئِيَّة) dediğimiz sürpriz harfi olur. “Bir de ne göreyim, bir de baktım ki” manası verilir:

    خَرَجْتُ مِنَ الْبَيْتِ فَإِذاَ وَلَدٌ فِي الطَّرِيقِ يَبْكِي.

    Evden çıktım bir de ne göreyim yolda bir çocuk ağlıyor.

     

    فَتَحْتُ الْكِتاَبَ فِي الْإِمْتِحاَنِ فَإِذاَ الْمُعَلِّمُ واَقِفٌ أَماَمِي.

    İmtihanda kitabı açtım bir de ne göreyim öğretmen önümde duruyor.

     (إِذاَ) nın cevap cümlesi de iki fiil-i muzâriyi cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzî, muzâri, emir, istikbal, isim cümlesi … şeklinde gelir:

    إِذاَ صاَدَفْتَ صَدِيقَكَ فَسَلِّمْ[4] عَلَيْهِ.

    Arkadaşına rastlarsan ona selam ver.

    (إِذاَ) nın şart manası ifade etmeksizin sadece zaman zarfı olarak kullanıldığı da olur[5]:

    وَ الَّيْلِ إِذاَ يَغْشَى وَالنَّهاَرِ إِذاَ تَجَلَّى.

    And olsun büründüğü zaman geceye! Açılıp aydınlandığı zaman gündüze! (Leyl, 1,2)

    أَماَّ..e gelince, her halükarda, -ise. Cevabının başında mutlaka (فَ) olur.

    فَأَماَّ الَّذِينَ آمَنُوا فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ.

    İman edenlere gelince, onun Rab’lerinden bir gerçek olduğunu bilirler. (Bakara, 26)

    فَأَماَّ الْيَتِيمَ فَلاَ تَقْهَرْ.

    Yetime gelince sakın onu üzme (Duhâ, 9) .

    (أَماَّ) tafsil edatı olarak da görev yapar. Hutbede hatipler salat ve selamdan sonra konuşmaya başlarken konuya bu edatla girerler.

    اَلْحَمْدُ لِلَّهِ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ أَماَّ بَعْدُ..

    Allah’a hamdü senâ, Peygamberine salat ve selamdan sonra, konumuza gelince…

    كُلَّماَ: Her ne zaman, her …ında, her ..dığında, -dıkça, dikçe gibi anlamlara gelir. Mâzî fiillerin başında bulunur, cevabı da mâzî gelir[6].

    كُلَّماَ رَأَيْتُ فَقِيراً عَطَفْتُ عَلَيْهِ.

    Her ne zaman bir fakir görürsem ona acırım.

     

    كُلَّماَ دَخَلَ عَلَيْهاَ ذَكَرِياَّ الْمِحْراَبَ وَجَدَ عِنْدَهاَ رِزْقاً.

    Zekeriyya mihraba her girdiği zaman onun yanında bir yiyecek bulurdu.(Âl-i İmran 37)

     

     

     عِنْدَماَ ..dığı zaman, -dığında, -dığı sırada, -ınca, -ceği zaman

    Zarf olan عِنْدَ ile zâid veya masdar olan ماَ nın birleşmesinden meydana gelmiştir.  عِنْدَماَ nın şart fiil-i mâzî veya muzâri gelebildiği gibi, cümlenin sonunda da gelebilir.إِذاَ  ve لَماَّ nın yerlerine kullanılır.

    عِنْدَماَ نَجُوعُ[7] نَذْهَبُ إِلَى الْمَطْعَمِ فِي الْمَحَطَّةِ.

    Acıktığımız zaman istasyondaki lokantaya gideriz.

    Bunların dışında şu edatlar da fiillerin önüne geldiği zaman şart ifade ettikleri halde cezmetmezler:

    حِينَماَdığında, -dığı vakit, dığı zaman, -ınca gibi manalara gelir.

    Zaman zarfı حِينَ ile  ماَnın birleşmesinden meydana gelmiştir.

    حِينَماَ عَلِمَ الْأَبُ بِنَجاَحِ وَلَدِهِ هَنَّأَهُ مَسْرُوراً.

    Babası oğlunun başarısını öğrenince sevinçle onu tebrik etti.

    بَيْناَ … إِذْ: -ken, bir de, -ken birden, derken ansızın, -ip dururken,

    Zarf olan بَيْنَ ile zâid elifin birleşmesinden meydana gelmiştir. Kendisinden sonra şart olan cümle isim cümlesi olur ve başında müfâcee harfi (إِذْ) bulunur.

    بَيْناَ نَحْنُ جاَلِسُونَ فِي الْبَيْتِ إِذْ دَخَلَ عَلَيْناَ كَلْبٌ.

    Biz evde otururken ansızın yanımıza bir köpek girdi.

    بَيْنَماَ: …iken

    Zarf olan بَيْنَ ile zâid veya masdar olan (ماَ) nın birleşmesinden meydana gelmiştir. Her yönüyle (بَيْناَ)’ya benzer.

    بَيْنَماَ الْجَوُّ حاَرٌّ إِذْ انْخَفَضَتْ دَرَجَةُ الْحَراَرَةِ.

    Hava sıcakken birden havanın sıcaklığı düştü.

    Genel Cümle Örnekleri:

    1- كَيْفَ تَكُونُ الرِّحْلَةُ مُفِيدَةً فِي نَفْسِ الْوَقْتِ ؟ تَكُونُ الرِّحْلَةُ مُفِيدَةً إِذاَ تَعَلَّمَ مِنْهاَ التِّلْمِيذُ شَيْئاً جَدِيداً .

    2- إِذاَ سَمِعْتَ ماَ سَمِعْناَهُ فَسَوْفَ تَعْلَمُ لِماَذاَ غَضِبْناَ – إِذاَ سَمِعْتَ الَّذِي سَمِعْناَهُ فَسَوْفَ تَعْلَمُ لِماَذاَ غَضِبْناَ .

    3- شَعَرَتِ الْأُمُّ بِالسَّعاَدَةِ عِنْدَماَ عاَدَ وَلَدُهاَ مِنَ الرِّحْلَةِ – أَصْبَحَتْ غُرْفَتِي جَمِيلَةً عِنْدَماَ طَلَيْتُهاَ بِاللَّوْنِ الْأَزْرَقِ .

    4- عِنْدَماَ نَجَحَتْ فاَطِمَةُ فِي الْاِمْتِحاَنِ حَصَلَتْ[8] عَلَى جاَئِزَةٍ كَبِيرَةٍ – لَماَّ رَنَّ جَرَسُ الْمَدْرَسَةِ دَخَلَ التَّلاَمِيذُ الصَّفَّ.

    5- لَماَّ نَجَحَتْ فاَطِمَةُ حَصَلَتْ عَلَى هَدِيَّةٍ مِنْ واَلِدِهاَ – لَماَّ وَصَلَ الضَّيْفُ قَدَّمْتُ لَهُ الْحَلْوَى.

    6- لَماَّ تَأَخَّرَتِ الْحاَفِلَةُ حَضَرْتُ بِالْقِطاَرِ.

    7- عاَدَتِ الْبِنْتُ مُتَأَخِّرَةً – وَجَدَتِ الْبِنْتُ أُمَّهاَ ناَئِمَةً – وَجَدَتِ الْبِنْتُ أُمَّهاَ ناَئِمَةً لَماَّ عاَدَتْ مُتَأَخِّرَةً.

    8- قاَبَلَ الْعاَمِلاَنِ الْمُدِيرَ – فَرِحَ الْعاَمِلاَنِ – فَرِحَ الْعاَمِلاَنِ لَماَّ قاَبَلاَ الْمُدِيرَ.

    9- أَراَدَتِ الْأُمُّ النَّوْمَ – أَغْلَقَتِ الْأُمُّ الناَّفِذَةَ لَماَّ  أَراَدَتِ النَّوْمَ .

    10- شاَهَدَتِ الْمُدَرِّساَتُ الْمَسْرَحِيَّةَ – ضَحِكَتِ الْمُدَرِّساَتُ كَثِيراً – ضَحِكَتِ الْمُدَرِّساَتُ كَثِيراً لَماَّ شاَهَدْنَ الْمَسْرَحِيَّةَ .

    11- إِذاَ أَذَّنَ الْمُؤَذِّنُ فَقَدْ وَجَبَتْ عَلَيْناَ أَنْ نُصَلِّيَ – إِذاَ قَرُبَ الْاِمْتِحاَنُ فَقَدْ وَجَبَ عَلَيْناَ أَنْ نَسْتَذْكِرَ.

    12- إِذاَ حَضَرَ الضَّيْفُ فَقَدْ وَجَبَتْ عَلَيْناَ أَنْ نُكْرِمَهُ – عِنْدَماَ ساَفَرَ الزَّوْجُ كاَنَتْ زَوْجَتُهُ حاَمِلاً.

    13- عِنْدَ وُقُوفِناَ فِي المِيناَءِ شاَهَدْناَ السُّفُنَ – عِنْدَماَ يُشاَهِدُ الْإِنْساَنُ هَيْأَتَهُ يَشْعُرُ نَحْوَهُ بِالْحُبِّ.

    14- عِنْدَماَ يَحْضُرُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ يَذْهَبُ إِلَى الصَّفِّ مُباَشَرَةً – عِنْدَماَ أَسْتَيْقِظُ فيِ الصَّباَحِ أَغْسِلُ وَجْهيِ جَيِّداً.

    15- عِنْدَماَ يَغْليِ الْماَءُ تَصْنَعُ أُميِ الشاَّيَ – إِلَى أَيْنَ تَذْهَبُ إِذاَ حاَنَ[9] الْفَجْرُ ؟ إِذاَ حاَنَ الْفَجْرُ أَذْهَبُ إِلَى الْمَسْجِدِ .

    16- إِلَى أَيْنَ تَذْهَبُ إِذاَ حَضَرَ الْأُسْتاَذُ؟ إِذاَ حَضَرَ الْأُسْتاَذُ أَذْهَبُ إِلَى الْمَكْتَبَةِ.

    17- إِلَى أَيْنَ تَذْهَبُ إِذاَ وَصَلَتِ الطاَّئِرَةُ ؟  إِذاَ وَصَلَتِ الطاَّئِرَةُ أَذْهَبُ إِلَى الْمَطاَرِ .

    18- عِنْدَماَ يَعُودُ التَّلاَمِيذُ إِلَى بُيُوتِهِمْ يَجْتَهِدُونَ فِي أَداَءِ الْواَجِبِ – عِنْدَماَ تَرْجِعُ الْأُمُّهاَتُ إِلَى بُيُوتِهِنَّ يَبْدَأْنَ فِي إِعْداَدِ الطَّعاَمِ .

    19- مَنْ يُعاَقِبُ التَّلاَمِيذَ إِذاَ لَمْ يَعْمَلُوا الْواَجِبَ ؟ اَلْمُعَلِّمُ يُعاَقِبُ التَّلاَمِيذَ إِذاَ لَمْ يَعْمَلُوا الْواَجِبَ.

    20- ماَذاَ يَفْعَلُ لَكَ الْمُعَلِّمُ عِنْدَماَ لاَ تَعْمَلُ الْواَجِبَ ؟ بِماَذاَ شَعَرْتَ عِنْدَماَ شاَهَدْتَ الْكَعْبَةَ؟

    21- إِذاَ كاَنَتِ الْبُيُوتُ راَحَةَ الْأَجْساَدِ فَإِنَّ الْمَساَجِدَ راَحَةُ الْقُلُوبِ – إِذاَ كاَنَتِ الْأَنْهاَرُ سَبَبَ الْحَياَةِ فَإِنَّ نَهْرَ النِّيلِ سَبَبُ الْحَضاَرَةِ .

    22- لَوْلاَ الْإِيماَنُ لَماَ انْتَصَرَ الْمُسْلِمُونَ – لَوْلاَ الْإِسْلاَمُ لَماَ انْتَشَرَ النُّورُ فِي الْعاَلَمِ .

    23- لَوْلاَ الصُّحُفُ لَماَ عَرَفْناَ الْأَخْباَرَ – لَوْلاَ النَّظاَّرَةُ لَماَ رَأَيْتُ الْمَنْظَرَ جَيِّداً .

    24- لَوْلاَ الْماَءُ ماَ عاَشَ عَلَى الْأَرْضِ حَيَواَنٌ أَوْ نَباَتٌ – عِنْدَماَ أَذْهَبُ إِلَى الْحَديِقَةِ أَتَناَوَلُ الْعَصيِرَ.

    Tercüme:

    1- Gezi aynı zamanda nasıl faydalı olur? Gezi öğrenci ondan yeni birşey öğrendiği zaman faydalı olur.

    2- Bizim işittiğimiz şeyleri duyduğun zaman niçin kızdığımızı bileceksin.(Diğeri aynı manadadır.)

    3- Çocuğu geziden döndüğü zaman anne saadet (mutluluk) hissetti. Mavi renkle boyadığım zaman odam güzel oldu.

    4- Fatıma imtihanda başardığı zaman büyük bir ödül kazandı. Okulun zili çaldığı zaman öğrenciler sınıfa girdi.

    5- Fâtıma başarınca babasından bir hediye elde etti. Misafir geldiği zaman ona tatlı takdim ettim.

    6- Otobüs gecikince trenle geldim.

    7- Kız geç döndü. Kız annesini uyur buldu. Kız geç (vakit) döndüğü zaman annesini uyur buldu.

    8- İki işçi müdürle karşılaştı. İki işçi sevindi. Müdürle karşılaşınca iki işçi sevindi.

    9- Anne uyumak istedi. Uyumak isteyince anne pencereyi kapattı.

    10- Öğretmenler tiyatroyu seyretti. Öğretmenler çok güldü. Tiyatroyu seyredince öğretmenler çok güldü.

    11- Müezzin ezanı okuduğu zaman namaz kılmak üzerimize vacip olur. İmtihan yaklaştığı zaman (dersleri) müzakere etmemiz gerekir.

    12- Misafir geldiği zaman ona ikram etmemiz gerekir. Koca sefere çıktığı zaman eşi hamileydi.

    13- Limanda duruşumuz esnasında gemileri gördük. İnsan onu (heyetini şeklini) gördüğü zaman ona karşı sevgi hisseder.

    14- Okula geldiği zaman doğruca sınıfa gider. Sabahleyin uyandığım zaman iyice yüzümü yıkarım.

    15- Su kaynayınca annem çay yapar. Fecr olduğu zaman nereye gidersin? Fecr (sabah namazı vakti) olunca mescide giderim.

