CEZMETMEYEN ŞART EDATLARI
Şart anlamı ifade ettiği halde muzâriyi cezmetmeyen edatlar da vardır. Bu edatlar topluca şunlardır:
عِنْدَماَ |
كُلَّماَ |
أَماَّ |
إِذاَ |
لَماَّ |
لَوْماَ |
لَوْلاَ |
لَوْ |
Şart kısmının zamanı, fiil-i mâzî veya muzâri olabilir. Şartın cevap kısmı olan cevap cümlesinde ise fiil, şimdiki zaman, geçmiş zaman, meczûm, emir hali veya fiilsiz de olabilir. Sırasıyla bu edatları ve görevlerini inceleyelim:
لَوْ: eğer, şayet, …ise, .., ..seydi, ..saydı, ..se, ..sa, ..mış olsa idi anlamlarına gelir.
Fiilin başına لَوْ takısı getirilirse hem şart hem de dilek (temenni) ifade eder.
لَوْكَتَبَ |
(keşke) yazsa |
لَوْ كَتَبْتُ |
(keşke) yazsam |
لَوْ den sonra كَانَ fiilini kullanırsak dilekli hikaye olur.
لَوْ كَانَ كَتَبَ |
(keşke) yazsaydı |
لَوْكُنْتُمْ كَتَبْتُمْ |
(keşke) yazsaydınız |
لَوْكُنْتُ كَتَبْتُ |
(keşke) yazsaydım |
لَوْ cümlesinden sonraki cevap cümlesi لَ ile başlar:
لَوْ كَتَبْتُ دَرْسِي لَعَلِمْتُ دَرْسِي. |
Dersimi yazsam bilirdim. |
لَوْ كَانَ كَتَبَ دَرْسَهُ لَمَا كَانَ يَضْرِبُهُ الْمُعَلِّمُ. |
Dersini yazsaydı öğretmen onu dövmezdi. |
Görüldüğü gibi şart cümlelerindeki şartlar لَوْ (eğer) edatıyla ve cevaplar da (her zaman değil) لَ harfi ile belirtilir. Cevap olumlu mâzî olursa cevap lâmı çoğu kere, olumsuz olursa bazen gelir. Cümlenin her iki kısmında da genellikle geçmiş zaman kullanılır. Cevab lâmından sonra gelen cevabın başındaki fiil, muzâri de gelse mâzî manası verilir.
لَوِ اجْتَهَدَ[1] الطاَّلِبُ لَنَجَحَ. |
Öğrenci çalışsaydı başarılı olurdu. |
لَوِ اجْتَهَدْتَ تَنْجَحُ. |
Çalışsaydın başarırdın. |
لَوْ شاَءَ رَبُّكَ ماَ فَعَلُوهُ. |
Eğer Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı (En’am, 137) . |
لَوْ شاَءَ رَبُّكَ لَماَ خَلَقَناَ. |
Eğer Rabbin dilemiş olsaydı bizi yaratmazdı. |
لَوْ أَنَّكَ ناَجِحٌ لَكاَفَأْتُكَ. |
Eğer başarsaydın seni mükafatlandırırdım. |
Cevap menfi muzâri olursa cevap lâmı gelmez.
لَوْ كُناَّ نَسْمَعُ ماَ كُناَّ كَذَلِكَ. |
Eğer dinliyor olsaydık bu şekilde olmazdık. |
لَوِ اجْتَهَدْتَ لَمْ تَنْدَمْ. |
Çalışsaydın pişman olmazdın. |
Bu tip cümleleri anlamak fazla alıştırma ile zamanla kolaylaşacaktır.
*لَو in başında vâv olursa cevap cümlesi istemez. وَلَوْ …-se de, -sa da, -se bile, -sa bile, -öyle olsa da anlamlarına gelir:
سَأُساَفِرُ إِلَى إِزْمِيرَ وَلَوْ كاَنَتْ بَعِيدَةً. |
Uzak olsa da İzmir’e gideceğim |
لَوْلاَ: olmamış olsa, olmasaydı, -meseydi, -eğer manalarına gelir. Genellikle cevabın başında cevap lâmı bulunur.
