79. TEBUK
Huneyn savaşından kısa
bir süre sonra İmparator Herakliyus Kudüs’e giden Kutsal yolu tekrar inşa
ettirdi. Bu Kur’anda önceden haber verilen ve *O gün mü’min-ler
sevineceklerdir» (Rum, 4) diye ifade edilen Bizanslıların İranlılara karşı
kesin zaferini noktalıyordu. İranlıların Suriye’den ve Mısır’dan askerlerini
çekmek zorunda kalmaları da bir sevinç kaynağıydı. Fakat Suriye’de bir tehlikenin
yerini diğeri almıştı. îslâm devletinin sadece bu taraftan bir tehlike ile
karşı karşıya olduğu söylenebilirdi. Medine’de Herakliyus’un Medine’ye karşı
uzun bir sefer düzenlemek üzere ordusuna bir yıllık avans verdiği söylentileri
dolaşıyordu. Bunun yanısıra Bizanslıların güneyde Belke’ya kadar geldikleri ve
Lehm, Cudam, Gassan ve *Amile kabilelerini ele geçirdikleri söyleniyordu. Bu
haberler bir bakıma abartma, bir bakıma da gerçeğin tam tersi idi.
Herakliyus’un îran seferi sırasında rüyasında kendisini İslâm’a çağırmak için
mektup yazan adamla özdeşleştirdiği «sünnetli bir adamın» Suriye krallığını
ele geçirilişini gördüğü henüz herkesçe bilinmiyordu. Gördüğü rüya öylesine
etkili ve açıktı ki Herakliyus’un güneye doğru yayılmasını engelledi ve bir dereceye
kadar Suriye’yi savunmasına neden oldu. Herakliyus Kudüs’ten Humus’a çekilmişti.
Orada, tüm bu bölgenin fethedileceğinden emin olarak generallerine, kuzeydeki
diğer bölgelere yayılmaması şartıyla Suriye bölgesini Peygamber (s.a.v.)’e
veren bir anlaşma yapmayı önerdi. Generallerin bu fikre çok şaşırmalan ve
kesinlikle karşı çıkmaları onun bu plânı yürürlükten* kaldırmasına neden oldu.
Fakat Herakliyus gördüğü rüyayı hiçbir zaman unutmadı.
Aynı şekilde Peygamber
(s.a.v.) de Allah’ın İslâm ordularına Suriye kapılarını açacağından emindi. Ya
zamanının geldiğini düşünerek ya da kaçınılmaz kuzey seferi için ordularına
deneyim kazandırmak için Biaznslılara karşı bir sefer düzenleyeceklerini
açıkladı. Daha sonra şimdiye kadar kumanda ettiği en büyük ve en iyi
silahlarla donanmış bir ordu kurmaya başladı. O zamana kadar, bu tür
durumlarda asıl amacını gizli tutmak ve hazırlıkları mümkün olduğu kadar gizli
yapmak adetiydi. Fakat bu kez gizlilik yoktur. Mekke’ye ve diğer müttefik
kabilelere Suriye seferi için silahlı ve binekli adamlar göndermeleri için
ha-ber gönderildi.
M.S. 630 yılının Ocak
ayının başlarıydı. Mevsim her zaman sıcak olurdu, fakat o yıl bir kuraklık
olmuştu ve ısı her zamankinden daha yüksekti. Aynı zamanda olgun ve taze meyve
yeme zamanıydı. Bu iki durum sefere katılmamak için ilk sebep teşkil ediyordu.
Üçüncü neden ise imparatorluk lejyonlarının dehşet verici şöhretiydi. Münafıklar
ve Müslümanlardan az samimi olanlar Peygamber fs. a.vj’e gelip çeşitli nedenler
öne sürerek sefere gitmemek için izin istediler. Bedevilerin çoğu da böyle
yaptı. Geride kalanlar içinde dört salih imanlı kişi de vardı: Ka’b îbn Malık,
Hazreç’ten_iki kişi ve Evs’ten bir adam. Bunlar evde kalmak için kesin bir
karar almamışlar ve Özürler Öne sürmemişlerdi. O mevsimde Medine’den ayrılmak
onlara o kadar sevimsiz gelmişti ki, hazırlık yapmaya başlayama-mışlar ve bu
işi bugünden yarma ertelenmişlerdi. Uyandıklarında ise vakit çok geçti ve
birlikler gitmişti. Fakat çoğunluk hızla hazırlığa koyulmuşlar ve zenginler
daha fazla para yardımı yapma konusunda yarışmışlardı. Osman tek başına onbin
adama alet ve binek sağladı. Böyle olduğu halde gitmek isteyen herkese yetecek
kadar binsk ve alet yoktu. O sırada inen bir âyet (Tevbe: 92) Peygamber
(s.a.v.)’in binek ve alet
sağlayamadığı için istemeyerek geri çevirdiği, bunun üzerine ağlamaya
başlayan «yedi ağlayan kişiyi —beş fakir Ensar ve Muzeyne ile Gatafan dan iki
bedevi hafızalara işliyordu.
Bütün bedevi
müttefikler de katıldıktan sonra ordu, onbini atlı, otuz bin kişiye
yaklaşmıştı. Şehrin dışına bir kamp kurulmuş ve herkes hazır olup Peygamber
(s.a.v.) de yola çıkıp kumandayı ele alana kadar Ebu Bekirin yönetimine
verilmişti.
Peygamber (s.a.v.)
Ali’ (r.)’yi. ailesine bakmak üzere Medine’de bırakmıştı. Fakat münafıklar
Peygamber’in onu bir fazlalık olarak gördüğü ve gözünün önünden uzak tutarak
ondan kurtulduğu söylentisini yaydılar. Bunu duyan Ali (r.) o kadar üzülmüştü
ki zırhını giydi, silahlarını kuşandı ve ona katılmak için yalvarmaya
niyetlenerek Peygamber (s.a.v.) e ilk konaklardan birinde yetişti. Ona insanların
neler konuştuklarını anlattı. O da: «Yalan söylüyorlar. Geride bıraktıklarım
için orada kalmanı emrediyorum. Geri dön ve beni hem kendi ailende, hem de
benim ailemde temsil et. Ey Ali, benden sonra Peygamber gelmemesinden başka,
senin bana, Musa’nın Harun’a yakınlığı gibi yakın olmandan memnun değil misin?»[1] dedi.
Kuzeye doğru
ilerlerken birgün sabah namazında Peygamber (s.a.v.) abdest almakta gecikti.
Adamlar saflara dizilmişlerdi; namaz kılmadan önce güneşin doğmasından
korkana dek onu beklediler. Daha sonra Abdurrah-man îbn Avf (r.)’m imamlık
yapmasına karar verildi Peygamber (s.a.v.) geldiğinde hemen hemen birinci
rekatı bitirmişlerdi. Abdurrahman (r.) tam geri çekilecekken Peygamber (s.a.v.)
onu yerinde kalması için itti ve kendisi de cemaate katıldı. Cemaat, namazı
bitirip selâm verince Peygamber (s.a.v.) ayağa kalktı ve kaçırdığı rekatı
kıldı. Bitirdikten sonra: «îyi yaptınız, çünkü hiçbir Peygamber ümmetinden
takva sahibi binnin arkasında namaz kılmadıkça ölmez*[2] dedi.
O sırada Medine’de,
yaklaşık olarak ordu yola çıktıktan on gün sonra, geride kalan dört mü’minden
biri olan Hazreç’li Ebu Hayseme (r.) çok sıcak bir günde bahçesindeki
ağaçların gölgesine gitti. Orada iki kulübe vardı. Hanımlarının, ikisi
kulübeye de su serpmiş olduğunu gördü. İkisinin de kendisi için yemek
hazırlamış ve içmesi için toprak testilerde su soğutulmuştu. Kulübelerden
birisinin kapı eşiğinde ayakta durdu ve: «Allah’ın Rasulü güneşin sıcağı
altında, sıcak rüzgarlarla kavrulmuş. Ebu Hayseme ise serin bir gölgelikte
onun için kendi evinde yemek ve hanımları hazırlanmış!» dedi. Daha sonra
hanımlarına dönerek: «Vallahi, Allah’ın Rasulü’ne yetişmeden ikinizin de
kulübesine girmeyeceğim. Bu nedenle benim için erzak hazırlayın» dedi.
Hanımları onun için erzak hazırladılar. Ebu Hayseme devesini semerleyerek hızla
ordunun arkasından yola çıktı.
Medine’de Kudüs’e
giden yolun hemen hemen tam ortasında Peygamber (s.a.v.) bir gece: «İnşallah
yarın Tebûk akarsuyuna ulaşacaksınız. Güneş kızana kadar oraya
varamayacaksınız. Ona ulaşan kimse ben gelinceye kadar suya dokunmasın» dedi.
Fakat oraya ilk varan iki kişi kaynaktan içtiler. Ordunun büyük bir kısmı
geldiğinde bir kaç damla su kalmıştı. Peygamber (s.a.v.) bu- iki kişiyi sert
bir dille azarladı ve birkaç kişiye çukurlarda bulabildikleri kadar suyu
toplayıp eski bir deri parçasına doldurmalarını söyledi. Yeteri kadar su
toplandığında kabın içinde ellerini ve yüzünü yıkayıp kaynağın ağzını kapatan
kayanın üstüne serpti ve ellerini onun üstünden geçirerek Allah’ın dilediği
şekilde dua etti. Daha sonra gökgürültüsü gibi bir sesle birlikte su fışkırdı.
Bütün adamlar ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra bile hâlâ su akıyordu.
Peygamber (s.a.v.), yanında duran Mu’az [3]döndü
ve: *Ey Mu’az, belki sen bu yerin bahçelerle dolu bir vadi olduğunu görene
kadar yaşayacaksın» dedi. Gerçekten de söylediği gibi oldu.
Peygamber (s.a.v.)
ordu ile yola çıkmayı kaçıran dört mü’minin hatası üzerine üzülmüş ve hayal
kırıklığına uğ
ramıştı. Tebûk’e
ulaştıktan birkaç gün sonra onlara yetişen Hayseme için de daha önceden
üzülmüştü. Yalnız yolcunun yaklaştığı görüldüğünde, henüz yüz hatları belirgin
olmamasına rağmen Peygamber (s.a.v.) dua eder gibi: «Ebu Hayseme olsa!» dedi.
Adam onlara yaklaşıp selâm verdiğinde de: «Yazıklar olsun sana Ebu Hayseme!»
dedi. Fakat neler olduğunu dinledikten sonra onu affetti.
Ordu Tebûk’te yirmi
gün kaldı. Bizans’tan gelen tehlike söylentilerinin gerçek olmadığı ortaya
çıkmıştı. Diğ^r taraftan bu Suriye’nin fethi için uygun bir zaman da değildi,
Fakat o günlerde Peygamber {s.a.v.} Akabe körfezinde ve doğudaki sahillerde
yaşayan hristiyan ve yahudi kabileleriyîe bir barış anlaşması yaptı. Yıllık
haraç karşılığında onlara îslâm devletinin himayesi vadediliyordu. Daha sonra
Peygamber (s.a.v.) Haüd (r.)’i yirmisi atlı dörtyüz kişiyle Tebûk’ün
kuzey-doğusundaki Dumat el-Cendel’e göndererek ordunun geri kalan kısmıyla
birlikte Medine’ye döndü. Bu Önemli kale Suriye’ye giden yollardan birinin ve
Medine’den Irak’a giden yolun üzerindeydi. Buranın hristiyan yöneticisi
Ukeydir, Halid (r.î tarafından yenilip esir edilince çok şaşırmıştı. Halid,
onu Medine’ye götürdü. Ukeydir (r.), Medine’de Peygamber s.a v’e biat ederek Müslüman oldu.
80 TEBÛK’TEN SONRA
Bedir’den dönüş gibi,
Tebûk’ten dönüş de üzüntülü olmuştu: yokluğu sırasında Peygamber (s.a.v.) ‘in
.kızlarından biri daha, Ümmü Gülsüm (r.) ölmüştü. Bu sefer kızının kocası da
Medine’de değildi. Peygamber (s.a.v.) onun mezarı başında dua etti ve Osman (r.)
‘a eğer bekâr bir kızı daha olsaydı kendisine vereceğini söyledi.
Sefere katılmayan
münafıklar teker teker Peygamber (s.a.v.)’e gittiler ve özürlerini beyan
ettiler. Peygamber (s.a.v.) onları, Allah’ın gizli düşünceleri bildiğini söyleyerek
uyarmasına rağmen, özürlerini kabul etti. Fakat geride kalan üç mü’mine, Allah’onlar
hakkında hüküm verinceye kadar kendisinden uzak durmalarını ve diğer mü’minîere
de bu üç kişiyle konuşmamalarını söyledi. Bu üç kişi Elli gün boyuûGa
tttpEumdışı biı» hayat sürdüler; fakat ellinci gün sabah namazından sonra
Peygamber (s.a.v.) mescidde Allah’ın onları affettiğini ilân etti. Bu konu da
nazil olan ayetler şöyleydi:
«(Savaştan) Geri
bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı), öyle kî, bütün genişliğine rağmen yeryüzü
onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti. Ve
O’nun dışında (yine) Allah’tan başka bir sığınacak olmadığını İyice anladılar.
Sonra tev-be etsinler diye onların tevbezlni kabul et’i. Şüphesiz Allah (yalnızca)
O tevbelerî kabul edendir.» (Tevbe: 118).
Cemaat sevince boğuldu
ve birçoğu güzel haberi onlara vermek için mescidden aceleyle çıktılar.
İçlerinden en gençleri olan Ka’b İbn Malik (r.) şehrin dışında kendisine tek
kişilik bir çadır kurmuştu. Daha sonraki yıllarda, yaklaşan bir atm ayak
seslerini ve «Ey Ka’b, müjde» diye bir bağırma duyduğunu ve nasıl hemen secdeye
kapandığını anlatırdı. Bu iyi haberin affedilme haberinden başka bir şey
olamayacağından emindi. Ka’b daha sonra mescide gitti. -Peygamber (s.a.v.)’e
selâm verdiğimde» dedi, «yüzü sevinçten parlıyordu. Bana: «Annenden doğduğundan
beri geçirdiğin en güzel gün için sevin» dedi. «Ey Allah’ın Rasu-lü, bu senden
mi, yoksa Allah’tan mı?» diye sordum. «Hayır Allah’tan» diye cevap verdi.
Allah’ın Rasulü sevinçli bir haberden memnun olduğunda yüzü ay gibi parlardı».
