52. Uhud
Savaşı
Güneş yükselmiş ve
Kureyşhler saflarını düzene sokmuşlardı. Her iki tarafta yüzer atlı vardı. Sağ
taraftakine Velid’in oğlu Halid, sol taraftakine Ebu Cehil’in oğlu îk-rime
kumanda ediyordu. Ortadan Ebu Süfyan ilerleme emrini verdi. Onun önünde
Abdu’d-Dar’dan Talha, Kureyş sancağını taşıyordu. Talha’nm iki kardeşi ve dört
oğlu, gerektiğinde sancağı almak için onun yakınında yer alıyorlardı. Talha
ve kardeşleri kabileleri için o gün zafer kazanmaya kararlıydılar. Bedir’de
onlardan iki kişi şerefsizce kendilerinin esir alınmasına izin vermişlerdi.
Ebu Süfyan, Uhud’a giderken bunu Talha ve kardeşlerine hatırlatmayı ihmal etmemişti.
Mus’ab, Peygamber’in Önünde, sancağı taşıdığı yerden kendi kabilesinin
adamlarının da Kureyş sancağını taşıdıklarını gördü.
İki düşman ordusu
seslerini duyacak kadar birbirlerine yaklaştıklarında, Ebu Süfyan ordunun
hafifçe önüne çıktı. «Ey Evsliler ve Hazreçliler, alanı boşaltın ve kuzenimi
bana bırakın. O zaman biz de size dokunmayız. Çünkü biz size savaş ilân
etmedik» dedi. Fakat ensar, ona yüksek sesle hakaret ederek cevap verdi. Daha
sonra Mekke saflarından bir adam öne atıldı. Hanzala, öne çıkanın babası
olduğunu görünce çok şaşırdı. Adam: «Ey Evsliler, ben Ebu Amir’im» dedi. Ebu
Amir bir zamanlar çok güçlü olan nüfuzunun bir anda yok olduğuna inanamıyordu.
Bu nedenle Kureyşlilere, kabilesine
kendisini tanıtır tanımaz, bütün
adamlarının kendi safına geçecekleri konusunda söz vermişti. Ensar ise, onu
taşlayarak karşıladı.
Mekke ordusu tekrar
ilerleme düzenine girdi. Hind tarafından yönetilen kadınlar da deflere,
zillere vurarak ve şarkı söyleyerek ilerliyorlardı:
Ey Abdu’d-Dar sülalesi,
ileri!
Ey gerideki safların
bekçileri, ileri!
Her kılıç darbesiyle
Ölüm saç!.
Kadınlar, düşmana
yeteri kadar yaklaştıklarını anlayınca, davullarını döverek savaş zamanının
geldiğini ilan ediyorlardı. Erkekler, kadınların, önüne geçti. Dana sonra Hind,
önceki bir savaşta başka bir Hind tarafından okunan şarkıyı söylemeye başladı:
İlerleyin, o zaman
sizinle övünürüz,
Ve yumuşak halılar
sereriz. Fakat eğer geri dönüp kaçarsanız, sizi terkederiz.
Sizi terkederiz ve
sevmeyiz.
iki ordu yeteri kadar
birbirine yaklaşınca, Peygamber (s.a.v.)’in okçuları, Halid’in süvarilerini ok
yağmuruna tutmaya başladı. Kişneyen atların sesleri kadınların davul
seslerini bastırdı. Mekke ordusunun orta kısmından Talha, ileri doğru çıktı ve
teke tek çatışma önerdi. Ona karşı Ali (r.) çıktı. Biraz çatıştıktan sonra Ali
onu yere düşürdü ve miğferinin üstünden kafatasını parçalayan bir darbe ile
öldürdü. Peygamber (s.a.vj bir anda, «öldürülecek bölük başkanının» -rüyasında
kendisine gösterilen koçun- Talha olduğunu anladı ve yüksek sesle Allahu Ek-ber
dedi- Bu ses tüm orduda yankılandı. Fakat rüyada gördüğü koç sadece bir tek
kurbanı sembolize etmiyordu. Çünkü Talha’nm kardeşi sancağı almış ve Haraza
tarafından öldürülmüştü. Daha sonra Zühre’li Sa’d, Talha’nm diğer kardeşini,
boynuna ok saplayarak öldürdü. Talha’nm dört oğlu da birbiri arkasına Ali (r.),
Zübeyr (r.) ve Evs’li Asim îbn Sabit (r.) tarafından öldürüldüler. İkisini,
ölmek üzere iken ordunun gerisine, anneleri Sulâfe’nm yanma taşıdılar. Ona,
oğullarına bu öldürücü darbeleri kimin vurdugurm söylediklerinde, bir gün
Asim’in kafatasmdan şarap içmeye and içti.