لَوْلاَ مُحَمَّدٌ لَماَ نَجَحَ خاَلِدٌ. |
Muhammed olmasaydı Halit başarmazdı. |
لَوْلاَكَ لَوْلاَكَ لَماَ خَلَقْتُ الْأَفْلاَكَ. |
Sen olmasaydın sen olmasaydın alemleri yaratmazdım[2]. |
ثُمَّ تَوَلَّيْتُم[3] مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ فَلَوْلاَ فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنْتُمْ مِنَ الْخَاسِرِينَ. Ondan sonra sözünüzden dönmüştünüz. Eğer sizin üzerinizde Allah’ın ihsanı ve rahmeti olmasaydı, muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz (Bakara, 64). |
لَوْماَ cezmetmeyen şart edatı olarak لَوْلاَ ile aynı manadadır:
لَوْماَ أَخِي لَضَرَبْتُهُ. |
Kardeşim olmasaydı onu döverdim. |
لَماَّ :..dığında, -dığı zaman, -dığı vakit, -ınca,-ince manalarına gelir. Cümleye muzâf olan zarflardan ve şart edatlarındandır. Şart ve cevabı daima mâzî olur.
لَماَّ nın bulunduğu şart cümlesi bazen cümlenin sonunda da gelebilir.
أَخَذَتْ فاَطِمَةُ الْكِتاَبَ لَماَّ ذَهَبَتْ اِلىَ الْمَكْتَبَةِ. Kütüphaneye gidince Fâtıma kitabı aldı. |
لَماَّ nın mâzî fiilden önce gelirse zarf ve şart edatı, muzâriden önce gelirse muzâriyi cezmeden edat (cahd-ı müstağrak) olduğu unutulmamalıdır:
لَماَّ يَرْجِعْ واَلِدِي مِنَ السَّفَرِ. |
Babam henüz yolculuktan dönmedi. |
Not: (لَماَّ) (إِلاَّ) manasında istisnâ harfi de olur.
إِنْ كُلُّ نَفْسٍ لَماَّ عَلَيْهاَ حاَفِظٌ. Hiçbir can yoktur ki başında gözetici bulunmasın (Târık, 4) . |
CÜMLEYE MUZÂF OLAN VE ŞART İFADE EDEN BAZI ZARFLAR
إِذاَ : ..dığı zaman, -dığı vakit, -ınca, -dığında, -ken, ise, -se, -sa manalarına gelir.
Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır. إِذاَ dan sonraki cümle إِذاَ nın zaman zarfı olmasından dolayı mahallen mecrûr muzâfun ileyh olur. إِذاَ nın şart fiil-i mâzî, cevap fiili çoğunlukla muzâri gelir. Mâzî de olsa muzâri anlamı verilir. إِذاَ cezmetmeme dışında (إِنْ) ‘e benzer.
إِذاَ جاَءَ الرَّبِيعُ نَذْهَبُ إِلَى الْحَدِيقَةِ |
Bahar gelince bahçeye gideriz. |
Not: (إِذاَ) fiil cümlesinden önce gelirse şart edatı olur ancak isim cümlesinden önce gelirse manası değişir ve (إِذاَ فُجاَئِيَّة) dediğimiz sürpriz harfi olur. “Bir de ne göreyim, bir de baktım ki” manası verilir:
خَرَجْتُ مِنَ الْبَيْتِ فَإِذاَ وَلَدٌ فِي الطَّرِيقِ يَبْكِي. |
Evden çıktım bir de ne göreyim yolda bir çocuk ağlıyor. |
فَتَحْتُ الْكِتاَبَ فِي الْإِمْتِحاَنِ فَإِذاَ الْمُعَلِّمُ واَقِفٌ أَماَمِي. |
İmtihanda kitabı açtım bir de ne göreyim öğretmen önümde duruyor. |
(إِذاَ) nın cevap cümlesi de iki fiil-i muzâriyi cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzî, muzâri, emir, istikbal, isim cümlesi … şeklinde gelir:
إِذاَ صاَدَفْتَ صَدِيقَكَ فَسَلِّمْ[4] عَلَيْهِ. |
Arkadaşına rastlarsan ona selam ver. |
(إِذاَ) nın şart manası ifade etmeksizin sadece zaman zarfı olarak kullanıldığı da olur[5]:
وَ الَّيْلِ إِذاَ يَغْشَى وَالنَّهاَرِ إِذاَ تَجَلَّى. And olsun büründüğü zaman geceye! Açılıp aydınlandığı zaman gündüze! (Leyl, 1,2) |
أَماَّ: ..e gelince, her halükarda, -ise. Cevabının başında mutlaka (فَ) olur.