Havazin’in lideri
Malik (r.) Müslüman olduğundan beri boş durmuyordu. Beni Sakîf hâlâ Taif’e
girilmez diye kendileriyle övünebilirlerdi; fakat şimdi tüm yönlerden uzak ve
geniş Müslüman topluluklarıyla sarılmışlardı ve gönderdikleri her kervan
yağmalanabilirdi. Hatta deve ve koyunları bile Malik’in adamları alır diye
otlamaya dışarı çıkaramıyorlardı. Yanısıra Malik’in adamları ellerine düşen
Sakif’iiler, putperestlikten vazgeçmedikçe serbest bırakmayacaklarını ve öldüreceklerini
ilân etmişlerdi. Birkaç ay sonra Taif’liler Peygambere (s.a.v.) İslâm’ı kabul
edeceklerini bildiren, buna karşılık halkın, mallarının ve topraklarının
güvenlikte olmasını isteyen bir anlaşma yapmak üzere bir delege göndermekten
başka seçenekleri olmadığına karar verdiler.
Tebük’ten Ramazan’ın
başında dönülmüştü. Aynı ay içinde Taiften delegeler Medine’ye geldi. Delegeler
konukseverce karşılandılar ve onlar için mescidin yakınma bir çadır kuruldu.
Eğer Müslüman olurlarsa yerleşim bölgelerinin îslâm devletinin koruması
altında olmasına karar verildi. Fakat Peygamber (s.a.v.î onların ba^ı
isteklerini kabul etmedi. Delegeler Lafın üç yıl kadar tahrip edilmedi den
durmasını istediler. Peygamber (s.a.v.} bu isteği geri çevirince iki yıla, sonra
bir yıla indirdiler, en sonunda bir ay mühlet istediler. Peygamber Cs.a.v.)
buna da hayır dedi Daha sonra ona putlarını kendi elleriyle tahrip etmemeleri
ve hergun beş vakit namaz kılmamaları için yalvardılar. Onlara: «Namaz olmayan
dinde hayır yoktur» diyerek namaz kılmaları gerektiğini söyledi. Fakat
putlarını kendi elleriyle tahrip etmemeleri konusundaki önerilerini kabul etti.
Urve’nin yeğeni Muğire’ye delegeler ile birlikte gitmesini ve Mekke’den
kendisine yardım etmek üzere Ebu Süf-yan’ı alıp Lat’ı tahrip etmesini emretti.
Müslüman olduktan
sonra delegeler Ramazan’ın geri kalanını Medine’de oruç tutarak geçirdiler ve
daha sonra Taife döndüler. Ebu Süfyan gruba Mekke’de katıldı, fakat putu kıran,
tek elli Muğire idi. Muğire’nin kabilesi, Urve ile aynı kaderi paylaşmasından
korkarak onun için bazı koruma önlemleri almışlardı. Fakat kınlan put için
feryat eden kadın seslerinden başka bir müdahale olmadı.
Şehrin teslim olmasına
en çok üzülen iki kişi, ne şehrin vatandaşı ne de Lat’m bağlılarmdandı.
Peygamber (s. a. y.) Mekke üzerine yürüdüğünde, Hanzala’nm babası Ebu Amir ve
ciritçi Vahşi, kendilerine yenilmez bir şehir olarak görünen Taife
sığınmışlardı. Fakat şimdi nereye sığınabileceklerdi? Ebu Amir, Suriye’ye
kaçtı ve orada kendi kendine ettiği bedduayı yerine getirerek «yalnız ve yuvasız
bir sürgün» olarak öldü[4].
Sakîf li bir adam Peygamber (s.a.v.)’in Müslüman olan hiç kimseyi
öldürmediğini söylediğinde Vahşi hâlâ nereye gidebileceğini düşünüyordu.
Vahşi, bunun üzerine Medine’ye gitti, Peygamber (s.a. v ) ‘e gidip kelime-i
şehadet getirdi. O, böyle yaparken mü’-m inlerden biri onu Hamza’yı öldüren
köle olduğunu anladı ve: «Ey Allah’ın Rasulü, bu Vahşi» dedi. «Olsun» dedi Peygamber
(s.a.v.), «Çünkü bir kişinin İslâm’a girmesi benim içm bin kâfiri öldürmekten
daha iyidir». Daha sonra gözleri, önündeki siyah yüzde gezindi: «Gerçekten sen Vahşi misin?» diye sordu. Adam
doğrulaymca: -Otur ve Hamzayı nasıl öldürdüğünü bana anlat» dedi. Adam
anlatmayı bitirdiğinde Peygamber ,(s.a.v.): Yazıklar olsun, yüzünü benden uzak
tut, bırak da sana bir daha bakmayayım»[5] dedi.
Ebu Amtr’in kuzeni îbn
Ubey’e gelince, Tebûk’ten bir ay sonra hastalandı ve birkaç hafta sonra ölmek
üzere olduğu anlaşıldı. Eski kaynaklar, onun nasıl öldüğü (mü’min olarak mı,
münafık olarak mı) konusunda farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Fakat Peygamber
(s.a.v.î’in onun başında cenaze namazı kıldığı ve kabri başında dua ettiği konusunda
hepsi aynı fikirdedirler. Bir kaynağa göre Ömer (r.), Peygamber (s.a.v.î namaz
için yerini aldığında onun yanına gitmiş ve bir münafığa bu kadar lütufta
bulunmaması için ona karşı çıkmıştı. Peygamber (s.a.v.) ona gülümseyerek şu
cevabı verdi: «Ömer, arkama geç. Bana bir seçenek verildi, ben de seçtim.
Bana:
«Sen, ister onlar İçin
bağışlanma dile ya da istersen onlar tçin bağışlama dileme. Onlar için yetmiş
kere bağışlama di’:sen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz» (Tevbe: 5) ,
denildi. Eğer yetmiş
defadan fazla bağışlanma dilediğimde Allah’ın onları bağışlayacağını bilsem dualarımın
sayısını artırırdım»[6]. Daha
sonra namazı kıldırdı, tabutun yanında mezarlığa kadar yürüdü ve mezarın
başında durdu. Bundan kısa bir süre sonra münafıklar hakkında, şu ayet nazil
«Onlardan ölen bitinin
namazım hiçbir zaman kılma, mezarı başında durma. Çünkü onlar Allah’a ve
Rasulüne (karşı) küfre saptılar ve fasıklar olarak öldüler.» (Tevbe: 84).
Fakat başka kaynaklara göre[7] bu
âyet Tebûk’ten döndükten hemen sonra nazil olan vahyin bir bölümü idi. Bu âyet
İbn Ubey’e uygulanamazdı, çünkü Peygamber onu hastalığı sırasında ziyaret etmiş
ve Ölümün yakınlığının onu değiştirdiğini görmüştü. İbn Ubey, Peygamber
(s.a.v.) -den öldüğünde kefenlenmek için bir elbisesini ve kabre kadar
tabutunun yanında gitmesini istemiş, O da bunu kabul etmişti. Daha sonra da:
«Ey Allah’ın Resulü, ümit ederim ki tabutumun yanında dua eder ve günahlarımın
affı için Allah’tan bağışlanmamı dilersin» demişti. Peygamber (s.a.v.) yine
kabul etmiş ve O Öldükten sonra da sözünü yerine getirmişti. Tüm bu olaylar
sırasında ölen adamın oğlu Abdullah da vardı.
Peygamber (s.a.v.)’e
elçiler gönderen tek kabile Saklf değildi. «Heyetler yılı» olarak anılan
Hicret’in bu dokuzuncu yılında Medine’ye Arabistan’ın her tarafından daha bir
çok elçiler geldi. Bunlar arasında Yemen’in çeşitli bölgelerinden gelen
elçiler ve putperestliği bırakıp Müslüman olduklarını duyuran dört Himyerli
Prensin mektupları da vardı. Peygamber (s.a.v.) onlara samimiyetle cevap verdi;
onlara İslâm’ın emirlerini haber verdi. «Dinine bağlı olan bir yahudi veya bir
hristiyanın dininden döndörülmeyece-ğini, fakat cizye (haraç) ödeyip, Allah’ın
Rasulü’nûn himayesi altında olacağını»[8]
belirterek yahudi, hristiyan ve Müslümanlardan vergi toplamak üzere göndereceği
elçilere iyi davranmalarını emretti. Dinsel ayrılıklarla ilgili olarak nazil
olan bir âyette şöyle denilfyordu.:
«Sizden her biriniz
için bîr şeriat ve bir ydl yöntem kıldık. Eğer Allah[9]
dileseydi, sizi bir tek ümmetten kılardı; ancak (bu) size verdikleriyle sizi
denemesi İçindir. Artik hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında
anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir» (Maide: 48).
Gelen heyetlerin
hepsinden sonuç alınamıyordu. Bı’r Ma’un’daki katliamdan sorumlu olan Amir İbn
Tufeyl şimdi Beni Amir’in başına gelmiş ve kabilesinin baskıları sonucunda
Medine’ye gelmek zorunda kalmıştı. Fakat cahil bir adamdı. İslâm’a karşılık
Peygamber (s.a.v)’den kendisini halifesi olarak ilân etmesini istedi.
Peygamber (s.a-v.). «O ne senin içindir ne de kabilen içindir» dedi. «O halde»,
dedi Amir, «Sen şehirlileri yönet, bana da göçebeleri ver… «Hayır» dedi.
Peygamber (s.a.v.); «fakat sana süvarilerin idaresini veriyorum, çünkü sen
atlardan anlayan bir adamsın.» Bedevi lider için bu yeterli değildi. Hor
görerek; «Bir-şeyim olmayacak mı yani?» dedi. Geriye dönerek: «Her tarafı sana
karşı atlılar ve yayalarla dolduracağım» dedi. O gittikten sonra Peygamber
(s.a.v.) dua etti. «Allah’ım, Beni Amir’e hidayet ver ve Tufeyl’in oğlu
Amir’in şerrinden İslâm’ı kurtar.» Amir yolda bir saldırıya uğradı ve eve varmadan
öldü. Kabilesi yeni bir temsilci kurulu gönderdi ve anlaşma yapıldı. Şair
Labîd (r.) de elçilerden biriydi ve Müslüman olmuştu. Bundan sonra şairliği
bırakmak istediği söyleniyordu. «Buna karşılık ‘ Allah bana Kur’an’ı verdi»
demişti. Fakat yine de yeteneklerini dinin hizmetinde kullanarak Ölünceye dek şiir yazmaya devam
etti.
Hac zamanı
yaklaşıyordu. Peygamber (s.a.v.) hacılarla ilgilenme görevini Ebu Bekir (r.)’e
verdi. Ebu Bekir (r.) Medine’den üçyüz kişiyle yola çıktı. Fakat onlar
gittikten kısa bir süre sonra, Müslüman ve müşrik Mekke’ye giden tüm hacıların
duyması gereken önemli bir âyet nazil oldu. Peygamber (s.a.v.) «Bana benim
ailemden birinden başkası temsilci olamaz» dedi ve Ali (r.) ‘e tüm hızıyla
gidip hacılara yetişmesini söyledi, inen âyetleri Mina’da okuyacak ve o yıldan
sonra Kâ’be’ye çıplak girilemeyeceğini ve putperestlerin son defa Haç
yaptıklarını ilân edecekti.
Ali Cr.) yetiştiğinde
Ebu Bekir (r), topluluğa kumanda etmek üzere mi geldiğini sordu. Ali (r.) onun
kumandası altında olacağını söyledi ve birlikte yola çıktılar. Namazları Ebu
Bekir kıldırdı ve hutbeleri de o okudu. Bayram günü, tüm hacılar kurbanlarını
kesmek üzere Mina vadisinde toplandıklarında Ali (r.) ilahî mesajı açıkladı.
Mesajın konusu, putperestlere serbestçe gidip gelme için dört ay mühlet
verildiği, bu süreden sonra Allah’ın ve Ra-sulü’nün onlara, karşı bir
sorumlulukları olmayacağıydı.
Onlara savaş ilan
edilmişti. Bundan sonra görüldükleri yerde öldürülecek ya da esir alınacaklardı[10]. İki
istisna yapılmıştı Peygamber (s.a.v.)’le özel anlaşması olan ve bu anlaşmaya
uyanlar anlaşma süresi bitinceye etek güvenlikte olacaklardı, eğer bir
putperest himaye isterse ona himaye verilecek, îsîâm ona tebliğ edildikten
sonra emin bir yere yerleştirilecekti. Putperestlerin çıkarılmasıyla sadece
ticaretlerinin durgunlaşacağını değil değerli hediyelerden de mahrum
kalacaklarını zanneden yeni Müslüman olan Mekke’lilere hitaben yeni bir âyet
nazil olmuştu:
«Ey iman edenler,
müşrikler ancak pisliktirler; öyleyse bu yıllarından sonra artık Mesciâ-i
Harama yaklaşmasmlar. Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan korkarsanız. Allah dilerse
sizi kendi fazlından zengin kılar. Hiç şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet
sahibi olandır.» (Tevbe: 25).
Peygamber (s.a.v.)
Hicret’ten sonra onuncu yıl olan ertesi yıl hemen hemen tümünü evde geçirdi.
İbrahim, yürümeye başlamıştı ve henüz Konuşmaya başlıyordu. Hasan (r.) ve
Hüseyin (r.)’in, Zeyneb Cr.) adında bir kızkar-deşleri olmuştu ve Fatıma (r.)
dördüncü bir çocuk bekliyordu. Ailenin diğer yakınları arasında Cafer (r.)’in
üç oğlu vardı. Cafer’in ölümünden sonra Esma (r.) ile evlendiği için bu üç
çocuk Ebu Bekir (r.)’in üvey oğullan olu-
yordu. Esma (r.) da
bir bebek bekliyordu. Peygamber (s.a. v). Esma’nm kardeşi Ümmü’1-Fadl (r.)’ı çok
severdi. Mekke’de iken sık sık onu ziyaret etmek adetiydi. Abbas (r.)
Medine’ye yerleştiğinden beri yine sık sık ziyaret ediyordu. En büyük oğulları
Fadl fr.) olgunlaşmış ve Peygamber (s. a.v.) tarafından sevildiğini gösteren
birçok olayla karşılaşmıştı. Bunlardan biri de, Peygamber (s.a.v.)’in Meymu-ne
(r.)’de kaldığı zamanlar, yeğeni Fadl (r.)’ı onunla-birlikte kalmaya davet
etmesiydi.
