Kur’an-ı Kerim’deki zamirler, kendi zamirimin idrâk makamını ve Ayet-i Kerimelerdeki sorumluluklarımı saklı olarak bildirir. Bu bilgiler ile sözlerimi ve işlerimi ölçerek, sorumluluklarımı yerine getirip – getirmediğimi tesbit edebilirim.
……………
(1) Osmanlıca lügat’a göre zamir : Bir şeyi gizlemek, İç, Niyet, Vicdan, Kalb dir. Gavs Seyyid Abdulbâki (k.s) nin “Niyetinizi sık sık kontrol edin.” emrinde kendi zamirinize (kalbinize) ârif olun ikazı saklıdır. Çünkü,
Hz. Ali (k.a.v), “Kişinin zamiri, ağızından kaçan sözlerden ve yüzünün ifadesinden anlaşılır.” Kelâm-ı Kibarı ile de zamirin, kelime anlamı verdi.
Hukuk’daki anlamı: Bir şeyin iç yüzü, Gramer anlamı: Mütekellim, muhatap, ve gaib’e delâlet eden ve bunların makamına kâim olan rumuzat harfleri ve harf terkiplerinin her biri. Hüve (o), Ente (sen), Ene (ben) … gibi ismin yerine tutan kelimedir.
Zamirde vasfiyyet mânası yoktur. Sıfat ve mevsuf olmazlar. Zamir bir mefhuma değil, Zat’ın kendisine delalet eder. (Mefhum: Sözden çıkartılan mâna, ifâde, anlaşılan şey)
……………
(2) Arapça lügata göre zamir: Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelmesi nedeniyle ( اَلضَّمِيرُ ) Zamir,varlığı fiilleriyle bilinen (marife olan) vicdan, gizlenmiş sır. demektir.
……………
(3)Sarf ilmine göre zamir; söz söyleyen şahsa mütekellim ( أَنَا ) denir. Hazır olup (gözle görülüp) kendisine söylenen şahsa muhâtab ( أَنْتَ ) denir. ve kendisinden bahsedilirken hazır olmayan şahsa da gâib ( هُوَ ) denir.
……………
(4) Nahiv ilmine göre zamir; kendisini anlatana mütekellim ( أَنَا ) denir. Kendisine hitab edilene muhâtab ( أَنْتَ ) denir. ve önceden lafzen – mânen – hükmen zikri geçene gâib ( هُوَ ) denir.
……………
(5) Tasavvuf kitaplarına göre zamir; “nefs-i nâtık / konuşan nefis” veya “Nur’u Muhammedi” veya “Ete, kemiğe büründüm. Yunus diye göründüm” veya “Bir ben vardır, benden içeri” veya “O’nu bilmeye, bulmaya, olmaya geldik” veya “O’nu; ilmen yakîn, aynel yakîn, hakkal yakîn bilmekle yükümlüyüz” veya “Her kişide bulunmayan bir emanet” veya “Vatan hasreti çeken” veya ” سِرْأَةٌ sir’eti insan olan veya mess edilmemiş nefs” özdeğişleriyle varlığı anlatılanın ismidir.
Gavs-ı Âzam Seyyid Abdulhakîm (k.s) hazretleri, “Ey gönül ölmez misin ? Öleni görmez misin ? Saçlarına ak düştü. Tövbeye gelmez misin ?” dizileri ile zamir’e hitap eder.
Esmâ ile zamir arasındaki ilişki : “Zamir’inmahkûm olduğuEsmâ ile, kendi arasında vâsıta yoktur. Aynen, gölge ile kendi arasında vâsıta olmadığı gibi.” şeklinde bildirilmiş.
……………
(6) İbn’i Hâcib k.s göre zamir (Osman Bin Ömer el’Kürdî, Hicrî, 646) :
( اَلْمُضْمَرُ مَا وُضِعَ لِمُتَكَلِّمٍ أَوْ مُخَاطَبٍ أَوْ غَائِبٍ تَقَدََّمَ ذِكْرُهُ لَفْظًا أَوْ مَعْنًى أَوْ حُكْمًا ) “Zamir ; mütekellim için veya muhatab için veya lafzen – mânen – hükmen zikri geçen gâib için konuldu.” Bu târif ile ilgili derlenen bilgiler :
(a) Zamir tarifinde geçen ( تَقَدَّمَ ) Tefa’ul BAB’ından ve kökü, 1.BAB (kesbî olarak) ve 4.BAB’dan (Vehbî olarak) gelen ( قدم ) dir. Tefa’ul BAB’ına sokulan fiilin Tekellüf’leoluştuğunu anlatır. 1.BAB, buradaki eylemlerin bedenen (akıl, göz, kulak, dil-dudak, eller, ayaklar ile) yapıldığı hk’da bilgi saklar. 4.BAB ise, eylemleri oluşturan Esmâül Hüsnâ hakkında bilgi saklar.
