- 1) Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler’de, SIFAT kelimesi nasıl tarif ediliyor? ve Lügat tarifleriyle aynı mıdır? sorularının cevapları arandı ve tesbit edilenler aşağıda özetlendi:
- Osmanlıca Lûgat’da;
- Sıfat ( صِفَةٌ ) kelimesi, “Bir kimse veya şeyin hâl ve vasfı, keyfiyeti. Sûret, çehre, yüz. Nişan, alâmet. Bir şeyin keyfiyetini izah için kullanılan kelime” olarak tanımlanmış.
- Ayrıca; Sıfat-ı ayniye, Sıfat-ı semâiye, Sıfat-ı Cemâliye, Sıfat-ı İlâhiye, Sıfat-ı fiiliye, Sıfat-ı selbiye, Sıfat-ı sübutiye, Sıfat-ı Zâtiye, Sıfat-ı adadiye, Sıfat-ı işâriye, Sıfat-ı hâssa’nın tanımları yapılmıştır.
- Arapça-Türkçe Lûgat’da;
- 3.Bab’daki anlamı: ( نَعَتَ يَنْعَتُ نَعْتاً هُ onu vasıflamak, onu nitelemek. Müteaddi fiil),
- 5.Bab’daki anlamı: ( نَعُتَ يَنْعُتُ نَعَاتَةً İyi hasletlerle vasıflanmak. Lâzım fiil),
- 2.Bab’daki anlamı: ( وَصَفَ يُصِفُ وَصْفاً Bir şeyi nitelemek, tavsif etmek, sıfatlarını söylemek. Kesbîdir ve sâridir.),
- 5.Bab’daki anlamı: ( وَصُفَ يُصُفُ وَصَافَةً Hizmette pek mükemmel olmak. Vehbîdir ve görevlidir.)
- ( صِفَةٌ ) SIFAT, galiba وصف Kök’den feal fiili hazf edilerek türetilmiş Osmanlıca bir kelime. (Yanlış da olabilir).
- Sarf-Nahiv Kitaplarında;
- Sıfat, bir şarta bağlı olmadan mevsufunda (sıfatlananda) mevcut olan bir mânayı kendisine ve dinleyene bildirendir. Vehbî dir Bu nedenle, “vehbî bittebiyye mamul“dur:
- Sıfat şu dört hususta da mevsufuna tabidir : (a) Marifelik-nekrelik, (b) Müzekkerlik-mühenneslik, (c) Hareke (İ’rab) ve (d) Teklik-ikilik-çokluk.
- Örnek : ( رَجُلٌ مُؤْمِنٌ ) “Mü’min adam” bir sıfat tamlamasıdır. Birinci kelime ( رَجُلٌ ) mevsuf ve ikinci kelime ise ( مُؤْمِنٌ ) mevsufun sıfatdır.
- Mevsuf ; (1) Elif-lâmlı bir isimle de sıfatlanır, (2) Mevsul ile sıfatlanır, (3) Elif-lâmlı bir kelimeye muzaf olan lafız ile sıfatlanır, (4) Şayet mevsuf ism-i işâret ise, elif-lâmlı bir sıfatla sıfatlanır.
- Sıfat’daki Saklı Bilgiler ;
- (1) Mevsufu nekre olan sıfat, tahsislik ifâde eder. “Âlim adam” gibi,
- (2) Mevsufu mârife olan sıfat, açıklık ifâde eder. “Zeyd zarîfdir” gibi,
- (3) Sıfat, mevsuf’unu över. “Bismilllâhirrahmânirrahim” gibi.
- (4) Sıfat, mevsuf’unu zem eder. Eûzu billâhi mineşşeytanirracîm” gibi
- (5) Sıfat, mefsuf’unu te’kid eder. ( نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌ ) “Bir nefes” de olduğu gibi. Çünkü buradaki ( نَفْخَةٌ ) “Nefes” lafzından teklik mefhumu anlaşıldığı için ( وَاحِدَةٌ ) “Bir” lafzının te’kid için geldiği olduğu anlaşılır.
- (6) Zamir sıfat da olmaz, mevsuf da olmaz.
- (7) Sıfat tamlaması (sıfat ve mevsuf) ; Kimlerin davranışlarını sergilediğini, bir şeyin halini, nasıl bir şey olduğunu, görünüşünü göreceli olarak tasvir eder. İsbatı gereksizdir. İsbatı istenmez. Mânası cümle içinde mevcut olduğundan tarife gerek kalmaz. Anlayabilmek için bir olaya ihtiyaç yoktur. Bu gün güzel denilene, yarın çirkin denilebilir veya birinin güzel dediğine diğeri çirkin diyebilir.
