Haber, cümlenin ikinci kısmıdır, mübtedânın durumunu bildirir, nekredir ve mânevi âmil ile REF olunmuştur. Şayet, haber cümlenin başına gelmiş ise “Haber-i mukaddem” adını alır.
Ayet-i Kerimeyi dinleyen isim cümlesindeki hükmü idrak edince; birinci aşamada, “evet, yükümlüğüm” der. İkinci aşamada, “görevlerim şunlardır” der. Üçüncü aşamada, “sorumluyum” der ve hükmün hikmetinin kendisine (idrak ettirilerek, vehbî olarak) öğretileceğini bilir. Çünkü: Hükümde, Lütfu saklıdır. Lütfunda, takdiri saklıdır. Takdirinde ise, hikmeti saklıdır. Örnek : 2/17
(… مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي ) Ayet-i Kerimesindeki (… مَثَلُهُمْ ) isim tamlaması, nekre hükmündeki mübtedâdır ve merfudur. Muzaf olarak görev yapan (… مَثَلُْ ) merfu ismi’nin fâili ise, muzafun ileyh olarak görev yapan (… هُمْ ) muttasıl zamiridir ve ancak onların davranışlarına bakarak ibret alır ve hüküm verebiliriz. Bu nedenle sadece merfu isim mübtedâ’dır diyemeyiz. Doğru hükmü verebilmek için gerekli bilgiler de, isim cümlesinin haberinde veya habere bağlı yan cümlelerde bulunur. Bu bilgilere göre verilen hüküm doğrudur ve ancak Ellah Teala’nın lütfu ile bulunur, yani vehbîdir. Doğru hüküm vermek, kesbî değildir.
Önemli notlar :
(a) Bir isim cümlesi olan ( اَحْمَدُ حَضَرَ ) “Ahmet geldi.” terkibinde haber olan ( حَضَرَ ), bir fiil cümlesidir ve fâili de, fiilin altındaki ( هُوَ )’dir. ( اَحْمَدُ ) ismi ise, mübtedâ’dır ama fâil değildir. bilgileri saklıdır.
(b) Bir isim cümlesi olan ( اَنَا اَزُورُكَ ) “Seni ziyaret ederim.” terkibinde haber olan ( اَزُورُكَ ), bir fiil cümlesidir ve fâili de, fiilin altındaki ( اَنَا )’dir. İsim cümlesinin başındaki ( اَنَا ) zamiri ise, mübtedâ’dır ama fâil değildir.
(c) Haber, mübtedâ gibi mârife olunca aralarında i’râb’dan mahalli olmayan ayırma zamiri (zamiru’l fasl) bulunur. ( اَلْعِلْمُ هُوَ الْاَبُ ) “İlim, babadır.” terkibindeki ( هُوَ ) gibi. İ’râb’dan mahalli olmayan zamiru’l fasl ( هُوَ )’deki saklı bilgiler ise: Fâil veya mübtedâ olmadığı için, yükümlü değildir. Kendisinden bir şey beklenmeyen ve istenmeyen zamirdir.
Şöyle de söylenebilir : Sohbeti yapanın ilminden fayda görülür, sohbetçiden (i’râb’da mahalli olmayandan) fayda görmez ve bir şey de beklenmez, hatta istenmez. Ancak, Onu konuşturandan sessizce istenir. Şayet dinleyen itiraz ederse de sohbetçiye itiraz etmez, sadece onun dile getirdiği ilme itiraz eder anlamları saklıdır.
Masdar edatlarından biri isim cümlesinin veya fiil cümlesinin önüne geldiğinde, cümlenin mânasını masdara çevirir. Bu cümleye de “masdar-ı müevvel” denir.
Masdar edatlarından ( أَنَّ ) de, isim cümlesini masdara çevirir.
Sarf ilmine göre “masdar-ı müevvel” cümlelerin mânalarında bir değişiklik olmaz. Fakat nahiv ilmine göre ise, önemli mâna değişiklikleri olur ancak bu değişiklikler saklı olarak dinleyenlere hitabeder. Aşağıdaki üç cümlenin Türkçe anlamları aynı olmasına rağmen, sakladıkları bilgiler üçünde de çok farklıdır. Yusuf suresi,15’deki masdar cümlesinin açıklaması aşağıdaki açıklamaya benzer.