فَأَماَّ الَّذِينَ آمَنُوا فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ. İman edenlere gelince, onun Rab’lerinden bir gerçek olduğunu bilirler. (Bakara, 26) |
|
فَأَماَّ الْيَتِيمَ فَلاَ تَقْهَرْ. |
Yetime gelince sakın onu üzme (Duhâ, 9) . |
(أَماَّ) tafsil edatı olarak da görev yapar. Hutbede hatipler salat ve selamdan sonra konuşmaya başlarken konuya bu edatla girerler.
اَلْحَمْدُ لِلَّهِ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ أَماَّ بَعْدُ.. Allah’a hamdü senâ, Peygamberine salat ve selamdan sonra, konumuza gelince… |
كُلَّماَ: Her ne zaman, her …ında, her ..dığında, -dıkça, dikçe gibi anlamlara gelir. Mâzî fiillerin başında bulunur, cevabı da mâzî gelir[6].
كُلَّماَ رَأَيْتُ فَقِيراً عَطَفْتُ عَلَيْهِ. Her ne zaman bir fakir görürsem ona acırım. |
|
كُلَّماَ دَخَلَ عَلَيْهاَ ذَكَرِياَّ الْمِحْراَبَ وَجَدَ عِنْدَهاَ رِزْقاً. Zekeriyya mihraba her girdiği zaman onun yanında bir yiyecek bulurdu.(Âl-i İmran 37)
|
عِنْدَماَ ..dığı zaman, -dığında, -dığı sırada, -ınca, -ceği zaman
Zarf olan عِنْدَ ile zâid veya masdar olan ماَ nın birleşmesinden meydana gelmiştir. عِنْدَماَ nın şart fiil-i mâzî veya muzâri gelebildiği gibi, cümlenin sonunda da gelebilir.إِذاَ ve لَماَّ nın yerlerine kullanılır.
عِنْدَماَ نَجُوعُ[7] نَذْهَبُ إِلَى الْمَطْعَمِ فِي الْمَحَطَّةِ. Acıktığımız zaman istasyondaki lokantaya gideriz. |
Bunların dışında şu edatlar da fiillerin önüne geldiği zaman şart ifade ettikleri halde cezmetmezler:
حِينَماَ: dığında, -dığı vakit, dığı zaman, -ınca gibi manalara gelir.
Zaman zarfı حِينَ ile ماَnın birleşmesinden meydana gelmiştir.
حِينَماَ عَلِمَ الْأَبُ بِنَجاَحِ وَلَدِهِ هَنَّأَهُ مَسْرُوراً. Babası oğlunun başarısını öğrenince sevinçle onu tebrik etti. |
بَيْناَ … إِذْ: -ken, bir de, -ken birden, derken ansızın, -ip dururken,
Zarf olan بَيْنَ ile zâid elifin birleşmesinden meydana gelmiştir. Kendisinden sonra şart olan cümle isim cümlesi olur ve başında müfâcee harfi (إِذْ) bulunur.
