D) LEFÎF FİİL
İki illetli harf aynı fiilin içinde bulunursa lefîf fiil adını alır. İki çeşittir:
1. LEFÎF-İ MEFRÛK: İllet harflerinden biri kelimenin başında diğeri sonunda bulunursa lefîf-i mefrûk denir.
وَقَى يَقِي |
korudu |
|
||
|
وَفَى يَفِي |
sözünü yerine getirdi |
||
|
وَلِىَ يَلِي |
yaklaştı (takip etti, izledi) |
||
2. LEFÎF-İ MAKRÛN: İki illetli harf yanyana olarak kelimenin sonunda bulunursa lefîf-i makrûn denir.
قَوِيَ |
kuvvetli oldu |
حَيِىَ |
yaşadı |
1. Lefîf-i Mefrûk’un Çekimi
وَقَى يَقِي korudu
Malûm Fiili Muzâri Çekimi |
Malûm Fiili Mâzî Çekimi |
يَقيِ يَقِيَانِ يَقوُنَ |
وَقَى وَقَيَا وَقَوْا |
تَقىِ تَقِيَانِ يَقِيْنَ |
وَقَتْ وَقَتَا وَقَيْنَ |
تَقِى تَقِيَانِ تَقوُنَ |
وَقَيْتَ… |
تَقِينَ تَقيَانِ تَقِيْنَ |
|
أَقِي نَقِي نَقِي |
|
Görüldüğü gibi Lefîf-i mefrûk’un mâzî ve muzâri çekimi (يَرْمِي رَمَى ) örneği nâkıs bir fiil gibidir. Ancak misâl özelliği de göz önünde tutularak muzârisinde fâel fiili düşürülür.
Meçhûlleri يُوقَى (يَقِي) korunuyor وُقِيَ (وَقَى) korundu
Meçhûl Fiili Muzâri Çekimi |
Meçhûl Fiil Mâzî Çekimi |
يُوقَى يُوقَيَانِ يُوقَوْنَ |
وُقِيَ وُقِيَا وُقُوا |
تُوقَى تُوقَيَانِ يُوقَيْنَ |
وُقِيَتْ وُقِيَتَا وُقِيْنَ |
تُوقَى تُوقَيَانِ تُوقَوْنَ |
وُقِيْتَ.. |
توُقَيْنَ تُوقَيَانِ تُوقَيْنَ |
|
اُوقَى نُوقىَ نُوقىَ |
|
Emr-i Hâzırı قِ = (يَقِي) koru
Emr-i Hâzır Çekimi |
|
قِ قِيَا قُوا |
Muhâtab |
قِي قِيَا قُوا |
Muhâtaba |
(..وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ) Ateşin azabına (karşı) bizi koru (Bakara, 201).
İsm-i Fâiliوَاقٍ – (وَقَى) koruyan
İsm-i Mef’ûlü مَوْقِيٌّ – (وَقَى)korunan
2. Lefîf-i Makrûn’un Çekimi
İki illetli harfin ortada ve sonda yanyana gelmesi halindeki fiildir.
طَوَى يَطْوِي dürdü (2. bab) حَيِىَ يَحْيىَ yaşadı, canlı oldu (4. bab)
Malûm Fiili Muzâri Çekimi (يَطْوِى) |
Malûm Fiili Mâzî Çekimi(طَوَى) |
يَطْوِي يَطْوِيَانِ يَطْوُونَ |
طَوَى طَوَيَا طَوَوْا |
تَطْوِي تَطْوِيَانِ يَطْوِينَ |
طَوَتْ طَوَتَا طَوَيْنَ |
تَطْوِي تَطْوِيَانِ تَطْوُونَ |
طَوَيْتَ… |
تَطْويِنَ تَطْوِيَانِ تَطْوِينَ |
|
أَطْوِي نَطْوِي نَطْوِي |
|
Görüldüğü gibi ikinci babdan gelen Lefîf-i makrûn’un mâzî ve muzâri çekimi
(يَرْمِي رَمَى ) örneği nâkıs bir fiil gibidir.
