Merfular

Mübteda Arapça Gramer Dersleri

 

  • İsim Cümlesi, Mübtedâ ve Haber Hakkında derlenen bilgiler
  •  
  • İSİM CÜMLESİ
  • İsim cümlesi, bir isim ile başlar. “Mübtedâ” ve “Haber” adı verilen iki unsurdan meydana gelir. Her ikisinin de son harfi, mânevi âmil ile merfûdur (REF halinde) ve bu nedenle de mamuldur. İsim cümlesindeki manevi âmilde, delil ile isnat vardır. Şöyle de söylenebilir:
  • 1) Delil (Burhan), Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerdeki apaçık haberlerdir. Bu haberler dinleyene doğru yolu gösterir, bilinmeyeni kesfettirir ve bilineni ispat eder. Aklın görevi ise, bu haberlerdeki hikmetleri (emirleri ve hükümleri ve lütufları ve takdirleri ve niçin sorusunun cevaplarını) izah etmektir. (NOT : Din adına akıl ile hüküm getirmek delil değil, felsefe olur.)
  • 2) İsnad, bir haberi Ayet-i Kerimeye veya Hadis-i Şerife ; nisbet etmek, dayandırmak, bir şeyi yaptı demektir. Bir şeyin, bir şeye isnadı için kurulan isim cümlesinde bir manevi âmil saklıdır. Şâyet yapmadığı veya söylemediği bir şeyi, yaptı veya söyledi demek iftirâdır. Tersine de gizlemek denir.
  • 3) İsim cümlesindeki manevi âmil; ESMÂ’dan (İlâhi isimlerden) bir kaçına ait saklı bir mânalardır. Şöyle de söylenebilir : Kur’an-ı Kerim’deki isim cümlesinde “Ellah Teala’nın Esmâ’sını mübteda’da seyret” ikazı saklıdır.
  • Örnek-1: Yasin suresi, 38. ayet-i kerime bir isim cümlesidir ve olaydaki “Zâlike” işaret ismi ise mübtedadır, yani mübtedâ’nın şâhidlik yaptığı olaydaki Esmâ’yı dile getirmesidir. 
  • Örnek-2: Fil Suresi bir kıssayı anlatır. Ellah Teala bu olaydaki; ebrehe’nin, bir fil’in, bir ordunun, ebabil kuşlarının ve taşların fiilerinden bahseder. Bu olaya şahitlik edenlerin anlattıklarını da göz önüne alarak düşünün ve isimlerim (Esma-ül Hüsna) hakkında marifet sahibi olun. İlmimi, irademi, kudretimi, ….vb Esmâ’nın tecellisini, mübtedalarda seyredin imâsını yapar.
  • Örnek-3 : İmam-ı Mâturidî’ye göre Besmele-i Şerife, mübtedası hazf edilmiş (gizlemiş) isim cümlesinin haberidir. Haber’de, hüküm (emir = mânevi âmil) saklıdır. Yani, Mânevi âmil olan O’nun ismi ile mübtedâ olunur, tek başına değil. Çünkü mübtedâ olmak vehbidir, kesbî değildir. “Bizimle râbıtalı olarak konuştu” veya “Râbıtalı olarak hizmet ederek …. ” dememiz gibi. İrade ile Fâil olunur ama mübtedâ olunamaz.
  • 4) İsim cümlesinde saklı olan manevi âmil; sadece kalb ile (manevi beş duyu ile) bilinen bir mânadır, söyleyenin tat alması vesile olur fakat lisan ile anlatılamaz. Çünkü kelimeler yetersiz kalır. Bu nedenle, isim cümlesi tefsir edilemez, sadece yaşanır.
  • 5) Delilini (ilgili ayet-i kerime, hadisi şerif veya temel bilimlerdeki kanunları) bilmediği bir konuda isim cümlesi kuranın sözünde manevi âmil bulunmaz. Bu nedenle de dinleyene iç sıkıntısı verir, sözünün de bir etkisi olmaz.