Oluşmak kelimesindeki saklı anlam, şöyle bir misal ile açıklanabilir: Çorba pişirmek için; (1) Tencere, (2) Mercimek, (3) Su, (4) Ateş’e ve (5) Ahçıya ihtiyaç vardır. Şayet, lâzım unsurlardan herhangi biri eksik olursa çorba pişirilemez.
Bunun gibi, ( تَقَدَّمَ ) nin oluşması için lâzım unsurlar’ın mevcudiyeti gerekir. Aksi halde kişinin hükmen zamiri ve mânen zamiri oluşmaz. Dolayısıyla asli görevini yapabilme kabiliyeti kazanamaz. “Beş yaşındaki deveye yük vurulmaz” denmesi gibi.
Zamiri oluşturan lâzım unsurların kaç adet olduğu, neler olduğu ve nasıl kazanılacağı, nasıl muhafaza edileceği, niçin önemli olduğu …. vb soruların cevapları 62/2 Ayeti Kerime’sinde açıklanmıştır.
(… هُوَ الَّذِي بَعَثَ فِي الْأُمِّيِّينَ رَسُولًا مِنْهُمْ ) “O ki sizin içinizden ümmi bir peygamber gönderdi – Onlara Ellah’ın ayetlerini okuyor – Onları temizliyor – Onlara kitabı ve hikmeti öğretiyor – Halbuki bundan önce açık bir sapıklık içinde idiler.”
Bu nedenle ( تَقَدَّمَ ) mazi fiilinde “Tekellüf ile ahlâklanmasını tamamlamış olan; mütekellim, muhatab ve gâib kişileri kastediyorum. Ahlâklanmasını tamamlamış olmayanları bu tarife dahil etmiyorum” bilgisi saklıdır. (Tekellüf: Bir şeyi zorla veya itina göstererek veya sonuca kademe kademe ve çabalamayla ulaşılacağını bildirmek / yapmak.)
(b) Hükmen gâib‘e örnek, Zamiru’l fasl ve Zamiru’ş Şân’dır ve geçmişdeki (önceki) bir konuşmayı veya bir olayı hatırlatıp, düşündürür.
Gâib zamiri müzekker olduğu zaman, şan zamiri diye isimlendirilir, müennes olduğu zaman kıssa zamiri diye isimlendirilir ve kendisinden sonra gelen cümle ile tefsir edilir. Şan ve kıssa zamiri ; hem muttasıl olur, hem de munfasıl olur. Muttasıl olduğu zaman ise, âmillerin gerektirdiği duruma göre (a) müstetir olur, (b) bâriz olur.
Munfasıl olan şan zamirine örnek terkib : ( هُوَ زَيْدٌ قَائِمٌ )
Müstetir Muttasıl olan şan zamirine örnek terkib : ( كَانَ زَيْدٌ قَائِمٌ )
(a) Muhâtab almadığı kişiler, sadece lafzen ( لَفْظَاً ) zamirdir. Nübüvvet emirlerine itaatsizlik olarak özetlenen Zulüm ile Velâyet emirlerine itaatsizlik olarak özetlenen Ma’siyet işleyenler de, tevbe edinceye kadar “lafzen ( لَفْظَاً ) zamir” olurlar ama mânen ve hükmen zamir olamazlar.
(TARİF: Kendini ve başkasını şeriatın dışındaki alanlarda bedenen ve aklen, yorana ve üzene ZALİM, yaptığı işe de Zulüm denir.