Delegeler bir önceki
yıl gibi gelmeye devam ediyordu Bunlardan biri, Peygamberle (s a.v) anlaşma
yapmak isteyen Necran hris Uyanların d andı. Onlar Bizans yönetimin-deydiler ve
geçmişte Konstantinapol’den birçok yardım görmüşlerdi. Altmış itişi olan
delegeleri Peygamber (s a.v.) Mescid’de kabul etti. Onların dua etme vakti
geldiğinde Peygamber (s.av.) onların doğuya dönerek dua etmelerine izin verdi.
Kaldıkları sürece
yapılan görüşmelerde birçok ilkelere değinildi, isa’nın kişiliği hakkında
Peygamber (s.a.v)’le arasında birçok anlaşmazlıklar çıktı. Bunun üzerine şu
âyetler nazil oldu-
«Şüphesiz, Allah
ka’ında İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı[11],
sonra da «ol» demesiyle o hemen oluverdi. Gerçek, Rabbindendir. öyleyse
kuşkuya kapılanlardan olma. Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun
hakkında seninle «çekişip-tartışmalcra girişirlerse» de ki: «Gelin oğullarımızı
ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi
çağıralım, sonra kcrşthkh lanctleşelim de Allah’ın lanetini yalan söylemekte
olanların üs’üne kılalım.» (Al-i Imran: 59-61}.
Peygamber (s.a.v.) bu
âyetleri hristiyanlara okudu ve onları kendisi ve ailesi ile buluşup âyette
Önerilen şekilde
anlaşmazlığı çözmeye
davet etti. Onlar düşüneceklerini söylediler, ertesi gün Peygamber (s.a.v.)’e
geldiklerinde, Ali (r.)’nin, Fatıma lr.)’nın ve iki oğullarının yanında olduğunu
gördüler. Peygamber (s.a.v.) büyük bir aba giymiş ve hepsini de içine alacak
şekilde yaymıştı. Bu nedenle bu beş kişiye, «ehl-i aba» denirdi. Hristiyanlara
gelince, anlaşmazlığı artık daha fazla devam ettiremeyeceklerini anladılar.
Peygamber (s.a.v.î onlara, vergi vermeleri karşılığında kendilerinin,
kiliselerinin ve tüm diğer mallarının İslâm devletinin koruması altında
olacağını vadeden bir anlaşma yaptı.
Bu yılın ilk aylarında
süren neşeli mutluluk İbrahim’in hastalanmasıyla birlikte sona erdi. Bir süre
sonra onun uzun süre yaşamayacağı ortaya çıktı. Onu annesi Mariye (r.) ve
teyzesi SirînCr.) tedavi ediyorlardı. Peygamber (s. a.v.) onu sık sık ziyaret
ed’yordu ve ölürken yanındaydı. Çocuk son nefesini verdiği ide kucağına aldı ve
gözlerinden yaşlar boşandı. Onun yas ve feryadları yasaklaması, ölüm
sonrasındaki tüm üzüntü belirtilerini de yasaklamış olduğu anlaşılıyordu. Bu
yanlış anlama hâlâ bazı zihinleri meşgul ediyordu. Abdurrahman İbn. Avf (r.):
«Ey Allah’ın Rasulü, sen bunu ağlamasını kastederek yasaklamadın mı?
Müslümanlar seni ağlarken görürlerse onlar da ağlarlar» dedi. Peygamber
(s.a.v.) yine ağlamaya devam etti ve konuşabilecek hale geldiğinde: «Ben bunu
yasaklamadım. Bunlar acıma ve merhamet belirtileridir. Merhametli olmayana merhamet
olunmaz. Ey ibrahim, eğer tekrar buluşma va’di olmasa, bu herkesin geçmek
zorunda olduğu bir yol olmasa ve son gelenimizin ilk gidene yetişeceğini bilin
eşek, senin için daha fazla üzülürdük. Yine de senin için çok üzülüyoruz, ey
İbrahim. Göz ağlar, kalb hüzünlenir, Allah’ın gücüne gidecek birşey
söylemiyoruz» [12]dedi.
İbrahim’in Cennette
olduğunu söyleyerek Mariye (r.) ve Şirin (r.)’i teselli etti. Onları bir müddet
yalnız bıraka tıktan sonra Abbas (r.) ve Fadl (r.) ile birlikte döndü, îki yaşlı
adam oturmug onu seyrederken genç adaın cenazeyi yıkadı. Daha sonra, cenaze
mezarlıktaki küçük mezarına kondu. Üsame (r.) ve Fadl Cr.) çocuğu mezara
uzattıktan sonra Peygamber Cs.a.v.) cenaze namazını kıldırdı ve kabrin başında
oğlu için dua etti. Mezara toprak atıldığında hâlâ mezarın başındaydı. Daha.
sonra bir kırba su getirmelerini ve mezarın üstüne serpmelerini emretti.
Atılan toprağın yüzeyinde dengesizlik vardı, buna işaret ederek: Sizden biriniz
birşey yaptığında, onu mükemmel yapsın» dedi. Toprağı eli ile düzelterek
yaptığı iş için «Bu ne iyilik ne de zarar verdi, fakat hüzünlenenin gönlünü
ferahlattı»[13] dedi.
Peygamber (s.a.v.)
birçok kez, yaptığı her dünyevi işte kişinin mükemmeli araması gerektiğini
vurgulamıştır. Birçok sözü de bu amacın dünyevi olmadığını ve uhrevi olduğunu
belirtir. Ali, Peygamberin (s.a.v.) bu konudaki tutumunun şu sözlerle
özetlenebileceğini söylemiştir: «Her zaman yaşayacakmış gibi bu dünya için,
yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış.» Her zaman ayrılmaya hazır olmak, her
zaman uhrevi olmaktır. Peygamber (s.a.v.): «Bu dünyada bir garip veya bir yolcu
gibi ol»[14] demiştir.
İbrahim’in öldüğü gün,
cenaze gömüldükten sonra bir güneş tutulması olmuştu. Bazıları bunu Peygamber
(s.a. v’Jin üzüntüsüne bağladılar. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): «Ay ve
güneş Allah’ın işaret ayetlerindendir. Onların ışığı hiçbir insanın ölümü için
kesilmez. Onların tutulduğunu görürseniz, aydmlanmcaya kadar dua edin.»[15]
dedi.
81. DERECELER
Yeni dine girme
sırasında insanları yönlendiren ruhsal dürtüler artık çok zayıflamıştı. Bu
nedenle şu âyet nazil oldu-
«Bedeviler* dedi ki:
«iman ettik» De ki: «Siz iman etmediniz, ancak ‘islâm (müslüman veya teslim)
olduk’ deyin. îman henüz kalblerinize girmiş değildir. Eğer Allah’a ve
Rasulüne itaat ederseniz, O, sizin emellerinizden hiçbirini eksiltmez.»
(Hucurat: 14)
Bu âyet iman etmeden
teslim olmayı -en aşağı derece olarak kabul ederek İslâm hiyerarşisini
tamamlıyordu. Daha yüksek dereceler, Hudeybiye anlaşmasından birkaç ay önce
Peygamber (s.a.v.)’e nazil olan Nur Sûresinin konusunu daha doğrusu konularından birini teşkil
ediyordu. Kur’an’da nur, iman anlamına gelir ve aşağıda bu nurun
(aydınlanmanın) dört derecesi belirtilmiştir:
«Allah, göklerin ve
yerin nurudur. O’nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir;
çerağ bir sırça içerisindedir; sırça sanki incimsi bir yıldızdır ki. doğuya da
battya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç
ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı tştk verir. (Bu) Nur üstüne nurdur.
Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip-ilettr. Allah insanlar için
örnekler vermektedir. Allah, herşeyi bilendir.» (Nur: 35)
En alt derecede,
aydınlatılan fakat kendisi ışık saçmayan kandil vardır. Daha sonra sırça
gelir, onun üstünde de kutlu zeytin ağacı yer alır. Bu sembollerin anılması
insana. «Allah insanlara örnekler verir» diye başlayan ve sebebini belirterek:
«belki düşünürler» (Haşr: 21) diye biten başka ayetleri hatırlatıyor. Nur
ayetinin tümü insanı düşünmeye çağırır. Fakat derecelere gelince Kur’an bu
konuyu burada imalı bir şekilde anlatır. Halbuki ilk nazil olan ayetlerde
imanın dereceleri daha açık bir şekilde anlaşılmıştır. Bunlardan birinde
(Vakıa: 7-40) insanlar üç gruba ayrılmıştır, «Ashabı Meymene» (ahirette amel
defteri sağdan verilen ya da sağ yanda olanlar), «Ashab-ı Meş’eme» (ahirette
defterleri soldan verilenler, ya da sol yanda olanlar) ve «Yarışıp öne geçmiş
öncüler.» «Ashab-ı Meymene» kurtulanlar, «Ashab-ı Meş’eme» de
cezalandırılanlar. «Öncüler ise en üst derecededirler ve onlara Allah’ın
Kulları[16]
denilir.. Baş melekleri diğer meleklerden ayırmak için kullanılan Allah’a
yaklaştırılmış (mukarrebûn) deyimi bunlar İçin kullanılır. İlk nazil olan
sûrelerden bazılarında mü’min kategorisinde, «öncüler»le (sabikûn) «Ashab-ı Meymene»
arasında yeralan «iyiler» (ebrârl diye bir sınıftan da bahsedilir. Bu üçü arasındaki
ilişki Kur’an’m bu üç grubun Cennette ki durumlarıyla ilgili anlattıklarından
çıkarılabilir. Ashab-ı Meymene»ye içmek için «saf su» verilirken, en yüce
kaynaklar sadece «öncülerde verilir. «İyilerde ise, onların «Öncüler» in ayak
izlerine uyanlar olduğunu belirtir, bir şekilde iki farklı kaynağın karışımı
verilir (insan: 5), (Mutaffifin: 27).
Üstünlük derecelerine
Kur’an’da kalbten bahsederken de değinilir. Kur’an çoğunluktan bahsederken:
«Gerçek şu ki, gözler
kâr olmaz, ancak sinelerdeki kalbler körelir» (Hac. 46).
der. Diğer taraftan
Peygamber (s.a.v.) tüm diğer Peygamberler gibi, kalbinin devamh uyanık
olduğunu, yani kalb gözünün açık olduğunu söylemiştir. Kur’an bunun belli ölçülerde
başkaları tarafından da paylaşılabileceğini belirtir, çünkü bazen sadece
«temiz akıl sahipleri»ne (ulü’l-el-bab)
(Yusuf: ili, Ra’d: 19) hitap eder.
Peygamber (s.a.v.)’in
Ebu Bekir hakkında şöyle söylediği rivayet edilir: «O sizi çok oruç tutmakla
ve çok namaz kılmakla geçmedi, fakat o sizi kalbinde sabit olan bir şey
sayesinde geçti.»[17]
Peygamber (s.a.v.) sık
sık Ashabdan bazılarının diğerlerinden üstün olduğunu belirtirdi. Mekke’nin
fethi sırasında Peygamber (s.a.v.)’in yanında Halid kendisini azarlayan
Abdurrahman îbn Avf’a sinirlenip karşı çıkınca Peygamber (s.a.v.):
«Arkadaşlarıma (Ashabıma) nazik davran Halid, çünkü senin Uhud dağı
büyüklüğünde altının olsa ve bunu Allah yolunda harcasan, yine de arkadaşlarımdan
hiçbirinin faziletine ulaşamazsın»[18]
dedi.
Kur’an’a göre bir
derece ile diğeri arasındaki fark ahi-rette, bu dünyadakinden daha büyüktür:
«Onlardan bir kısmım
bir kısmına nasıl üstün tuttuğumuzu gör. Muhakkak ahiret dereceler bakımından
daha büyüktür, üstünlük bakımından da daha büyüktür» (tsra: 21).
Peygamber (s.a.v.) de
şöyle demiştir: «Cennet ehli kendi üstlerindeki yüce yerin, şimdi en parlak
gezegeni (ve-nüs) doğu veya batı ufkunda gördükleri yükseklik kadar yukarıda
olduğunu görecekler»[19]
İnsanlar arasındaki eşitsizlikler onun öğretme şekline de yansımıştır,
öğrettiklerinin bazılarını sadece anlayabileceklerini umduğu belirli bazı
kişilere hasretmiştir. Ebu Hureyre: «Hafızama Rasu-lullah (s.a.v.)’tan
öğrendiğim iki tür bilgi depoladun. Bir kısmını açıkladım; eğer diğer kısmını
da açıklarsam bu gırtlağı kesersiniz»[20]
diyerek boğazına işaret etmiştir.
Mekke ve Huneyn
zaferlerinden sonra dönüş yolculuğu sırasında Peygamber (s.a.v.)
arkadaşlarından bazılarına-«Küçük cihaddan, büyük cihada dönüyoruz» dedi.
İçlerinden biri: «Ey Allah’ın Rasulü, büyük cihad nedir? diye sorunca: «Nefse
karşı cihad»[21]cevabını verdi. însan
nefsi iki bölüme ayrılmıştır. Onun aşağı bölümü hakkında Kur’an:
«Gerçekten nefis var
gücüyle kötülüğü emredendir» (Yusuf: 53) der. Şuur da denen iyi bölümüne de:
«Kendini kınayıp duran
nefis» (Kıyamet: 2).
adını verir. îşte alçak
nefse karşı ruhun yardımıyla cihadı yüklenen bu kısmıdır.
En sonunda da savaşı
sona ermiş ve artık içinde bir ayrılık taşımayan «mutmain (tatmin olmuş) nefis»
vardır. *Öncüler»in (sabikûn), «Allah’ın kullananın ve «Allah’a yaklaştırılmış
olanlardın (mukarrebûn) nefisleri işte böyledir. Kur’an bu kemâle ermiş olan
nefse şöyle hitap eder:
«Ey mutmain (tatmin
olmuş) nefis. Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön[22] .
Artık kullarımın arasına gir. Cennetime gir.» (Fecr: 27-30).
Bu lütuflardaki ikili
doğa, Kur’an’ın kutsanmış nefis için verdiği iki Cennet va’dini ve Peygamber
(s.a.v.)’in kendi nihai durumunu anlatmak için söylediği «Rabbimle
ve Cennetle buluşma»
sözünü hatırlatıyor. «Mutmain nefis- için, «Cennetime gir» sözü -Rabbimle
buluşma» sözüne tekabül ediyor; «Kullarımın arasına gir sözü de «Cennet» e
tekabül eder. Yüksek Cennet (Cennet ‘ül-a’la), yani •Rabbimle buluşma»
Rıdvan’dan başka birşey değildir. Aşağıdaki âyet bu sıralarda nazil olmuştu:
«Alîah, mü’min
erkeklere ve mü’min kadınlara İçinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan
cennetler ve And cennetlerinde güzel meskenler vadetmiştir. Allah’tan olan
hoşnutluk (Rıdvan) ise en büyüktür. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ da
budur.» (Tevbe- 72).
