Yıl: 2013

  • Emr-i Gaib

     

    III) EMR-İ GAİB

    (GAİB FİİLİN EMİR YAPILMASI)

    Muzâri fiilin başına لِ takısı getirilip son harfi cezm yapılır. Cemi müennes ن u hariç diğer ن lar düşer.

    Cem

    Müsennâ

    Müfred

     

    لِيَكْتُبُوا

    لِيَكْتُبَا

    لِيَكْتُبْ

    Gâib

    لِيَكْتُبْنَ

    لِتَكْتُبَا

    لِتَكْتُبْ

    Gâibe

    (Onlar) yazsınlar

    (O ikisi) yazsın

    O yazsın

     

             

    *Emr-i gâibin başına   ثُمَّ – وَ – فَ harflerinden biri gelirse lâm harfi cezimli  okunur ve bu harflerle beraber tek hece olarak söylenir:

    ثُمَّ لْيَكْتُبُوا

    sonra yazsınlar

    وَلْيَكْتُبْ

    ve yazsın

    فَلْيَكْتُبْ

    bunun üzerine, (hemen, akabinde) yazsın

     

     

    *Meçhûl yapılışı, cahd-ı mutlak’ın meçhûl yapılışı gibidir. Yalnız başına (لَمْ) yerine (لِ) getirilir:

    لِيُكْتَبْ

    yazılsın

    لِيُكْتَبْنَ

    yazılsınlar (müe)

    فَلْيُكْتَبْ

    bunun üzerine, (hemen, akabinde) yazılsın

    وَلْيُكْتَبُوا

    ve yazılsınlar

    *Bazen mütekellim birinci şahıs çoğul kipinin başına da emir lâmı getirilerek emir kipi yapılmaktadır. Bu takdirde teşvik ifade eder:

    لِنَكْتُبْ       yazalım   لِنَذْهَبْ  gidelim  وَلْنَسْأَلْ   soralım

    Cümle Örnekleri:

    يَلْعَبُ خاَلِدٌ – لِيَلْعَبْ خاَلِدٌ.

    Halit oynuyor – Halit oynasın.

    لَمْ يَكْتُبْ أَحْمَدُ الدَّرْسَ فَلْيَكْتُبْهُ.

    Ahmet dersi yazmadı hemen yazsın.

    لَمْ تَكْتُبْ خَدِيجَةُ دَرْسَهاَ.

    Hatice dersini yazmadı.

    لَمْ يَذْهَبْ صاَدِقٌ إِلَى الْمَدْرَسَةِ فَلْيَذْهَبْ.

    Sadık okula gitmedi hemen gitsin.

    لِتَحْفَظْ نَفْسَهاَ.

    O (müe) kendini korusun.

    لِيَكْتُبُوا وَظِيفَتَهُمْ.

    Vazifelerini yazsınlar.

    لِيَقْرَأْنَ الْأَخْباَرَ فِي الْجَرِيدَةِ وَلْيَفْهَمْنَهاَ.

    Gazetedeki haberleri okusunlar ve onları anlasınlar.

    لِنَلْعَبْ كُرَةَ الْقَدَمِ[4] غَداً.

    Yarın futbol oynayalım.

    لِنَقْرَأْ هَذاَ الْكِتاَبَ لِأَنَّهُ مُفِيدٌ.

    Bu kitabı okuyalım çünkü faydalıdır.

    لِيَفْتَحْ عَلِيٌّ الناَّفِذَةَ.

    Ali pencereyi açsın.

    لِتُفْتَحِ النَّواَفِذُ.

    Pencereler açılsın[5].

    EMR-İ GAİB İLE İLGİLİ AYETLER

    1- فَلْيَضْحَكُوا قَلِيلاً وَلْيَبْكُوا كَثِيرًا …

    (9/TEVBE, 82)  Artık (kazanmakta olduklarının cezası olarak) az gülsünler, çok ağlasınlar.

    ضَحِكَ يَضْحَكُ ضِحْكاً

    gülmek

    بَكَى يَبْكِي بُكاَءاً

    ağlamak

    2- فَلاَ يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْ …

    (36/YÂSÎN, 76). Onların sözleri seni üzmesin..

    حَزَنَ يَحْزُنُ حُزْناً

    gamda, hüzünde bırakmak, üzmek

    قَوْلٌ

    söz

    لاَ يَحْزُنْكَ

    seni üzmesin.(Emr-i gâib’in olumsuzu bir sonraki konuda görüleceği gibi لِ yerine لاَ getirmekle yapılır. Fiilin sonu gene meczûmdur (cezimlidir). Aşağıdaki 5 numaralı ayet de böyledir).

             

    3- وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ ماَ قَدَّمَتْ لِغَدٍ 

    (59/HAŞR, 18). Ve (her) nefis, yarın için ne takdim ettiğine baksın…

    نَظَرَ يَنْظُرُ نَظْراً

    bakmak, görmek

    قَدَّمَ  يُقَدِّمُ  تَقْدِيماً

    takdim etti, önceden gönderdi, sundu

    ماَ

    ne, şey (ortada gelen ماَ “ne” ve “şey” manasına gelir. Bir kelime sonrasıyla birlikte “..takdim ettiği şeye baksın” da denebilir).

     

               

    4-  … بِفَضْلِ اللَّهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذَلِكَ فَلْيَفْرَحُوا 

    (10/YUNUS, 58). (De ki:)Allah’ın lutfu ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler..

    فَضْلٌ

    iyilik, hayır, lutuf

    فَرِحَ  يَفْرَحُ فَراَحاً

    sevinmek, şımarmak

    ذَلِكَ

    bu, o (mebnî, yani harekesi değişmeyen kelime olup harf-i cerle harekesinin değişmediğini hatırlayınız.)

    5- … وَلاَ تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ فِي دِينِ اللَّهِ 

    (24/NÛR, 2)… Allah’ın dininde (hükümlerini uygularken) o ikisi (zina eden iki kişi) hakkında sizi acıma almasın (acıyacağınız tutmasın)…

    رَأْفَةٌ

    şefkat, acıma, şiddetli merhamet

    فِي دِينِ اللَّهِ

    Allah’ın dininde (iki ismin yanyana gelmesinden oluşan isim tamlamasında iki isimden birinci kelimede (önce gelende) ne harf-i tarif ne de sonunda tenvin bulunur. Tercümede ikinci kelimeden başlanarak, yani sondan başa çevrilir. Çok yakında işlenecektir.)

    6- لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ .

    (37/SAFFAT, 61). Çalışanlar bunun gibisi için (böylesi bir kurtuluş için) çalışsın.

    لِمِثْلِ هَذَا

    bunun gibisi için (isim tamlaması)

    عَامِلٌ ج عَامِلُونَ

    çalışan

    7- فَلْيَنْظُرِ الْإِنسَانُ إِلَى طَعَامِهِ .

    (80/ABESE, 24). İnsan yediğine bir baksın..

    8- فَلْيَنْظُرِ     الْإِنسَانُ          مِمَّ              خُلِقَ .

     

     

    Meçhûl mâzî f.

    (مِنْ) Harfi cer

    Fâil

    muzâri meczûm

     

     

     

    (ماَ) İsmü istifham

    (لِ) lâmü’lemr

    (86/TÂRIK, 5). İnsan neden yaratıldığına bir baksın.

    خَلَقَ  يَخْلُقُ

    yarattı

    مِمَّ= مِنْ + ماَ

    neden. (ماَ) nın elifi kendinden önce cer geldiği için düşmüştür.

  • Masdar , Müştak – Türemiş İsimler

     

    TÜREMİŞ İSİMLER

    Türemiş (müştak) isimler, başka kelimeden (masdardan) türetilen isimlerdir. Bunlar ism-i fâil, ism-i fâilin mübâlağası, ism-i mef’ûl, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdîl, ism-i mensûb, ism-i tasgir, ism-i zaman, ism-i mekân ve ism-i alettir.

                Bunlardan ism-i fâili, ism-i fâilin mübâlağasını ve ism-i mef’ûlü cümle kuruluşlarındaki önemleri dolayısıyla önceden işlemiştik. Masdardan başlamak üzere geri kalan isim çeşitleri ve cümledeki kullanılışları şöyledir:

    MASDAR

    Mâzî ya da muzâri gibi herhangi bir zamanla ilgisi olmaksızın bir mana ve bir oluş ifade eden kelimedir. Sözlükte mâzî ve muzâriden sonra üçüncü sırada gelen isimdir. Fiillerin ve bütün müştak (türemiş) kelimelerin köküdür. Örnek:

    ذِكْرٌ

    anmak, anma, anış

    جُوعٌ

    acıkmak, acıkma

    اِجْتِماَعٌ

    toplanmak, toplanma

    طَلَبٌ

    istemek, isteme

    إِكْراَمٌ

    ikram, ikram etme

    خَلْقٌ

    yaratmak, yaratma, yaratış

    Fiillerin masdarları, mim’li masdar (İsm-i zaman, ism-i mekân) ve yapma masdar olmak üzere üç çeşit masdar vardır:

    1- Fiillerin masdarları:

    Fiiller; sülasî (üç harfli), rübâi (dört harfli) humâsî (beş harfli) ve südâsî (altı harfli) olur[1]. Sülâsî fiil hâriç diğerlerinin masdar kalıpları yerinde işleyeceğimiz gibi kurallı ve bellidir. Hiç zorlanmadan kuralına göre söylenebilir. Sülâsî fiilin masdarı ise ancak sözlüklerden (veya duyarak) öğrenilir ve bunlardan çok kullanılanlar zamanla ezberlenir. Bizim burada söz konusu ettiğimiz masdar üçlü fiillere aittir. Her fiil en az bir masdara sahiptir. Bilmediğimiz bir kelimeyle karşılaştığımız zaman o kelimenin baş harfiyle kelimeyi aramayız. Çünkü fiiller Arapça sözlüklerde Türkçe’deki gibi masdar haliyle yer almaz. Genel kural olmasa da çoğunlukla fiillerin önce müfred gâib mâzî hali, yanında çoğu zaman orta harfine işaret eden bir çizginin üstüne harekesi konularak muzâri hali verilir (-َُِ). Ardından da o kelimenin masdarı yanyana verilir. Tercümede de genellikle ya mâzî halindeki manası ya da masdar manası yer alır. Fiilin üçlü kök hali (mâzî muzâri ve masdarıyla birlikte) verildikten sonra altında o fiilden türemiş ya da bir harf, iki harf ilavesiyle o fiilin girdiği manalar yer alır:

    ذَهَبَ -َ ذَهاَبٌ

    gitti

    حَضَرَ يَحْضُرُ حُضُوراً

    geldi

    أَذْهَبَ يُذْهِبُ إِذْهاَبًا

    giderdi

    أَحْضَرَ يُحْضِرُ إِحْضاَراً

    getirdi

     

     Masdar fiilin isimleşmiş bir hali olup iki türlü kullanılır: Ya bir isim olarak kalıplanmış manaya sahiptir veya fiilin isim manasını taşır: Mesela (خَلَقَ) kökünden yapılan masdar (خَلْقٌ) hem yaratmak manasına ve hem de yaratma işi manasına gelir.

    Bir fikir vermesi açısından masdarların girdiği kalıplardan bazıları şöyle sıralanabilir:

    Kalıb hali

     Masdar

     

    Muzâri

    Mâzî

    فَعْلٌ

    أَمْرٌ

    emretmek

    يَأْمُرُ

    أَمَرَ

     

    زَرْعٌ

    ekin ekmek

    يَزْرَعُ

    زَرَعَ

     

    قَوْلٌ

    söylemek

    يَقُولُ

    قاَلَ

     

    سَيْرٌ

    yürümek

    يَسِيرُ

    ساَرَ

    فِعْلٌ

    ذِكْرٌ

    anmak, söylemek

    يَذْكُرُ

    ذَكَرَ

    فُعْلٌ

    كُفْرٌ

    inkar etmek

    يَكْفُرُ

    كَفَرَ

    فُعُولٌ

    خُرُوجٌ

    çıkmak

    يَخْرُجُ

    خَرَجَ

     

    سُجُودٌ

    secde etmek

    يَسْجُدُ

    سَجَدَ

     

    دُخُولٌ

    girmek

    يَدْخُلُ

    دَخَلَ

    فَعاَلٌ – فَعاَلَةٌ

    ذَهاَبٌ

    gitmek

    يَذْهَبُ

    ذَهَبَ

     

    سَماَعٌ

    işitmek

    يَسْمَعُ

    سَمِعَ

     

    ضَلاَلٌ –  ضَلاَلَةٌ

    sapmak, şaşırmak

    يَضِلُّ

    ضَلَّ

    فِعاَلٌ – فِعاَلَةٌ

    قِياَمٌ

    kalkmak

    يَقُومُ

    قاَمَ

     

    كِتاَبَةٌ

    yazmak

    يَكْتُبُ

    كَتَبَ

     

    زِياَرَةً

    ziyaret etmek

    يَزُورُ

    زاَرَ

     

    هِداَيَةٌ

    yol göstermek

    يَهْدِي

    هَدَى

                       

    2- Mim’li masdar (المْصْدَرُ المِيمِيُّ): (İsm-i zaman ve İsm-i mekân)

    Başında zâid bir mim harfi bulunan masdardır. Sülâsi fiillerin ism-i zaman ve ism-i mekân kalıpları aynı olduğu için birlikte işlenmektedir. İsmi zaman, manası zaman belirten isimdir, ism-i mekânda manası mekân belirten isimdir. İki şekilde gelir:

    مَفْعِلٌ

    مَفْعَلٌ

     

    a) (مَفْعَلٌ)

    Daha çok muzâri orta harfi fethalı veya zammeli fiillerin mimli masdarı, ism-i zaman ve ism-i mekânları bu şekilde gelmiş ve isimleşmiştir.

    كَتَبَ  -ُ den مَكْتَبٌ yazmak, yazma yeri ve yazma zamanı (yazıhane, büro)

    لَعِبَ -َ

    مَلْعَبٌ oynamak, oyun yeri ve oyun zamanı (oyun sahası)

    سَكَنَ -ُ

    مَسْكَنٌ ikâmet etmek, ikame yeri, ikamet etme zamanı (mesken)

    ذَهَبَ -َ

    مَذْهَبٌ gitmek, gitme yeri, gitme zamanı (mezheb)

    طَبَخَ -َ

    مَطْبَخٌ pişirmek, pişirme yeri ve pişirme zamanı (mutfak)

    دَخَلَ -ُ

    مَدْخَلٌ girmek, giriş yeri, giriş zamanı (giriş)

    خَرَجَ -ُ

    مَخْرَجٌ çıkmak, çıkış yeri ve çıkış zamanı (çıkış)

    *Bir şeyin çok olduğu veya bir işin çok yapıldığı yeri gösteren ismin sonuna tâ-i merbûta (ة) eklenir.