- Örnek : “İsrâil oğulları” nın davranışlarını sergileyen, ilgili Ayet-i Kerimelerin de muhatabıdır. “Âdem oğlu” ise, davranışlarında kendisiyle ilgili Ayet-i Kerimeleri sergiler.
- Sıfat Cümlesi :
- 1) Nekre isimlerden sonra gelen; isim cümlesi, fiil cümlesi ve şibhi cümlelere (zarf veya harficerli cümle parçalarına) sıfat cümlesi denir. Nekre isim de, mevsuf olur. Bu nedenle mevsuf’un sıfatı – bir kelime değil de – bir olay veya bir durumdur.
- Şöyle de söylenebilir : Sıfat cümlesi bir olayı veya durumu haber verdiği için, kendisinde saklı bir emir ve saklı bir hüküm vardır.
- Sıfat cümlesinde, cümleyi mevsuf’a bağlayan ve sıfatla mevsuf arasındaki bütün uyum şartlarını taşıyan bir zamir bulunur. Bazan bu zamir hazfedilmiş veya müstetir olabilir.
- Bu nedenle de sıfat cümlesini tahlil etmeden sıfatın ve sıfatlananın (mevsûf’un) tarifi yapılamaz, saklı bilgiler tesbit edilemez. Mevsuf’a ârif olunamaz. Örnek :
- 2/148 : ( … وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلِّيهَا ) “ve her biri için bir yönü vardır. O ona yöneltilir …” Ayet-i Kerimesinin (İsim cümlesinin) tahlili ve i’râbı ;
- ( وَ ) ve : Cümlede 13 çeşit görevi vardır ve her biri, cümleye ilave bir anlam katar.
- ( لِكُلٍّ ) herbiri için (vardır) : Haber-i mukaddem, herficer ve mecrurdan oluşan şibhi cümle mânevi âmil ile REF mahallindedir.
- Haber-i mukaddem’de “Ahirette göreceğinizi (dünyada değil) şimdiden size haber veriyorum.” bilgisi saklıdır.
- ( وِجْهَةٌ ) bir yön : Mübtedâ muahhar, merfu, mânevi âmil ile REF mahallindedir. Aynı zamanda bu nekre isim, mevsuf’dur.
- ………………
- ( هُوَ مُوَلِّيهَا ) O ona yöneltilir : isim cümlesi, nekre olan ( وِجْهَةٌ ) kelimesinin sıfatıdır.
- ( هُوَ ) O : Sıfat cümlesinin mübtedâ’sı olan merfu munfasıl zamir, mânevi âmil ile merfudur. Bu nedenle mübtedâ’da “Ellah Teala’nın Esmâsını mübteda’da seyret” bilgisi saklıdır.
- Merfû munfasıl zamirlerin FİİLLERİNİ ; (a) Bilmekle sorumluyum, (b) Bildiğim kadarını uygulamaktan sorumluyum, (c) Sorana bildirmekle sorumluyum, bilgisi saklıdır.
- ( مُوَلِّي ) yöneltilir : Haber, merfu, muzaf ve ism-i mef’ul.
- İsm-i meful’de : İsm-i meful, meçhul fiil (vehbî fiil) anlamını verir. “GÖSTERİLDİĞİ an, YÖNELİRLER. Gösterilmez ise, yönelmezler anlamı saklıdır.
- ( هَا ) ona : muttasıl zamir CER mahallinde mecrurdur, muzafun ileyhdir ve muzaf’ın fâilidir.
- Mecrur muttasıl zamirlerin DAVRANIŞLARINI önce ÖLÇÜP sonra KARAR VERMEKLE sorumluyum. Zamir, bir isimle birleşince muzâfun ileyh (Fiilin Çıkış Kaynağı) olur
- Beni, Sultan Seyda Muhammed Râşid El-Hüseynî (Erol)’a yönelten Rabbime, Hamd ederim.
- 2/148 deki saklı bilgiler :
- (a) Kime-Neye yöneliyorsan ve Kimi-Neyi hayal ediyorsan, Kimin-Neyin hayalini kuruyorsan, senin sıfatın işte odur. Başkası değil.
- (b) Ellah Teala aynı sıfatta olanları bir araya getirir. Şüphesiz ki Ellah Teala her şeye gücü yetendir.
- (c) Karşılaştığın kişiler, sıfatlarına ve vasıflarına birer aynadır. Onlarda sadece kendinde olanı görürsün, olmayanı da göremezsin. Onlarda gördüğün sıfatlara hamd et ve gördüğün vasıflara da tövbe et.