Hiç bir Müslüman
kadının oriu İİe birlikte gelmesine izin verilmemişti. Fakat Kttcç’ü bir
kadın. olan. Nuseybe (r.), asıl yerinin ordunun yanı olduğunu hissetti. Kocası
Gaziyye ve iki oğlu ordudaydı, fakat gitmek istemesinin sebebi bu değildi.
Diğer kadınların da orduda çocukları ve kocaları vardı ve onlar evde kalmaya
razı olmuşlardı. Nuseybe, İkinci Akabede Peygamber (s.a.v.)’e biat etmek için
Medine’den gelen yetmiş kadar adamın yanındaki iki kadından biriydi. Geride kalmak
onun mizacına aykırıydı. Bu nedenle sabah erkenden kalkmış, kırbasını su ile
doldurup hiç olmazsa susuzlara su vermek ve yaralıları tedavi etmek amacıyla
yola koyulmuştu. Bununla birlikte yanma bir kılıç, bir yay, bir torba da ok
almayı ihmal etmemişti. Ordunun geçtiği yolları izleyerek, savaş başladıktan
kısa bir süre sonra, Uhud’-un eteklerine ulaşmakta zorluk çekmedi. Vardığında
Peygamber (s.a.v.1, Ebu Bekir (r.) ve Ömer (r.) gibi yakın arkadaşlarından bir
grupla birlikte biraz yüksek bir arazide konumlarını almışlardı. Enes’in
annesi Üramü Süleyman de aynı şekilde düşünerek, su kabını doldurmuş ve
Nuseybe’den kısa bir süre sonra oraya ulaşmıştı. Safların gerisindeki bu gruba
iki yeni kişi daha katıldı. Vahanın batısındaki Sedevi kabilelerinden Muzeyne’H
iki adam kısa bir süre önce müsluman olmuş ve Mekke’lilerin saldırısından
habersiz bir şekilde Medine’ye gitmişlerdi. Şehri yan boş görünce, sebebini
öğrenmişler ve hemen Uhud’a doğru yola çıkmışlardı. Uhud’a vardıklarında
Peygamber (s.av.)’i selamladılar ve kılıçlarını çekerek safların arasında
ilerlediler.
Ebu Dücane (r.)
kırmızı sarığıyla verdiği sözde durmuştu. Zübeyr daha sonraları şöyle itiraf
ediyordu «Allah’ın Rasulü kılıcı bana değil de Ebu Dücane’ye verince içimden
kırılmış ve kendi kendime şöyle demiştim : Ben onun babasının kızkardeşi
Safiye’nin oğluyum ve Kureyş-liyim. Ona gidip diğer adamdan Önce kılıcı
istedim, fakat
o kılıcı bana değil de
ona verdi. Allah’a andolsun Ebu Dücane’nin ne yaptığını izleyeceğim! Ve onu
izledim.» Zübeyr daha sonra Ebu Dücane’nin her önüne geleni, kendisi bir
biçici, kılıcı da bir tırpanmış gibi nasıl kolayca öldürdüğünü ve Peygamber
(s.a.v.) ‘e verdiği sözü nasıl yerine getirdiğini anlattı. Sonunda kendisinin
de: «Allah ve Basulü daha iyi bilir» demek zorunda kaldığını söyledi.
Görünüşü çok
etkileyici ve iri olan Hind, hâlâ erkeklerin* arasında onları savaşmaya teşvik
ediyordu. Bir ara onu erkek sanan Ebu Dücane (r.)’nin kılıcından zor kurtuldu.
Ebu Dücane’nin kılıcı tam kafasının üstünde iken, Hind haykırdı. Onu bir kadın
olduğunu anlayan Ebu Dücane de yanındaki erkeğe döndü ve ona vurdu. Bunun
üzerine Hind de, ordunun gerisinde köleler tarafından korunan kamptaki diğer
kadınların yanına döndü. Hind oraya vardığında, Habeş’li Vahşi savaş alanına
doğru ilerliyordu. Alandaki diğer adamların aksine Vahşi, sadece bir adamla
ilgileniyor ve onu izliyordu. Hanıza CrJ, olağanüstü güçlü görünüşü, becerikli
savaşma tarzı ve üstündeki deve kuşu tüyüyle kendini uzaktan belli ediyordu.