    16- Hoca geldiği zaman nereye gidersin? Hoca geldiği zaman kütüphaneye giderim.

    17- Uçak geldiği zaman nereye gidersin? Uçak geldiği zaman hava alanına giderim.

    18- Öğrenciler evlerine döndükleri zaman ödevin edasına çalışırlar.Anneler evlerine döndükleri zaman yemeğin hazırlanmasına başlarlar.

    19- Ödev yapmadıkları zaman öğrencilere kim ceza verir? Ödev yapmadıkları zaman öğrencilere öğretmen ceza verir.

    20- Ödevi yapmadığın zaman öğretmen sana ne yapar? Kabe’yi gördüğün zaman ne hissettin?

    21- Evler bedenlerin rahatı ise muhakkak ki mescidler de kalplerin rahatıdır. Nehirler hayatın sebebi ise nil nehri de medeniyetin sebebidir.

    22- İman olmasaydı Müslümanlar galip gelemezdi. İslam olmasaydı nur (ışık) dünyada yayılmazdı.

    23- Gazeteler olmasaydı haberleri bilemezdim. Gözlük olmasaydı manzarayı iyice göremezdim.

    24- Su olmasaydı yeryüzünde hayvan veya bitki yaşamazdı. Bahçeye gittiğim zaman meyve suyu içerim.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    CEZMETMEYEN ŞART EDATLARI VE KONULARLA İLGİLİ AYETLER

    1- طَاعَةٌ وَقَوْلٌ مَعْرُوفٌ فَإِذَا عَزَمَ الْأَمْرُ فَلَوْ صَدَقُوا اللَّهَ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ .

    (47/MUHAMMED, 21). (Onların vazifesi) itaat ve güzel sözdür. İş ciddiye bindiği zaman Allah’a sadakat gösterselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.

    ciddileşmek

    عَزَمَ يَعْزِمُ عَزْماً

    itaat (cümlede; mübtedâsı mahzuf haberdir.)

    طَاعَةٌ

    2- قَالَ ادْخُلُوا فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ فِي النَّارِ كُلَّمَا دَخَلَتْ أُمَّةٌ لَعَنَتْ أُخْتَهَا …

    (7/A’RÂF, 38). (Allah) buyuracak ki: “Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin!” Her ümmet girdikçe yoldaşlarına lânet edecek…

    gelip geçmek

     خَلاَ يَخْلُو خُلُواًّ

    ümmet, topluluk

    أُمَّةٌ ج أُمَمٌ

    3- … أَ وَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ شَيْئاً وَلاَ يَهْتَدُونَ .

    (2/BAKARA, 170). ..Ya ataları bir şeye akıl erdirememiş, doğruyu da bulamamış idiyseler?

    hidayeti, hakikati bulmak

    اِهْتَدَى يَهْتَدِي اِهْتِداَءً

    4- كَلاَّ لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَقِينِ .

    (102/TEKÂSÜR, 5). Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız..

     

     

    5- … لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ .

    (9/TEVBE, 81). … Keşke anlasalardı!

    iyice anlamak

    فَقِهَ يَفْقَهُ فِقْهاً

    6- وَلَوْ نَشَاءُ لَجَعَلْنَا مِنْكُمْ مَلَائِكَةً فِي الْأَرْضِ يَخْلُفُونَ .

    (43/ZUHRUF, 60). Eğer dileseydik, içinizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler yaratırdık.

    yerine geçmek

    خَلَفَ يَخْلُفُ خِلاَفَةً

    7- … وَلَوْ شَاءَ اللّهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ إِنَّ اللَّه عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ .

    (2/BAKARA, 20). … Allah dileseydi elbette onların işitmelerini ve gözlerini giderirdi (sağır ve kör ederdi). Allah şüphesiz her şeye kadirdir.

    göz

    بَصَرٌ ج  أَبْصَارٌ

    giderdi

    ذَهَبَ  يَذْهَبُ بِ

    8- إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ .

    (8/ENFÂL, 2). Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve (yalnız) Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.

    kalpler, yürekler

    قُلُوبٌ

    titredi, korktu, ürperdi

    وَجِلَ  يَوْجَلُ وَجَلاً

    dayanıp güvendi

    تَوَكَّلَ يَتَوَكَّلُ

    okunduğu zaman

    إِذَا تُلِيَ  (تَلاَ يَتْلُو)

    9- وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ ماَ تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَآبَّةٍ وَلَكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إلَى أَجَلٍ مُسَمًّى فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ لاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ .

    (16/NAHL, 61). Eğer Allah, insanları zulümleri (sebebi)yle cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.

    ertelemek

    أَخَّرَ يُؤَخِّرُ

    isimlendirilmiş, takdir edilmiş

    مُسَمًّى

    cezalandırdı

    آخَذَ يُؤَاخِذُ

    geri kalmak

    اِسْتأْخَرَ يَسْتَأْخِرُ

    ileri geçmek

    اِسْتَقْدَمَ يَسْتَقْدِمُ

                     

    10- فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 37). Rabbi Meryem’i güzel bir kabulle kabul etti, onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya’yı da ona (onun bakımına) görevlendirdi. Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde onun yanında bir rızık bulurdu. ve “Ey Meryem, bu sana nereden (geliyor?)” der; (o da: ) “Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediği kimseye sayısız rızık verir” derdi.

    yetiştirmek

    أَنْبَتَ يُنْبِتُ

    kabul etti

    تَقَبَّلَ يَتَقَبَّلُ

    her ne zaman girerse

    كُلَّمَا دَخَلَ

    görevlendirdi

    كَفَّلَ يُكَفِّلُ

    rızık vermek

    رَزَقَ يَرْزُقُ

    nereden, nasıl

    أَنَّى

    hesabsız, sayısız

    بِغَيْرِ حِسَابٍ

             

    11- وَإِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ أَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ سَلاَمٌ عَلَيْكُمْ …

    (28/KASAS, 55). Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: “Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selâm olsun. …” derler.

    yüz çevirmek

    أَعْرَضَ يُعْرِضُ إِعْراَضاً عَنْ

    boş söz

    اَللَّغْوُ

    12- فَأَمَّا مَنْ ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ ¯ فَهُوَ فِي عِيشَةٍ رَاضِيَةٍ ¯ وَأَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ  ¯ فَأُمُّهُ هَاوِيَةٌ .

    (101/KÂRİA, 6-9). (O gün) tartısı (ameli) ağır gelen kimseye gelince, İşte o, razı olduğu (hoşnut edici) bir yaşamdadır. Tartısı (ameli ) hafif olan kimseye gelince, (İşte) onun anası (sığınacağı kucak) Hâviye’dir.

     

    ağır geldi

    ثَقُلَ يَثْقُلُ ثِقَلاً

    hafif olmak

    خَفَّ يَخِفُّ خَفاًّ

    tartı

    ميِزاَنٌ ج مَوَازِينُ

     

    hoşuna gitmek

    رَضِيَ يَرْضَى

    razı olan

    اَلراَّضِي ث راضِيَةٌ

    yaşayış, yaşam

    عِيشَةٌ

    razı olacağı bir yaşamda

    فِي عِيشَةٍ رَاضِيَةٍ

    Hâviye (cehennem tabakalarından biri)

    هَاوِيَةٌ

                           

    13- … فَلَمَّا جَاءَهُ الرَّسُولُ قَالَ ارْجِعْ إِلَى رَبِّكَ فَاسْأَلْهُ مَا بَالُ النِّسْوَةِ اللاَّتِي قَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ إِنَّ رَبِّي بِكَيْدِهِنَّ عَلِيمٌ .

    (12/YÛSUF, 50). …Elçi, (Yusuf’a) geldiği zaman (Yusuf) dedi ki: “Efendine dön ve ona: “Ellerini kesen o kadınların durumu neydi?” diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir.”

    ne haldedir, durumu nedir, manasına gelen edat

    مَا بَالُ..

    hile

    كَيْدٌ ج أَكِيدٌ

    efendi, sahip

    رَبٌّ

    kadınlar

    اَلنِّسْوَةُ

    kesti, parçaladı

    قَطَّعَ يُقَطِّعُ

    Kadınların hali nedir?

    مَا بَالُ النِّسْوَةِ؟

                 

    14- فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ .

    (23/MÜ’MİNÛN, 102). Artık kimlerin (sevap) tartıları ağır basarsa, işte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.

    kurtuluşa  eren

    اَلْمُفْلِحُ

    15- وَإِنْ كُلٌّ لَمَّا جَمِيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ.

    (36/YÂSÎN, 102). Elbette onların hepsi (kıyamet gününde) karşımızda hazır bulunacaklar.

     

    getirmek, bulundurmak, hazırlamak.

    أَحْضَرَ يُحْضِرُ

    Burada (مُحْضَرٌ) (hazır bulundurmak) anlamında yakında işlenecek olan mezîd fiilin ism-i mefulü durumundadır.

    16- وَإِنَّ كُلاًّ لَّمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ أَعْمَالَهُمْ إِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَبِيرٌ .

    (11/HÛD, 111). Şüphesiz Rabbin, onların her birinin amellerinin karşılığını onlara tam olarak verecektir. Çünkü Rabbin onların yapmakta olduklarından haberdardır.

    tamamen eda etmek / yerine getirmek. (sondaki şeddeli nun te’kîd içindir.)

    وَفَّى يُوَفِّي

     

  • Sayılar – 20 -100 1000 ve Sonrası Sayılar

     

    20 VE SONRASI SAYILAR

    Arapça’da sayıya adet (اَلْعَدَدُ), sayılana ma’dûd (اَلْمَعْدُودُ) dendiğini ve 1-20 arası sayılar ile özelliklerini daha önce görmüştük. Sayılar konusu Arapça’nın en çok kural taşıyan karmaşık konularından biridir. Ancak tekrar ve bol örnek sayesinde zihne yerleşir. İ’rab kaideleri zamanla unutulsa da yazılı metinlerde görülünce tekrar hatırlanır. Bu nedenle umutsuzluğa kapılmamalıdır. Şimdi de 20 sonrası sayılara ve ma’dûdlarına bakalım.

    20-100 ARASINDAKİ SAYILAR

    a) 20 den 99 un sonuna kadar olan sayılarda, sayılan isim (ma’dûd); müfred ve son harfi üstün tenvinlidir. Sayıların harekesi ise cümledeki ötre, üstün ve esre oluşlarına göre değişir. Nasb ve cer halinde “on”un katlarında vâv-nûn (ون), yâ-nûn (ين) haline gelir: (أَرْبَعُونَ =أَرْبَعِينَ) ( ثَلاَثُونَ =ثَلاَثِينَ)

           Müennes

                      Müzekker  

    إِحْدَى وَعِشْرُونَ امْرأَةً

    21 kadın

    وَاحِدٌ وَعِشْرُونَ بَاباً

    21 kapı

    اِثْنَتَانِ وَثلاثُونَ امْرأَةً

    22 kadın

    اِثْنَانِ وَثلاثُونَ باَباً

    32 kapı

    ثَلاَثٌ وَأَرْبَعُونَ امْرأَةً

    43 kadın

    ثَلاَثَةٌ وَأَرْبَعُونَ رَجُلاً

    43 adam

    أرْبَعٌ وَخَمْسُونَ بِنْتاً

    54 kız

    أَرْبَعَةٌ وَخَمْسُونَ وَلَداً

    54 çocuk

    خَمْسٌ وَ سِتُّونَ تِلْميِذَةً

    65 talebe

    خَمْسَةٌ وَسِتُّونَ تِلْمِيذاً

    65 talebe

    سِتٌ وَسَبْعُونَ لَيْلَةً

    76 gece

    سِتَّةٌ وَسَبْعُونَ نَهَاراً

    76 gün

    سَبْعٌ وَثَمَانُونَ مُعَلِّمَةً

    87 öğretmen

    سَبْعَةٌ وَثَمَانُونَ مُعَلِّماً

    87 öğretmen

    ثَمَانٍ وَتِسْعُونَ صُورَةً

    98 resim

    ثَمَانِيةٌ وَتِسْعُونَ دَفْتَراً

    98 defter

    تِسْعٌ وَتِسْعُونَ امْرَأةً

    99 kadın

    تِسْعَةٌ وَتِسْعُونَ رَجُلاً

    99 adam
               

    جَاءَتْ إِحْدَى وَعِشْروُنَ امْرَأَةً.

    21 kadın geldi. *Fâil*

    ذَهَبَ تِسْعَةٌ وَتِسْعُونَ رَجُلاً إِلىَ الْمَدْرَسَةِ.

    99 adam okula gitti. *Fâil*

    فَتَحْتُ وَاحِداً وَعِشْرِينَ بَاباً.

    21 kapı açtım. *Mef’ûl*

    رَأَيْنَا تِسْعاً وَتِسْعِينَ امْرأَةً فِي السُّوقِ.

    Çarşıda 99 kadın gördük. *Mef’ûl*

    b) 20 ile 100 arasındaki sonu sıfırlı olan onluk başlarında müzekkerlik-müenneslik aranmaz. Müzekker ve müennes için ortak olarak kullanılır. Ma’dûd gene üstün tenvinli ve tekildir. Onluk sayılara ukûd (اَلْعُقُودُ) sayılar denir.

    عِشْروُنَ

    20

    سِتُّونَ

    60

    ثَلاَثُونَ

    30

    سَبْعُونَ

    70

    أرْبَعُونَ

    40

    ثَمَانُونَ

    80

    خَمْسُونَ

    50

    تِسْعُونَ

    90

     

    Müennes

     

    Müzekker

     

    عِشْروُنَ لَيْلَةً

    20 gece

    عِشْروُنَ قَلَماً

    20 kalem

    أرْبَعُونَ صُورَةً

    40 resim

    ثَلاَثُونَ يَوْماً

    30 gün

    تِسْعُونَ هِرَّةً

    90 kedi

    خَمْسُونَ قَلَماً

    50 kalem

    سِتُّونَ غُرْفَةً

    60 oda

    سَبْعُونَ حِصَاناً

    70 at

    أَرْبَعُونَ امْرأَةً

    40 kadın

    تِسْعُونَ رَجُلاً

    90 adam

     

    Cer

    Nasb

    Ref’

    سَلَّمْتُ عَلَى أَرْبَعِينَ رَجُلاً.

    رَأَيْتُ أَرْبَعِينَ رَجُلاً.

    جاَءَ أَرْبَعُونَ رَجُلاً.

     

     

    ساَفَرَ سِتُّونَ طاَلِباً.

    60 öğrenci gitti (yolculuk yaptı).
     

    فِي الساَّعَةِ سِتُّونَ دَقِيقَةً.

