Ay: Ocak 2014

  • Sikanın Ziyadesi Hadis Usulü Online Oku


    Sikanın Ziyadesi:

     

    Farklı tarîklerden gelen hadîsler
    karşılaştırılınca biri diğerine karşı noksan veya ziyadeler ihtiva edebilir.
    Böyle bir durumda ziyade’nin hükmü nedir?

    Muhaddis ve fukahâdan cumhurun mezhebi, bu
    ziyadeyi sika râvi yapmışsa mutlak olarak makbûl addeder. Bu ziyâde, hadîsi önce
    ziyadesiz olarak zikretmiş olan râviden veya bir başkasından gelmiş, şerî bir
    hükme müteallik olmuş veya olmamış, sâbit bir hükmü değiştirecek mahiyette olmuş
    veya olmamış, ziyâdenin bulunmadığı bir haberle sâbit olan ahkâmın nakzını
    gerekli kılmış veya kılmamış farketmez, ziyâde makbûldür. İbnu Tahir, bu ziyade
    söz üzerinde ittifak olmalı, iddiasında bulunmuştur. Mutlak şekilde makbûl
    değildir diyen de olduğu gibi, “Hadîsi, daha önce nâkıs şekilde rivâyet etmiş
    olanların dışındakilerden gelen ziyâde makbûldür, bir kere nakıs olarak rivâyet
    edenden vâki ise, makbûl değildir” diyen de olmuştur. İbnu’s-Sabbağ bu sonuncu
    durum hakkında: “Bu râvi, rivâyetleri iki ayrı mecliste aldığını, birinde nakıs,
    diğerinde ziyadeli olarak işitmiş bulunduğunu tasrîh etse de ziyade makbuldür”
    der.

    İbnu’s-Salâh ziyade’yi bir kaç kısma ayırmıştır:


    1-

    Sıhhate muhalefet eden ziyade, bu şâz kısmına gireceği için reddedilir.


    2-

    Muhalefet olmayan ziyâde: Bir sikanın, hadîsin bir kısmıyla teferrüdü gibi. Bu
    makbûldür. Hatib bu kısmın makbûl addedilmesinde ulemanın ittifak ettiğini aynen
    belirtir.


    3-

    Bir hadisin diğer râvilerince zikredilmeyen ziyadesi: Makbûl olduğu belirtilen
    bu üçüncü çeşid ziyâdeye, bir de örnek kaydedilir: Resûlullah (aleyhissalâtu
    vesselâm)’ın: “Arz bana hem mescit ve hem de temiz kılındı” hadisini Ebu
    Mâlik el-Eşca’î şöyle rivâyette teferrud etmiştir: “….toprağı temiz
    kılındı”.
    Bu üçüncü çeşit birinciye de benzer, ikinciye de. Orta bir ziyade
    çeşididir.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/109.

  • C) Zayıf Hadîs: Hadis Usulü Online Oku


    C) Zayıf Hadîs:

     

    Zayıf hadis, sahih veya hasen hadîsin taşıdığı
    şartların birini veya birkaçını taşımayan hadistir. Bu şartların bulunup
    bulunmadığı, hadisin çeşitli yönlerden tetkik ve tenkide tâbi tutulmasıyla
    anlaşılır. Sözgelimi, hadîsin râvîsi adâletindeki kusur sebebiyle, zabtının
    zayıflığı, seneddeki kopukluk, râvînin kendindan daha sikâ bir râvî veya
    râvilere aykırı rivâyeti… sebepleriyle hadîsin Hz. Peygamber’e âit olduğu
    zayıf kabul edilir. Hadis bilginleri, zayıf hadisleri çeşitli yönleriyle pek çok
    kısma ayırmışlardır.

    [1]

    Sahîh ve hasen hadiste aranan vasıfları tamamen
    veya kısmen ihtiva etmeyen rivâyetler zayıftır. Konunun kavranması için mezkûr
    vasıfları hatırlatmak yerinde olur:


    1-2-

    Râvinin adalet ve zabt yönlerinin tam olması,


    3-

    Senedin muttasıl (kopuksuz) olması,


    4-

    Başka rivâyetlere muhalif (şâz ve münker) olmaması,


    5-

    İlletten (gizli bir kusurdan) sâlim olması,


    6-

    Hasen hadîsler için şart koşulan mütâbaat yâni, ikinci bir tarîkten gelen
    rivâyetle desteklenmesi.

    Şu halde bu altı vasıftan biri veya bir kaçı
    eksik olunca hadîs, zayıf addedilmektedir. Ancak, bu vasıfların eksikliği çok
    farklı durumlarda hadîse ârız olduğu için zayıf hadîsin çeşitleri sayıca çok
    artmıştır. Sözgelimi sâdece râvinin adalet yönünü göz önüne alacak olsak,
    adâletini bozacak olan sebeplerin ne kadar çeşitli ve çok olduğunu anlarız: Yaş
    durumu, akıl durumu, diyanet, itikad, mürüvvet, lika, sıdk… vs… durumları.

    Daha önce belirtildiği üzere sahîh ve hasen
    hadîsler arasında sahîh, esah sahîh li-zâtihi, sahîh li gayrihi; hasen li-zâtihi,
    hasen li-gayrihi gibi sıhhatca farklı dereceler ortaya çıktığı gibi, zayıf
    hadisler arasında zaîf, ez’af veya vâhî, evhâ tâbirlerinde de görüldüğü üzere
    farklı dereceler kabul edilmiştir. Hatta zayıflar arasındaki derecelerin, sahih
    ve hasen hadisler arasındaki derecelerden çok fazla olduğu söylenmiştir. Nitekim
    İbnu Hibhân’ın tâdadında bu çeşitler 50’ye, İbnu’s-Salâh’da 47’ye ulaşmıştır.
    Şerefü’d-Dîn el-Münâvî, fiilen mevcut olmasa bile, aklen 129’a ulaşabileceğini
    göstermiş, 81 çeşidin mevcudiyetinin de imkân dahilinde bulunduğunu
    belirtmiştir. Bu türlü hesaplamaların amelî hayatta herhangi bir ehemmiyeti
    yoktur. Ancak bazıları, müstakil bir isim ve tarifle bilinmekte, hangi şartlarda
    ve ne sûretle amele elverişli olduğu usûl kitaplarında tedkîk ve ta’lîm konusu
    yapılmaktadır. Muallâk, Mürsel, Mu’dal, Munkatı, Müdelles, Muallel, Şaz, Münker,
    Müdrec, Metrûk, Maklûb, Muzdarib, Musahhaf, Muharref zayıfın meşhur olan
    çeşitlerindendir. Biz daha ziyâde bunları kısa kısa tariflerle tanıtmaya
    çalışacağız. Bu tabirler her çeşit dinî kitaplarda geçer. Bunları bilmeden dinî
    metinleri yeterince ve hakkıyla anlamak mümkün değildir.[2]



     




    [1]

    İsmail lütfü Çakan, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/289.



    [2]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/110.

  • Hasen Hadis ile ilgili Bazı Terimler Hadis Usulü Online Oku


    Hasen Hadis ile ilgili Bazı Terimler
    :

     


    Hasen-Sahih:

    Hadisin birkaç senedinin olduğunu ve sahihlik derecesine ulaştığını gösterir. Bu
    ifade, bir tarikten Hasen, bir başka tarikten Sahih’tir anlamında da
    anlaşılmıştır.

    Birinci anlayışa göre sadece sahih denilen
    hadis, hasen-sahih’den daha kuvvetli; ikinci anlayışa göre hasen-sahih denilen
    sadece sahih denilenden daha kuvvetli olmuş olur.


    Hasen-Garib:

    Gariblik hem senedhem de metinde olur da bir tek
    senedle rivayet edilmiş olursa ve manasını takviye eden başka deliller bulunursa
    bu hadisi “Hasen li zatihi” kabul ettiğini göstermek üzere Tirmizi “Hasen-Garib”
    demiş olmaktadır.[1]

    Çünkü Garib Hadis, bazan Sahih bazan Hasen bazan
    da Zayıf olabilir. Zira, sadece ravisinin teferrüdünden dolayı “garib” adını
    almıştır.

    [2]

    Makbul hadîsleri ifâde için kullanılan, sahîh ve
    hasen tabirleri dışında başka tabirler de var. Karşılaşıldığı zaman yeni bir
    hadîs çeşidi sanılmamalıdır. Ceyyid, kavî, sâlih, ma’ruf, mahfûz mücevved,
    sâbit, müşebbeh veya müşbih gibi.


    Ceyyit:

    İbnu’s-Salâh bu tâbiri sahîh mânâsında kullanmıştır. Böyle olunca cevdet’den
    murad sıhhat olmaktadır. Ancak, bazıları, hasen li-zâtihi mertebesinden
    yükselmiş olmakla beraber sahîhlik kazanmasında tereddüt edilen hadis için
    ceyyid demiştir. Sahîh vasfını taşıyandan düşüktür.


    Kavi:

    Ceyyîd gibidir.


    Sâlih:

    Daha ziyade Ebu Davûd’la ilgili bir tabir olup, sahîh ve hasen, her ikisine de
    şâmildir. Çünkü ikisiyle de ihticâc edilir. Keza i’tibâr’a elverişli olan
    zayıf’a da sâlih denmiştir.


    Ma’rûf:

    Münker’in mukâbilidir. Yâni, zayıf râvi, sika râviye muhâlefet ederse, sika’nın
    rivâyeti ma’rûf, zayıf’ın rivâyeti münker’dir.


    Mahfûz:

    Şâz’ın mukâbilidir. Yani sika, râvi, kendisinden daha üstün (evsak) olana
    muhalefet ederse evsak’ın rivâyeti mahfûz adını alır.


    Mücevved

    ve sâbit: Sahîh ve hasen’e şâmildir.


    Müşbih (müşebbeh):

    Hasen ve hasene yakın olan zayıf hadîs için kullanılır. Ceyyid’in sahîhe nisbeti
    ne ise, bunun da hasene nisbeti öyledir.[3]


    Müstahsen:

    Sahih olmaya da Hasen olmaya da ihtimali var, demektir.[4]



     




    [1]

    Itr, Menhec: 272.



    [2]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 130-131.



    [3]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/108-109.



    [4]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 131.

  • İtibar, İstişhad, Mütabaat: Hadis Usulü Online Oku


    İtibar, İstişhad, Mütabaat:

     

    Hasen ve Zayıf hadîslerle ilgili bahislerde
    sıkça geçen bir kaç tâbir var. İ’tibar, istişhâd, i’tizâd. Bunlar bir hadîs
    çeşidi ifâde etmezler. Ancak başta mütâbi, şâhid, âzıd gibi sıkça geçen tabirler
    bir kısım başka meselelerin kavranmasında onların neye delâlet ettiklerinin
    bilinmesi gerekir.


    İ’tibâr,

    lügatte bir şeyi incelemek, saymak, mukayese ve imtihan etmek gibi mânalara
    gelir. Hadîs ıstılâhı olarak, ferd bilinen bir hadîsin bir başka vecihten de
    gelip gelmediğini hadîs kaynaklarında araştırma faaliyetidir. Bu maksadla,
    mu’cem, müsned, sünen, câmi, cüz vs. her çeşit kaynağa başvurulur. Kaydedilen
    tarif’e ferd-i sahîh dahi girmekte ise de, i’tibâr çoğunlukla zayıf ve hasen
    hadislerle ilgili olarak geçer. Çünkü hadîsi ikinci bir tarîkten bulmak, onu
    kuvvetlendirir: Zayıf’sa hasen li-gayrihî mertebesine, hasen’se sahîh li gayrihî
    derecesine yükseltir. Böylece hadîs, amel edilemez iken, kendisiyle amel
    edilebilir hâle gelir. Bu sebeple i’tibâr’ı: “Hadîsin sıhhat durumunu
    kuvvetlendirmek, derecesini yükseltmek için bir benzerini başka tarîklerden
    arama faaliyeti” diye tarif edebiliriz.