  • 6) Kelâm-ı Kibar da isim cümlesidir ve “Her doğru sözün hesabı vardır, her yalan sözün azabı vardır” ilkesine göre söylenendir.  “Kelâm- Kibar” lafzı, üç şarta hâiz olan bir isim cümledir. Bu şartlar : (1) Kelâm’den sonra mütekellimin susmasının sahih olması, (2) Muhatabın bir beklentisinin kalmaması, (3) İsnâd olmasıdır.
  • MÜBTEDÂ
  • (1) Mübtedâ kendisine bir haber isnad edildiği halde lafzî âmillerden soyulmuş olan isimdir, müsnedün ileyhdir, öznedir ve fâil’dir.
  • (2) Mübtedâ zahiri REF edici olduğu halde nefi harflerinden sonra gelen isimdir ve müsnedün ileyh’dir. Örnek : “O kedi değil, aslandır.” terkibindeki gibi.
  • (3) Mübtedâ istifham elifinden sonra gelen isimdir ve müsnedün ileyh’dir.
  • (4) Mübtedâ kendisinde sıfat mânası bulunan isimdir ve müsned (yüklem, haber)’dir.
  • (5) Mübtedâ cümlenin birinci kısmıdır, şayet cümlenin sonunda ise “mübteda-i muahhar” ismini alır,
  • (6) Mübtedâ marife isim veya isim yerine geçen fiil olabilir.
  • (7) Mübtedâ haberdeki açık emirleri veya saklı hükümleri  yaşamakla yükümlüdür, görevlidir ve sorumludur.
  • (8) Hâl sahibi, mânada mübtedâdır.
  • Açıklama : ………
  • Müsned, fiil veya isimdir. İsnad edilmiş, nisbet edilmiş olandır. Haber (yüklem) gibi. Müsnedün iley, sadece isimdir. Kendine isnat edilendir. fâil (özne) gibi.
  • Sıfat olan mübtedâ müsned olur ve bir fâili REF eder ve o fâil haber yerine kâim olur. Yani, sıfat olan mübtedâ’dan sonra gelen kelime veya cümle haber olmaz.
  • Örnek 2/7 ( وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ … ) Ayeti Kerimesinde ( عَذَابٌ عَظِيمٌ … ) sıfat tamlamasındaki ( عَذَابٌ … ) mübtedâ-i muahhar, merfu ve mevsuf’dur. ( عَظِيمٌ … ) ise, sıfattır. ( … وَلَهُمْ … onlar için vardır) Car-mecrurdan oluşan şibhi cümle, haber-i mukaddem’dir ve  REF mahallindedir.
  • Azab, sıfattır. Azabı yaşayan da mevsuf olduğundan, “Mübtedâ olan azabın şiddetini ve eserlerini onlarda gözlemleyebilirsiniz,” veya “Mübtedâ olan azabın, onları hangi çeşit davranışlara yöneltiğini görebilirsiniz” gibi anlamları saklar.
  • …..açıklama sonu …..
  • Mübtedâ, görevini imâ eden (saklı olarak bildiren) bir isim ile isimlenmiş VARLIK’dır ve sadece belirtilen görevi ifâ edene giydirilen bir cübbe gibidir. Çünkü, Aklın fiiline NEVÂ, Kalbin fiiline AMEL denir.
  • AMEL’in özelliğini şu Hadis-i Şerif’den anlıyoruz : “… Ellah, o amelin cübbesini sırtına giydirir. (1) Kulun halinden anlaşılır, (2) O amelin tesiri kendinde görülür.” NEVÂ’da ise bu özellik yoktur. Gavs-ı Sânî (k.s) Hazretlerinden : “Kendinize dünyada iken ahiret için bir elbise hazırlayın. Ahirete çıplak gitmeyin. Kefenleri toprak çürütür.”
  • Surelerin başlarındaki Besmele-i Şerife, harfi cer ile başladığı için bir şibhi cümledir. Şibhi cümle (a) mübtedası saklı isim cümlesi olabilir,    (b) fiili ve fâili saklı, fiil cümlesinin mefulü olabilir. Delilleri:
  • Hud suresi, 41 (… وَ قَالَ ارْكَبُوا فِيهَا بِسْمِ اللهِ مَجْرَيهَا وَ مُرْسَيهَا ) “Dedi ki: Ellah’ın ismiyle gemiye binin ve dururken de ve giderken de besmele çekin….” Ayeti Kerimesinde, fiil cümlesinin mefulüdür.