Peygamber (s.a.v.) bu
dünyada iken ulaşılabilecek en yüksek dereceden de bahsetmiştir. Kutsi
hadislerden birinde şöyle denir: «Kulum gönüllü (nafile) ibadetieriyle bana
yaklaşmayı ben onu sevinceye kadar devam ettirir; ben onu sevdiğimde, onun
duyan kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum»[23].
Gönüllü ibadetlerin en
başında «Allah’ı anmak veya Allah’ı çağırmak» anlamına gelebilecek olan zikr
Allah gelir. İlk inen âyetlerden birinde Peygamber (s.a.v.) şöyle bir emirle
karşılaşmıştı:
«Rabbinin ismini
zikret ve her şeyden kendini çekerek yalnızca O’na yönel» (Müzentmit: S).
Daha sonraları nazil
olan bir âyette de şöyle deniyor, du:
«Hiç şüphe yok namaz,
çirkince-utanmazltklardan ve kötülüklerden vazgeçirir. Allah’ı zikretmek ise
muhakkak en büyüktür» (Ankebût: 45).
Kalb ve kalbin
körlüğüyle ilgili olarak Peygamber (s.a.v.): «Herşeyin pasını silen bir cilası
vardır, kalbin cilası ise Allah’ı zikretmektir»[24],
demiştir. Mahşer gününde
Allah katında kimin en
yüksek dereceye sahip olacağı sorulduğunda ise «Allah’ı en çok zikreden kadın
ve erkekler» cevabını vermiştir. Bunların, Allah yolunda savaşanlardan da
yüksek bir derecede olup olmadıkları sorulduğunda ise cevabı şu olmuştur:
«Kişi müşrik ve
putperestlere karşı kılıcı kana bulanıp kırılıncaya kadar savaşsa bile, Allah’ı
zikretmek ondan daha yüksek bir dereceye sahip olacaktır»[25].
82. GELECEK
Peygamber (s.a.v.):
«Ümmetimin en iyisi benim dönemimdedir-, sonra onlardan sonrakiler daha sonra
onlardan sonrakiler gelir»[26] dedi
ve kendi çağında yaşayan ümmetinin, yani Ashabının çokluğuna sevindi.
Bir’keresinde ashabından on kişiye uğradı ve onları Cennetle müjdeledi. Bunlar;
Ebu Bekir, Osman, Ali, Abdurrahman îbn Avf, Ebu Ubeyde, Talha, Zübeyr, Zühre’îi
Sa’d ve Hanif olan Zeyd1-in oğlu Sa’ld idi. Onlardan önce diğer bazı kimseleri
de cennetle müjdelemişti. Hadis kitapları onun bu on kişi ile ilgili
övgülerinden ve bunlardan başka kimselere de cennetle ilgili verdiği
haberlerden bahseder, örneğin bir hadiste: «Cennet şu üç kişiyi arzular: «Ali,
Amnıâr[27] ve
Selman»[28]
buyurulur. Peygamber (s.a.v.) Fatuna (r.) ya da şöyle demiştir: «Sen, îmran’ın
kızı Meryem hariç, Cennetteki kadınların en üstünüsün»[29]. Ali
(rj’nin Peygamber (s. a.v.)’den aldığı hikmeti gelecek nesillere ulaştıracak
olan en önemli ileticilerden biri olacağına işaret ederek onun hakkında; «Ben
bilginin şehriyim, Ali de onun kapısı»[30].
Umuma, hitaben de: «Benim Ashabım yıldızlar gibidirler; hangisini izlerseniz
hidayet bulursunuz»[31]
demiştir.
Tebûk’ten döndükten
sonra adamlar kendi aralarında artık savaşın bittiğini düşünerek konuşmuşlardı.
Onuncu yıl boyunca çeşitli delegelerin gelmeye devam etmesiyle bu düşünce o
denli yerleşti ki, mü’minlerin çoğu silah ve zırhlarını satmaya başladılar.
Fakat Peygamber (s.a.v.) bunu duyunca,, böyle yapmalarını yasakladı ve: «Ümmetimden
bir bölümü, Deccal gelinceye kadar hak için savaşmaya devam edecek» dedi.
Bunun yamsıra: «Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız»[32] ve
«Kendisinden sonra daha kötüsü gelmeyecek olan hiçbir zaman olmaz»[33] da
demiştir. O insanları, ümmetinin bozulma sonucunda hristiyan ve yahudilerj
izlemeye başlayacağını söyleyerek uyarmıştır: «Siz, onları adım adım zira’
zira’ izleyeceksiniz, öyle ki eğer onları zehirli bir kertenkele çukuruna
girseler, siz yine onların peşinden gideceksiniz[34]
Kıyametten önce insanlığın genelde yaşayacağı en büyük düşüşü de ifade
ediyordu: «İslâm garip olarak başladı, yine garip olacaktır»[35].
Yine de Allah’ın onları bırakmayacağım vadetmekten geri kalmamıştır: «Allah,
bu ümmete her-yüzyılın başında dinini yenileyecek birini gönderecektir»[36]. Bir
başka sefer Ashabdan bazıları Peygamber (s.a.v.}’in «Ey kardeşlerim!» diye
birkaç kez bağırdığını duymuşlardı. *Ey Allah’ın Easulü, biz senin kardeşlerin
değilmiyiz1?-diye sorduklarında: «Sizler benim arkadaş lanınsınız. Fakat benim
kardeşlerim henüz gelmeyenler arasındadırlar Başka rivayetlerde de: «Son günlerde gelecek
olanlardır» cevabını vermişti. Konuşma tarzı büyük ruhsal öneme sahip olan
kişilerden bahsettiğini gösteriyordu.
Son günlerin çok kötü
olmasına rağmen o günlerde, doğru yolu bulmuş anlamına gelen Mehdi adında bir
halifenin çıkacağını da haber vermiştir; «Mehdi benim ümmetimden çıkacak,
geniş alınlı ve uzun burunlu olacak. Daha önceden kötülük ve zulümle dolu olan
dünyayı doğruluk ve adaletle dolduracak. Yedi yıl hükmedecek.»[37].
En sonunda Mehdi’den
sonra veya onun hükmünün son yıllarda Deccal gelecek, «sağ gözü üzüm gibi, tüm
ışığı gitmiş kör bir adam»[38].
Yeryüzünde büyük tahribat yapacak ve anlattığı yalanlarla da daha da çok
insanı kendi tarafına çekecek. Fakat ona karşı savaşan bir grup mü’min
bulunacak. «Onlar savaşmak için dayanırken» dedi Peygamber, (s.a.v.) «namaz
kılmak için saflara dizildiklerinde Meryem oğlu İsa gökten inecek ve onlara
imamlık yapacak. Allah’ın düşmanı, İsa’yı görünce, tuzun suda eridiği gibi
eriyecek. Eğer bırakılsa hiç kaîmaymcaya kadar erir; fakat Allah, onu tsa’nm
eline düşürecek. İsa (a.s.) da onun kanını mızrağının ucunda insanlara
gösterecek» [39].
Peygamber (s.a.v.}
aynı zamanda kıyametin yaklaştığını gösteren birçok işaretleri de haber
vermiştir. Bunlardan biri insanların çok yüksdk binalar inşa etmesidir.
Ömer’in oğlu Abdullah (r.Vın babasından rivayet ettiği bir hadiste bu
belirtiler daha açık bir şekilde anlaşılmıştır:
Ömer anlatıyor: «Günün
birinde, Resulullah (s.a.v.)’in yanında bulunduğumuz sırada elbibesi bembeyaz,
saçları simsiyah üzerinde yolculuk belirtileri görülmeyen ve böyle iken hiç
birimizce tanınmayan bir kimse geldi.
Nihayet
Kur’an’da açıkça sözü
edilmeyen ve islam “bilginleri arasında çeşitli biçimlerde ve görüşlerde
ele alınan bu konuya ilişkin daha geniş bilgi için bakınız: Muhammed
Hamidullah, İslam Peygamberi, Cilt I. Sayfa 681-696, İstanbul 1980; Ebul Âlâ.
el Mevdudi, islam’da îhya Hareketleri, s. 46-48, Ankara, 1967; Avni tlhan,
Mehdilik, İzmir, 1978 (İNSAN Y.)
Peygamber (s.a.v)’in
yanma oturdu. Dizlerini dizlerine dayadı, her iki avucunu iki uyluğu üzerine
koyup: «Ya Muhammed, İslâm nedir? Bana söyle« dedi. RasuluIIah (s.a.v.) «İslâm
Allah’tan başka hiç bir ilah olmadığına ve Muham-med’in Allah’ın Rasulü
olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan’da oruç
tutman ve yoluna gücün yeterse Beyt’i hac etmendir» dedi. O: «Doğru
söylüyorsun» dedi. Biz hem soruyor hem de doğruluyor diye onun haline
şaşırdık. Ondan sonra «îman ne~ dir? Bana söyle» dedi. RasuluIIah (s.a.v.):
«Allah’a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, ahiret gününe iman
etmendir. Bir de hayır ve şer kadere iman etmendir» dedi. O; «Doğru
söylüyorsun» dedi. Ve: «İhsan nedir?» diye sordu. RasuluIIah (s.a.v.);
«Allah’a sanki görüyormuş gibi ibadet etmendir. Çünkü sen O’nu görmüyorsan da
O seni görüyor» dedi. O yine: «Doğru söylüyorsun» dedi ve «Saat’İ (Kıyameti
veya ne zaman kopacağını) bana haber ver» diye devam etti. Resulullah (s.a.v.):
«Bu konuda sorulanın sorandan daha fazla bilgisi yoktur» diye cevap verdi. O:
«öyle ise emarelerini (belirtilerini) bildir» dedi. RasuluIIah (s.a.v.) cevap
olarak. «Cariyenin kendi sahibini doğurması’[40] ve
yalın ayak, sırtı çıplak, fakir koyun çobanlarının hangimizin kurduğu bina
daha yüksek diye yanşa çıktıklarını görmendir» dedi. Bundan sonra o kimse
gitti, o gittikten sonra bir sure kaldım! sonra Peygamber (s.a.v.) «Ya Ömer,
soranın kim olduğunu biliyor musun?» diye sordu. «Allah ve Rasulü daha iyi
bilir» dedim. Peygamber (s.a.v.) «O Cibril idi. Size dininizi öğretmek için
geldi dedi»[41].
83. VEDA HACCÎ
Peygamber (s.a.v.)
Medine’de iken Ramazan ayında, ayın ortalarında Mescid’de on günlük bir
inzivaya çekilmeyi ütikaf) adet haline getirmişti, arkadaşlarından bazıları
da ona katılırlardı. Fakat o yıl kararlaştırılan on günden başka bir on gün
daha mescidde kaldılar. Yani Rama-zan’m son yirmi gününü itikafta geçirdiler.
Her Rama-zan’da Cebrail gelir ve hafızasında vahiyden bir bölümün silinip
silinmediğini anlamak için onu kontrol ederdi. Bu yıl Peygamber (s.a.v.) Katıma
(r.)’ya gizlice henüz başkalarına söylenmemesi gereken bir sır verdi: «Her yıl
bir kez Cebrail bana Kur’an’ı okur ben de ona okurum: fakat bu yıl bana iki kez
okudu. Zamanımın geldiğini düşünüyorum»[42].
Şevval ayı geçti;
yılın onbirinci ayında Medine’de, Hac’da Peygamber (s.a.v.)’in önderlik edeceği
haberi yayıldı. Bu haberler çöl kabilelerine de ulaştırıldı ve her adımında
Peygamber (s.a.v.)’le olmak için vahaya her taraftan akın akın insanlar gelmeye
başladı. Bu Hac, yüzyıllardan beri yapılan haclara hiç benzemeyecekti:
hacıların tümü bir tek Allah’a inanan kimseler olacak ve hiçbir putperest
putperestçe ibadetleriyle Kutsal Ev’i kirletmeyecekti. Ayın sona ermesine beş
gün kala Peygamber (s.a.v.) otuz-bin kadın ve erkeğin başında Medine’den yola
çıktı. Peygamber (s.a.v.)’in hanımlarının hepsi, Abdurrahman İbn Avf (r.) ve
Osman îbn Affan (r.) tarafından yedilen develerin üstündeydi. Ebu Bekir CrJ’in
yanında hanımı Esma (r.) da vardı. îlk konaklardan birinde Esma, Muhammed adını
verdikleri bir erkek çocuğu doğurdu. Ebu Bekir (r.) onu Medine’ye geri
göndermek istiyordu, fakat Peygamber (s.a.v.) ona, hanımına gusül abdesti
almasını, Hac için niyet etmesini söyledikten sonra birlikte planlandığı şekilde
hacca gitmelerini söyledi.
Medine’den ayrılışın
onuncu gününün akşamı Peygamber (s.a.v.) Mekke’yi fethetmeye giderken
geçtikleri bir geçide ulaştı. Orada bir gece geçirdikten sonra ertesi sabah
Vadi’ye inmeye başladılar. Peygamber (s.a.v.) Kâ’-be’yi gördüğünde devesinin
ipini sol eline alarak sağ elini yukarı kaldırıp açtı ve dua etti: «Allah’ım,
bu Evin insanlardan gördüğü saygı lütuf, bağlılık ve rahmeti artır!»[43]
Mescide girdi, tavaf ettikten sonra İbrahim makamında namaz kıldı. Daha sonra
Safa’ya giderek Safa ile Mer-ve arasında yedi kez gidip geldi: Yanındakiler her
yerde yaptığı duaların tam sözlerini hazıfalannda saklamak içm çaba sarf
ediyorlardı.
Daha sonra Mescid’e
girerek, önce de olduğu gibi anahtarlarını koruyan Abdu’l-Dar’dan Osman (r.)’ı
ve Usame (r.) ile Bilâl (r.)’i yanma alarak Kâ’beye girdi. Fakat o akşam
Aişe’yi çadırında ziyafet ettiğinde Aişe onun üzgün olduğunu farketti. Sebebini
sorduğunda: «Bugün birşey yaptım, keşke yapmasaydım. Kâ’be’ye girdim, Ümmetimden
bazıları» dedi gelecekteki Müslümanları kastederek, «içeri giremeyebilirler ve
bu nedenle nefislerinde huzursuzluk hissedebilirler. Biz sadece onu tavaf
etmekle emrolunduk, içine girmekle değil»[44]
dedi.