    Her zayıf hadîs i’tibâr’a sâlih değildir.
    Hadîsin zaafı şiddetli olursa onun kuvvetlendirilmesi için araştırma yapılmaz.
    Kizb ile ittiham edilen, ehl-i bid’anın gulat kısmında olan veya fuhş-ı galat
    sâhibi bulunan râvilerin rivâyetleri i’tibâr’a elverişli değildir.

    Öyle ise, i’tibâra elverişli olan bir rivâyeti
    kuvvetlendirecek benzer rivâyet (mütâbi), derece yönüyle, en azından ona (mütaba
    aleyh) denk veya ondan daha üstün derecede olmalıdır. Daha düşük derecede olursa
    kuvvetlendiremez. Zaten zayıf’ın daha düşüğü şedîdü’z-zaaf demektir. Vasfı bu
    olan hadîslerin metrûk ve merdûd addedilmesi gerektiğini daha önce belirtmiştik.


    Mütabaat:

    İ’tibâr sonunda zayıf hadîslerimizi takviye edecek bir başka rivâyet buldu isek
    hâsıl olan bu yeni duruma uygunluk mânâsına mütâbaat denir. İ’tibâr edilen hadis
    mütâbaaleyh adını alır ve kuvvetlenir. Zayıfsa hasen li-gayrihi mertebesine
    yükselir, hasen’se sahîh li-gayrihi mertebesine yükselir. Keza sahîhse
    ferdlikten çıkıp azîz olur.

    Şunu da bilelim ki, mütâbaat, aynı Sahâbî’nin
    rivayetinde, münferid olduğu zannedilen râvinin şeyhinde veya şeyhinin şeyhinde
    hâsıl olabileceği gibi bir başka Sahâbî’nin rivayetiyle de olabilir. Senette
    teferrüt ettiği zannedilen şahsın şeyhinden aynı hadîsi rivâyet eden bir başka
    şahıs bulunduğu takdirde buna mütâbaat-ı tamme denir, şeyhinin şeyhinden veya
    daha yukardan bir mütâbi bulunduğu takdirde buna da mütâbaat-ı kâsıra denir.

    Mütâbaat sağlayarak zayıfı kuvvetlendirmiş olan
    ikinci rivâyet’e mütâbi, şâhit veya âzıd kelimelerinden biri kullanılır. Bazı
    âlimler bu tâbirlerin arasında fark görür: Kuvvetlendiren ikinci hadîs, zayıf
    hadise hem lâfız hem de mâna yönüyle benzerlik arzetmişse mütâbi, lâfzan değil
    de sâdece mânen destek sağlamışsa şâhid demiştir. Ama ekseriyet nazarında
    aslolan, mütâbi ve şâhid tâbirlerinin âzıd gibi destekçi, takviye edici
    mânasında müterâdif olarak her iki durum için de kullanılmış olmasıdır. Ancak,
    şâhid kelimesiyle, sahâbisi ayrı olan bir başka senedle gelmiş bulunan mütâbi
    rivâyetin kastedildiği de olmuştur.

    Şunu da kaydedelim ki, usulcüler i’tizâd (mütâbaat)
    yoluyla zayıfın kuvvetlenmesinde, buna bir kıyâsın muvafakat etmesini veya
    inkâr’sız intişâr etmiş olmasını yahut da onunla o zamandaki insanların amel
    etmekte olmasını şart koşmuştur.

    İbnu’s-Salâh’ın örneğini kaydedelim: Muhammed
    İbnu Amr Ebu Seleme’den, o da Ebu Hüreyre (radyallahu anh)’den Resûlullah (aleyhissalâtu
    vesselâm)’ın şu hadîsini rivayet eder: “Ümmetime meşakkat verecek olmasaydım,
    her namazda misvâk kullanmalarını emrederdim”.
    Senedde yer alan Muhammed
    İbnu Amr sıdkı ve diyaneti ile meşhurlardan ise de itkân’ı tam değildir. Bu
    sebeple bâzı nâkidler kendisini hâfıza bozukluğu cihetinden zayıf addetmişler,
    bazıları da sıdkı ve büyüklüğü sebebiyle sika addetmişlerdir. Netice olarak
    hadîsi hasen’dir. Ancak hadîsin bir başka cihetten rivâyeti ona sahîh hükmünü
    verdirmiştir. Hadîse olan mütâbaat, Ebu Seleme’den Muhammed’in rivâyetine değil,
    bilâkis, Ebu Hureyre’den Ebu Seleme’nin rivâyetinedir. Ebu Hureyre (radıyallahu
    anh)’den aynı hadîsi A’rac, Sa’id İbnu’l Makberî, babası (el-Makberî) ve
    başkaları da rivâyet etmiştir. Verilen bir başka örnek Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
    vesselâm)’in atıyla ilgili bir Buharî hadîsidir. Rivayet “Übey İbnu’l-Abbas İbni
    Sehl İbni Sa’d an Ebîhi an ceddihi” senediyle gelmiştir. Burada ismi geçen
    Übey’i Ahmed İbnu Hanbel, Yahya İbnu Ma’în ve Nesâî hıfzının bozukluğu sebebiyle
    zayıf addetmişlerdir. Bu sebeple hadîs hasendir. Ancak hadisi kardeşi Abdu’l-Müheymin
    de rivayet etmiştir. Bu mütâbaatla hadîs, sahîh’lik mertebesine yükselmiştir.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/106-108.

  • Sahîh Ve Hasenle İlgili Altın Kaideler Hadis Usulü Online Oku


    Sahîh Ve Hasenle İlgili Altın Kaideler:

     

    Sahîh ve hasen hadîslerle ilgili olarak
    muhaddislerce beyan edilen tarifleri, şartları, bunlardan kastedilen mânaları
    gördük. Mevzuun hakkıyla anlaşılmasında bu teknik bilgilerin yeterli olmadığı
    açıktır. Hadîsle ilgili pek çok meselede farklı görüşler mevcuttur, burada da
    öyle. Üstelik tatbikat bâzen nazariyata tamamen uymaz, bu meselelerde durum
    aynı. Sözgelimi, nazarîyata göre, bir hadîsin sahîh olması için senetli ve
    muttasıl olması lâzım. Halbuki tatbikatta, “ümmetin kabûlüne” veya fukahânın
    ameline mazhar olan zayıf rivâyetler de “sahîh” ve hattâ “mütevatir” kabul
    edilmiş olmaktadır. Şu halde, mevzuun tam anlaşılabilmesi için, tatbikata
    yönelik bazı örneklerle bir kısım prensiplerin daha bilinmesinde fayda var.
    Nitekim, Tedrıbü’r-Râvi’de Suyûtî bu hususa sayfalar boyu açıklama tahsîs eder.
    Biz, bu açıklamaları bâzı yeni ilâvelerle zenginleştirip sistemleştiren Zafer
    Ahmed et-Tehânevî’den bir pasajı biraz özetleyerek kaydedeceğiz.[1]

    Tahânevî meseleleri 13 kâide halinde sunar. Biz,
    ehemmiyetine dikkat çekmek için bunlara “Altın Kaideler” dedik. İfadeler teknik
    olmakla birlikte dikkatlice okununca kolayca anlaşılacağına inanıyoruz.


    1-

    Tedrîbü’r-Râvî’de denir ki: “…bu hadîs sahîhtir” sözünün mânâsı: Onun senedi,
    mezkûr evsâflarla birlikte muttasıldır, biz onu isnâdının zâhirine göre kabûl
    ediyoruz. Bu kabûlümüz, nefsü’l-emirde de onun mutlak olarak sahîh olduğunu
    ifâde etmez. Çünkü sikanın da unutması ve hatâya düşmesi mümkün ve câizdir. Öyle
    ise “haber-i vâhid katiyyet ifâde eder” diyene hak veremeyiz.

    Eğer: “Bu hadîs, gayr-i sahîhtir” dense bunun
    mânâsı “Onun isnâdı mezkûr şartlara göre sahîh olmadı” demektir, yoksa nefsü’l-emirde
    yalandan ibâret olduğu için zayıftır mânâsına gelmez. Çünkü, kâzibin sıdkı, çok
    hatâ yapanın da isâbeti câiz olduğu gibi…”.

    Derim ki: Sıhhatine delâlet eden bir karîne
    olduğu vakit zayıfla amel câizdir, kezâ zayıflığına delâlet eden bir karîne
    olduğu vakit sahîhle amel terkedilir. Bu mesele müteâkip paragrafta îzâh
    edilecek.


    2-
    “Fethu’l-Kadîr”de
    Muhakkik İbnu’l-Hümâm şöyle der: “Müslim, tabında, cerh şâibelerinden sâlim
    bulunmayan pek çoklarından rivâyette bulunur. Kezâ Buhârî’deki pek çok râvi,
    tenkîdlere mâruz kalmıştır. Râviler hakkındaki hükümler, ulemânın haklarında
    yürüttükleri ictihâda mebnîdir. Bu söylenenler, koşulan şartlar için de
    mûteberdir, öyle ki birinin mûteber addettiği bir şartı diğeri reddeder. Böylece
    diğerinin rivâyet ettiği hadîs, onun nazarında bu şartın hiç bulunmadığı bir
    rivâyet olur. Ve bu rivâyet, o şartı bulunduran hadîse muâraza için aynı
    değerdedir. Birinin zayıf bulup öbürünün sika addettiği râvi için de durum
    aynıdır. Evet müctehid olmayanla, râvinin durumunu bizzat tanımayanlar,
    ekseriyetin ittifâk ettiği husûsu kabûlde beis görmezler. Fakat şartı kabûl ve
    red husûsunda ictihâd sâhibi ile râvinin durumunu bilen kimse ancak kendi reyine
    mürâcaat eder ve şöyle der: “Senedce sahîh olanın nefsülemirde zayıf olduğuna
    delâlet eden bir kârine ile zayıflatılması veya hasen olanın da başka
    karînelerle sahih mertebesine yükseltilmesi niye câiz olmasın?” Nitekim ekâbir-i
    Sahâbe’nin söylediğimize muvâfık düşen amellerinden, herhangi bir hadîsin
    muktezâsiyle ameli terketmiş olmalarından misâller verdik. Selefin büyükleri de
    aynı şekilde hareket etmişlerdir.”


    3-

    Öyle ise, İbnu’l-Hümâm’ın Tahrîr’inde ve daha başkalarında rastladığımız gibi,
    müctehid, nazarında sahîh olan hadîsle istidlâl eder, ictihadda bulunur.

    “Tedrîbü’r-Râvi’de denir ki: “Ebû’l-Hasan İbnu’l-Hassâr
    Takrîbu’l Medârik Alâ Muvattâ’ı Mâlik’de der ki: “Fakîh, bir hadîsin senedinde
    kezzâb yoksa, bu hadîsin Kur’ân’dan bir âyete veya bir kısım şerî esâslara
    uygunluğu sebebiyle, sıhhatine hükmedip, onun kabûlü ve kendisiyle amel cihetine
    gidebilir”.

    Demek ki: Bunun gibi olanlar Sahîh li-gayrihi
    addedilir, Sahîh li-zâtihi değil. Suyûtî’nin Tedrîb’de mezkûr kavline muttasıl
    olarak ifâde ettiği sözleri de bunu göstermektedir.