  • Neml suresi, 30 ( وَ إِنَّهُ بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ …)  (Gerçekten o mektub “Rahmân ve Rahîm olan Ellah’ın ismiyle başlarım” ifadesi ile yazılmış.) Ayeti Kerimesinde, isim cümlesinin haberidir.
  • Besmele-i Şerife (1, Fâtihâ/1), mübtedası saklı bir isim cümlesidir. Mübtedanın mânevi âmil ile merfu (REF halinde) olması nedeniyle, okuma hâlinin kendinde saklı olması ve bu hâlinin başkası tarafından fark edilmemesi gerekir. Bu nedenle de namazda besmeleyi gizli okur (Hanefi mezhebinde).
  • Namazda besmeleyi sessiz okuyan, nasıl okuduğunu (gafletle mi, mânasını bilerek mi, sevinçle mi, üzüntüyle mi …vb) sadece kendisi çok iyi bilir ama onu seyreden bilemez. İsim cümlesi olarak okumak, hikmet ehlinin Ellah Teala’ya hitap şeklidir.
  • Hadis-i Şerif-1: “Yemin ederim ki namaz kılan Rabbi ile fısıldaşır.”
  •  
  • Hadis-i Şerif-2: “Ey Ellah’ım ebedi olarak günahları terk etmek için, bana RAHMET eyle. Lüzumsuz işleri terk etmek için, bana MERHANET eyle. …” birlikte tefekkür edilirse, huzura kabul edilen musallinin her rekattaki “fısıldayış hâli” aynı olmayabilir.
  • Hayat-üs Sahabe’de Hz. Rasulullah a.s.v’ın namazdaki tahiyyat duasını öğrettikten sonra, her bir sahabeyi ayrı ayrı karşısına alarak okuttuğunu ve bu uygulamayı Ayet-i Kerimeler de yapmadığını öğrendiğim zaman, bunun hikmetini araştırmaya başladım. Seneler sonra şu sohbetti dinledim. Özetle ;
  • “Hz. Rasulullah a.s.v. mirâca çıkıp, tahiyyatın birinci cümlesini söyledikten sonra, Ellah Teala, Peygamberimizin Zatına selam söyler. O da “… aleynâ …” diyerek, çoğul olarak karşılık verir. Ellah Teala, niçin çoğul kullandığını sorar. O da “Ümmetimin ruhları ile birlikte geldiğini” söyler. Ruhlarımız, bu kıssa’yı yaşadı ve aralarındaki tüm konuşmaları da dinledi. 
  • HABER
  • Haber, cümlenin ikinci kısmıdır, mübtedânın durumunu bildirir, nekredir ve mânevi âmil ile REF olunmuştur. Şayet, haber cümlenin başına gelmiş ise “Haber-i mukaddem” adını alır.
  • Haber-i mukaddem’de “Ahirette göreceğinizi (dünyada değil) şimdiden size haber veriyorum.” bilgisi saklıdır.
  • Ayet-i Kerimeyi dinleyen isim cümlesindeki hükmü idrak edince; birinci aşamada, “evet, yükümlüğüm” der. İkinci aşamada, “görevlerim şunlardır” der. Üçüncü aşamada, “sorumluyum” der ve hükmün hikmetinin kendisine (idrak ettirilerek, vehbî olarak) öğretileceğini bilir. Çünkü: Hükümde, Lütfu saklıdır. Lütfunda, takdiri saklıdır. Takdirinde ise, hikmeti saklıdır. Örnek : 2/17
  • (… مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي ) Ayet-i Kerimesindeki (… مَثَلُهُمْ ) isim tamlaması, nekre hükmündeki mübtedâdır ve merfudur. Muzaf olarak görev yapan (… مَثَلُْ ) merfu ismi’nin fâili ise, muzafun ileyh olarak görev yapan (… هُمْ ) muttasıl zamiridir ve ancak onların davranışlarına bakarak ibret alır ve hüküm verebiliriz. Bu nedenle sadece merfu isim mübtedâ’dır diyemeyiz. Doğru hükmü verebilmek için gerekli bilgiler de, isim cümlesinin haberinde veya habere bağlı yan cümlelerde bulunur. Bu bilgilere göre verilen hüküm doğrudur ve ancak Ellah Teala’nın lütfu ile bulunur, yani vehbîdir. Doğru hüküm vermek, kesbî değildir. 