(TARİF ve açıklama: Ma’siyet; rehbere itiraz veya baş kaldırma veya itaatsizliğe denir ve çok çeşitlidir. Ma’siyet’e devam eden önce ona ülfet peyda eder, sonra mübtelası olur sonra da terkine imkân bulamayacak dereceye gelir. Hz. Ali k.a.v bu konuda şöyle buyurmuştur: “Ma’siyetin dünyadaki cezası; ibadetin zevkinden mahrum olmak, ma’îşet sıkıntısı çekmek ve helâlden zevk almayıp, helâli bozan şeylerden zevk almaktır.”
(b) Muhâtab aldığı kişiler, hem lafzen, hemde hükmen ( حُكْماً ) zamirdir. Hükmen zamir, kişinin daimi hâli olmayıp, geçicidir. Zâlimin, zülmu anındaki durumunu anlatır. Tevbe (Önce pişmanlık, sonra O’nunla beraber tövbe, sonra da terk) ile zâlim olmaktan (sanki sıyrılıp) çıkar.
Örnek 2/44 : ( وَأَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلَا تَعْقِلُونَ …) “Sizler kitabı tekrarlayarak okuyorsunuz – Akıl etmeyecek misiniz?” Bu Ayet-i Kerime’deki ( أَنْتُمْ ) zamiri, bir “hükmen ( حُكْماً ) zamir” olup, Ellah Teala’nın 2/40’da muhatab olarak alıdığı; ( بَنِي إِسْرَائِيلَ ) lakablını giyinerek bir isim tamlaması olup, NÂS’a va’z edenlerdir.
(c) Övdükleri ise; hem lafzen, hem hükmen, hemde hissen ( مَعْنًى ) zamirdir.
……………
Kişinin namazdaki hâli kendi zamiri hk’da bilgi verir. Şöyle ki :
(a) Ayet-i Kerimeleri mânasını bilmeden kıraat eden, sadece lafzen zamirdir. Hükmen ve hissen zamir değildir.
(b) Ayet-i Kerimeleri mânasını bilmeden kıraat ederken ağlayan, lafzen ve hissen zamirdir, ama hükmen zamir değildir.
(c) Ayet-i Kerimeleri Ellah Teala’yı görüyor gibi mânasını bilerek kıraat eden, lafzen ve hükmen zamirdir, ama hissen zamir değildir. Hz. Bilâl (r.a), Fâtiha-i Şerifeden sonra Ellah Teala’yı öven ayetleri okuduğunu söyledi.
“İlim üç esasa dayanır. Aramızda Hakk’ı konuşan kitap, uygulamada olan sünnet ve bilmiyorum demek.” Hadis-i Şerifi ve “Her ayetin bir zâhiri, bir bâtını, bir haddi, bir matlai vardır.” Hadis-i Şerifi ve 36/69 birlikte tefekkür edilirse şu bilgiler yazılabilir :
Zamir, üç idrâk makamını geçtikten sonra Aramızda Hakk’ı konuşan kitap makamında (dördüncü idrâk makamında) Esmâ-i Nebî’nin vârisi olarak görev yapar. İdrâk makamları sırasıyla;
1.idrâk makamı : ( أَتْلُ يآسِنَ ) “Yâsin’e tâbi olurum / Yâsin tâbi ol” makamı, “Ey Nâs!” makamıdır. Nâs ile ilgili Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerdeki emir ve yasaklardan sorumluyum diyen ve çabalayanların makamıdır. “İlim arazdır. Ancak, Âlim ile var olabilir.” hükmüne göre eğitim görürler.
( يَاأَيُّهَا النَّاسُ ) “Ey Nâs!” Ellah Teala’nın muhatab alıp hitap ettiği ilk mânevi makama çıkmış olan kişilerdir. Örnek : 22/1 ve 5
(a) Sarf ilmindeki tarifidir. Arapça – Türçe Lügatları, Ayet-i Kerime’lerdeki kelimelerin anlamlarını öğrenmek için yeterlidir.
(b) “Sen sensin. Ben de benim.” temellidir ve kişiyi, benliğe götürür.
Zamirin “Yâsin’e tâbi olurum / Yâsin tâbi ol” makamındakiİman’nın tarifi çok çeşitlidir. Örnek-1 : Altmış sene önce bana “Âmentü yü ezbere bilen ve bunlarda şüphesi olmayan mü’mindir.” demişlerdi. Örnek-2 : Bir ibret olması için internette dolaşan bir felsefi iman tarifi.