    Saatte 60 dakika vardır.
     

    بَنَى الْمَدْرَسَةَ ثَماَنُونَ عاَمِلاً.

    Okulu 80 işçi bina etti (yaptı).
     

    وَصَلَتِ الْحاَفِلَةُ فِي عِشْرِينَ دَقِيقَةً.

    Otobüs 20 dakikada geldi.

    سَتَبْدَأُ الْعُطْلَةُ الصَّيْفِيَّةُ بَعْدَ عِشْرِينَ يَوْماً.

    Yaz tatili 20 gün sonra başlayacak.
         

     

    100 VE SONRASI SAYILAR

    مِائَةٌ (yüz) sayısı yazıldığı gibi okunmayan bir kelimedir.

    a) Yüzden sonra sayılan isimler bin ve sonrası da dahil olmak üzere müfredtir (tekildir) ancak muzafun ileyh durumunda olarak son harfi esre tenvinlidir.

    مِائَةُ حَطَبٍ

    Yüz odun  

    مِائَةُ سَمَكٍ

    Yüz balık  

    رَأَيْنَا مِائَةَ امْرأَةٍ.

    Yüz kadın gördük.  

    سَلَّمْنَا عَلَى مِائَةِ رَجُلٍ.

    Yüz adamı selâmladık.

    b)  مِائَتاَنِ – مِائَتَيْنِ sayısı madûd (sayılan şey) ile birlikte yazıldığında nûn harfi düşer.

    Ref Hali: مِائَتاَ طاَلِبٍ  ikiyüz öğrenci

    Nasb ve Cer Hali: يَوْمٍ مِائَتَيْ مُنْذُ ikiyüz günden beri

    c) Yüz’ün katları iki sayının birleşmesinden oluşur. Yüz ve bin’in katlarında da müzekkerlik ve müenneslik yoktur. Hem müzekker hem müennes için ortak kullanılır.

    ثَلاَثُمِائَةِ طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    مِائَتاَ طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    مِائَتَيْ طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    مِائَةُ طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    300 öğrenci

    200 öğrenci[1]

    100 öğrenci

    سِتُّمِائَةِ طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    خَمْسُمِائَةِ طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    أَرْبَعُمِائَةِ طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    600 öğrenci

    500 öğrenci

    400 öğrenci

    تِسْعُمِائَةِ طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    ثَماَنِمِائَةِ طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    سَبْعُمِائَةِ طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    900 öğrenci

    800 öğrenci

    700 öğrenci

    İ’râbı (harekesi) birinci sayının sonunda görülür. İkinci sayı daima mecrûr olur:

    قُطِعَ سَبْعُمِائَةِ شَجَرَةٍ فِي الْحَدِيقَةِ.

    Bahçedeki 700 ağaç kesildi.

    رَأَيْتُ سَبْعَمِائَةِ شَجَرَةٍ فِي الْحَدِيقَةِ.

    Bahçede 700 ağaç gördüm.

    عَلَى خَمْسِمِائَةِ رَجُلٍ سَلَّمْتُ.

    500 adama selâm verdim.

    d) 25, 115, 675.. gibi sayılar birbirlerine atıf harfi olan vâv’la bağlandıkları için bunlara ma’tûf (اَلْمَعْطُوفُ) sayılar denir.

    سِتُّمِائَةٍ وَ خَمْسَةٌ وَ سَبْعُونَ

    675

    خَمْسَةٌ وَ عِشْرُونَ

    25

     

     

     

     

    تِسْعُمِائَةٍ وَ سِتَّةٌ وَ تِسْعُونَ

    996

    مِائَةٌ وَ خَمْسَة عَشَرَ

    115

    Sayılan şeyin durumu ise son sayıya göredir:

    مِائَةٌ وَ خَمْسَةُ أَقْلاَمٍ

    105 kalem

    سَبْعُمِائَةٍ وَ ثَلاَثَةَ عَشَرَ قَلَماً

    713 kalem[2]

    تِسْعُمِائَةٍ وَ أَرْبَعَةٌ وَ خَمْسُونَ قَلَماً

    954 kalem

    BİNLER BASAMAĞI

    أَلْفٌ kelimesi ma’dûd olduğunda مِائَةُ sayısından farklı olarak ma’dûd kurallarına uyar. 3-10 sayılarının ma’dûdu olduğunda آلاَفٌ (nadir olarak  أُلُوفٌ ), 11-99 arasındaki sayılarda أَلْفاً, yüzler basamağındaki sayılardan sonra da أَلْفٍ şeklinde gelir.

    أَلْفاَنِ – أَلْفَيْنِ

    iki bin

    أَلْفٌ

    bin

    خَمْسَةُ آلافٍ

    beşbin

    ثَلاَثَةُ آلاَفٍ

    üç bin

    خَمْسُمِائَةِ أَلْفٍ

    500 bin

    خَمْسُونَ أَلْفاً

    50 bin

    أَلْفٌ (bin) sayısından sonraki ma’dûd aynı مِائَةٌ (yüz) sayısından sonra gelen ma’dûd gibi müfred nekre ve mecrûrdur.

    أَلْفُ سَنَةٍ “bin yıl”

    قَبْلَ أَلْفِ عاَمٍ “bin yıl önce”

    *Ayrıntı arzu edenlere de aynen yüz sayısı ve sonrasında olduğu gibi şu bilgiler sunulabilir:

    ثَلاَثَةُ آلاَفِ طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    أَلْفاَ طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    أَلْفُ طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    3 bin öğrenci

    2 bin öğrenci

    Bin öğrenci

    عَشْرَةُ آلاَفِ طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    ثَماَنِيَةُ آلاَفِ طاَلِبٍ(طاَلِبَةٍ)

    أَرْبَعَةُ آلاَفِ طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    10 bin öğrenci

    8 bin öğrenci

    4 bin öğrenci

    تِسْعُونَ أَلْفَ طاَلِبٍ(طاَلِبَةٍ)

    خَمْسُونَ أَلْفَ طاَلِبٍ(طاَلِبَةٍ)

    عِشْرُونَ أَلْفَ طاَلِبٍ(طاَلِبَةٍ)

    90 bin öğrenci

    50 bin öğrenci

    20 bin öğrenci

    ثَلاَثُمِائَةِ أَلْفِ طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    مِائَتاَ أَلْفِ طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    مِائَةُ أَلْفِ طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    300 bin öğrenci

    200 bin öğrenci

    100 bin öğrenci

    مِلْياَرُ (مِلْياَراَتُ) طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    أَلْفُ أَلْفِ ( مَلْيُونُ ج مَلاَيِينُ ) طاَلِبٍ (طاَلِبَةٍ)

    Bir milyar öğrenci

    Bir milyon öğrenci

           

      

    Binler hanesinin ma’tûf şekli:

    أَلْفٌ وَ تِسْعُمِائَةٍ وَ تِسْعَةٌ وَ ثَماَنُونَ

    1989 (١٩٨٩)

    أَلْفٌ وَ تِسْعُمِائَةٍ وَ أَرْبَعَةٌ وَ سِتُّونَ

    1964[3] (١٩٦٤)

    ثَلاَثَةُ آلاَفٍ وَ خَمْسُمِائَةٍ وَثَلاَثَةٌ وَ أَرْبَعُونَ طاَلِباً

    3543 (٣٥٤٣)

    عَشْرَةُ آلاَفٍ وَ خَمْسُمِائَةٍ وَثَلاَثٌ وَ أَرْبَعُونَ طاَلِبَةً

    10.543 (١٠٥٤٣)

    Binli ifadeler bazen “min (mini’l-beyâniye-açıklama harfi)” kullanılarak yapılır:

    ثَلاَثَةُ آلاَفٍ مِنَ الْمَلاَئِكَةِ

    üçbin melek

    عَشْرَةُ آلاَفٍ مِنَ الْمُجاَهِدِينَ

    onbin mücâhid

    Rakamların Yazılışı:

    ١ 1 ٢ 2 ٣ 3
    ٤ 4 ٥ 5 ٦ 6
    ٧ 7 ٨ 8 ٩ 9
    ١٠ 10 ١١ 11 ١٨ 18
    ١٠٠ 100 ١٢٣ 123 ١٠٠٠ 1000
    ١٩٨٩ 1989 ٤٥٨ 458    

    *** Şimdiye kadar geçen sayılarla ilgili önemli özet bilginin ayetlerle örneklemesi şudur:

    a) 1 ve 2 sayıları sayılanın sıfatı olur ve sayılandan sonra gelir:

    يَوْمٌ واَحِدٌ

    bir gün

    يَوْماَنِ اثْناَنِ

    iki gün

    وَإِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ.

    İlâhınız bir tek ilahtır (Bakara, 163) .

    هُوَ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ واَحِدَةٍ.

    O, sizi tek bir candan yaratandır (A’râf, 189) .
             

    b) 3-10 arasındaki sayıların ma’dûdu cemi, kesre tenvinli olup cinsiyet olarak tam tersinedir:

    أَرْبَعَةُ أَياَّمٍ

    dört gün

    أَرْبَعُ لَياَلٍ

    dört gece

    قَالَ آيَتُكَ أَلاَّ تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلاَثَةَ أَيَّامٍ.

    “Senin için işaret, insanlara üç gün, söz söylememendir” dedi (Âl-i İmrân, 41).

    آيَتُكَ أَلاَّ تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلاَثَ لَيَالٍ سَوِيًّا.

    Sana işaret, sapasağlam olduğun halde üç gece insanlarla konuşamamandır (Meryem, 10).

     

    c) 11-99 arasındaki sayıların ma’dûdu müfred fetha tenvinli olur:

     

    خَمْسَةَ عَشَرَ يَوْماً

    onbeş gün  
     

    خَمْسَةٌ وَ عِشْرُونَ يَوْماً

    yirmibeş gün  
     

    إِذْ قَالَ يُوسُفُ لِأَبِيهِ يَا أَبتِ إِنِّي رَأَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ كَوْكَبًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَأَيْتُهُمْ لِي سَاجِدِينَ.

    Bir zamanlar Yusuf babasına demişti ki: Babacığım! Ben rüyamda onbir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm (Yusuf, 4).

     

    إِنَّ عِدَّةَ الشُّهُورِ عِنْدَ اللّهِ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا.

    Allah katında ayların sayısı on ikidir..(Tevbe, 36)

     

    فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناً.

    Derhal (taştan) on iki kaynak fışkırdı (Bakara, 60).

     

    وَوَاعَدْنَا مُوسَى ثَلاَثِينَ لَيْلَةً وَأَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ مِيقَاتُ رَبِّهِ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً.

    Mûsâ’ya otuz gece vade verdik ve ona on gece daha ilave ettik; böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceyi buldu (A’râf, 142).

     

    إِنَّ هَذَا أَخِي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً.

    Bu, kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var.. (Sâd, 23)

    وَاخْتَارَ مُوسَى قَوْمَهُ سَبْعِينَ رَجُلاً لِّمِيقَاتِنَا.

    Musa tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti (A’râf, 155).

     
             

    d) 100 ve 1000 sayıları ile katlarının ma’dûdu müfred kesre tenvinli olur:

    مِائَةُ يَوْمٍ

    yüz gün

    سَبْعَةُ آلاَفِ يَوْمٍ

    yedibin gün  

    مَثَلُ الَّذِينَ يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ أَنبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فِي كُلِّ سُنبُلَةٍ مِئَةُ حَبَّةٍ.

    Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır (Bakara, 261).

    وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ فَلَبِثَ فِيهِمْ أَلْفَ سَنَةٍ إِلاَّ خَمْسِينَ عاَماً.

    Andolsun ki biz Nuh’u kendi kavmine gönderdik de o bin yıldan elli yıl eksik bir süre onların arasında kaldı (Ankebût, 14) .

  • Vasıl Hemzesi

     

    Vasıl Hemzesi

    Belirtme takısı olan harf-i tarif yani اَلْ takısının hemzesi söz başlarında okunur.  Örnek:

    اَلْوَلَدُ   ذَهَبَ. (el-veledü zehebe) Çocuk gitti.

    Bu cümlede fâil başta geldiğinden اَلْ takısı olduğu gibi okunmuştur. Aynı اَلْ takısı söz arasında gelirse elifi, yazıldığı halde okunmaz. Geçişte yazıldığı halde okunmayan bu hemzeye hemze-i vasıl denir.

    ذَهَبَ الْوَلَدُ.        (zehebel veledu)

    Çocuk gitti.

    Kelime başındaki vasıl hemzesinin elifinin üzerine (أ ء) işareti konmaz. Yani (أَ إِ أُ) şeklinde değil (اَ اِ اُ) şeklinde yazılır (اَلتِّلْمِيذُ – اَلْوَلَدُ)  gibi.

    Bu konuyla ilgili kaideleri şöyle özetleyebiliriz:

    1) a- Vasıl hemzesiyle başlayan kelimeden önce, yaniاَلْ  takısından önce (üstün, esre, ötre şeklinde) hareke varsa geçişte اَلْ takısının hemzesi (أَ) harekelenmez. Harekeden sonra gelen elif lâm’lı (harf-i tarifli) kelime, kamerî harflerden biriyle başlıyorsa doğrudan evvelki kelimenin harekesiyle lâm’a (لْ) cezim verilir. Örnek:

    ذَهَبَ الْوَلَدُ.        

    (zehebel veledu) Çocuk gitti.

    ضَرَبْتُ  الْوَلَدَ. 

    (darabtü’lvelede) Çocuğu dövdüm.

    أَخَذْتُ   الْقَلَمَ.

    (ehaztü’l-kaleme) Kalemi aldım.
     

    شَرِبْتَ الْمَاءَ.

    Suyu içtin.  
     

    دَخَلَ الْبَيْتَ.

    Eve girdi.  
     

    حَضَرَ الْعَمُّ.

    Amca geldi.  
               

    b- Harekeden sonra gelen elif lâm’lı (harf-i tarifli) kelime, şemsî harflerden biriyle başlıyorsa doğrudan önceki kelimenin harekesiyle şemsi harf şeddelenir. Harf-i tarif yazılı olduğu halde okunmaz. Örnek:

    أَخَذْتُ الدَّفْتَرَ.

    (Ehaztü’d-deftera) Defteri aldım.

    شَرِبْتَ الزَّمْزَمَ.

    (Şeribte’z-zemzeme) Zemzemi içtin.

    دَخَلَ الدُّكاَّنَ.

    (Dehale’d-dükkâne) Dükkana girdi.

    حَضَرَ الطَّعاَمُ.