    Hâfız, et-Telhîsu’l-Habîr’de Beyhâkî’nin
    tenkitten geçirdiği hadîs hakkında şunları söyler: “Bu hadîsle Ahmed ve İbnu’l-Münzîr
    ihticâcda bulundular. O ikisinin bu hadîs hakkındaki cezmlerinde bu hadîsin
    onlar nezdinde sahîh olduklarına dâir delîl vardır.”

    Derim ki: Bir hadîs hakkındaki her bir
    müçtehidin cezminde bu hadîsin onun yanında sahîh olduğuna dâir bir delîl
    mevcuttur.

    İbnu’l-Cevzî Tahkîk’inde şöyle der: “Hadîsi bir
    muhaddîs tahkîk eder, herhangi bir hâfız da onunla ihticâcda bulunursa onun
    sahîh olduğunda şüphe yoktur. Nasbu’r-Râye’de de aynı şey söylenir.

    Derim ki: İmâmu Muhammed İbnu’l-Hasan veyâ
    muhaddisu’l-hâfız et-Tehâvî’nin kendisiyle ihticâc ettikleri her bir hadîs,
    zikredilen bu asla göre hüccettir ve sahîhtir. Çünkü onlar, muhaddis ve müctehid
    kimselerdir.

    Muhakkik İbnu Hümâm Fethu’l-Kadîr’de şöyle der:
    “Zayıf rivâyet, sıhhatine delâlet eden bâzı karînelerle takviye gördüğü takdirde
    sahîh olur.”

    Bir başka yerde aynı meâlde şunları söyler:
    “Şunu ifâde etmek gerekir ki zayıf ve sahîh diye verilen hüküm zâhirî bir
    hükümdür. Nefsülemirde ise, zâhiren zayıf olduğuna hükmedilen bir rivâyet sahîh
    olabilir. “Yânî onun sıhhatine delâlet eden bâzı karîneler ortaya konduğu
    takdirde. Nitekim kendisi buna yukarıda zikredilen sözünün devâmında bir misâl
    verir. Bu misâlde Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)’nin “kedi, kabı yaladığı
    takdîrde tathîri için üç sefer yıkamanın kifâyet edeceğine” dâir mezhebinin
    sübût ve kesinliği, bu bâbta kendisinden merfû olarak rivâyet edilen hadîsin
    sıhhatini ifâde eden bir karînedir. Ve bu, râvinin ceyyid mertebesine çıkardığı
    zayıf hadîslerdendir.[2]
    Yine aynı kitapta şöyle denmektedir. “Hülâsa, gayr-ı merfû veyâ sübût yönüyle
    bir diğer merfûya nazaran mercûh durumda olan merfû, bunun Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
    vesselâm)’den olduğuna ve üzerine müstemir bulunduğuna delâlet edecek bâzı
    karîneler mevcut olduğu hallerde kendi benzerlerine takdîm edilirler.”


    4-

    Bâzan hadîs, ulemânın, makbûl bulmasıyla sahîh olarak hüküm alır, sahîh bir
    senedi olmasa bile İbnu ‘Abdilberr, el-İstizkâr’ında, Tirmizî’den Buhârî’nin
    denizle ilgili “Onun suyu temizdir.” hadîsini sahîh addettiğine dâir
    rivâyetini anlatırken şöyle der: “Ehl-i hadîs bununkine benzeyen isnâdı asla
    tashîh (sahîh kabul) etmezler.”[3]
    Fakat bu hadîs benim indimde sahîhtir, çünkü âlimler onu makbûl bulmuşlardır.”

    Derim ki: Kabûl, bâzan kabûlle olur, bâzan
    üzerine amelle olur. Bu sebeple muhakkik İbnu Hümâm, Fethu’l-Kadîr’de şöyle der:
    Tirmizî’nin, “onun üzerine Ehl-i ilmin ameli câri olmuştur” sözü, medlûlü
    bulunan hadîsin rivâyet edildiği bu târik sebebiyle zayıf bulunmuş olmasına
    rağmen, aslının kuvvetli olmasını gerektirir.”[4]
    Suyûtî, Ta’akkubât’da şöyle der: “Tirmizî hadîsi[5]
    tahrîc eder ve şöyle der: Senedinde yer alan Hüseyin’i, Ahmet ve başkaları tazîf
    ettiler. Fakat ehl-i ilim onunla amel etmiştir. Bu sözüyle Tirmizî, mezkûr
    hadîsin ehl-i ilmin sözleriyle desteklenmiş olduğuna işâret eder.

    Pek çok muhaddîs, bir hadîsin sıhhatine delâlet
    eden husûslardan birini ehl-ilmin o hadîs hakkındaki sözü olarak izâh ederler.
    Bu durumda hadîsin îtimâda şâyân bir senedi yoksa bile sıhhate zarar vermez.”

    Yine aynı eserde şu nakledilir: “Tirmizî dedi
    ki: İbnu’l-Mubârek ve başkaları tesbîh namazının lüzûmuna kâni oldular ve onun
    fazîletiyle ilgili rivâyetleri zikrettiler. “Beyhakî de şöyle der: “Abdullah
    İbnu’l-Mübârek onları kılardı. Sâlihler bu hadîsi birbirlerinden alıp
    öğrendiler. Kezâ bu durumda da merfû hadîs için bir takviye vardır”.

    Eğer bir hadîs, ümmetin hüsn-ü kabûlüne mazhar
    olmuşsa bu, bizim nezdimizde mütevâtir hadîs hükmündedir. Cessâs
    Ahkâmü’l-Kur’an’ında şöyle der: “Ümmet bu iki hadîsi[6]
    âhad tarîkden gelmiş olmasına rağmen, amele hüccet kılmış, böylece tevâtür
    mevkiini kazandırmıştır, çünkü, ulemânın haber-i vâhidden hüsnü kabûl
    gösterdikleri bizce mütevâtir mânasını tazammun eder, sebebini muhtelif yerlerde
    açıkladık.


    5-

    Sahîh hadîsler sadece Buhârî ve Müslim’in sahîhine münhasır kalmaz.
    Tedrîbu’r-Râvî’de ifâde edildiği gibi, diğer kitaplarda da sahîh hadîsler
    mevcuttur: “Buhârî ve Müslim kitaplarında bütün sahîhleri toplamazlar, böyle bir
    arzunun peşinde de değillerdi. Buhârî: “Kitabım el-Câmi’e sâdece sahih olanı
    koydum, uzun olur endişesiyle pek çok sahîh hadîsi de dışarıda bıraktım” der.
    Müslim de: “Ben bu kitâbıma nazarımda sahîh olan herşeyi koymadım, ancak
    üzerinde icmâ edilen hadîsleri koydum” der. Bunlarla üzerinde icmâ edilen sıhhat
    şartlarının bulunduğuna kanî olduğu hadîsleri kasteder, bâzıları nezdinde
    hadîslerin bir kısmında mezkûr icmâ zâhir olmasa bile (Bunu İbnu Salâh söyler).

    Nevevî, sahîh’ten murâdın metin ve senedinde
    sikât’ın ihtilâf etmediği rivâyet olduğunu söyler, râvîlerinin tevsîkinde
    ihtilâf olmayan değil der. İbnu Salâh da: “Bunun delîli şudur ki: Ebû
    Hüreyre’nin “Okunduğunda susun.” rivâyeti için “Bu sahîh midir?” diye sorulunca:
    “Nezdimde bu sahîhtir” cevabını verdi. Tekrâr: “Sen onu buraya niçin
    koymuyorsun?” denilince yine yukarıdaki cevâbı verdi.

    Derim ki: Sahîheyn’in veyâ sâdece birisinin
    rivâyet ettiği bir hadîsin bunlardan bir başkasının tahrîc ettiği sahîh hadîse
    muâraza etmesi câizdir.

    Muhakkik İbnu Hümam, Fethu’l-Kadîr’de diyor ki:
    “Bir hadîs sıhhatte Sahîheyn’e iştirâk ediyorsa ve Buhârî’de muârızı da varsa,
    muârızının buna takdîmi şart değildir. Takdîm için Buhârî’de bulunmuş olmanın
    dışındaki tercîh sebepleri aranır. Şu meşhûr söze gelince; “Hadîslerin en sahîhi
    Sahîheyn’de yer alan, sonra Buhârî’de, sonra Müslim’de bulunan, sonra bunların
    dışında olup ikisinin şartına uyan, sonra bunlardan birinin şartına uyan
    hadîslerdir”. Bu söz bir tahakkümdür, buna uymak câiz değildir. Çünkü, en sahîh
    olma keyfiyeti onların koyduğu şartlara râvîlerin uymuş olmasından ileri
    gelmektedir. Durum böyle olunca, onların koştukları bu şartların bu iki kitâbın
    dışında yer alan bir hadîsin râvîlerinde bulunduğu farzedilse bu hadîsin de
    Sahîheyn’dekilere eşit derecede sahîhlik hükmü alması gerekmez mi? Ayrıca
    bunlardan ikisinin veyâ birinin “Bu şartları üzerinde toplayan muayyen bir
    râvînin gerçek hâle mutâbakatı kesin olduğu söylenemez. Gerçek ve fiilî durumun
    bunun hilâfına olması da mümkündür” meâlinde hükümleri de vardır.[7]

    Derim ki: Sahîheyn’de yer alan hadîslerin en
    sahîh oldukları kabûl edilse bile bu, muâraza durumunda iltifât edilmeyen bir
    keyfiyettir. Tıpkı iki kişinin bir meselede karşılıklı olarak delîller ikâme
    etmeleri gibi. Her ikisinin şâhidi de adûl olmasına rağmen birininki
    diğerininkine nazaran daha dindâr, dahâ muttakî. Her iki tarafın şâhidleri şerî
    adâlet ölçülerine dâhil olduktan sonra bu ikincinin beyyinesi şâhidlerindeki
    mezkûr ziyâde vasıflardan dolayı öbürüne tercîh edilemez. Tercîh için hâricî
    başka şeyler aranır.

    Öyle ise, Sahîheyn’dekilerin en sahîh olması
    veyâ Buhârî’dekilerin Müslim ve diğerlerine nazaran daha sahîh olması meselesi
    icmalî olarak ve mecmûunu nazara aldığımız takdîrde doğrudur. Tafsîlî olarak tek
    tek hadîsleri nazara aldığımız takdîrde doğru değildir. Bu husûs Tedrîb’de şu
    şekilde tasrîh edilir.”

    Bâzan mefûk (fâik ve üstün olmayan) bir habere
    onu fâik kılan bir şey ârız olur. Meselâ Sahîheyn’in garîb bir hadîsi tahrîcde
    ittifakları, Müslim veyâ bir başkasının meşhûr bir hadîsi veyâ senedi
    esahhu’l-esânid vasfını alan bir hadîsi tahrîc etmeleri gibi. Bu hadîs daha
    öncekini yaralayamaz. Çünkü bu, icmâl îtibâriyledir. Zerkeşî der ki: “Buradan şu
    anlaşılıyor ki, Sahîhû’l-Buhârî’nin, Müslim ve diğerlerine tercîh edilmesinden
    murâd bunun bir bütün olarak, diğerlerine bir bütün hâlinde tercîh edilmesidir,
    yoksa birincide mevcut her bir hadîsin, diğerlerinde mevcût her bir hadîse
    tercîh edilmesi şeklinde değildir”.