Ümmü Hani (r.)’nin
kendi evinde kalması için tüm ısrarlarına rağmen Peygamber (s.a.v.} Mekke’deki
evlerden hiçbirinde kalmayı kabul etmedi. Yeni ayın sekizinci gününde tüm
hacılarla birlikte Mina’ya gitti. Geceyi orada geçirdikten sonra, sabahleyin
Haram bölgenin hemen dışında, Mekke’nin onüç mil doğusunda geniş bir vadi olan
Arafe’ye gitti. Arafe, Taif’e giden yol üzerindeydi ve kuzey ve doğudan Taif
dağlarıyla çevrilmişti. Fakat bunların hepsinden ayrı her tarafı vadi
tarafından çevrelenmiş ve vadi ile aynı adı taşıyan, bazen de Rahmet dağı
denilen bir dağ vardı. Her ne kadar aşağılara kadar yayılıyorsa da hacıların
makamı bu dağ idi. O gün Peygamber (s.a.v.) bu tepede vakfe yaptı.
Mekke’lilerden
bazıları onun çok ileri gittiğini söyleyerek şaşkınlıklarını belirttiler.
Çünkü diğer hacılar Arafe’ye gittikleri halde Kureyç’liler: «Biz Allah’ın
ümmetiyiz» diyerek haram bölgede kalmayı alışkanlık haline getirmişlerdi.
Fakat Peygamber (s.a.v.) İbrahim’in Arafe’de geçirilen günü haccm
gereklerinden biri olarak emrettiğini ve Kureyş-lilerin onun uygulamasını
terkettiklerini söylemişti. Peygamber (s.a.v.) o gün hac geleneğîifden
bahsetti ve dudaklarından sık sık «İbrahim’in mirası» kelimeleri döküldü.
Peygamber (s.a.v.) tüm
kabilelere, artık bundan sonra tüm İslâm toplumunda kan davalarının sona
erdiğini her insanın mal ve canının dokunulmaz olduğunu duyurmak için gür bir
sesi olan Safvan’m kardeşi Rebia’yı tellal olarak görevlendirdi ve ona şöyle
bağırmasını emretti: «Allah’ın Rasulü soruyor: Bu ay ne ayıdır?» Herkes sessizdi,
Peygamber (s.a.v.) cevap verdi: «Haram ay.» Sonra sordu: «Bu belde neresidir?»
Yine kimse cevap vermedi, o da: «Haram belde» dedi. Daha sonra: «Bugün nedir?»
diye sordu. Yine cevap veren kendisi oldu: «Büyük Hac günü.» Daha sonra Rebia,
Peygamber (s.a.v.)’in öğrettiği şekilde şöyle bağırdı: «Gerçekten Allah,
Rabbinize kavuşuncaya kadar kanlarınızı ve mallarınızı birbirinize haram kılmıştır.
Nasıl ki bu gününüz, bu beldeniz ve bu ayınız haram ise.»
Güneş en yüksek
noktasma ulaştığında Peygamber (s.a.v.) Allah’a hamddan sonra şu sözlerle
başlayan bir hutbe okudu: «Ey insanlar,
beni dinleyin, çünkü bilmiyo-rum, belki de sizinle bu yıldan sonra bir daha
buluşama-yacağım.» Daha sonra onları birbirlerine iyi davranmaları konusunda
uyardı ve onlara haranı ve helâl olan şeylerden bahsetti. En sonunda şöyle
dedi: «Size sımsıkı sarıldığında sizi sapıklıktan kurtaracak bir emanet bırakıyorum:
Allah’ın kitabı ve Peygamber’in sünneti. Ey insanlar, sözlerimi dinleyin ve
anlayın» Daha sonra onlara Kur’an’m son âyetlerini oluşturan ve henüz nazil
olan bir pasaj okudu:
«Bugün size dininizi
kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi de tamamladım ve size din olarak islâm’ı
seçip-beğendim. Kim «Şiddetli bir açltkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı
karşıya kalırsa —günaha eğilim, göstermeksizin (bu haram saydıklarımızdan yetecek
kadar yiyebilir): Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir» (Maide: 3).
Hutbesini bir soru ile
bitirdi: «Ey insanlar, risaletimi tebliğ ettim mi?» Binlerce ağızdan yükselen
Allahümme ne’am (Allahım, evet) sesleri gök gürültüsü gibi tüm vadiyi doldurdu.
Peygamber (s.a.v.) işaret parmağını göğe kaldırarak: «Allahım, şahid ol.» dedi.
Daha sonra namazlar
kılındı ve Arife gününün geri kalan kısmı dua ve tefekkürle geçirildi. Fakat
güneş batar batmaz Peygamber (s.a.v.) yanına Üsame (r.) ‘yi alarak tepeden
aşağıya inmeye başladı ve tüm hacılarla birlikte Mekke’ye doğru vadiyi aştılar.
Bu noktada hızlı ilerlemek gelenekti; fakat aşırı hareketleri görünce Peygamber
(s a. v.): «Yavaş! Yavaş! Sessiz olun! Aranızdaki güçlüler zayıfları
gözetsin!» diye bağırdı. Geceyi Haram bölge sınırları içinde olan Müzdelife’de
geçirdiler ve oradan Mina vadisinde, Akabe’de üç sütunla temsil edilen Şeytanı
taşlamak için küçük çakıl taşları topladılar. Şevde, Peygamber (s.a.v.)’den
etraf sakinken Müzdelife’den ayrılma izni istedi. Kadınların çoğuna
nazaran iri yapılı ve ağır
oldugu için sıcaktan ve yolculuk sıkıntılardan çok rahatsız oluyordu. Bu
nedenle kalabalık ulaşmadan önce şeytan taşlamak görevini bitirmek istiyordu.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.vJ onu Ümmü Süleym ile birlikte Abbas’m oğullarından
biri olan Abdullah’la gönderdi.
Peygamber (s.a.v.)
kendisi sabah namazını Müzdelife’-de kıldı ve daha sonra arkasında deve
sırtında yol alan Fadl olduğu halde hacıları Akabe’ye götürdü. Onikİ yıl önce
bu yerde ve bu günde altı Hazreç’li gelmiş ve ona biat etmişlerdi. Bu da
Birinci ve İkinci Akabe biatlarımn zeminini hazırlamıştı. Taşlamadan sonra
hayvanlar kurban edildi ve Peygamber (s.a.v.) başını traş etmesi için bir arîam
çağırdı. Hacılar, onun saçından bir tutam alabilmek ümidiyle etrafına
toplandılar. Ebu Bekir (ı\) daha sonraları, Uhud’da ve Hendek’te a Halid’le
şimdi şu sözleri söyleyen Halid (r.) arasındaki ayırıma dikkat çekmişti: «Ey
Allah’ın Rasulü, alnındaki saçları, Anam babam sana feda oîsun başkasına
değil, bana ver»- Peygamber (s.a.v.) onları Haîid (r.î’e verdi o, saç tutamır
aldı, gözlerine ve dudaklarına bastırdı.
Bundan sonra Peygamber
(s.a.v.) hacılara, Kâ’be’yİ ziyaret etmelerini ve ondan sonraki iki geceyi
Mina’da geçirmek üzere tekrar geri dönmelerini emretti Kendisi ikindiden
sonraya kadar bekledi. Hayız halinde olan Aişe (r.) hariç diğer hanımları ona
Mekke’ye giderken eşlik ettiler. Birkaç gün sonra Aişe (r.) temizlendiğinde
Peygamber onu kardeşi Abdurrahman ile Haram bölgenin dışına gönderdi. Aişe
(r.) orada tekrar niyet etti ve Mekke’ye giderek Kâ’be’yi tavaf etti.
Peygamber (s.a.v.)’in Ramazan’da gönderdiği ûç yü? afh Yemen seferini bitirmişlerdi ve güneyden Mekke’ye doğru geliyorlardı. Ali
(r.) şimdi haccını bitirmiş olan Peygamber (s.a.v.î’le birlikte Kac yapmak
için mümkün olduğu kadar kısa sürede ona ulaşmak isteğiyle adamlarından önce
geliyordu. Devletin payına düşen ganimetlerin beşte birinde tüm orduyu
giydirecek kadar keten elbise vardı, fakat Ali (r.) bunların Peygamber
(s.a.v.)’e eldeğmemış bir şekilde teslim edilmelerine karar vermişti. Fakat
adam-lar, onun yokluğu sırasında vekil olarak bıraktığı adamı herbirine keten
bir elbise vermeye ikna etmişlerdi. Elbise değiştirmeye büyük ihtiyaçları
vardı. Çünkü üç aydan beri evden uzaktaydılar. Şehre yaklaştıklarında Ali
onları karşılamaya gitti ve yapılan değişikliğe çok şaşırdı. Kumandan: «Halkın
arasına girdiklerinde düzgün görünsun-ler diye elbiseleri verdim» dedi.
Adamlar, Mekke’deki hor-kesin Bayram için en güzel elbiselerini giydiklerini ve
gu-zel görünmeye dikkat ettiklerini biliyorlardı. Fakat Ah (r.î böyle bir
serbestliği hoşgörü gösteremeyeceğini hissetti ve onlara eski elbiselerini
giyip yenilerini ganimetlerin arasına koymalarını emretti. Tüm orduda huzursuzluk
başgos-terdi. Peygamber (s.a.v.) bunu duyduğunda. «Ey insanlar, Ali (r.) ‘yi
suçlamayın, çünkü o Allah yolunda, suçlanama-yacak kadar titizdir.» Fakat bu
sözler yeterli olmadı, belki de bunu sadece bir haç kişi duydu Bu nedenle
huzursuz, luk devam etti.
Medine’ye dönerken
bölüklerden biri Peygamber ‘.)’e Ali (r.)’yi şikâyet edince Peygamber
(s.a.v.)’ın yu/,u-nün rengi değişti. «Ben, mü’m inlere, kendilerinden daha
yakın değil miyim?” dedi. Adamlar tasdiklndiklerindo «Ben kime en yakın
isem, ona en yakın ulan Ali’dir, diye ekledi. Gadir eJ-Humm’da kamp
kurduklarında bütün ın-sanlan topladı. Ali (r.)’yi elinden tuttu ve bu sözleri
tekrarladı. Daha sonra şu duayı okudu: «Allattım, onun dostuna dost ol,
düşmanına da düşman ol». Böylece Ali hakkındaki söylenti ve mırıldanmalar son
buldu[45]
Bir önceki yıl gelen
delegelerden biri de, yerleşim bölgeleri Necd’in doğu sınırı boyunca yayılmış
olan, Beni Ha-nife adındaki YemameT Hristiyan bir kabiledendi. Müslüman olmayı
kabul etmişlerdi; Takat onlardan Museylime adındaki bir adam kendisinin de
Peygamber (s.a.v.) olduğunu iddia ediyordu. Hacıların Mekke’den dönmesinden
kısa bir süre sonra Yemame’den gelen iki elçi Medine’ye şu ^mektubu getirdiler:
«Allah’ın Rasulü Museylime’den, Allah’ın Rasulü Muhammed’e, selâm üzerine
olsun! Otoriteyi seninle paylaşma görevi bana verildi. Dünyanın yansı bizim,
diğer yarısı da günahkâr olmalarına rağmen Ku-reyşlilerin». Peygamber (s.a.v.}
elçilere bu konuda ne düşündüklerini sordu. Elçiler: «Biz de onunla aynı
fikirdeyiz dediler. «Vallahi* dedi Peygamber (s.a.v.): «Eğer elçiler öldürülmez
diye bir kural olmasaydı, sizin başınızı keserdim.» Daha sonra efendilerine
vermeleri için bir mektup yazdırdı: «Allah’ın Rasulü Muhammed’den yalancı
Musey-lime’ye. Selâm doğru yola uyanların üstüne olsun! Gerçekten yeryüzü
Allah’ındır, O kullarından dilediğine onu miras bırakır, işüı sonu Allah’tan
korkanların lehinedir»[46].
Bu sıralarda ortaya
çıkan yalancı Peygamberlerden biri Beni Esed’in başkam Tuîeyhe, diğeri de
Yemenli Ka’b îbn Esved idi. Yemen’li belli bir başarı kazandı ve geniş bir
alanda etkili oldu. Fakat bir süre sonra gurur ve kibiri nedeniyle
taraftarlarının çoğu ona karşı çıktılar. Birkaç ay sonra da öldürüldü. Tuleyhe
en sununda Halid tarafından dize getirildi ve tüm iddialarından vazgeçerek
İslâm’ın güçlerinden biri oldu. Museylime’ye gelince onun kaderi, Nuseybe’nin
oğlu Abdullah’tan ölümcül bir kılıç yarası aldıktan sonra Vahşi’nin attığı
mızrakla ölmek oldu. Fakat bu olay aylar sonra meydana geldi. Hac ay’ınm
geçtiği ve Hicret’in onbirincı yılma girildiği şu an için bunlar îslâm a karşı
potansiyel bir tehlike teşkil ediyorlardı. Aynı zamanda kadın Peygamber olduğunu
iddia eden Sace adında Temim’li bir kadın da ortaya çıkmıştı Fakat Peygamber
(s.a. v.) bunlara karşı ani bir girişimde bulunmak istemiyordu. Onun dikkati
kuzeyde yoğunlaşmıştı. Yılın ikinci ayı olan Safer’in son günlerinde, yani, M.
S. 632 yılının Mayıs ayı sonlarında, Mute’deki yenilginin karşılığının
verilmesi zamanının geldiğine karar verdi. Zeyd ve Cafer’in öldürüldüğü gün
İmparatorluk lejyonlarının tarafını tutan Suri-ye’li Arap kabilelerin üzerine
bir sefer düzenlemek için hazırlıklara başlanmasını emrettikten sonra,
gençliğine rağmen üçbin kişilik orduya kumanda etme görevini Zeydln oğlu
Üsame’ye verdi.