    دَرَسَ

    ders yaptı

    مَدْرَسَةٌ

    çok ders yapılan yer ve zaman (okul)

    كَتَبَ

    yazdı

    مَكْتَبَةٌ

    çok yazılan yer ve zaman (kütüphane, sıra)

    قَبَرَ

    gömdü

    مَقْبَرَةٌ

    çok gömülen yer ve zaman (kabir)

    طَبَعَ

    bastı

    مَطْبَعَةٌ

    çok basılan yer ve zaman (matbaa)

    حَكَمَ

    hükmetti

    مَحْكَمَةٌ

    çok hükmedilen yer ve zaman (mahkeme)

    مَلَكَ

    sahip oldu, malik oldu

    مَمْلَكَةٌ

    çok sahip olunan yer ve zaman (krallık) [2]
               

    *Şeddeli (muzaaf) ve orta harfi illetli fiillerin de mimli masdar, ism-i zaman ve ism-i mekânları genelde bu şekilde tâ-i merbûta (ة) alarak gelir:

    خاَفَ

    korktu

    مَخاَفَةٌ

    korkmak, korkma yeri ve zamanı

    سَرَّ

    sevindi

    مَسَرَّةٌ

    sevinmek, sevinme yeri ve zamanı

    b) (مَفْعِلٌ)

    Muzâride orta harfi esreli olan fiiller ile baş harfi illetli olan fiiller bu grubtan gelir:

    جَلَسَ -ِ

    oturdu

    مَجْلِسٌ

    oturmak, oturma yeri, oturma zamanı (meclis)

    نَزَلَ -ِ

    indi

    مَنْزِلٌ

    inmek, inilecek yer, inilecek zaman (ev)

    وَضَعَ  يَضَعُ

    koydu

    مَوْضِعٌ

    koymak, konulacak yer, zaman (yer)

    وَقَفَ يَقِفُ

    durdu, ayakta durdu

    مَوْقِفٌ

    durma, durma yeri ve zamanı (durak)

    وَلَدَ يَلِدُ

    doğurdu

    مَوْلِدٌ

    doğurmak, doğum yeri ve zamanı (doğum)

    وَعَدَ – يَعِدُ

    vaad etti, söz verdi

    مَوْعِدٌ

    söz verilen yer, zaman (randevu)

    يَسَرَ -ِ

    kumar oynadı

    مَيْسِرٌ

    kumar oynama, kumar oynama yeri, zamanı (kumarhane)
             

    *Aşağıdaki fiiller ise kaide dışı muzâride orta harfi zammeli olduğu halde mimli masdarı, ism-i zaman ve mekânları (مَفْعِلٌ) kalıbında gelenlerdir:

    سَجَدَ -ُ

    secde etti

    مَسْجِدٌ

    secde etmek, secde yeri ve zamanı (mescid)

    شَرَقَ -ُ

    doğdu

    مَشْرِقٌ

    doğmak, doğma yeri ve zamanı (doğu)

    غَرَبَ -ُ

    batıyor

    مَغْرِبٌ

    batmak, batış yeri ve zamanı (batı)

    *Bazı sülâsî fiillerin masdarları ise sonuna tâ-i merbûta (ة)alır:

    عَرَفَ -ِ

    bildi, tanıdı

    مَعْرِفَةٌ

    bilmek

    غَفَرَ -ِ

    bağışladı

    مَغْفِرَةٌ

    bağışlamak

    وَعَظَ يَعِظُ

    vaaz verdi, nasihat etti

    مَوْعِظَةٌ

    öğüt vermek

    3- Yapma Masdar:

    İsmin son harfini esre yapıp yanına (يَّةُ) getirilerek yapılan, hal ve sıfat gösteren masdara  yapma masdar denir:

    اَلْإِنْساَنُ

    insan

    اَلْإِنْساَنِيَّةُ

    insanlık

    اَلْمَسْؤُولُ

    sorumlu

    اَلْمَسْؤُولِيَّةُ

    sorumluluk

    اَلْجاَهِلُ

    câhil

    اَلْجاَهِلِيَّةُ

    cahillik

    اَلْحاَكِمِيَّةُ

    hâkimiyet

    اَلأُلوُهِيَّةُ

    ulûhiyyet

    اَلرُّبُوبِيَّةُ

    Rubûbiyyet (Rablık)

    اَلْقَوْمِيَّةُ

    milliyetçilik

    اَلْحَنَفِيَّةُ

    hanefîlik

    اَلْوَهاَّبِيَّةُ

    vahhâbîlik

    اَلْمَدْرَسِيَّةُ

    okulla ilgili

    اَلْاِشْتِراَكِيَّةُ

    sosyalizm

    اَلشُّعُوبِيَّةُ

    ulusçuluk

    اَلْعِلْماَنِيَّةُ

    laiklik

    اَلصِّناَعِيَّةُ

    sanayicilik, sanayi ile ilgili

    اَلْبَحْرِيَّةُ

    denizcilik
             

    Masdarların Cümle İçinde Kullanılışı:       

    Masdarlar mübtedâ, haber, fâil ya da mef’ûl vb. gibi cümlenin herhangi bir unsuru olabilir.

    بَكَي الطِّفْلُ مِنَ الْجُوعِ.

    Çocuk açlıktan ağladı.

    *Masdarın yerine (أَنْ) ve fiil getirilebildiği takdirde masdarlar fiil gibi (şibh-i fiil) amel edip  fâil ve mef’ûlün bih alabilir:

    يُرِيدُ الرَّجُلُ أَنْ يَزُورَهُ.

    Adam onu ziyaret etmek istiyor.

    يُرِيدُ الرَّجُلُ زِياَرَتَهُ.

    Adam onu ziyaret etmek istiyor.

    خاَلِدٌ كَثِيرُ النَّصْرِ صَدِيقَهُ.

    (خاَلِدٌ كَثِيرُ أَنْ يَنْصُرَ صَدِيقَهُ.)

    Halit arkadaşına çok yardım eder.                       

    (Halit’in arkadaşına yardımı çoktur.)

    Burada صَدِيقَهُ harfi tarifli olan النَّصْرِ  masdarının mef’ûlün bihidir.

    *Masdar tenvinli olarak geldiğinde de fiil gibi amel eder.

    إِطْعاَمٌ يَتِيماً خَيْرٌ (أَنْ يُطْعِمَ الْمَرْءُ يَتِيماً خَيْرٌ).

    Yetimi yedirmek hayırlıdır.

    Burada إِطْعاَمٌ masdarı şibh-i fiildir ve يَتِيماً de mef’ûlüdür.

    *Masdarlar umûmiyetle fâillerine muzâf olurlar. Fâille masdar biraraya gelince masdar muzaf ve fâil de muzafun ileyh durumuna gelir:

     

    خَلْقُ اللَّهِ

    Allah’ın yaratması/Allah’ın yaratışı  
     

    دُخُولُ الرَّجُلِ

    adamın girmesi/adamın girişi  
     

    بَعْثُ الْخَلِيفَةِ

    halifenin göndermesi, gönderişi  

    صِدْقُ الْمَرْءِ عِزٌّ (أَنْ يَصْدُقَ الْمَرْءُ عِزٌّ) .

    Kişinin doğruluğu şereftir.

    عِباَدَةُ الْإِنْساَنِ سَبَبٌ لِكَماَلِهِ.

    (أَنْ يَعْبُدَ الْإِنْساَنُ سَبَبٌ لِكَماَلِهِ.)

     

    Kişinin ibadet etmesi kemali için sebebtir.

             

    Eğer bir masdara hem bir fâil hem de mef’ûl bağlıysa, fâil mecrûr durumunda muzafun ileyh olarak masdardan sonra gelir, mef’ûl (nesne) de mansûb durumunda onu takip eder:

    خَلْقُ اللَّهِ الْأَرْضَ

    Allah’ın arzı yaratması/yaratışı

    دُخُولُ الرَّجُلِ الْبَيْتَ

    adamın eve girişi

    بَعْثُ الْخَلِيفَةِ رَسُولاً

    halifenin bir elçi göndermesi

     

    *Masdarlar bazen semâî müennes olarak kabul edilirler:

    قاَلَ رَسُولُ اللَّهِ : طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ وَ مُسْلِمَةٍ.

    Allah’ın Rasûlü: “İlim talebi her müslüman erkek ve kadına farzdır.” dedi.

    شَرِبَ الرَّجُلُ شَرْباَتٍ عَدِيدَةً.

    Adam defalarca (bir çok kere) içti.

    *Masdar çok yoğun bir şekilde mef’ûl olarak kullanılır. Özellikle mef’ûllerini harf-i cer vasıtasıyla alan fiiller masdarı çok sık alır:

    مَنَعَ مِنْ

    ..bir şeyi yasakladı

    مَنَعَهُ أَحْمَدُ مِنَ الدُّخُولِ.

    Ahmet ona girmeyi yasakladı.

    دَعاَ إِلَى

    ..bir şeye davet etti, çağırdı

    دَعاَهُمْ إِلَى الْخُرُوجِ.

    Onları çıkmaya davet etti.

    أَمَرَ بِ

    ..bir şeyi emretti

    أَمَرُوناَ بِالسَّماَعِ.

    Bize dinlememizi emrettiler.

    Masdar-ı Binâ-i Merre (Tekrar ismi):

    Kemmiyete (niceliğe ve sayıya) delâlet eden masdar çeşididir. Sülâsî fiilden (فَعْلَةٌ) vezninde gelir. Bir işin kaç kere yapıldığını gösterir:

    ضَرَبَ

    vurdu

    ضَرْبَةً

    bir kere vurmak

    أَكَلَ

    yedi

    أَكْلَةً

    bir kere yemek

    ضَرَبَ الرَّجُلُ اللِّصَّ ضَرْبَةً

    Adam hırsıza bir defa vurdu.

    ضَرَبَ الرَّجُلُ اللِّصَّ ضَرْبَتَيْنِ

    Adam hırsıza iki defa vurdu.

    أَكَلَ الْوَلَدُ أَكْلَةً

    Çocuk bir defa yedi.

    أَكَلَ الْوَلَدُ أَكْلَتَيْنِ

    Çocuk iki  defa yedi.

             

    Görüldüğü gibi müfred kalıp (فَعْلَةً) şeklinde gelirken tesniye kalıbı ona uyumlu olarak (فَعْلَتَيْنِ) şeklinde cemi kalıbı da (فَعَلاَتٍ) durumunda gelmektedir:

    ضَرَبَ الرَّجُلُ اللِّصَّ ضَرَباَتٍ عَدِيدَةً

    Adam hırsıza birçok defalar vurdu.

    أَكَلَ الْوَلَدُ أَكَلاَتٍ عَدِيدَةً

    Çocuk birçok defa yedi.

    أَكَلَ الْوَلَدُ ثَلاَثَ أَكَلاَتٍ

    Çocuk üç  defa yedi.

    *Mezîd fiillerin masdaru binâ-i merre’si kendi fiillerinin masdarlarına tâ-i merbûta (ة) getirilerek yapılır:

    اِبْتَسَمَ يَبْتَسِمُ اِبْتِساَمٌ

    gülümsedi

    اِبْتِسَامَةٌ

    bir gülümseyiş

    اِنْطَلَقَ يَنْطَلِقُ إِنْطِلاَقٌ

    fırladı, gitti

    اِنْطِلاَقَةٌ

    bir gidiş

    Masdarın sonunda zaten (ة) varsa, bir defa oluşu ifade etmek için sona (واَحِدَةٌ) kelimesi eklenir:

    رَحِمَ يَرْحَمُ رَحْمَةٌ

    acıdı, merhamet etti

    رَحْمَةٌ واَحِدَةٌ

    bir acıyış

    أَجاَبَ يُجِيبُ إِجاَبَةً

    cevap verdi

    إِجاَبَةٌ واَحِدَةٌ

    bir cevaplandırış

    Masdar-ı Binâi Nevi (Tarz, durum ismi) :

    Keyfiyete (nasıllığa) delâlet eden masdar çeşididir. Türkçe’deki durum zarfına benzer. Fiilin olma tarzını anlatan isimdir. Sülâsî fiilden (فِعْلَةٌ) vezninde gelir:

    ضَحِكَ يَضْحَكُ

    güldü

    ضِحْكَةً

    gülme tarzı  

    خَلَقَ يَخْلُقُ

    yarattı

    خِلْقَةً

    yaratma tarzı  

    مَشَى يَمْشِي

    yürüdü

    مِشْيَةً

    yürüme tarzı  

    مَشَى الْوَلَدُ مِشْيَةَ الرَّجُلِ.

    Çocuk adam yürüyüşüyle yürüdü (adam gibi yürüdü).

    جَلَسَ التِّلْمِيذُ جِلْسَةَ الْمُعَلِّمِ.

    Öğrenci öğretmen gibi oturdu.

    فَتَحَ الرَّجُلُ الْباَبَ فِتْحَةَ اللِّصِّ.

    Adam kapıyı hırsız açışıyla açtı (hırsız gibi yavaşça açtı).

               

    Masdar-ı Müevvel:

    Masdar edatlarından birinin önüne geldiği cümlenin manasını masdara çevirmesine masdar-ı müevvel denir. Bu masdar edatlarından (أَنْ) fiil cümlesini, (أَنَّ) de isim cümlesinin manasını masdara çevirir. Daha önceden aşina olduğumuz bu edatların masdar konusunu işlememiz hasebiyle cümle içindeki kullanılışlarına yeniden göz atmamız faydalı olacaktır.

    a) (أَنْ) ile fiilden yapılan müevvel masdar:

    (أَنْ) genellikle mâzî ve muzâri fiillerin önüne gelir, manalarını masdara çevirir, daha önce işlediğimiz gibi muzâriyi nasbeder.

    Aşağıdaki cümlelere dikkat edilirse masdarlı cümleyle (أَنْ) ile fiilden yapılan masdar-ı müevvel aynı manayı vermektedir, her ikisi de cümle içinde fâil, nâib-i fâil, mübtedâ, haber, mef’ûlün bih veya harf-i cerle mecrûr olmaktadırlar.

    Türkçe’ye ..mek, …mak ve bu masdar manasındaki “k” ler yerine ..en, an, ..in, ..ın gibi şahıslara göre uygun takılar alarak temel cümleye bağlanırlar.

    = يَسُرُّنِي صِدْقُكَ.

    يَسُرُّنِي أَنْ تَصْدُقَ

    Doğru olman beni sevindirir[3].

    (أَنْ ile fiilden yapılan müevvel masdar tek unsur olarak fâil durumunda)

    = يُعْلَمُ نَقْصُ الْماَءِ.

    يُعْلَمُ أَنْ يَنْقُصَ الْماَءُ

    Suyun eksilmesi (eksileceği) bilinir.

    (أَنْ ile fiilden yapılan müevvel masdar nâib-i f
    âil durumunda)[4]

    = فِعْلُكَ الْواَجِبَ خَيْرٌ لَكَ.

    أَنْ تَفْعَلَ الْواَجِبَ خَيْرٌ لَكَ

    Ödev yapman senin için hayırdır.

    (أَنْ ile fiilden yapılan müevvel masdar mübtedâ durumunda)

    = اَلْإِيماَنُ إِيماَنُكَ بِاللَّهِ.

    اَلْإِيماَنُ أَنْ تُؤْمِنَ بِاللَّهِ

    İman Allah’a inanmandır.

    (أَنْ ile fiilden yapılan müevvel masdar haber durumunda)

    = طَلَبَ التِّلْمِيذُ الْكِتاَبَةَ.

    طَلَبَ التِّلْمِيذُ أَنْ يَكْتُبَ

    Öğrenci yazmak istedi.

    (أَنْ ile fiilden yapılan müevvel masdar mef’ûlün bih durumunda)

    = رَغِبْتُ فِي سَفَرِهِ.

    رَغِبْتُ فِي أَنْ يُساَفِرَ

    (Onun) yolcu olmasını istedim[5].

    (أَنْ ile fiilden yapılan müevvel masdar harf-i cerle (mahallen) mecrûr durumda)

    b) (أَنَّ) ile isim cümlesinden yapılan müevvel masdar:

    (أَنَّ) “inne ve kardeşleri” dersinden hatırlanacağı gibi (إِنَّ) nin ortada gelmiş halidir. Yalnız isim cümlesinin önüne gelir ve cümleye masdar manası kazandırıp fâil, mef’ûlün bih, nâib-i fâil ya da câr-mecrûr gibi tek unsur haline getirir. Türkçe’ye ..en, ..an, diği, ..dığı, düğü, ..duğu şeklinde tercüme edilir.

     

     

    = يَسُرُّنِي نَشاَطُكَ.

    يَسُرُّنِي أَنَّكَ نَشِيطٌ

    Faal olman (canlı olman) beni sevindirir.

    (أَنَّ ile isim ve haberinden müevvel masdar fâil durumunda)

    = عَلِمْتُ نَجاَحَ التِّلْمِيذِ.

    عَلِمْتُ أَنَّ التِّلْمِيذَ ناَجِحٌ

    Öğrencinin başarılı olduğunu bildim.

    ( أَنَّile isim ve haberinden müevvel masdar mef’ûlün bih durumunda)

    = عُرِفَ بَراَءَةُ السَّجِينِ.

    عُرِفَ أَنَّ السَّجِينَ بَرِيءٌ

    Mahpusun suçsuz olduğu öğrenildi.

    ( أَنَّile isim ve haberinden müevvel masdar nâib-i fâil durumunda)

    = وَظَّفْتُهُ لِأَماَنَتِهِ.

    وَظَّفْتُهُ لِأَنَّهُ أَمِينٌ

    Güvenilir olduğu için onu vazifelendirdim[6].

    ( أَنَّile isim ve haberinden müevvel masdar harf-i cerle mecrûr durumda)

    Not: (أَنْ)  yalnızca fiili muzârinin önüne gelmez, mâzî’nin önüne de gelir. Mâzî ya da muzâri fiille birlikte zarf olan (قَبْلَ) ve (بَعْدَ) nin arkasından kullanımı oldukça yaygındır. Bu zarflar doğrudan fiile bağlanmaz, araya (أَنْ) alarak bağlanır:

    سَآكُلُ طَعاَمِي قَبْلَ أَنْ أَكْتُبَ واَجِبِي.

    Ödevimi yazmadan önce yemeğimi yiyeceğim.

    سَآكُلُ طَعاَمِي بَعْدَ أَنْ أَكْتُبَ واَجِبِي.

    Ödevimi yazdıktan sonra yemeğimi yiyeceğim.

    بَعْدَ أَنْ وَقَفَتِ التِّلْمِيذاَتُ بَدَأْنَ الْأَناَشِيدَ.

    Öğrenciler ayağa kalktıktan sonra marşlara başladılar.

    بَعْدَ أَنْ حَضَرتِ التِّلْمِيذاَتُ بَدَأْنَ الْأَناَشِيدَ.