بَيْناَ نَحْنُ جاَلِسُونَ فِي الْبَيْتِ إِذْ دَخَلَ عَلَيْناَ كَلْبٌ. Biz evde otururken ansızın yanımıza bir köpek girdi. |
بَيْنَماَ: …iken
Zarf olan بَيْنَ ile zâid veya masdar olan (ماَ) nın birleşmesinden meydana gelmiştir. Her yönüyle (بَيْناَ)’ya benzer.
بَيْنَماَ الْجَوُّ حاَرٌّ إِذْ انْخَفَضَتْ دَرَجَةُ الْحَراَرَةِ. Hava sıcakken birden havanın sıcaklığı düştü. |
Genel Cümle Örnekleri:
1- كَيْفَ تَكُونُ الرِّحْلَةُ مُفِيدَةً فِي نَفْسِ الْوَقْتِ ؟ تَكُونُ الرِّحْلَةُ مُفِيدَةً إِذاَ تَعَلَّمَ مِنْهاَ التِّلْمِيذُ شَيْئاً جَدِيداً .
2- إِذاَ سَمِعْتَ ماَ سَمِعْناَهُ فَسَوْفَ تَعْلَمُ لِماَذاَ غَضِبْناَ – إِذاَ سَمِعْتَ الَّذِي سَمِعْناَهُ فَسَوْفَ تَعْلَمُ لِماَذاَ غَضِبْناَ .
3- شَعَرَتِ الْأُمُّ بِالسَّعاَدَةِ عِنْدَماَ عاَدَ وَلَدُهاَ مِنَ الرِّحْلَةِ – أَصْبَحَتْ غُرْفَتِي جَمِيلَةً عِنْدَماَ طَلَيْتُهاَ بِاللَّوْنِ الْأَزْرَقِ .
4- عِنْدَماَ نَجَحَتْ فاَطِمَةُ فِي الْاِمْتِحاَنِ حَصَلَتْ[8] عَلَى جاَئِزَةٍ كَبِيرَةٍ – لَماَّ رَنَّ جَرَسُ الْمَدْرَسَةِ دَخَلَ التَّلاَمِيذُ الصَّفَّ.
5- لَماَّ نَجَحَتْ فاَطِمَةُ حَصَلَتْ عَلَى هَدِيَّةٍ مِنْ واَلِدِهاَ – لَماَّ وَصَلَ الضَّيْفُ قَدَّمْتُ لَهُ الْحَلْوَى.
6- لَماَّ تَأَخَّرَتِ الْحاَفِلَةُ حَضَرْتُ بِالْقِطاَرِ.
7- عاَدَتِ الْبِنْتُ مُتَأَخِّرَةً – وَجَدَتِ الْبِنْتُ أُمَّهاَ ناَئِمَةً – وَجَدَتِ الْبِنْتُ أُمَّهاَ ناَئِمَةً لَماَّ عاَدَتْ مُتَأَخِّرَةً.
8- قاَبَلَ الْعاَمِلاَنِ الْمُدِيرَ – فَرِحَ الْعاَمِلاَنِ – فَرِحَ الْعاَمِلاَنِ لَماَّ قاَبَلاَ الْمُدِيرَ.
9- أَراَدَتِ الْأُمُّ النَّوْمَ – أَغْلَقَتِ الْأُمُّ الناَّفِذَةَ لَماَّ أَراَدَتِ النَّوْمَ .
10- شاَهَدَتِ الْمُدَرِّساَتُ الْمَسْرَحِيَّةَ – ضَحِكَتِ الْمُدَرِّساَتُ كَثِيراً – ضَحِكَتِ الْمُدَرِّساَتُ كَثِيراً لَماَّ شاَهَدْنَ الْمَسْرَحِيَّةَ .
11- إِذاَ أَذَّنَ الْمُؤَذِّنُ فَقَدْ وَجَبَتْ عَلَيْناَ أَنْ نُصَلِّيَ – إِذاَ قَرُبَ الْاِمْتِحاَنُ فَقَدْ وَجَبَ عَلَيْناَ أَنْ نَسْتَذْكِرَ.
