2) TEF’ÎL (تَفْعِيلٌ) BÂBI
| Masdar | Muzâri | Mâzî |
وَ تَفْعِيلَةً | تَفْعِيلاً | يُفَعِّلُ | فَعَّلَ |
وَ تَعْلِيمَةً | تَعْلِيماً | يُعَلِّمُ | عَلَّمَ |
| öğretmek | öğretiyor | öğretti |
Sülâsî mücerred fiilin ortasındaki harfi şeddeli okumak suretiyle 4 harfe çevirerek tef’îl bâbı yapılır.
Gayesi: (فَرِحَ أَخِي) (Kardeşim sevindi) gibi lâzım bir fiili (فَرَّحْتُ أَخِي) (Kardeşimi sevindirdim) gibi müteaddî yapar. Eğer (عَلِمْتُ دَرْسِي) (Dersimi bildim) gibi müteaddî ise (عَلَّمْتُكَ دَرْسَكَ) (Sana dersini öğrettim) gibi bir kat daha müteaddî yapar. Bir işin mübâlağalı olarak çok yapıldığını gösterir.
(تَفْعِيلٌ) bâbı isimlerde kullanılırsa o isimden türemiş fiil meydana gelir:
عَذاَبٌ | azab, ceza | عَذَّبَ | azab etti |
نُورٌ | ışık, nur | نَوَّرَ | aydınlattı, nurlandırdı |
خُبْزٌ | ekmek | خَبَّزَ | ekmek yaptı |
خَيْمٌ | çadır | خَيَّمَ | çadır kurdu |
صَلاَةٌ | namaz | صَلىَّ | namaz kıldı |
جِلْدٌ | cilt | جَلَّدَ | ciltledi |
bâbı bazen manayı değiştirir: تَفْعِيل-
مَرِضَ hasta oldu مَرَّضَ hastayı tedavi etti.
-Bazen fiilin kendisi çokluk manasını ifade eder:
Halit Kabe’yi çok tavaf etti. طَوَّفَ خَالِدٌ الكَعْبَةَ.
-Bazen fâilinde çokluk ifade eder:
مَوَّتَ الإبِلُ. Develer çokça öldü (Birçok deve öldü).
-Bazen mef’ûlünde çokluk ifade eder:
غَلَّقَ خَالدٌ البابَ. Halit çok kapıları kapadı, kilitledi.
تَفْعِيل bâbının إفْعاَلٌbâbından farkı çokluk ve fazlalığı anlatmasıdır. Örnek:
كَسَرَ الزُّجَاجَ. | camı kırdı | أَكْسَرَ الزُّجَاجَ. | camı kırdırdı |
| ||||||||||||||
كَسَّرَ الزُّجَاجَ. | Camı iyice kırıp paramparça etti |
| ||||||||||||||||
| لَعِبَ | oynadı | لَعَّبَ | fazlaca oynattı |
| |||||||||||||
| فَرَغَ | boşaldı | فَرَّغَ | fazla boşalttı |
| |||||||||||||
| كَبُرَ | büyüdü | كَبَّرَ | fazla büyüttü |
| |||||||||||||
| نَامَ | uyudu | نَوَّمَ | (fazla) uyuttu |
| |||||||||||||
| نَظَفَ | temiz oldu | نَظَّفَ | temizledi |
| |||||||||||||
| ذَكَرَ | hatırladı | ذَكَّرَ | hatırlattı |
| |||||||||||||
| نَبَّهَ | tenbih etti, uyardı | فَرَّقَ | ayırım yaptı |
| |||||||||||||
| Mâzî Malûm Çekimi |
|
| |||||||||||||||
عَلَّمُوا | عَلَّمَا | عَلَّمَ | öğretti | Gâib | ||||||||||||||
عَلَّمْنَ | عَلَّمَتَا | عَلَّمَتْ |
| Gâibe | ||||||||||||||
|
| عَلَّمْتَ… |
| Muhâtab | ||||||||||||||
| Muzâri Malûm Çekimi |
|
| |||||||||||||||
يُعَلِّمُونَ | يُعَلِّمَانِ | يُعَلِّمُ | öğretiyor | Gâib | ||||||||||||||
يُعَلِّمْنَ | تُعَلِّمَانِ | تُعَلِّمُ |
| Gâibe | ||||||||||||||
|
| تُعَلِّمُ… |
| Muhâtab | ||||||||||||||
Mâzî Meçhûl Çekimi
عُلِّمُوا | عُلِّمَا | عُلِّمَ | öğretildi | Gâib |
عُلِّمْنَ | عُلِّمَتَا | عُلِّمَتْ |
| Gâibe |
|
| عُلِّمْتَ… |
| Muhâtab |
Muzâri Meçhûl Çekimi
يُعَلَّمُونَ | يُعَلَّمَانِ | يُعَلَّمُ | öğretiliyor | Gâib |
يُعَلَّمْنَ | تُعَلَّمَانِ | تُعَلَّمُ |
| Gâibe |
|
| تُعَلَّمُ… |
| Muhâtab |
Emr-i Hâzırı يُعَلِّمُ dan عَلِّمْöğret
İsm-i Fâili يُعَلِّمُ dan مُعَلِّمٌöğreten (öğretmen)
öğretilmiş, öğretilen مُعَلَّمٌ İsm-i Mef’ûlü
Not: Tef’îl bâbının masdarı تَفْعِيلٌ olur. Ancak sonu illetli olan nâkıs fiillerde ve 3. harfi hemze olan fillerde تَفْعِيلَةٌ şeklinde ta-i merbûta alarak gelir.