    Öğrenciler geldikten sonra marşlara başladılar.

    بَعْدَ أَنْ حَضَرَ الطُّلاَّبُ بَدَأُوا الْأَناَشِيدَ.

    Öğrenciler geldikten sonra marşlara başladılar (müz.).

    بَعْدَ أَنْ حَضَرَ الطُّلاَّبُ بَدَأُوا التَّجاَرِبَ

    Öğrenciler geldikten sonra deneylere başladılar (müz.).

    بَعْدَ أَنْ وَصَلَ الْأُسْتاَذُ بَدَأَ الْخُطْبَةَ.

    Hoca geldikten sonra hutbeye başladı.

     

    ماَذاَ فَعَلْتَ بَعْدَ أَنْ سَمِعْتَ كَلاَمَ واَلِدِكَ ؟

    Babanın konuşmasını duyduktan sonra ne yaptın?

    صَلَّي الْمُؤْمِنُونَ بَعْدَ أَنْ أَذَّنَ الْمُؤَذِّنُ لِلصَّلاَةِ.

    Müezzin namaz için ezanı okuduktan sonra mü’minler namaz kıldı.

    اِشْتَرَي واَلِدِي هَذاَ الْكِتاَبَ بَعْدَ أَنْ طاَفَ بِجَمِيِعِ الْمَكْتَباَتِ فِي الْمَدِينَةِ.

    Babam bu kitabı şehirdeki bütün kütüphaneleri dolaştıktan sonra[7] satın aldı.

    * (أَنْ)‘in masdar edatı olarak bir işlevi daha vardır ki bu da oldukça önemlidir. Genellikle (أَنْ) emir fiilinin önüne gelir ve manasını masdara çevirip masdar cümlesini temel cümleye “…diye” tercümesiyle bağlar. Bu (أَنْ)’e müfessera (الْمُفَسَّرَةُ) ya da harfu tefsir denir. Ardından gelen cümleye de tefsir cümlesi denir.

    ناَدَيْتُ أَنْ اِجْلِسْ.

    “Otur” diye bağırdım.

    أَشاَرَ الضاَّبِطُ أَنِ اهْجُمُوا[8].

    Subay “saldırın” diye işaret etti.

    فَأَوْحَيْناَ إِلَى مُوسَى أَنِ اضْرِبْ بِعَصاَكَ الْبَحْرَ.

    Musa’ya “Değneğini denize vur” diye vahyettik. (Şuarâ, 63)

    İsmü’l-Cins, İsmü’l-vahde: (Cins İsmi, Teklik İsmi)

      Cins ismi, bir cinsteki bütün varlıklara delâlet eder.

    شَجَرٌ

    ağaç (ağaç cinsi)

    سَمَكٌ

    balık (balık cinsi)

    نَجْمٌ

    yıldız (yıldız cinsi)

    وَرَقٌ

    yaprak (yaprak cinsi)

    نَمْلٌ

    karınca

    تُفاَّحٌ

    elma

    Bunlardan bir tanesini kastettiğimizde o ismin sonuna tâ-i merbûta (ة) ekleyerek gösteririz.

    شَجَرةٌ

    bir ağaç

    سَمَكَةٌ

    bir balık

    نَجْمَةٌ

    bir yıldız

    وَرَقَةٌ

    bir yaprak

    نَمْلَةٌ

    bir karınca

    تُفاَّحَةٌ

    bir elma

    أَكَلْتُ سَمَكاً.

    Balık yedim (koyun eti v.s. değil).

     

    أَكَلْتُ سَمَكَةً.

    Bir tane balık yedim.

     

    رَأَيْتُ شَجَرَةً.

    Bir tane ağaç gördüm.

     
               

    İsmü’l-cins daha ziyade tabiî, yaradılmış şeylerdeki bir cins eşyayı gösteren isimdir. Her ismin sonuna (ة) ekleyerek ismü’l-vahdetini yapamayız. Zamanla kullanarak öğrenilir.

    Genel Cümle Örnekleri:

    1- كاَنَتْ أَوْرُوباَّ فِي جَهْلٍ تاَمٍّ فِي ذَلِكَ الْوَقْتِ – اَلْعَدْلُ أَنْ تَحْكُمَ بِالْحَقِّ – اَلْعَدْلُ حُكْمُكَ بِالْحَقِّ.

    2- نَهَضَ الْحِصاَنُ مِنَ الْأَرْضِ بَعْدَ أَنْ سَقَطَ – جَلَسَ الْمُدَرِّسُ عَلَى مَقْعَدِهِ مُتْعَباً بَعَدَ أَنْ شَرَحَ الدَّرْسَ.

    3- تَكَلَّمَ الطاَّلِبُ كَلاَماً جَمِيلاً – بَعْدَ أَنْ وَصَلَ الْأُسْتاَذُ بَدَأَ التَّجاَرِبَ.

    4– كاَنَ الرَّجُلُ يَبْحَثُ عَنْهُ لِقَتْلِهِ -كاَنَ الرَّجُلُ يَبْحَثُ عَنْهُ لِسُؤاَلِهِ .

    5- ماَذاَ تُفَضِّلُ[9] ؟ اَلسَّكَنُ فِي وَسَطِ الْمَدِينَةِ أَمْ خاَرِجَ الْمَدِينَةِ ؟

    6- أَخْبَرَهُ[10] بِسَرِقَةِ الْخَرُوفِ – أُرِيدُ أَنْ أَذْهَبَ إِلَى بَلَدِي لِقَضاَءِ أُسْبُوعَيْنِ هُناَكَ.

    7- اُفَضِّلُ قَضاَءَ عُطْلَةِ الصَّيْفِ فِي بَلَدِي لِأَنَّ الطَّقْسَ يَكُونُ جَمِيلاً فِيهاَ .

    8- مَتَى أَرْسَلَ الصَّحَفِيُّونَ الْخِطاَباَتِ؟ – أَرْسَلَ الصَّحَفِيُّونَ الْخِطاَباَتِ بَعْدَ سَفَرِهِمْ بِأُسْبُوعَيْنِ.

    9- هَلْ كاَنَ ماَ تَأْخُذُهُ كاَفِياً لِشِراَءِ كُتُبِكَ (هَلْ كاَنَ الَّذِي تَأْخُذُهُ كاَفِياً لِشِراَءِ كُتُبِكَ)؟

    10- أَعَدَّ[11] التَّلاَمِيذُ حَقاَئِبَهُمْ قَبْلَ عَوْدَتِهِمْ إِلَى الرِّياَضِ – أَ تُفَضِّلُ قِراَءَةَ الْقَصَصِ أَمْ قِراَءَةَ الدُّروُسِ.

    11- أَخْبَرَتْ فاَطِمَةُ واَلِدَهاَ بِقِراَءَةِ الْكِتاَبِ – أَخْبَرَتْ فاَطِمَةُ واَلِدَهاَ بِأَنَّهاَ قَرَأَتِ الْكِتاَبَ .

    12- أَخْبَرَنِي أَصْدِقاَئِي بِأَنَّهُمْ زاَرُوا الْأُسْتاَذَ – أَخْبَرَنِي أَصْدِقاَئِي بِزِياَرَةِ أُسْتاَذِهِمْ .

    13- أَخْبَرْتُ أَخِي بِأَنَّنِي كَتَبْتُ الدَّرْسَ – أَخْبَرَهُ بِأَنَّ الْخَرُوفَ قَدْ سُرِقَ .

    14- أَخْبَرَتْكَ بِأَنَّ الْكِتاَبَ قَدْ أُخِذَ – أَخْبَرْتُهاَ بِأَنَّ الصَّلاَةَ قَدْ أُدِّيَتْ[12] . 

    15- أَخْبَرُوناَ بِأَنَّ الْخَرُوفَ قَدْ ذُبِحَ – أَخْبَرُوناَ بِأَنَّ الْحَلْوَى قَدْ أُكِلَتْ.

    16- لَمْ يُصَدِّقُوا[13] ذَهاَبَ الْمُدَرِّسِينَ – لَمْ يُصَدِّقُوا أَنَّ الْمُدَرِّسِينَ قَدْ ذَهَبُوا .

    17- لَمْ يُصَدِّقُوا أَنَّ الْأُخْتَيْنِ قَدْ تَزَوَّجَتاَ[14] – لَمْ يُصَدِّقُوا زَواَجَ الْأُخْتَيْنِ .

    18- لَمْ يُصَدِّقُوا زِياَرَةَ الْوَزِيرِ لِلْمَدْرَسَةِ – لَمْ يُصَدِّقُوا أَنَّ الْوَزِيرَ قَدْ زاَرَ الْمَدْرَسَةَ .

    19- لَمْ يُصَدِّقُوا خُرُوجَ الْمَرْضَى مِنَ الْمُسْتَشْفَى – لَمْ يُصَدِّقُوا أَنَّ الْمَرْضَى قَدْ خَرَجُوا مِنَ الْمُسْتَشْفَى.

    20- ماَذاَ شاَهَدْتُمْ أَثْناَءَ وُقُوفِكُمْ فِي الْمِيناَءِ ؟ أَثْناَءَ وُقُوفِناَ فِي الْمِيناَءِ شاَهَدْناَ السُّفُنَ . أُنْظُرْ هَذِهِ صُورَةُ السُّفُنِ . لَقَدْ شاَهَدْتُهاَ أَثْناَءَ وُقُوفِي فِي الْمِيناَءِ .

    21- ماَذاَ شاَهَدْتُمْ أَثْناَءَ جُلُوسِكُمْ فِي الْحَدِيقَةِ ؟ أَثْناَءَ جُلُوسِناَ فِي الْحَدِيقَةِ شاَهَدْناَ الْحاَدِثَ . أُنْظُرْ هَذِهِ صُورَةُ الْحاَدِثِ . لَقَدْ شاَهَدْتُهُ أَثْناَءَ جُلُوسِي فِي الْحَدِيقَةِ.

    22- لاَ شَكَّ فِي أَنَّ الْأَدَبَ واَجِبٌ – أَعْتَقِدُ[15] أَنَّ اللَّهَ قاَدِرٌ.

    Tercüme:       

    1- Avrupa o vakitte tam bir cehâlet içindeydi. Adâlet hakla hükmetmendir. Adalet hakla hüküm vermendir.

    2- Düştükten sonra at yerden kalktı. Öğretmen dersi açıkladıktan sonra yorgun olarak yerine oturdu.

    3- Öğrenci güzel bir konuşmayla konuştu. Hoca geldikten sonra deneylere başladı.

    4- Adam onu öldürmek için arıyordu. Adam onu (birşey) sormak için arıyordu.

    5- Ne tercih edersin? Şehrin ortasında mı yoksa şehrin dışında oturmayı (mı)?

    6- Kuzunun çalınmasını (çalındığını) ona haber verdi. Orada iki hafta geçirmek için memleketime gitmek istiyorum.

    7- Yaz tatilini memleketimde geçirmeyi tercih ediyorum çünkü hava orada güzel olur.

    8- Gazeteciler mektupları ne zaman gönderdi? Gazeteciler mektupları yolculuklarından iki hafta sonra gönderdi.

    9- Aldığın şey (ücret) kitaplarını satın almak için kâfî miydi? (Aynı cümle)

    10- Öğrenciler Riyad’a dönmelerinden önce çantalarını hazırladılar. Hikâyeleri okumayı mı, yoksa dersleri okumayı mı tercih edersin?

    11- Fâtıma babasına kitabı okuduğunu haber verdi. (Aynı mana). 

    12- Arkadaşlarım bana hocayı ziyaret ettiklerini bildirdi. Arkadaşlarım bana hocalarını ziyaret ettiklerini bildirdi.

    13- Kardeşime dersi yazdığımı haber verdim. Ona kuzunun çalındığını haber verdi.

    14- (O bayan) sana kitabın alındığını haber verdi. Ona namazın eda edilmiş olduğunu haber verdim.

    15- Bize kuzunun boğazlanmış olduğunu haber verdiler. Bize tatlının yendiğini haber verdiler.

    16- Öğretmenlerin gidişine inanmadılar. Öğretmenlerin gitmiş olduğuna inanmadılar.

    17- İki kız kardeşin evlenmiş olduğuna inanmadılar. İki kız kardeşin evliliğine inanmadılar.

    18- Bakanın okulu ziyaret ettiğine inanmadılar. (Aynı mana).

    19- Hastaların hastaneden çıktığına inanmadılar. (Aynı mana).

    20- Limanda duruşunuz esnasında ne gördünüz? Limanda duruşumuz esnasında gemileri gördük. Bak bu gemilerin resmidir. Onları limanda duruşum esnasında gördüm.

    21- Bahçede oturmanız esnasında ne gördünüz? Bahçede oturmamız esnasında olay (bir hadise) gördük. Bak, bu olayın resmidir. Onu bahçede oturuşum esnasında gördüm.

    22- Edebin vacip (gerekli) oluşunda şüphe yoktur. Allah’ın kâdir olduğuna inanıyorum.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    HARFU TEFSİR VE KONULARLA İLGİLİ AYETLER

    1- وَاذْكُرْ أَخَا عَادٍ إِذْ أَنذَرَ قَوْمَهُ بِالْأَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ أَلاَّ تَعْبُدُوا إِلاَّ اللَّهَ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ .

    (46/AHKÂF, 21). Ad (kavmin)in kardeşini (Hûd’u) an. Zira o, kendinden önce ve sonra uyarıcıların da gelip geçtiği AHKÂF bölgesindeki kavmini: “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ben sizin üzerinize büyük bir günün azabından (azaba uğramanızdan) korkuyorum” diye uyarmıştı.

    çünkü, zira, hani bir zamanlar

    إِذْ

    uyardı, ikaz etti

    أَنذَرَ يُنْذِرُ

     
    ondan önce

    مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ

    gelip geçmek

     خَلاَ يَخْلُو خُلُواًّ

     
    Ahkaf (bölgesin)de

    بِالْأَحْقَافِ

    uyarıcı

    اَلنَّذِيرُ ج اَلنُّذُرُ

     
    ( أَنْ+لاَ) …maması, …memesi şeklinde de tercüme edilir.

    أَلاَّ

     
    kulluk etmeyin diye

    أَلاَّ تَعْبُدُوا

    ondan sonra

    وَمِنْ خَلْفِهِ

     
        korktu

    خاَفَ يَخاَفُ

                     

    2- أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَنْ لاَ تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ ¯ وَأَنِ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ .

    (36/YÂSÎN, 60, 61). “Ey Âdem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır. Ve bana kulluk edin, doğru yol budur”” diye emretmedim mi?

    emretti, ahdetti, anlaşma yaptı

     

     

    عَهِدَ  يَعْهَدُ عَهْداً

    3- وَلَقَدْ آتَيْنَا لُقْمَانَ الْحِكْمَةَ أَنِ اشْكُرْ لِلَّهِ وَمَنْ يَشْكُرْ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَنْ كَفَرَ فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ حَمِيدٌ .

    (31/LOKMAN, 12). Andolsun biz Lokman’a: “Allah’a şükret!” diye hikmet verdik. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de (bilsin ki,) Allah zengindir (hiçbir şeye muhtaç değildir), her türlü övgüye lâyıktır.

    vermek

    آتَي يُؤْتِي إِيتاَءً

    4- … يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلَى أَنْفُسِكُمْ مَتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ إِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ فَنُنَبِّئُكُم بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ .

    (10/YÛNUS, 23) …Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir. (bununla) sadece fani dünya hayatının menfaati(ni elde edersiniz); sonra dönüşünüz yine bizedir. O zaman yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz.

    اَلْبَغْيُ

    her türlü haddi aşma, taşkınlık

    نَبَّأَ يُنَبِّئُ بِ

    haber verdi

    5- إِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَأَنْزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ …

    (48/FETİH, 26). O zaman inkar edenler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve mü’minlere sükûnet ve güvenini indirdi…

    6- …قَالَتْ نَمْلَةٌ يَا أَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ لاَ يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لاَ يَشْعُرُونَ .

    (27/NEML, 18). …bir karınca: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!” dedi.

    حَطَمَ يَحْطِمُ حَطْماً

    kırmak, ufaltmak, ezmek, çiğnemek

    شَعَرَ يَشْعُرُ شُعُوراً

    hissetmek, bilmek, farkına varmak

    7- وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ .

    (31/LOKMAN, 14). Biz insana, ana-babasını (onlara iyi davranmasını) tavsiye etmişizdir. (Çünkü) anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. (Sütten) ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.

    tavsiye etti

    وَصَّي يُوَصِّي تَوْصِيَةً

    yıl, sene

    عَامٌ

    bitkin, zayıf

    وَهْنٌ ج وُهُنٌ

    (çocuğu sütten) kesmek

    فِصَالٌ

    ana-baba (mansûb ve mecrûr hali)

    ِوَالِدَيْنِ

                   

    8- مَا قُلْتُ لَهُمْ إِلاَّ مَا أَمَرْتَنِي بِهِ أَنِ اعْبُدُوا اللّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا ماَ دُمْتُ فِيهِمْ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي كُنْتَ أَنْتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ وَأَنتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ .

    (5/MAİDE, 117). (İsâ Allah’a kıyâmette şöyle der:) Ben onlara, “Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin” diye ancak bana emrettiğini söyledim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.

      içlerinde bulunduğum müddetçe

    ماَ دُمْتُ فِيهِمْ

    (mâzî fiilin önünde) ..dığı zaman

    لَمَّا

    vefat ettirdi

    تَوَفَّي يَتَوَفَّى

    kontrolcü, gözcü, gözleyen

    اَلرَّقِيبُ

    beni vefat ettirince

    فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي

               

    9- وَنَادَى أَصْحَابُ الْجَنَّةِ أَصْحَابَ النَّارِ أَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا فَهَلْ وَجَدْتُمْ ماَ وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّا قَالُوا نَعَمْ فَأَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ أَنْ لَعْنَةُ اللّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ .

    (7/A’RÂF, 44). Cennet ehli cehennem ehline: “Biz Rabbimizin bize vadettiğini gerçek bulduk, siz de Rabbinizin size vadettiğini gerçek buldunuz mu? diye seslenir. “Evet!” derler. Ve aralarından bir çağrıcı, Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerine olsun! diye bağırır.

    ilan etti, çağırdı

    أَذَّنَ  يُؤَذِّنُ

    seslendi, nida etti

    نَادَى يُناَدِي

    hak, gerçek

    حَقٌّ

    ilan eden, çağıran

    مُؤَذِّنٌ

    10- دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ.

    (10/YÛNUS, 10). Onların oradaki (cennetteki) duası: “Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz!” (sözleridir). Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri ise “selâm” dır. Onların dualarının sonu da şudur: Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.

     

     

    selam vermek, selamlamak

    حَيىَّ يُحَيِّي تَحِيَّةً

    11- …كَيْفَ ضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرةٍ طَيِّبَةٍ أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَاءِ {14/24}

    (14/İBRÂHÎM, 24). ..Allah nasıl bir misâl getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti).

    12- أَنْ     كَانَ     ذَا      مَالٍ             وَ     بَنِينَ .

      Ma’tûf     Atıf h. Muzâfun ileyh Kâne’nin haberi ve muzâf Nâkıs fiili mâzî

    Masdar Harfi

     (68/KALEM, 14).Mal ve oğullar sahibi olmuş diye (onlara itaat etme).

    (Burada Kâne’nin ismi mahzûf olup takdiri (هُوَ) zamiridir. Kâne’nin haberi olan (ذَا) nin nasb alâmeti elif’tir. Çünkü  (ذَا) esmâi hamsedendir. (أَنْ) ve fiilinden oluşan masdar-ı müevvel, mahzûf olan (لِ)  harf-i cerinin mecrûru olması sebebiyle mahallen mecrûrdur. (لِأَنْ كاَنَ ذاَ…)

     

     

  • Sıfat Cümlesi

     

    SIFAT CÜMLESİ

    Sıfatlar müfred (tek) bir kelime olarak geldiği gibi isim cümlesi, fiil cümlesi ve şibh-i cümleden[9] de oluşabilir. Nekre isimlerden sonra gelen cümleler ve şibh-i cümleler o kelimenin sıfatı olurlar[10] ve bu yan cümlecikler  yani isim ve fiil cümlesi olarak gelen sıfatlar tercüme edilirken ..en, ..an, ..dığı ile temel cümleye bağlanırlar. Şibh-i cümlelerden oluşan sıfatlar ise temel cümledeki mevsuflarına ..bulunan, …olan diye bağlanır. Sıfat cümlesinde sıfat cümlesini mevsûfa bağlayan, sıfatla mevsûf arasındaki bütün uygunluk şartlarını taşıyan bir zamir bulunur. Bazen bu zamir hazfedilmiş (kaldırılmış) ya da müstetir (gizli) olabilir[11].

    جاَءَ رَجُلٌ رَأَيْتُهُ.

    Gördüğüm adam geldi.

    رَأَيْتُ رَجُلاً جاَءَ.

    Gelen bir adam gördüm.

    Nekre isimleri niteleyen isimler, cümleler ve şibh-i cümleleri ayrı örnekler halinde işlememiz konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.

    a) Sıfat İsim Cümlesi:

    مَكَّةُ مَدِينَةٌ تاَرِيخُهاَ قَدِيمٌ.

    Mekke, tarihi eski bir şehirdir.

    هَذاَ رَجُلٌ عَمُّهُ عاَلِمٌ.

    Bu, amcası alim bir adamdır.

    تَرَكَ الشاَّفِعِيُّ مُؤَلَّفاَتٍ نَفْعُهاَ عَظِيمٌ.

    Şâfiî, faydası büyük eserler bıraktı.

    اَلشاَّفِعِيُّ عاَلِمٌ مُؤَلَّفاَتُهُ كَثِيرَةٌ.

    Şâfiî, eserleri çok olan bir alimdir.

    هُوَ رَجُلٌ وَلَدُهُ عاَقِلٌ.

    O, çocuğu akıllı olan bir adamdır.

    b) Sıfat Fiil Cümlesi:

    بَشيِرُ مُسْلِمٌ يُصَلِّي وَ يَصوُمُ.

    Beşir namaz kılan ve oruç tutan bir müslümandır.

    رَأَيْتُ مُهَنْدِساً يَعْرِفُنِي.

    Beni tanıyan bir mühendis gördüm.

    رَأَيْتُ طِفْلَةً تَعْرِفُنِي.

    Beni tanıyan bir çocuk gördüm.

    قاَبَلْتُ مُهَنْدِساً يَعْرِفُنِي.

    Beni tanıyan bir mühendisle karşılaştım.

    سَمِعْتُ طِفْلَةً تُناَدِينِي[12].

    Beni çağıran bir çocuk işittim.

    قَدْ جاَءَ رَسُولٌ (مِنْكُمْ ) دَعاَناَ إِلَى الْإِسْلاَمِ.

    Sizden (içinizden) bizi İslâm’a çağıran bir elçi gelmiştir.

    شَكَرْتُ طَبِيباً يُعاَلِجُنِي[13].

    Beni tedavi eden doktora teşekkür ettim.

     

     

    أَسْرَعْتُ[14] إِلَى رَجُلٍ يَطْلُبُ الْمُساَعَدَةَ.

    Yardım isteyen adama koştum.

    c) Sıfat Şibh-i Cümle (Zarf ):

    نَظَرْتُ أََوْلاَداً تَحْتَ الشَّجَرَةِ.

    Ağacın altındaki çocuklara baktım.

    نَظَرْتَ قاَئِداً حَوْلَ الْمُعَسْكَرِ.

    Kampın etrafındaki komutana baktın.

    نَظَرْتِ طاَلِبَةً أَماَمَ الطاَّوِلَةِ.

    Masanın önündeki öğrenciye baktın.

    نَظَرْتِ طاَلِبَةً عِنْدَهاَ دَراَّجَةٌ.

    Yanında bisiklet bulunan öğrenciye baktın.

    رَأَيْتُ مُدَرِّساً خَلْفَ الصَّفِّ.

    Sınıfın arkasındaki öğretmeni gördüm.

    d) Sıfat Şibh-i Cümle (Câr-Mecrûr):

    شاَهَدْتُ طاَئِرَةً فِي الْجَوِّ.

    Havadaki uçağı gördüm.

    أَخَذْتُ وَرْدَةً عَلَى الطاَّوِلَةِ.

    Masanın üstündeki gülü  aldım.

    نَظَرْتِ صُورَةً عَلَى الْجِداَرِ.

    Duvarın üzerindeki resme baktın.

    هَلْ سَلَّمْتَ عَلَى رَجُلٍ فِي الناَّدِي  ؟

    Kulüpteki adama selâm verdin mi?

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    SIFAT TAMLAMASI İLE İLGİLİ AYETLER

    1- إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ .

    (26/ŞUARÂ, 125). (Bilin ki,) ben sizin için (gönderilmiş) güvenilir bir elçiyim.

    2- وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِهِ جُزْءًا إِنَّ الْإِنْسَانَ لَكَفُورٌ مُبِينٌ .

    (43/ZUHRUF, 15). Ama onlar, kullarından bir kısmını, O’nun bir cüzü kıldılar. Gerçekten insan apaçık bir nankördür.

    azılı kafir, çok inatçı

    كَفُورٌ

    parça, bölüm, kısım, cüz  (Meleklere Allah’ın kızları dediler)

    جُزْءٌ

    3- أَ هُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ …

    (43/ZUHRUF, 32). Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. (Birbirlerine iş gördürmeleri için) kimini kiminin üstüne derecelerle yükselttik. …

    basamak, derece, yükseklik mertebesi

    دَرَجَةٌ

    paylaştırmak, bölüştürmek

    قَسَمَ يَقْسِمُ قَسْماً

     

     

     

     

    geçim kaynağı, geçimlik

    اَلْمَعِيشَةُ

    yükseltti, kaldırdı

    رَفَعَ يَرْفَعُ رَفْعاً

             

    4- … وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ .

    (9/TEVBE, 19). .. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.

    hidayete erdirmek, yol göstermek, irşad etmek, iletmek, götürmek

    هَدَى يَهْدِي هَدْياً هِداَيَةً

    5- وَعَدَ اللّهُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ …

    (9/TEVBE, 72). Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetti…

    ırmak

    نَهْرٌ ج أَنْهاَرٌ

    vaat etmek, söz vermek

    وَعَدَ يَعِدُ وَعْداً

    yerleşme, sükûnet bulma

    اَلْعَدْنُ

    akmak, cereyan etmek

    جَرَى يَجْرِي جَرْياً

    ikamet, yerleşme yeri, mesken [(مَسَاكِنَ) kelimesi tenvin ve esre almayan gayr-i munsarif kelimelerdendir.]

    مَسْكَنٌ ج مَسَاكِنُ

    içerisinde sukunetin, tatmin olmanın ve rahatça yerleşmenin bulunduğu cennetler

    جَنَّاتُ عَدْنٍ

               

    6- … لَأَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَقِيمَ .

    (7/A’RÂF, 16). (İblis dedi ki:) .. and içerim ki, ben (de onları saptırmak için) senin doğru yoluna oturacağım.

    oturmak, oturup kalmak, gözetlemek

    قَعَدَ يَقْعُدُ قُعُوداً

    (Ayette: Fiilin başındaki (لَ) te’kîd lâmı, fiilin sonundaki şeddeli nun (نَّ) te’kîd nûnudur. Şeddeli nundan (نَّ) önceki muzâri fiilin son harekesinin müfrette üstün, cemide ötre olduğunu hatırlayınız.) 

    dosdoğru

    اَلْمُسْتَقِيمُ

    (eğri büğrü yahut kıvrımlı olmayan doğru ve düzgün) yol

    اَلصِّرَاطُ

             

    7- وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَباَتُهُ بِإِذْنِ رَبِّهِ …

    (7/A’RÂF, 58). Rabbinin izniyle güzel memleketin bitkisi (güzel) çıkar..

    iyi, güzel

    اَلطَّيِّبُ

    bitki

    نَباَتٌ

    8- …قَالُوا شَهِدْنَا عَلَى أَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلَى أَنْفُسِهِمْ أَنَّهُمْ كَانُوا كَافِرِينَ.

    (6/EN’ÂM, 130). (Cin ve insan topluluğu derler ki:) “Kendi aleyhimize şahitlik ederiz.” Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına (dair) kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.

    aldatmak, kandırmak

    غَرَّ يَغُرُّ غُرُوراً

    9- وَإِنَّكَ لَعَلَى خُلُقٍ عَظِيمٍ .

    (68/KALEM, 4). Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.

    seciye, karakter, huy, tabiat, ahlak

    اَلْخُلُقُ

     

     

    SIFAT CÜMLESİ İLE İLGİLİ AYETLER

    10- أَ… أَمْ لَهُمْ أَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَا أَمْ لَهُمْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا …

    (7/A’RÂF, 195). …yoksa onların (taptıkları putların) kendisiyle görecekleri gözleri mi var yahut işitecekleri kulakları mı var?…

    kulak

    اُذُنٌ ج آذَانٌ

    göz

    عَيْنٌ ج أَعْيُنٌ

    gördü (Başa gelen harf-i cerin “…nın var” manasına geldiğini hatırlayınız.)

    أَبْصَرَ يُبْصِرُ إِبْصاراً

             

    11- لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْنِيهِ .

    (80/ABESE, 37). O gün, her şahsın kendine yetip artacak bir işi (derdi) vardır.

    kişi, şahıs

    اِمْرِئٌ

    iş, husus

    شَأْنٌ

    meşgul etmek, kafi gelmek, oyalamak, zengin kılmak, müstağnî kılmak, ihtiyacını gidermek (ayette: meşgul etmek, kafi gelmek)

    أَغْنَى يُغْنِي إِغْناَءاً

    12- يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُم بِرَحْمَةٍ مِنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَهُمْ فِيهَا نَعِيمٌ مُقِيمٌ .

    (9/TEVBE, 21). Rableri onlara, tarafından bir rahmet ve hoşnutluk ile, kendileri için, içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdeler.

    sürekli, tükenmez

    مُقِيمٌ

    müjdelemek

    بَشَّرَ يُبَشِّرُ تَبْشِيراً

    razı olma, hoşnut olma, hoşnutluk (bolca sevap verme)

    رِضْوَانٌ

    13- فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ .

    (26/ŞUARÂ, 189). (Velhasıl) onu yalanladılar, bunun üzerine kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Gerçekten o, muazzam bir günün azabı idi!

    gölge, (ayette:) sıkıcı bunaltıcı hava

    اَلظِّلُّ ج أَظْلاَلٌ ظِلاَلٌ

    14- وَإِنَّهُ لَتَنْزِيلُ رَبِّ الْعَالَمِينَ .

    (26/ŞUARÂ, 192). Muhakkak ki o (Kur’ân) âlemlerin Rabbinin indirmesidir.

    indirmek (ayetteki masdar: indirme)

    نَزَّلَ يُنَزِّلُ تَنْزِيلاً

    15- وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَقَالَ إِنِّي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ .

    (43/ZUHRUF, 46). Andolsun biz Mûsâ’yı âyetlerimizle Firavun’a ve onun ileri gelen (adam)larına göndermiştik de Mûsâ: “Ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim”, demişti.

  • Sülasi Mezid Fiillerden Tefil Babı

     

    2) TEF’ÎL (تَفْعِيلٌ)    BÂBI

     

    Masdar

    Muzâri

    Mâzî

    وَ تَفْعِيلَةً

    تَفْعِيلاً

    يُفَعِّلُ

    فَعَّلَ

    وَ تَعْلِيمَةً

    تَعْلِيماً

    يُعَلِّمُ

    عَلَّمَ

     

    öğretmek

    öğretiyor

    öğretti

    Sülâsî mücerred fiilin ortasındaki harfi şeddeli okumak suretiyle 4 harfe çevirerek tef’îl bâbı yapılır.

     

    Gayesi: (فَرِحَ أَخِي) (Kardeşim sevindi) gibi lâzım bir fiili (فَرَّحْتُ أَخِي) (Kardeşimi sevindirdim) gibi müteaddî yapar. Eğer (عَلِمْتُ دَرْسِي) (Dersimi bildim) gibi müteaddî ise (عَلَّمْتُكَ دَرْسَكَ) (Sana dersini öğrettim) gibi bir kat daha müteaddî yapar. Bir işin mübâlağalı olarak çok yapıldığını gösterir.

    (تَفْعِيلٌ) bâbı isimlerde kullanılırsa o isimden türemiş fiil meydana gelir:

    عَذاَبٌ

    azab, ceza

    عَذَّبَ

    azab etti

    نُورٌ

    ışık, nur

    نَوَّرَ

    aydınlattı, nurlandırdı

    خُبْزٌ

    ekmek

    خَبَّزَ

    ekmek yaptı

    خَيْمٌ

    çadır

    خَيَّمَ

    çadır kurdu

    صَلاَةٌ

    namaz

    صَلىَّ

    namaz kıldı

    جِلْدٌ

    cilt

    جَلَّدَ

    ciltledi

            bâbı bazen manayı değiştirir: تَفْعِيل-

    مَرِضَ   hasta oldu                    مَرَّضَ   hastayı tedavi etti.

    -Bazen fiilin kendisi çokluk manasını ifade eder:

    Halit Kabe’yi çok tavaf etti.  طَوَّفَ خَالِدٌ الكَعْبَةَ.

    -Bazen fâilinde çokluk ifade eder:

    مَوَّتَ الإبِلُ.   Develer çokça öldü (Birçok deve öldü).

