Hz. Muhammedin Hayatı

Uhud’dan Sonra Hz. Muhammedin Hayatı

55.  
Uhud’dan Sonra

 

Şebre vardıklarında
güneş batıyordu. Mescid’e vanr. varmaz akşam namazını kıldılar. Daha sonra
Peygamber (s.a.v.) dinlenmek için yattı ve derin bir uykuya daldı. O kadar
derin uyuyordu ki Bilal (r.)’in okuduğu yatsı eza­nını duymadı. Bu yüzden
namazı daha sonra evde tek ba­şına kıldı. Ensar’ın iki Sa’d’ı 4bn Ubade ve îbn
Muaz- ge­ceyi Mescidin kapısında geçirdiler. Daha sonra bu nöbe­ti başkaları
devraldı. Çünkü hâlâ Kureyşlilerin geri gelip saldırma ihtimali vardı. Ertesi
sabah Peygamber (s.a.v), sabah namazından sonra Bilal’e oradakilere ve
uzaktaki-lere düşmanın arkasından gidileceğini duyurmasını söyle­di. «Fakat
hiçbiri bize katılmayacak, sadece dün bizimle birlikte savaşanlar gelecek»
dedi.

Elçiler çeşitli
kabilelere vardıklarında Ashab’m çoğu­nu yaralarını sararken veya eşlerine
sardırırken bul­dular. Çünkü Uhud’a katılanlardan çok azı yara almamış­tı, çoğu
ise flgır yaralıydı. Fakat Peygamber (s.a.v.) ‘in ça­ğırışını duyar duymaz
hepsi yaralarını ellerinden geldi­ğince kapatıp tekrar yola çıkmak için
hazırlandılar. Uhud’a katılanlardan sadece Malik (r,) ve Şemmas (r.) bu seferki
yürüyüşe katılamiyordu. Çünkü Malik aldığı yaraların et­kisiyle zayıf düşmüş,
halsiz bir şekilde ailesinin yanında yatıyordu, Şemmas’ın ise Medine’de hiç
akrabası yoktu. Bu yüzden onu Aişe kendi odasına taşımıştı. Fakat Ümmu Seleme
kabilesinden olan bu adama bakmanın kendi sorumluluğunda olmasını istedi ve ona
bakmayı üstlendi. Hemen hemen Ölmek üzere olduğu için, Peygamber (s.a.v.)
Şemmas’ı Medine’ye gömmemelerini, Uhud’a arkadaşları­nın yanma gömmelerini
söyledi.

Başına nişan alınan
darbenin omuzuna gelmesi nede­niyle sağ omuzunu oynatamamasına rağmen Peygamber
(s.a.v.), ilk hazırlananlar arasındaydı. Talha (r.), yola çık­ma zamanını
öğrenmek için Mescide geldiğinde onu ka­pının önünde at sırtında görünce çok
şaşırdı. Peygamber (s.a.v.) miğferinin önünü indirmişti, gözlerinden başka ye­ri
görünmüyordu. Bunun üzerine Talha, sakat olmasına rağmen hazırlanmak üzere
hemen eve koştu.

Beni Selime’den yola
çıkanlar arasında, çoğu on’dan i’azla kılıç veya ok yarası almış olan kırk
yaralı vardı. Kararlaştırdıkları yerde Peygamber (s.a.v.)’le buluşunca sı­raya
girdiler. Peygamber (s.a.v.) onların kalelerinin beden­lerinden daha güçlü
olduğunu görünce çok sevindi ve şöy­le dua etti: «Allah’ım, Beni Selime’ye
merhamet et!» Bü­tün kabileler arasında, Uhud’a katılmayan fakat bu kez onlara
katılan bir tek kişi vardı. Bu Cabir (r.l ‘di. O sabah Peygamber (s.a.v.)’in,
çağrısını duymuş ve ona giderek: «Ey Allah’ın Rasulü, savaşta bulunmayı çok
istiyorum. Fa­kat babam beni yedi küçük kız kardeşimin başında bı­raktı. Ben
ümit ettiğim halde şehadette Allah onu bana tercih, etti. Ey Allah’ın Rasulü,
hiç olmazsa bu kez seninle gelmeme izin ver* dedi. Peygamber (s.a.v.) de ona
diğer­leriyle birlikte gitme izni verdi.