Vahşi. uzaktan onu farketti ve mızrak atabileceği uzaklıkta, güvenli bir yere
doğru ilerledi. Hamza (r.), Abd’ud-Dar’m son sancaktarlarından biriyle
yüzyüzeydi. Bir kılıç darbesiyle düşmanının zırhında delik açmıştı. Vahşi bu
şansı kaçırmamak için acele etti ve mızrağını atacak şekilde hazırladı. Hamza
(r.) düşmanını öldürmüş ve birkaç adım atmıştı ki can çekişerek yere
yuvarlandı. Vahşi, onu, hareketsiz kalana kadar, bekledikten sonra mızrağım
çekti ve bütün hızıyla kampa gitti. Kendi kendine şöyle diyordu : «Yapmak
istediğim şeyi yaptım. Onu sadece özgürlüğüm için öldürdüm».
Hamza (r.)’nın şehid
olması, Mekke ordusunun verdiği kayıplarda bir değişikliğe neden olmadı.
Öldürülen yedi sancaktarın kölelerinden biri olan başka bir Habeş’lı sancağı
kendisi aldı, fakat bir müddet sonra hemen öldürüldü. Hamza Cr.) ‘nın devekuşu
tüyü görünmemesine rağmen Ebu Dücane Cr.), Zübeyr (rj ve Ensar’la
muhacirlerden diğerleri, o günün parolası olan (Emit, Emit) (Öldür, öldür)
sözlerinin canlı şekilleri gibi düşmana ölüm saçıyorlardı. Onlara karşı kimse
duramıyordu : Ali’nin beyaz sorgucu, Ebu Dücane’nin kırmızı sangı, Zübeyr’in
parlak sarı sarığı ve Hubab’ın yeşil sarığı, gerilerdeki saflara güç veren
zafer bayrakları gibiydi. Ebu Süfyan, ortada cesurca dövüşen Hanzala’nın
darbesinden zor kurtuldu. Hanzala tam ona vuracakken, Leys’li bir adam
Hanzala’yı mız-rağıyla yere düşürdü, ikinci bir mızrak darbesiyle de öldürdü.
Mekke’liler kamplarına
doğru kaçıştıkça savaş alanı Peygamber (s.a.v.) ‘in bulunduğu yerden
uzaklaşıyordu. Peygamber (s.a.v.) kendi adamlarının kazandığını anlamasına
rağmen, savaşın ayrıntılarını göremiyordu. Fakat bir an gözlerini, sanki
kuşları seyrediyormuş gibi göklere çevirdi. Bir müddet seyrettikten sonra
yanındakilere : «Arkadaşınızı» -Hanzala (r.)’yı kastediyordu- «Melekler
yıkıyor» dedi.[1] Daha sonraları, bir açıklama
istercesine bu olayı Cemile’ye anlattı: «Gökle yer arasında, bulutlardan
aldıkları suyu, gümüş kaplardan dökerek, meleklerin Hanzala’yı yıkadıklarını
gördüm»[2] Bunun
üzerine Cemile, Peygamber (s.a.v.)’e gördüğü rüyayı ve kocasının nasıl savaşa
geç kalma korkusuyla, her zaman aldığı gusül abdestini almadan yola
koyulduğunu anlattı.
Müslümanlar, düşman
sallarının tümünün kırıldığı noktaya kadar ilerlediler. Düşman kampına giden
yol açılmıştı. Ganimet almak isteyenler de kampa doğru ilerliyorlardı.
Seçilen elli okçu, Peygamber (s.a.v.)’in solunda biraz uzaktaydılar.
Peygamberle okçular arasında, zemin önce alçalıyor sonra da onları yerleştirdiği
bölgede yükseliyordu. Okçular, ilk saflardaki arkadaşlarının ganimet kazanmak
için giriştikleri çabayı görebiliyorlardı. Bundan dolayı okçular da, savaş
alanına gitmek istediler. Liderleri Peygamber’in ne olursa olsun yerlerinden
ayrılmamaları gerektiğine dair emrini hatırlattı. Fakat önlerinlemediler. Savaş bitti ve
kâfirler kaçtı dediler. Yaklaşık kırk tanesi, Abdullah ve diğer on kişiyi
orada bırakarak savaş alanına gittiler.