2.idrâk makamı : ( أَقْسِمُ بِيَاسِينِ ) “Yâsin’e kasem ederim” makamı, “Ey İman edenler!” makamıdır. Mü’min ile ilgili Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerdeki emir ve yasaklardan sorumluyum diyen ve çabalayanların makamıdır.
“İlim arazdır. Ancak, Âlim ile var olabilir.” hükmüne göre eğitim görürler ve bütün sarf kâideleri, nahiv kâideleri, şer’i eserler ve tasavvufi eserler bu esasa göre yazılır ve tariflenir.
Araz : Kendi başına boşlukta yer tutmayan ve var oluşu, ancak kendisini taşıyan bir varlıkla hissedilebilen şey’dir.
Zamirin bu idrâk makamındaki tarifi, Nahiv ilmindeki tarifidir. Burada da Arapça – Türçe Lügatları Ayet-i Kerime’lerdeki kelimelerin anlamlarını öğrenmek için yeterlidir. Zamirin bu kademedeki tarifi “Önce kişiyi, sonra yaptığı işi ölç.” temellidir ve kişiyi, gizli kibre götürür.
Zamirin bu idrâk makamındakiİman tarifi Hz. Ömer Fâruk (r.a)’nın rivayet ettiği Hadis-i Şerifteki iman tarifi, buraya konuldu. Edu’d Derdâ (r.a) şöyle der : “İman bir gömlek gibidir. İnsan onu bazan giyer, bazı zamanlar üzerinden çıkarır.
3.idrâk makamı : ( هذه يسن ) “İşte bu Yâsin’dir” makamı, “Ey müttakîler!” makamıdır. Müttaki ile ilgili Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerdeki emir ve yasaklardan sorumluyum diyen ve çabalayanların makamıdır. “Âlim arazdır. Ancak, İlim ile var olabilir.” hükmüne göre eğitim görürler.
Enes bin Mâlik (r.a)’ın naklettiği şu Hadis-i Şerif “Âlim arazdır. Ancak, İlim ile var olabilir.” hükmünü bildirmektedir :
Hz. Rasûlullah’a (s.a.v) bir adam geldi. “Yâ Rasûlullah! Hangi amel daha üstündür?” diye sordu. Hz. Rasûlullah (s.a.v) : “Ellah’ın ilmi ve onun ahkâmı.” buyurdu. Adam gittikten sonra, tekrar döndü geldi. “Yâ Rasûlullah! Ben size ilimden değil, amelden sordum.” dedi. Hz. Rasûlullah (s.a.v) cevaben : “Amelin azı da çoğu da, ilim ile faydalıdır. Cehl ile, sana amelin çoğu da azı da fayda vermez.” buyurdu.
Zamirin “İşte bu Yâsin” makamındaki tarifi ;
a) ÖNCE “Kendi sözünü ölç. Kendi işini ölç.” temellidir ve kişiyi, haddini bilmeye götürür. Delili : 5/105
“Ey iman edenler! Siz nefsinize bakın – siz hidayet üzerindeyken delâlete gidenler, size bir zarar veremezler – hepinizin dönüşü Ellah’a dır. – size neler yaptığınızı haber verecektir.”
b) SONRA “Ey zâlim nefsim! O’nu izle. O’na uy.” temellidir ve kişiyi, Ellah’ın var olduğunu bilmeye götürür. Hz. Ali k.a.v 42, Eş-Şûrâ hk’da “Bizi sevenler ( حم ) harflerinin anlamını bilir.” buyurdu. Bu nedenle de “Ehl-i Beytin zamir tarifi” diye de anılabilir. Delili :
21/105 ( أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ …) “Yemin olsun ki, Biz Tevrat’tan sonra Zebur’da da yazdık : – Şüphesiz ki, yeryüzüne sâlihler vâris olacak. diye.”
Zamirin “İşte bu Yâsin” makamındakiİman’nın tarifini Şah-ı Nakşibend (k.s) hazretleri şu şekilde yapmıştır : “İman, şu olsaydı, şu olmasaydı gibi düşünceleri atarak, kalbi Ellah zikrine bağlamaktan ibârettir.