Medine’den sekiz
kilometre ötede konakladılar. O sı­rada düşman da kendilerinden fazla uzakta
olmayan Rev-ha’da konaklamıştı. Bunu duyan Peygamber (s.a.v.) adam­larına
mümkün olduğu kadar geniş alana yayılmalarını ve kendileri için odun
toplamalarını emretti. Her adam ken­disi için bir ateş yakacakta. Güneş batana
dek beşyüz öbek odun topladılar. Gece olduğunda herkes kendi ateşini yak­tı.
Çok sayıdaki ateş öbekleri uzaktan sanki büyük bir or­du konaklamış izlenimi
veriyordu. Hâlâ putperest olma­sına rağmen müslümanlara dost olan Huzaa’h bir
adam Etm Sûfyanfa gidip, gerçek olmadığı halde, Uhud’a katıl­mayanlar ve
müttefikleri de dahil bütün Medine’lilerin sa­vaş meydanına geldiklerini haber
verdi. «Tanrıya andolsun, siz anların atlarının başını görür görmez
kaçmalıydınız» dedi. Kureyşlîlerden bazdan Medine’ye saldırmak istiyor­du»
fakat şimdi hepsi en hızlı şekilde Mekke’ye dönme ka­rarı almışlardı. Bununla
birlikte Ebu Süfyan, erzak al­mak için Medine’ye giden bir gruptan Peygamber
(s.a.v.)’e mesaj göndermeyi İhmal etmedi. «Muhammed (s.a.v.)’e de ki: «’Biz
.ona ve arkadaşlarına karşı çıkıp, geri kalanların hepsinin kökünü kurutuncaya
kadar onlarla savaşacağız.’ Geri döndüğünde Ukaz panayırına uğra, deveni kuru
üzüm­le yükleyeyim» dedi. Adamlar, mesajı Peygamber Cs.a.v.)’e ulaştırdığında,
o kısa bir süre önce inen âyetle cevap ver­di:

«Allah bize yeter, o
ne güzel vekildir.» (Âl-i tmran: 123).

Peygamber Cs.a.v.) ve
arkadaşları Pazartesi, Salı ve Çarşamba günlerini orada her akşam ateş yakarak
ge­çirdiler. O üç gün boyunca tüm müslümanlar dinlendiler ve bayram sevinci
yaşadılar. Bir önceki yaz hasat çok ve. rimli geçmişti. Sa’d îbn Ubade (r.)
otuz deve yükü hur­ma, diğerleri de kurban edilmek üzere hayvanlar getir­mişlerdi.
Perşembe günü toparlanıp Medine’ye döndüler.

Uhud savaşından
döndükten sonra Îbn Ubey’in oğlu Abdullah, savaştan sonraki ilk geceyi,
çarpışma sırasında aldığı bir yarayı dağlamakla geçirdi. Bu sırada babası ona
savaşa katılmasının aptallık olduğunu söylüyordu. «Tanrı­ya andolsun, sonuç tam
benim tahmin ettiğim gibi oldu» dedi. Oğlu: «Allah’ın Rasulü ve müslümanlar
için yaptığım şey hayırlıydı» dedi. Fakat Îbn Ubey tartışmaya açık de­ğildi.
«Eğer öldürülenler bizle geri dönmüş olsalardı, öl-dürülmezlerdi» diye iddia
etti. Oğlu, diğer müslümanlarla birlikte savaşta iken o Medine’de boş
durmamıştı. Yahu­diler ise daha önce göstermedikleri derecede şiddeti bir
kesinlikle şöyle diyorlardı: «Muhammed (s.a.v.) sadece krallık peşinde koşuyor.
Hiçbir peygamber böyle bir sonla karşılaşmamıştır. Hem kendisine hem de
arkadaşlarına bü­yük darbeler vurulmuş».

Yahudilerin ve
münafıkların söylediklerinin çoğu, Uhud’a yakın bir yerde ateşler yakarak
yapılan gösteri­den sonra şehre dönen. Ömer (r.)’in kulağına gitmişti. Ömer,
bunları duyunca hemen Peygamber (s.a.v.)’e gitti ve bundan soiumlu olan
kişileri öldürmek için ondan izin istedi. Fakat Peygamber (s.a.v.) buna izin
vermedi. «Al­lah, dinini yüceltecek ve Peygamber (s.a.v)’ine güç vere­cek»
dedi. «Ey Hattab’m oğlu, gerçekten Kureyş bize bir daha aynı günü yaşatamayacak
ve gidip Köşe’yi selâmlaya­bileceğiz»[1]
-Mekke’ye girip Hacer’ül-Esved’i Öpeceklerin; kastediyordu-.