    (Hadara’t-taâmü) Yemek geldi.

    2) Vasıl hemzesiyle başlayan kelimelere kendilerinden önce sonu sâkin (cezimli) bir kelime birleştirilirken esre ile geçiş yapılır.

    İlk harf-i kamerî olan bir kelimede geçiş:

    كَتَبَتِ الْبِنْتُ الدَّرْسَ. (Ketebeti’l-bintu’d-derse) Kız dersi yazdı.

    İlk harfi şemsî olan bir kelimede geçiş:

    كَتَبَتِ الدَّرْسَ. (Ketebeti’d-derse) (Kız) dersi yazdı.

    Ancak  تُمْ zamirinde geçiş ötre ile yapılır ve bu kaideden hariçtir:

    كَتَبْتُمُ الدَّرْسَ. (Ketebtümü’d-derse) Dersi yazdınız (müz.).
    سَمِعْتُمُ الْخَبَرَ. (Semi’tümü’l-habera) Haberi işittiniz (müz.).

      

    3) Harf-i tariften önce tenvinli (nekre) bir kelime yer alırsa geçiş, tenvinin nûnuna esre vermek suretiyle gerçekleşir:

    كَتَبَ خاَلِدٌ الدَّرْسَ.

    (Ketebe Hâlidünidderse) Halit dersi yazdı.

    قَرَأَ عاَدِلٌ الْكِتاَبَ.

    (Karae Âdilünilkitabe) Âdil kitabı okudu.
  • Fiili Muzari Nefy-i İstikbal

     

    NEFY-İ   İSTİKBAL

    (GENİŞ ve GELECEK  ZAMANIN  OLUMSUZU   لاَ )

    Hem şimdiki hem de geniş zamanın olumsuzunu yapmak için muzâri fiilin başına لاَ getirilir. En çok kullanılan olumsuzluk edatı budur.

    يَشْرَبُ

    içer

    لاَ يَشْرَبُ

    içmez, içmiyor, içmeyecek  

    يَكْتُبُ

    yazar

    لاَ يَكْتُبُ

    yazmaz,yazmıyor, yazmayacak

    أَذهَبُ

    gidiyorum

    لاَ أَذْهَبُ

    gitmem, gitmiyorum, gitmeyeceğim

    Cümle Örnekleri:

    1- لاَ أَعْرِفُ ماَذاَ كَتَبْتُ- لِماَذاَ لاَ نَذْهَبُ إِلَى حَديِقَةٍ ؟

    2- لِماَذاَ لاَ نَذْهَبُ إِلَى مَلْعَبٍ ؟- لِماَذاَ لاَ نَذْهَبُ إِلَى الْغُرْفَةِ ؟

    3- لِماَذاَ لاَ نَذْهَبُ إِلَى مَسْبَحٍ – لِماَذاَ لاَ نَذْهَبُ إِلَى الْبَيْتِ؟

    4- هَلْ تَدْخُلُ الْأُخْتاَنِ الْمُتْحَفَ هَذاَ الْمَساَءَ؟ لاَ ، اَلْأُخْتاَنِ لاَ تَدْخُلاَنِ الْمُتْحَفَ هَذاَ الْمَساَءَ.

    5- هَلْ يَلْبَسُ الْأَوْلاَدُ مَلاَبِسَهُمْ ؟ لاَ ، هُمْ لاَ يَلْبَسُونَهاَ قَبْلَ الْعِيدِ.

    6- هَلْ يَكْتُبُ الصَّحَفِياَّنِ الْقِصَّةَ فِي الْمَجَلَّةِ ؟ لاَ، اَلصَّحَفِياَّنِ لاَ يَكْتُباَنِهاَ فِيهاَ.

    7- هَلْ يُوَزِّعُ الْمُدِيراَنِ الْجَواَئِزَ يَوْمَ الْخَمِيسِ ؟ لاَ ، اَلْمُدِيراَنِ لاَ يُوَزِّعاَنِهاَ يَوْمَ الْخَمِيسِ.

    8- هَلْ تَدْخُلُ التِّلْمِيذاَتُ الصَّفَّ ؟ لاَ ، هُنَّ لاَ يَدْخُلْنَ الصَّفَّ.

    9- لاََ أَقْرَأُ الدَّرْسَ فيِ الْحَديِقَةِ – أَنْتُماَ لاَ تَعْمَلاَنِ  واَجِبَكُماَ.

    10- أَنْتَ لاَ تَعْرِفُ أَحْمَدَ – هِيَ لاَ تَبْحَثُ عَنِ الْمَطْعَمِ.

    Tercüme:

    1- Ne yazdığımı bilmiyorum. Niçin bir bahçeye gitmiyoruz?

    2- Niçin bir oyun sahasına gitmiyoruz? Niçin odaya gitmiyoruz?

    3- Niçin bir havuza gitmiyoruz? Niçin eve gitmiyoruz?

    4- İki kızkardeş bu akşam müzeye giriyor mu? Hayır, iki kızkardeş bu akşam müzeye girmiyor.

    5- Çocuklar elbiselerini giyerler mi? Hayır, onlar onu bayramdan önce giymezler.

    6- İki gazeteci hikayeyi dergide yazar mı? Hayır, iki gazeteci onu orada yazmaz.

    7- İki müdür ödülleri perşembe günü dağıtır mı? Hayır, iki müdür onları perşembe günü dağıtmaz.

    8- Kız öğrenciler sınıfa giriyor mu? Hayır, onlar sınıfa girmiyor.

    9- Dersi bahçede okumuyorum. İkiniz ödevinizi yapmıyorsunuz

    10- Sen Ahmed’i tanımıyorsun. O (müe.) lokantayı aramıyor.

     

    KONULARLA İLGİLİ AYETLER


    1- وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُداَنِ.

    (55/RAHMÂN 6). Yıldızlar ve ağaçlar secde ederler.
    النَّجْمُ

    yıldız (cins cemi isim) / bitkiler

    اَلشَّجَرُ

    ağaç (cinsi)

    سَجَدَ  يَسْجُدُ

    secde etti, itaat ve inkiyad etti

    2- يَخْرُجُ مِنْهُماَ اللُّؤْلُؤُ وَالْمَرْجاَنُ.

    (55/RAHMÂN 22). İkisinden inci ve mercan çıkar.

    خَرَجَ  يَخْرُجُ خُرُوجاً

    çıktı

    اَللُّؤْلُؤُ

    inci

    اَلْمَرْجاَنُ

    mercan

    3- ياَ عِباَدِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَ لآ أَنْتُمْ تَحْزَنُونَ.

    (43/ZUHRUF 68). Ey kullarım! Bugün size korku yoktur. Sizler üzülmeyeceksiniz de.

    عَبْدٌ ج عِباَدٌ

    kul

    حَزِنَ -َ

    üzüldü, mahzun oldu

    خَوْفٌ

    korku, korkma([14])

    Bu cümlede (ياَ) harfu nidâ, nidâ harfinden sonra gelen isim (عِباَدِ) münâdâ (nidâ edilen), (لاَ) leyse (yok, değil) manasında nefy (olumsuzluk) harfidir.  İkinci cümledeki (لآ) nefy (olumsuzluk) harfi, (أَنْتُمْ) munfasıl zamir olarak mahallen merfû mübtedâ, (تَحْزَنُونَ) fiil cümlesi olarak haberdir.

    4- أَمْ يَحْسَبُونَ أَناَّ لاَ نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَ نَجْواَهُمْ بَلَى وَرُسُلُناَ لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ.

    (43/ZUHRUF 80). Yoksa onlar, bizim kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmiyor olduğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, öyle değil; yanlarındaki elçilerimiz (hafaza melekleri) yazmaktadırlar.
     

     

     

    حَسِبَ يَحْسَبُ

    zannetti, var saydı

    أَمْ

    yoksa (atıf harfi)

    سَمِعَ يَسْمَعُ سَمْعاً سَماَعاً

    işitti, duydu

    اَلسِّرُّ

    sır, gizlilik

    اَلنَّجْوَى

    fısıldama, sır verme, fısıltı, fısıldayanlar, birbirine sır verenler (elifi maksûre zamirle birleşirken uzun elif şeklinde yazılır).

    أَناَّ

     (ناَ) + (أَنَّ)  gerçekten biz

    (إِنَّ) te’kîd edatı başta yazılınca hemzesi esre, ortada yazılınca hemzesi üstün olur. Ortada bulunan (أَنَّ) ..diği, ..dığı ..eceği, acağı..manasını verir. Beraberinde bulunduğu cümleyle temel cümleye bağlanır. Burada “bizim kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmiyor olduğumuzu” yan cümleciği “sanıyorlar” temel cümlesine bağlanmaktadır.

    اَلرَّسُولُ ج رُسُلٌ

    gönderilen elçi

    لَدَيْهِمْ

    yanlarında

    لَدَى

    (zarf): yanında, katında, huzurunda

    5- وَ لَقَدْ مَكَّناَّكُمْ فِي الْأَرْضِ وَ جَعَلْناَ لَكُمْ فِيهاَ مَعاَيِشَ قَلِيلاً ماَ تَشْكُرُونَ.

    (7/A’RÂF  10). Doğrusu biz sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim vasıtaları verdik. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!

    مَكَّنَ يُمَكِّنُ تَمْكِيناً

    yerleştirdi, sağlamlaştırdı, imkan (tasarruf hakkı ve kudret) verdi

    جَعَلَ يَجْعَلُ جَعْلاً

    yarattı, icad etti

    قَلِيلاً ماَ

    ne kadar az (tâbir)

    شَكَرَ يَشْكُرُ شُكْراَناً

    şükretti

    اَلْمَعاَشُ ج اَلْمَعاَيِشُ

    geçim kaynağı, geçim sağlama vakti, geçim temin etme yeri

    6- …وَ أَنْصَحُ لَكُمْ..

    (7/A’RÂF, 62) . Ben size nasihat ediyorum

    نَصَحَ يَنْصَحُ نُصْحاً

    nasihat etti, öğüt verdi, iyiliğini istedi.

    خُلِقَتْ.

    كَيْفَ إِلَى الْإِبِلِ يَنْظُرُونَ

    فَلاَ

    7- أَ

    Fiil-i mâzî meçhûl

     

    İsmu istifham

    Câr – mecrûr

    Muzâri fiil

    (فَ) harfu atıf

    Harfu istifham
    Nâibu fâili müstetir zamir (هِيَ)    

    (لاَ) harfu nefy

     
                         

    (88/GAŞİYE 17). (İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, bakmazlar mı?

    نَظَرَ يَنْظُرُ نَظْراً

    baktı, gördü

    اَلْإِبِلُ

    deve (cinsi),develer

    خَلَقَ يَخْلُقُ خَلْقاً

    yarattı

    خُلِقَتْ

    yaratıldı (Mâzî meçhûlün nâib-i fâili dişi deve olduğu için müennes sigası kullanılmış) (yan cümlecikler temel cümleye ..diği..dığı şeklinde bağlanır)

    8- وَ إِلَى السَّماَءِ كَيْفَ رُفِعَتْ.

    (88/GAŞİYE, 18). Göğe ( bakmıyorlar mı) nasıl yükseltilmiş?

    رَفَعَ  يَرْفَعُ  رَفْعاً

    yükseltti, kaldırdı. (Manaya dikkat çekmek için devrik cümle yapılarak harfi cer fiilden önceye alınmış).

    كَيْفَ رُفِعَتْ

    (Ortada geldiği için) “nasıl yükseltildiğine” şeklinde çevrilebilir. (السَّماَءُ) (gök) kelimesi semâî müennes olduğu için  mâzî meçhûl (رُفِعَتْ) gelmiş.

    9- وَ إِلَى الْجِباَلِ كَيْفَ نُصِبَتْ.

    (88/GAŞİYE 19). Dağlara nasıl dikildi(ğine, bakmazlar mı?)

    اَلْجَبَلُ ج اَلْجِباَلُ

    dağ

    نَصَبَ  يَنْصِبُ  نَصْباً

    dikti

    10- وَ إِلَى الْأَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ.

    (88/GAŞİYE 20). Yeryüzüne nasıl yayıldı(ğına bir bakmazlar mı?)

    سَطَحَ يَسْطَحُ سَطْحاً

    açtı, döşedi, serdi, hazırladı, düzledi.

    11- وَ إِذاَ قُرِئَ عَلَيْهِمُ الْقُرْآنُ لاَ يَسْجُدُونَ.

    (84/İNŞİKAK 21). Onlar kendilerine Kur’ân okununca secde de etmezler.(Secde ayeti)

    إِذاَ

    …dığı zaman, ..ınca (zaman zarfı)

    قَرَأَ يَقْرَأُ قِراَءَةً قُرْآناً

    okudu (2 masdarlı fiil)

    اَلْقُرْآنُ

    Kur’ân-ı Kerîm, (masdar olarak; okumak, okuma, okunuş) (mecâzen namaz).

    سَجَدَ يَسْجُدُ سُجُوداً

    secde etti, eğildi, boyun eğdi, bağlandı.

    12- وَ نُفِخَ فِي الصُّورِ فَإِذاَ هُمْ مِنَ الْأَجْداَثِ إِلَى رَبِّهِمْ يَنْسِلُونَ.

    (36/YÂSÎN 51). (Nihayet) Sûr’a üfürülür. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden (kalkıp koşarak) Rablerine giderler.

    نَفَخَ  يَنْفُخُ نَفْخاً

    üfledi

    اَلصُّورُ

    sur

    نَسَلَ يَنْسِلُ نَسْلاً

    koştu, akın etti

    فَإِذاَ هُمْ

    bir de bakmışsın onlar, işte bunun üzerine onlar..

    جَدَثٌ ج أَجْداَثٌ

    kabir

    13- لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلَى أَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ.

    (36/YÂSÎN 7). Andolsun ki onların çoğunun üzerine (gafletlerinin cezası) hak oldu. Çünkü onlar iman etmiyorlar.

    لَقَدْ

    gerçekten, hakikaten

    حَقَّ  يَحِقُّ حَقاًّ

    hak oldu, gerçek oldu, hak etti

    الْقَوْلُ

    söz (azab sözü)

    عَلَى أَكْثَرِهِمْ

    çoğunun üzerine

    آمَنَ  يُؤْمِنُ  إِيماَناً

    iman etti, inandı

    14- …وَ كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ.

    (36/YÂSÎN 40). Her biri bir yörüngede yüzer.

    كُلٌّ

    herbiri, hepsi

    سَبَحَ يَسْبَحُ سَبْحاً

    yüzdü

    فَلَكٌ

    boşluk, yörünge

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    يَأْكُلوُنَ.