- (d) Hz. Resûlullah a.s.v’ın sıfatlarıyla sıfatlanmaya tâlip olun. Çünkü Hakk gelince, bâtıl yok olur. Yani, vasıflandığından temizlenirsin.
- 2) Sıfat, isim cümlesi ise:
- ( مَكَّةُ مَدِينَةٌ تَارِيخُهَا قَدِيمٌ ) “Mekke, tarihi eski bir şehirdir.” terkibindeki yan cümle olan görev yapan isim cümlesi ( تَارِيخُهَا قَدِيمٌ ), nekre isimden sonra gelen bir sıfat cümlesidir ve bu cümle ( هَا ) zamiriyle mevsuf’a bağlanmıştır.
- 3) Sıfat, fiil cümlesi ise:
- ( جَاءَ رَجُلٌ رَأَيْتَهُ ) “Gördüğüm adam geldi.” ifadesindeki yan cümle olan görev yapan fiil cümlesi ( رَأَيْتَهُ ), nekre isimden sonra gelen bir sıfat cümlesidir ve bu cümle ( هُ ) zamiriyle mevsuf’a bağlanmıştır.
- Sıfat_fiil_cümlesi, temel cümledeki mevsûf’a ..en, ..an, ..dığı ekiyle bağlanır.
- 4) Sıfat, şibhi cümle (zarf) ise:
- ( نَظَرْتُ أَوْلاَداً تَحْتَ الشَّجَرَةِ ) “Ağacın altında olan çocuklara baktım.” ifadesindeki yan cümle olan görev yapan şibhi cümle ( تَحْتَ الشَّجَرَةِ ), nekre isimden sonra gelen bir sıfat cümlesidir ve şibhi cümleyi mevsuf’a bağlayan zamir hazf olunmuş..
- Sıfat_şibhi (zarf)_cümlesi, temel cümledeki mevsufuna ..bulunan, daki,..olan diye bağlanır.
- 5) Sıfat, şibhi cümle (car, mecrur) ise:
- ( شَاهَدْتُ طَائِرَةً فِي الْجَوِّ ) “Havadaki uçağı gördüm.” ifadesindeki yan cümle olan görev yapan şibhi cümle ( فِي الْجَوِّ ), nekre isimden sonra gelen bir sıfat cümlesidir ve bu cümleyi mevsuf’a bağlayan zamir hazf olunmuş.
- Sıfat_şibhi (car-mecrûr)_cümlesi, temel cümledeki mevsufuna ..bulunan, daki, …olan diye bağlanır.
- Kur’an-ı Kerim’de ;
- Sıfat :
- Kur’an-ı Kerim’de ( صِفَةٌ ) kelimesi ve ( نعت ) kökünden türemiş bir kelime yok (bulamadım)
- Ancak, İbnu Abbas (r.a) hazretleri, 2/174’ün nüzul sebebini anlatırken, Hz. Rasûlullah a.s.v’ın sıfatlarıyla ilgili olarak hem ( صِفَةٌ ) kelimesini, hem de ( نعت ) kelimesini kullanmış.
- Sıfat tamlaması :
- 31/19 ( وَاقْصِدْ فِي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَ إِنَّ أَنْكَرَ الْأَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَمِيرِ ) “Yürüyüşünde ölçülü yürü, orta yol tut, sesini alçalt – gerçekten en kötü ses, elbetteki merkebin sesidir.”
- Ayet-i Kerimesindeki “.. en kötü ses, …” olarak geçen sıfat tamlaması da, “Ey kulum! Bağırarak konuşmandan RAZI DEĞİLİM” veya “kendini bir hayvanla kıyaslama” veya “hayvan için gerekli olanı taklit edersen, hayvanlaşmış gibi olursun” gibi anlamlar saklıdır.
- Aksi halde, Ellah Teala’nın yarattığını ve takdirini çirkin görmüş oluruz. Bu nedenle de, Sıfat tamlamasının Kur’an-ı Kerim’deki anlamı, Arapça’daki anlamından çok farklıdır.
- Aynı şekilde, Kur’an-ı Kerim’deki ( الْاَسْمَاءُ الْحُسْنَى En güzel isimler) sıfat tamlaması da, “Hz. Resûlullah a.s.v’ı örnek alarak, isimlerimle isimlenenden RAZIYIM” anlamındadır, “bana göre bu güzel” gibi göreceli (kıyâsi) bir anlamı olamaz.
- Bir Ayet-i Kerime’nin mânası olan (sıfat) ve okuyan / dinleyen, birlikte sıfat tamlaması olur. Yani, dinleyen de o mâna ile sıfatlanır.
