و تُخَفَّفُ المفْتُوحَةُ فَتَعْمَلُ في ضَمِيرِ شَأْنٍ مُقَدَّرٍ
و تُخَفَّفُ tahfif edilir, المَفْتُوحَةُ hemze harfi meftuh olan elif nun maddesi (yani أَنَّ tahfif edilir), أَنَّ kelimesi tahfif edilip أَنْ halini alınca; فَتَعْمَلُ o أَنْ ‘i muhaffefe amel eder, في ضَمِيرِ شَأْنٍ şan zamirinde, yani bir cümleden önce zikredilip, o cümlenin tefsir ettiği zamirde, o öyle şan zamiri ki; مُقَدَّرٍ vucuben mukadder olan, mahzuf olup takdir edilen.
Metnin Toplu Manası; Meftuh olan elif nun maddesi (أَنَّ) tahfif edilir ve أَنْ ‘i muhaffefe olur. Bu أَنْ ‘i muhaffefe, takdir edilen bir şan zamirinde amel eder. Hulasa: أَنْ ‘i muhaffefe mukadder zamir-i şanı mahallen nasb ederek kendisine isim alır. Zamir-i şanı tefsir eden cümle, yani şan ve durumun ne olduğunu beyan eden cümle أَنْ ‘i muhaffefenin haberi olmak üzere mahallen merfu olur. Zamir-i şanı tefsir eden cümledeki rükunlardan herhangi biri müennes olursa, o cümleden önce zikredilen zamirin müfred müennes gaibe için olan هِيَ zamiri olan zikredilmesi evladır. Bu durumda kendisine zamir-i kıssa (ضمير القصة) denilir. Misal: هِيَ هِنْدٌ قَائِمَةٌ “O, yani Hind ayaktadır” Bu zamiri tefsir eden cümledeki rükunlardan herhangi biri müennes olmazsa o cümleden önce zikredilen zamir, müfred müzekker gaib için olan هُوَ zamiri olarak zikredilir ve kendisine zamir-i şan (ضمير الشأن) adı verilir. Meftuh olan elif nun maddesinin (أَنَّ) fiile benzeyişi, meksur olan elif nun maddesinin (إِنَّ) fiile benzeyişinden daha kuvvetlidir. Çünkü أَنَّ lafız bakımından fiil-i maziye (عَضَّ gibi, muvazene bakımından), emir fiiline (عَضَّ gibi) benzer. إِنَّ ise lafız bakımından sadece emir fiiline (فِرَّ gibi) benzer.
أَنْ ‘i Muhaffefe’nin أَنْ ‘i Masdariye’den Ayırt Edilmesi
فَيَلْزَمُ أَنْ يَكُونَ قَبْلَهَا فِعْلٌ مِنْ اَفْعَالِ التَحْقِيقِ، نحو: عَلِمْتُ أَنْ زَيْدًا قَائِمٌ. و تَدْخُلُ على الفِعْلِ مُطْلَقًا. و يَلْزَمُهَا مَعَ الفِعْلِ المُتَصَرَّفِ غَيْرَ الشَرْطِ و الدُّعَاءِ حَرْفُ النَّفِى، نحو: عَلِمْتُ أَنْ لا تَقُومُ أَوِ السينُ، نحو: قوله تعالى: عَلِمَ أَنْ سَيَكُونَ مِنْكُمْ مَرْضَى أَوْ سوف، نحو: عَلِمْتُ أَنْ سَوْفَ يَقُومُ زَيْدٌ. أوْ قد، نحو: عَلِمْتُ أَنْ قَدْ تَقُومُ و لَوْ كَانَ غَيْرَ مُتَصَرَّفٍ أوْ شَرْطًا أو دُعاءً لا يُحْتَاجُ إلى أحدِ هذه الحروفِ، نحو: قوله تعالى: و أَنْ عَسَى أَنْ يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ أَجَلُهُمْ. و قوله تعالى: تَبَيَّنَتْ الجِنُّ أنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الغَيْبَ مَا لَبِثُوا في العَذَابِ المُهِينِ و قوله تعالى: و الخَامِسَةَ أَنْ غَضِبَ اللهُ عَلَيْهَا.