    Yine Tedrîb’de geldiğine göre Hâkim şöyle der:
    Sahîh hadîs on kısma ayrılır. Bunlardan beşi üzerinde ittifâk vardır, Buhârî ve
    Müslim’in seçtikleri… Beşincisi eimmeden bir grubun babalarından ve
    atalarından rivâyet ettikleri hadîsler olup, rivâyet ne babalarından ne de
    dedelerinden tevâtür bulmayıp, kendilerinde bu dereceye ulaşan hadîsler. Şu
    senetlerde olduğu gibi:

    “Behz b. Hakim babasından, dedesinden; Amrubnu
    Şuayb babasından, dedesinden; İyas b. Muaviye b. Kurre babasından, dedesinden”

    Bunların ecdâdı Sahâbe, afâdı sikâttır. Bu gruba
    girenler de kezâ kendileriyle ihticâc edilebilecek hadîslerdir. Sahîheyn
    dışındaki imamların kitaplarına tahrîc edilmişlerdir.

    Derim ki: Bu de kezâ Sahîheyn dışında da sahîh
    hadîslerin varlığına sarîh bir delîldir.


    6-

    Suyûtî, Cem’ul-Cevâmî’in dibâcesinin el-Akvâl kısmında şöyle der: “Buhârî için
    (Hı), Müslim için (Mim), İbnu Hibbân için (Ha, be), Hâkim’in Müstedrek’i için
    (Kef), Ziyâu’l-Makdisî’nin “el-Muhtâre”si için (Dat), remizlerini koydum. Bu beş
    kitapta yer alan hadîslerin hepsi sahîhtir. Herhangi bir hadîsi onlara nisbet
    etmek aynı zamanda sahîh olduklarını ifâde etmek olur. Müstedrek’in tenkîd
    edilmiş olan rivâyetleri bu kâideden hâriçtir. Zâten onlara ayrıca dikkat
    çektim.

    Mâlik’in Muvattâ’ında, İbnu Huzeyme’nin, Ebû
    ‘Avâne’nin ve İbnu’s-Seken’in Sahîh’lerinde, İbnu’l-Carûd’un el-Müntekâ’sında ve
    Müstahrecât’da[8]
    geçenler de böyledir. Onlara yapılan bir isnâd da sıhhat vasfını tazammun eder.
    Müsnedü Ahmed’de yer alan bütün hadîsler makbûldür. Onlar arasında zayıf olanlar
    hasene yakındır…” (Kenzu’l-Ummâl’den, özetle).

    Tedrîbü’r-Râvî’de denilir ki: -Sahîh
    meselelerinden- üçüncüsü: Sahîheyn üzerine tahrîc edilen kitaplar, İsmailî’nin,
    Berkânî’nin, Ebu Ahmed el-Gıtrifî’nin, Ebû Abdillâh İbnu Ebî Zühl’ün, Ebû Bekr
    İbnu Merdûye’nin Buhârî üzerine; Ebû ‘Avâne el-İsferânî’nin, Ebû Câfer İbnu
    Hamdân’ın, Ebû Bekr Muhammed İbnu Recâ’en-Nisâbûrî’nin, Ebû Bekr el-Cevzakî’nin,
    Ebû Hâmid eş-Şârekî’nin, Ebû’l-Velîd Hassân İbnu Muhammed el-Kureşî’nin, Ebû
    ‘İmrân Mûsâ İbnu’l-‘Abbâs el-Cüveynî’nin, Ebû Nasr et-Tûsî’nin, Ebû Sa’îd İbnu
    Ebî Osmân el-Hîrî’nin Müslim üzerine, Ebû Nuaym el-İsbehâ’nî’nin, Ebu Abdillâh
    İbnu’l-Ahrâm’ın, Ebu Zerri’l-Herevî’nin, Ebu Muhammed el-Hallâl’ın, Ebû Alî
    el-Mâsercisyî’nin, Ebû Mesûd Süleymân İbnu İbrâhim el-İsbehânî’nin, Ebû Bekr
    el-Yezdî’nin Buhârî ve Müslim’den her biri üzerine; Ebû Bekr İbnu Abdân
    eş-Şirâzî’nin tek bir ciltte her ikisi üzerine müstahrecleri vardır.
    Müstahreclerin iki faydası var: 1- Âli İsnâd, 2- Sahîhe ziyâde.
    Zirâ müstahreclerde geçen ziyâdeler de sahîhtir, çünkü iki farklı isnâda
    müsteniddir.

    Yine Tedrîb’de şöyle denir: Hâfız Ebû Abdillâh
    el-Hâkim, Müstedrek’inde Sahîheyn’in veya ikisinden birinin şartına uygun veyâ
    onların şartlarına uymadığı halde sahîh olan zevâidi toplamıştır. Bâzan bu
    kitâbına, nazarında sahîh olmayan hadîsleri de zaaflarına dikkati çekerek
    kaydeder. Hâkim, tashîh husûsunda mütesâhil (gevşek)’dir. Zehebî, Müstedrek’ini
    hülâsa eder ve birçok hadîsi zayıf ve münker bulur. Bunda geçen mevzû hadîsler
    için de müstakil bir cüz tertîpler. Bu cüzde yüze yakın hadîs mevcuttur.
    Hâkim’in tashîh ettiği bir hadîs hakkında diğer mûteber hadîsçiler nezdinde
    sahîh veyâ zayıftır diye bir hükme rastlamazsak ve zâfını gerektiren bir illeti
    zâhir olmazsa onun hasen olduğuna hükmederiz…” (özetle).

    Derim ki: Zehebî bu husûsta bizi yeteri kadar
    doyurmuştur. Onun ikrâr ettikleri sahîhtir. Sükût edip üzerine hüküm
    yürütmedikleri İbnu Salâh’ın dediği gibi, hasendir.

    Nesâî’nin Müctebâ’sı da sahîh olması kuvvetle
    muhtemel olanlardandır. O, bütün ülkelerde okunan bir kitaptır. Nesâî’den
    rivâyet eden Muhammed İbnu Mu’âviye el-Ahmer şunu nakleder: “Nesâî dedi ki:
    “Kitâbu’s-Sünen”in tamamı sahîhtir, bâzıları ise mâlûldür. Ancak o bunların
    illetini belirtmemiştir. Müctebâ diye bilinen müntehâbın hepsi sahîhtir.

    Hâfız Ebû’l-Fazl, İbnu Hacer der ki: “Nesâî’nin
    kitâbına, Ebû Âli en-Nîsâbûrî, Ebû Ahmed İbnu’Adiyy, Ebû’l-Hasan ed-Dârakutnî,
    Ebû’Abdillâh el-Hâkim, İbnu Mende, ‘Abdü’l-Ganî İbnu’s-Saîd, Ebû Yâle el-Halîlî,
    Ebû Alî İbnu’s-Seken, Ebû Bekri’l-Hatîb ve başkaları Sahîh ismini ıtlâk
    ediyorlar.

    Sindî de, “Nesâî” üzerine yaptığı Tâlîk’ında
    şöyle der: “Hülâsa, sahîh ıtlâkı, en-Nesâiyyu’s-Sağîr içindir. Bu kitâp Şâi’
    diye meşhûrdur. Bunda da  hasen hadîsler sahîh diye tesmiye edilmiştir. Zayıf
    ise son derece nâdirdir ve eğer zikredildiği bâbda ondan başka rivâyet yoksa
    hasen addolunur. Bu çeşit hadîsler musannıf ve Ebû Da’vud nazarında
    re’yu’r-ricâlden daha kavîdir (Allâhu âlem).”


    7-

    Eğer hadîs muhtelefun fih ise, yânî bâzıları tashîh veya tahsîn etti, bâzıları
    taz’îf etti ise bu hadîs hasendir. Muhtelefun fih olan yânî bâzılarınca tevsîk,
    bâzılarınca da taz’îf edilmiş bulunan râvî de hasenu’l-hadîsdir, rivâyetleri
    hasen addolunur.

    Tedrîbur’Râvî’de denir ki: “(Tenbîh): Hasen
    hadîs de, sahîh hadîs gibi muhtelif derecelere sâhiptir. Zehebî der ki: En üstün
    mertebesi Bahzu’bnu Hakîm’in babasından, dedesinden; Amr İbnu Şuayb’ın
    babasından, dedesinden; İbnu Ishâk’ın et-Teymî’den yaptığı rivâyettir.
    Böylelerine sahîh denir, ancak sahîhin en düşük derecesindedirler. Bundan sonra
    tahsîn veyâ zîf’i husûsunda ihtilâf edilenler gelir. Hâris İbnu Abdillah, Âsım
    İbnu Damre, Haccâc İbnu Ertât ve benzerlerinin hadîsleri gibi.

    Derim ki: Muhammed İbnu Ebî Leylâ, Hasan İbnu
    Umâre Şüreyhu’l-Kâdî, Şehru’bnu Havşeb ve benzerleri gibi tevsîk ve tazîf
    husûsunda haklarında ihtilâf edilenler. Bunlar çoktur. Zehebî’nin dediğine göre
    -ki Zehebî nakd-i ricâl hususûnda tam ihtisâs sâhibi kimselerdendir[9].
    “Bu mevzûnun âlimlerinden ikisinin zayıfın tevsîki ve sikanın taz’îfi üzerine
    ittifak ettikleri görülmemiştir.[10]
    Bu sebeple Nesâi’nin prensibi, terkedilmesi için âlimlerin üzerine ittifâk
    etmediği ricâlden rivâyette bulunmaktı.” Sahâvî’nin Fethu’l-Muğîs’inden naklen
    er-Ref’u ve’t-Tekmîl’de geçer. Münzirî, Terğîb’inin mukaddimesinde şöyle der:
    “Derim ki: Eğer bir hadîsin isnâdındaki râviler sika ve aralarında da hakkında
    ihtilâf edilen biri varsa onun isnâdı hasendir, yâhut müstakîmdir, yâhut Lâ
    be’se bihi’dir (beis yok)”, keza haklarında ihtilâf edilen râvîlere tahsîs
    ettiği bâbta da megâzî sâhibi Muhammed İbnu İshâk İbnu Yesâr’ın târihçesi
    üzerine uzunca yazdıktan sonra şöyle der: “Hülâsa bu zât, hakkında ihtilâf
    edilenlerdendir, hasenu’l-hadîsdir.”

    Kays ‘İbnu Talk’ın babasından rivayet ettiği
    hadis hakkında İbnu’l-Kattân’ın sözlerinden naklen Zeyle’î der ki: “Hadîs,
    muhtelefun fih’tir. Hakkında hasen denmesi daha doğru olur, sahîh olduğuna
    hükmedilemez (Allâhu âlem).” Yine burada İbnu Dakîku’l-Iyd’ın şu sözü
    nakledilir: “Bu hadîs (yânî, “Kulalar baştandır.”) iki cihetten mâlûldür:
    Biri Şehru’bnu Havşeb hakkındaki cerhedici söz, ikincisi ref’i hakkındaki
    şüphedir. Fakat Şehr’i, Ahmed, Yahyâ, ‘İclî, Yâkub İbnu Şeybe tevsîk
    etmişlerdir. Sinan İbnu Rebî’a’ya gelince Buhârî kendisinden tahrîcte bulundu.
    O, telyîn edildi ise de İbnu’Adiyy hakkında: “O, bence Labe’s bihdir”. der. İbnu
    Maîn de: “Kavî değildir, hadîsi bizce hasendir” der.