Malûm Fiili Muzâri Çekimi (يَحْيَى) |
Malûm Fiil Mâzî Çekimi (حَيِيَ) |
يَحْيَى يَحْيَيَانِ يَحْيَوْنَ |
حَيِيَ حَيِيَا حَيُوا |
تَحْىَ تَحْيَيَانِ يَحْيَيْنَ |
حَيِيَتْ حَيِيَتَا حَيِيْنَ |
تَحْيَى تَحْيَيَانِ تَحْيَوْنَ |
حَيِيْتَ… |
تَحْيَيْنَ تَحْيَيَانِ تَحْيَيْنَ |
|
اَحْيَي نَحْييَ نَحْيَي |
|
Görüldüğü gibi mâzî ve muzâri çekimi (رَضِيَ يَرْضَى ) örneği nâkıs bir fiil gibidir.
Meçhûlleri: (يَطْوِي) يُطْوَى dürülür طُوِيَ (طَوَى) dürüldü
يُطْوَى يُطْوَيَانِ يُطْوُونَ |
طُوِيَ طُوِيَا طُوُوا |
تُطْوَى تُطْوَيَانِ يُطْوَيْنَ |
طُوِيَتْ طُوِيَتَا طُوِيْنَ |
تُطْوَى… |
طُوِيْتَ… |
*****
yaşandı حُيِىَ (حَيِيَ) yaşanır يُحْيىَ (يَحْيَى)
يُحْيىَ يُحْيَيَانِ يُحْيَوْنَ |
حُيِيَ حُيِيَا حُيُوا |
تُحْيىَ تُحْيَيَانِ يُحْيَيْنَ |
حُيِيَتْ حُيِيَتَا حُيِيْنَ |
تُحيْىَ تُحْيَيَانِ تُحْيَوْنَ |
حُيِيْتَ.. |
تُحْيَيْنَ تُحْيَيَانِ تُحْيَيْنَ أُحْيَى نُحْيَى نُحْيَى |
|
Lefîf-i Makrûn’un Emr-i Hâzırı
اِطْوِ (يَطْوِي) |
dür |
اِحْىَ (يَحْيَى) |
yaşa
|
||
اِطْوِ اِطْوِيَا اِطْوُوا |
Muhâtab |
اِحْيَ اِحْيَيَا اِحْيَوْا |
Muhâtab |
||
اِطْوِي اِطْوِيَا اِطْوِيْنَ |
Muhâtaba |
اِحْيَىْ اِحْيَيَا اِحْيَيْنَ |
Muhâtaba |
||
İsm-i Fâili طَاوٍ (طَوَى) düren ((حَيِىَ kullanılmaz
İsm-i Mef’ûlü مَطْوِيٌّ (طَوَى) dürülen, dürülmüş, ((حَيِىَ مَحْيِيٌٌّ yaşanan, yaşanmış
Genel Cümle Örnekleri:
1- خَشِيْناَ اللَّهَ فَلَمْ نَفْعَلْ سُوءً (خَشِيَ) – اَلشَّهِيداَنِ لَقِياَ رَبَّهُماَ راَضِيَيْنِ (لَقِيَ يَلْقَى)(رَضِيَ).
2- خَشِيْتُ رَبِّي- لَقِيْتُ صَدِيقِي– عَلَوْتُ بِأَدَبِي- (عَلاَ يَعْلُو)- عَلَوْناَ – عَلَواَ – عَلَوْنَ – عَلَوْا.
3- رَضِيْتُ بِنَصِيبِي – ماَ الْمُدَّةُ الَّتِي قَضَيْتَهاَ فِي مَكَّةَ ؟ أَيْنَ كُنْتَ تَسْكُنُ ؟
4- لَقَدْ فَشَلُوا فِي حَياَتِهِمْ لِأَنَّهُمْ لَمْ يَضَعُوا أَماَمَ أَعْيُنِهِمْ هَدَفاً يَسْعَوْنَ لِلْوُصُولِ إِلَيْهِ .
5- فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقاَلَ ذَرَّةٍ خَيْراً يَرَهُ – وَ مَنْ يَعْمَلْ مِثْقاَلَ ذَرَّةٍ شَراًّ يَرَهُ (Zilzâl, 7, 8).(رَأَى يَرَى)
6- هَلْ بَكَتِ الطِّفْلَةُ ؟ لاَ، لَمْ تَبْكِ الطِّفْلَةُ – هَلْ قَضَيْتَ الْعُطْلَةَ فِي بَلَدِكَ ؟ لاَ ، لَمْ أَقْضِ الْعُطْلَةَ فِي بَلَدِي.
7- هَلْ بَنَى جَدُّكَ هَذاَ الْمَنْزِلَ ؟ لاَ، لَمْ يَبْنِ جَدِّي هَذاَ الْمَنْزِلَ.
8- اَلْاِمْتِحاَناَتُ لاَ تَكْفِي وَحْدَهاَ لِمَعْرِفَةِ مُسْتَوَى الطاَّلِبِ – اَلْإِسْلاَمُ لاَ يَدْعُو إِلَى الْحَرْبِ وَ الْقِتاَلِ بَيْنَ الناَّسِ.
9- بَدَأَ الرَّجُلُ بِماَ نَسِيَتْهُ الْمَرْأَةُ – اَلْمُخْلِصُونَ يَسْعَوْنَ فِي الْخَيْرِ . أَنْتِ تَسْعَيْنَ فِي الْخَيْرِ.
10- رَأَيْتُ الْفَتاَةَ النَّشِيطَةَ – يَتْلُو[6] صَدِيقِي الْقُرْآنَ فِي الْفَجْرِ – ذَهَباَ إِلَى الْمَدْرَسَةِ الَّتِي أَتَى مِنْهاَ صَوْتُ الْجَرَسِ.
Tercüme:
1- Allah’tan korktuk ve kötülük yapmadık. İki şehit hoşnut bir şekilde Rabb’lerine kavuştu.
2- Rabbim’den korktum. Arkadaşıma rastladım. Edebimle yükseldim. Yükseldik. İkisi yükseldi. Yükseldiler (müe. + müz.).
3- Nasibime razı oldum. Mekke’de geçirdiğin müddet ne (kadar)? Nerede oturuyordun?
4- Hayatlarında başarısız oldular. Çünkü gözlerinin önüne kendisine ulaşmak için çalışacakları bir hedef koymadılar.
5- Kim zerre miktar hayır yaparsa onu görür. Kim zerre mikdarı şer yaparsa onu görür.
6- Kız çocuğu ağladı mı? Hayır, kız çocuğu ağlamadı. Tatili memleketinde mi geçirdin? Hayır tatili memleketimde geçirmedim.
7- Bu evi deden mi yaptı? Hayır, bu evi dedem yapmadı.
8- Sadece imtihanlar öğrencinin seviyesini bilmek için yetmez. İslâm insanlar arasında harb ve savaşa çağırmaz.
9- Adam kadının unuttuklarıyla başladı. İhlaslılar hayırda çalışıyor. Sen hayırda çalışıyorsun.
10- Çalışkan genç kızı gördüm. Arkadaşım fecirde Kur’ân okur. İkisi kendisinden zil sesinin geldiği okula gittiler.
¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯
NÂKIS VE LEFİF FİİL İLE İLGİLİ AYETLER
1- إِنَّ اللّهَ لاَ يَخْفَى عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الْأَرْضِ وَلاَ فِي السَّمَاء .
(3/ÂL-İ İMRÂN, 5). Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.
gizlemek |
خَفِيَ يَخْفَى خَفاَءً |
2- وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ .
(29/ANKEBÛT, 69). (Ama) bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.
doğru yoldan ayırmamak, (hidâyete) eriştirmek |
هَدَى يَهْدِي هَدْياً |
||
iyi olan, iyi davranan |
اَلْمُحْسِنُ |
yol |
سَبِيلٌ ج سُبُلٌ |
3- إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ .
(24/NÛR, 51). Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resûlüne davet edildiklerinde, (müminlerin sözü) ancak “İşittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.
dua etmek, çağırmak |
دَعاَ يَدْعُو دُعاَءً |
itaat etti |
أَطاَعَ يُطيِعُ إِطاَعَةً |
4- وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَهْدُونَ بِأَمْرِنَا وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَإِقَامَ الصَّلاَةِ وَإِيتَاءَ الزَّكَاةِ وَكَانُوا لَنَا عَابِدِينَ .
(21/ENBİYA, 73). Onları, emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar, daima bize ibadet eden kimselerdi.
vahyetti |
أَوْحَي يُوحِي |
vermek |
آتَى يُؤْتِي إِيتَاءً |
5- اُدْعُ إِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ …
(16/NAHL, 125). (Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır …
6- وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ…
(9/TEVBE, 71). Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, …
نَهَى يَنْهَى نَهْياً |
yasakladı |
|
|
7- أَ تَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ أَنْفُسَكُمْ وَأَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَ فَلاَ تَعْقِلُونَ .
BAKARA 44. (Ey bilginler!) Sizler Kitab’ı (Tevrat’ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?
اَلْبِرُّ |
(her türlü) iyilik |
تَلاَ يَتْلُو تِلاَوَةً |
okudu |
نَسِيَ يَنْسَى نِسْياَناً |
unutmak |
8- أَفَمِنْ هَذَا الْحَدِيثِ تَعْجَبُونَ {53/59} وَتَضْحَكُونَ وَلاَ تَبْكُونَ .
(53/NECM, 59, 60). Şimdi siz bu söze (Kur’ân’a) mı şaşıyorsunuz? Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz!
عَجِبَ يَعْجَبُ عَجَباً |
şaşmak |
ضَحِكَ يَضْحَكُ ضِحْكاً |
gülmek |
بَكَى يَبْكِي بُكاَءً |
ağlamak |
9- إِنَّ اللَّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ ماَذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ .
(31/LOKMÂN, 34). Kıyâmet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.
عِلْمُ السَّاعَةِ |
kıyâmetin ilmi |
اَلْغَيْثُ |
yağmur |
|
نَزَّلَ يُنَزِّلُ تَنْزِيلاً |
indirmek |
دَرَى يَدْرِي دَرْياً دِراَيَةً |
bilmek |
|
10- وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَلِكَ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ .
(35/FÂTIR, 28). İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır.
داَبَّةٌ ج دَواَّبٌ |
hayvan, canlı |
نَعَمٌ ج أَنْعاَمٌ |
büyük baş hayvanlar |
||
خَشِيَ يَخْشَى خَشْيَةً |
korkmak |
|
|
||
11- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنْفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلاَئِكَةٌ غِلاَظٌ شِدَادٌ لاَ يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ .
(66/TAHRİM, 6). Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.
وَقُودٌ |
yakıt, yakacak |
شَدِيدٌ ج شِدَادٌ |
güçlü, şiddetli |
|
غَلُظَ يَغْلُظُ= غَلَظَ يَغْلِظُ غِلْظَةً |
sert ve acımasız davranmak |
وَقَى يَقِي وِقاَيَةً |
korumak |
|
غَلِيظٌ ج غِلاَظٌ |
sert davranan [(غِلاَظٌ) kelimesi, ism-i fâil olan (غَلِيظٌ) kelimesininin cemi mükesseridir.] |
|||
عَصَى يَعْصِي عَصْياً عِصْياَناً |
başkaldırmak, karşı gelmek, isyan etmek |
|||
12- … وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ .
(64/TEGABUN, 16). … Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
شَحَّ يَشِحُّ شُحاًّ |
cimrilik etmek, hırslı olmak |
وَقَى يَقِي وِقاَيَةً |
korumak |