  • Önemli notlar :
  • (a) Bir isim cümlesi olan ( اَحْمَدُ حَضَرَ ) “Ahmet geldi.” terkibinde haber olan ( حَضَرَ ), bir fiil cümlesidir ve fâili de, fiilin altındaki ( هُوَ )’dir. ( اَحْمَدُ ) ismi ise, mübtedâ’dır ama fâil değildir. bilgileri saklıdır.
  • (b) Bir isim cümlesi olan ( اَنَا اَزُورُكَ ) “Seni ziyaret ederim.” terkibinde haber olan ( اَزُورُكَ ), bir fiil cümlesidir ve fâili de, fiilin altındaki ( اَنَا )’dir. İsim cümlesinin başındaki ( اَنَا ) zamiri ise, mübtedâ’dır ama fâil değildir.
  • (c) Haber, mübtedâ gibi mârife olunca aralarında i’râb’dan mahalli olmayan ayırma zamiri (zamiru’l fasl) bulunur. ( اَلْعِلْمُ هُوَ الْاَبُ ) “İlim, babadır.” terkibindeki ( هُوَ ) gibi.  İ’râb’dan mahalli olmayan  zamiru’l fasl ( هُوَ )’deki saklı bilgiler ise: Fâil veya mübtedâ olmadığı için, yükümlü değildir. Kendisinden bir şey beklenmeyen ve istenmeyen zamirdir.
  • Şöyle de söylenebilir : Sohbeti yapanın ilminden fayda görülür, sohbetçiden (i’râb’da mahalli olmayandan) fayda görmez ve bir şey de beklenmez, hatta istenmez. Ancak, Onu konuşturandan sessizce istenir. Şayet dinleyen itiraz ederse de sohbetçiye itiraz etmez, sadece onun dile getirdiği ilme itiraz eder anlamları saklıdır.
  • Masdar edatlarından biri isim cümlesinin veya fiil cümlesinin önüne geldiğinde, cümlenin mânasını masdara çevirir. Bu cümleye de “masdar-ı müevvel” denir.
  • Masdar edatlarından ( أَنْ), fiil cümlesini masdara çevirir.
  • Masdar edatlarından  ( أَنَّ ) de, isim cümlesini masdara çevirir.
  • Sarf ilmine göre “masdar-ı müevvel” cümlelerin mânalarında bir değişiklik olmaz. Fakat nahiv ilmine göre ise, önemli mâna değişiklikleri olur ancak bu değişiklikler saklı olarak dinleyenlere hitabeder. Aşağıdaki üç cümlenin Türkçe anlamları aynı olmasına rağmen, sakladıkları bilgiler üçünde de çok farklıdır. Yusuf suresi,15’deki masdar cümlesinin açıklaması aşağıdaki açıklamaya benzer.
  • A. ( يَسُرُ ّنِي صَدْقُكَ Doğru olman beni sevindirir.) Bu cümle, olaydan önce ve muhatabına öğüt vermek için kullanılır.
  • B. ( يَسُرُ ّنِي أَنْ تَصْدُقَ Doğru olman beni sevindirir.) Bu cümle, olaydan sonra ve muhatabına (okuyan ve dinleyen her bir kişiye) “kendisine yalan söylendiğini imâ ederek” şevkatle bir daha böyle yapma diye ikaz için kullanılır. (NOT: Fiil cümlesi masdarlaşmış)
  • C. ( يَسُرُ ّنِي أَنَّكَ صَدْقٌ Doğru olman beni sevindirir.) Burada ( أَنَّ )  nin ismi ve haberi ( أَنَّكَ صَدْقٌ ) olan isim cümlesi, bir fiil cümlesinin fâili durumundadır (NOT: İsim cümlesi masdarlaşmış). Burada fâil, haberdeki hükümden yükümlüdür, görevlidir ve sorumludur. Bu cümle, olaydan sonra ve muhatabına (okuyan ve dinleyen her bir kişiye) “doğruluğunun mükafatını kazanırsın, adaletin tecellisi kaçınılmazdır.” müjdesi için kullanılır bilgileri saklıdır.