فَيَلْزَمُ lazım gelir, (yaniأَنَّ tahfif edildiğinde), أَنْ يَكُونَolması, قَبْلَهَا o أَنْ ‘i muhaffefeden önce, فِعْلٌ bir fiil, مِنْ اَفْعَالِ التَحْقِيقِ tahkik fiillerinden (yani أَنْ ‘i muhaffefeden önce bir fiil zikredilirsen, o fiilin tahkiklik içeren bir manası olması gerekmektedir). Misal; عَلِمْتُ أَنْ زَيْدًا قَائِمٌ “Bildim ki Zeyd ayaktadır” gibi.و تَدْخُلُ ve girer, yani o أَنْ ‘i muhaffefe dahil olur, على الفِعْلِ مُطْلَقًا mutlak fiil üzerine. و يَلْزَمُهَا ona yani أَنْ ‘i muhaffefeye lazım olur, مَعَ الفِعْلِ fiil ile beraber, المُتَصَرَّفِ mutasarrıf olan bir fiil ile beraber, غَيْرَ الشَرْطِ şartsız, şart fiili olmayan ve, و الدُّعَاءِ ve dua fiili olmayan, (yani şart ve dua fiili olmayan bir mutasarrıf fiil üzerine dahil olan أَنْ ‘i muhaffefe’ye lazım olur; حَرْفُ النَّفِى nefy harfi lazım olur (nefy harfleri; إِنْ لَنْ لاَ مَا لَمَّا لَمْ gibi). Misal; عَلِمْتُ أَنْ لا تَقُومُ “Muhakkak kalkmayacağını bildim” gibi. أَوِ السينُ veya sin harfi; Misal: عَلِمَ أَنْ سَيَكُونَ مِنْكُمْ مَرْضَى “(Muhakkak ki Allah-u Teala) sizden hasta olacakları bildi” gibi, müzemmil suresi 20. Ayeti. أَوْ سوف veya sevfe; Misal; عَلِمْتُ أَنْ سَوْفَ يَقُومُ زَيْدٌ “Muhakkak ki Zeyd’in kalkacağını bildim” gibi. أوْ قد veya kad, Misal: عَلِمْتُ أَنْ قَدْ تَقُومُ “Muhakkak kalkacağını (senin) bildim” gibi. و لَوْ كَانَ şayet olursa, yani أَنْ ‘i muhaffefenin dahil olduğu fiil; غَيْرَ مُتَصَرَّفٍ gayrı mutasarrıf olursa, أوْ شَرْطًا veya şart fiili olursa, أو دُعاءً veya dua fiili olursa, لا يُحْتَاجُ muhtaç olunmaz, إلى أحدِ herhangi birine, هذه الحروفِ şu harflerin (sevfe, kad, sin). و أَنْ عَسَى أَنْ يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ أَجَلُهُمْ قوله تعالى: “Umulur ki ecellerinin yaklaşmış olduğunu bakarlar” gibi, Araf suresi 185. Ayet. و قوله تعالى: تَبَيَّنَتْ الجِنُّ أنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الغَيْبَ مَا لَبِثُوا في العَذَابِ المُهِينِ “Cinlere besbelli oldu ki, eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı muhin bir azab içinde durmazlardı” gibi, Sebe suresi 14. Ayet. و قوله تعالى: و الخَامِسَةَ أَنْ غَضِبَ اللهُ عَلَيْهَا “Beşincide de eğer o sadıklardan ise, muhakkak Allahın gazabı kendi üzerine olması (kendi üzerine olmasını istemesi), ondan (o kadından) bu azabı def eder” gibi, Nur suresi 9. Ayet. Hulasa: Rüçhan (zann-ı galib) manasını ifade eden ظَنَّ ve حَسِبَ gibi fiiller kesinliğe yakın olmaları nedeniyle tahkik fiillerinden sayılırlar. عَلِمْتُ أَنْ زَيْدٌ قَائِمٌ terkibinde; أَنْ kelimesi, أَنْ ‘i muhaffefedir. Bu أَنْ ‘i muhaffefenin ismi vucuben mahzuf zamir-i şandır. أَنْهُ şeklinde takdir edilir. زَيْدٌ kelimesi mübtedadır. قَائِمٌ kelimesi, زَيْدٌ kelimesinin haberidir. Mübteda ve haber birlikte cümle-i ismiyye-i ihbariyyedir. Mübteda ve haber mahallen merfudur ve أَنْ ‘i muhaffefenin haberidir.
قَائِمٌ |
زَيْدٌ |
أَنْ |
عَلِمْتُ |
Haber |
Mübteda |
أَنْ ‘i muhaffefe |
Fiil + Fail |
Cümle-i ismiyye-i ihbariyye ve mahallen merfudur. Mübteda ve Haber, şan zamiri (هُوَ) ile beraber cümle-i ismiyyedir. |
أَنْ ‘i muhaffefenin ismi vucuben mahzuf zamir-i şandır. Ve o zamir أَنْهُ |
عَلِمْتُ fiil-i mazi bina-i malum nefs-i mütekellim vahde. |
Hurufun müşebbehetün bilfiil’den olan أَنَّ kelimesi tahfif edilip أَنْ şeklinde telaffuz edilince, hem lafız hem manaca أَنْ ‘i masdariyye’ye benzer. Aralarındaki lafzen benzerlik muvazene haysiyetinden musavi olmalarından mütevellittir. Manaca benzerlik ise her ikisinin de dahil oldukları cümleyi masdara tevil etmelerindendir. أَنْ ‘i muhaffefe, lafızca ve manaca benzediği أَنْ ‘i masdariyye’den şu şekilde ayrılır; أَنْ ‘i muhaffefe, أَنَّ ‘i müşeddede’nin kullanıldığı her terkibde kullanılmaz. أَنْ ‘i muhaffefe, ancak tahkik ve yakin üzerine delalet eden: عَلِمَ Bilmek, تَيَقَّنَ Yakin olmak, اِعْتَقَدَ kesin inanmak gibi fiillerden sonra ve zann-ı galip (rüçhan) manasını ifade eden حَسِبَ zannetmek ve ظَنَّ gibi fiillerden sonra zikredilebilir. أَنْ ‘i masdariyye ise ancak zann-ı gaib (rüçhan) manasını ifade eden fiillerden sonra, şekk manasını ifade eden رَجَا ümit etmek, تَوَقَّعَ endişe etmek, شَكَّ şüphe etmek gibi fiillerden sonra ve vehim üzerine delalet eden وَهِمَ vehmetti, hayal etti ve تَخَيَّلَ hayal etti gibi fiillerden sonra zikredilebilir.