    -Bazen mef’ûlünde çokluk ifade eder:  

    غَلَّقَ خَالدٌ البابَ.   Halit çok kapıları kapadı, kilitledi.

    تَفْعِيل  bâbının     إفْعاَلٌbâbından farkı çokluk ve fazlalığı anlatmasıdır.  Örnek:

    كَسَرَ الزُّجَاجَ.

    camı kırdı

    أَكْسَرَ الزُّجَاجَ.

    camı kırdırdı

     

    كَسَّرَ الزُّجَاجَ.

    Camı iyice kırıp paramparça etti

     

     

    لَعِبَ

    oynadı

     لَعَّبَ

    fazlaca oynattı

     

     

    فَرَغَ

    boşaldı

    فَرَّغَ

    fazla boşalttı

     

     

    كَبُرَ

    büyüdü

    كَبَّرَ

    fazla büyüttü

     

     

    نَامَ

    uyudu

    نَوَّمَ

    (fazla) uyuttu

     

     

    نَظَفَ

    temiz oldu

    نَظَّفَ

    temizledi

     

     

    ذَكَرَ

    hatırladı

    ذَكَّرَ

    hatırlattı

     

     

    نَبَّهَ

    tenbih etti, uyardı

    فَرَّقَ

    ayırım yaptı

     

     

    Mâzî Malûm Çekimi

     

     

    عَلَّمُوا

    عَلَّمَا

     عَلَّمَ

    öğretti

    Gâib

    عَلَّمْنَ

    عَلَّمَتَا

    عَلَّمَتْ

     

    Gâibe

     

     

    عَلَّمْتَ…

     

    Muhâtab

     

    Muzâri Malûm Çekimi

     

     

    يُعَلِّمُونَ

    يُعَلِّمَانِ

    يُعَلِّمُ

    öğretiyor

    Gâib

    يُعَلِّمْنَ

    تُعَلِّمَانِ

    تُعَلِّمُ

     

    Gâibe

     

     

    تُعَلِّمُ…

     

    Muhâtab

                                         

     

                        Mâzî Meçhûl Çekimi                      

    عُلِّمُوا

    عُلِّمَا

    عُلِّمَ

    öğretildi

    Gâib

    عُلِّمْنَ

    عُلِّمَتَا

    عُلِّمَتْ

     

    Gâibe

     

     

    عُلِّمْتَ…

     

    Muhâtab

                   Muzâri Meçhûl Çekimi                    

    يُعَلَّمُونَ

    يُعَلَّمَانِ

    يُعَلَّمُ

    öğretiliyor

    Gâib

    يُعَلَّمْنَ

    تُعَلَّمَانِ

    تُعَلَّمُ

     

    Gâibe

     

     

    تُعَلَّمُ…

     

    Muhâtab

    Emr-i Hâzırı   يُعَلِّمُ  dan            عَلِّمْöğret

    İsm-i Fâili       يُعَلِّمُ  dan          مُعَلِّمٌöğreten (öğretmen)

                    öğretilmiş, öğretilen مُعَلَّمٌ      İsm-i Mef’ûlü

    Not: Tef’îl bâbının masdarı تَفْعِيلٌ olur. Ancak sonu illetli olan nâkıs fiillerde ve 3. harfi hemze olan fillerde تَفْعِيلَةٌ şeklinde ta-i merbûta alarak gelir.

    Sonu yâ (ى) ile biten nâkıs tef’îl

     

     

     

    وَلَّى   (görevlendirdi)

      Mâzî

    تَوْلِيَةٌ

    Masdar

    يُوَلِّي

    Muzâri

     

    وُلِّيَ

    Mâzî Meçhûl

    يُوَلِّيَ

    Mansûb

     

    يُوَلَّى

    Muzâri Meçhûl 

    يُوَلِّ

    Meczûm

     

    يُوَلَّى

    Mansûb Muzâri Meçhûl

    وَلِّ

    Emir 

     

    يُوَلَّ

    Meczûm Meçhûl

    مُوَلٍّ

    İsm-i Fâil

     

     

     

    مُوَلىًّ

    İsm-i Mef’ûl 

     

                     

    Cümle Örnekleri:

    1- ماَذاَ يَفْعَلُ الْإِماَمُ ظُهْرَ الْجُمْعَةِ ؟ يُؤَدِّي صَلاَتَهُ . كَيْفَ يُؤَدِّي الْإِماَمُ صَلاَتَهُ ؟ يُؤَدِّي الْإِماَمُ صَلاَتَهُ فِي خُشُوعٍ .

    2- أَلاَ  يُؤَدِّي الْإِماَمُ صَلاَتَهُ فِيِ خُشُوعٍ؟ بَلَى ، يُؤَدِّي صَلاَتَهُ فِيِ خُشُوعٍ.

    3- هَلْ تُؤَدِّي صَلاَتَكَ فِيِ خُشُوعٍ ؟ نَعَمْ ، أُؤَدِّي صَلاَتيِ فِيِ خُشُوعٍ .

    4- هَل اِسْتَطاَعاَ أَنْ يُؤَدِّياَ الْعَمَلَ ؟ نَعَمْ ، أَمْكَنَهُماَ أَداَؤُهُ.

    5- وَحَّدَ الدِّينُ الْإِسْلاَمِيُّ بَيْنَ الْعَرَبِ – بَلَّغَ النَّبِيُّ رِساَلَةَ اللَّهِ لِلناَّسِ.

    6- مَنْ أَسَّسَ الْمَذْهَبَ الْماَلِكِيَّ ؟– هُدِّدَ[13] ابْنُ سِيناَ بِالْقَتْلِ.

    7- يُعَلِّمُ هَذاَ الْمُعَلِّمُ تَلاَمِيذَهُ الْقُرْآنَ وَ الْحَدِيثَ وَ الْفِقْهَ – ماَ الْعِلْمُ الَّذِي تُفَضِّلُهُ كَثِيراً ؟

    8- مَنْ تُعَلِّمُكِ اللُّغَةَ الْعَرَبِيَّةَ ؟  يُيَسِّرُ اللَّهُ الْأَمْرَ لَهُ – أُؤَدِّي الصَّلَواَتِ داَئِماً فِي الْحَرَمِ.

    9- تُنَظِّفُ الْبِنْتاَنِ الْغُرْفَةَ لأَنَّهُماَ نَشيِطَتاَنِ – وَدَّعَ عُمَرُ عَدَداً كَبيِراً مِنَ الْمُساَفِريِنَ .

    10- يُؤَدِّي الْمُسْلِموُنَ زَكاَةَ الْفِطْرِ صَباَحَ الْيَوْمِ الْأَوَّلِ مِنْ شَواَّل – سَأُقَدِّمُ لَهاَ قَلَماً قَيِّماً .

    11- أَدَّي واَلِدِي الزَّكاَةَ . اَلزَّكاَةُ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ . أَدَّي واَلِدِي الزَّكاَةَ لِأَنَّهاَ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ .

    12- ماَ هِواَيَتُكَ الْمُفَضَّلَةُ ؟ هَذاَ الراَّدْيُو جَمِيلٌ . هَياَّ نَدَّخِرَ لِنَشْتَرِيهِ . كَمْ يُكَلِّفُكَ هَذاَ الراَّدْيُو ؟ يُكَلِّفُنِي عَشْرَةَ دَناَنِيرَ .

    13- فِي بَعْضِ بِلاَدِ الْعاَلَمِ يُكَلِّفُ الْمُدَرِّسُونَ التَّلاَمِيذَ الصِّغاَرَ بِواَجِباَتٍ كَثِيرَةٍ . ماَ مِقْداَرُ الْواَجِبِ تُؤَدِّيهِ كُلَّ يَوْمٍ ؟

    14- لِماَذاَ لَمْ تَعْمَلْ واَجِبَكَ؟ سُؤاَلٌ أسْمَعُهُ كَثِيراً مِنْ واَلِدَيَّ.

    15- اَلْأُمُّهاَتُ يُجَهِّزْنَ الْأَطْعِمَةَ – هَذِهِ الْمَدْرَسَةُ مُنَظََّمَةٌ – هِيَ أَكْثَرُ الْمَداَرِسِ تَنْظِيماً.

    Tercüme:

    1- Cuma öğle (vakti) imam ne yapar? Namazını edâ eder. İmam namazını nasıl edâ eder? İmam namazını huşû içinde edâ eder.

    2- İmam namazını huşû içinde edâ etmez mi? Bilakis namazını huşû içinde edâ eder.

    3- Sen namazını huşû içinde mi edâ edersin? Evet, ben namazımı huşû içinde edâ ederim.

    4- İkisi işi yapabildiler mi? Evet, o ikisi onu yapabildi.

    5- İslâm Dini arapların arasını birleştirdi. Peygamber Allah’ın risâletini insanlara tebliğ etti.

    6- Mâlikî mezhebini kim kurdu? İbn Sînâ ölümle tehdit edildi.

    7- Bu öğretmen öğrencilerine Kur’ân, Hadis ve Fıkıh öğretiyor. (En) çok tercih ettiğin ilim nedir?

    8- Sana kim Arapça öğretiyor? Allah onun işini kolaylaştırsın. Namazları dâima Harem’de edâ ediyorum.

    9- İki kız odayı temizliyor, çünkü onlar çalışkandır. Ömer çok sayıda yolcuyu uğurladı.

    10- Müslümanlar Şevval ayının ilk gününün sabahı fıtır zekatını (sadakasını) edâ eder. Ona değerli bir kalem takdim edeceğim.

    11- Babam zekatı verdi. Zekat her müslümana farzdır. Babam zekatı her müslümana farz olduğu için edâ etti.

    12- Seçkin tercihin nedir? Bu radyo güzeldir. Haydi onu satın almak için (para) biriktirelim. Bu radyo sana ne kadara mal olur? Bana 10 dinara mal olur.

    13- Dünyanın bazı ülkelerinde öğretmenler küçük öğrencileri çok ödevle sorumlu tutuyor. Hergün edâ ettiğin vâcip (zorunlu) miktar nedir?

    14- Niçin ödevini yapmadın? (Bu) anne babamdan çok işittiğim bir soru.

    15- Anneler yemek hazırlar. Bu okul düzenlidir. O okulların en düzenli olanıdır.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    TEF’ÎL BÂBI İLE İLGİLİ AYETLER

    1- وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْأَمْوَالِ وَالْأَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ .

    (2/BAKARA, 155). Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!

    korku

    اَلْخَوْفُ

    denemek, imtihan etmek

    بَلاَ يَبْلُو بَلاَءً

    acıkmak

    جاَعَ يَجُوعُ جُوعاً

    acıkmak

    اَلْجُوعُ

    sabretmek

    صَبَرَ يَصْبِرُ صَبْراً

    eksiltmek, azaltmak

    نَقَصَ يَنْقُصُ نَقْصاً

    müjdelemek

    بَشَّرَ يُبَشِّرُ تَبْشِيراً

    ürün, meyve

    اَلثَّمَرُ ج اَلثَّمَرَاتُ

                 

    2- إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَنْ تُؤَدُّوا الْأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ أَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِ …

    (4/NİSÂ, 58). Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder…

     

     

    eda etmek

    أَدَّى يُؤَدِّي تأْدِيَةً

    3- ذَلِكَ وَمَنْ يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللَّهِ فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ عِنْدَ رَبِّهِ وَأُحِلَّتْ لَكُمُ الْأَنْعَامُ إِلاَّ مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ

    (22/HACC, 30). Durum böyle. Her kim, Allah’ın emir ve yasaklarına saygı gösterirse, bu, Rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır. (Haram olduğu) size okunanların dışında kalan hayvanlar size helâl kılındı. ..

    helâl kıldı

    أَحَلَّ يُحِلُّ إِحْلاَلاً

    saygı göstermek

    عَظَّمَ يُعَظِّمُ تَعْظِيماً

    4- ذَلِكَ وَمَنْ يُعَظِّمْ شَعَائِرَ اللَّهِ فَإِنَّهَا مِنْ تَقْوَى الْقُلُوبِ .

    (22/HACC, 32). Durum öyledir. Her kim Allah’ın hükümlerine saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalplerin takvâsındandır.

    yapılması gereken şeyler, vazifeler, hükümler

    اَلشَّعَائِرُ

    5- … إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنْشَأَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنْتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلاَ تُزَكُّوا أَنْفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى .

    (53/NECM, 32). ..(bil ki) Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında ceninler olarak bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.

    ceninler

    أَجِنَّةٌ

    yarattı, inşa etti

    أَنْشَأَ يُنْشِئُ إِنْشاَءً

    temize çıkardı

    زَكَّى يُزَكِّي تَزْكِيَةٌ

    karın

    بَطْنٌ ج بُطُونٌ

     

     

    sakındı

    اِتَّقَى  يَتَّقِي اِتِّقاَءً

             

    6- وَلاَ تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلاَ تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحًا إِنَّ اللَّهَ لاَ يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ .

    (31/LOKMÂN, 18). Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.

    yanağı bükmek, kibirlenmek, böbürlenmek

    صَعَّرَ يُصَعِّرُ تَصْعِيراً الْخَدَّ

    şımarmak

    مَرَحَ يَمْرَحُ مَرَحًا

    kendini beğenen

    مُخْتَالٌ

    yanak

    اَلْخَدُّ

    çok övünen

     

     

    فَخُورٌ

    yürüdü

    مَشَى يَمْشِي مَشْياً

                   

    7- إِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِشْرَاقِ .

    (38/SA’D, 18). Biz, dağları onun [Dâvud (a.s.) ın] emrine vermiştik. Akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.

    boyun eğdirmek, emrine vermek

    سَخَّرَ يُسَخِّرُ تَسْخِيراً

    tesbih etmek

    سَبَّحَ يُسَبِّحُ تَسْبِيحاً

    akşam

    عَشِيٌّ

     

    sabah (Güneşin doğduğu vakit)

    إِشْراَقٌ

           

    8- وَنَادَى أَصْحَابُ الْجَنَّةِ أَصْحَابَ النَّارِ أَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا فَهَلْ وَجَدْتُمْ ماَ وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّا قَالُوا نَعَمْ فَأَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ أَنْ لَعْنَةُ اللّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ .

    (7/A’RÂF, 44). Cennet ehli cehennem ehline: “Biz Rabbimizin bize vadettiğini gerçek bulduk, siz de Rabbinizin size vadettiğini gerçek buldunuz mu?” diye seslenir. “Evet!” derler. Ve aralarından bir çağrıcı, “Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerine olsun!” diye bağırır.

    9- وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِمَنْ يَرَى .

    (79/NAZİAT, 36). Ve görene cehennem açık bir şekilde gösterilmiştir.

    gördü

    رَأَى يَرَى رُؤْيَةً

    açığa çıkmak

    بَرَّزَ يُبَرِّزُ تَبْرِيزاً

    kor halinde, pek kızgın ateş halinde manasında olan Cehennem isimlerinden biri

    اَلْجَحِيمُ

             

     

     

  • Temyiz

     

    TEMYİZ

    Çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isimden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen mansûb ve nekre isme temyiz denir. Temyizin açıkladığı bir önceki isme de mümeyyez adı verilir.

    اِشْتَرَيْتُ  أُقَّةً   عِنَباً.

    Bir kilo üzüm satın aldım.

                                   Temyiz Mümeyyez

     

    Bu cümlede اِشْتَرَيْتُ أُقَّةً dediğimiz zaman bunu duyan kimse أُقَّةً ile neyi kastettiğimizi yani bir kilo şeker mi, yağ mı üzüm mü satın aldığımızı anlayamaz. Her birini anlamak mümkündür. Fakat buna عِنَباً (üzüm) lafzını ilâve edecek olursak cümleden mübhemlik kalkar, dinleyen neyi kastettiğimizi anlar. Bu sebeple cümledeki عِنَباً lafzına temyiz adı verilir. أُقَّةً gibi müphem isme de mümeyyez adı verilir. Mümeyyezler melfûz ve melhûz olmak üzere ikiye ayrılır:

    a) Melfûz Mümeyyez:

    Ağırlık, hacim, alan ve sayıya delâlet eden isimlere melfûz mümeyyez denir.

    شَرِبَ الْوَلَدُ كُوباً لَبَناً.

    Çocuk bir bardak süt içti.

    باَعَنِي التاَّجِرُ مِتْراً حَرِيراً.

    Tüccar bana bir metre ipek sattı.

    فِي الشَّهْرِ ثَلاَثُونَ يَوْماً.

    Bir ayda otuz gün vardır.

    لِي شِبْرٌ اَرْضاً.

    Bir karış yerim var.

    Temyizler üç şekilde harekelenebilir: Ağırlık, hacim ve alana delalet eden mümeyyezlerin temyizlerini nasbetmek, izafet (isim tamlaması) veya (مِنْ) harf-i ceri ile cer etmek caizdir.