O zamana delt Mekke
ordusunun süvarileri hiçbir işe yaramamışlardı, iki ordu ortada öyle
kaynaşmışlardı ki, bir atın ilerlemesi hem kendi adamlarını, hem de düşman
askerlerini tehlikeye sokabilirdi. Yukarıdaki müslüman okçuların Önüne
kendilerini atmaksızin da onların arkaeı-na geçmeleri mümkün değildi. Fakat
Halid o anda karşı tarafta neler olduğunu farketti ve hemen bütün adamlarını,
okçuların bulunduğu yere doğru yöneltti. Abdullah ve adamları onları ilk önce
oklarıyla durdurmaya çalıştılar. Daha sonra kılıç ve mızraklarıyla, ölünceye
dek savaştılar. Bu on müslüman okçudan hiçbiri hayatta kalmadı. Tepenin
arkasından dolaşan Halid, adamlarını Müslümanların en yoğun olduğu bölgeye
arkadan saldırttı. İklime de onun gibi yaptı. Mekke ordusunun süvarileri,
korunmasız mü’min saflarına çok kayıplar verdirdiler. Ali ve arkadaşları
artık yüzlerini yeni düşmana çevirmişlerdi. Kaçan kâfirlerden bir kısmı da
gelip mü’minlere arkadan saldırıyordu. Savaş naraları birden bire değişti ve
Kureyşh-lerin «Ey Hubal, Ey Uzza» sesleri alanı doldurdu. Atlıların
saldırısından kurtulan ve geride kalan müslüman] arın çoğu korkmuşlar ve
sığınma umuduyla dağa doğru kaçmışlardı. Peygamber (s.a.v.) onları geri
çağırdı, fakat onlar Peygamber fs.a.v.)’in sesine karşı sağır, zihinleri de kaçmaktan
başka her türlü düşünceye kapalıydı. Müslümanların çoğu savaş alanındaydı,
fakat daha önceki cesaretleri kırılmış ve sayıca düşmandan çok az kalmışlardı
Adım ad:m Uhud’a, Peygamber Csa.vJ’in bulunduğu yere doğru geri çekilmek
zorunda kaldılar.
Peygamber (s.a.v.) ve
içinde iki kadının da bulunduğu grup, düşmanın üstüne arka arkaya ok
yağdırıyordu. Savaş aleyhlerine dönmeye başladığında ilk düşünceleri Peygamber
(s.a.v.) ‘i korumak olan birçok müslüman da yanlarına gelip onlara katılmıştı.
Onlara ilk katılanlar arasında Muzeyne’li iki adam, Vehb ve Haris de
vardı Küçük bir düşman grubu sollarından
kendilerine doğru yaklaşıyordu. «Bu gruba karşı kim çıkacak?» dedi Peygamber.
Vehb tr.) hemen: «Ben, ey Allah’ın Rasulü» dedi ve onları öyle hızla ok
yağmuruna tuttu ki, düşmanlar oku atan grubun büyük olduğunu düşünerek geri
çekildiler. Bir başka grup atlı onlara yaklaşırken Peygamber (s.a.v.): «Bu
bölüğe karşı kim gidecek?» dedi. Vehb yine: «Ben, ey Allah’ın Rasulü» dedi ve
onlarla sanki kendisi bir adam değil de bir ordu imiş gibi savaştı. Düşman grubu
yine geri çekildi. Düşman saflarının arasından bir grup yine onlara doğru
yöneldi. Peygamber (s.a.v.) : «Peki bunlara karşı kim çıkacak?» dedi. Vehb
Cr.) : «Ben çıkacağım» deyince, Peygamber (s.a.v.) : -O halde kalk» dedi ve
neşeli ol, çünkü Cennet senindir-. Vehb düşman grubunun içine daldığında
Peygamber (s.a.v.) ve arkadaşları onun cesaret ve yiğitliğini gözlemekten
kendilerini alamadılar ve bir süre silah atmayı durdurdular. Vehb. düşmanı
yarıp karşı tarafa geçmişti. Geri dönüp tekrar düşman grubunun orta-siına
daldığında Peygamber (s.a.v.) : «Allah’ım, ona merhamet et!» dedi. Vehb
düşmanlarla her taraftan yaralanıp şehid oluncaya kadar savaştı. Daha sonra onu
bulduklarında üzerinde yirmi mızrak yarası vardı. Kılıç darbelerinden başka,
bir tek mızrak darbesi bile onu Öldürmeye yetecek kadar derindi. Onun bu
şekilde döğüştüğünü görenler, onu hiçbir zaman unutmadılar. Ömer sonraki
yıllarda şöyle derdi: «ölümler arasında en çok Muzayne’li arkadaşımın Ölümü
gibi ölmek isterdim»[3].