- Şöyle de söylenebilir : Ellah Teala, mütekellim-i ezelidir. Hz. Muhammed (s.a.v) mütekellimdir. Her bir Ayet-i Kerime sıfat’tır ve Hz. Muhammed (s.a.v) mevsuf’tur. Ayet-i Kerimeyi dinleyen (muhatab olan) ise, o ayet (Kelâm) ile birlikte bir sıfat tamlaması oluşur. Bu nedenle, Ellah Teala ve Habibine (s.a.v) hürmeten Kur’an-ı Kerim’i dinlemek farz’dır ve konuşmak, mekruhtur.
- Ancak, TV veya kasette okunan Kur’an-ı Kerimi dinlemek farz değildir. Çünkü TV’den gelen sesin sıfat özelliği olmadığı için, sıfat tamlaması da oluşmaz.
- “Sıfat tamlamaları müfred hükmündedir.” kâidesinde de; mevsuf’un fiili, sıfatının zuhurudur. anlamı saklıdır.
- Şöyle de söylenebilir : Ayet-i Kerimeyi dinleyenin fiili, Ayet-i Kerimenin zuhurudur. Bir Ayet-i Kerime’ye mevsuf olan kişi bu sıfattan; hem kendisi faydalanır hem de başkaları fayda görür.
- Çünkü mevsuf, varlığı ile mübtedâ ve davranışlarıyla da haber olmuştur. Ayet-i Kerime’yi ; hem yaşar, hem başkalarına anlayabileceği bir lisan ile anlatır, hem de örnek olur.
- “Haber, gözle görmek gibi değildir.” Kelâm-ı Kibarı’nda da benzer bilgi saklıdır : “Haber, görmekten sonra gelir, daha önce değil. Bu nedenle, Ayet-i Kerime’ye mevsuf olmaya da, haber denir.” Her gördüğümüz veya duyduğumuz şeyden, bir Ayet-i Kerimenin haberi (hükmü, emri) bilinebilir.
- Kur’an-ı Kerim’deki SIFAT ve Sıfat Tamlaması nın anlamını ve sakladığı bilgileri tesbit etmek, Ellah Teala’nın hükmünü / emrini bilmek, Yâkin ilmini tâlim etmek için lâzımdır.. Aksi halde zan ile hüküm veririz ve emrini idrâk edemeyiz. Çünkü ilim, ezeli bir sıfattır. Bilgi ise, günlük bir sıfattır.
- Örnek, 96/5’de ; ( عَلَّمَ الْإِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ ) “Bilmediği şeyleri insana öğretti.” haberi, mâzi sıgasıda gelmiştir.
- Ayrıca, üniversitedeki ders kitablarını okuyarak; anlarız ve konuşarak anlatırız. Kur’an-ı Kerimi ise ; sıfatlanarak anlarız, davranışlarımızla anlatırız, ancak Ellah Teala’yı idrâk edemeyiz. Örnek :
- A’râf Suresi, 180’de ( وَ لِلهِ الْاَسْمَاءُ الْحُسْنَى En güzel isimler Ellah’ındır.) Ayet-i Kerime’sinde REF hâlinde gelen ve mübteda-i muahhar olan “İsimler”in sahibinin (Haber-i mukaddem) olduğunu ve bu nedenle de, mânalarını da sadece kendisinin bildiğini, bizlerin ise, bunları idrakten aciz kalacağımızı anlatır.
- Örnek : Hz. Ebubekir Sıddık (r.a) “Yâ Rabbi! Seni idrak etmekten aciz olduğumu idrak ettim” buyurdu.
- 2/31’de ( وَ عَلَّمَ ءَادَمَ الْاَسْمَاءَ كُلَّهَا … ve Âdeme bütün isimleri öğretti …) Fiil cümlesindeki fiil, TEF’ÎL Bab’ındadır ve iki meful almıştır Burada sıfatın anlamı saklıdır: “Sıfat, Ellah Teala’nın giydirdiği NUR’dan LİBAS’dır.” Bu libası taşıyana mevsuf denir. Mevsuf’un işlerine de, “Abdurrahmân’ın, Abdulhâdi’nin, …” işleri denir.
- Şöyle söylenebilir. Esmâ’nın nuru ile nura bürünen KİŞİ arasındaki ilişki, Mektup ile O’nu saklayan MEKTUB ZARFI arasındaki ilişki gibidir.
- Şöyle de söylenebilir. “O kulumu gören göz, ÖNCE Esmâ’mın nurunu görür ve SONRA da benim hatırım için O kuluma hizmet ve itaat eder.
