2- Muhaddis:
Bu, ilimde belli bir seviyeye ulaşanın
unvânıdır. Hadîs ilmini bilir. Hadîslerden az olmayan miktarda metin ve
senediyle ezberler. Senedlerde yer alan râvileri, cerh ve ta’dîl yönleriyle
tanır. Keza, metni de, ihtivâ ettiği ahkâm ve kendisiyle amel etme durumlarıyla
tanır. Muhaddis yerine Şeyh ve İmâm tâbirleri de kullanılır. Ancak, hemen
belirtelim ki şeyh tâbiri muhaddisin hadîs aldığı hoca için de kullanılır.
“Falan kişi Buhârî’nin şeyhidir” deyince Buhârî’nin ondan hadîs aldığı
anlaşılır. O kimsenin vasıflı bir muhaddis olması şart değildir. Öyle ise şeyh
kelimesi âdâbına uygun hadîs rivâyet eden sıradan bir râvî manasına da sıkça
kullanılmıştır.[1]
Muhaddis: Hadis rivayet eden kimse; Hadis
ilmiyle uğraşan ilim adamı; Hz. Peygamber (s.a.s)’den rivayet edilen her şeyin
senetlerini; Peygamberimizden sonra bu bilginin kendisine nasıl ulaştığını,
senedindeki ravilerin güvenilir olup olmadıklarını bilen kimse. Tahdis (rivayet
etmek)ten ism-i fail olan muhaddis, ravi ile eşanlamlıdır. Ancak usul-u hadiste
Muhaddis “ravi” kelimesine oranla daha özel bir anlam taşır. Buna göre her
muhaddis ravidir fakat her ravi muhaddis değildir.
Muhaddisi raviden ayıran fark, onun, rivayet ve
dirayet yönünden mahir, sahih olan hadisi sakiminden ayırdedebilecek bir
melekeye sahip, hadise müteallik bütün ilimleri ve hadisçilerin ıstılahlarına
vakıf hadis ravilerinden mü’telif ve muhtelif, müttefik ve müfterik olanları ve
hadislerdeki garib lafızları iyi bilen bir kimse olmasıdır. Bu bilgilere sahip
olan bir hadisci muhaddis ismine lâyık olur.
Muhaddis lâfzının, hadis ilminde hangi dereceye
ulaşmış olana alem olacağı konusunda değişik görüşler vardır. Çünkü hadisle
uğraşanlara, durumlarına göre çeşitli isimler verilmiştir. Cemalüddin el-Kasımi
bu konuda şunları nakleder:
“Kitablarda hadisle meşgul olan kimselere, “müsnid”,
“muhaddis” ve “hâfız” lâkablarının verildiği görülür. Hadisçilerin ıstılahlarına
vâkıp olmayan kimseler, onların birbirine müradif olduklarını, mutlak olarak
bunları herkese söylemenin caiz olacağını zannederler. Halbuki gerçek böyle
değildir. Çünkü “müsnid”, ister hadise ait bilgileri bilsin veya bilmesin, ister
bilgisi sadece hadis rivayet etmekten ibaret olsun, isnâdı ile hadisi rivayet
eden kimseye denir. “Muhaddis” ise müsnidden daha yüksek derecededir. Muhaddisin
senedleri, illetleri, ricâlin isimlerini bilmesi, çok metin ezberlemesi, Kütüb-ü
Sitteyi, Müsnedleri, Mu’cemleri ve hadise ait cüzleri dinlemesi şarttır. Selefe
göre “hafız”, “muhaddis”le eşanlamlıdır.
Ayrıca muhaddis, ri’vayet ve dirâyet yönlerinden
hadisle uğraşan, hadisin ravilerini ve bunlar arasındaki farkı bilen, kendi
asrındaki ravilerin ve rivayet edilen şeylerin çoğundan haberden olan, bu
konularda payının bulunduğu bilinen, hadisi iyi bilmesiyle meşhur olarak temayüz
eden kimsedir. Eğer bu konuda, her tabakadan bildikleri bilmediklerinden daha
fazla olacak şekilde, tabaka tabaka şeyhlerini bilecek kadar geniş bilgiye sahip
olursa buna “hafız” denir. Mütekaddi’mun’dan bazıları: “Biz, yirmi bin hadisi
imlâ suretiyle yazmamış olan kimseyi hadisçi saymazdık” şeklinde aktarılan
sözleri kendi dönemlerindeki muhaddis tarifini yansıtmaktadır.
İmam Ebû Şâme de şöyle der: “Hadis ilimleri üç
kısımdır: Birincisi ve en şereflisi; hadis metinlerini ezberlemek, garib
lâfızlarını, fıkıha ait hükümlerini bilmektir.
İkincisi; senedlerini ezberlemek, ricâlini
tanımak, sahihini sakiminden ayırt etmektir.
Üçüncüsü; hadisleri toplamak, yazmak, rivayet
yollarını ve senedlerini bir araya getirmek ve bu konularda derinleşmeye
çalışmaktır.”
Hâfız İbni Hacer ise şöyle der: “Bu üç esası
kendisinde toplayan kimse fakih ve kâmil bir muhaddistir. Bunlardan sadece
ikisini bilen kimsenin derecesi daha aşağıdır.” Tedribü’r-Ravi isimli eserde de
bu şekilde ifade edilmiştir.[2]
Ulemanın “muhaddis” tarifinde değişiklikler
olmasına rağmen hepsinde de muhaddise verilen derece yüksektir. Bunlara göre
muhaddis, senedleri ezberlemekle beraber, senedlerdeki ricâlin ne dereceye kadar
adaletli veya mecrûh (kusurlu) olduklarını da bilen kimsedir. Muhaddisler
arasında yüksek rütbeye sahip olana “hâfız”, en yüksek dereceye sahip olana “huccet”,
en üstün mertebeye ulaşana da “Hâkim” denir.
Meşhur görüşe göre, kendisine “Şeyh” ve “imam”
da denilen muhaddis, hadis ilminde üstad-ı kâmil mertebesini bulan zattır.
Muhaddis, yüz bin hadisi metinleriyle senedleriyle ezberlemiş olur ve
senedlerdeki ricâli tercemeleriyle, cerh ve tadil noktasından halleriyle tanırsa
“Hâfız” adını alır. “Hüccet” üçyüz bin hadisi böylece bilen muhaddisin ünvanıdır.
“Hâkim” ise bütün sünneti kuşatmış olan İmama denir.
İmam Cezerî’nin tarîfine bakılırsa “Muhaddis”
ünvanı genel olup şartları içerisinde rivayet etmek üzere erbabından, yine
şartları içerisinde hadis alıp (ahz), taşıyan (tahammül) her zata verilebilir.
Zeynü’d-Din Irakî de; hadisleri kendi eliyle
yazmış, erbabından dinlemiş, taliblere dinletmiş, hadis toplamak için diyar
diyar dolaşmış, bine yakın Müsned, İlel ve Tarih kitablarının asıllarını elde
etmiş, asıldan istinsah (kopya) edilmiş (feri) kitaplar üzerine talik (not)lar
yazmış kimseye “muhaddis” denilebileceğini, söyler.[3]
[1]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/515.
[2]
Cemalüd-Din el-Kasımî, Kavaidü’t-Tahdis, s. 76-77-1961 (1380).
[3]
Tecrid-i Sarih Tercümesi: 1/8-9; İsmail Kaya, Şamil İslam Ansiklopedisi:
4/239-240.