    وَمِنْهاَ

    رَكوُبُهُمْ

    فَمِنْهاَ

    لَهُمْ

    ذَلَّلْناَهاَ

    15- وَ

    Fiil-i muzâri

    Câr-mecrûr (وَ) atıf harfi

    Mübt.muahhar

    Hab. mukaddem

    (mahallen merfû)

    Câr-mecrûr

            Fiil+fâil+mef’ûl     Atıf h.

    (هاَ) muttasıl zamir mefulün bih mahallen mansûb

     
                     

    (36/YÂSÎN 72). (Bu hayvanları) onlar için boyun eğdirdik. Onların bir kısmından binekleri (vardır), bir kısmından da yerler.

    ذَلَّلَ  يُذَلِّلُ تَذْليِلاً

    boyun eğdirdi, emrine verdi, zelil kıldı.

    اَلرَّكوُبُ

    binek

      أَجْرٍ. مِنْ عَلَيْهِ أَسْأَلُكُمْ

    16- وَماَ

                   Mef’ûlün b.

    (lafzan mecrûr, mahallen mansûb)

    Zâid harfi cer

    Câr-mecrûr

    Fill+fâil+mef’ûl

    Harfu nefy Atıf h.

                 

     (26/ŞUARÂ 127). Buna karşı (bunun üzerine) sizden hiçbir ücret istemiyorum..

    17-…وَلاَ أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلاَ أَقوُلُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ.

    (6/EN’ÂM 50). ..Ben gaybı bilmem. Size, ben bir meleğim demiyorum…

    قاَلَ  يَقُولُ  لِ

    birine dedi, söyledi

    لاَ أَقوُلُ لَكُمْ

    size demiyorum

    18-…أَ فَلاَ يَعْقِلوُنَ.

    (36/YÂSÎN 68).. Hiç akıl etmiyorlar mı?

    عَقَلَ يَعْقِلُ عَقْلاً

    akıl erdirdi, akıllandı, akıl etti

    أَ فَلاَ

    hiç, hâlâ …mı?

    19- أَلاَ إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَكِنْ لاَ يَشْعُروُنَ.

    (2/BAKARA 12). Dikkat edin, muhakkak ki onlar bozgunculardır, fakat anlamazlar.

    أَلاَ

    dikkat edin (tenbih edatı; dikkat çekilmek istenen hususta tabir olarak kullanılır)

    مُفْسِدٌ

    ifsat eden, bozan, bozguncu, fesatçı

    لَكِنْ

    fakat

    شَعَرَ  يَشْعُرُ

    anladı, hissetti

    20- أَلاَ إِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهاَءُ وَلَكِنْ لاَ يَعْلَمُونَ.

    (2/BAKARA 13). ..Dikkat edin, muhakkak ki onlar sefihlerdir fakat bunu akıl etmezler.

    السُّفَهاَءُ اَلسَّفِيهُ ج

    beyinsiz, akılsız, aklını kullanmayan, düşük akıllı.

    21- … كَمْ أَهْلَكْناَ قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ أَنَّهُمْ إِلَيْهِمْ لاَ يَرْجِعُونَ.

    (36/YÂSÎN 31). (Müşrikler görmüyorlar mı ki, ) onlardan önce nice kavimler helâk ettik. Onlar kendilerine dönmezler.

    كَمْ .. مِنْ

    nice, kaç (sayıdan kinâye olan bu (كَمْ)e “Kem’il haberiyye” denir.

    أَهْلَكَ يُهْلِكُ إِهْلاَكاً

    helak etti

    قَبْلَهُمْ

    onlardan önce (muttasıl zamire birleşmiş zaman zarfı)

    اَلْقَرْنُ ج اَلْقُرُونُ

    nesil, aynı zamanın insanları

    رَجَعَ يَرْجِعُ

    döndü

    Burada (أَنَّ) ye birleşen (هُمْ) zamiri mahallen mansûb olarak (أَنَّ)nin ismi (..لاَ يَرْجِعُونَ) (أَنَّ)nin haberidir.

    22- أَفَلاَ يَشْكُروُنَ

    (36/YÂSÎN 35).. Hâla şükretmeyecekler mi?

    23- يَوْمَ لاَ تَمْلِكُ نَفْسٌ لِنَفْسٍ شَيْئاً وَالْأَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلَّهِ.

    (82/İNFİTÂR 19). O gün hiçbir kimse başkası için birşey yapmaya sahip değildir (hiçbirşey yapamaz.) O gün iş Allah’a aittir.

    مَلَكَ يَمْلِكُ

    sahip olmak, hüküm ve söz sahibi olmak

    نَفْسٌ

    nefis, can, ruh, kendi (semâî müennes)

    الْأَمْرُ

    iş, emir (burada mübtedâ)

    يَوْمَ

    o gün (mansûb zaman zarfı)

    يَوْمَئِذٍ

    o gün (daima mecrûrdur)

                 
  • Fatiha Suresinin İrabı

     

    أَعُوذُ باللَّهِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ

    Koğulmuş şeytandan Allah’a sığınırım.

    بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

    Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

    سورة الفاتحة (1)

    (FÂTİHA SURESİ)

    بِسْمِ                     اللَّهِ        الرَّحْمنِ         الرَّحِيمِ {1/1}

      II. sıfat

    sıfat

    muzâfun ileyh

    mevsûf

    câr-mecrûr

    mukaddem mef’ûlün b.[1]

    (اسم) muzâf

    1. Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (başlarım).

    {1/4} الدِّينِ يَوْمِ مَالِكِ {1/3} الرَّحِيمِ اَلرَّحْمَنِ {1/2} الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلَّهِ اَلْحَمْدُ

    muzâfun i.

    muzâfun i.

    muzâf

    IV.sıfat

    muzâf

    III. sıfat II. sıfat   muzâfun i. sıfat Haber

    mevsûf

    Mübt.
                                   

    2. 3. 4. Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. O, rahmândır (çok merhametli) ve rahîmdir (çok acıyandır). Ceza gününün mâlikidir.

    ceza (yapılan amelin karşılığı)/itaat, inkiyad, bağlılık/şeriat, din

    اَلدِّينُ

    sahib olmak, zaptetmek, gücü yetmek

    مَلَكَ يَمْلِكُ مِلْكاً

    {1/5}

    نَسْتَعِينُ

    إِيَّاكَ

    وَ

    نَعْبُدُ

    إِيَّاكَ

     

    fiili muzari

    fâili müstetir  zam. (نَحْنُ)

    munfasıl zamir mukaddem mef’ûl b.

    Atıf h.

    fiili muzari

    fâili müstetir  zam. (نَحْنُ)

    munfasıl zamir mukaddem meful b
                     

    5. (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım isteriz.

    yardım istedi, yardım talep etti

    إِسْتَعاَنَ يَسْتَعِينُ إِسْتِعاَنَةً

     

    اِهْدِنَا

    الصِّرَاطَ

    الْمُسْتَقِيمَ

    {1/6}

    I. meful Fiili emr

    II. mef’ûl

    sıfat

     

    Fâili  müstetir z. (أَنْتَ)/ (ناَ)muttasıl zam. mef’ûl

     

     

                 

    6. Bize dosdoğru yolu göster.

      yol

    اَلصِّرَاطُ

    dosdoğru

    اَلْمُسْتَقِيمُ

    yol göstermek, hidâyet etmek

    هَدَى يَهْدِي

     
     

    صِرَاطَ

    الَّذِينَ

    أَنْعَمْتَ

    عَلَيهِمْ

    غَيرِ

    الْمَغْضُوبِ

    عَلَيهِمْ

    وَ

    لاَ الضَّالِّينَ

    {1/7}

    bedel

    ismi mevsûl

    fiil-fâil

    câr-mecr.

    zarf

    muzâfun i.

    câr-mecr.

    Atıf h.

    ma’tûf mecrûr

     

     

    muzâfun. ileyh

    sıla cüml.

     

    muzâf

     

    (لاَ) zâide (nefyin tekidi için)

     

                                                 

     

     

     

    7. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil

    lütuf ve ikramda bulunmak

    أَنْعَمَ يُنْعِمُ إِنْعاَماً

    gazab etmek, rıza göstermemek, kızmak

    غَضِبَ يَغْضَبُ غَضْباً

    (ism-i mef’ûl) gazaba uğramış olanlar

    اَلْمَغْضُوبُ عَلَيهِمْ

    (ism-i fâil) sapan, doğru yolu bulamayan

    اَلضَّالُّ  (ضَلَّ يَضِلُّ)

     

  • Mefulun Fih – Zarflar

     

    MEF’ÛLÜN FÎH (ZARFLAR)

    Fiilin işlendiği zamanı ve mekanı bildiren mansûb isme mef’ûlün fîh denir. “Ne zaman” ve “nerede”  sorusuna cevap verirler.

    Fiilin ne zaman işlendiğini gösteren mef’ûlün fîh zaman zarfı, nerede işlendiğini gösteren mef’ûlün fih de mekan zarfıdır. Herhangi bir zarftan sonra gelen isim daima mecrûr olur. Çünkü zarflar muzaf, sonraki isimler de muzafun ileyhtir.

    Cümle Örnekleri:

    قَضَيْتُ فِي الْمَدِينَةِ لَيْلاً.

    Şehirde bir gece geçirdim.

    أَقَمْتُ فِي الْبَلَدِ مُدَّةً.

    Memleketde bir müddet kaldım (ikâmet ettim) .

     

     

    سَأَزُورُكَ يَوْمَ الْجُمْعَةِ.

    Seni Cuma günü ziyaret edeceğim.

    سِرْتُ كِيلُو مِتْراً.

    Bir kilometre yürüdüm.

    تَأَمَّلَ شَهْرَيْنِ فِي اخْتِياَرِ الْأُسْتاَذِ.

    Bir hoca seçme hususunda iki ay düşündü.

    قاَمَ فِي خِلاَلِ الدَّرْسِ أَحْياَناً.

    Ders sırasında bazen ayağa kalktı.

    تَقَعُ أَغْرِي شَرْقَ تُرْكِياَ.

    Ağrı, Türkiye’nin doğusuna düşer.

    مَشَيْتُ مِيلاً.

    Bir mil yürüdüm.

    جَلَسْتُ أَماَمَهُ.

    Onun önüne oturdum.

    اِتَّجَهَ الرَّجُلُ يَمِيناً ثُمَّ شِماَلاً.

    Adam önce sağa sonra sola döndü.

    أَثْناَءَ خُرُوجِناَ مِنَ الْمَطاَرِ وَجَدْناَ سَياَّرَةً.

    Havaalanından çıkışımız esnasında bir araba bulduk.

    Bu cümlelerdeki (لَيْلاً) (مُدَّةً) (يَوْمَ) (كِيلُو مَتْراً) (شَهْرَيْنِ) (أَحْياَناً) (شَرْقَ) (مِيلاً) (أَماَمَ) (يَمِيناً) ve (شِماَلاً) ve (أَثْناَءَ) kelimeleri mef’ûl-i fih olup mansûbturlar.

    *Mef’ûl-i fîh edatı olarak (فِي) ve (بِ) harf-i cerleri de kullanılır:

     

    كَتَبْتُ فِي الْمَدْرَسَةِ.

    Okulda yazdım.

     

     

    وُلِدْتُ بِالْحَلَبِ.

    Haleb’te doğdum.

     

     

    طُبِعَ ذَلِكَ الْكِتاَبُ بِالْقاَهِرَةِ.

    O kitap Kâhire’de basıldı.

     

     

    يَسْبَحُ الْوَلَدُ فِي الْبَحْرِ.

    Çocuk denizde yüzüyor.

     

    نَزَلَتْ زَيْنَبُ مَعَ واَلِدَتِهاَ مِنَ السَّياَّرَةِ فيِ وَسَطِ السُّوقِ.

    Zeynep annesiyle beraber çarşının ortasında arabadan indi.

           

    Mef’ûl-i fih görüldüğü gibi harf-i cerle kullanıldığı zaman mecrûr olur.

    Not: (بِ) harf-i ceri ancak zaman ve mekan bildiren kelimelerin başında olursa mefûlü fih edatı olur.

    Zaman ve Mekan Zarfları şu kısımlara ayrılırlar:

    1- Mutasarrıf Zarflar:

    Bazen zarf yerini tutan kelimeler cümlede zarf olmadan da kullanılabilirler. Bunlar mutasarrıf zarflardır. O zaman mef’ûlu fih olmazlar ve cümle içindeki yerine göre, cümlenin asli unsurlarından biri olarak (mübtedâ, haber, ya da fâil gibi) i’rab (hareke) alırlar. Bu zarflardan bazıları şunlardır:

    ساَعَةٌ

    saat

    يَوْمٌ

    gün

    أُسْبُوعٌ

    hafta

     

     

     

     

     

     

    سَنَةٌ

    sene

    صَباَحٌ

    sabah

    مَساَءٌ

    akşam

    شَهْرٌ

    ay

    ظُهْرٌ

    öğle

    لَيْلٌ

    gece

    غَدٌ

    yarın

    لَحْظَةٌ

    lahza

    مِيلٌ

    mil

    فَرْسَخٌ

    fersah

    كِيلُومِتْرٌ

    kilometre

    يَمِينٌ

    sağ

    يَساَرٌ

    sol

    شَماَلٌ

    kuzey

    جَنُوبٌ

    güney

    شَرْقٌ

    doğu

    غَرْبٌ

    batı

    وَسَطٌ

    orta

     جاَءَ يَوْمُ الْجُمْعَةِ.

    Cuma günü geldi.

                 

    Burada يَوْمُ kelimesi fâil olup zamme ile merfûdur.

    اَلشَّرْقُ مَهْدُ الْأَدْياَنِ السَّماَوِيَّةِ.

    Doğu semâvî dinlerin beşiğidir.

    Burada اَلشَّرْقُ kelimesi mübtedâ olup zamme ile merfûdur.

    2-Mutasarrıf Olmayan Zarflar:

    Bazı zarflar vardır ki cümle içinde sadece zarf olarak kullanılır ve cümlenin diğer unsurlarından olmazlar. Bunlar da mutasarrıf olmayan zarflardır. Cümlenin neresinde bulunurlarsa bulunsunlar daima zarfiyetten dolayı mansûb olurlar. Bu zarflardan bazıları şunlardır:

    بَعْدَ

    sonra

    طَواَلَ

    ..boyunca

    حِينَ

    an, ..dığı zaman

    خِلاَلَ

    ..sırasında, esnasında

    أَثْناَءَ

    esnasında

    وَراَءَ

    arkasında

    تَحْتَ

    altında

    بَيْنَ

    arasında

    عِنْدَ

    yanında

    فَوْقَ

    üzerinde

    حَوْلَ

    çevresinde, etrafında

    خَلْفَ

    arkasında

    تِجاَهَ

    karşısında

    نَحْوَ

    ..e doğru, ..e karşı, ..yaklaşık, civarında..