A. ( يَسُرُ ّنِي صَدْقُكَ Doğru olman beni sevindirir.) Bu cümle, olaydan önce ve muhatabına öğüt vermek için kullanılır.
B. ( يَسُرُ ّنِي أَنْ تَصْدُقَ Doğru olman beni sevindirir.) Bu cümle, olaydan sonra ve muhatabına (okuyan ve dinleyen her bir kişiye) “kendisine yalan söylendiğini imâ ederek” şevkatle bir daha böyle yapma diye ikaz için kullanılır. (NOT: Fiil cümlesi masdarlaşmış)
C. ( يَسُرُ ّنِي أَنَّكَ صَدْقٌ Doğru olman beni sevindirir.) Burada ( أَنَّ ) nin ismi ve haberi ( أَنَّكَ صَدْقٌ ) olan isim cümlesi, bir fiil cümlesinin fâili durumundadır (NOT: İsim cümlesi masdarlaşmış). Burada fâil, haberdeki hükümden yükümlüdür, görevlidir ve sorumludur. Bu cümle, olaydan sonra ve muhatabına (okuyan ve dinleyen her bir kişiye) “doğruluğunun mükafatını kazanırsın, adaletin tecellisi kaçınılmazdır.” müjdesi için kullanılır bilgileri saklıdır.
Kâide:
(a) Mübtedâ ve haberden oluşan isim cümlesi, doğrudan doğruya bir durumu haber verir.
(b) Başında ( إِنَّ ) olan isim cümlesi, bir sorunun cevabı olur ve onu tek bir unsur haline getirir. Şöyle de söylenebilir: Masdarlaşmış isim cümlesi tek başına: mübteda veya haber veya fâil veya naibu fâil veya mefulün bih, veya m.b.gayri sarih (car – mecrur) olabilir. Türkçe’ye “..en, ..an, ..dığı, ..diği, ..düğü, ..duğu” şeklinde tercüme edilir.
(c) Mübtedânın başında ( إِنَّ ) ve haberin başında ( لَ ) olan isim cümlesi, bir inkârcının inkârına cevap olur. Şâyet haber başa geçerse, ( لَ ) mübtedânın başında olur ve yine haberdeki kattiyeti ifâde eder.)
Haberler sakladıkları anlamlar açısından üç gruba ayrılır. Bunlar; beşeri haber, bilimsel haber ve ilahî haberdir. Sakladıkları anlamları şu şekilde özetlenebilir:
1) Beşeri haberde saklı bilgiler: Haber doğru da olabilir, yanlış da. Haberi verene göre; mantıksal süzgeçten geçirildikten sonra araştırılmalı veya hiç dikkate alınmamalı veya doğru kabul edilmelidir. Çünkü; onların konuşmalarına kulak asmamak, insana neşe verir. Önemsiyenlerin ise, neşesi kaçar. Mübtedâ, haberin gereğini kendisi değişik sebeplerle yapamayabilir, ama başkasının yapmasını isteyebilir. Dedikodu şeklindedir. Tiryaki bir kimsenin “sigara sağlığa zararlı, içme” demesi gibi. Bu özelliklerin hiç biri ilâhi haberde bulunmaz.
2) Bilimsel haberde saklı bilgiler: doğruluğu tartışmasız kabul edilen, kanıtsal bir dayanağı olan ve şahitlik derecesinde bir inanç gerektiren haberdir. Mesela “Vücutta kadmiyum birikimi, sinir sistemine zarar verir ve iskeleti deforme eder.” denmesi gibi. Temel bilimlere ait kanunlara bağlıdır. Bir ayetin bilimsel açıklaması da denilebilir.