    شَرِبْتُ أُقَّةً مِنْ لَبَنٍ.

    شَرِبْتُ أُقَّةَ لَبَنٍ.

    شَرِبْتُ أُقَّةً لَبَناً.

                sıfat

       muzafun ileyh

             temyiz

    Bir kilo süt içtim.

    بِعْتُ قِنْطاَراً مِنْ حَطَبٍ.

    بِعْتُ قِنْطاَرَ حَطَبٍ.

    بِعْتُ قِنْطاَراً حَطَباً.

    Bir kantar odun sattım.

    عِنْدِي مِثْقاَلٌ مِنْ ذَهَبٍ.

    عِنْدِي مِثْقاَلُ ذَهَبٍ.

    عِنْدِي مِثْقاَلٌ ذَهَباً.

    Yanımda bir miskal altın var.

    شَرِبْتُ كُوباً مِنْ ماَءٍ.

    شَرِبْتُ كُوبَ ماَءٍ.

    شَرِبْتُ كُوباً ماَءً.

    Bir bardak su içtim.

    لاَ أَمْلِكُ شِبْراً مِنْ أَرْضٍ.

    لاَ أَمْلِكُ شِبْرَ أَرْضٍ.

    لاَ أَمْلِكُ شِبْراً أَرْضاً.

    Bir karış toprağa sahip değilim.

    Sayıların temyizi ise bu kaideden hariç kendi arasında kurallara tâbidir. Daha önce sayıların temyizini ders konusu olarak işlediğimiz için burada genel bir tekrar vermek hatırlama bakımından faydalı olacaktır:

    3-10 arasındaki sayıların temyizleri cem siygası ile mecrûrdur:

    اِشْتَرَيْتُ خَمْسَةَ أَقْلاَمٍ.

    Beş kalem satın aldım.

    فِي الْأُسْبُوعِ سَبْعَةُ أَياَّمٍ.

    Haftada yedi gün vardır.

    عَلَى الشَّجَرَةِ عَشْرَةُ غِرْباَنٍ.

    Ağacın üzerinde 10 karga vardır.

    11-99 arasındaki sayıların temyizi müfred olarak mansûbtur:

    رَأَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً.

    11 yıldız gördüm.

    فِي الشَّهْرِ ثَلاَثُونَ يَوْماً.

    Ayda otuz gün vardır.

    فِي الشَّجَرَةِ إِحْدَى وَ خَمْسُونَ رُماَّنَةً.

    Ağaçta 51 nar vardır.

    100 ve 1000 sayılarının temyizi müfred olarak mecrûrdur:

    100 sayısının temyizi:

    فِي الْقاَعَةِ مِائَةُ رَجُلٍ.

    Salonda 100 adam vardır.

    رَكِبَ الْقِطاَرَ مِائَتاَ مُساَفِرٍ.

    Trene ikiyüz yolcu bindi.

    قَطَعَتِ السَّياَّرَةُ خَمْسَمِائَةِ مِيلٍ.

    Araba 500 mil katetti.

    1000 sayısının temyizi:

    فِي الْحَدِيقَةِ أَلْفُ شَجَرَةٍ.

    Bahçede bin ağaç var.

    أَرْعَى أَلْفَ شاَةٍ.

    Bin koyun güdüyorum.

    أَرْعَى أَلْفَيْ شاَةٍ.

    İki bin koyun güdüyorum.

    فِي ساَحَةِ الْأَلْعاَبِ ثَلاَثَةُ آلاَفِ شاَبٍّ.

    Oyun sahasında üç bin genç var.

    b) Melhûz Mümeyyez: Zikredilmeksizin sözün gelişinden anlaşılan mümeyyeze melhûz mümeyyez denir. Temyizi Türkçe’ye “…bakımından, ..yönünden” şeklinde tercüme edilebilir.

    طاَبَ الْمَكاَنُ هَواَءً.

    Mekân hava bakımından iyi oldu.

    طاَبَ الْمَكاَنُ cümlesini duyan mekânın bir güzelliği olduğunu anlar. Fakat bunun su bakımından mı hava bakımından mı toprak bakımından mı olduğunu kestiremez. هَواَءًkelimesini yani temyizi zikredecek olursak maksat anlaşılmış olur ve mekânın hava bakımından güzel olduğu ortaya çıkar. Melhûz mümeyyezin temyizi daima mansûbtur. Diğer örnekler:

    حَسُنَ الْوَلَدُ كَلاَماً.

    Çocuk konuşma bakımından güzel oldu.

    تَقَدَّمَ الطاَّلِبُ عِلْماً.

    Öğrenci ilim bakımından gelişti.

    إِعْتَدَلَ الرَّجُلُ قاَمَةً.

    Adam boy bakımından orta oldu.

    فاَضَ الْقَلْبُ سُرُوراً.

    Kalp sevinç bakımından doldu taştı.

    اَلْفِيلُ أَكْبَرُ مِنَ الْجَمَلِ جِسْماً.

    Fil cisim  bakımından deveden daha büyüktür.

    اَلْحَرِيرُ أَغْلَى مِنَ الْقُطْنِ قِيْمَةً.

    İpek değer bakımından pamuktan daha pahalıdır.

    اَلْعِنَبُ مِنْ أَلَذِّ أَنْواَعِ الْفاَكِهَةِ طَعْماً.

    Üzüm tat bakımından meyve türlerinin en lezzetlisidir.

    اَلْقاَهِرَةُ أَكْثَرُ مِنَ الْإِسْكَنْدَرِيَّةِ سُكاَّناً.

    Kahire nüfus bakımından İskenderiye’den daha çoktur.

    *Melhûz mümeyyezlerin temyizi ya mübtedâdan ya fâilden ya da mef’ûlün bih’ten dönmüş olur:

    اَلْمُدَرِّسُ اَكْثَرُ مِنَ الطاَّلِبِ خِبْرَةً.

    Öğretmen tecrübe bakımından öğrenciden fazladır.

    Burada خِبْرَةً kelimesi temyiz olup mübtedâdan dönmüştür. Çünkü cümlenin aslı şudur:

    خِبْرَةُ الْمُدَرِّسِ أَكْثَرُ مِنْ خِبْرَةِ الطاَّلِبِ.

    Öğretmenin tecrübesi öğrencinin tecrübesinden daha çoktur.

    طاَبَ خاَلِدٌ كَلاَماً.

    Halit konuşma bakımından iyi oldu.

    Burada كَلاَماً kelimesi temyiz olup fâilden dönmüştür. Çünkü cümlenin aslı şudur:

    طاَبَ كَلاَمُ خاَلِدٍ.

    Halit’in konuşması iyi oldu.

    زاَدَهُ اللَّهُ عِلْماً.

    Allah onu ilim bakımından artırsın[1].

    Burada عِلْماً kelimesi temyiz olup mef’ûlden dönmüştür. Çünkü cümlenin aslı şudur:

    زاَدَ اللَّهُ عِلْمَهُ.

    Allah onun ilmini arttırsın.

    *Hiçbirşeyden çevrilmeden doğrudan da gelir:

    كَفَى بِاللَّهِ شَهِيداً.

    Şâhit olarak Allah yeter.

    كَفَى بِالْمَوْتِ واَعِظاً.

    Vâiz olarak ölüm yeter.

    &&&&&&&&&&

      

    TEMYİZ İLE İLGİLİ AYETLER

    1- … وَقُلْ رَبِّ زِدْنِي عِلْمًا .

    (20/TÂHÂ, 114). … “Rabbim, benim ilmimi artır” de.

    2- إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَنْ يَضْرِبَ مَثَلاً ماَ بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلاً يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً وَيَهْدِي بِهِ كَثِيراً وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلاَّ الْفَاسِقِينَ .

    (2/BAKARA, 26). Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kâfir olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle ne murat eder? derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fâsıkları saptırır (çünkü bunlar birer imtihandır).

    3- وَإِذْ وَاعَدْنَا مُوسَى أَرْبَعِينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِهِ وَأَنْتُمْ ظَالِمُونَ .

    (2/BAKARA, 51). Musa’ya kırk gece (vahyetmek üzere) söz vermiştik. Sonra haksızlık ederek buzağıyı (tanrı) edindiniz.

    4- ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ أَوْ أَشَدُّ قَسْوَةً وَإِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الأَنْهَارُ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَاءُ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّهِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ .

    (2/BAKARA, 74). (Ne var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.

    5- صِبْغَةَ اللّهِ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدونَ .

    (2/BAKARA, 138). Allah’ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah’tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O’na kulluk ederiz (deyin).

    6- فَإِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّهَ كَذِكْرِكُمْ آبَاءَكُمْ أَوْ أَشَدَّ ذِكْرًا فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ .

    (2/BAKARA, 200). Hac ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah’ı anın. İnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver, derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur.

    7- وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 85). Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.

     

     

     

    8- وَاللّهُ أَعْلَمُ بِأَعْدَائِكُمْ وَكَفَى بِاللّهِ وَلِيًّا وَكَفَى بِاللّهِ نَصِيرًا .

    (4/NİSÂ, 45). Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.

    9- اُنْظُرْ كَيفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الكَذِبَ وَكَفَى بِهِ إِثْمًا مُبِينًا .

    (4/NİSÂ, 50). Bak, nasıl da Allah üzerine yalan uyduruyorlar; apaçık bir günah olarak bu (onlara) yeter!

    10- فَمِنْهُمْ مَنْ آمَنَ بِهِ وَمِنْهُمْ مَنْ صَدَّ عَنْهُ وَكَفَى بِجَهَنَّمَ سَعِيرًا .

    (4/NİSÂ, 55). Onlardan bir kısmı (İbrâhim’e) inandı, kimi de ondan yüz çevirdi; (onlara) kavurucu bir ateş olarak cehennem yeter.

    11- وَمَنْ يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُولَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا {4/69} ذَلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّهِ وَكَفَى بِاللّهِ عَلِيمًا.

    (4/NİSÂ, 69, 70). Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır! Bu lütuf Allah’tandır. Bilen olarak Allah yeter.

    12- اَلَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ.

    (67/MÜLK, 2). O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.

    13- فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ {99/7} وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ .

    (99/ZİLZÂL, 7, 8) Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.

  • Fiili Muzarinin Meçhulu

     

    FİİL-İ MUZÂRİNİN MEÇHÛLU

    Fiil-i muzârinin meçhûl yapılması için muzâri harf ötre, fiilin sondan bir önceki harfi üstün okunur.  Örnek:

    يَكْتُبُ

    yazar

    يُكْتَبُ

    yazılır

    يَشْرَبُ

    içer

    يُشْرَبُ

    içilir

    يَفْتَحُ

    açar

    يُفْتَحُ

    açılır

    يَضْرِبُ

    döver

    يُضْرَبُ

    dövülür

    يَعْلَمُ

    bilir

    يُعْلَمُ

    bilinir

    يأْكُلُ

    yer

    يُؤْكَلُ

    yenilir

    Muzâri meçhûl fiil cümlesinde de, mâzî meçhûlde olduğu gibi fâil yerine cümlenin mef’ûlü, nâibu fâil olur:

    يَكْتُبُ التِّلْمِيذُ الدَّرْسَ.

    Öğrenci dersi yazıyor

    يُكْتَبُ الدَّرْسُ

    Ders yazılıyor

                     Naibu fâil (son harekesi ötre)

     

         

           يَعْرِفُ      الناَسُ    الْمُخْلِصِينَ   بِأَعْماَلِهِمْ. – يُعْرَفُ  الْمُخْلِصُونَ   بِأَعْماَلِهِمْ.

    Muzâri ma’lûm f.

    Fâil

    Mef’ûl

    Mef’ûl b. ga. s.

                    Câr-mecrûr  Nâibu Fâil  Muzâri meçhûl f

    İnsanlar ihlaslıları (samimileri) işleriyle tanır. İhlaslılar işleriyle tanınır.

         اَلناَسُ  يَعْرِفُونَ    الْمُخْلِصِينَ   بِأَعْماَلِهِمْ. –  اَلْمُخْلِصُونَ    يُعْرَفوُنَ      بِأَعْماَلِهِمْ.

    Mübtedâ

    Câr-mecrûr  Nâibu Fâil  Muzâri meçhûl f.

    Câr-mecrûr          Muzâri meçhûl f.     Mübtedâ

     

    Haber (fiil cümlesi)

     Haber (fiil cümlesi)

     

             

    İnsanlar ihlaslıları (samimileri) işleriyle tanır. İhlaslılar işleriyle tanınır.

    Cümle Örnekleri:

    1- يَنْصُرُ اللَّهُ الْمُسْلِمِينَ – يُنْصَرُ الْمُسْلِمُونَ.

    2- عَرَفْناَ كَيْفَ يَحْفُرُ([19]) الْمُهَنْدِسُونَ الْآباَرَ([20]) – عَرَفْناَ كَيْفَ تُحْفَرُ الْآباَرُ.

    3- فَهِمْناَ كَيْفَ يَجْمَعُ الصَّحَفِيُّونَ الْأَخْباَرَ – فَهِمْناَ كَيْفَ تُجْمَعُ الْأَخْباَرُ.

    4- فَحَصَ الطَّبِيبُ الْمُدَرِّسِينَ فِي الْمُسْتَشْفَى – اَلْمُدَرِّسُونَ يُفْحَصُونَ هُناَكَ.

    5- تَنْصَحُ الْمُعَلِّمَةُ التِّلْمِيذاَتِ –  التِّلْمِيذاَتُ يُنْصَحْنَ.

     

    6- تَشْكُرُ الْمُدِيرَةُ الطاَّلِبَتَيْنِ – اَلطاَّلِبَتاَنِ تُشْكَراَنِ.

    7- يَكْسِبُ الْفَرِيقُ الْمُباَراَةَ فِي آخِرِ لَحْظَةٍ  – تُكْسَبُ الْمُباَراَةُ فِي آخِرِ لَحْظَةٍ.

    8- يُؤْخَذُ الْكِتاَباَنِ – تُفْهَمُ الْقِصَّتاَنِ – يُتْرَكُ الْعَمَلُ لِلصَّلاَةِ.

    9- تَشْرَحُ الْأُسْتاَذَةُ الدَّرْسَيْنِ – يُشْرَحُ الدَّرْساَنِ.

    Tercüme:

    1- Allah müslümanlara yardım ediyor. Müslümanlara yardım ediliyor.

    2- Mühendislerin kuyuları nasıl kazdığını öğrendik (bildik). Kuyuların nasıl kazıldığını öğrendik.

    3- Gazetecilerin haberleri nasıl topladığını anladık. Haberlerin nasıl toplandığını anladık.

    4- Doktor hastanede öğretmenleri muayene etti. Öğretmenler orada muayene ediliyor.

    5- Öğretmen kız öğrencilere nasihat ediyor. Kız öğrencilere nasihat ediliyor.

    6- Müdür iki öğrenciye teşekkür ediyor. İki öğrenciye teşekkür ediliyor.

    7- Takım maçı son anda kazanıyor. Maç son anda kazanılıyor.

    8- İki kitap alınıyor. İki hikaye anlaşılıyor. İş namaz için terkediliyor.

    9- Hoca iki dersi açıklıyor. İki ders açıklanıyor.

    &&&&&&&&&&

    FİİL-İ MUZÂRİNİN MEÇHÛLÜ İLE İLGİLİ AYETLER

    1-  وَإِنَّهُ لَذِكْرٌ لَكَ وَلِقَوْمِكَ وَسَوْفَ تُسْأَلُونَ .

    (43/ZUHRUF, 44). Doğrusu O (Kur’ân), sana ve kavmine bir öğüttür. (Ondan) sorulacaksınız (sorumlu tutulacaksınız).

    ذِكْرٌ

    hatırlayış, öğüt. (Buradaki manası; inzal edilmiş kitap, Kur’ân)

    قَوْمٌ

    kavim, topluluk

    سَأَلَ يَسْأَلُ

    sordu

    2-  أَ تُتْرَكُونَ فِي مَا هَاهُنَا آمِنِينَ .

    (26/ŞUARÂ, 146). Siz burada güvende olarak bırakılacak mısınız?

    تَرَكَ يَتْرُكُ تَرْكاً

    terketmek, bırakmak.

    فِي مَا هَاهُنَا

    işte burada (هَا tenbih için gelmiştir.)

    آمِنٌ ج آمِنِينَ

    emin, korkusuz olanlar, güvende olanlar.

     

             

    3-  فَيَوْمَئِذٍ لاَ يُسْأَلُ عَن ذَنْبِهِ إِنسٌ وَلاَ جَانٌّ .

    (55/RAHMÂN, 41). İşte o gün insanlara da cinlere de günahı sorulmaz.

    اَلذَّنْبُ ج ذُنُوبٌ

    günah, suç

    إِنسٌ

    insanlar

    جَانٌّ

    cinler, görülmeyen, gizli, canlı, şuurlu mahluklar

    4-  يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِسِيمَاهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاصِي وَالْأَقْدَامِ .