1. Yakin manası üzerine delalet eden fiiller (عَلِمَ gibi); Bir şeyin yüzde yüz vaki olması üzerine delalet eder.
2. Zann-ı galib (rüçhan) üzerine delalet eden fiiller (حَسِبَ gibi); Bir şeyin en az yüzde elli bir vaki olmasının kuvvetle muhtemel olduğuna delalet eder.
3. Şekk üzerine delalet eden fiiller (رَجَا gibi); Bir şeyin yüzde elli vaki olması ve yüzde elli vaki olmaması üzerine delalet eder.
4. Vehim üzerine delalet eden fiiller (وَهِمَ gibi); Bir şeyin en az yüzde bir, en çok yüzde kırk dokuz vaki olması üzerine delalet eder.
Yakin manasını ifade eden fiillerden sonra ancak أَنْ ‘i muhaffefe zikredilebilir. Misal; عَلِمْتُ أَنْ زَيْدٌ قَائِمٌ burada عَلِمَ fiili yakin üzerine delalet ettiğinden kendisinden sonra أَنْ ‘i muhaffefe zikredilmiştir.
Genel Hulasa
أَنْ ‘i muhaffefe’yi lafzen ve manen benzediği أَنْ ‘i masdariyye’den ayırt edebilmek için kendisinden önce tahkik veya rüçhan fiili zikredildiği gibi, yine bakılır; أَنْ ‘i muhaffefe, أَنْ ‘i masdariyye’nin dahil olmadığı bir cümle üzerine dahil olmuşsa, أَنْ ‘i muhaffefe’yi أَنْ ‘i masdariyye’den ayırmak için başka bir alamete ihtiyaç duyulmaz. Yani أَنْ ‘i muhaffefe’nin isim cümlesi üzerine, gayrı mutasarrıf bir fiil veya şart fiili veya dua fiili cümlesi üzerine dahil olması durumunda, أَنْ ‘i muhaffefe’yi أَنْ ‘i masdariyye’den ayırt edebilmek için başka bir alamete ihtiyaç duyulmaz. أَنْ ‘i muhaffefe, أَنْ ‘i masdariyye’nin dahil olabileceği bir cümleye dahil olmuşsa, أَنْ ‘i muhaffefe’yi أَنْ ‘i masdariyye’den ayırt etmek için mutasarrıf fiil ile beraber; nefy harfleri olan إِنْveلَنْ ve لَمَّا ve لَمْ ve لا ve ما harflerinden biri veya, tenfis harflerinden olan سِينْ veya سَوْفَ harflerinden biri veyahut قَدْ harfinin zikredilmesi lazımdır. Çünkü أَنْ ‘i masdariyye ile dahil olduğu fiil arasında bu harfler zikredilemez. Bu harflerden لا النافية la-ı nafiye müstesnadır. Çünkü la-ı nafiye, أَنْ ‘i masdariyye ile dahil olduğu fiil arasında zikredilebilir. Bundan dolayı, kendisi ile dahil olduğu fiil arasına la-ı nafiye zikredilmiş olan أَنْ kelimesi; tahkik fiilinden sonra zikredilmiş ise mutlaka أَنْ ‘i muhaffefe’dir. Fakat böyle bir أَنْ kelimesinden önce rüçhan manasını ifade eden bir fiil zikredilmiş ise bu أَنْ kelimesinin; أَنْ ‘i muhaffefe olması da, أَنْ ‘i masdariyye olması da caizdir. Misal; و حَسِبُوا أَلّا تَكُونَ فِتْنَةٌ “Ve öyle sandılar ki (yaptıkları şeyler) onlara bela olmayacak..” Maide suresi 71. Ayet. Burada أَلّا تَكونَ terkibinde, أَنْ + لا bileşiğinde, Eğer أَنْ kelimesi أَنْ ‘i muhaffefe düşünülürse أَلّا تَكونُ okunur. Eğer أَنْ kelimesi أَنْ ‘i masdariyye düşünülürse أَلّا تَكونَ şeklinde nasb şeklinde okunur.