Şu olsaydı – şu olmasaydı arzusu kalbi devamlı meşgul eder ve Mevlâyı zikretmeyi engeller.” Bu tarife göre, kalbin devamlı olarak (24 saat) Ellah, Ellah, Ellah, …. diye zikretmesi, o kalbe nakşolmuş iman’nın apaçık göstergesidir ve o kalbin sahibinde şüpheler, acabalar yoktur.
c) Zamirin İşte bu Yâsin’dir makamında ise, “Âlim arazdır. Ancak, İlim ile var olabilir.” hükmü esas alınır. Bu esasa göre de;
(*) Ellah Teala, mütekellim-i ezelidir ve Hz. Rasulullah (s.a.v) de, mütekellimdir. başkası değil.
(*) Ellah Teala, Kur’an-ı Kerimdeki oniki muttasıl zamir sığası ve oniki munfasıl zamir sığasıya muhatabına kendini yaşatarak anlatır. Yani önce yaşarsın, sonra da idrâk edersin. Halk arasında “Baba olduktan sonra mânasını idrâk edersin. daha önce değil.” dememiz gibi. Muhatabına, bilenin ve anlayanın kendisi olmadığını tâlim ettirerek öğretir.
d) ( مُتَكَلِّم ) “mütekellim” kelimesinin anlamı : “Hâli, davranışları ve kelimeleriyle (yazarak / söyleyerek) Hakkı anlatan kişiye, mütekellim vahde( أَنَا ) denir. Başkasına değil.” Bu tarif, أَنَاZamirinin İşte bu Yâsin kademedeki tarifidir.
f) ( غَائِب ) “Gâib” kelimesinin anlamını tesbit için ( هُوَ ) zamirinin bir tarifi yapılamadı. Çünkü Gâib kelimesi, ism-i fâil kalıbında gelmekte ve “Ellah Teala bir yarattığını bir daha yaratmaz” hükmü vardır. Sadece bir kaç hatırlatma aşağıda verildi.
Hz. Ebubekir Sıddık (r.a) : “Yâ ilâhi, seni idrak etmekten aciz olduğumu idrak ettim.” buyurdu.
Muhiddin Rabi (k.s): “Kuvvet, ( هُوَ ) nin Lâzım-ı gayrı mufârikidir. Şöyle de söylenebilir: Ellah Teala, kulunun isteği doğrultusunda kuvveti kullanandır. (Mufârik: İf’al BAB’ının ism-i mefulüdür. Bu BAB’da: Fâil, mefule tâbi olarak iş yapar bilgisi saklıdır.)”
Râbia Edeviyye (k.s): “Mâşukum! Sen bana tecelli edince, ben seni göremem ki. Sen tecelli ettiğin vakit, ben sende yok olurum. Yine seni, senin gözünle görürüm.”
4.idrâk makamı : ( قُرْءَانٌ مُبِينٌ ) “Kur’an-ı Mubîn” makamı, Esmâ-i Nebî’nin ve vârisininmakamıdır. “Her şey arazdır. O tefsir-i sırrı Kur’an’dır.Cümle müşkül onunla âsandır.” hükmüne göre eğitim görülür. Ayrıca aşk makamı ve Hakk’ı konuşan kitap makamı da denebilir.
Şöyle de söylenebilir : Zamirin Kur’an-ı Mubîn makamında, “Her şey arazdır. Buna ancak Fakr ahlâkı ile ahlâklanan, şâhidlik edilebilir.” hükmü esas alınır. Bu esasa göre de;
Fakr ahlâkının anlamını Kur’an-ı Kerim’e / Kur’an-ı Mübîn’e âşık olan ve sadece mâşuk’unu dinleyen – anlayan -susan ve gözyaşı ile tövbe eden anlayabilir. Ellahu Âlem. Delili ;
7/204 ( … وَإِذَا قُرِئَ الْقُرْءَانُ ) “Kur’an okunduğu vakit – hemen O’nu dinleyin – ve anlamaya çalışın – umulur ki siz merhamet olunursunuz.”
7/205 ( … وَاذْكُرْ رَبَّكَ فِي نَفْسِكَ ) “ve Rabbini zikret – kendi içinden gelerek, yalvararak, ve korkarak – cehri sözden daha az – sabahları ve akşamları zikret – ve gâfillerden olma.”
6/75 ( وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ ) “İbrâhim’e semâların ve arzın mülkünün ihtişâmını, böylece gösteriyorduk – Yakîn sahiblerinden olsun.”