  • Kâide:
  • (a) Mübtedâ ve haberden oluşan isim cümlesi, doğrudan doğruya bir durumu haber verir.
  • (b) Başında ( إِنَّ ) olan isim cümlesi, bir sorunun cevabı olur  ve onu tek bir unsur haline getirir. Şöyle de söylenebilir: Masdarlaşmış isim cümlesi tek başına: mübteda veya haber veya fâil veya naibu fâil veya mefulün bih, veya m.b.gayri sarih (car – mecrur) olabilir. Türkçe’ye “..en, ..an, ..dığı, ..diği, ..düğü, ..duğu” şeklinde tercüme edilir.
  • (c) Mübtedânın başında ( إِنَّ ) ve haberin başında ( لَ ) olan isim cümlesi, bir inkârcının inkârına cevap olur. Şâyet haber başa geçerse, ( لَ ) mübtedânın başında olur ve yine haberdeki kattiyeti ifâde eder.)  
  •  

  • Haberler sakladıkları anlamlar açısından üç gruba ayrılır. Bunlar; beşeri haber, bilimsel haber ve ilahî haberdir. Sakladıkları anlamları şu şekilde özetlenebilir:
  • 1) Beşeri haberde saklı bilgiler: Haber doğru da olabilir, yanlış da. Haberi verene göre; mantıksal süzgeçten geçirildikten sonra araştırılmalı veya hiç dikkate alınmamalı veya doğru kabul edilmelidir. Çünkü; onların konuşmalarına kulak asmamak, insana neşe verir. Önemsiyenlerin ise, neşesi kaçar. Mübtedâ, haberin gereğini kendisi değişik sebeplerle yapamayabilir, ama başkasının yapmasını isteyebilir. Dedikodu şeklindedir. Tiryaki bir kimsenin “sigara sağlığa zararlı, içme” demesi gibi. Bu özelliklerin hiç biri ilâhi haberde bulunmaz.
  • 2) Bilimsel haberde saklı bilgiler: doğruluğu tartışmasız kabul edilen, kanıtsal bir dayanağı olan ve şahitlik derecesinde bir inanç gerektiren haberdir. Mesela “Vücutta kadmiyum birikimi, sinir sistemine zarar verir ve iskeleti deforme eder.” denmesi gibi. Temel bilimlere ait kanunlara bağlıdır. Bir ayetin bilimsel açıklaması da denilebilir.
  • 3) İlahî haberde (ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde) saklı bilgiler: “her makamın bir sözü ve her sözün bir makamı vardır” öz değişine göre farklı tarifler söylenebilir. Ancak, bir Ayet-i Kerime’ye veya Hadis-i Şerife “doğru” diyerek tasdik etmenin içinde “sen-sensin, bende-benim” in mânası saklıdır. Bu ise “tevhîd edebine” aykırıdır. Şöyle söylenebilir ;
  • a) “inandım, şüphesiz ki…, şahidim” gibi ifadeler kullanılabilir.
  • b) “acaba mânasını doğru mu anladım?, eksik mi anladım?, yanlış mı anladım?” soruları sorulabilir.
  • c) “bu ilâhi haber, kime/kimlere hitap ediyor?” denebilir.
  • d) “bu ilâhi haberi, nakleden hangi edâ ile söyledi?” denebilir.
  • e) “bu ilâhi haber; akla mı, kalbe mi … hitap ediyor?” denebilir.
  • f) “şimdi ne yapacağım, nasıl amel edeceğim, bu ilâhi habere aykırı davranışlarım var mı, bu ilâhi haberin tefsiri nasıl… vb” diye sorulabilir.