    Ebû Dâvud hâşiyesinde “Ekilu zu’l-hey’ati
    usratihim ille’l-hudud” hadîsinin altında şu ibâre vardır: “Bu hadîs, Hâfız
    Sirâcü’d-Dîn el-Kazvînî’nin, Bağavî’nin el-Mesâbih’inden tenkîd ederek zayıf
    hükmünü verdiği hadîslerden biridir. İbnu’Adiyy der ki: “Bu hadîs, bu senediyle
    münkerdir, onu Abdülmelik’ten başkası rivayet etmemiştir. ” Münzirî de
    “Abdülmelik zayıftır” der. Hâfız Selâhuddîn el-‘Alâî ise: Bu ‘Abdülmelik İbnu
    Zeyd hakkında Nesâî: “Lâ be’s bihi” (Onda bir beis yok) der. Onu İbnu Hibbân da
    tevsîk etmiştir, hadîsi inşâllah hasendir, bilhassa ondan Nesâî’nin yaptığı
    tahrîcler. Çünkü o, kitabında ne münker, ne vâhî hadîsi ne de metrûk kimsenin
    hadîsini tahrîc etmez.” der.

    Muhakkik İbnu’l-Hümâm Feth’de der ki:
    “Dârakutnî, ‘Ubeydullâh ‘İbnu ‘Abdillâh o da İbnu ‘Abbas’dan şunu tahrîc eder:

    “İnnema harreme rasulallahi sallallahu
    aleyhi ve selleme mine’l-meyteti lahmiha feimme’l-celde ve’ş-şi’ra ve’s-sufe
    fela be’se bihi” ve bunu Abdü’l-Cebbâr İbnu Müslim’in zâfı sebebiyle ta’lîl
    eder. O, memnû’dur. İbnu Hibbân ise onu sikalar arasında zikreder. Her hâl ü
    kârda hadîs, hasen mertebesinden aşağı düşmez.

    Suyûtî, Ta’akkubât’da Hz. Ayşe’den merfû olarak
    gelen “(içerisinde Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh)’in bulunduğu bir cemâata
    ondan başkasının imâmlık yapması câiz değildir)”
    hadisi hakkında, İbnu
    Cevzî’yi -ki bu hadîsi, senedinde kendisiyle ihticâc edilmez dediği İsa İbnu
    Meymûn ve metrûk dediği Ahmed İbnu Beşîr bulundukları için tâlîl etmiştir-
    reddetmek için şunları söyler: “Bu hadîsi Tirmizi tahric etmiştir. Ahmed İbnu
    Beşir’le Buhârî ihticâcda bulunmuştur ve ulemânın çoğunluğu da onu tevsîk
    etmiştir. Dârakutnî der ki: “Zayıftır, hadîsiyle i’tibâr edilir”. İsa’ya
    gelince, hakkında Hammâd: “Sikadır” der. Bir seferinde Yahyâ onun için “Lâ be’s
    bihi” (onda bir beis yok) demiştir. Bu ikisinden başkası ona taz’îf ederler,
    fakat kizble ithâm etmezler. Mezkûr hadîs hasen’dir”.

    Hâfız, Tehzîbü’t-Tehzîb’de Kâtibu’l-Leys
    ‘Abdullah İbnu’s-Sâlih’in tarihçesi meyanında şöyle der: İbnu’l-Kattân onun için
    “sadûkdur, rivayet ettiği hadîslerin derecesini düşürecek hiç bir menfî vasıf,
    hakkında isbât edilemez. Ancak ne var ki muhtelefun fihdir, hadîsi de hasendir”
    demiştir.

    Derim ki: Bu ibârelerin hepsi daha önce de
    tekrar ettiğimiz şu hükmümüzün doğruluğuna bir delîl teşkîl eder: “Eğer râvi
    muhtelefun fih ise kendisi hasenu’l-hadîsdir. Eğer sözü fazla uzatmış olmaktan
    endîşe etmeseydim meseleyi tafsîl ederek başka nakillerde de bulunurdum. Ricâl,
    ilel, ve mevzûât üzerine yazılan taakkûbât kitaplarını mütâlaa eden kimse bu
    beyân ettiğimiz esas hakkında asla şüpheye düşmez.


    8-

    Hasen hadîs, kuvvetçe sahîhden mâdûn olmasına rağmen, ihticâcda onun gibidir. Bu
    sebeple bir gurup âlim onu sahîh nevine dâhil ettiler: Hâkim, İbnu Hibbân, İbnu
    Huzeyme gibi. Böyleleri bu nevdeki hadîslerin sıhhatı mübeyyen ve kesin olanlara
    nazaran dûn mertebede olduklarını da söylemekten geri durmazlar. Bu ifâde
    Tedrîbu’r-Râvî’de mevcuttur. Hâfız İbnu Hacer Şerhu’n-Nuhbe’de şöyle der:
    “Hasen’den olan bu kısım kendisiyle ihticâcta sahîhe iştirâk eder, onun dûnunda
    olsa da. Kezâ bir kısım farklı derecelere ayrılmakta da sahîhin müşâbihidir.”


    9-

    Hasen li-zâtihi olan bir hadîs, birden fazla vecihle rivâyet edilmiş ise, bu
    öteki vecih tek de olsa kuvvetlenerek hasen derecesinden sahîh derecesine
    yükselir. Bu kaide de Tedrîb’de ifâde edilmiş ve Şerhu’n-Nuhbe’de sarahâte
    kavuşturulmuştur.


    10-

    Zayıf bir hadîs, başka tarîklerden de rivâyet edilmişse ve bu öteki tarîk tek de
    olsa bunlar berâberce hasen derecesine yükselir ve kendisiyle ihticâc
    edilebilir.[11]

    Yine Tedrîbu’r-Râvî’de şöyle denmektedir:
    “Münferid olma halinde kendileri bir hüccet teşkîl etmeyecek olan iki tarîki
    olan hadîsle ihticâc etmede bir garâbet yoktur. “Müsned bir vecihle rivâyet
    edilen mürsel de veya kendi şartına uygun bir başka mürselin de ona muvâfakatı
    durumlarında olduğu gibi ki bunu bilâhare îzâh edeceğiz.

    Yine Tedrîb’de şöyle denir: “Keza, eğer hadîsin
    za’fı irsâl veya tedlîs veyâ meçhûl ricâlin senedde yer etmesi gibi sebeplerden
    ileri geliyorsa, bir başka vecihle gelmiş olmakla zaaf kalkar, fakat hasen
    li-zâtihinin dûnunda kalır.”

    Şerhu’n-Nuhbe’de de şöyle der: “Seyyi’ü’l-Hıfz
    olan birisi îtibâr etmeye elverişli mûteber birisine tâbî kılınınca, mûteber
    onun fevkinde veya mislinde olmalıdır, dûnunda değil. Durumu temyîz edilemeyen
    muhtelit, mestûr, mürsel isnâd, içerisinden hazfedilen kısmı bilinmeyen müdelles
    vs. bütün bunların hadîsleri kendilerinin dûnunda olmayan bir başka vecihle
    rivâyet edilince hadîsleri hasen olur, fakat hasen li-zâtihi değil. Onun böyle
    tavsîf edilmesi ister mütâbi ister mütâba’in her iki tarafa da itibâr
    edilmesiyledir. Çünkü onlardan her birinin rivâyetleri hem doğru ve hem de
    yanlış olabilir, iki ihtimâl de birbirine eşittir. Haklarında îtibâr’da
    bulunulanlardan (mûteberûn) biri cânibinden olanlardan birine muvafık düşen bir
    rivâyet vâkî olduğu takdîrde mezkûr iki ihtimâlden biri üstün gelir ve bu,
    hadîsin mahfûz olduğuna delalet eder, tevakkuf derecesinden kabûl derecesine
    yükselir Allâhu âlem.

    Mâ sebete bi’s-Sünne’de Hâfız Irâkî’den naklen
    şöyle denir: “Beyhakî’nin sözünün zâhirine göre, muharremin onuncu günüyle
    ilgili olan tevessün hadîsi İbnu Hibbân’dan başkasının reyince hasendir. Çünkü
    o, bunu birçok Sahâbeden farklı tariklerde merfû olarak rivayet eder ve ilâveten
    der ki: “Bu isnâdlar gerçi zayıftırlar, ancak birbirlerine zammedilince kuvvet
    hâsıl olur. İbnu Teymiyye bunu inkârla “tevessün hadîsinde Hz. Peygamber
    (aleyhissalâtu vesselâm)’den rivayet edilenlerden hepsi bildiğin sebebe binâen
    bâtıldır” der. Ahmed’in sözü de aynı: “O, sahîh değildir” -yani li-zâtihî sahîh
    değil- Buradaki değildir sözü onun hasen li-gayrihi olmasını nefyetmez. Hasen
    li-gayrihi ile ihticâc edilir. Bu husûs hadîs ilminde açıktır.” (Irâkî’nin
    sözü).

    Muhakkik Feth’de der ki: “Bu kadar çok tarîkden
    gelen hadîsler, zayıf bile olsalar metinleri hasen olur. Nasıl olmasın ki, onlar
    içerisinde zâten hasenden daha aşağı dereceye düşmeyecek olanlar var.” Yine aynı
    kitapta şu ifadeye rastlanır: “Bu sayıca fazla tarîkler ondan fazla Sahâbeden
    gelmektedir. Bunlardan her biri zayıf olsaydı bile, hepsi berâber mütâlaa
    edildikte hüccet olma durumları sabit olurdu. Kaldı ki bir kısmı hasen
    mertebesinden aşağı düşmüyor..”

    Tedrîbu’r-Râvî’de şöyle denir: “Ravînin fısk
    veya kizbinden dolayı zayıf olan hadise kendisi değerinde bir başka hadîsin
    muvâfakat etmesinin değeri yoktur, çünkü böyle bir zaaf kuvvetlidir ve sebebi
    kolayca izâle olamayacak cinstendir. Ancak tarîklerin mecmûu ile münker veya
    asılsız olmaktan kurtulur. Bu hususu Şeyhu’l-İslâm, yani Hâfız İbnu Hacer
    açıklar ve der ki: “Bâzan tarîkler sayıca artar ve hadîsi mestûr ve seyyiul hıfz
    mertebesine yükseltir. O şekilde ki eğer onun için, içerisinde muhtemel yakın
    bir zaaf varsa bunlar tümüyle hasen derecesine yükselirler.

    Allâme muhaddis Şarânî -ki Hâfız Suyûtî’nin
    talebesidir- el-Mîzân’da şöyle der: “Muhaddislerin cumhur’u, tarîklerin çoğalma
    durumunda zayıf hadisle ihticâc ettiler ve onu bazan sahîh’e, bazan da hasen’e
    ilhâk ettiler. Zayıfın bu nev’ine, Beyhakî’nin es-Sünenü’l-Kübrâ’sında
    rastlanır. Bu kitap, imamların ve onların ashabı olan âlimlerin sözleriyle
    ihticâc için te’lif edilmiştir. Çünkü bir imam ve onun mukallidlerinden birinin
    bir sözüne delil teşkil edecek sahih veya hasen bir hadis bulmazsa falanca
    falanca tarîkden bir zayıf hadis rivayet eder ve bununla iktifa ederek der ki:
    “Bu tarîkler birbirlerini takviye ederler”.


    11-

    Ebu Dâvud’un herhangi bir mütâlaa yürüterek derecesini beyan etmediği hadîsler.
    Bunlar da kendileriyle ihticaca elverişlidirler.[12]

    Münzirî, et-Tergîb’in mukaddimesinde şöyle der:
    “Ebu Dâvud’a nisbet ettiğim ve hakkında beyanda bulunmadığım her hadis, Ebu
    Davud’un da dediği gibi hasen mertebesinden aşağı düşmez. Bazan da Sahîheyn’in
    veya ikisinden birinin şartına muvafık düşer.