84. SEÇİM
Peygamber fs.a.v.)
sürekli Cennet’i, tasvir ettiği şeyi sanki görüyormuş gibi anlatırdı. Bu
izlenim başka’ işaretlerle de desteklenirdi. Örneğin, bir keresinde elini
sanki bir şey alıyormuş gibi uzattı ve tekrar geri çekti. Hiçbir şey söylemedi,
fakat etrafında onun bu hareketine dikkat edenler sordular. «Cenne’ti gördüm,»
diye cevap verdi «ve üzümlerinden bir salkım alabilmek için uzandım. Eğer onu
alabilseydim, dünya durdukça onu yerdiniz»[47]
Onlar Peygamber s.a.v.in bir bakıma ahirette olduğu fikrine alışmışlardı.
Belki de bu nedenle, o kendi ölümünden bahsettiği veya burada olduğu gibi her
an ölebileceğim ima ettiği zamanlar, sözleri onlar üzerinde fazla etkili
olmuyordu. Bunun yamsıra altmışüç yaşında olmasına rağmen, hâlâ genç bir adamın
incelik ve vücut yapısına sahipti. Gözleri hâlâ ışıl ısıldı ve siyah
saçlarında çok az beyazlık vardı. Yine de bir keresinde hanımları ile
beraberken yakında öleceğine değinmesi onların, kendi aralarından ilk önce
kimin ona kavuşacağı sorusunu yöneltmelerine neden oldu. Peygamber (s.a.v.)
«En uzağa erişebilen, bana ilk ön ce kavuşacak»-[48] diye
cevap verdi. Bunun üzerine hangisinin kolunu daha uzun olduğunu anlamak için
kollarını ölçmeye başladılar. Kaynaklara kaydedilmemesine rağmen tahminen kararlaştırmayı
kazanan, diğerlerine nazaran en büyük en uzun olan Şevde idi. Diğer taraftan
Zeyneb, minyon tipli bir kadındı, kolu da boyuna göreydi. Fakat bu olay-don
yaklaşık en yıl sonra içlerinden ilk ölen Zeyneb oldu. İşte o zaman Peygamber
(s.a.v.)’in «en uzağa erişebilen» deyimiyle en cömert olanı kasdettiğini
anladılar. -Çünkü Zeyneb (r.)’de kendi adını taşıyan ve «fakirlerin annesi»
diye anılan Peygamber (s.a.v.)’in diğer hanımı gibi çok cömertti.
Peygamber (s.a.v.)
Suriye seferi için hazırlıklara başlanmasın emrettikten kısa bir süre sonra,
ordu ayrılmadan önce bir gece Ebu Muveyhibe adlı azatlı bir kölesini erken
saatlerde çağırdı ve: «Mezarhktakiler için bağışlanma dilemem emredildi,
benimle gel» dedi. Birlikte gittilor ve Baki’e vardıklarında Peygamber
(s.a.v.): «Ey mezarlık halkı, selâm üzerinize olsun. Halinize sevinin,
durumunuz Şimdi yaşayanlardan çok iyi. Kargaşalar en karanlık gecenin
dalgaları gibi geliyor. Herbiri arkasına, herbiri bir öncekinden daha kötü»
dedi. Daha sonra Ebu Muveyhibe’-ye döndü ve: «Bana bu dünya hazinelerinin
anahtarları ve bu dünyada ölümsüzlük, ardından da Cennet sunuldu. Bununla
Rabbime ve Cennete kavuşma arasındaki seçim bana bırakıldı.» dedi. Ebu
Muveyhibe «Ey bana anamdan ve babamdan daha sevgili olan, bu dünya
hazinelerinin anahtarlarını ve burada, ardından Cennet gelen Ölümsüzlüğü seç»
dedi. Fakat Peygamber (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: «Ben zaten Rabbime ve
Cennete kavuşmayı seçtim.» Daha sonra Baki’de yatanlar için bağışlanma diledi[49].
O sabah veya ertesi
gün başı o zamana kadar hiç ağrımadığı bir şekilde ağrıdı. Fakat Peygamber
(s.a.v.) yine de mescide gitti. Namazdan sonra minbere çıkıp, sonradan
anlatılanlara göre sanki son defa yapıyormuş gibi Uhud şehitleri için rahmet
diledi. Daha sonra: «Allah’ın kullar arasında bir kul var ki, Allah onu bu
dünya ile kendisini seçme konusunda serbest bıraktı. O kul da Allah’ı
seçti-dedi Bunları söylediğinde Ebu Bekir ağlamaya başladı; çünkü Peygamber
(sa.v.)’in kendisinden bahsettiğini ve seçimin kaçınılmaz ölüm olduğunu
biliyordu. Peygamber ts.a.v.) onun ağladığını görerek ağlamamasını söyledikten
sonra: «Ey insanlar, insanlar arasında arkadaşlığı ve ihsanı ile bana en
lütufkâr olan kişi Ebu Bekir’dir. Eğer İnsanlar arasında hiç ayrılmayacağı bir
arkadaş seçecek olsam, bu Ebu Bekir olurdu —fakat iman kardeşliği ve arkadaşlığı
Allah bizi huzurunda birleştirene kadar bizimdir» iste bu konuşmadan sonra
Mescid’i çevreleyen ve kapılan Mescide açılan özel evlere bakarak: «Mescide
açılan şu kapılara bakın. Ebu Bekir’in kapısı hariç hepsini kapatın.[50] dedi
Minberden inmeden önce şöyle dedi: «Ben. sizden önce gidiyorum ve sizin
şahidinızim. Sizinle, şimdi şu durduğum yerden gördüğüm Havuz’da[51]
bulaşacağım. Sizin Allah’ in yanında İlahlar edineceğinizden korkmuyorum. Sizin
için bu dünyadan korkuyorum, ola ki dünyevi şeyler için bırbırınizle rekabet
edersiniz.»[52].
Mescidden çıktıktan
sonra, ev sahipliği yapma sırası Meymune’de olduğu için onun odasına gitti.
Cemaate konuşma yapmak iç m harcadığı güç, ateşini yükseltmişti. Bir veya iki
saat sonra Aişe’nin kendi hastalığını bilmesini istediği İçin onun odasına
gitti. Aişe’nin başı ağrıyordu, n içeri girdiğinde «of başım!» diye inledi.
Peygamber (s,a. v.) «Hayır, Aişe, aslında of (benim) başım»[53]
dedi. Onun yuzunü ölümcül bir hastalığın İzlerini ararcasma araştırdı. Böyle
birşey göremeyince: «Ben hayatta iken olmasını isterdim.» Aişe’nin ölümünü
kastediyordu «O zamaiı senin için bağışlanma diler, sana rahmet diler, seni keti)
fenler, namaziiu kılar
ve gömerdim» dedi. Aişe (r.) onun hasta olduğunu görüyordu ve sesinin tonu onu
telâşlandırmıştı. Fakat yine de onu neşelendirmeye çalıştı ve onu biraz olsun
gülümsetmeyi başardı. Peygamber (s.a.v.) tekrar: «Hayır of (benim) başım!»1
dedi ve Meymune’ye döndü.
Sağlıklı olduğu zamanlardaki
gibi davranmaya çalışıyordu ve her zamanki gibi Mescidde namazları kıldırıyordu.
Fakat hastalığı öyle arttı ki, sadece oturarak namaz kılabilecek hale geldi. O
zaman cemaate onların da oturarak kıîmalgn gerektiğini söyledi. O gün sırası
gelen hanımınm odasına gittiğinde: «Yarın neredeyim?» diye sordu. Hanımı da
ertesi günü sırası gelen hanımın adın? söyledi. «Peki yarından sonraki gün
geredeyim?» diye sordu. Hanımı yine cevap verdi. Onun bu kadar fazla ısrar
etmesine şaşırarak ve Aişe ile birlikte olmak istediğini anlayarak diğer hanımlarına
bunu haber verdi. Onlar da hep birlikte geldiler ve: «Ey Allah’ın Rasulü,
seninle geçireceğimiz günlerimizi kardeşimiz Aişe’ye veriyoruz»[54]
dediler. Peygamber (s.a.v.) bu hediyeyi kabul etti. Fakat yardımsız yürüyemeyecek
denli zayıftı. Bu nedenle Ali (r.) ve Abbas (r.), Aişe (r.)’-nin. odasına kadar
ona yardım ettiler.
Suriye seferi için
Üsame (r.î gibi çok genç bir adamı kumandan seçmesi konusunda çok eleştiri
olduğu ve hazırlıklarda bir yavaşlama olduğu haberi Peygamber (s.a.v.)’e
ulaştı. Bu eleştirilere cevap verme ihtiyacını hissetti, fakat ateşi çok
yüksekti. Hanımlarına: «Benim üzerüiie değişik kuyulardan doldurulmuş yedi
kırba su dökün kî gidip adamlara hitap edebileyim» dedi. Hafsa (r.), Aişe
(r.)’nin odasına bir tekne getirdi, diğer hanımları da su getirdiler. Su
üzerine dökülürken Peygamber (s.a.v.) bu teknenin içine oturdu. Daha sonra onun
giyinmesine ve sarığını sarmasına yardım ettiler. îki adam da ona yardım
ederek aralarında Mescide kadar götürdüler. Peygamber (s.a.v) orada minbere çıktı ve toplanan
kalabalığa şöyle hitap etti: «Ey insanlar. Üsame’nin ordusunu sevkedin. Çünkü,
siz ondan önce babasının liderliğine Itarşı çıktınınız gibi onun liderliğine
karşı çıksanız da, O babası gibi kumandanlık etmeye yaraşır»[55] Daha
sonra minberden indi ve yine yardımla Aişe’nin odasına gitti. Hazırlıklar
hızlandı ve Üsame (r.) ordusuyla Medine’nin üç mil kuzeyindeki Curf’a kadar
gitti ve orada kamp kurdu.
Bir sonraki namaz
vaktinde ezan okunduğunda Peygamber (s.a.v.) hâlâ oturabilmesine rağmen artık
namaz kıldıramayacağını hissetti. Hanımlarına: «Ebu Bekir’e namazlarda imamlık
etmesini söyleyin» dedi. Fakat Aişe, (r.) Peygamber (s.a.v.) ‘in yerini almanın
babasını çok üzeceğinden korktu. «Ey Allah’ın Rasulü,» dedi. «Ebu Bekir çok
duygulu bir adamdır, sesi de gür değildir, hem Kur’an okunurken çok ağlar.»
Peygamber (s.a.v.), sanki o hiç konuşmamış gibi: «Ona namazı kıldırmasını
söyle» dedi. Aişe (r.) tekrar denedi, bu kez onun yerine Ömer’e görevi vermesini
önerdi. Fakat Peygamber (s.a.v.) tekrar: «Ebu Bekir’e namazı kıldırmasını
söyle» dedi. Aişe (r.) Hafsa (r.) ‘-nın yüzüne yalvaran bir bakış fırlattı ve
Hafsa (r.) da konuşmaya başladı. Fakat Peygamber (s.a.v.) onları şu sözlerle
susturdj: «Siz Yusuf’un yanındaki kadınlar gibisiniz[56]. Ebu
Bekir (r.)’e namazda insanlara imamlık yapmasını söyle. Bırakın suçlayan hata
araştırsın, haris” olan da arzulasm. Yoksa Allah ve mü’minler buna sahip
obuaya-caklar»[57]. Son cümleyi üç kez
tekrarladı ve hastalığının geri kalan kısmında namazları hep Ebu Bekii
kıldırdı.
Peygamber (s.a.v.)
çoğu zaman başı Aişe’nin göğsünde veya dizinde olduğu halde yatıyordu. Fakat
Fatıma (r.) geldiğinde Aişe, (r.) baba kızı yalnız bırakıyordu. Bu ziyaretlerden birinde Aişe onun kızına
birşeyler söylediğini kızınında bunun üzerine ağlamaya başladığını gördü Daha sonra ona bir sır daha verdi bu kez gözyaşlarının
arasında gülümsemeye başladı o ayrılırken Aişe
sonra Abbas (r.) Ali
(rj’nin elini tuttu ve: «Yemin ede-nm ki, kabilemden adamların yüzlerinde
gördüğüm gibi Allah in Rasulünün yüzünde ölümü farkettim. Gidelim ve onunla
konuşalım. Eğer bu otorite bizim üstümüze yükle-necekse, ondan insanlara bile
iyi davranmalarını söylemesini isteyelim» dedi Fakat Ali: «Vallahi sormam,
çünkü otoriteyi bizden o alırsa, ondan sonra asla kimse onu bize vermem»1*
dedi.
Peygamber (s.a.v.)
yatağına dönmüş ve başı Aişe’nin göğsünde sanki hiç bir gücü kalmamış gibi
yatıyordu. Yine de Aışe (rJ’nin kardeşi Abdurrahman (r.) elinde bir misvak ile
odaya girdiğinde. Aişe (rj Peygamber ts.a.v.Vin ona sanki misvağı istiyormuş
gibi baktığını gördü. Misvağı kardeşinden aldı ve yumuşatmak için Çiğnedi. Daha
sonra Peygamber (s.a.v.)’e verdi. O da güçsüzlüğüne rağmen gayretle dişlerini
misvakladi.
Kısa bir süre sonra
kendini kaybetti. Aişe bunun olumun başlangıcı olduğunu düşündü. Fakat bir
saat sonra Peygamber (s.a.v.) gözlerini açtı. Aişe o zaman Peygamber
(s.a.vJ’in kendisine şöyle dediğini anımsadı: «Hiçbir Peygamber cennetteki yeri
gösterilmeden ve yaşamakla ölmek arasında bir seçim kendisine sunulmadan
ölmez.-Aışe (r.) Şimdi bunun yerine geldiğini ve onun ahireti go-rup geldiğini
anladı. Kendi kendisine: «Şimdi bizi seçmez.. dedi. Daha sonra onun şöyle
mırıldandığını duydu: Cennette buluşmak üzere.
«Allah’ın kendilerine
nimet verdiğ; Peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar) şehitler ve salihlerlc
beraberdir Ne iyi arkadaştır onlar.» (Nisan: 691.
Onun tekrar: «Allahım,
Cennette buluşma üzere»- diye mırıldandığını duydu. Bunlar ondan duyduğu son
kelime-er oldu. Yavaş yavaş Aişe (r.)’nin göğsündeki başı ağırlaşmaya başladı.
Diğer hammlan ağlamaya başlymca Aışe (r.), onun başını bir yastığa koydu ve
kendisi de ağlamaya başladı.
04) I. I.
JOll.
115) I.
S. U/2, 27
85. CENAZENİN GÖMÜLMESİ VE HİLAFET
îlk olarak Abbas’ın
dikatini çeken belirtilen bir süre sonra diğerleri de farkettiler. Peygamber
(s.a.v.) daha ölmeden Ümmü Eymen (r.) oğluna Peygamber (s.a.v.) ‘in Ölmek
üzere olduğunu bildiren bir haber gönderdi. Kuzeye yürümek için kamp zaten kaldırılmıştı.