Zühre’li Sa’d da on yıl sonra, hâlâ Peygamber’in Vehb’e verdiği Cennet
müjdesini duyar gibi olduğunu söylerdi.
Müslümanlar geriye
çekildikçe kalabalık da, tepeye doğru yaklaşıyordu. îki tarafın savaş
naralarının yanısıra tek tek savaşçıların kişisel çağrılarını da duymak
mümkündü. Ok atarken, kılıç darbesi vururken ve teke tek karşılaşmaya davet
ederken iki taraftan da «Al işte, ben falan falanım» diye sesler yükseliyordu.
Ebu Dücane kendisini, büyük babası olan Karaşa’nın oğlu diye tanıtıyordu.
Bazen de bağıran kişinin kim olduğu sözlerinden anlaşılmıyordu. Ensar’dan
birinin şöyle bağırdığı duyuluyordu: «Al işte, ben Ensardan bir gencim.» Peygamber
(s.a.v.) de o gün birkaç kez : «Ben îbn El-Avatik’-İm»[4], yani
«Ben Atike’lerin oğluyum» diye bağırdı. Atike’-Ier derken bu adı taşıyan
ninelerini”[5] kastediyordu. .O sırada
karşı saflardan kimliğini açıkça söyleyen bir adam çıktı ve: «Bana karşı kim
çıkacak. Ben Atik’in oğluyum» dedi. Bu adam, Aişe’nin tek öz erkek kardeşi ve
ailenin tek müslüman olmayan ferdi olan Ebu Bekir’in oğlu Abdu’l-Kâ’be idi. Ebu
Bekir (r.), kılıcını ve mızrağını çekip ilerledi, fakat Peygamber (s.a.v.),
ondan önce davrandı. «Kılıcını kınına sok» dedi, «ve yerine dön, bize
arkadaşlık et»[6]
Bir grup atlı daha
Müslümanların arkasından yaklaşmaya başladı ve geri çekilen Abdu’l-Kâ’be’nin
önüne doğru ilerlediler. Peygamber fs.a.v.) : «Bizim için kim kendini
verecek?»[7] dedi.
Ensardan beş kişi kılıçlarını çekip düşmana saldırdılar ve şebid oluncaya
kadar çarpıştılar, tç-lerinden sadece biri, o da ağır yaralı olarak, kurtuldu.
Fakat onların yerini alacak yeni yardım gelmişti Ali fr.J, Zübeyr fr.), Talha
(r.) ve Ebu Dücane (r.), ön saflardan ordu ile birlikte geri çekilmişlerdi.
Onlar Peygamber (s.a.v.)’in yanma ulaşmadan önce, düşman tarafından atılan bir
taşla Peygamber (s.a.v.)’in alt dudağı yırtılmış ve dişlerinden biri
kırılmıştı. Birden bire yüzünü kan kapladı, fakat o elinden geldiğince acısını
göstermeyerek Ali ve diğerlerini iyi olduğu konusunda teskin etti. Kan kaybımdan
zayıf düşüp bayılan Talha dışında hepsi düşmanın üstüne tekrar yöneldiler. Peygamber fs.a.v.), Ebu Bekir’e,«Kuzenine bak» dedi.
Fakat Talha hemen kendine geldi. Onun yerine ileriki saflara Sa’d’lı Zühre ve
Hazreç’li Haris îbn Simme katılmıştı. Bu yeni grupla desteklenen Ali ve
arkadaşları düşmana öyle ölüm saçtılar ki, müşriklerin geri çekilmesiyle
birlikte şehid olan beş Ensar’m cesedi de açığa çıktı. Peygamber (s.a.v.)
onlara baktı ve dua etti. Fakat yatanların arasından biri ona doğru ilerlemek
için zeminde biraz süründü. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) onu getirmek için
iki adam gönderdi. Ayağını yastık gibi adamın başının altına koydu ve adam
Ölünceye dek ayağını hareketsizce orada tuttu.
Peygamber (s.a.v.)