    Allame Şevkânî, Neylü’l-Evtâr’ında der ki: “Daha
    önce de zikrettiğimiz üzere, hadîs imamlarından bir kısmı, Ebu Dâvud’un meskut
    geçtiği hadîslerin ihticâc’a sâlih olduğunu beyan etmişlerdir.

    Tedrîbü’r-Râvî’de denir ki: Hasen olduğu
    zannedilenlerden kezâ Sünenü Ebî Dâvud vardır. Kendisinden gelen rivayete göre
    o, Sünen’inde sahîh hadîsi, sahîhe benzeyeni, sahîhe yakın olanı zikretmiş,
    içerisinde vehnu şedîd olanları da ayrıca belirtmiştir. Haklarında hiçbir şey
    söylemedikleri de sâlihtir.

    ” Münzirî, Ebû Dâvud’da geçen
    “Namazda kul sağa sola bakınmadıkça
    Allah ona yaklaşmaya devam eder, bakındığı vakit ondan yüz çevirir”

    hadîsi için şu bilgiyi verir: “Senedinde yer alan Ebu’l-Ahvâs’ın ismi
    bilinmiyor. Zührî’den başkası ondan rivayette bulunmadı. Yahyâ İbnu Ma’în
    “ehemmiyetsizdir” demiştir. El-Kerâbîsî: “âlimler nezdinde metîn değildir”
    demiştir. Nevevî, el-Hülâsa’da: “O, hakkında câhil olunan kimsedir, fakat
    hadîsini Ebû Dâvud taz’îf etmemiştir, binâenaleyh nezdinde hasendir” der
    (Zeyleî’den naklen).


    12-

    Hafız İbnu Hacer’in Fethu’l-Bârî’de zikrettiği ve hakkında sükût ettiği
    el-Ehâdisu’z-Zâide. Bunlar onun nezdinde sahîh veya hasendir. Nitekim bunu
    mukaddemesinde şöyle tasrîh eder: “Sonra, ikinci olarak, bu hadis hakkında ona
    müteallik tetümmât (ekler) ve ziyâdâttan metne ve isnâda âit fevâid, gâmız olanı
    açıklama, semâ husûsunda tedlîsde bulunanı tasrîh, daha önce ihtilât etmiş bir
    şeyhten hadîs derleyen kimsenin mütebâatı kaabilinden bir kısım sahîh maksadları
    tahrîc ederim. Bu tahrîclerimin her birisi başlıca mesânid, cevâmi, müstahrecât,
    eczâ ve fevâid mecmualarındandır. Tahrîcte bulunduğum hadîsler sahîh veya hasen
    hadîs şartlarına uyar..”.Şevkânî, Neylü’l-Evtâr’da Havle Bintü Hakîm’in rivâyet
    ettiği

    O, Nebi sallallahu aleyhi veselleme şunu sordu:
    ‘Bir kadın rüyasında ekeğin gördüğünü görürse’ hadisi hakkında der ki: “Hâfız
    İbnu Hacer, bunu el-Feth’de zikreder ve fakat üzerine hiç konuşmaz.” Keza Yâle
    İbnu Umeyye’nin rivayet ettiği Rasulullah bir adamı açıktan guslederken gördü.
    hadîsi hakkında da şunu söyler: Bezzâr bunun benzerini İbnu Abbâs’tan uzun
    olarak tahrîc eder. Bunu Hâfız İbnu Hacer el-Feth’de zikreder fakat üzerine
    konuşmaz”. Burada Hâfız İbnu Hacer’in el-Feth’de zikredip üzerine konuşmadığı
    hadîsin sıhhat ve hüsnüne delîl mevcuttur Allâhu âlem.

    Derim ki: Kezâ Hâfız İbnu Hacer’in
    et-Telhîsu’l-Habîr’inde zikredilen hadîslerdeki sükûtu da onların sıhhat veya
    hüsnüne delîldir. Çünkü Şevkânî merhûm, Hâfız İbnu Hacer’in el-Feth’deki
    sükûtuyla ihticâc ettiği gibi bazan da et-Telhîs’deki sükûtuyla ihticâc
    etmektedir. Neylü’l-Evtâr’a bir göz atmakla bu husûs derhal anlaşılır.


    13-

    Ulemânın: “Bu bâbta bundan daha sahîh hadîs yoktur” sözü, o hadîsin sıhhatını
    gerektirmez.” Bundan maksad, bu babda onun diğer rivayetlere nazaran en sahîh
    olduğunu ifade etmektir. Alimler bu sözden umumiyetle bu manayı kastederler
    (el-Cevheru’n-Nakiyyu’dan).

    Derim ki: Bunun zayıf olması caizdir, ancak
    diğerlerinden daha iyidir. Fakat mevzû olması asla caiz değildir.[13]



     




    [1]

    Tahânevî’nin kitabını Abdülfettah Ebu Gudde tahkîk ederek kıymetli dipnotlar
    eklemiştir. İktibas’taki dipnotlar Ebu Gudde’ye aittir. Bu kıymetli eser
    Yeni Usul-i Hadis adıyla tarafımızdan Türkçeye kazandırılmıştır. (İbrahim
    Canan)



    [2]

    Muhakkik İbnu’l-Hümâm, Feth’de, Hidâye sâhibinin bu husûstaki kavli zımnında
    (1, 214-215) şunu der: “Eğer sarığının kıvrımı veya elbisesinin uç kısmına
    secde etse câiz olur”. Bunu söylemezden önce buna delâlet eden hadîsleri
    tahrîc eder ki bunların bir kısmı zayıftır. Merhûm şöyle der: “Bu hadislerin
    bazıları üzerine tenkîdler yapılmışsa da sağlam olanlar diğerlerini takviye
    ederler. Eğer hepsi birden zayıf olsaydılar, tarîklerinin çokluğu sebebiyle
    yine de hasen sayılacaklardı. Bunun caiz olduğuna dair söylediğimiz dışında
    başka rivayet ve görüşler de mevcuttur. Bu cümleden olarak, Hasan-ı
    Basrî’nin Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in Ashâbından naklettiği ve
    Hz. Buhârî’nin de tâlikan rivayet ettiği şu hadîse bakalım: “Hasan dedi ki:
    Halk sarık ve başlık üzerine secde ediyordu.” Bununla merfular hakkındaki
    zan kuvvet bulur. Çünkü zayıfın manası nefsülemirde batıl olmayı tazammun
    etmediği müddetçe, nefsülemirde sahîh olabileceğinin câiz olması sebebiyle
    bunu gerçekleştirecek bir karînenin ortaya çıkması da mümkündür. Böylece
    zayıf ravi, bu muayyen metinde ceyyid mertebesine yükselerek kuvvetlendiği
    için kendisiyle amel edilir.” (İbrahim Canan)



    [3]

    Derim ki: Aksine, isnâdını da metnini de tashih ettiler. Bunu, Leknevî’nin
    el-Ecvibetu’l-Fâdıla’sının sonuna ilâve ettiğim “Ulemânın kabûl edip
    medlûlleriyle amel ettikleri hadîslerin bu sayede tashih edilmiş olduklarına
    binâen onlarla amel etmek vaciptir” unvanını taşıyan kısımda izah ettim. Bu
    konu ile ilgili oldukça geniş, yeterli şevâhid ve nusûsa şâmil olan bu izah
    228-238. sayfalar arasında on sayfa tutan bir hacimde yer almıştır. Oraya
    bakılırsa şeyhimiz müellifin burada temas ettiği meselenin orada tamamlanmış
    olduğu görülecektir. Şu hadisler de senetçe zayıf oldukları halde sahih
    addedilip hükmüyle amel edilmiştir: “Varise vasiyet yoktur.” “Diyet akile
    üzerinedir.”
    (İbrahim Canan)



    [4]

    İbnu’l-Hümâm, “Feth”in “Faslu’l-Evvel min Fusûli Kitâbi’t-Talâk” bahsinin
    sonunda (3, l43) şöyle der: “Yine hadisi tashih eden hususlardan biri, onun
    uygunluğu hususunda ulemânın amelidir”. Tirmizî, Talâku’l-Emeti Sintân”
    hadîsini rivayet ettikten sonra: “Hadîs garîbtir, fakat Hz. Peygamber
    (aleyhissalâtu vesselâm)’in ashâbından ve onlardan sonra gelenlerden bir
    kısmı bununla amel etmiştir” der. Dârakutni’nin Sünen’inde (4, 40) de şu
    ifâde mevcuttur: “Kâsım ve Sâlim şöyle dediler: Bununla müslümanlar amel
    ettiler.” Sâlim de şöyle der: “Hadîsin Medîne’de iştihâr bulması senedin
    sıhhatini aratmaz.” (İbrahim Canan)



    [5]

    Yani İbnu Abbâs’ın: “Özürsüz olarak iki namazı cemederse kebâir kapılarından
    birini açmış olur” meâlindeki rivayeti. (İbrahim Canan)



    [6]

    Yâni Ebu Dâvûd (2, 257) ve İbnu Mâce (1, 672)’nin Hz. Aişe’den rivayet
    ettiklerı hadis: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:
    Câriyenin talâkı iki talâktır, iddeti de iki hayız müddetidir.” İbnu Mâce
    (1, 672) ve Dârakutni (4, 38)’nin hadîsleri: “İbnu Ömer diyor: Hz. Peygamber
    (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: “Câriyenin (emet) talâkı ikidir,
    iddeti de iki hayız müddetidir.”
    (İbrahim Canan)



    [7]

    Muhakkik el-Kemâl İbnu’l-Hümâm’ı onun talebesi bulunan Allâme
    İbnu’l-Emîri’l-Hacc merhûm, et-Takrir ve’t-Tahbîr fi şerhi Kitâbi’t-Tahrîr
    (3, 30) kitabında te’yîd eder ve sonra şöyle der: “Üzerine dikkat çekmemiz
    gereken meselelerden biri de şudur: Sahîheyh’in diğerlerinden daha sahih
    olma keyfiyeti bunlardan sonra gelenlere atf ı nazar edilerek verilen bir
    hükümdür, kendilerinden önce gelen mütekaddimîn müctehidlerine atfı nazarla
    değil. Bu durum bütün sarâhatına rağmen bazılarınca bilinmiyor veya bu
    noktada hataya düşülüyor (Allâhu âlem bissevâb… (özetle).

    Şeyhimiz İmâmu Kevserî merhûm, Hâzimî’nin
    Şurûtu’l-Eimmeti’l-Hamse’sine yaptığı tâlikâtta (s.59) İbnu Emîri’l-Hâcc’ın
    yukarıda zikrettiğimiz ibâresini naklettikten sonra şunu söyler: Burada İbnu
    Emîri’l-Hâce demek istiyor ki: Şeyheyn ve diğer “Sünen” sahipleri huffâzdan
    birbirine muâsır olan bir gruptur. Bunlar İslâm fıkhının tedvîninden sonra
    ortaya çıktılar ve hadîslerden bir kısmını topladılar. Kendilerinden önce
    yaşamış olan müctehid imamlar hadîs ve diğer malzeme yönüyle daha zengin
    kimselerdi. Önlerinde hudûdsuz bir merfû, maktû, mürsel hadîsler deryâsı,
    Sahâbe ve Tâbiîn’den menkûl fetvâ hazînesi mevcuttu.