Fakat Üsame hemen Medine’ye dönme emri verdi. Ömer (r.)’in de içlerinde
bulunduğu Ashab’dan ilk Müslüman olan birçok kişi ordu ile birlikteydi. Şehre
vardıklarında ölümün gerçekleştiği haberini duyduklarında Ömer bunu kabul
etmeyi reddetti. Ömer (r.) Kur’an’ın bir âyetini yanlış tefsir ettiği için bu
âyetin Peygamber (s.a.v.)’in onların neslinde ve gelecek nesillerde sürekli
yaşayacağı anlamına geldiğini zannetmişti. Bu nedenle Mescidde ayağa kalkmış,
insanlara Peygamber (s.a.v.)’in sadece ruhen yok olduğunu ve bir süre sonra
geri “geleceğini anlatıyordu. O bu şekilde konuşurken Ebu Bekir (r.) at
sırtında Sunh’tan geldi. Çünkü haberler hızla tüm vahaya yayılmıştı. Ebu Bekir
hiç kimsenin konuşmasını durdurmadan doğruca kızının evine gitti. Peygamber
(s.a.v.)’in yüzünden Örttükleri örtüyü çekti. Ûna baktı ve öptü. «Ey bana
annemden ve babamdan daha sevgili olan» dedi, «Allah’ın senin için yazdığı
ölümü tattın. Bundan sonra sana hiçbir ölüm gelmeyecek.» Daha sonra yavaşça
örtüyü tekrar yüzüne örttü ve Ömer r.’in hitap ettiği insan kalabalığına doğru
yöneldi. İnsan kalabalığına yaklaştığında:
«Yavaş ol Ömer!» dedi. «Beni
ziyaretlerden birinde
Aişe onun kızma bırşeyler söylediğini kızının da bunun üzerine ağlamaya
başladığını gördü. Daha sonra ona bir sır daha verdi, bu kez gözyaşlarının
arasında gülümsemeye başladı. O ayrılırken Aişe (r.) Peygamber (s.a.v.)’în ne
söylediğini sordu, fakat Fatıma (r.) bunun bir sır olduğunu ve kimseye
açamayacağını söyledi Ancak daha sonralan Fatıma ona bu sırrı açıkladı-
«Peygamber (s.a.v} bana bu hastalıktan öleceğini söyledi, ben de ağladım. Daha
sonra bana ev halkından ona ilk kavuşanın ben olacağımı söyledi, ben de
güldüm»’2.
Peygamber (s.a.v.)
hastalığı sırasında acı çekiyor du, acının çok ağniaştığı bir sırada karısı
Safiye (rj «Ey Allah’ın Peygamberi, senin çektiğini keşke ben çekseydim!»
dedi. Bunun üzerine diğer hanımları birbirlerine baktılar ve aralarında bunun
münafıklık olduğunu fısıl-daştılar. Peygamber (sa.v.) onları gördü ve «Gidin
ağzınızı yıkayın» dedi. Ona niçin olduğunu sorduklarında-«Çünkü arkadaşınıza
iftira ediyorsunuz. Vallahi, o tüm sa-mimiyetiyle gerçeği söyledi»'”
cevabım verdi.
Ümmü Eymen (r.) de
sürekli onun yanındaydı ve ara-ara oğîuna Peygamber (sa.v.)’in durumu ile
ilgili haberler gönderiyordu. Üsame fr), Allah bir yol gösterinceye kadar daha
fazla ilerlemeyip Curf’ta kalmaya karar ver-mışti. Takat bir sabah ulaşan kötü
haberler nedeniyle Mc dine’ye geldi ve ağlayarak, şuuru yerinde olduğu halde konuşamayacak
kadar hasta olan Peygamber (sa.v)’in yanına gitti Üs.ame ir.), onun üzerine
eğildi vo öptü. Peygamber (s.a.v.) elini Sema’dan rahmet dilercesine yukarı
doğru kaldırdı ve. Daha sonra elinin İçindekileri, üzüntü içinde kampa dönen
Üsame’nin eline boşaltırmış gibi bir hareket yaptı.
Ertesi gün Hicret’in
onbirinci yılının Rebi-üI-Evvel ayı-Tam Pazartesiye denk gelen onikinci günü
idi, yani M. S 632 Haziranının sekizinci günü. O sabah erkenden Peygam-
(12) Z. LXJI, 12. i1G)
î. 3. VılI oı
ber (s.a.v.)’in ateşi
düştü ve çok güçsüz olmasına rağmen ezan onun Mescid’e gitmeye karar vermesine
neden oldu. O içeri girdiğinde namaz başlamıştı ve insanlar onu gördüklerinde
sevinçten neredeyse namazdan çıkacaklardı, fakat Peygamber, (s.a.v) onlara
devam etmelerini işaret etti. Bir süre onları seyretti ve davranışlarmdaki
takvayı görerek yüzü sevinçten parladı. Yanında Fadl (r.) ve azatlı kölesi
Sevban (r.)’in-yardımıyla ilerlerken yüzü hâlâ parlıyordu. «Peygamber
(s.a.v)’in yüzünü o andaki kadar güzelken hiç görmemiştim» dedi Enes (r.i Ebu
Bekir tr.) ar-kasındaki’saflarda bir hareket olduğunun farkındaydı. Bunun
sadece bir tek Sebebinin olabileceğini “Ve arkadan yak-” lastiğini
duyduğu adamın Peygamber (s.a,v.)’den başkası olmadığını biliyordu. Bu nedenle
başını çevirmeden bir adım geri çekildi. Fakat Peygamber (s.a.v.) elini onun
omuzuna koydu ve «Namazı sen kıldır» diyerek onu tekrai cemaatın önüne doğru
itti. Kendisi de Ebu Bekir’in sağına oturdu ve oturarak namaz kıldı.
* Onun >bu
iyileşmesi büyük bir sevinç yaratmıştı. Namazdan kısa bir süre sonra Usaine,
Peygamber (s.a.v)’i daha kötü bulacağını umarak dönmüştü, fakat onu daha iyi
görünce çok sevindi. Peygamber (s.a.v.) «Allah’ın rahmeti ile yola çık» dedi
Bunun üzerine Üsame ona veân etti ve Curf’a geri dönerek adamlarına kuzeye
yürümek için hazırlanmalarını emretti. O sırada Ebu Bekir (r.) yukarı
Medine’ye doğru yola çıkmıştı. Esma (r.) ile evlenmeden çok önce Ebu Bekir
(r.), on yıl önce vahaya geldiğinde yanında kaldığı Hazreçli Hârise’nin kızı
Habibe ile nişanlanmıştı. Uzun süre nişanlı kaldıktan sonra evlenmişlerdi.
Habibe hâlâ Sunh’ta ailesinin yanında kalıyordu. Ebu Bekir (r.) ‘do onu orada
görmeye gidiyordu.
Peygamber (s.a.v.}
Fadl (r.) ve Sevban (r.)’m yardımıyla Aişe (r.î’nin odasına döndü. Ali (r.) ve
Abbas (r.) da oraya kadar peşlerinden gittiler, fakat çok kalmadılar. Dışan
çıktıklarında oradan geçen bazı adamlar AH (r.)’ye Peygamber (s.a.v.)in nasıl
olduğunu sordular. «Allah’a hamdolsun» dedi Ali (r.) «O iyi.» Fakat soranlar gittikten
dinle!» Ömer (r.) buna
aldırmadı ve devam etti. Fakat Ebu Bekir’in sesini tanıyanlar Ömer’i -bırakıp
ne söyleyeceğini duymak için ona döndüler. Ebu Bekir (r.) Allah’a hamd ettikten
sonra şöyle dedi: «Ey insanlar, kim Muhammed e tapıyor idiyse —gerçekten
Muhammed ölmüştür; kim d 2 Allah’a tapıyor idiyse— gerçekten Allah Diridir ve
ölmez.» Daha sonra Uhud’dan son/a indirilen şu âyeti okudu:
«Muhammed, yalnızca
bir Peygamberdir. Ondcn önce nice Peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölürse
ya da öldürülürse siz topuklarınız üzerinde gensin geriye mi döneceksiniz? İki
topuğu üzerinde gerisin geri dönen kimse, Allah’a kesinlikle zarar veremez.
Allah, şükredenleri pek yakında ödüllendirecektİr.» (Al-i İmran: 144)
Sanki Ebu Bekir (r.)
okuyuncaya kadar bu âyeti hiç kimse duymamıştı. Ondan bu âyeti aldılar ve bu
âyet dillerde dolaşmaya başladı. Ömer (r) daha sonraları şöyle anlattı:
«Ebu Bekir’in o âyeti
okuduğunu duyunca o kadar şaşırmıştım ki yere düştüm. Ayaklarım artık beni
taşımıyordu ve Allah’ın Rasulünün ölmüş olduğunu anlamıştım.»
Ali, (r.) Zübeyr (r.)
ve Talha Cr.) ile birlikte evine çekilmişti. Muhacirlerin geri kalan kısmı Ebu
Bekir’in etrafında toplanmışlardı. Useyd ve kabilesinden bir çok kişi de
onlara katılmıştı. Fakat Evs’li ve Hazreçli Ensarm büyük çoğunluğu Sa’d İbn
Ubade (r.)’nin başkanı bulunduğu Beni Sa’ide’nin toplantı yerinde toplanmıştı.
Ebu Bekir İr.) ve Ümer (r.)’e, onların Peygamber (s.a.v.) irtihal ettiğine
göre yönetimin kime ait olacağı konusunda tartıştıkları haberi ulaştı. Cnun
otoritesini memnuniyetle kabul etmişlerdi; fakat onu kaybettikten sonra çoğu
Kayle oğullarının Yesrib’li bir adamdan başkası tarafından yö-neltilmemesi
gerektiğini düşünüyorlardı. Çoğu Sa’d’a 0\) biat etmek üzere idi.
Ömer Cr,), Ebu Bekir
ir.)’i toplantı yerine kendisiyle beraber gelmesi için zorladı. Ebu Ubeyde de
onlarla birlikte gitti. Sa’d hastaydı ve toplantı yerinin ortasında bir Örtüye sarınmış
yatıyordu. Üç Kureyşli içeri girdiğinde Ensar’dan biri onun adına insanlara
hitap etmek üzereydi. Onları görünce Allah’a hamdettikten sonra konuşmasına
onları da dahil ederek başladı: «Bizler Allah’ın Ensanyız ve İs’âm’m savaşa!,
gücüyüz, ey Muhacirler, sîzler de bizdensiniz. Çünkü simden bir grup bizim
aramızda yaşıyor» Konuşmacı aynı tonda konuşmaya devam etti. Muhacirleri de
biraz övmesine vagmen, onların ilk İslâm toplumu olarak önemlerini gözönünde
bulundurmaksızm sürekli Ensa-rı överek göklere çıkarıyordu. O konuşmasını
bitirdiğinde Ömer (r.) tam konuşmaya başlamak üzereydi. Fakat Ebu Bekir (ı\),
onu susturdu ve nazikçe, fakat kesin bir şekilde konuşmağa başladı. Ensann
önemini kabul ettiğini söyledi. Fakat. İslâm’ın Arabistan’da yayıldığını ve
Arapların tüm olarak Kureyş’tcn başka birinin otoritesini kabul etmeyeceğini,
çünkü Kureyş’in tüm Araplar arasında eşsiz bir konumu olduğunu da belirtti.
Konuşmasını bitirerek iki adamdan birini öneriyorum. Hangisini dilerseniz ona
biat edin- dedi. Daha sonra Ensar’dan
biri kalkarak iki otoritenin olması gerektiğini söyledi. Bu ateşli bir tartışmaya
yol açtı. Ömer (r.) bu tartışmayı şu sözleriyle susturdu: «Ey Ensar, Allah’ın.
Rasulünün namazlarda imamlık yapma görevini Ebu Bekir’e verdiğini bilmiyor
musunuz? «Biliyoruz» diye cevap verdiler. Ömer-. “Peki aranızda kim-onun
önüne geçmek istiyor?» dedi. -Allah korusun, onun önüne geçemeyiz»[58]
dediler. Bunun u/erine Ömer (ı\), Ebu Bekir ir.)’m elini tuttu vo ena biat
etti. Arkasından da Ebu Uheyde (r.) vo diğer Muhacirler biat ettiler. Daha
sonra Sa’d hariç orada bulunan Ensann tümü de biat ettiler, Sa’d hiçbir zaman
Ebu Bekir’i bir halife[59]
olarak kabuî etmedi ve Suriye’ye hicret etti.
Orada ne karar almış
olurlarsa olsunlar Medine’de hiç kimse Mescid’de, o orada olduğu müddetçe Ebu Bekir’in önüne geçmeyi kabul etmezdi.
Ertesi gün sabah namazında, namazı kılmadan önce Ebu Bekir (r.) minbere
oturdu. Ömer (r.) ayağa Kalkıp, cemaate Ebu Bekir’e biat etmelerini emretti ve
onu şöyle tanımladı: «Sizin en iyiniz, Allah’ın Rasulünün arkadaşı,» îkisi
mağarada oturduklarında ikinin ikincisi» (Tevbe: 40).
Yeni nazil olan
âyetlerden birinde Ebu Bekir (r.)’in bu önemli anda Peygamber (s.a.v.)’in tek
arkadaşı olduğu belirtiliyordu[60].
Daha sonra biat eden Ali hariç tüm cemaat bir ağızdan ona bağlılık yemini
ettiler[61].
Daha sonra Ebu Bekir
fr.), Allah’a hamd ve şükrettikten sonra cemate hitap etti: «Sizin en iyiniz
olmadığım “halde sizin üzerinize hakim oldum. Eğer doğru yaparsam bana
yardım edin, eğer yanhş yaparsam beni doğrultun. Hakka samimiyetle saygı
göstermek bağlılıktır, hakka saygısızlık ise ihanettir. Aranızdaki güçsüzler,
inşallah onların haklarını koruyuncaya kadar benim katımda güçlü olacaklardı.
Aranızdaki güçlüler ise, başkalarının hakkını on-fardan, inşallah, alana kadar
benim katımda güçsüzdürler Ben Allah’a ve Rasulüne itaat ettiğim sürece bana
itaat ediniz. Fakat eğer ben Allah’a ve Rasulüne itaat etmezsem siz de bana
itaat etmeyin. Namaza kalkın, Allah size merhamet etsin!»