şöyle dedi: «Bilin ki, Cennet kılıçların gölgeleri altındadır»[8]. Daha
sonraki yıllarda da o günün ne kadar muhteşem ve hayır dolu bir gün olduğunu
hatırlar ve şöyle derdi: «Keşke o dağın eteklerinde arkadaşlarımla birlikte öylece
kalsaydım»[9].
Müşrikler, yavaş yavaş
kaybettiği alanları tekrar kazanmaya başlamıştı. Peygamber (s.a.v.)’in
çevresindeki grubun okları bitmek üzereydi. Kısa bir süre sonra herkes kılıç
ve mızraklarını çıkarıp yakın dövüş yapmak zorunda kalacaktı. Hem de bir
Müslümana dört,kâfir düşüyordu. O sırada aniden yan tarafta bir ath belirdi ve
Peygamber (s.a.v.)’in bulunduğu gruba doğru ilerledi. «Muhammet! (s.a.v.)
nerede?» diye bağırdı. «O yaşadıkça ben yaşayamam!» Bu adam. zaten
müslümanlara büyük kayıplar verdirmiş olan, Mekke’nin dışındaki Kureyşlilerden
îbn Ka-mia idi. Gruba hızla bir göz atarak hedefini hemen far-ketti. Atını
nıahmuzlayıp, hiç bir miğferin dayanamayacağı güçlü bir kılıç darbesi indirdi.
Fakat Talha hemen Peygamber (s.a.v.)’in yanındaydı ve kılıcı görür görmez kendini
Peygamber (s.a.v.) ‘in önüne attı, hayatı boyunca kullanamayacağı bir elinin
parmaklarını kaybederek başka bir yara almaksızın darbeden kurtulmuştu. Darbe
hemen Peygamber (s.a;v.)’in başının yanından geçmiş miğferine çarpıp, iki
demir parçasının Peygamberin yüzüne saplanmasına neden, olmuştu, omuzundan geçerken
de iki kat zırhını parçalamıştı. Başının yan tarafına gelen bu darbe ile
Peygamber (s.a.v).’in yere düştüğünü gören kâfir atını mahmuzlayıp, geldiği
hızla geri gitti. Fakat diğerleri yine de saldırıya karşı Peygamber (s.a.v.)’i
çevrelediler. Mahzum’lu Şemmas[10] Peygamber
(s.a.v.)’in önünde vuruluncaya kadar savaştı. Peygamber (s.a.v.) onun bu hareketini,
yaşayan bir zırha benzettiğini söyledi. O vurulunca yerine başka bir adam
geçti. Arkasından da kılıcını çekmiş bir halde Nusaybe bekliyordu.
Bir ses -belki de İbn
Kamia- «Muhammed Öldürüldü!” diye bağırdı. Bu ses tüm düşmanı kapladı ve
hepsi Hubal ve Uzza’yı övüp yücelten sözler söylediler. Uhud bu sözlerle
çınlıyordu, kaçıp dağa sığınan müslümanlar pişman olmuş ve üzülmüşlerdi.
Cesaretini kaybeden daha birçok Müslüman da elinden geldiğince hızla dağa doğru
kaçıyordu. Fakat istisnalar da vardı. Bunlardan biri de. Peygamber
(s.a.v.)’in hizmetçisi olan ve kendi adını taşıyan Enes’in dayısı Nadr’m oğlu
Enes’ti. Peygamber (s.a.v.)’in Bedir’de bir okla Öldürülen oğlunun Firdevs
cennetinde olduğunu haber verdiği kadın Enes’in kızkardeşi, yani Nadr’m oğlu
Nadr’m kızı idi. Enes, yaşama arzusunu yitirmiş ve kendilerinde ne savaşa
devam etme ne de kaçma isteği kalmamış iki arkadaşım gördü. «Niye burada oturuyorsunuz?»
diye bağırdı. Onlar: «Allah’ın Rasulü öldürülmüş» dediler. «Peki o öldükten
sonra yaşayıp da ne yapacaksınız? Kalkın ve onun gibi Ölün» [11]dedi.
Ve savaşın en yoğun olduğu yere doğru ilerledi. Daha sonra Sa’d îbn Muaz, onun
kendisini şöyle çağırdığını Peygamber (s.a.v.)’e söyledi; «Cennet! Uhud’un öbür
tarafından Cennet kokusu alıyorum.» «Ey Allah’ın Rasulü» dedi Sa’d «Ben onun
savaştığı gibi savaşamazdım». Savaştan
sonra Enes (r.)’i seksenden fazla yara almış bir halde buldular,
yaralardan tanınmayacak hale gelmişti. Onu kızkardeşi ancak parmaklarından
tanıyabildi.[12].