    Müçtehidin nazarı bir kısım hadîslere gafil
    değildir. Önümüzdeki “Cevâmi” ve “Musannafât” silsilesine nazar etsek
    onlardaki her bir babta müçtehidînin istiğna etmediği bütün hadîs
    çeşitlerini bulabiliriz. Kütüb-i Sitte müelliflerinden önce yaşamış olan bu
    Cevâmî ve Musannafât’ın sahipleri, bu mezkûr müçtehidlerin ashâbı
    (arkadaşları) veya arkadaşlarının arkadaşlarıdırlar. Onlar için hadîslerin
    senetlerini kontrol çok kolaydı, çünkü Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
    vesselâm)’e çok yakındılar. Bu sebeple bir müçtehidin her hangi bir hadîsle
    ihticâc etmesi onu tashîh manasına gelir. Kütüb-i Sitte’ye ihtiyaç duyulması
    ve onlarla ihticâc edilmesi sadece onlardan sonra gelen kimselere nazaran
    ortaya çıkan bir meseledir (Allâhu âlem). (İbrahim Canan)



    [8]

    Müteâkip bahiste “Sahîheyn” veyâ ikisinden biri üzerinde yapılan
    Müstahrecât’ın büyük bir kısmı beyan edilecek. Fakat bu husûsta bir iki
    noktaya daha temâs etmek gerekmektedir. Müstahrecât’da zikredilen hadîslere
    sahîh hükmünün verilmesi isâbetli değildir. Çünkü onlarda sahîh ve zayıf
    bulunduğu gibi Buhâri ve Müslim’in şartlarına uyanlar, ikisinin şartına da
    uymayanlar var. Şu halde onlarda bulunanın hepsine birden sahih sıfatını
    ıtlâk etmek uygun değildir. Hâfız İbnu Hacer, İbnu Salâh’ın Mukaddime’sine
    yazdığı Nüketi’nde bazı Müstahrecât’ın durumunu ve onların istihrâc
    yollarını îzah sadedinde şöyle der:

    “Ebû Avâne’nin kitâbı, bâzı kimseler onu
    Müslim üzerine yapılan Müstahrec olarak isimlendirse de bâbların hepsinde
    müstakîl olan çok sayıda hadîs mevcûttur. Müellif bunlardan pek çoğuna
    işâret etmiştir. İçerisinde sahih, hasen, zayıf ve mevkûf rivâyetler
    mevcuttur.

    el-İsmâîli’nin kitâbında müstakîl zâid hadîs
    yoktur. Ancak bazı metinlerin içerisinde zâide rastlanır. Bunun hakkında
    sıhhat hükmü râvîlerin ahvâline bağlıdır. Meselâ, Zührî’nin bir kısım
    arkadaşları târikiyle Zührî’den Buhârî’nin rivâyet ettiği bir hadîsi İsmâili
    bâzı ziyâdelerle Zührî’nin başka arkadaşları tarîkiyle istihrâc eder. Bu
    sonuncular, haklarında tenkid vâkî olan kimselerdir. Onların ziyâdeleriyle
    ihticâc yapılmaz.

    Müellif (yânî İbnu Salâh) sonra şöyle der:
    “Müstahrecât sahipleri, hadîsin elfâzından aynen Şeyheyn’e muvâfakât
    aramadılar. Buna da sebep olanların bu hadîsleri Buhârî ve Müslim cânibinden
    rivâyet etmemiş kılmalarıdır. Böylece ziyâdenin sahîh olduğuna dâir hüküm,
    sahîh hadîs için râvîlerde şart koşulan sıfatların, müstahrec müellifi ile,
    üzerine istihrâcta bulunulan asıl kitap sâhibinin birleştikleri râvilerde
    sübût bulmasına mütevakkıftır. İstihrâc sâhibi ile, aslın sâhibinin
    birleştiği kimse arasında, râvi sayısı ne kadar çok olursa o nisbette tenkîd
    ihtimâli artar.

    Keza istihrâc yapanın asrı ile üzerine
    istihrâc yapılan aslın asırları birbirinden ne kadar uzak olursa isnâd uzar
    ve ricâli arttıkça da onu tenkîd eden kimse onların ahvâlini fazlaca
    araştırmaya mecbûr kalır. 

    Meselâ Buhârî, Ali İbnu’l-Medini’den, Süfyân
    İbnu Uyeyne’den Zührî’den bir hadîs rivâyet etmiş olsa, İsmâilî de aynı
    hadîsi bâzı şeyhlerinden, Hakem İbnu Mûsa’dan, Velîd İbnu Müslim’den,
    Evzâî’den, Zühri’den rivâyet etmiş olsa ve Evzâi’nin hadîsi İbnu Uyeyne’nin
    hadîsine bir ziyâdeye şâmil olsa buna sahîh hükmü Velid’in Evzâi’den,
    Evzâî’nin de Zühri’den dinlemiş olmasının tasrîhine bağlıdır. Çünkü Velîd
    İbnu Müslim, şeyhleri ve şeyhlerinin şeyhleri üzerine tedlîsde
    bulunanlardandır.

    Kezâ, onun sıhhatı, el-İsmâilî’nin şeyhi
    hakkında sahîh sıfâtlarının sübûtuna mütevâkkıftır. Müstahrec’te bulunan
    bütün hadîsleri buna kıyâs et. Bu hüküm geri kalan bütün müstahrecât için
    aynıdır.

    Bâzılarını, râvilerinde gerekli şartlar
    ictimâ etmese bile, hadîsin aslını bulduğu şekilde tahric etmekle iktifa
    etmiş gördüm. Hatta Ebû Nuaym’ın ve başkalarının Müstahrec’inde birçok
    zayıflardan rivâyet edildiğini gördüm. Çünkü onların bu müstahrecâtdan
    maksadları âli isnâd elde etmektir, bu ziyâdeleri tahrîc etmek değildir.
    Ziyâdeler bulunan âli isnâd da tesâdüfen yer almıştır (Allâhu âlem).
    (İbrahim Canan)



    [9]

    Evet Zehebî’nin nakd-i ricâlde otorite olduğuna bu sahanın pek çok imamı
    şehâdet etmiştir. İki çizgi arasına alınan Zehebî hakkında söz Hâfız İbnu
    Hacer’e aittir, Nuhbe’ye Nüzhetü’n-Nazar adıyla yazdığı şerhin
    Merâtibu’l-Cerh ve’t-Tâdîl bahsinde (s.136) geçer. (Mezkür eser,
    “Laktu’d-Dürer” kenarında neşredilmiştir). Aynı sözü talebesi Sehâvî alır ve
    Zehebî hakkında Fethu’l-Mugîs’de (s.482) tekrar eder. Keza aynı sözü, Suyûti
    alarak el-Hâvî li’l-Fetâvâ’da (1, 348) dercedilmiş olan el-Mesâbihu fi
    Salâti’t-Terâvih” cüzünde Zehebi hakkında tekrar eder.

    Zehebî’nin talebesi olan İmâm Tâcü’d-Dîn
    es-Sübkî, Tabakâtu’ş-Şâfiîyyeti’l-Kübrâ’sında (5, 216) Zehebî’nin tarihçesi
    ile ilgili bahiste şöyle der: Şeyhimiz, üstadımız, imam, hafız, Şemsü’d-Din
    Ebû Abdillâh et-Türkmânî, ez-Zehebî, asrın muhaddisidir, hadîste eşi olmayan
    bir ummândır. Zorluklar karşısında kendisine sığınılan bir büyüktür. Hıfz
    bakımından yegane imamdır. Mana ve lafızda asrın altınıdır. Cerh ve ta’dîl
    mevzuunun şeyhi ve bütün yollarda ricâlin yürümesini sağlayan destektir.
    Sanki bütün imamlar bir yerde toplanmışlar da Zehebî onlara bakmış ve orada
    hazır olanlardan onları huzurunda bulunmuş olanın ihbarını nakletmeye
    başlamış gibidir.”

    Şeyhlerimizin şeyhi, Hint muhaddisi,
    İmâmu’l-Asr eş-Şeyh Enver Şâh el-Keşmîrî ed-Deyvebendî (vefâtı 1352)
    hayretengiz bir derecede büyük olan Feyzu’l-Bârî alâ Sahîhu’l-Buhârî’sinde
    (1, 179) der ki: “Zehebî, hakkında: “Eğer o bir tepe üzerinde dursa ve bütün
    raviler kafilesi önünden geçse hepsinin isimlerini ve atalarının isimlerini
    birer birer sayar” denen kimsedir.” Keşmirî bu manayı yukarıda Sübkî’den
    zikrettiğimiz sözden almışa benziyor. Allah, Şemsü’d-Dîn hâfız Zehebî’ye
    ganî ganî rahmet eylesin. Hakkında şöyle söylemek ne kadar isâbetli olur:

    Ey felek! Onun gibisi gelir diye yemîn
    etmiştim,

    Hanis oldun yemîninde, kefârette bulun.
    (İbrahim Canan)



    [10]

    Yani zayıfın tevsîki hususunda ulemâ ittifak etmemiştir. Aksine, zayıfı
    bazıları tevsîk etti ise diğer bazıları da taz’îf etmiştir. Keza sikanın
    taz’îfi hususunda da ulemânın ittifâkı vaki olmamıştır. Bazıları taz’îf etti
    ise diğer bazıları tevsîk etmiştir. Burada “ikisi” kelimesiyle hepsi
    (el-cemîu) kastedilmiştir, şu sözde olduğu gibi: “Bu işte iki kişinin
    ihtilaf ettiği görülmez.” yani herkes o meselede müttefiktir, hiç kimse ona
    itirazda bulunmaz demektir. (İbrahim Canan)



    [11]

    Tariklerinin artmasıyla zayıfın kuvvetleneceği konusundaki bu mutlak ifade
    (çünkü hangi çeşit zayıfın kuvvetleneceği sınırlanmamış) tarîkin mücerred
    sayıca artma keyfiyetinin, hadîsi zayıflıktan hasen mertebesine yükselten
    icbârî bir durum olduğu intibâını vermektedir. Nitekim birçok müteahhirîn
    ulemâ bu hususta yanılmışlardır. Tedrîb ve Şerhu’n-Nuhbe’den zikredeceğimiz
    müteâkip delillerde ve 80. sayfada Tedrîb’den sarih olarak gelecek
    delillerde görüleceği üzere, müellif asla aynı şeyi kastetmiyor.

    Hafız İbnu Salâh, Ulûmu’l-Hadîs’inde der ki:
    “Zayıf bir hadîsin muhtelif vecihlerle rivayet edilmiş olması ondaki her bir
    za’fın izâlesi için kafi değildir. Za’afların muhtelif nevileri vardır:


    1-

    Bazı za’flar bu sayede izale olur. Eğer za’f, ravisi ehl-i sıdk ve diyanet
    olmakla beraber, hıfzındaki zayıflıktan neş’et ediyorsa onun rivayet ettiği
    hadisi bir başka vecihle de rivayet edilmiş bulursak anlarız ki bu hadis o
    ravinin doğru olarak ezberlediklerindendir. Onun bu hadisi zabtedişinden
    dolayı hıfzı tenkîd edilmez. Keza za’fı irsâl cihetinden geliyorsa aynı
    şekilde rivayet edildiği bir başka vecih sebebiyle zaafdan kurtulur. Hafız
    bir imam tarafından irsâl edilen bir mürsel hadis de böyledir, çünkü bu
    hadiste bir başka vecihle gelecek rivayetle izale olacak az bir zaaf
    mevcûttur.


    2-

    Bir başka zaaf çeşidi, zaafın kuvvetli olması ve zayıflatıcı vasfın mükâvim
    ve mücbir bulunması sebebiyle, mezkûr şekilde izâle olmaz. Bu çeşit zaaf
    râvinin kizble müttehem veya hadisin şaz olmasından neş’et eder.”