Ayrıca; “Kur’an, Ali ile beraber. Ali, Kur’an ile beraber” Hadis-i Şerifi ve Hz. Ali k.a.v‘nin meâlen “Konuşanı, konuştuğu anda tanırız. Susanı ise, “O Gün” tanırız” şeklindeki açıklaması zamirin bu makamdaki tarifiyle ilgilidir.
Mütekellim (söyleyen, konuşan, birinci şahıs), dâima Hz. Rasulullah (s.a.v) dir. Ellah Teala ise, Mütekellim-i ezelî‘dir. 10/16 daki ( لبث ) fiili sadece 4.BAB’dan gelir ve “Ayet okuyana hitap eder” kâidesi vardır.
Muhatab, dâima dinleyip anlayan ve uygulayandır. Duyup da anlamayan veya anladığı halde uygulamayan ise, muhatab olamaz. Meselâ, söylediğimizi yapmayana “Sen beni dinlemiyorsun.” dememiz gibi. Gâib de, dâima hakkında bahsedilendir
Bu durum sadece Kur’an-ı Kerim için geçerlidir ve hiç bir Ayet-i Kerimede değişmez, asıldır. Cümlede ise, kıyâsidir. Yani aynı kişi konuşurken mütekellim, dinlerken (duyup yapan) muhatab ve hakkında söz edilirken gâib olur.
“Kur’an-ı Mubîn” makamındaki iman’ın tarifi, 4.BAB dan gelen 4/13 ( ءَامِنُوا ) “Ellah Teala ile ve Rasulü ile ve Kitab ile her an ve her yerde güvende olanlar” dır. NUR’dur. Lutfedilen bir sıfattır ve çalışılarak kazanılmaz. Bu nur sayesinde Yüce Ellah’ın kayyûmiyetî ( yarattıklarını koruyup yönettiğini) müşâhede eder. Devamlı O’nun tarafından gözetildiğini ve himaye edildiğini görür. Bu himaye devam etsin diye hep O’na nazar eder. Böyle olunca artık nefs (vasıfları) ve heva (vasıflanmaları) onda etkili olamaz.” NOT : Hz. Rasulullah’ın (s.a.v) isimlerinden birisi de Seyyidunâ Kayyîm (Ümmetini koruyup, yöneten) dir.
(a) Kelâm’dan başka hiç bir şeyle ilgilenmeden, çok uzun bir süre düşünme tâlimlerinin yapılması gerekir.
(b) Hz. Ali (k.a.v)’nin Hz. Resûlullah (a.s.v)’a uyup, O’nu 23 sene izlediği gibi kendisinin de Mürşid’ine uyması ve O’nu izlemesi gerekir.
(c) Kur’an-ı Mubîn makamına kadar öğrendiği tüm bilgileri âdeta unuttuktan sonra, lütfedilen yeni bir ilimle Kelâm’ı yeniden (sil – baştan); tezekkür, tefekkür, tedebbür ve muhabbet ile tâlim etmesi gerekir.
(Kelâm : Kelâm-ı Kadîm olan Kur’an-ı Kerim, Hadis-i Kudsî, Hadis-i Şerif ve Kelâm-ı Kibar olan, Ellah dostlarının sözlerini kapsar.)
Örnek-1 : Şems-i Tebîzî (k.s), Mevlâna hazretlerinin (k.s)’nin bütün kitablarını bir havuza atmış, sonra ilmini kalblerine akıtmıştır. Tıpkı şu Hadis-i Şerif’deki gibi meâlen: “Ellah Teala kalbime ne koyduysa, Ali’nin kalbine akıttım.” Lütfedilen bu ilim ile de Kelâm’-ı Kadîm’i yeniden (sil – baştan); tezekkür, tefekkür, tedebbür ve muhabbet ile tâlim etmeye başlamış.
Örnek-2 : Şah-ı Nakşibent (k.s) : “Kâmil mürşidler, usta avcılara benzerler. Onlar, vahşi canavarlara dönüşmüş insanları tuzağa düşürüp yakalarlar, sonra onları terbiye edip ehlileştirirler.”