Müslümanların tekrar
savaş meydanına dönmeye başladığını gören Kureyş geri çekilmeye başlamıştı.
Çünkü müşriklerin çoğu savaşın bittiğini düşünerek çabalarını azaltmışlardı.
Henüz ölüler sayılmamıştı, fakat tahminen Bedir’dekilere tekabül edecek kadar
Müsîümanı şehit etmişlerdi. Yanısıra tüm bu karışıklıkların asıl nedeni olan
adamı öldürmekle amaçlarına ulaşmışlar, yeni dini bastırıp, tekrar eski düzeni
kurmuşlardı. «Yalal-Uzza, ya lal-Hubal!»
Kureyş’in tümünde görülen
bu yavaşlama. Peygamber s.a.v’i cansiperane koruyan yirmi adamın bulunduğu
grubun çevresindeki atlılarda da görülmeye başladı. Mekke’liler bu adamları
esir alamayacaklarını ve ölene dek savaşacak olan bu adamların kendilerinden de
birkaç kişiyi öldüreceğini anlamışlardı. Asıl amaçlarını gerçekleştirdiklerine
göre seçilecek en iyi yol onları bırakıp zafer kutlamalarına başlamaktı.
Peygamber (s.a.v.),
hemen hemen kendisine gelmişti Düşman çekilir çekilmez ayağa kalktı ve
arkadaşlarına kendisini takip etmelerini söyleyerek, düşmanı gözleyebilecekleri
ve sığınabilecekleri bir nehir yatağına doğru ilerledi. Fakat Peygamber
(s.a.v.), yüzüne saplanan metal parçaları nedeniyle çok acı çekiyordu. Bu
yüzden bir müddet durdular ve Ebu Ubeyde birbiri arkasına iki metal parçasını
dişleriyle Peygamber Cs.a.v.)’in yüzünden çıkardı, Fakat yara tekrar kanamaya
başladı. Bunun üzerine Hazreç’li Malik ağzını yaranın üstüne koydu, kanı emdi
ve yuttu. Malik, Medine’deyken: «Önümüzde iki iyi şeyden biri var» diyen ve
hemen hemen ölüm durumunda olan Şemmas’tan sonra orada bulunanlar İçinde en.
ağır yarası olan adamdı. Peygamber (s.a.v.) şöyle dedi: «Kim benim kanımın
kendi kanına karıştığı bir adam görmek isterse
Malik îbn Sinan’a baksın».
Ebu Ubeyds de bu söze dahildi. Çünkü metal parçalarını çıkarırken iki dişi
kırılmış ve ağzı kanıyordu. Peygamber fs.a.v.) onlara; «Benim kanımın dokunduğu
kişiye ateş ulaşamaz» dedi[13].
Bu küçük grup nehir
yatağına doğru ilerlerken, daha önceden Uhuda ağınan müslüman grup onlan
karşılamaya geldi. Ka’b îbn Malik herkesten önce yapısı ve görünüşü Peygamber
(s.a.v.)’e benzeyen, fakat yürüyüşü daha yavaş olan birini gördü. Daha sonra
yaklaştıkça, Ka’b baktığı kişinin gözlerinde başkalarıyla karıştırılmayacak
olan o parlaklığı görünce arkasmdakilere : «Ey müslümanlar, gözünüz aydm! Bu
Allah’ın Rasulü» diye bağırdı. Peygamber (s.a.v.) ona sessiz olmasını söyledi.
Bu haber ağızdan ağıza dolaştı. Adamlar aceleyle geliyor ve onun yaşadığını
gözleriyle görmek istiyorlardı. Sevinçleri o kadar büyüktü ki, sanki yenilgi
bir anda zafere dönüşmüştü.