    Hafız İbnu Hacer, en-Nüket alâ
    İbni’s-Salâh’da birinci kısma yani turukun taahhüdü ile za’fı giden zayıf
    hadisler gurubuna talik olarak şunu söyler: “İchâr edici için, onun müchir
    olup olmadığını bize bildirecek zabtı kuvvetli bir ravi zikretmedi ise onun
    hakkında kayıt: “Bunun kabûl ve redde muhtemel bulunduğunun” söylenmesidir.
    Nerede, ihtimal iki şık için de eşit olursa bu hadis zaaftan kurtulmaya
    sâlih olur. Nerede red ciheti kuvvet kazanırsa o hadis de zaaftan
    kurtulamaz. Eğer kabul ciheti galebe çalarsa o zaman rivayetimiz bu kısma
    girmez, hasen li-zâtihi babında mütâlaa olunur. Allahu âlem.”

    Şeyhimiz müellifin ibaresinin yanlış
    anlaşılmaya meydan vermemesi için şöyle olması evlâdır: “Ravileri sûi hıfz
    v.s ile mevsûf olan zayıf bir hadîs başka tarîklerden de rivâyet
    edilmişse… Kezâ ihtilât tedlîs irsâl ve benzerleri sûi hıfzın hükmüne
    girerler.” (İbrahim Canan)



    [12]

    Bu bahisle ilgili açıklamayı Bazı Hadis Meseleleri adlı bölümde Ebu Davud’un
    Salih Tâbiri kısmında kaydettik. (İbrahim Canan)



    [13]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/90-106.

  • Hasen Hadisin Hükmü Hadis Usulü Online Oku


    Hasen Hadisin Hükmü:

     

    Hasen hadisler kendisiyle amel edilecek birer
    dini delil olarak kabul edilirler. Ancak istinbata değil ihticaca
    selahiyetlidirler.[1]

    Hasen hadis, bütün fakihlere göre ihticac ve
    kendisiyle amel edilmek bakımından makbuldür. Hadisçilerin ve usulcülerin büyük
    bir çoğunluğu da aynı görüştedirler.

    Hasen li ğayrihi olanlar da aynı makbuliyet
    içindedirler. Zira onlar her ne kadar aslında zayıf ise de başka tariklerle
    takviye edilmiş olmaları ve kendileriyle çelişen başka hadislerin de bulunmaması
    sonucu zayıflıkları ortadan kalkmıştır.[2]



     




    [1]

    Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/355-356.



    [2]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 130.

  • Tirmizi’nin Hasen Hadis Anlayışı: Hadis Usulü Online Oku


    Tirmizi’nin Hasen Hadis Anlayışı:

     

    Hasen hadîs tabirini ilk kullanan muhaddisin
    Tirmizî olduğu zikredilmekle birlikte, kendisinden önce Ahmed b. Hanbel, Buhârî
    ve başka hadisçiler kitaplarında hasen hadis tabirini kullanmışlardır.[1]
    Başta Tirmizî’nin Câmi’i olmak üzere Ebû Dâvûd ve Dârekutnî’nin Sünen’leri hasen
    hadislerin yeraldığı önde gelen kaynaklardır.

    [2]

    Hasen hadis terimi, yaygın şekilde ilk defa
    Tirmizî tarafından kullanılmıştır. Tirmizî’den önce hadisler, sahih ve zayıf
    diye ikiye ayrılır, zayıf hadis de; terkedilmiş, terkedilmemiş olmak üzere iki
    kısımda değerlendirilirdi. “Terkedilmeyen zayıf hadisler”, Tirmizi[3]
    tarafından hasen terimiyle “zayıflıktan” çıkarılmış oldu. Bunun tabii sonucu
    olarak da Tirmizî’nin Câmi’i, hasen hadîsin başlıca kaynağı sayılmıştır. Ebû
    Dâvûd’un Sünen’i de, hasen hadîsin çokça bulunduğu eserlerden biri olarak kabul
    edilir.

    [4]

    Tirmizî hasen hadis tabirini daha da inceleyerek
    küçük farklılıklarını dikkate almış ve gruplandırmıştır: “Hasen-Sahih”, “hasen
    garib”, “hasen-garip-sahih”, “ceyyid-hasen” ifadelerini kullanmış. Ancak
    bunlardan neyi kasdettiğini belirtmediği için bu terkiplerin ne anlama geldiği
    kesinlik kazanmamıştır.

    Tirmizî, “Bu kitabımızda her nerede “hasen
    hadis” dedikse muradımız; senedi bizce hasen olandır. Yalancılıkla itham
    edilmemiş bir râvî tarâfından rivâyet edilip, başka kanallardan da onun gibisi
    mervî olan şâz da olmayan her hadîs bizce hasendir” demiştir. “Hasen-sahih-hadis”
    hasen ile sahih arasında değerlendirilen hadistir. Tirmizî, “ceyyid-hasen”
    tabirini sahih derecesine yükselen hadis için kullanmıştır. Muhaddisler bir
    hasen hadîsin sahih olma ihtimâli bulunduğu durumlarda, “sahih” veya “hasen”
    yerine, “ceyyid”, “kavi”, “sabit”, “mahfuz”, “maruf”, “salih”, “müstahsen” gibi
    sıfatlar kullanmışlardır. Hasen hadis sahih ile zayıf hadis arasında bir
    derecede olmasına rağmen bazı hadisçiler[5]
    onu sahih veya zayıf hadis grubuna dahil ederek değerlendirirler; onlara göre
    hadis ya sahihtir ya zayıf.

    [6]



     




    [1]

    Subhi Sâlih, Ulûmü’l-Hadîs, s. 132.



    [2]

    Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/355-356.



    [3]

    279/892.



    [4]

    İsmail lütfü Çakan, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/288-289.



    [5]

    Hâkim, İbn Hibbân, İbn Huzeyme…



    [6]

    İsmail lütfü Çakan, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/288-289; Şamil
    İslam Ansiklopedisi: 2/355-356.

  • 2) Hasen lî Gayrihi Hadis: Hadis Usulü Online Oku


    2) Hasen lî Gayrihi Hadis:

     

    Bir hadisin senedinde yeralan râvîlerden biri
    çok hata yapacak kadar dalgın ve ehliyetsiz ise, aynı hadis başka bir yolla da
    rivâyet edilmişse o takdirde kendi dışındaki isnadlar ile hasen durumuna
    yükseldiği için “hasen lî gayrihi” adını alır.

    [1]

    Zaaf derecesindeki fazlalık sebebiyle “zayıf”
    addedilen bir hadîs başka tariklerden gelen benzerlerinin desteğiyle giderilip
    hasen derecesine yükseltilen hadîstir. Yukarıda İbnu Salâh’tan kaydettiğimiz
    açıklamada rivayet ehliyeti yeterince bilinmeyen mestur râvilerden gelen hadîsle
    başka tarîkden benzerleriyle kuvvetlendirilince hasen li-gayrihi olur. Bunun
    derecesi li-zâtihi’den düşüktür. Çünkü mestur olmaktan dolayı gelen zaaf daha
    ciddi bir zaaftır. Bu gruba giren râviler, adâlet bahsinde görüldüğü üzere
    haklarında açık bir cerh gelmediği için “berâeti zımmet asıldır” kaidesiyle
    adâletine hükmedilen kimselerdir. Dolayısıyla mestur’un adaleti, zımnî bir
    adalettir, dolayısıyla bundaki zaaf meşhur bir râvinin zabtındaki hafif bir
    zaafta ileridir. Müteyakkız hadîs uleması, hâricî bir destekle kuvvet kazanan
    mestur ile, yine hârici bir destekle kuvvet kazanan meşhur zayıf’ı (fakat zaafı
    hâfızadan ve hafif olmak kaydıyla) bir tutmamış, birinciye hasen li-gayrihi
    diyerek hasen li-zâtihi dediği ikinciden aşağı tutmuştur.

    İbnu Hacer’in açıklaması da burada kayda değer.
    Sahîh hadîs’i: “Adalet ve zabtı tam olan râvinin şâz ve illetten sâlim olarak
    yaptığı rivayettir” diye tarif ettikten sonra “Zabt azalırsa hadîs, hasen li-zâtihî
    olur, zayıf hadîs, âzıd (destek olan bir başka rivâyet) ile hasen mertebesine
    çıkarsa, bu da hasen li-gayrihi” olur” der.

    Tekrar edelim: Sahîh’le hasen li-zâtihi arasında
    zabttaki hafif bir kusurdan başka fark gözükmüyor. Hasen li-gayrihi ise
    behemahal bir başka destekle durumu takviye edilen zayıf’tır ve bu zaaf sadece
    zabt’la kayıdlı değildir, adâlet’te de olabilmektedir.

    Bu açıklamadan sonra daha iyi anlaşılacağı
    ümidiyle müteahhir ulemaca yapılan birkaç hasen tarifi daha kaydedeceğiz:


    a-

    Şerefü’d-Dîn Hüseyn et-Tîbî (v. 743/1342): “Hasen hadîs, sika derecesine yakın
    kimsenin müsned -veya sika kimsenin de mürsel- olarak rivayet ettiği ve birden
    fazla tarîkden gelen söz ve illetten sâlim rivâyettir.”


    b-

    İzzü’d-Dîn İbnu Cemâ’a (v. 767/1365): “Hasen hadis, muttasıl bir senetle
    illetsiz olarak rivâyetle birlikte, senedinde, rivâyetine şâhidi bulunan bir
    mestur râvi veya itkan derecesine ulaşamayan bir meşhur râvi yer alan hadîstir.”


    c-

    Takiyyu’d-Dîn Ahmet Şumunnî (v. 872/1472): “Hasen hadîs: Şâz ve muallel olmamak
    şartıyla, durumu, münferid rivâyeti, münker sayılanlardan daha iyi olan, zabtı
    zayıf râvi-i adl’in rivâyet ettiği, muttasıl habere denir.”[2]



     




    [1]

    Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/355.



    [2]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/87-88.

  • 1) Hasen lî Zâtihi Hadis: Hadis Usulü Online Oku


    1) Hasen lî Zâtihi Hadis:

     

    Girişte tarifi yapılan hasen hadistir. Yani
    adâlet ve emânet yönünden güvenilir olmakla birlikte zabt yeteneği zayıf olan
    râvînin rivayet ettiği hadistir.

    [1]

    Bütün şartlarında sahîh gibi olduğu halde sâdece
    râvisini zabtındaki hafif bir kusuru sebebiyle sahihlik mertebesini kaybeden
    hadîstir. Daha vâzıh olarak: Adâlet yönü tam olmakla birlikte zabtında hafif bir
    kusur bulunan râvilerin muttasıl bir senetle şaz ve illetten sâlim olarak
    yaptıkları rivayetler diye de açıklanabilir.

    Bu çeşit hasenler ikinci bir tarîkten rivâyet
    edilecek olursa sahîh li-gayrihi mertebesine yükselirler.

    Böylece Tirmizî’ye yapılan itirazların bir kısmı
    anlaşılmış oluyor. Çünkü onun tarifine göre bu hadîs, hasen’dir.[2]

    Mutlak olarak hasen hadis denilince hasen li
    zatihi anlaşılır.[3]



     




    [1]

    Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/355.



    [2]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/87.



    [3]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 127.

  • Hasen Hadisin Kısımları Hadis Usulü Online Oku


    Hasen Hadisin Kısımları:

     

    Hasen hadîs de, tıpkı sahîh gibi iki kısımdır:
    1- Hasen li-zâtihi, 2-Hasen li-gayrihi.

    [1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/87.