12- إِذاَ حَضَرَ الضَّيْفُ فَقَدْ وَجَبَتْ عَلَيْناَ أَنْ نُكْرِمَهُ – عِنْدَماَ ساَفَرَ الزَّوْجُ كاَنَتْ زَوْجَتُهُ حاَمِلاً.
13- عِنْدَ وُقُوفِناَ فِي المِيناَءِ شاَهَدْناَ السُّفُنَ – عِنْدَماَ يُشاَهِدُ الْإِنْساَنُ هَيْأَتَهُ يَشْعُرُ نَحْوَهُ بِالْحُبِّ.
14- عِنْدَماَ يَحْضُرُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ يَذْهَبُ إِلَى الصَّفِّ مُباَشَرَةً – عِنْدَماَ أَسْتَيْقِظُ فيِ الصَّباَحِ أَغْسِلُ وَجْهيِ جَيِّداً.
15- عِنْدَماَ يَغْليِ الْماَءُ تَصْنَعُ أُميِ الشاَّيَ – إِلَى أَيْنَ تَذْهَبُ إِذاَ حاَنَ[9] الْفَجْرُ ؟ إِذاَ حاَنَ الْفَجْرُ أَذْهَبُ إِلَى الْمَسْجِدِ .
16- إِلَى أَيْنَ تَذْهَبُ إِذاَ حَضَرَ الْأُسْتاَذُ؟ إِذاَ حَضَرَ الْأُسْتاَذُ أَذْهَبُ إِلَى الْمَكْتَبَةِ.
17- إِلَى أَيْنَ تَذْهَبُ إِذاَ وَصَلَتِ الطاَّئِرَةُ ؟ إِذاَ وَصَلَتِ الطاَّئِرَةُ أَذْهَبُ إِلَى الْمَطاَرِ .
18- عِنْدَماَ يَعُودُ التَّلاَمِيذُ إِلَى بُيُوتِهِمْ يَجْتَهِدُونَ فِي أَداَءِ الْواَجِبِ – عِنْدَماَ تَرْجِعُ الْأُمُّهاَتُ إِلَى بُيُوتِهِنَّ يَبْدَأْنَ فِي إِعْداَدِ الطَّعاَمِ .
19- مَنْ يُعاَقِبُ التَّلاَمِيذَ إِذاَ لَمْ يَعْمَلُوا الْواَجِبَ ؟ اَلْمُعَلِّمُ يُعاَقِبُ التَّلاَمِيذَ إِذاَ لَمْ يَعْمَلُوا الْواَجِبَ.
20- ماَذاَ يَفْعَلُ لَكَ الْمُعَلِّمُ عِنْدَماَ لاَ تَعْمَلُ الْواَجِبَ ؟ بِماَذاَ شَعَرْتَ عِنْدَماَ شاَهَدْتَ الْكَعْبَةَ؟
21- إِذاَ كاَنَتِ الْبُيُوتُ راَحَةَ الْأَجْساَدِ فَإِنَّ الْمَساَجِدَ راَحَةُ الْقُلُوبِ – إِذاَ كاَنَتِ الْأَنْهاَرُ سَبَبَ الْحَياَةِ فَإِنَّ نَهْرَ النِّيلِ سَبَبُ الْحَضاَرَةِ .
22- لَوْلاَ الْإِيماَنُ لَماَ انْتَصَرَ الْمُسْلِمُونَ – لَوْلاَ الْإِسْلاَمُ لَماَ انْتَشَرَ النُّورُ فِي الْعاَلَمِ .
23- لَوْلاَ الصُّحُفُ لَماَ عَرَفْناَ الْأَخْباَرَ – لَوْلاَ النَّظاَّرَةُ لَماَ رَأَيْتُ الْمَنْظَرَ جَيِّداً .