  • Misâl : ( مَنْ أَحَبَّ شَيْأً اَكْثَرَ ذِكْرَهُ ) “Kim bir şeyi severse, onu çok anar” Hadis-i şerifini okuyan, duyan ve anlayan için bir çok yükümlülük vardır. Sadece, “Doğru” diye tasdik etmekle de, bu yükümlülüklerini yerine getirmiş olamaz.
  • g) İlahî haberde, genellikle bir çok hüküm saklıdır. Her bir hüküm; muhatabına (1) yükümlülük yükler, (2) görevini tanımlamasını ister ve (3) İLÂHİ tarife (bizim tarifimize değil) uyma sorumluluğu yükler. Sorumluluğunu yerine getirene de getirmeyene de karşılığını verir. Bu özellikler, beşeri haberlerde aranmaz.
  • Misal: Hadis-i Şerif: Hz. Resulullah a.s.v buyurdu ki: “Ellah’tan hakkıyla hayâ edin”  Sahabe-i kirâm: “Ey Ellah’ın Resûlü, elhamdulillah, biz Ellah’tan hayâ ediyoruz.” dediler. Bunun üzerine Hz. Resulullah a.s.v buyurdu ki: “Söylemek istediğim bu (sizin anladığınız hayâ) değil. Ellah’tan hakkıyla hayâ etmek, kafayı ve içindekileri, mideyi ve taşıdıklarını korumak, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamaktır. (Müevvel masdar ile yapılan isim cümlesidir) Kim ahireti dilerse dünya hayatının süsünü terk eder. Kim söylenenleri yerine getirirse, Ellah’tan hakkıyla hayâ etmiş olur.”  (NOT: Günümüzdeki haya tarifden ne kadar da çok farklı) (Hadislerle İlim ve Hikmet, 1.Cild, sayfa 362)
  • Bir mü’min, bu hadisi şerifden yükümlüyüm demiş ve nasıl ihya edebilirim derdine düşmüş. Yaşadığı şu kıssa, bizlere ulaştırılmış. “Vefat edenleri yanına gidip, meleklerin nasıl davrandıklarını gözlemeye başlamış (basireti açılınca). Bir seferinde mevtânın başındaki meleğe “Başını kokla” nidâsı gelmiş. Melek koklamış ve “KUR’AN KOKUYOR” diye cevap vermiş. Sonra “Karnını kokla” nidâsı gelmiş. Melek mevtânın karnını koklamış ve “ORUÇ KOKUYOR” cevabını vermiş. Sonra da “Ayaklarını kokla” nidâsı gelmiş. Melek mevtânın ayaklarını koklamış ve “TEHECCÜD KOKUYOR” diye cevap vermiş. Bu sefer “O kendisini korumuş, Ellah Teala’da onu korumuş” nidasını duymuş ve hadis-i şerifi nasıl yaşayacağını öğrenmiş. (NOT: Bu misalde anlatılanları tefekkür ederek; isim cümlesi, mübteda, haber hakkında daha detaylı bilgiler edinilebilir ve diğer saklı kaideler bulunabilir.)
  • Sugrâ ve Kubrâ cümleler:
  • ( لَكِنَّا هُوَ اللهُ رَبِّى ) Ayet-i Kerimesini Ibn-i Hişam El-Ensâri (k.s) örnek olarak verir ve şu açıklamaları yapar : Ayet-i Kerimenin takdiri ;
  • ( لَكِنْ اَنَا هُوَ اللهُ رَبِّى ) şeklide bir “Kubrâ cümle”dir ve hakikat ehline hitaptır.
  • ( هُوَ اللهُ رَبِّى ) mübtedası bir isimdir (zamirdir). Haberi ise, hem sugrâ hem de kubrâ olan isim cümlesidir ve tarikat ehline hitaptır (önceki cümleye nazaran, sugrâ cümledir. sonraki cümleye nazaran da kubrâ cümledir).
  • ( اللهُ رَبِّى ) mübteda ve haberi birer isim olan, sugrâ cümledir ve şeriat ehline hitaptır.