- Hissedilen şefkat ve merhamet duygusu, sadece Hz. Rasûllulah’ı (a.s.v) sevene giydirilen merhamet libasının bir göstergesidir. Çünkü Hz. Resûllulah a.s’ ( رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ Âlemler için Rahmet’tir.) dir.
- 55/1 Er-Rahmân haberi saklı olan bir isim cümlesidir. Bu isim cümlesinin haberi ne olabilir ? sorusuna cevap aramak için, Er-Rahmân Esmâ-ül Hüsnâ’sıyla ilgili dört Ayet-i kerime seçildi (NOT : Er-Rahmân isimi, Besmele-i Şerif’ler hariç, 56 defa zikredilmiş ve daima marife olarak gelmiştir.) :
- MERFÛ için Bakara Suresi, 163 : ( … اَلرَّحْمَانُ… Sizin ilâhınız tek ilâhdır. Ondan başka ilâh yoktur. O Rahmân ve Rahîm’dir)
- MANSÛB için Kâf Suresi, 33 : ( … اَلرَّحْمَانَ… Gaybî olarak Rahmân’dan haşyet duyan ve yönelmiş kalb ile gelen kimse …).
- Harficer ile MECRUR için Meryem Suresi,18 : ( … بِالرَّحْمَانِ… Meryem dedi: Gerçekten ben senden Rahmân’a sığınırım. Eğer Ellah’dan sakınansan).
- Zarf ile MECRUR için Meryem Suresi, 87: ( … عِنْدَ الرَّحْمَانِ… Kimse şefaat etmeye malik değildir. Ancak Rahmân’ın katından ahit alanlar müstesnâ.).
- Muzaf ile MECRUR için Meryem Suresi, 58, SECDE AYETİ : ( … اَيَاتُ الرَّحْمَانِ… İşte bunlar Ellah’ın kendilerine nimet verdiği kimselerdir – Peygamberlerden – Âdem soyundan – Nuh ve beraber gemiye binenlerden – İbrahim ve İsrail’in zürriyetinden – hidayet vererek seçtiğimiz kimselerden – onlara Rahmân’ın ayetleri okunduğu vakit – ağlayarak secdeye -hem zahiren, hem de bâtınen- kapanırlardı.)
- .
- Kur’an-ı Kerim’deki sıfatın mevsufu, sadece Sıfat’ın Ellah Teala’ya ait olduğuna şahitlik eder. Örnek :
- (a) Nekre olarak gelir. Yûsuf Suresi, 76 : “Her bilgi sahibinin üstünde daha bir bilen vardır.”
- (b) Masdar olarak gelir. Kehf Suresi, 65 : “O’na tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.”
- (c) Mecrur olarak gelir. Zümer Suresi, 37 : ( اَ لَيْسَ اللهُ بِعَزِيزٍ ذِى انْتِقَامٍ Ellah çok güçlü intikam sahibi değil mi?)
- Ayet-i Kerime’sindeki ( بِعَزِيزٍ ذِى انْتِقَامٍ ) sıfat tamlamasının; mecrur ve nekre olması, intikamın belirsiz bir vasıta ile alınacağını anlatır.
- ( بِ ) harficeri, bir sebebe bağlı olarak mevsuf görevini yükleneni (isteye bağlı olarak değil) saklı olarak anlatır.
- Sıfat mevsuf’a tâbi olduğu için, Ellah Teala’nın sıfatını da, görevli olanda apaçık görülebilir.
- SIFAT Ellah Teala’nın Zatı’na aittir. Sıfat Tamlaması: Esmânül Hüsnâ ve mevsufun birlikte, tek bir şey ifade etmesidir. Sıfatın mânası, sadece Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerden kısmen öğrenilir ama, idrak etmek mümkün değildir.
- Örnek: ( أَعْبُدُ اللهَ الْعَظِيمَ ) “Azîm olan Ellah’a ibadet edirim.” cümlesindeki ( اللهَ الْعَظِيمَ ) bir sıfat tamlaması ve cümlenin de mefulü bih’idir. Son harfi fethalı ve marife olan birinci isim ( اللهَ ) mevsuftur.
- Son harfi fethalı ve marife olan ikinci kelime ise, ( الْعَظِيمَ ) mevsufun sıfattır.
- Sonuç : Mevsuf, mânevi bir ayna gibidir. Görene, iç dünyasını gösterir. Örnek;
- (1) Yaratılanı, Ellah Teala’dan dolayı seven “ne güzel yaratılmış” der. Yaratılanı nefsi için seven, “ne kadar güzeldir” der.
- (2) Canı kim ki CÂNÂNI için sever, CÂNÂNI sever. Canı için kim ki CÂNÂNI sever, canı sever.