Sonu yâ (ى) ile biten nâkıs tef’îl
|
|
| وَلَّى (görevlendirdi) | Mâzî | ||||
تَوْلِيَةٌ | Masdar | يُوَلِّي | Muzâri |
| ||||
وُلِّيَ | Mâzî Meçhûl | يُوَلِّيَ | Mansûb |
| ||||
يُوَلَّى | Muzâri Meçhûl | يُوَلِّ | Meczûm |
| ||||
يُوَلَّى | Mansûb Muzâri Meçhûl | وَلِّ | Emir |
| ||||
يُوَلَّ | Meczûm Meçhûl | مُوَلٍّ | İsm-i Fâil |
| ||||
|
| مُوَلىًّ | İsm-i Mef’ûl |
| ||||
Cümle Örnekleri:
1- ماَذاَ يَفْعَلُ الْإِماَمُ ظُهْرَ الْجُمْعَةِ ؟ يُؤَدِّي صَلاَتَهُ . كَيْفَ يُؤَدِّي الْإِماَمُ صَلاَتَهُ ؟ يُؤَدِّي الْإِماَمُ صَلاَتَهُ فِي خُشُوعٍ .
2- أَلاَ يُؤَدِّي الْإِماَمُ صَلاَتَهُ فِيِ خُشُوعٍ؟ بَلَى ، يُؤَدِّي صَلاَتَهُ فِيِ خُشُوعٍ.
3- هَلْ تُؤَدِّي صَلاَتَكَ فِيِ خُشُوعٍ ؟ نَعَمْ ، أُؤَدِّي صَلاَتيِ فِيِ خُشُوعٍ .
4- هَل اِسْتَطاَعاَ أَنْ يُؤَدِّياَ الْعَمَلَ ؟ نَعَمْ ، أَمْكَنَهُماَ أَداَؤُهُ.
5- وَحَّدَ الدِّينُ الْإِسْلاَمِيُّ بَيْنَ الْعَرَبِ – بَلَّغَ النَّبِيُّ رِساَلَةَ اللَّهِ لِلناَّسِ.
6- مَنْ أَسَّسَ الْمَذْهَبَ الْماَلِكِيَّ ؟– هُدِّدَ[13] ابْنُ سِيناَ بِالْقَتْلِ.
7- يُعَلِّمُ هَذاَ الْمُعَلِّمُ تَلاَمِيذَهُ الْقُرْآنَ وَ الْحَدِيثَ وَ الْفِقْهَ – ماَ الْعِلْمُ الَّذِي تُفَضِّلُهُ كَثِيراً ؟
8- مَنْ تُعَلِّمُكِ اللُّغَةَ الْعَرَبِيَّةَ ؟ يُيَسِّرُ اللَّهُ الْأَمْرَ لَهُ – أُؤَدِّي الصَّلَواَتِ داَئِماً فِي الْحَرَمِ.
9- تُنَظِّفُ الْبِنْتاَنِ الْغُرْفَةَ لأَنَّهُماَ نَشيِطَتاَنِ – وَدَّعَ عُمَرُ عَدَداً كَبيِراً مِنَ الْمُساَفِريِنَ .