    (55/RAHMÂN, 41). Suçlular, simalarından tanınır, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.

     

     

    يُعْرَفُ (عَرَفَ يَعْرِفُ)

    bilinir, tanınır

    سِيمَا

    çehre, sima

    اَلْمُجْرِمُ ج  اَلْمُجْرِمُونَ

    günah işleyen, suçlu

    قَدَمٌ ج اَلْأَقْدَامُ

    ayak

    يُؤْخَذُ (أَخَذَ يأْخُذُ)

    (ayetteki mana:) tutulmak, yakalanmak

    اَلنَّاصِيَةُ ج اَلنَّوَاصِي

    kâkül, perçem (Ayette geçen perçemlerle ayaklardan tutulmaktan maksat yakapaça edilip cehenneme atmaktır).

    5- إِنَّ اللَّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنْفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُم بِأَنَّ لَهُمُ الجَنَّةَ 

    (9/TEVBE, 111). Muhakkak ki Allah mü’minlerden mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennetle satın almıştır.

    اِشْتَرَى يَشْتَرِى اِشْتِرَاءاً

    satın almak

    اَلنَّفْسُ ج اَلْأَنْفُسُ

    can

    ماَلٌ ج أَمْوَالٌ

    mal

    6- … أَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ فِي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً أَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لاَ يَتُوبُونَ وَلاَ هُمْ يَذَّكَّرُونَ .

    (9/TEVBE, 126). Onlar, her yıl bir veya iki kez (çeşitli belalarla) imtihan ediliyorlar. Sonra ne tevbe ediyorlar ne de ibret alıyorlar.

    فَتَنَ يَفْتِنُ فَتْناً فُتُوناً

    imtihan etmek, denemek, eziyet etmek, ateşe atmak

    يُفْتَنُونَ

    imtihan ediliyorlar

    عَامٌ

    yıl, sene

    مَرَّةٌ

    bir kere, defa, kez.

    مَرَّتاَنِ  مَرَّتَيْنِ

    iki kere

    تاَبَ يَتُوبُ

    tevbe etti.

    تَذَكَّرَ  يَتَذَكَّرُ  تَذَكُّراً

    hatırlamak, öğüt almak, ibret almak

    يَتَذَكَّرُونَ  ‘nin aslı يَذَّكَّرُونَ

    öğüt alıyorlar

                   

    7-  ثُمَّ        لَتُسْأَلُنَّ            يَوْمَئِذٍ        عَنِ           النَّعِيمِ .

     

    Mecrûr isim     harfu cer

    Zarfu zaman

    F.muzâri meçhûl

    Atıf harfi

     

     

     

    (لَ) Kasem (yemin)  harfi

    (102/TEKÂSÜR, 8). Sonra o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.

    لَتُسْأَلُنَّ

    muhakkak sorulacaksınız (Fiilin başındaki lâm te’kîd lâmı, sonundaki şeddeli nun da te’kit nûnudur. Manayı kuvvetlendirmek için kullanılır. Cemi müennes nunları hariç te’kîd nûnundan önceki harfin yani fiilin son harfinin harekesi üstün ise müfred oluşu, ötre ise cemi oluşunu gösterir. Burada ötre olup cemidir. Ayetlere has açıklanarak konu dışı verilen bu bilgiler ilerideki konuların daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.)

    اَلنَّعِيمُ

    nimet, çok nimet, rahat yaşayış, bolluk

    8- … سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْأَلُونَ .

    43/ZUHRUF, 19. ..Onların (bu) şahitlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir.

     

  • Mazi Fiillerde Cemi-Çoğul Hali

     

    MAZİ FİİLLERDE CEMİ (ÇOĞUL) HALİ

    Bir işi ikiden fazla kişi yaptığı zaman müzekker gâib için fiilin sonuna (ُوا) eklenip cemi müzekker gâib yapılmış olur. Örnekler:

    ضَرَبَ  den →

    ضَرَبُوا

    Onlar dövdüler

    شَرِبَ  den →

    شَرِبُوا

    Onlar içtiler

     den →عَلِمَ      

    عَلِمُوا

    Onlar bildiler

    أَكَلَ  den →

    أَكَلوُا

    Onlar yediler

    Cemi müennes gâibe‘de (yani o kadınlarda) fiilin son harfi cezimlenip -ْنَ eklenir:

    → أَكَلَ

    أَكَلْنَ

    (O bayanlar) yediler

    → عَلِمَ

    عَلِمْنَ

    bildiler

    → شَرِبَ

    شَرِبْنَ

    (O bayanlar) içtiler

    →كَتَبَ

    كَتَبْنَ

    yazdılar

    → وَجَدَ

    وَجَدْنَ

    (O bayanlar) buldular

    → ضَرَبَ

    ضَرَبْنَ

    vurdular

    Muhâtab çoğulda; fiilin sonundaki cezimden sonra müzekkerlerde تُمْ  müenneslerde تُنَّ    eklenir. Örnekler:

    Müennes

     

    Müzekker

    ضَرَبْتُنَّ

    dövdünüz

    ضَرَبْتُمْ

    عَلِمْتُنَّ

    bildiniz

    عَلِمْتُمْ

    أَكَلْتُنَّ

    yediniz

    أَكَلْتُمْ

    نَصَرْتُنَّ

    yardım ettiniz

    نَصَرْتُمْ

    وَجَدْتُنَّ

    buldunuz

    وَجَدْتُمْ

    دَخَلْتُنَّ

    girdiniz

    دَخَلْتُمْ

    Mütekellimin çoğulu: Birinci şahsın (ben’in) çoğulunda kaide, fiilin sonuna cezimden sonra tesniye için de cemi için de نَا   zamirinin eklenmesidir.  Erkek ve dişi için aynıdır.

     

     den →وَجَدَ

    وَجَدْنَا

    (Biz-İkimiz) bulduk

     

     

     den →أَكَلَ

    أَكَلْنَا

    yedik

     

     

     den → فَتَحَ

    فَتَحْنَا

    açtık

     

     

     den → عَلِمَ

    عَلِمْنَا

    bildik

     

     

     den → شَرِبَ

    شَرِبْناَ

    içtik

     

    هَلْ فَتَحْتُمُ الْباَبَ ؟

    Kapıyı açtınız mı?

    هَلْ سَمِعْتُنَّ الْخَبَرَ ؟

    Haberi işittiniz mi?

    نَعَمْ ، سَمِعْناَ الْخَبَرَ.

    Evet haberi işittik.

               

    Son iki  konuyu özetlersek fiillerin tesniye ve cemi halinin tablosu şöyledir:

    Cemi

    Tesniye

     

    كَتَبُوا

    كَتَبَا

    Gâib

    كَتَبْنَ

    كَتَبَتَا

    Gâibe

    كَتَبْتُمْ

    كَتَبْتُمَا

    Muhatap

    كَتَبْتُنَّ

    كَتَبْتُمَا

    Muhâtaba

    كَتَبْنَا

    كَتَبْنَا

    Mütekellim

             

    F Arapça cümle kuruluşunda fâil, fiilden sonraya kalırsa fiil daima tekil olur. Sadece fiilin müzekker mi yoksa müennes mi olduğu belirtilir. Yani, fâilin ortada geldiği gâib fiil cümlesindefâil bizzat cümlede yer aldığında söz konusu fâil, ister tesniye ister cemi olsun baştaki fiil daima tekil yani müfrettir.

    الْبِنْتاَنِ الحِْصَانَ. رَكِبَتِ 

    (İki kız ata bindi).

    الْبَنَاتُ الحِْصَانَ. رَكِبَتِ 

    (Kızlar ata bindi).

    İsim cümlesinde ise durum farklıdır:

    İsim cümlesinde fâil başa geldiğinde ortaya konulan fiil, fâilin durumuna göre ya tesniye ya da cemi olarak çekimli halde gelir.

    اَلْبِنْتاَنِ رَكِبَتاَ الحِْصَانَ.

    (İki kız ata bindi).

    الحِْصَانَ. رَكِبْنَ   اَلْبَنَاتُ

    (Kızlar ata bindi).

    Fâil, tesniye ya da cemi olarak bizzat gâib cümlede yer almadığında ise başa gelen fiil çoğul olur:

    رَكِبَتاَ الحِْصَانَ.

    İkisi ata bindi (müennes).

    الحِْصَانَ. رَكِبْنَ   

    Ata bindiler (müennes).

    كَتَبوُا الدَّرْسَ.

    Dersi yazdılar (müzekker).

     

     Mâzî fiillerle ilgili genel cümle örnekleri:

     

    لَبِسْناَ الْمَلاَبِسَ.

    Elbiseleri giydik.

     

    سَمِعْناَ النَّصيِحَةَ.

    Nasihatı işittik.

     

    عَلِمْتُمُ السُّؤاَلَ.

    Soruyu bildiniz (müz.).

     

    أَكَلْتُنَّ الْبُرْتُقاَلَ.

    Portakalı yediniz (müe.).

     

    فَتَحُوا الْحَقيِبَةَ.

    Çantayı açtılar (müz.).

     

    فَتَحَ الْحَقيِبَةَ.

    Çantayı açtı.

     

    قَرأْتُمْ قِصَّةً وَ لَعِبْتُمُ الْكُرَةَ.

    Bir kıssa okudunuz  ve top oynadınız.

     

    دَخَلْناَ الْمَطْبَخَ وَ عَمِلْناَ الْقَهْوَةَ.

    Mutfağa girdik ve kahve yaptık.

     

    عَمِلْتُنَّ الطَّعاَمَ الْيَوْمَ.

    Bugün yemeği yaptınız.

     

    هَلْ رَسَمْتَ الصُّورَةَ.

    Resmi çizdin mi? (müz.)

     

    نَعَمْ ، رَسَمْتُ الصُّورَةَ.

    Evet, resmi çizdim.

     

    وَجَدْتُمُ الْكِتاَبَ.

    Kitabı buldunuz (müz.).

     

    هَلْ سَمِعْنَ الْخَبَرَ ؟

    Haberi işittiler mi?

     

    نَعَمْ سَمِعْنَ الْخَبَرَ.

    Evet, haberi işittiler.

     

    هَلْ عَمِلُوا الْواَجِبَ ؟

    Ödevi yaptılar mı?

     

    لاَ ، قَرَأُوا الْكِتاَبَ.

    Hayır, kitap okudular.

     

    حَمَلْنَ الدَّفاَتِرَ.

    Defterleri taşıdılar.

     

    سَمِعْتُمُ النَّصيِحَةَ.

    Nasihatı işittiniz.

    عاَئِشَةُ وَ فاَطِمَةُ وَ زَيْنَبُ دَخَلْنَ الْمَطْبَخَ.

    Aişe, Fatıma ve Zeynep mutfağa girdiler.

    دَخَلَتْ عاَئِشَةُ وَ فاَطِمَةُ وَ زَيْنَبُ الْمَطْبَخَ.

    Aişe, Fatıma ve Zeynep mutfağa girdi.

    خاَلِدٌ وَ عاَدِلٌ وَ عُمَرُ دَخَلُوا الْمَطْبَخَ.

    Halit, Adil ve Ömer mutfağa girdiler.

    دَخَلَ خاَلِدٌ وَ عاَدِلٌ وَ عُمَرُ الْمَطْبَخَ.

    Halit, Adil ve Ömer mutfağa girdi.

    اَلنِّساَءُ أَكَلْنَ الطَّعاَمَ.

    Kadınlar yemeği yediler.

    أَكَلَتِ النِّساَءُ الطَّعاَمَ.

    Kadınlar yemeği yedi.

    اَلرِّجاَلُ سَمِعُوا الْخَبَرَ.

    Erkekler haberi işittiler.

    سَمِعَ الرِّجاَلُ الْخَبَرَ.

    Erkekler haberi işitti.

  • İsimlerde Tesniye

     

    I) İSİMLERDE TESNİYE

    Daha önce gördüğümüz gibi mâzî fiilleri tesniye yaparken (iki kişiye çevirirken) gâibte elif (اَ  ) muhatapta  (تمُاَ ) mütekellimde ise ناَ  getiriyorduk:

    كَتَبْناَ

    كَتَبْتُماَ

    كَتَبْتُماَ

    كَتَبَتاَ

    كَتَباَ

     

    İsimlerin tesniye durumu ise fiillerinkinden başkadır:

     

    İsimlerin tesniye yapılmasında kaide:

    a) Fâil ya da mübteda haber gibi merfû (ötre) olması gereken durumlarda müfred (tekil) ismin sonuna (آنِ-) takısı eklenir. Örnekler:

     

    اَلْبَيْتُ

    ev

    اَلْبَيْتاَنِ

    iki ev

     

    اَلْبِنْتُ

    kız

    اَلْبِنْتاَنِ

    iki kız

     

    اَلْمَرْأَةُ

    kadın

    اَلْمَرْأَتاَنِ

    iki kadın

     

    خَالِدٌ

    Halit

    خاَلِداَنِ

    iki Halit

     

    اَلْاِبْنُ

    oğul

    اَلْاِبْناَنِ

    iki oğul

     

    اَلرَّجُلُ

    adam

    اَلرَّجُلاَنِ

    iki adam

     

    فَرَسٌ

    kısrak

    فَرَساَنِ

    iki kısrak

     

    حِصاَنٌ

    at

    حِصاَناَنِ

    iki at

     

    فَاطِمَةُ

    Fatma

    فاَطِمَتاَنِ

    iki Fatma

     

    وَلَدٌ

    çocuk

    وَلَداَنِ

    iki çocuk

    ذَهَبَ الْوَلَدانِ هُنَاكَ.

    İki çocuk oraya gitti.

     

    اَلْوَلَداَنِ صَغِيرَانِ.

    İki çocuk küçüktür.

     

                 

    Not: Kelimenin başında harf-i tarif olursa o kelime marife, olmazsa nekredir.

    هُماَ مُؤْمِناَنِ.

    O ikisi mü’mindir.

    أَنْتُماَ مُؤْمِناَنِ.

    İkiniz müminsiniz (müz).

    Haber  Mübtedâ

     

               Haber  Mübtedâ

     

               

    Genel Cümle Örnekleri:

     

    هُوَ مُؤْمِنٌ.

    O mü’mindir.

    أَنْتَ مُؤْمِنٌ.

    Sen mü’minsin (müz).

     

    هِيَ مُؤْمِنَةٌ.

    O mü’mindir (müe).

    أَنْتِ مُؤْمِنَةٌ.

    Sen mü’minsin (müe).

     

    هُماَ مُؤْمِنَتاَنِ.

    O ikisi mü’mindir.

    أَنْتُماَ مُؤْمِنَتاَنِ.

    İkiniz müminsiniz (müe).

     

    أَناَ مُؤْمِنٌ.

    Ben mü’minim.

    أَنْتُماَ طاَلِباَنِ.

    İkiniz öğrencisiniz.

     

    نَحْنُ مُؤْمِناَنِ.

    İkimiz mü’miniz.

    أَيْنَ الْقَلَماَنِ ؟

    İki kalem nerede?

     

    أَيْنَ التِّلْميِذاَنِ ؟

    İki öğrenci nerede?

    أَيْنَ السَّياَّرَتاَنِ؟

    İki araba nerdedir?

     

    أَيْنَ التِّلْميِذَتاَنِ ؟

    İki öğrenci nerede?  (müe)

    هُماَ مُساَفِراَنِ.

    O ikisi yolcudur.

     

    اَلْمُديِراَنِ جَديِداَنِ.

    İki müdür yenidir.

    اَلْحَقيِبَتاَنِ جَديِدَتاَنِ.

    İki çanta yenidir.

     

    هَذاَنِ كِتاَباَنِ.

    Bu iki kitaptır.

    وَصَلَتْ تِلْمِيذَتاَنِ أَمْسِ.

    İki öğrenci dün vardı (ulaştı).

    أَيْنَ الْوَلَدُ وَ واَلِدُهُ ؟

    Çocuk ve babası nerede?

    هُماَ فِي الصَّيْدَلِيَّةِ.

    O ikisi eczanededir.

    اَلتِّلْميِذاَنِ فَهِماَ الدَّرْسَ.

    İki öğrenci dersi anladı.

    فَهِمَ التِّلْميِذاَنِ الدَّرْسَ.

    İki öğrenci dersi anladı.

                         

    b) Tesniye ismin mecrûr (esreli) veya mansûb (üstün) okunması gereken durumlarda müfred (tekil) ismin sonu üstün yapılarak (يْنِ- ) eklenir.