Fakat Ka’b’ın sevinçle
bağıran sesini yanındaki bir Kureyş süvarisi duymuştu. O, Umeyye’nin kardeşi
Ubey yani Avd adlı atının üstünde iken Peygamber (s.a.v J ‘i öldüreceğine
yemin eden adamdı. Kurbanının Ölüm haberini duymuş ve cesedini gözleriyle
görmek için araştırıyordu. Tam o sırada K’ab’m sesini duymuş ve vadi yatağına
doğru ilerlemeye başlamıştı. Müslümanlar onu görünce, karşılamak için ona
doğru döndüler. «Ey Muhammed,» dedi Ubey, «Eğer sen kaçarsan ben seni bulamaz
mıyım?» Ashabdan bir grup Peygamber (s.a.v.)’in çevresini sardı, diğerleri de
Ubey e saldırmak üzereydiler. O sırada Peygamber (s.d-.v.) onlara ellerini
bırakmalarını söyledi. Daha sonra bu olay anlatanlar, Peygamber {s.a.v.)’in
kendilerini bir devenin arkasındaki sinekleri kovması gibi itip onlann
arasından kurtulduğunu söylediler. Peygamber (s.a.v.), Haris îbn Simiue’nin
elinden mızrağı aldı ve hepsinin önüne çıktı. Hiçbiri hareket etmeksizin onun
bu cesaretine ve kararlılığına baka kaldılar, içlerinden biri şöyle derdi:
«Allah’ın Rasulü bir şeyi yaymaya niyet ederse, hiçbir güç onu, o
işi yapmaktan
alıkoyamazdı»[14] Ubey, kılıcı havada Peygamber
(s.a.v.)’e yaklaştı Fakat o vurmadan Peygamber (s.a.v.) mızrağıyla Ubey’i
vurdu. Ubey bir boğa gibi bağırdı, neredeyse atından düşüyordu. Fakat
dengesini tekrar sağladı ve arkasını dönüp yokuş aşağı Mekke kampına doğru
hızla kaçmaya başladı. Kampta yeğeni Safvan ve kabilesinden başka adamlar
toplanmış duruyorlardı. Ubey sesini kontrol edemeyerek: «Muhammed beni vurdu»
dedi. Adamlar onun yaraşma baktılar ve hafif olduğunu söylediler. Fakat o
yarasının çok ağır ve öldürücü olduğuna bir kez inanmıştı. Gerçekten de onun bu
inancı sonradan doğru çıktı. «Bana, seni öldüreceğim» dedi, «eğer üstüme sille
atsaydı, andolsun beni öldürürdü». Bu haber karşısında müşrikler Muhammed
(s.a.v.) ölmemiş diye endişelenmeye başladılar. Fakat Ubey kendinde
olmadığından dolayı bu miğferli adamı, başkalarıyla karıştırabilirdi.
Peygamber (s.a.v.) ve
arkadaşları nehir yatağına ulaştıklarında Ali (r.) kalkanı- .a bir kayanın
kovuğundaki sudan doldurarak Peygamî er (s.a.v.)’e getirdi. Su durgun olduğu
için çok kokuyordu. Bu nedenle çok susamasına rağmen Peygamber (s.a.v.) suyu
içmedi, bir kısmıyla yüzünü yıkadı ,sonra hâlâ düzlüğe yakın olduklarından
biraz daha yukarıya tırmanma emri verdi. Önündeki kayanın üstüne çıkıp
tırmanmaya devam etmek istiyordu. Fakat o kadar güçsüzdü ki tüm çabasına rağmen
çıkamadı. Bunun üzerine Talha, yaralarının ağır olmasına rağmen Peygamber
(s.a.v.)’i sırtına aldı ve gerekli yüksekliğe çıkardı. Peygamber (s.a.v.) o
gün Talha’ya: «Yeryüzünde yürüyen bir şehit görmek isteyen Ubeydullah’m oğlu
Talha’ya baksın» dedi.[15]
Geçici olarak
konaklayabilecekleri bir yere vardıklarında güneş tepeye yükselmişti. Bu
nedenle Öğle namazını kıldılar. Namazda imam olan Peygamber (s.a.v.), tüm namazı
oturarak kıldırdı. Diğerleri de ona uyarak aynı şekilde kıldılar. Daha sonra
kayalığın üstüne bir gözcü dikip dinlenmek üzere uzandılar. Çoğu derin ve taze
bir uykuya daldı.
[1] I. I. 56G.
[3] W. 275.
[4] W. 280.
[5] I S. L/1,
32-4 Bu kitapta Haşim ve Lu’ayy’ın annesini do kapsayan ondan fazla Atike ismi sayılmıştır.
Atike’nin anlamı «temiz» demek olan Tahire’nm anlamına yakındır.
[6] W. 257.
[7] I. I. 572:
[8] B, LII, 22.
[9] W. 255.
[11] W. 280
[12] B. LVI. 12.
[13] W. 047.
[15] I. H. 571.