    لَدَى

    yanında, katında

    دُونَ

    aşağısında ..meksizin, ..maksızın, ..den başka

    كَسَرَ خاَلِدٌ فِي تِلْكَ الْمَعْرَكَةِ نَحْوَ سَبْعَةِ سُيُوفٍ.

    Halit o savaşta yaklaşık yedi kılıç kırdı.

     

     

    Bu zarflar;

    a) Ya kendilerinden önce geçen fiilin zaman ve mekanını bildirdiklerinde mef’ûl-i fîh olurlar:

    تَطِيرُ الطاَّئِراَتُ فَوْقَ السَّحاَبِ.

    Uçaklar bulutların üstünden uçar.

    Burada (فَوْقَ) mekan zarfı mef’ûlü fîh olub fetha ile mansûbtur.

    b)Ya da bir mübtedâya haber veyahut bir kelimeye sıfat olurlar:

    اَلْجَنَّةُ تَحْتَ أَقْداَمِ الْأُمُّهاَتِ.

    Cennet annelerin ayakları altındadır.(Hadis)

    مَرَرْتُ بِرَجُلٍ عِنْدَكَ.

    Yanındaki adama uğradım.

    Burada تَحْتَ ve عِنْدَ mekan zarfları zarfiyet dolayısıyla mansûbtur[5].

     Önemli Not: Ancak bu zarflar (مِنْ) harf-i ceri ile mecrûr olurlar:

    قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ .

    De ki: Hepsi Allah’tan’dır.

    سِرْتُ مِنْ وَراَءِهِ.

    Arkasından yürüdüm.

    Zarfların Diğer Özellikleri:

    * ماَ harfi bazı zarflara bitişebilir. Ancak bu ماَ zâidedir (hiçbir iş görmez). Zarfa etki etmez ve onu iş yapmaktan alıkoymaz. Yani bu zarflar mansûb olmaya ve kendisinden sonra gelen isim ise muzafun ileyh ve mecrûr olmaya devam eder. (ماَ)nın bitiştiği zarflar genelde şunlardır:

     

    عِنْدَ

    حِينَ

    قَبْلَ

    بَعْدَ

    دُونَ

    رَجَوْتُهُ أَنْ يَحْضُرَ دُونَماَ تَأْخِيرٍ

    Gecikmeden gelmesini rica ettim.

                 

    (دُونَ) kelimesi mansûb bir zarftır. ماَ zâidedir (تَأْخِيرٍ) muzafun ileyh ve kesre ile mecrûrdur[6].

    *Zaman ve mekâna muzaf olan sayılar, işaret isimleri ve sıfatlar mefûlün fîh olarak mansûb okunur:

    نَزَلْتُ تِلْكَ الناَّحِيَةَ.

    O nahiyeye (bölgeye) indim.

    قَضَيْتُ هُناَكَ خَمْسَةَ أَياَّمٍ.

    Orada beş gün geçirdim.

    مَشَيْتُ ثَلاَثَةَ أَمْياَلٍ.

    Üç mil yürüdüm.

      

    *Zaman ve mekân zarflarına muzaf olan (بَعْضُ)ve (كُلُّ) kelimeleri de mef’ûlün fih olur:

    نَذْهَبُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ كُلَّ يَوْمٍ.

    Okula hergün gideriz.

    نَزَلَ الثَّلْجُ بَعْضَ اللَّيْلِ.

    Gecenin birkısmında kar yağdı.

    *Mevsûf zaman ve mekân zarfı olursa, hazfedildiğinde sıfatı onun yerine mef’ûl-i fîh olur:

    نِمْتُ طَوِيلاً (نِمْتُ وَقْتاً طَوِيلاً) .  

    Uzun müddet uyudum.

    * (قَبْلَ) ve (بَعْدَ) zarflarının özellikleri:

    a) (قَبْلَ) ve (بَعْدَ) başlarına harf-i cer gelmeksizin muzaf olduklarında mansûbdurlar.

    خَرَجَ أَخُوكَ قَبْلَ كُلِّناَ إِلَى الْجَوْلَةِ.

    Kardeşin hepimizden önce gezmeye çıktı.

    b) Muzaf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrûr olurlar

    جاَءَ عَلِيٌّ مِنْ بَعْدِ خاَلِدٍ.

    Halit’ten sonra Ali geldi.

    c) Fiile doğrudan doğruya değil (أَنْ) ile bağlanırlar ve cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında (أَنْ) bulunur:

    ناَمَ الطِّفْلُ قَبْلَ أَنْ يَرْجِعَ أَبُوهُ مِنَ الْعَمَلِ.

    Çocuk babası işten dönmeden uyudu.

    جاَءَ أَحْمَدُ بَعْدَ أَنْ ذَهَبَ أَبُوهُ.

    Ahmet, babası gittikten sonra geldi.

    d) (قَبْلَ) ve (بَعْدَ)’nin muzâfun ileyhi hazfedilince zamme üzere mebnî olur.

    فَرَّ يَعْقُوبُ مِنْ قَبْلُ.

    Önce Yâkub kaçtı.

    ذَهَبَ خاَلِدٌ وَ عُمَرُ مِنْ قَبْلُ.

    Önce Halit ve Ömer gitti.

    Kur’ân-ı Kerîm’de (مِنْ قَبْلُ) ve (مِنْ بَعْدُ) şeklinde kullanılışı yaygındır.

    * (يَوْمَ) ve (حِينَ) kelimeleri cümleye muzâf olduklarında başlarına (أَنْ) gelmez:

    دَخَلَ الطُّلاَّبُ الصَّفَّ حِينَ دَقَّ الْجَرَس.

    Zil çaldığı zaman öğrenciler sınıfa girdiler.

    تَرَكْتُهُ يَوْمَ عَلِمْتُهُ خاَئِناً.

    Onu hain olarak tanıdığım gün terkettim.

    اِنْتَظَرْتُهُ فِي الْمَطاَرِ إِلَى حِينَ حَضَرْتَ.

    Sen gelene kadar hava alanında bekledim.

    *Mef’ûl-i fih fiilin önünde gelebilir[7]:

    اَلْيَوْمَ زُرْتُ أَباَكَ.

    Bu gün babanı ziyaret ettim.

    MEBNÎ ZARFLAR

    Mebnî zarflar 17 tane olup 6 tanesi mekân zarfı, 10 tanesi zaman zarfı, bir tanesi de hem mekân hem de zaman zarfı olarak kullanılır. Mebnî oldukları için mahallen mansûbturlar:

    a) Mebnî mekân zarfları:

     

    حَيْثُ

    أَيْنَ

    ثَمَّ

    لَدَى

    لَدُنْ

    هُناَ

     

    حَيْثُ

    yer (..dığı yere, ..eceği yere, ..dığı yerde)

                     

    Cümleye muzaf olan mebnî mekân zarfıdır. Bu cümle isim ya da fiil cümlesi olabilir. Genellikle fiil cümlesi olur. Sonu zamme üzre mebnî olduğundan mahallen mansûb sayılır.

    اِذْهَبُوا إِلَى حَيْثُ شِئْتُمْ. 

    İstediğiniz yere gidiniz.

    اِجْلِسْ حَيْثُ أَنْتَ جاَلِسٌ.

    Oturduğun yerde otur.

    جَلَسْتُ حَيْثُ أَسْتَطِيعُ الْقِراَءَةَ مُرْتاَحاً.

    Rahatça okuyabileceğim bir yerde oturdum.

    Not: (حَيْثُ) Başka anlamlara da gelebilir:

            (بِحَيْثُ) …şekilde

    بَنَى الْمَلِكُ قَصْراً عاَلِياً بِحَيْثُ يُرَى مِنْ بَعِيدٍ.

    Kral uzaktan görülebilecek şekilde yüksek bir köşk bina etti.

    فَدَنَا[8] الطاَّلِبُ مِنَ الْمُعَلِّمِ بِحَيْثُ يَسْمَعُ كَلاَمَهُ.

    Öğrenci öğretmene sözünü duyacak şekilde yaklaştı.

           (مِنْ حَيْثُ) ..bakımından, yönden

    اَلْأَعْداَءُ أَقْوَى مِنْ حَيْثُ إِنَّهُمْ كَثِيرُ الْعَدَدِ.

    Düşmanlar sayıları çok olması bakımından bizden daha kuvvetlidir.

     

    سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لاَ يَعْلَموُنَ.

     

    Biz (Kur’ân’ı yalanlayanları) bilemeyecekleri yönden azar azar helâka yaklaştırırız (Arâf 182) .

     

    أَيْنَ

    Nerede, nereye. (Fetha üzere mebnî soru isimlerindendir. Şart olarak da kullanılır)

    أَيْنَ جَلَسْتِ ؟

    Nerede oturdun?

    أَيْنَ تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ.

    Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır.

    ثَمَّ

    Orada, oraya (Fetha üzere mebnîdir).

    ثَمَّ وَلَدٌ يَلْعَبُ.

    Orada bir çocuk oynuyor.

    (مِنْ) ile kullanılınca ..için, ..den, ..dan dolayı, anlamına gelir:

    وَمِنْ ثَمَّ كَتَبْتُ رِساَلَةً إِلَى صَدِيقِي.

    Bundan dolayı arkadaşıma bir mektup yazdım.

    لَدُنْ – لَدَى

    Yanında katında nezdinde, tarafında, huzurunda

    وَ عَلَّمْناَهُ مِنْ لَدُناَّ عِلْماً.

    Ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik (Kehf 65) .

    شاَهَدْتُ عَلِياًّ لَدَى الْباَبِ.

    Kapının yanında Ali’yi gördüm.

    هُناَ

    Burada, buraya (Sükûn üzere mebnîdir)

    هُناَ مَدْرَسَتُناَ.

    Burası okulumuzdur.

             

    b) Mebnî zaman zarfları:

    أَياَّنَ

    مَتَى

    لَماَّ

    مُنْذُ

    مُذْ

    أَمْسِ

    قَطُّ

    اَلْآنَ

    إِذاَ

    إِذْ

     

    أَياَّنَ

    Ne zaman…dığı zaman, her ne zaman (soru ve iki fiili muzâriyi cezmeden şart edatı olarak kullanılır, fetha üzere mebnîdir)

     

    أَياَّنَ يَوْمُ الدِّينِ ؟

    Kıyâmet günü ne zaman?

     

    أَياَّنَ تُبْعَثُونَ مِنْ قُبُورِكُمْ ؟

    Kabirlerinizden ne zaman diriltileceksiniz?

     

    أَياَّنَ تَذْهَبْ أَذْهَبْ

    Ne zaman gidersen giderim.

     

    مَتَى

    Ne zaman? (Soru ve şart ifade eden sükûn üzere mebnî zaman zarfıdır.)

    مَتَى تَحْضُرُ ؟

    Ne zaman geliyorsun?

    مَتَى تَحْضُرْ أَذْهَبْ

    Ne zaman gelirsen giderim.

    لَماَّ

    (Mâzînin önünde; ..dığında , ..dığı zaman, ..ınca, ..iken ..

    Muzârinin önünde; henüz ..medi, henüz …madı)

    لَماَّ نَزَلَ الْمَطَرُ جَرَى السَّيْلُ.

    Yağmur yağınca sel aktı.

    هَلْ ذَهَبْتَ إِلَى الْمَدْرَسَةِ؟

    Okula gittin mi?

    لَماَّ أَذْهَبْ.

    Henüz gitmedim.

    مُذْ = مُنْذُ

    ..den beri, ..den bu yana, ..dığından beri..

    İsim olarak kullanılınca zaman zarfıdır ve yanına isim veya fiil gelir. Harf olarak kullanılınca cer harfidir.

    ماَ زُرْتَنِي مُذْ جِئْتَ.

    Geldiğinden beri beni ziyaret etmedin.

    ماَ رَأَيْتُكَ مُنْذُ سَنَةٍ.

    Seni bir seneden beri görmedim.

    أَمْسِ

    Dün. (Esre üzere mebnî geçmiş zaman zarfıdır.)

     

    لِماَذاَ لَمْ تَحْضُرْ أَمْسِ ؟

    Dün neden gelmedin?

     

    قَطُّ

    Asla, hiç, katiyyen (Mâzî manalı fiillere mahsustur)

     

    ماَ كَذَبْتُ عَلَيْكَ قَطُّ.

    Sana asla yalan söylemedim.

     

    لَمْ أَشْرَبِ الْخَمْرَ قَطُّ.

    Hiç içki içmedim.

     

    اَلْآنَ

    Şimdi, şu anda (Fetha üzere mebnîdir.)

     

    اَلْآنَ خَفَّفَ اللَّهُ عَنْكُمْ.

    Şimdi Allah yükünüzü hafifletti (Enfâl, 66) .

     

    إِذاَ

    O zaman, ..dığında, ..dığı zaman, ınca, ..ken

    (Cümleye muzaf olan sükûn üzere mebnî zaman zarfıdır. Ardından hep iki fiil gelir. Birinci bölümdeki şart fiili genellikle mâzî olur. إِذاَ da bu fiile muzaftır. Cevap fiili mâzî de olsa muzâri anlamı verilir.)

     

    إِذاَ جاَءَ الرَّبِيعُ تَفَتَّحَتِ الْأَزْهاَرُ.

    Bahar geldiği zaman çiçekler açar.

     

    إِذاَ جاَءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ. . .

    Allah’ın zaferi (yardımı) ve fetih geldiği zaman..(Nasr, 1).

     

                                           

    Not: (إِذاَ) nın iki kullanılışı daha vardır:

    a) Bazen şart anlamı ifade etmeyip yalnız zaman anlamı ifade eder. Şart olmaktan çıktıkları için bu türlerden sonra iki fiil gelmez. Yalnız bir fiil bulunur. Bu da genellikle yeminden sonra gelişindedir:

    وَ اللَّيْلِ إِذاَ يَغْشَى.

    Andolsun gecenin karanlığı büründüğü zamana (Leyl, 1) .

    وَ النَّهاَرِ إِذاَ تَجَلَّى.

    And olsun gündüzün aydınlandığı zamana (Leyl, 2) .

    b) Müfâcee (sürpriz) edatı olur, “bir de ne göreyim, bir de baktım ki” şeklinde tercüme edilir.