Namazdan sonra
Peygamber (s.a.v.)’in ev halkı ve ailesi onu gömülmeye hazırlamaları
gerektiğine karar verdiler. Fakat bunun nasıl yapılacağı konusunda anlaşmaz-lığa
düştüler. Daha sonra Allah onların üzerine bir uyuklama verdi ve herbiri
rüyasında bir sesin «Peygamber (s, a.v.)’i elbiseleri üzerinde olduğu halde
yıkayın» diye bir ses duydu. Bunun üzerine Aişe’nin odasına gittiler, o an için
Aişe odadan çıkmıştı. Hazreçli bir adam olan Evs îbn Havlî, orada Ensan temsil
etmek için Ali’ye yalvardı: «Senden Allah ve Rasulündeki payımız adına rica
ediyorum Ey Ali!» Ali onun içeri girmesine izin verdi. Abbas fr.), oğlu Fadl
(r.) ve Kisam (r.), Ali (r.)’ye mübarek vücudunu çevirmekte yardım ettiler. Bu
sırada Üsame (r.). Peygamber (s.a.v.)’in azatlısı kölelerinden biri olan
Şükran’ın yardımıyla su döküyordu, Ali Cr.) elini uzun yün elbisesinin her
tarafında gezdirdi. «Ey bana annemden ve babamdan daha sevgili olan,» dedi,
«yaşarken de, ölü iken de ne kadar güzelsin!» Hatta bir gün sonra bile
Peygamber (s.a. v.)’in vücudu nefes alıp vermemesine, sıcaklık ve yumuşaklığını
kaybetmiş olmasına rağmen hâlâ uykuda imiş gibiydi.
Ashab şimdi de onun
nereye gömüleceği konusunda anlaşmazlığa düştü. Çoğu, onun mezarının Baki
mezarlığında üç kızı ve oğlu İbrahim’in ve kendi gömdüğü arkadaşlarının yanma
kazılması gerektiğini düşünüyordu. Bazıları ise onun Mescide gömülmesi
fikrindeydi. Fakat Ebu Bekir onun: «Öldüğü yere gömülmeyen hiçbir Peygamber
yoktur» dediğini hatırladı. Bunun üzerine mezar, Peygamber (s.a.v)’in yattığı
şiltenin hemen yanında Aişe’nin odasının zeminine kazıldı.
Daha sonra tüm
Medine’liler onu ziyaret ettiler ve başında cenaze namazı kıldılar. Küçük gruplar
halinde geldiler ve her .grup ayrı olarak cenaze namazını kıldı ilk önce
erkekler grup grup geldiler, tüm erkekler onu ziyaret ettikten sonra kadınlar
geldiler. Onlardan sonra da çocuklar ziyaret ettiler. O gece Peygamber
(s.a.v.) Ali (r.) ve kendisini mezara hazırlayan diğer arkadaşları tarafından
gömüldü.
Şimdi «Nur şehri» diye
anılan Medine’de büyük bir üzüntü yaşanıyordu. Sahabeden her biri ağladığı için
başkalarını azarlıyor, fakat kendisi ağlıyordu. Niye ağladığı sorulduğunda
Ümmü Eymen[62]: «Ben onun için ağlamıyorum»
dedi. «Onun için bu dünyadan daha iyi olan bir yere gittiğini sanki bilmiyor
muyum? Fakat ben, bize gökten gelen haberler kesildiği için ağlıyorum»[63].
Sanki büyük bir kapı
kapanmış gibiydi. Yine de onun şöyle dediğini hatırladılar: «Ben bu dünyada ne
yapayım? Ben ve bu dünya, bir yolcu ve yolcunun altında gölgelendiği bir ağaç
misaliyiz. Bir müddet sonra yolcu yoluna gider ve onu arkasında bırakır [64]
Peygamber (s.a.v.) bunu herkesin kendisi için söylemesini kestederek
duyurmuştu. Bu kapı şimdi kapansa bile, mü’minler için Ölümle birlikte tekrar
açılacaktır. Kulaklarında hâla onun şu sözleri çınlıyordu:
«Ben sizden Önce
gidiyorum ve sizin şahidinizim. Sizinle buluşma yerim Havuz’dur». Bu dünyadaki
risalet görevini yerine getirerek, bu görevi ahirette devam ettirmek üzere bu
dünyadan ayrılmıştı. Ahirette O, onlar için ve başkaları için, bu dünya
hayatına sınırlamaları olmaksızın merhamet anahtarı[65],
Cennet Anahtarı, Hakkın Ruhu ve Allah’ın habibt olacaktı.
«Hiç şüphesiz, Allah
ve melekleri Peygambere salat etmektedirler. Ey iman edenler, siz de ona salat
edin ve tam bir teslimiyette ona selâm verin» (Ahzab: 56).
514
VADÎ KUREYŞLERÎ
(Fihr direkt olarak
İsmail’in oğullan soyundan gelmektedir. Fihr’in soyunun civar Kureyş-leri
olarak anılan kısmı bu şemada
belirtilmemiştir.)
KUREYŞ diye tanınan
Fihr
el-HARÎS
Gâlib Lu’ay
(Ebu Ubeyde’nin
kabilesi)
AMİR
(Süheyl’in kabilesi)
Ka’b
Hüseys ADİY
MÜRRE
(Ömer’in kabilesi) AMR
SEHM (AMR tbn el As’ın
k.) CUMAH (Osman
İbn Ma’zun k.)
Kilâb
KUSAY
MÜRRE
TEYM
(Talha ve Manzum Ebu
Bekir’in)
ZÜHRE
Yekaze
{Ebu Seleme ve Halid
İbn Velid’in Kabüesi)
ABDU’D-DAR ABDU MENAF
ABD EL-UZZA (Peygamber’in annesi Amine’nin kuzeni
ESED Sa’d’ın ve Abdurrahman îbn Avfîm
ka-
Hatice, Varaka ve bilesl) Zübeyr ibn El-Av-vam’m kabilesi
Kabilelerin kurucuları
büyük harfleri© yazılmıştır. Bunların
ardından da o kabileden Peygamber’© çok yakın veya tarihsel önem arzeden
birkaç kişinin adı verilmiştir.
REFERANS ANAHTARI
Biyografik ve Tarihsel
eserler t
K.— Kur’an
Bu kitap osasen
aşağıdaki uç yazarın M.S. 8 ve 9. yüzyıllarda
yazdıkları eserlere
dayanmaktadır.
II.: ibn lshak Buradaki alıntılar Muhammed ibn îs-
hak’m Siret-i
Basulullah (Peygamberin Hayatı) adlı kitabının Abdel-Malik îbn Hişam (I.H.)
tarafından tetkik edilmiş nüshasının Wüsten/eld baskısından yapılmıştır.
I.S. i İbn Sft’d Buradaki alıntılar Muhammed İbn
Sa’d’-
ın Kltab et-Tabaka
el-Keblr adlı eserinin Leyden baskısındandir.
W. Vâkıdi Buradaki alıntılar Muhammed İbn Ömer
el-Wâkıdl’nin Kİtab
el-Meîazl (Peygamberin savaşlarının kronolojisi) adlı kitabının Marsden Jones
baskısından yapılmıştır.
Dunların vamsıra zaman
zaman şu yazarlara da müracaat edilmiştir:
A. i Azrakİ Muhammed îbn Abdullah el-Azraki’nin
Ahbar Mekke adh
eserinin Wüstenfeld baskısı.
T«b. t Taberl Muhammed ibn Cerlr et-Taberî’nin
Tâ-
rih er-RıuuI
ve’I-Mûlûk (Peygamberler ve Krallar Tarihi)
adh eserinin leydon
516
heyden baskısı .Aynı yazarın Tefsir’ine de müracaat edilmiştir.
S.: Süheylî Abdurrahman İbn Abdtdah
es-SübeyU’nin
tbn İshak’a yazdığı
şerhin (Er-Ravz el-Unnf) Kahire baskısı.
Peygamberin
Hadislerini Toplayan Eserler
Aşağıdaki 9. yüzyılda yaşamış sekiz Muhaddisten yapılan alıntılar VVensinck’in Handbook of
Eariy Muhammadan Tradi-tion adlı eserinde kullandığı sisteme göre
düzenlenmiştir. B t Muhanımed İbn İsmail el-Buhari M i Müslim tbn el-Haccac
el-Kuşeyrî Tir.: Muhammed tbn İsa et-Tinnizi A.H. î Ahmed îbn Muhammed İbn Hanbel N. t Ahmod tbn Şu’ayb en-Nesei
A.D.: Ebu Davud es-Sicistanî D.: Abdullah îbn Abdurrahman ed-Darimi İ.M. s
Muhemmed İbn Mace.
Zaman zaman aşağıdaki
M.S. İl. yüzyıl muhaddislerinden de alıntılar yapılmıştır. Bu muhaddislerin eserleri
Wensüyck*in el kitabında yer almamıştır.
Bay: Ahmed ibn
el-Hüseyin el-Beyhaki Kitabes-Sünen el-Kübra F. t Hüseyin b. Mahmud
el-Ferra” el-Be^avî, Mişkat el-Mesablh.
517
[1] I I. 897.
[2] W 1012
[4] Bak Bol. 30
[5] I. I. 536.
[6] I. I. 0L7.
[7] Mirkhand, Ravdat os-Sâfa II Cilt, 2. 55, 671-2 eski
kaynakları zikredcr. Brk. B. XXIII, 76
[8] I. I. 953
[9] Daha ünce de belirttiğimiz gibi Kur’an’da birinci şahıstan üçuncu şahısa (Biz…
Allah) geçiş sık sık kullanılır.
[10] Bismillah er-Rahman er.Rahim kelimeleriyle başlamayan
tek curo olan Tcvbe Suresinin başında .esirgeme ve bağışlama iü]mlorinin
zikrcdilmemesi bu mesaim sertliğini vurgular.
[11] Buradaki sözler «annesinin rahminde» diye
anlaşılmalıdır, Çünkü Isa’nın, Adem’in yaratılışı gibi birden bire yetişten
olarak: yaratılması sözkonusu değildir.
[12] I. S. I/l,
88-9.
[13] Agc.
[14] B. LXXXI, 3.
[15] I. S. I./l, 88-9.
[16] Tahrim t 6, Fecr; 29:/Kur’an kul kelimesini İki
anlamda kullanın bîri herşeyi İçine alan -hatta şeytanı bile kulu olarak gören
diğeri iso yukarıdaki gibi âyetlerde hususi anlamda. Şeytana hitaben söylenen
şu sözlerde de bu kelime husus; anlamda kullanılmıştır: «Btimm kullarım; senin
onlar uzo-rinde hiçbir zorlayıcı gücün (hakimiyetin) yoktur.» îsra: 65).
[17] El Hakim et-Tirmızı, Nevadiru’1-Üsûl,
[18] I. i, 853
[19] M. U. 4
[20] B. III, 42.
[21] B’eyhâki, Zûd.
[22] Yani karşılıklı Rıdvan ılc. (bk. böl. XXX),
[23] B. LXXXI, 37.
[24] Beyhakî, Da’vet.
[25] Tir. XLV.
[26] B. LXH, ı.
[27] Bak. böl. XXVI.
[28] Tır. XLVI, 33.
[29] A. H 64. Kur’an
meleklerin Meryem’e şöyle dediklerinden bahseder: -Meryem, şüphesiz Allah seni seçkin kıldı, seni arındırdı ve
alemlerim kadınları üzerine seçti,- (Al-i
îm-ran: 42).
[30] Tir. XLVI, 20.
[31] F. XXVI, Menultıb
es-Sahabe.
[32] B. LXXXi, 27.
[33] B. XC1I, 4.
[34] M. XLVII, 6.
[35] M. I. 232
[36] A. D XXXVI, 1.
[37] A. D. XXXV,
4.
[38] M. LII, 20
[39] M. LII, 9
[40] Bir kız çocuğu doyuran bir kadın, son zamanlardaki
çocukların anne-babalarına karsı saygısız davranmaları nedc-nıvle hunıen hemen
kızının cariyesi gibi olacaktır Bu so-zun ikinci bolumu sadece sosyal düzeydeki
konusu degıl, **ym zamanda Kabil’in Habıl’ı öldürmesine son muhru vu racak
olan, yerleşik hayatın göçebe hayat üzerinde zafer kazanmasını da kastediyor.
[41] M. I. I
[42] B. LXJ. 25. ,
[43] W. 1097
[45] îbn Kesir
Bidaye ve n-Nıhaye, V. 209.
[46] I 965
[47] B. XVI, 8.
[48] I. S. VIII 7C
7
[49] I. I.J.OO0.
[50] I I 006
[51] Havuz.
Peygamber (s.av.)’e verflen semavi
nehir ve Ccnnet’c girdiklerinde
mü’müüerm susuzlukla- dikleri göldür.
[52] W B I.XIV, 17.
[53] i. S.II/2, 10
[54] I. S. H/2, 30 504
[56] Vezir’in kotu kalbli karısı ve arkadaşlarını
kastediyor; bak. K. (Yusuf: 31-3).
[58] 1. S. il/a. 23.
[59] Arabçada Halife, yani tamamen söyleyecek olursak Halifctû Rasülullah , Allah’ı+n Rasülü ‘nün vekili anlamına gelir
[60] Bak Bul. XXXVII.
[61] Birkaç ay sonra Fatıma öldüğünde Ali ve Ebu Bekir’e
şöyle d-.’di: -Sonin önemini ve Allah’ın
sana olan ihsanını biliyoruz ve onun
£,ana verdiği hiçbir şeyi kıskanmıyoruz-
Fakat cjH bizim önümüzde
bize sonnadajı bir şey yaptın.
Biz bu konuda, Peygamber (s.a.v.Ve olan
yakınlığımız nedeniyle bir siz hakkma sahip olduğumuzu hissettik.» Bunun
üzerine Ebu JJ’ikir’iiı gözleri yaşlarla doldu ve şöyle dedi; «Nefsimi kudret
elinde tutana yemin olsun ki, ben Allah’ın Rasulünün akrabalarıyla, kendi
akrabalarımdan daha iyi
geçinmek is-îunm.» O gün öğic
namazında cemaate Ali’nin henüz kendisini bir halife olarak kabul etmediğini
açıkladı. Bunun uze-nne Alı
Ebu R^k<>’in doğruluğunu
tasdikledi ve ona
biai p’tı. (B. LXIV, 38).
[62] I. S. H/2. 63.4
[63] I. M. XXXVII, 3.