Ayrıca, zamirin Kur’an-ı Mubîn makamında ZAMAN‘nın olmaması, Ayet-i Kerimelerdeki mazi fiil cümleleri ile muzari fiil cümlelerini bir referans noktasına göre mânalandırmayı zorunlu kılar. Bir Ayet-i Kerime’deki emri idrâk ettiğimiz ânı referans noktası (VAKİT, Oluş ânı) olarak kabul edip; bu oluş ânından önceki fiillerimizi mâzi fiil ile, sonrakilerini de muzâri fiil ile ve sıfatlarımızı da masdar ile karşılaştırmalı olarak düşünme tâlimleriyle kendimizi gözlemleriz.
Tasavvuf kitablarında rasladığım zamirin Kur’an-ı Mubîn makamındaki tarifleri çok çeşitli. Bunlardan biri :Vücud, cûdi ilâhi. Hayat, bahşi kerîm. Nefes, atiyeyi rahmet. Kelâm, fazlı kadîm. Beden, binâi hudâ. Ruh, nefhayı tekrim. Kuvâ, vedia-i kudret. Havas, sun-i hatim. Bu kâr-ı hanede bilsem ki neyim. Nem var benim.
……………
5.idrâk makamı : Esmâ-i İlâhi, adaleti tesis etmekle görevli isimler (sıfat, mevsûf ve zuhuru olan fiiller) 5.idrâk makamındaki zamirdir.
Delil-1 : İbn’i Hâcib (r.a)’nın zamir tarifinde geçen ( وُضِعَ ) meçhul mazi fiili, Kur’an-ı Kerim’de 18/49 ve 39/ 69 ( …وَ وُضِعَ الْكِتَابُ ) Ayet-i Kerimesi: Adaleti vaz’ etmek maksadıyla nâibu fâil olarak görevlendirilen marife_kitab konuldu anlamındadır.
Delil-3 : Delâilü’l-Haytrât’daki bir Salavat-ı Şerifede, خَلَقَ fiilinin anlamını açıklayan kısmı : ” … Ey sözü Hak olan ve وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ “Sizi ve yaptıklarınızı Ellah yarattı.37/96” meâlindeki âyette (bize) buyuran Ellahım! Ellah’ın hiçbir kulundan, hiçbir söz, fiil, hareket ve hareketsizlik meydana gelmez. Ancak O’nun ilmi, kazâ ve kaderinde olması gerektiği şekilde nasıl geçiyorsa, o şekilde meydana gelebilir ….”
Kur’an-ı Kerim‘deki muttasıl zamirlerin taşıdıkları anlamlar da, Sarf ve Nahiv dekinden farklıdır. Şöyle ki :
Kur’an-ı Kerim’deki ( كَ ~ ) nin çoğulu, ( كُمْ ~) değildir. Çünkü üç tane ( كَ ~) aynı zamanda bir araya gelmez. Farklı zaman dilimlerinde gelen ( كَ ~ ) leri anlatırken de, ( هُمْ ~) gelir. 19/58’deki gibi.
……………
İdrâk edemeyen zamirin üç makamı vardır :
Ellah Teala bu kişileri ; muhatab almaz, onlara hitap etmez ve namaz kılmaya niyet etmelerine izin vermez. Çünkü namaza niyet, Ellah Teala’nın iznine bağlıdır. Namaz kılmak ise, Hz. Rasulullah’ın (s.a.v) emrine bağlıdır.
(1) Nefsini İlâh edinenin makamı : Kendi zamirinin yine kendi nefsi tarafından hapsedildiği makamdır. Örnek : “Nefsini İlâh edineni gördün mü?”
(2) Saptırılanın makamı : Kendi zamirini Ellah Teala ile Hz. Rasulullah (s.a.v) in emir ve yasaklarına aykırı olarak, başkasının hizmetine verenlerin makamıdır. Örnek : 7/38, “… Rabbimiz işte bunlar bizi saptırdılar – onlara ateşten iki kat azâb ver …” diyerek ahirette pişmanlıklarını bildirecek olanlar gibi.
(3) Kalbi mühürlenenin makamı : Örnek :2/6,7 “Muhakkak ki o kâfirleri uyarsan da, uyarmasan da müsavidir, iman etmezler. Ellah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinin üzerine de perde çekmiştir ve onlar için azîm bir azâb vardır.”
Örnek : Hz. Mevlâna (k.s) : “Nice insanlar gördüm, üstünde elbise yoktu. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yoktu.” Kelam-ı Kibarı bu gerçeği anlatır.