    خَرَجْتُ فَإِذاَ حَيَّةٌ بِالْباَبِ.

    Çıktım, bir de ne göreyim, kapıda bir yılan.

    إِذْ

    Bir zamanlar, vaktiyle, o zaman , o vakit …dığında, ..dığı zaman, ..eceği zaman  (Sükûn üzere mebnî cümleye muzaf olan zaman zarfıdır.)

         

    وَاذْكُرُوا إِذْ كُنْتُمْ قَليِلاً فَكَثَّرَكُمْ…

    Hatırlayın ki vaktiyle pek az idiniz (Allah) sizi çoğalttı (A’râf 86) .

    Çoğu zaman tercümede hatalar yapılabilen bir edat olduğu için إِذْ edatını ayrıntılı işlemekte yarar vardır:

    a) (إِذْ) den sonra mâzî fiil gelmişse tercüme edilirken “hani (hatırla)+ mişli geçmişin hikayesi[9] şeklinde yapılır:

    وَ إِذْ قاَلَ إِبْراَهِيمُ لِأَبِيهِ آزَرَ أَ تَتَّخِذُ أَصْناَماً آلِهَةً.

    Hani İbrâhim babası Azer’e putları tanrı mı ediniyorsun demişti (En’âm, 74).

    وَ اذْكُرُوا إِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفاَءَ مِنْ بَعْدِ عاَدٍ وَ بَوَّأَكُمْ فِي الْأَرْضِ…

    (Rabbiniz) sizi Âd kavminin yerine getirmiş, yeryüzünde yerleştirmiş idi de..(A’râf, 74)

    b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil gelmişse şimdiki zamanın hikayesi şeklinde çevrilir:

    إِذْ يُرِيكَهُمُ اللَّهُ فِي مَناَمِكَ قَلِيلاً.

    Hani Allah onları uykunda sana az gösteriyordu (Enfâl, 43).

    c) (إِذْ) den sonra isim cümlesi gelmişse cümlede fiil olmadığı için sadece “idi” kelimesiyle çevrilir.

    وَ اذْكُرُوا إِذْ أَنْتُمْ قَلِيلٌ مُسْتَضْعَفُونَ فِي الْأَرْضِ.

    Hatırlayın, hani siz yeryüzünde az, zayıf ve biçâre idiniz de…(Enfâl, 26)

      (إِذْ) edatının diğer özellikleri:

    *(إِذْ) şu kelimelere muzâfun ileyh olarak da gelir:

    بَعْدَئِذٍ

    ondan sonra

    حِينَئِذٍ

    o zaman

    ساَعَتَئِذٍ

    o saat

    قَبْلَئِذٍ

    ondan önce

    يَوْمَئِذٍ

    o gün

    وَقْتَئِذٍ

    o vakit

    عاَمَئِذٍ

    o yıl

    سَنَتَئِذٍ

    o sene

     

     

    يَفْرَحُ المْؤُْمِنوُنَ بِنَصْرِ اللَّه.ِ  يَوْمَئِذٍ وَ

    O gün mü’minler Allah’ın yardımıyla sevinirler (Rum 4-5) .

    * (إِذْ) Gelecek zaman zarfı olur:

    فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ إِذِ الْأَغْلاَلُ فِي أَعْناَقِهِمْ.

    Onlar bukağılar boyunlarına geçirildiği zaman bileceklerdir.

     

     

     

    * (إِذْ) (..den, ..den dolayı, için, çünkü anlamında)  sebep bildirir:

    عاَقَبْتُ الْمُذْنِبَ إِذْ أَساَءَ.

    Suçluyu kötülük yaptığı için cezalandırdım.

    لَمْ يَسْمَحِ الْمُعَلِّمُ لَكَ بِدُخُولِ الصَّفِّ إِذْ تَأَخَّرْتَ.

    Geç kaldığın için öğretmen sınıfa girmene izin vermedi.

     

         

    * (إِذْ) (..aniden , ansızın, bir de baktım ki, bir de ne görelim anlamında) müfâcee (sürpriz) edatı olur. Genellikle ondan önce (بَيْناَ-بَيْنَماَ) (..iken) kelimeleri bulunur.

    فَبَيْنَماَ هُوَ يَبْحَثُ عَنْ أَخِيهِ إِذْ سُرِقَ مِنْهُ الدَّراَهِمَ.

    O kardeşini ararken bir de ne görsün, paraları çalınmış.

    فَبَيْنَماَ كُناَّ ساَئِرِينَ فِي الْغاَبَةِ إِذْ طَلَعَ عَلَيْناَ ذِئْبٌ.

    Biz ormanda yürürken bir de baktık ki, karşımıza bir kurt çıkıverdi.

    *Bazen (إِذاَ) nın kısaltılmışı şeklinde kullanılır. Cümleye muzaf olduğu için (..ğı) şeklinde tercüme edilir.

    إِذْ جاَءَ عَلِيٌّ.

    Ali geldiği zaman..

    c) Hem zaman hem mekân için kullanılan mebnî zarf:

    أَنَّى

    Nerede, nereden, ne zaman, nasıl[10]

    أَنَّى لَكَ هَذاَ ؟

    Bu sana nereden?

    أَنَّى يَكُونُ ذَلِكَ ؟

    O nasıl olur?

    أَنَّى تَذْهَبْ أَذْهَبْ.

    Nereye gidersen giderim.

         

    Cümle Bağlamada Kullanılan Bazı Edatlar :

    أَنْ

    …. diye

    Daha önce harfu tefsir olarak bahsettiğimiz gibi kendinden sonra gelen fiil emir siygasında ise tefsir yani açıklama edatı olarak görev yapar.

    وَ أَوْحَيْناَ إِلَى موُسىَ أَنِ اِضْرِبْ بِعَصاَكَ الْبَحْرَ.

    Musa’ya değneğini denize vur diye vahyettik (Şuara 63) .

    أَشاَرَ الضاَّبِطُ أَنِ اهْجُموُا.

    Subay saldırın diye işaret etti.

     

     

     

    ماَ Edatının Kullanılışları:

    ماَ + mâzî fiil …dığı sürece, …dıkça

    ماَ لَمْ + meczûm muzâri fiil  …..mediği sürece, …medikçe

    ماَ عَصَيْتَنِي أُعَذِّبُكَ.

    Bana isyan ettiğin sürece sana azab edeceğim.

    لاَ نَخاَفُ ماَ كُنْتُمْ مَعَناَ.

    Siz bizimle oldukça korkmayız.

    لَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ ماَ لَمْ تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ.

    Allah’a iman etmedikçe cennete giremezsiniz.

    مِثْلَماَ ..gibi

    لَقَدْ اجْتَهَدَ هُناَ مِثْلَماَ اجْتَهَدَ هُناَكَ.

    Burada da oradaki gibi ictihad etti.

    ماَ edatı bazen de isimlerin sonuna ilâve edilerek ismin belirsizliği arttırılır:

    يَوْماً ماَ خَرَجْناَ.

    (Herhangi) Birgün dışarı çıktık.

     

    MEF’ÛLÜN FİH (ZAMAN ZARFLARI) İLE İLGİLİ AYETLER

    1- أَلَمْ يَرَوْا كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ أَنَّهُمْ إِلَيْهِمْ لاَ يَرْجِعُونَ .

    (36/YÂSÎN, 31). (Müşrikler) görmüyorlar mı ki, onlardan önce nice kavimler helâk ettik. Onlar tekrar dönüp de bunlara gelmezler.

    2- وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ أَيْدِيكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ .

    (36/YÂSÎN, 45). Onlara yapmakta olduğunuz ve yapıp arkada bıraktığınız işlerde Allah’tan korkun; umulur ki size merhamet olunur denildiğinde (aldırmazlar).

    3- إِنَّ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ فِي شُغُلٍ فَاكِهُونَ .

    (36/YÂSÎN, 55). O gün cennetlikler, gerçekten nimetler içinde safa sürerler.

    4- اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ .

    (36/YÂSÎN, 65). O gün onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını (kazanmış oldukları şeyleri) bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.

    5- قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنْشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ .

    (36/YÂSÎN, 79). De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.

     

    6- يَسْأَلُهُ مَنْ فِي السَّموَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ .

    (55/RAHMÂN, 29). Göklerde ve yerde bulunan herkes, O’ndan ister. O, her an yaratma halindedir.

    7- فَيَوْمَئِذٍ لاَ يُسْأَلُ عَنْ ذَنْبِهِ إِنْسٌ وَلاَ جَانٌّ .

    (55/RAHMÂN, 39). İşte o gün insana da cine de günahı sorulmaz.

    8- بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لاَ يَبْغِيَانِ .

    (55/RAHMÂN, 20). Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar.

    9- يَطُوفُونَ بَيْنَهَا وَبَيْنَ حَمِيمٍ آنٍ .

    (55/RAHMÂN, 44). Onlar, cehennemle kaynar su arasında dolaşır dururlar.

    10- يَقُولُ الْإِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ أَيْنَ الْمَفَرُّ .

    (75/KIYÂME, 10). O gün insan, “Kaçacak yer neresi!” diyecektir.

    11- كَلاَّ لاَ وَزَرَ {75/11} إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمُسْتَقَرُّ .

    (75/KIYÂME, 11, 12). Hayır, hayır! (Kaçıp) sığınacak yer yoktur! O gün varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.

    12- وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ ناَضِرَةٌ {75/22} إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ {75/23} وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ .

    (75/KIYÂME, 22, 23, 24). Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakacaklardır (O’nu göreceklerdir). Yüzler de vardır ki, o gün buruşacaktır;

    13- لاَبِثِينَ فِيهَا أَحْقَابًا .

    (78/NEBE, 23). (Azgınlar) orada çağlar boyu kalacaklar ,

    14- يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلَائِكَةُ صَفًّا لاَ يَتَكَلَّمُونَ إِلاَّ مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَقَالَ صَوَابًا.

    (78/NEBE, 38). Ruh (Cebrail) ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahmân’ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar; konuşan da doğruyu söyler.

    15- إِنَّا أَنْذَرْنَاكُمْ عَذَابًا قَرِيبًا يَوْمَ يَنظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْكَافِرُ يَا لَيْتَنِي كُنْتُ تُرَابًا .

    (78/NEBE, 40). Biz, yakın bir azap ile sizi uyardık. O gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkârcı kişi: “Keşke toprak olsaydım!” diyecektir.

    16- وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ إِذَا وَقَبَ {113/3} وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِ {113/4} وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ .

    (113/FELÂK, 3).Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden (sabahın Rabbine sığınırım!)

     

    17- إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ .

    (110/NASR, 1). Allah’ın yardımı ve zafer geldiği zaman,…

    18- فَإِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ .

    (94/İNŞİRÂH, 7). Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul,

    19- فَأَمَّا الْإِنْسَانُ إِذَا مَا ابْتَلاَهُ رَبُّهُ فَأَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَكْرَمَنِ .

    (89/FECR, 15). İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde “Rabbim bana ikram etti” der.

    20- وَإِنِّي كُلَّمَا دَعَوْتُهُمْ لِتَغْفِرَ لَهُمْ جَعَلُوا أَصَابِعَهُمْ فِي آذَانِهِمْ وَاسْتَغْشَوْا ثِيَابَهُمْ وَأَصَرُّوا وَاسْتَكْبَرُوا اسْتِكْبَارًا .

    (71/NÛH, 7). (Nuh (a.s.) der ki;) Gerçekten de, (imana gelmeleri ve böylece) günahlarını bağışlaman için onları ne zaman davet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, (beni görmemek için) elbiselerine büründüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler.

    21- تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ كُلَّمَا أُلْقِيَ فِيهَا فَوْجٌ سَأَلَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذِيرٌ .

    (67/MÜLK, 8). Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: Size, (bu azap ile) korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi? diye sorarlar.

    22- فَلَمَّا رَأَوْهُ زُلْفَةً سِيئَتْ وُجُوهُ الَّذِينَ كَفَرُوا وَقِيلَ هَذَا الَّذِي كُنْتُمْ بِهِ تَدَّعُونَ .

    (67/MÜLK, 27). Ama onu (azabı) yakından gördükleri zaman, inkâr edenlerin yüzleri kararacak ve (kendilerine): İşte sizin isteyip durduğunuz budur! denecektir.

    23- كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنْسَانِ اكْفُرْ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِنْكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ .

    (59/HAŞR, 16). (Münafıkların durumu) tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana “İnkâr et” der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım, der.

    24- وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ .

    (36/YÂSÎN, 48). Onlar: Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman gerçekleşecektir? derler.

    25- وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ .

    (12/YÛSUF, 22). (Yûsuf) erginlik çağına erişince, ona (isabetle) hükmetme (yeteneği) ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükâfatlandırırız.

     

     

    26- وَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِهِ أَوْ قَاعِدًا أَوْ قَآئِمًا فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَنْ لَمْ يَدْعُنَا إِلَى ضُرٍّ مَّسَّهُ كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِفِينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ .

    (10/YÛNUS, 12). İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararın giderilmesi için) bize dua eder; fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider. İşte böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler güzel gösterildi.

    27- قُلْ لاَ أَمْلِكُ لِنَفْسِي ضَرًّا وَلاَ نَفْعًا إِلاَّ مَا شَاءَ اللّهُ لِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ إِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ فَلاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ .

    (10/YÛNUS, 49). De ki: “Ben kendime bile Allah’ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir menfaat verme gücüne sahibim.” Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler.

    28- إِذْ يُوحِي رَبُّكَ إِلَى الْمَلآئِكَةِ أَنِّي مَعَكُمْ فَثَبِّتُوا الَّذِينَ آمَنُوا سَأُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ فَاضْرِبُوا فَوْقَ الْأَعْنَاقِ وَاضْرِبُوا مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍ .

    (8/ENFÂL, l2). Hani Rabbin meleklere: “Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun; Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım; vurun boyunlarına! Vurun onların bütün parmaklarına!” diye vahyediyordu.

    29- قَالَ ادْخُلُوا فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ فِي النَّارِ كُلَّمَا دَخَلَتْ أُمَّةٌ لَعَنَتْ أُخْتَهَا حَتَّى إِذَا ادَّارَكُوا فِيهَا جَمِيعًا قَالَتْ أُخْرَاهُمْ لِأُولاَهُمْ رَبَّنَا هَؤُلاَءِ أَضَلُّونَا فَآتِهِمْ عَذَابًا ضِعْفًا مِنَ النَّارِ قَالَ لِكُلٍّ ضِعْفٌ وَلَكِنْ لاَ تَعْلَمُونَ .