10- يُؤَدِّي الْمُسْلِموُنَ زَكاَةَ الْفِطْرِ صَباَحَ الْيَوْمِ الْأَوَّلِ مِنْ شَواَّل – سَأُقَدِّمُ لَهاَ قَلَماً قَيِّماً .
11- أَدَّي واَلِدِي الزَّكاَةَ . اَلزَّكاَةُ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ . أَدَّي واَلِدِي الزَّكاَةَ لِأَنَّهاَ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ .
12- ماَ هِواَيَتُكَ الْمُفَضَّلَةُ ؟ هَذاَ الراَّدْيُو جَمِيلٌ . هَياَّ نَدَّخِرَ لِنَشْتَرِيهِ . كَمْ يُكَلِّفُكَ هَذاَ الراَّدْيُو ؟ يُكَلِّفُنِي عَشْرَةَ دَناَنِيرَ .
13- فِي بَعْضِ بِلاَدِ الْعاَلَمِ يُكَلِّفُ الْمُدَرِّسُونَ التَّلاَمِيذَ الصِّغاَرَ بِواَجِباَتٍ كَثِيرَةٍ . ماَ مِقْداَرُ الْواَجِبِ تُؤَدِّيهِ كُلَّ يَوْمٍ ؟
14- لِماَذاَ لَمْ تَعْمَلْ واَجِبَكَ؟ سُؤاَلٌ أسْمَعُهُ كَثِيراً مِنْ واَلِدَيَّ.
15- اَلْأُمُّهاَتُ يُجَهِّزْنَ الْأَطْعِمَةَ – هَذِهِ الْمَدْرَسَةُ مُنَظََّمَةٌ – هِيَ أَكْثَرُ الْمَداَرِسِ تَنْظِيماً.
Tercüme:
1- Cuma öğle (vakti) imam ne yapar? Namazını edâ eder. İmam namazını nasıl edâ eder? İmam namazını huşû içinde edâ eder.
2- İmam namazını huşû içinde edâ etmez mi? Bilakis namazını huşû içinde edâ eder.
3- Sen namazını huşû içinde mi edâ edersin? Evet, ben namazımı huşû içinde edâ ederim.
4- İkisi işi yapabildiler mi? Evet, o ikisi onu yapabildi.
5- İslâm Dini arapların arasını birleştirdi. Peygamber Allah’ın risâletini insanlara tebliğ etti.
6- Mâlikî mezhebini kim kurdu? İbn Sînâ ölümle tehdit edildi.
7- Bu öğretmen öğrencilerine Kur’ân, Hadis ve Fıkıh öğretiyor. (En) çok tercih ettiğin ilim nedir?
8- Sana kim Arapça öğretiyor? Allah onun işini kolaylaştırsın. Namazları dâima Harem’de edâ ediyorum.
9- İki kız odayı temizliyor, çünkü onlar çalışkandır. Ömer çok sayıda yolcuyu uğurladı.
10- Müslümanlar Şevval ayının ilk gününün sabahı fıtır zekatını (sadakasını) edâ eder. Ona değerli bir kalem takdim edeceğim.
11- Babam zekatı verdi. Zekat her müslümana farzdır. Babam zekatı her müslümana farz olduğu için edâ etti.
12- Seçkin tercihin nedir? Bu radyo güzeldir. Haydi onu satın almak için (para) biriktirelim. Bu radyo sana ne kadara mal olur? Bana 10 dinara mal olur.
13- Dünyanın bazı ülkelerinde öğretmenler küçük öğrencileri çok ödevle sorumlu tutuyor. Hergün edâ ettiğin vâcip (zorunlu) miktar nedir?
14- Niçin ödevini yapmadın? (Bu) anne babamdan çok işittiğim bir soru.
15- Anneler yemek hazırlar. Bu okul düzenlidir. O okulların en düzenli olanıdır.
¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯
TEF’ÎL BÂBI İLE İLGİLİ AYETLER
1- وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْأَمْوَالِ وَالْأَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ .
(2/BAKARA, 155). Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!
korku | اَلْخَوْفُ | denemek, imtihan etmek | بَلاَ يَبْلُو بَلاَءً | |||
acıkmak | جاَعَ يَجُوعُ جُوعاً | acıkmak | اَلْجُوعُ | |||
sabretmek | صَبَرَ يَصْبِرُ صَبْراً | eksiltmek, azaltmak | نَقَصَ يَنْقُصُ نَقْصاً | |||
müjdelemek | بَشَّرَ يُبَشِّرُ تَبْشِيراً | ürün, meyve | اَلثَّمَرُ ج اَلثَّمَرَاتُ | |||
2- إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَنْ تُؤَدُّوا الْأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ أَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِ …
(4/NİSÂ, 58). Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder…
|
| eda etmek | أَدَّى يُؤَدِّي تأْدِيَةً |
3- ذَلِكَ وَمَنْ يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللَّهِ فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ عِنْدَ رَبِّهِ وَأُحِلَّتْ لَكُمُ الْأَنْعَامُ إِلاَّ مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ…
(22/HACC, 30). Durum böyle. Her kim, Allah’ın emir ve yasaklarına saygı gösterirse, bu, Rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır. (Haram olduğu) size okunanların dışında kalan hayvanlar size helâl kılındı. ..
helâl kıldı | أَحَلَّ يُحِلُّ إِحْلاَلاً | saygı göstermek | عَظَّمَ يُعَظِّمُ تَعْظِيماً |
4- ذَلِكَ وَمَنْ يُعَظِّمْ شَعَائِرَ اللَّهِ فَإِنَّهَا مِنْ تَقْوَى الْقُلُوبِ .
(22/HACC, 32). Durum öyledir. Her kim Allah’ın hükümlerine saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalplerin takvâsındandır.
yapılması gereken şeyler, vazifeler, hükümler | اَلشَّعَائِرُ |
5- … إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنْشَأَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنْتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلاَ تُزَكُّوا أَنْفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى .
(53/NECM, 32). ..(bil ki) Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında ceninler olarak bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.
ceninler | أَجِنَّةٌ | yarattı, inşa etti | أَنْشَأَ يُنْشِئُ إِنْشاَءً | |
temize çıkardı | زَكَّى يُزَكِّي تَزْكِيَةٌ | karın | بَطْنٌ ج بُطُونٌ | |
|
| sakındı | اِتَّقَى يَتَّقِي اِتِّقاَءً | |
6- وَلاَ تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلاَ تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحًا إِنَّ اللَّهَ لاَ يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ .
(31/LOKMÂN, 18). Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.
yanağı bükmek, kibirlenmek, böbürlenmek | صَعَّرَ يُصَعِّرُ تَصْعِيراً الْخَدَّ | ||||||
şımarmak | مَرَحَ يَمْرَحُ مَرَحًا | kendini beğenen | مُخْتَالٌ | yanak | اَلْخَدُّ | ||
çok övünen
| فَخُورٌ | yürüdü | مَشَى يَمْشِي مَشْياً | ||||
7- إِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِشْرَاقِ .
(38/SA’D, 18). Biz, dağları onun [Dâvud (a.s.) ın] emrine vermiştik. Akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.
boyun eğdirmek, emrine vermek | سَخَّرَ يُسَخِّرُ تَسْخِيراً | ||
tesbih etmek | سَبَّحَ يُسَبِّحُ تَسْبِيحاً | akşam | عَشِيٌّ |
| sabah (Güneşin doğduğu vakit) | إِشْراَقٌ | |
8- وَنَادَى أَصْحَابُ الْجَنَّةِ أَصْحَابَ النَّارِ أَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا فَهَلْ وَجَدْتُمْ ماَ وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّا قَالُوا نَعَمْ فَأَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ أَنْ لَعْنَةُ اللّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ .
(7/A’RÂF, 44). Cennet ehli cehennem ehline: “Biz Rabbimizin bize vadettiğini gerçek bulduk, siz de Rabbinizin size vadettiğini gerçek buldunuz mu?” diye seslenir. “Evet!” derler. Ve aralarından bir çağrıcı, “Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerine olsun!” diye bağırır.
9- وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِمَنْ يَرَى .
(79/NAZİAT, 36). Ve görene cehennem açık bir şekilde gösterilmiştir.
gördü | رَأَى يَرَى رُؤْيَةً | açığa çıkmak | بَرَّزَ يُبَرِّزُ تَبْرِيزاً | |
kor halinde, pek kızgın ateş halinde manasında olan Cehennem isimlerinden biri | اَلْجَحِيمُ | |||