Ömer’in ellerinin
bağlı olmasına rağmen Ibn Ubey, ce­zasız kalmadı. O, Mescidde cuma namazları
için kendine şerefli bir konum, edinmişti. Onun Medine’deki konumunu herkes
bildiği için buna kimse karşı çıkmıyordu. Peygam­ber (s.a.v.), minbere hutbe ve
vaaz için çıktığında Ibn Ube> kalkar ve şöyle derdi: «Ey insanlar, bu
Allah’ın Rasulüdür. Dilerim Allah onun sayesinde bize merhamet eder. O hal­de
ona yardım edin, onu onurlandırın, onu dinleyin ve ona itaat edin*. Daha sonra
tekrar otururdu. Fakat Uhud dönüşünden sonraki ilk.Cuma namazında Ibn Ubey her
za­manki gibi aynı, şeyleri söylemek için ayağa kalktığında, etrafında bulunan
Ensardan müslümanlar onu iki tara­fından tuttular ve: «Ey Allah’ın düşmanı,
otur. Bu yap­tıklarından sonra senin konuşmaya hakkın yok» dediler Bunun
üzerine Ibn Ubey, kalabalığın arasından zorlukla sıyrıldı ve cemaati terketti.
Mescidin kapısında ona rastla­yan Ensardan biri ona: «Dön ve Allah’ın
Rasulünden ba­ğışlanma dile» dedi. Fakat o şu cevabı verdi  «Tanrıya an. dolsun, benden bağışlanma
dilememi isteyen kişiyi ben istemiyorum».

Uhud’u izleyen
günlerde Peygamber (s.a.v.) savaşla il­gili birçok yem vahiyler aldı. Bu
âyetlerden iki kabilenir.

de büyük bir bölümünün
savaş başladığı anda alanı ter-ketmeyi düşündükleri, fakat Allah’ın onlara güç
ve karar­lılık verdiği açığa çıkıyordu. Bu iki kabileden biri, düşma­nı takip
etmeye gittiklerinde hemen hazır oluşlarıyla Pey­gamber (s.a.v.)’i sevindiren
Hazreç’li Beni Selime kabilesi idi. Beni Selime \q Evs’li Beni Harise
kabileleri bu âyet­leri (Âl-îmran : 122) duyunca, âyette kastedilen kişile­rin
kendileri olduklarını itiraf ettiler. Fakat o anki zayıf­lıkları için
üzülmüyorlardı, çünkü Allah onlara kendi ka­zanacakları güçten daha fazla güç
ve kararlılık vermişti. Ayetler savaş sırasında birden paniğe kapılıp dağa
kaçan­lardan ve özellikle şehit olmak istedikleri için Peygam­ber (s.a.v.) ‘i
savaşa teşvik edenlerden bahsediyordu.

«Yoksa siz Allah,
İçinizden cihad edenleri belirtip -aytrdetme-den ve sabredenleri de belirtip’
ayırdetmeden cennete gireceğinizi mt sandtntz? Andolsun, siz onunla
karşılaşmadan önce Ölümü te­menni ediyordunuz, işte siz -bakıp dururken- onu
gördünüz de.» (Ahi lmran: 142-143).

Fakat vahiy, savaş
alanında emirlere uymayan kişi­lerin cezalanın orada ödedikleri ve
affedildiklerini de be­lirtiyordu, ödedikleri cezanın veya keff arf etin bir
kısmı .Pey­gamber (s.a.v.)’in ölüm haberini duyduklarında çektikleri acı ve
üzüntüdür (Âl-i lmran.- 152-155). Eski medeniyetle­rin harabe ve tarihlerine
bakarak, Arabistan’ın gelenek­lerinin de bir gün yok olacağı ve zaferin islam’ın
olacağı da anlaşılıyordu.

«Gerçek şu ki, sizden
Önce nice sünnetler (kanun özelliğini ka­zanmış olaylar) gelip geçmiştir.
Bundan dolayı yeryüzünde gezip dolaşın da yalan sayanların uğradıkları sonuç
nasıl oldu bir görün. Bu (Kur’an), İnsanlar için ‘dolambaçsız bir açıklama
(beyan)’ sakı­nanlar için de bir hidayet ve öğüttür. Gevşemeyin, üzülmeyin,
eğer inanmtşlarsantz en üstün olan sizlersiniz.» (Âl-i lmran: 137-139).

Bir de gelecekle
ilgili bir olaya değiniliyordu: 280

Muhamtned, yalnızca
bir peygamberdir. Ondan önce nice pey­gamberler gelip geçmiştir. Şimdi ölürse
ya da öldürülürse, sîz to­puklarınız üzerinde gerisin geriye mı döneceksiniz?
iki topuğu üze­rinde gerisin geri dönen kimse, Allah’a kesinlikle zarar
veremez. Mlah şûkredenleri pek yakında ödullendırecektir» f AH ttnran: 144).

 

 



[1] W. 317.

 

İlgili Makaleler