24- لَوْلاَ الْماَءُ ماَ عاَشَ عَلَى الْأَرْضِ حَيَواَنٌ أَوْ نَباَتٌ – عِنْدَماَ أَذْهَبُ إِلَى الْحَديِقَةِ أَتَناَوَلُ الْعَصيِرَ.
Tercüme:
1- Gezi aynı zamanda nasıl faydalı olur? Gezi öğrenci ondan yeni birşey öğrendiği zaman faydalı olur.
2- Bizim işittiğimiz şeyleri duyduğun zaman niçin kızdığımızı bileceksin.(Diğeri aynı manadadır.)
3- Çocuğu geziden döndüğü zaman anne saadet (mutluluk) hissetti. Mavi renkle boyadığım zaman odam güzel oldu.
4- Fatıma imtihanda başardığı zaman büyük bir ödül kazandı. Okulun zili çaldığı zaman öğrenciler sınıfa girdi.
5- Fâtıma başarınca babasından bir hediye elde etti. Misafir geldiği zaman ona tatlı takdim ettim.
6- Otobüs gecikince trenle geldim.
7- Kız geç döndü. Kız annesini uyur buldu. Kız geç (vakit) döndüğü zaman annesini uyur buldu.
8- İki işçi müdürle karşılaştı. İki işçi sevindi. Müdürle karşılaşınca iki işçi sevindi.
9- Anne uyumak istedi. Uyumak isteyince anne pencereyi kapattı.
10- Öğretmenler tiyatroyu seyretti. Öğretmenler çok güldü. Tiyatroyu seyredince öğretmenler çok güldü.
11- Müezzin ezanı okuduğu zaman namaz kılmak üzerimize vacip olur. İmtihan yaklaştığı zaman (dersleri) müzakere etmemiz gerekir.
12- Misafir geldiği zaman ona ikram etmemiz gerekir. Koca sefere çıktığı zaman eşi hamileydi.
13- Limanda duruşumuz esnasında gemileri gördük. İnsan onu (heyetini şeklini) gördüğü zaman ona karşı sevgi hisseder.
14- Okula geldiği zaman doğruca sınıfa gider. Sabahleyin uyandığım zaman iyice yüzümü yıkarım.
15- Su kaynayınca annem çay yapar. Fecr olduğu zaman nereye gidersin? Fecr (sabah namazı vakti) olunca mescide giderim.
16- Hoca geldiği zaman nereye gidersin? Hoca geldiği zaman kütüphaneye giderim.
17- Uçak geldiği zaman nereye gidersin? Uçak geldiği zaman hava alanına giderim.
18- Öğrenciler evlerine döndükleri zaman ödevin edasına çalışırlar.Anneler evlerine döndükleri zaman yemeğin hazırlanmasına başlarlar.
19- Ödev yapmadıkları zaman öğrencilere kim ceza verir? Ödev yapmadıkları zaman öğrencilere öğretmen ceza verir.
20- Ödevi yapmadığın zaman öğretmen sana ne yapar? Kabe’yi gördüğün zaman ne hissettin?
21- Evler bedenlerin rahatı ise muhakkak ki mescidler de kalplerin rahatıdır. Nehirler hayatın sebebi ise nil nehri de medeniyetin sebebidir.
22- İman olmasaydı Müslümanlar galip gelemezdi. İslam olmasaydı nur (ışık) dünyada yayılmazdı.
23- Gazeteler olmasaydı haberleri bilemezdim. Gözlük olmasaydı manzarayı iyice göremezdim.
24- Su olmasaydı yeryüzünde hayvan veya bitki yaşamazdı. Bahçeye gittiğim zaman meyve suyu içerim.
¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯
CEZMETMEYEN ŞART EDATLARI VE KONULARLA İLGİLİ AYETLER
1- طَاعَةٌ وَقَوْلٌ مَعْرُوفٌ فَإِذَا عَزَمَ الْأَمْرُ فَلَوْ صَدَقُوا اللَّهَ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ .
(47/MUHAMMED, 21). (Onların vazifesi) itaat ve güzel sözdür. İş ciddiye bindiği zaman Allah’a sadakat gösterselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.
ciddileşmek |
عَزَمَ يَعْزِمُ عَزْماً |
itaat (cümlede; mübtedâsı mahzuf haberdir.) |
طَاعَةٌ |
2- قَالَ ادْخُلُوا فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ فِي النَّارِ كُلَّمَا دَخَلَتْ أُمَّةٌ لَعَنَتْ أُخْتَهَا …
(7/A’RÂF, 38). (Allah) buyuracak ki: “Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin!” Her ümmet girdikçe yoldaşlarına lânet edecek…
gelip geçmek |
خَلاَ يَخْلُو خُلُواًّ |
ümmet, topluluk |
أُمَّةٌ ج أُمَمٌ |
3- … أَ وَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ شَيْئاً وَلاَ يَهْتَدُونَ .
(2/BAKARA, 170). ..Ya ataları bir şeye akıl erdirememiş, doğruyu da bulamamış idiyseler?
hidayeti, hakikati bulmak |
اِهْتَدَى يَهْتَدِي اِهْتِداَءً |
4- كَلاَّ لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَقِينِ .
(102/TEKÂSÜR, 5). Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız..
5- … لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ .
(9/TEVBE, 81). … Keşke anlasalardı!
iyice anlamak |
فَقِهَ يَفْقَهُ فِقْهاً |
6- وَلَوْ نَشَاءُ لَجَعَلْنَا مِنْكُمْ مَلَائِكَةً فِي الْأَرْضِ يَخْلُفُونَ .
(43/ZUHRUF, 60). Eğer dileseydik, içinizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler yaratırdık.
yerine geçmek |
خَلَفَ يَخْلُفُ خِلاَفَةً |
7- … وَلَوْ شَاءَ اللّهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ إِنَّ اللَّه عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ .
(2/BAKARA, 20). … Allah dileseydi elbette onların işitmelerini ve gözlerini giderirdi (sağır ve kör ederdi). Allah şüphesiz her şeye kadirdir.
göz |
بَصَرٌ ج أَبْصَارٌ |
giderdi |
ذَهَبَ يَذْهَبُ بِ |
8- إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ .
(8/ENFÂL, 2). Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve (yalnız) Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.
kalpler, yürekler |
قُلُوبٌ |
titredi, korktu, ürperdi |
وَجِلَ يَوْجَلُ وَجَلاً |
dayanıp güvendi |
تَوَكَّلَ يَتَوَكَّلُ |
okunduğu zaman |
إِذَا تُلِيَ (تَلاَ يَتْلُو) |
9- وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ ماَ تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَآبَّةٍ وَلَكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إلَى أَجَلٍ مُسَمًّى فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ لاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ .
(16/NAHL, 61). Eğer Allah, insanları zulümleri (sebebi)yle cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.
ertelemek |
أَخَّرَ يُؤَخِّرُ |
isimlendirilmiş, takdir edilmiş |
مُسَمًّى |
cezalandırdı |
آخَذَ يُؤَاخِذُ |
|||
geri kalmak |
اِسْتأْخَرَ يَسْتَأْخِرُ |
ileri geçmek |
اِسْتَقْدَمَ يَسْتَقْدِمُ |
|||||
10- فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ .
(3/ÂL-İ İMRÂN, 37). Rabbi Meryem’i güzel bir kabulle kabul etti, onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya’yı da ona (onun bakımına) görevlendirdi. Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde onun yanında bir rızık bulurdu. ve “Ey Meryem, bu sana nereden (geliyor?)” der; (o da: ) “Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediği kimseye sayısız rızık verir” derdi.