    (7/A’RÂF, 38). Allah buyuracak ki: “Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin!” Her ümmet girdikçe yoldaşlarına lânet edecekler. Hepsi birbiri ardından orada (cehennemde) toplanınca, sonrakiler öncekiler için, “Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha fazla azap ver!” diyecekler. Allah da: Zaten herkes için bir kat daha fazla azap vardır, fakat siz bilmezsiniz, diyecektir.

    MEKÂN ZARFLARI İLE İLGİLİ AYETLER

    30- وَالْمَلَكُ عَلَى أَرْجَائِهَا وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَةٌ .

    (69/HAKKA, 17). Melekler onun (göğün) etrafındadır. O gün Rabbinin arşını, bunların da üstünde sekiz (melek) yüklenir.

    31- قَالَ فَبِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَقِيمَ .

    (7/A’RÂF, 16). İblis dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.

    32- وَإِذَا صُرِفَتْ أَبْصَارُهُمْ تِلْقَاءَ أَصْحَابِ النَّارِ قَالُوا رَبَّنَا لاَ تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ .

    (7/A’RÂF, 47). Gözleri cehennem ehli tarafına döndürülünce de: Ey Rabbimiz! Bizi zâlimler topluluğu ile beraber bulundurma! derler.

    33- وَلَمَّا جَاءَ مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَنْ تَرَانِي وَلَكِنِ انْظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ مُوسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ .

    (7/A’RÂF, 143). Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca “Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!” dedi. (Rabbi): “Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!” buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben (bu dünyada senin görülemeyeceğine) inananların ilkiyim.

    34- قُلْ لاَ أَقُولُ لَكُمْ عِنْدِي خَزَآئِنُ اللّهِ وَلاَ أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلا أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَفَلاَ تَتَفَكَّرُونَ .

    (6/EN’ÂM, 50). De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?

    35- جَزَاؤُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ .

    (98/BEYYİNE,  8). Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan (O’na saygı gösterenler) içindir.

    36- وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ وَرَاءَ ظَهْرِهِ .

    (84/İNŞİKÂK, 10). Kitabı arkasından verilen kimseye gelince,

    37- وَبَنَيْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعًا شِدَادًا .

    (78/NEBE, 12). Üstünüzde yedi kat sağlam göğü bina ettik.

    38- رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الرَّحْمَنِ لاَ يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَابًا .

    (78/NEBE, 37). O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. O, rahmândır. O gün insanlar O’na karşı konuşmaya yetkili değillerdir.

    39- إِنَّ هَؤُلاَءِ يُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَيَذَرُونَ وَرَاءَهُمْ يَوْمًا ثَقِيلاً .

    (76/İNSÂN, 27). Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (ahireti) ihmal ediyorlar.

    40- بَلْ يُرِيدُ الْإِنْسَانُ لِيَفْجُرَ أَمَامَهُ .

    (75/KIYÂMET, 5). Fakat insan önündekini (kıyâmeti) yalanlamak ister.

     

    41- وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلاَ مِنْهَا رَغَداً حَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الْظَّالِمِينَ .

    (2/BAKARA, 35). Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zâlimlerden olursunuz, dedik.

    42- إِنْ كَانَتْ إِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ جَمِيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ .

    (36/YÂSÎN, 53). Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar.

    43- قَالُوا يَا مُوسَى إِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا أَبَدًا ماَ دَامُوا فِيهَا فَاذْهَبْ أَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلاَ إِنَّا هَاهُنَا قَاعِدُونَ .

    (5/MÂİDE, 24). “Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu halde, sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız” dediler.

     

  • Mehmuz Fiil Aksam-ı Seba

     

    B) MEHMÛZ FİİL

    İçinde hemze ( أ ء   ) bulunan fiile denir.

    Hemze fiilin başında (yani fâu’l-fiilinde) ise mehmûze’l-fâ,    أَكَلَ yedi, أَخَذَ aldı

    Hemze fiilin ortasında (yani ayne’l-fiilinde) ise mehmûze’l-ayn,  سَأَلَ  sordu

    Hemze fiilin sonunda (yani lâme’l-fiilinde) ise mehmûze’l-lâm denir: قَرَأَ okudu gibi

    Mehmûz fiiller daha ziyade birinci ve üçüncü babtan gelir.

    1) MEHMÛZE’L-FA

     

    Muzâri Meçhûl

    Muzâri Malûm

    Mâzî Meçhûl

    Mâzî Malûm

     

     

     

    يُؤْكَلُ

    يَأْكُلُ

    أُكِلَ

    أَكَلَ

    1. bab

     

     

    yenilir

    yer

    yenildi

    yedi

     

     

     

    يُؤْذَنُ

    يَأْذَنُ

    أُذِنَ

    أَذِنَ

    4. bab

     

     

    izin verilir

    izin verir

    izin verildi

    izin verdi

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    Emr-i Hâzır

              İsm-i Mef’ûl

           İsm-i Fâil

     

     (يَأْكُلُ)  den  كُلْ(ye)

    (أَكَلَ)den (مَأْكُولٌ)(yenilen)

    (أَكَلَ)den (آكِلٌ)(yiyen)

    (يَأْذَنُ)  den إِيذَنْ (izin ver)

    (أَذِنَ)den (مَأْذُونٌ)( izin verilen)

    (أَذِنَ)den (آذِنٌ) (izin veren)

                           

    Hemzeli fiillerin mâzi muzâri ve meçhûllerinin çekim örneklerini daha önceki derslerimizde yapmıştık. Sahih fiillerden pek farkı yoktur. Örnekte verilen ism-i fâil ve mef’ûllere bilindiği gibi tâ-i merbûta eklersek müennesini yapmış oluruz: (آكِلٌ ث آكِلَةٌ) (مَأْكُولٌ ث مَأْكُولَةٌ) gibi. Örnek teşkil etmesi açısından yalnız müfred müzekker  kalıpları verilmiştir. Dikkat edilmesi gereken diğer noktalar:

    a) Muzâri mütekellim vahde; يَأْكُلُ  dan (أَاْكُلُ) değil, iki hemzenin yanyana gelişinden dolayı آكُلُ (ben yerim) şeklinde söylenir.

    b) Emir fiili de aynı şekilde (أُاْكُلْ) şeklinde söylenmez. İki hemzenin okunuşu dile ağır geldiği için hemzeli kısım atılır. Geriye kalanın çekimi yapılır. Hatırlanacağı üzere fiili muzâri ya da emirlerde fiilin sonunda hareke değişikliği ya da cezm yapılacağı zaman fiil çekiminde yer alan nunlar düşer:

    Emr-i Hâzır Çekim Örneği:

    كُلوُا

    كُلاَ

    كُلْ

    Muhatap

    كُلْنَ

    كُلاَ

    كُلىِ

    Muhâtaba

    siz yeyin

    ikiniz yeyin

    sen ye

     

    (يَأْذَنُ)  den إِيذَنْ (izin ver) kalıbında ise, görüldüğü gibi emr-i hâzır (إِأْذَنْ) şeklinde olacaktı. O da dile ağır geldiği için zamanla (إِيذَنْ) şeklini almıştır. Çekimi şöyledir:  

    إِيذَنُوا

    إِيذَناَ

    إِيذَنْ

    Muhatap

    إِيذَنَّ

    إِيذَناَ

    إِيذَنِي   

    Muhâtaba

    siz izin verin

    ikiniz izin verin

    sen izin ver

     

    2) MEHMÛZE’L-AYN

    Orta harfi hemze (أ  ء) olan fiildir.

    Muzâri Meçhûl

    Muzâri Malûm

    Mâzî Meçhûl

    Mâzî Malûm

     

    يُسْئَلُ

    sorulur

    يَسْأَلُ

    sorar

    سُئِلَ

    soruldu

    سَأَلَ

    sordu, istedi

     

    Emr-i Hâzır

    İsm-i Mef’ûl

      İsm-i Fâil

    يَسْأَلُ dan إسْأَلْ  (ya da kısaca  سَلْ)

    sor

    مَسْؤُولٌ ث مَسْؤُولَةٌ

    sorulan, istenen

    سَائِلٌ ث ساَئِلَةٌ

    isteyen, soran

     

     

     

                   

    Emr-i Hâzır çekimi:

    اِسْأَلُوا

    اِسْأَلاَ

    اِسْأَلْ

    Muhâtab

     

    اِسْأَلْنَ

    اِسْأَلاَ

    اِسْأَلِي

    Muhâtaba

    sorun

    ikiniz sorun

    sor

     

     

    Ayet Örnekleri:

    1- …لِلرِّجَالِ نَصِيبٌ مِمَّا اكْتَسَبُوا وَلِلنِّسَاء نَصِيبٌ مِمَّا اكْتَسَبْنَ وَاسْأَلُوا اللّهَ مِنْ فَضْلِهِ …

    Erkeklerin kendi kazandıklarından bir payı var, kadınların da kendi kazandıklarından bir payı vardır. (İsteklerinizi) Allah’ın fazlından (kereminden) isteyin  (Nisâ, 32).

    2- واَسْأَلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّتِي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِ 

    (O Yahudilere) deniz kenarındaki kasaba halkının (başına gelen felaketi) sor (A’râf, 163).

    3- سَلْ بَنِي إِسْرَائِيلَ كَمْ آتَيْنَاهُمْ مِنْ آيَةٍ بَيِّنَةٍ …

    İsrailoğullarına sor: Biz onlar(ın ataların)a ne kadar açık mucizeler vermiştik (Bakara, 211).

    4- سَلْهُم أَيُّهُم بِذَلِكَ زَعِيمٌ .

    Onlara sor: İçlerinden hangisi buna kefildir? (Kalem, 40)

    3) MEHMÛZE’L-LÂM

    Son harfi hemze (أ ء) olan fiildir.

     

    Muzâri Meçhûl

    Muzâri Malûm

    Mâzî Meçhûl

    Mâzî Malûm

     

    يُقْرَأُ

    okunuyor

    يَقْرَأُ

    okuyor

    قُرِئَ

    okundu

    قَرَأَ

    okudu

     

    Emr-i Hâzır

    İsm-i Mef’ûl

    İsm-i Fâil

     

    يَقْرَأُ dan   إقْرَأْ 

    oku

    مَقْرُوءٌ

    okunan, okunmuş

    قَارِئٌ  (قَرَأَ)

    okuyan

     

                     

    Emr-i Hâzır Çekimi:

    إقْرَأُوا

    إقْرَآ

    إقْرَأْ

    إقْرأْنَ

    إقْرَآ

    إقْرَئيِ

    siz okuyun

    ikiniz okuyun

    oku

     

    Cümle Örnekleri:

    1- واَلِدَتيِ تَأْكُلُ السَّمَكَ كَثيِراً – سَأَلَكَ الْمُدَرِّسُ لِأَنَّكَ قَرَأْتَ الدَّرْسَ جَيِّداً.

    2- اِنْتَظَرْتُكَ طَويِلاً لِأنَّكَ تَأَخَّرْتَ كَثيِراً – سَتَبْدَأُ الْعُطْلَةُ فيِ الْأُسْبوُعِ الْقاَدِمِ .

    3- اَلتِّلْميِذَةُ قَرَأَتْ قَليلاً – هُوَ يأْخُذُ مِنْ واَلِدِهِ رِياَلاً كُلَّ يَوْمٍ وَ يَشْتَرِي كِتاَباً جَديِداً كُلَّ أُسْبوُعٍ.

     

    4- هَلْ تَقْرَأُ الْعَرَبِيَّةَ جَيِّداً ؟ نَعَمْ ، أَقْرَأُ الْعَرَبِيَّةَ جَيِّداً .

    5- ماَذاَ تَفْعَلُ الْمُمَرِّضاَتُ كُلَّ صَباَحٍ؟ يَبْدأْنَ عَمَلَهُنَّ. كَيْفَ تَبْدَأُ الْمُمَرِّضاَتُ عَمَلَهُنَّ ؟ تَبْدَأُ الْمُمَرِّضاَتُ عَمَلَهُنَّ فِي نَشاَطٍ. أَلاَ تَبْدَأُ الْمُمَرِّضاَتُ عَمَلَهُنَّ فِي نَشاَطٍ؟ بَلَى، تَبْدَأُ عَمَلَهُنَّ فِي نَشاَطٍ .

    6- هَلْ تَبْدَأُ عَمَلَكَ فِي نَشاَطٍ ؟ نَعَمْ ، أَبْدَأُ عَمَلِي فِي نَشاَطٍ .

    7- سَيَقْرَؤُونَ شَيْئاً مِنَ الْقُرْآنِ – سَأَذْهَبُ إِلَى الْمَكْتَبَةِ لِقِراَءَةِ الْكِتاَبِ .

    8- لِماذاَ سَأَلَ عَنْ ذَلِكَ ؟ – عَلَى الْمُسْلِمِ أَنْ يَأْمُرَ بِالْمَعْرُوفِ وَ يَنْهَى عَنِ الْمُنْكَرِ.

    9- أَذِنَ اللَّهُ لِرَسُولِهِ بِالْهِجْرَةِ مِنْ مَكَّةَ إِلَى الْمَدِينَةِ – تَبْدَأُ الْحِصَّةُ الْأُولَى فِي الساَّبِعَةِ صَباَحاً. 

    Tercüme:

    1- Annem balığı çok yer. Dersi iyi okuduğun için öğretmen sana sordu.

    2- Çok geciktiğin için seni uzun (süre) bekledim. Gelecek hafta tatil başlayacak.

    3- Öğrenci biraz okudu. O hergün babasından bir riyal alır ve her hafta yeni bir kitap satın alır.

    4- Arapça’yı iyi okur musun? Evet, Arapça’yı iyi okurum.

    5- Hemşireler her sabah ne yapar? İşlerine başlarlar. Hemşireler işlerine nasıl başlarlar? Hemşireler işlerine neşe içinde başlarlar. Hemşireler işlerine neşe içinde başlamazlar mı? Bilakis, işlerine neşe içinde başlarlar.

    6- İşine neşe içinde mi başlarsın? Evet, işime neşe içinde başlarım.

    7- Kur’ân’dan birşey okuyacaklar. Kitap okumak için kütüphaneye gideceğim.

    8- Niçin onun hakkında sordu? Müslümanın iyiliği emretmesi, kötülükten nehyetmesi gerekir.

    9- Allah Mekke’den Medîne’ye hicret etmesi için Rasûlüne izin verdi. İlk ders sabah yedide başlıyor.