SIFAT CÜMLESİ
Sıfatlar müfred (tek) bir kelime olarak geldiği gibi isim cümlesi, fiil cümlesi ve şibh-i cümleden[9] de oluşabilir. Nekre isimlerden sonra gelen cümleler ve şibh-i cümleler o kelimenin sıfatı olurlar[10] ve bu yan cümlecikler yani isim ve fiil cümlesi olarak gelen sıfatlar tercüme edilirken ..en, ..an, ..dığı ile temel cümleye bağlanırlar. Şibh-i cümlelerden oluşan sıfatlar ise temel cümledeki mevsuflarına ..bulunan, …olan diye bağlanır. Sıfat cümlesinde sıfat cümlesini mevsûfa bağlayan, sıfatla mevsûf arasındaki bütün uygunluk şartlarını taşıyan bir zamir bulunur. Bazen bu zamir hazfedilmiş (kaldırılmış) ya da müstetir (gizli) olabilir[11].
جاَءَ رَجُلٌ رَأَيْتُهُ. | Gördüğüm adam geldi. |
رَأَيْتُ رَجُلاً جاَءَ. | Gelen bir adam gördüm. |
Nekre isimleri niteleyen isimler, cümleler ve şibh-i cümleleri ayrı örnekler halinde işlememiz konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
a) Sıfat İsim Cümlesi:
مَكَّةُ مَدِينَةٌ تاَرِيخُهاَ قَدِيمٌ. | Mekke, tarihi eski bir şehirdir. |
هَذاَ رَجُلٌ عَمُّهُ عاَلِمٌ. | Bu, amcası alim bir adamdır. |
تَرَكَ الشاَّفِعِيُّ مُؤَلَّفاَتٍ نَفْعُهاَ عَظِيمٌ. | Şâfiî, faydası büyük eserler bıraktı. |
اَلشاَّفِعِيُّ عاَلِمٌ مُؤَلَّفاَتُهُ كَثِيرَةٌ. | Şâfiî, eserleri çok olan bir alimdir. |
هُوَ رَجُلٌ وَلَدُهُ عاَقِلٌ. | O, çocuğu akıllı olan bir adamdır. |
b) Sıfat Fiil Cümlesi:
بَشيِرُ مُسْلِمٌ يُصَلِّي وَ يَصوُمُ. | Beşir namaz kılan ve oruç tutan bir müslümandır. |
رَأَيْتُ مُهَنْدِساً يَعْرِفُنِي. | Beni tanıyan bir mühendis gördüm. |
رَأَيْتُ طِفْلَةً تَعْرِفُنِي. | Beni tanıyan bir çocuk gördüm. |
قاَبَلْتُ مُهَنْدِساً يَعْرِفُنِي. | Beni tanıyan bir mühendisle karşılaştım. |
سَمِعْتُ طِفْلَةً تُناَدِينِي[12]. | Beni çağıran bir çocuk işittim. |
قَدْ جاَءَ رَسُولٌ (مِنْكُمْ ) دَعاَناَ إِلَى الْإِسْلاَمِ. | Sizden (içinizden) bizi İslâm’a çağıran bir elçi gelmiştir. |
شَكَرْتُ طَبِيباً يُعاَلِجُنِي[13]. | Beni tedavi eden doktora teşekkür ettim. |
| |
أَسْرَعْتُ[14] إِلَى رَجُلٍ يَطْلُبُ الْمُساَعَدَةَ. | Yardım isteyen adama koştum. |
c) Sıfat Şibh-i Cümle (Zarf ):
نَظَرْتُ أََوْلاَداً تَحْتَ الشَّجَرَةِ. | Ağacın altındaki çocuklara baktım. |
نَظَرْتَ قاَئِداً حَوْلَ الْمُعَسْكَرِ. | Kampın etrafındaki komutana baktın. |
نَظَرْتِ طاَلِبَةً أَماَمَ الطاَّوِلَةِ. | Masanın önündeki öğrenciye baktın. |
نَظَرْتِ طاَلِبَةً عِنْدَهاَ دَراَّجَةٌ. | Yanında bisiklet bulunan öğrenciye baktın. |
رَأَيْتُ مُدَرِّساً خَلْفَ الصَّفِّ. | Sınıfın arkasındaki öğretmeni gördüm. |
d) Sıfat Şibh-i Cümle (Câr-Mecrûr):
شاَهَدْتُ طاَئِرَةً فِي الْجَوِّ. | Havadaki uçağı gördüm. |
أَخَذْتُ وَرْدَةً عَلَى الطاَّوِلَةِ. | Masanın üstündeki gülü aldım. |
نَظَرْتِ صُورَةً عَلَى الْجِداَرِ. | Duvarın üzerindeki resme baktın. |
هَلْ سَلَّمْتَ عَلَى رَجُلٍ فِي الناَّدِي ؟ | Kulüpteki adama selâm verdin mi? |
¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯
SIFAT TAMLAMASI İLE İLGİLİ AYETLER
1- إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ .
(26/ŞUARÂ, 125). (Bilin ki,) ben sizin için (gönderilmiş) güvenilir bir elçiyim.
2- وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِهِ جُزْءًا إِنَّ الْإِنْسَانَ لَكَفُورٌ مُبِينٌ .
(43/ZUHRUF, 15). Ama onlar, kullarından bir kısmını, O’nun bir cüzü kıldılar. Gerçekten insan apaçık bir nankördür.
azılı kafir, çok inatçı | كَفُورٌ | parça, bölüm, kısım, cüz (Meleklere Allah’ın kızları dediler) | جُزْءٌ |
3- أَ هُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ …
(43/ZUHRUF, 32). Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. (Birbirlerine iş gördürmeleri için) kimini kiminin üstüne derecelerle yükselttik. …
basamak, derece, yükseklik mertebesi | دَرَجَةٌ | paylaştırmak, bölüştürmek | قَسَمَ يَقْسِمُ قَسْماً | |
|
| |||
geçim kaynağı, geçimlik | اَلْمَعِيشَةُ | yükseltti, kaldırdı | رَفَعَ يَرْفَعُ رَفْعاً | |
4- … وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ .
(9/TEVBE, 19). .. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
hidayete erdirmek, yol göstermek, irşad etmek, iletmek, götürmek | هَدَى يَهْدِي هَدْياً هِداَيَةً |
5- وَعَدَ اللّهُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ …
(9/TEVBE, 72). Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetti…
ırmak | نَهْرٌ ج أَنْهاَرٌ | vaat etmek, söz vermek | وَعَدَ يَعِدُ وَعْداً | ||
yerleşme, sükûnet bulma | اَلْعَدْنُ | akmak, cereyan etmek | جَرَى يَجْرِي جَرْياً | ||
ikamet, yerleşme yeri, mesken [(مَسَاكِنَ) kelimesi tenvin ve esre almayan gayr-i munsarif kelimelerdendir.] | مَسْكَنٌ ج مَسَاكِنُ | ||||
içerisinde sukunetin, tatmin olmanın ve rahatça yerleşmenin bulunduğu cennetler | جَنَّاتُ عَدْنٍ | ||||
6- … لَأَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَقِيمَ .
(7/A’RÂF, 16). (İblis dedi ki:) .. and içerim ki, ben (de onları saptırmak için) senin doğru yoluna oturacağım.
oturmak, oturup kalmak, gözetlemek | قَعَدَ يَقْعُدُ قُعُوداً | |||
(Ayette: Fiilin başındaki (لَ) te’kîd lâmı, fiilin sonundaki şeddeli nun (نَّ) te’kîd nûnudur. Şeddeli nundan (نَّ) önceki muzâri fiilin son harekesinin müfrette üstün, cemide ötre olduğunu hatırlayınız.) | ||||
dosdoğru | اَلْمُسْتَقِيمُ | (eğri büğrü yahut kıvrımlı olmayan doğru ve düzgün) yol | اَلصِّرَاطُ | |
7- وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَباَتُهُ بِإِذْنِ رَبِّهِ …
(7/A’RÂF, 58). Rabbinin izniyle güzel memleketin bitkisi (güzel) çıkar..
iyi, güzel | اَلطَّيِّبُ | bitki | نَباَتٌ |
8- …قَالُوا شَهِدْنَا عَلَى أَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلَى أَنْفُسِهِمْ أَنَّهُمْ كَانُوا كَافِرِينَ.
(6/EN’ÂM, 130). (Cin ve insan topluluğu derler ki:) “Kendi aleyhimize şahitlik ederiz.” Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına (dair) kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.
aldatmak, kandırmak | غَرَّ يَغُرُّ غُرُوراً |
9- وَإِنَّكَ لَعَلَى خُلُقٍ عَظِيمٍ .
(68/KALEM, 4). Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.
seciye, karakter, huy, tabiat, ahlak | اَلْخُلُقُ |
SIFAT CÜMLESİ İLE İLGİLİ AYETLER
10- أَ… أَمْ لَهُمْ أَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَا أَمْ لَهُمْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا …
(7/A’RÂF, 195). …yoksa onların (taptıkları putların) kendisiyle görecekleri gözleri mi var yahut işitecekleri kulakları mı var?…
kulak | اُذُنٌ ج آذَانٌ | göz | عَيْنٌ ج أَعْيُنٌ | |
gördü (Başa gelen harf-i cerin “…nın var” manasına geldiğini hatırlayınız.) | أَبْصَرَ يُبْصِرُ إِبْصاراً | |||
11- لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْنِيهِ .
(80/ABESE, 37). O gün, her şahsın kendine yetip artacak bir işi (derdi) vardır.
kişi, şahıs | اِمْرِئٌ | iş, husus | شَأْنٌ |
meşgul etmek, kafi gelmek, oyalamak, zengin kılmak, müstağnî kılmak, ihtiyacını gidermek (ayette: meşgul etmek, kafi gelmek) | أَغْنَى يُغْنِي إِغْناَءاً |
12- يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُم بِرَحْمَةٍ مِنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَهُمْ فِيهَا نَعِيمٌ مُقِيمٌ .
(9/TEVBE, 21). Rableri onlara, tarafından bir rahmet ve hoşnutluk ile, kendileri için, içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdeler.
sürekli, tükenmez | مُقِيمٌ | müjdelemek | بَشَّرَ يُبَشِّرُ تَبْشِيراً |
razı olma, hoşnut olma, hoşnutluk (bolca sevap verme) | رِضْوَانٌ |
13- فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ .
(26/ŞUARÂ, 189). (Velhasıl) onu yalanladılar, bunun üzerine kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Gerçekten o, muazzam bir günün azabı idi!
gölge, (ayette:) sıkıcı bunaltıcı hava | اَلظِّلُّ ج أَظْلاَلٌ ظِلاَلٌ |
14- وَإِنَّهُ لَتَنْزِيلُ رَبِّ الْعَالَمِينَ .
(26/ŞUARÂ, 192). Muhakkak ki o (Kur’ân) âlemlerin Rabbinin indirmesidir.
indirmek (ayetteki masdar: indirme) | نَزَّلَ يُنَزِّلُ تَنْزِيلاً |
15- وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَقَالَ إِنِّي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ .
(43/ZUHRUF, 46). Andolsun biz Mûsâ’yı âyetlerimizle Firavun’a ve onun ileri gelen (adam)larına göndermiştik de Mûsâ: “Ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim”, demişti.