yetiştirmek |
أَنْبَتَ يُنْبِتُ |
kabul etti |
تَقَبَّلَ يَتَقَبَّلُ |
|
her ne zaman girerse |
كُلَّمَا دَخَلَ |
görevlendirdi |
كَفَّلَ يُكَفِّلُ |
|
rızık vermek |
رَزَقَ يَرْزُقُ |
nereden, nasıl |
أَنَّى |
|
hesabsız, sayısız |
بِغَيْرِ حِسَابٍ |
|||
11- وَإِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ أَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ سَلاَمٌ عَلَيْكُمْ …
(28/KASAS, 55). Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: “Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selâm olsun. …” derler.
yüz çevirmek |
أَعْرَضَ يُعْرِضُ إِعْراَضاً عَنْ |
boş söz |
اَللَّغْوُ |
12- فَأَمَّا مَنْ ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ ¯ فَهُوَ فِي عِيشَةٍ رَاضِيَةٍ ¯ وَأَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ ¯ فَأُمُّهُ هَاوِيَةٌ .
(101/KÂRİA, 6-9). (O gün) tartısı (ameli) ağır gelen kimseye gelince, İşte o, razı olduğu (hoşnut edici) bir yaşamdadır. Tartısı (ameli ) hafif olan kimseye gelince, (İşte) onun anası (sığınacağı kucak) Hâviye’dir.
|
ağır geldi |
ثَقُلَ يَثْقُلُ ثِقَلاً |
hafif olmak |
خَفَّ يَخِفُّ خَفاًّ |
tartı |
ميِزاَنٌ ج مَوَازِينُ |
|||||
|
hoşuna gitmek |
رَضِيَ يَرْضَى |
razı olan |
اَلراَّضِي ث راضِيَةٌ |
yaşayış, yaşam |
عِيشَةٌ |
|||||
razı olacağı bir yaşamda |
فِي عِيشَةٍ رَاضِيَةٍ |
Hâviye (cehennem tabakalarından biri) |
هَاوِيَةٌ |
||||||||
13- … فَلَمَّا جَاءَهُ الرَّسُولُ قَالَ ارْجِعْ إِلَى رَبِّكَ فَاسْأَلْهُ مَا بَالُ النِّسْوَةِ اللاَّتِي قَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ إِنَّ رَبِّي بِكَيْدِهِنَّ عَلِيمٌ .
(12/YÛSUF, 50). …Elçi, (Yusuf’a) geldiği zaman (Yusuf) dedi ki: “Efendine dön ve ona: “Ellerini kesen o kadınların durumu neydi?” diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir.”
ne haldedir, durumu nedir, manasına gelen edat |
مَا بَالُ.. |
|||||
hile |
كَيْدٌ ج أَكِيدٌ |
efendi, sahip |
رَبٌّ |
kadınlar |
اَلنِّسْوَةُ |
|
kesti, parçaladı |
قَطَّعَ يُقَطِّعُ |
Kadınların hali nedir? |
مَا بَالُ النِّسْوَةِ؟ |
|||
14- فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ .
(23/MÜ’MİNÛN, 102). Artık kimlerin (sevap) tartıları ağır basarsa, işte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.
kurtuluşa eren |
اَلْمُفْلِحُ |
15- وَإِنْ كُلٌّ لَمَّا جَمِيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ.
(36/YÂSÎN, 102). Elbette onların hepsi (kıyamet gününde) karşımızda hazır bulunacaklar.
getirmek, bulundurmak, hazırlamak. |
أَحْضَرَ يُحْضِرُ |
Burada (مُحْضَرٌ) (hazır bulundurmak) anlamında yakında işlenecek olan mezîd fiilin ism-i mefulü durumundadır. |
16- وَإِنَّ كُلاًّ لَّمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ أَعْمَالَهُمْ إِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَبِيرٌ .
(11/HÛD, 111). Şüphesiz Rabbin, onların her birinin amellerinin karşılığını onlara tam olarak verecektir. Çünkü Rabbin onların yapmakta olduklarından haberdardır.
tamamen eda etmek / yerine getirmek. (sondaki şeddeli nun te’kîd içindir.) |
وَفَّى يُوَفِّي |