    اَلْبَيْتُ

    ev

    اَلْبَيْتَيْنِ

    iki ev

    اَلْبِنْتُ

    kız

    اَلْبِنْتَيْنِ

    iki kız

    اَلْمَرْأَةُ

    kadın

    اَلْمَرْأَتَيْنِ

    iki kadın

    خَالِدٌ

    Halit

    خاَلِدَيْنِ

    iki Halit

    اَلْاِبْنُ

    oğul

    اَلْاِبْنَيْنِ

    iki oğul

    اَلرَّجُلُ

    adam

    اَلرَّجُلَيْنِ

    iki adam

    فَرَسٌ

    kısrak

    فَرَسَيْنِ

    iki kısrak

    حِصاَنٌ

    at

    حِصاَنَيْنِ

    iki at

    فَاطِمَةُ

    Fatma

    فاَطِمَتَيْنِ

    iki Fatma

     

    Cümle Örnekleri:

     

    كَتَبْتُ دَرْسِي بِقَلَمَيْنِ.

    Dersimi iki kalemle yazdım.

     

    شاَهَدْتُ الْوَلَدَيْنِ فِي السُّوقِ.

    İki çocuğu çarşıda gördüm.

     

    جَلَسَ الْوَلَدَانِ عَلَى الْكُرْسِيَّيْنِ.

    İki çocuk iki sandalyeye oturdular.

     

    أَخَذْتُ كِتاَباً مِنَ الرَّجُلَيْنِ.

    İki adamdan bir kitap aldım.

     

    وَجَدَ الْمَرْأَتَيْنِ.

    İki kadını buldu.

     

    قَرَأْتُ كِتاَبَيْنِ فيِ الشَّهْرِ.

    Ayda iki kitap okudum.

     

    ذَهَبْتُ  فيِ الشَّهْرِ اِلَى صَديِقَيْنِ.

    (Bir) Ayda iki arkadaşa gittim.

     

    حَضَرَ أَخِي قَبْلَ سَنَتَيْنِ.

    Kardeşim iki sene önce geldi.

     

    شَرَحَتِ الْأُسْتاَذَةُ الدَّرْسَيْنِ.

    Öğretmen iki dersi açıkladı.

     

    كَتَبَتْ فاَطِمَةُ الدَّرْسَيْنِ.

    Fatıma iki ders yazdı.

     

    شَكَرَتِ الْمُدِيرَةُ الطاَّلِبَتَيْنِ.

    Müdür iki öğrenciye teşekkür etti.

     

    أَخِي كَتَبَ رِساَلَتَيْنِ فِي الشَّهْرَيْنِ.

    Kardeşim iki ayda iki mektup yazdı.

    ذَهَبَتِ الْمُدِيرَةُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ مَعَ الْمُدَرِّسَتَيْنِ.

    Müdür okula iki öğretmenle gitti.

         

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    İSİMLERİN TESNİYESİYLE İLGİLİ AYETLER

    1- مَثَلُ الْفَرِيقَيْنِ كاَلْأَعْمىَ وَاْلأَصَمِّ وَالْبَصِيرِ وَالسَّميِعِ.

     

    (11/HÛD 24). Bu iki zümrenin (müminlerle kâfirlerin) durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir.

     

    اَلْمَثَلُ

    misal, örnek, durum

    كَ

    gibi

    اَلْفَرِيقُ

    grup, zümre

    اَلْأَعْمَى

    âma, kör. (Sonu illet harfi ile bittiği için esre almaz)

     

    اْلأَصَمُّ

    sağır

    اَلْبَصِيرُ

    gören

    اَلسَّميِعُ

    işiten

     

    2- وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانِ.

     

    (12/YÛSUF 36). Onunla birlikte zindana iki delikanlı (daha) girdi.

     

    السِّجْنُ

    hapishane, zindan

    فَتَيَانِ

    iki genç, iki delikanlı

    اَلْفَتَى

    genç, delikanlı

     

    3- وَمِنْ كُلِّ الثَّمَراَتِ جَعَلَ فِيهاَ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ.

     

    (13/RA’D 3). ( ..ki O) orada bütün meyvelerden çifter çifter yarattı. ..

     

    اَلثَّمَراَتُ

    meyveler, ürünler

    زَوْجَيْنِ

    (iki) çift

    جَعَلَ

    yarattı, kıldı, yaptı

     

    زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ

    çifter çifter

    كُلُّ

    her, bütün

    اِثْنَيْنِ

    iki

     

    4- وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَائِبَيْنِ وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّليْلَ وَالنَّهاَر.

     

    (14/İBRÂHÎM 33). Düzenli seyreden güneşi ve ayı sizin için boyun eğdirdi; geceyi ve gündüzü de istifadenize verdi.

     

    سَخَّرَ

    boyun eğdirdi, faydalı kıldı, istifadesine verdi

     

    دَائِبٌ

    devamlı ve düzenli olan, istirahate çekilmeyen

     

    5- وَضَرَبَ اللهُ مَثَلاً رَجُلَيْنِ…

     

     

    (16/NAHL 76). Allah, (şu) iki kişiyi misal verir..

     

    ضَرَبَ مَثَلاً

    misal verdi

     

    رَجُلٌ

    adam, kişi (Kur’ân’da durum anlatan birçok mevzu da mâzî fiil kullanılır, Türkçe’ye geniş zaman olarak tercüme edilir).

     

    6- …هَذاَنِ خَصْماَنِ اخْتَصَمُوا فيِ رَبِّهِمْ …

     

    (22/HACC 19). Şu iki (gurup), Rabb’leri hakkında tartıştı (Şu iki grub Rabb’leri hakkında çekişen iki hasımdır.).

     

    خَصْمٌ

    hasım, düşman

    اِخْتَصَمَ

    tartıştı, çekişti

    هَذاَنِ

    bu ikisi

    هَذاَ

    bu

     

    7- إذْ أَرْسَلْناَ إِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبوُهُماَ..

     

    (36/YÂSÎN 14). İşte o zaman biz, onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladılar…

     

    إذْ

    işte o zaman, hani bir zamanlar (Mâzî fiilin önünde mişli geçmiş zaman ifadesini verir).

     

    أَرْسَلَ إِلَى

    elçi gönderdi

    اِثْنَيْنِ

    iki

    كَذَّبَ

    yalanladı

     

    8- وَ هَدَيْناَهُ النَّجْدَيْنِ.

     

    (90/BELED 10). Ona (insana) iki yolu (doğru ve eğriyi) gösterdik.

     

    هَدَي

    hidayet etti, yol gösterdi

    النَّجْدُ

    açık yol / yüksek yer

     

                                                           
  • Mazi Fiillerde Tesniye

     

    MAZİ FİİLERDE TESNİYE

    (MÜSENNÂ YA DA İKİL)      

    Bir işin iki kişi tarafından yapıldığını anlatmak için üçüncü şahıs tekil fiilin sonuna harekesiz  bir elif ( ا ) ekleriz.

     

    Tesniye Müzekker (erkek) Gâib Örnekleri:

     

     

    ضَرَبَ

    den →

    ضَرَباَ

    ikisi dövdü

    فَتَحَ

    dan →

    فَتَحاَ

    ikisi açtı

     

    عَلِمَ

    den →

    عَلِماَ

    ikisi bildi

    وَجَدَ

    den →

    وَجَداَ

    ikisi buldu

     

    شَرِبَ

    den →

    شَرِباَ

    ikisi içti

    أَكَلَ

    den →

    أَكَلاَ

    ikisi yedi

     

    هَلْ أَحْمَدُ وَ عُمَرُ فَتَحاَ الْباَبَ ؟

    Ahmed ve Ömer kapıyı açtılar mı?

     

     

    هَلْ أَحْمَدُ وَ عُمَرُ سَمِعاَ الْخَبَرَ؟

    Ahmed ve Ömer haberi işittiler mi?

     

     

    Tesniye Müennes (kadın) Gâibe Örnekleri:

     

    ضَرَبَتْ

    den

    ضَرَبَتاَ

    ikisi dövdü

    فَتَحَتْ

    فَتَحَتاَ

    ikisi açtı

     

    عَلِمَتْ

    den

    عَلِمَتاَ

    ikisi bildi

    وَجَدَتْ

    وَجَدَتاَ

    ikisi buldu

     

    شَرِبَتْ

    den

    شَرِبَتاَ

    ikisi içti

    أَكَلَتْ

    أَكَلَتاَ

    ikisi yedi

     

     

    هَلْ زَيْنَبُ وَ فاَطِمَةُ  فَتَحَتاَ الْباَبَ ؟

    Zeynep ve Fâtıma kapıyı açtılar mı?

     

     

    هَلْ زَيْنَبُ وَ فاَطِمَةُ  سَمِعَتاَ الْخَبَرَ ؟

    Zeynep ve Fâtıma haberi işittiler mi?

     

     

    Tesniye Muhâtab – Muhâtaba Örnekleri:

     

                                                     

    Fiilin sonuna müzekker için de müennes için de aynı olmak üzere تُماَ  dediğimiz tesniye muhatap zamiri eklenir.

    ضَرَبْتُماَ

    ikiniz vurdunuz

    فَتَحْتُماَ

    ikiniz açtınız

     

    عَلِمْتُماَ

    ikiniz bildiniz

    وَجَدْتُماَ

    ikiniz buldunuz

     

    شَرِبْتُماَ

    ikiniz içtiniz

    أَكَلْتُماَ

    ikiniz yediniz

     

    هَلْ فَتَحْتُماَ الْباَبَ ؟

    İkiniz kapıyı açtınız mı?

     

    هَلْ سَمِعْتُماَ الْخَبَرَ ؟

    İkiniz haberi işittiniz mi?

     

    Tesniye Mütekellim Örnekleri:

                 

    Mütekellimlerin yani birinci şahısların tesniyesi ile cemisi aynıdır. İki veya daha fazla kişi için hep çoğul olarak ناَ  gelir:

    فَتَحْناَ       ikimiz açtık veya biz açtık وَجَدْناَ  ikimiz bulduk veya biz bulduk gibi

    فَتَحْناَ الْباَبَ.

    İkimiz kapıyı açtık.

    سَمِعْناَ الْخَبَرَ.

    Haberi işittik.

  • Cemi Müennes Salim

     

     CEMİ MÜENNES SÂLİM

    a) Müennes bir ismin çoğul ve merfû olması gereken durumda müfred ismin sonuna  آتُ getirilerek çoğul yapılır. Eğer ismin sonunda tâ-i te’nis (müennes tâ’sı) varsa kalkar.

    اَلْخَالَةُ

    teyze

    اَلْخاَلاَتُ

    teyzeler (marife)

    اَلْمُعَلِّمَةُ

    bayan öğretmen

    اَلْمُعَلِّمَاتُ

    öğretmenler

    اَلْمُسلِمَةُ

    müslüman

    اَلْمُسْلِماَتُ

    müslüman (bayanlar)

    اَلْمُؤْمِنَةُ

    mümin (bayan)

    ألْمُؤْمِناَتُ

    mümin (bayanlar)

    مَجَلَّةٌ

    dergi

    مَجَلاَّتٌ

    dergiler (nekre)

             

    Cümle Örnekleri:

    جَاءَتِ الْمُعَلِّمَاتُ اِلىَ الْمَدْرَسَةِ.

    Bayan öğretmenler okula geldi.

    أَناَ مُؤْمِنَةٌ.

    Ben mü’minim.

     

    هُنَّ مُؤْمِناَتٌ.

    Onlar mü’minlerdir.

    أَنْتُنَّ مُؤْمِناَتٌ.

    Sizler mü’minlersiniz.

    أَنْتُنَّ  طاَلِباَتٌ.

    Sizler öğrencilersiniz.

    حَضَرَتِ الطاَّلِباَتُ.

    Öğrenciler geldi (müe).

    اَلْبَناَتُ مُساَفِراَتٌ.

    Kızlar yolcudur.

    ذَهَبَتِ التِّلْمِيذاَتُ.

    Öğrenciler gitti.

    جَلَسَتِ الطِّفْلاَتُ.

    Kız çocuklar oturdu.

    اَلْبَناَتُ أَكَلْنَ السَّمَكَ.

    Kızlar balığı yedi.

    b) Müennes bir ismin çoğulunun mansûb (üstünlü) ya da mecrûr (esreli) olması gereken durumda müfred ismin sonuna  آتِ  getirilerek çoğul yapılır. Yani mansûb ve mecrûr halleri aynıdır. Yanılarak mansûb durumunda üstün hareke konmamalıdır:

      خَالَةٌ den

    خَالاَتٍ

     

    اَلْمُسْلِمَةُ den

    اَلْمُسْلِمَاتِ

    اَلْمُعَلِّمَةُ den

    اَلْمُعَلِّمَاتِ

     

    المُؤْمِنَةُ den

    الْمُؤْمِنَاتِ

     

    ذَهَبْنَا إلىَ الْمَدْرَسَةِ مَعَ الْمُعَلِّمَاتِ.

    Okula bayan öğretmenlerle gittik.

    شاَهَدْتُ الْمُعَلِّمَاتِ في الْمَدْرَسَةِ.

    Öğretmenleri okulda gördüm.

    مَتَى قَرَأَ عاَدِلٌ الْكُتُبَ والْمَجَلاَّتِ.

    Adil kitap ve dergileri ne zaman okudu?

    قَرَأَ عاَدِلٌ الْكُتُبَ والْمَجَلاَّتِ لَيْلاً.

    Adil kitap ve dergileri geceleyin okudu.

    F  Bu şekildeki cemilerde cemi ismin şekli düzenli olduğu ve değişmediği için sâlim denmiştir.

    فَحَصَ الطَّبِيبُ الْمَرِيضاَتِ.

    Doktor, bayan hastaları muayene etti.

    فَحَصَ الطَّبيِبُ التِّلْميِذاَتِ.

    Doktor, kız öğrencileri muayene etti.

    فَحَصَتِ الطَّبيِبَةُ التِّلْميِذاَتِ.

    (Bayan) doktor, kız öğrencileri muayene etti.

    نَصَحَتِ الْمُعَلِّمَةُ التِّلْمِيذاَتِ.

    (Bayan) öğretmen kız öğrencilere nasihat etti.

    اَلْمُمَرِّضَةُ بَدَأَتْ عَمَلَهاَ فِي نَشاَطٍ.

    Hemşire işine neşe içinde başladı.

    اَلْمُمَرِّضاَتُ بَدَأْنَ عَمَلَهُنَّ فِي نَشاَطٍ.

    Hemşireler işlerine neşe içinde başladılar.

    اَلرَّجُلُ وَ ابْنُهُ حَمَلاَ الْخَضْرَواَتِ.

    Adam ve oğlu yeşillikleri (sebzeleri) taşıdılar.

    اَلْمُدَرِّسَةُ شَكَرَتِ الطاَّلِباَتِ.

    Öğretmen öğrencilere teşekkür etti.

    مَنْ أَرْسَلَ الْحَقاَئِبَ إِلَى الْمَطاَرِ ؟

    Çantaları hava alanına kim gönderdi?

    اَلْمُساَفِراَتُ.

    (Bayan)Yolcular.

    ماَذاَ أَرْسَلْنَ ؟ أَرْسَلْنَ الْحَقاَئِبَ.

    Ne gönderdiler? Çantaları gönderdiler.

    مَتَى أَرْسَلْنَ الْحَقاَئِبَ ؟

    Çantaları ne zaman gönderdiler?

    أَرْسَلْنَهاَ بَعْدَ ساَعَتَيْنِ.

    Onları iki saat sonra gönderdiler.

    إِلَى أَيْنَ أَرْسَلْنَ الْحَقاَئِبَ ؟

    Çantaları nereye gönderdiler?

    أَرْسَلْنَهاَ إِلَى الْمَطاَرِ.

    Onları hava alanına gönderdiler.

    هُنَّ مُمَرِّضاَتٌ.

    Onlar hemşiredirler.

    ساَفَرَتِ الْمُدَرِّساَتُ فِي الْعُطْلَةِ.

    (Bayan) öğretmenler tatilde yolculuk yaptı.

    نَحْنُ مَشْهُوراَتٌ.

    Bizler meşhuruz.

    هُنَّ مُدَرِّساَتٌ.

    Onlar öğretmendirler.

    أَنْتُنَّ مَرِيضاَتٌ.

    Sizler hastasınız.

    جَلَسَ الْمُهَنْدِسُونَ أَماَمَ الْعِماَراَتِ.

    Mühendisler apartmanların önünde oturdular.

    وَقَفَتِ الْمُعَلِّمَةُ بَيْنَ التِّلْمِيذاَتِ.

    Öğretmen öğrencilerin arasında durdu.

    وَصَلَ الْعُماَّلُ بِالدَّراَّجاَتِ.

    İşçiler bisikletlerle geldiler.

    قاَلَ الْمُديِرُ : اَلْمُدَرِّساَتُ وَالتِّلْميِذاَتُ ذَهَبْنَ إِلَى الْحَديِقَةِ بالسَّياَّراَتِ.

    Müdür (şöyle) dedi: Öğretmenler ve öğrenciler bahçeye arabalarla gittiler.