3) İlahî haberde (ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde) saklı bilgiler: “her makamın bir sözü ve her sözün bir makamı vardır” öz değişine göre farklı tarifler söylenebilir. Ancak, bir Ayet-i Kerime’ye veya Hadis-i Şerife “doğru” diyerek tasdik etmenin içinde “sen-sensin, bende-benim” in mânası saklıdır. Bu ise “tevhîd edebine” aykırıdır. Şöyle söylenebilir ;
a) “inandım, şüphesiz ki…, şahidim” gibi ifadeler kullanılabilir.
b) “acaba mânasını doğru mu anladım?, eksik mi anladım?, yanlış mı anladım?” soruları sorulabilir.
c) “bu ilâhi haber, kime/kimlere hitap ediyor?” denebilir.
d) “bu ilâhi haberi, nakleden hangi edâ ile söyledi?” denebilir.
f) “şimdi ne yapacağım, nasıl amel edeceğim, bu ilâhi habere aykırı davranışlarım var mı, bu ilâhi haberin tefsiri nasıl… vb” diye sorulabilir.
Misâl : ( مَنْ أَحَبَّ شَيْأً اَكْثَرَ ذِكْرَهُ ) “Kim bir şeyi severse, onu çok anar” Hadis-i şerifini okuyan, duyan ve anlayan için bir çok yükümlülük vardır. Sadece, “Doğru” diye tasdik etmekle de, bu yükümlülüklerini yerine getirmiş olamaz.
g) İlahî haberde, genellikle bir çok hüküm saklıdır. Her bir hüküm; muhatabına (1) yükümlülük yükler, (2) görevini tanımlamasını ister ve (3) İLÂHİ tarife (bizim tarifimize değil) uyma sorumluluğu yükler. Sorumluluğunu yerine getirene de getirmeyene de karşılığını verir. Bu özellikler, beşeri haberlerde aranmaz.
Misal: Hadis-i Şerif: Hz. Resulullah a.s.v buyurdu ki: “Ellah’tan hakkıyla hayâ edin” Sahabe-i kirâm: “Ey Ellah’ın Resûlü, elhamdulillah, biz Ellah’tan hayâ ediyoruz.” dediler. Bunun üzerine Hz. Resulullah a.s.v buyurdu ki: “Söylemek istediğim bu (sizin anladığınız hayâ) değil. Ellah’tan hakkıyla hayâ etmek, kafayı ve içindekileri, mideyi ve taşıdıklarını korumak, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamaktır. (Müevvel masdar ile yapılan isim cümlesidir) Kim ahireti dilerse dünya hayatının süsünü terk eder. Kim söylenenleri yerine getirirse, Ellah’tan hakkıyla hayâ etmiş olur.” (NOT: Günümüzdeki haya tarifden ne kadar da çok farklı) (Hadislerle İlim ve Hikmet, 1.Cild, sayfa 362)
Bir mü’min, bu hadisi şerifden yükümlüyüm demiş ve nasıl ihya edebilirim derdine düşmüş. Yaşadığı şu kıssa, bizlere ulaştırılmış. “Vefat edenleri yanına gidip, meleklerin nasıl davrandıklarını gözlemeye başlamış (basireti açılınca). Bir seferinde mevtânın başındaki meleğe “Başını kokla” nidâsı gelmiş. Melek koklamış ve “KUR’AN KOKUYOR” diye cevap vermiş. Sonra “Karnını kokla” nidâsı gelmiş. Melek mevtânın karnını koklamış ve “ORUÇ KOKUYOR” cevabını vermiş. Sonra da “Ayaklarını kokla” nidâsı gelmiş. Melek mevtânın ayaklarını koklamış ve “TEHECCÜD KOKUYOR” diye cevap vermiş. Bu sefer “O kendisini korumuş, Ellah Teala’da onu korumuş” nidasını duymuş ve hadis-i şerifi nasıl yaşayacağını öğrenmiş. (NOT: Bu misalde anlatılanları tefekkür ederek; isim cümlesi, mübteda, haber hakkında daha detaylı bilgiler edinilebilir ve diğer saklı kaideler bulunabilir.)
Sugrâ ve Kubrâ cümleler:
( لَكِنَّا هُوَ اللهُ رَبِّى ) Ayet-i Kerimesini Ibn-i Hişam El-Ensâri (k.s) örnek olarak verir ve şu açıklamaları yapar : Ayet-i Kerimenin takdiri ;
( لَكِنْ اَنَا هُوَ اللهُ رَبِّى ) şeklide bir “Kubrâ cümle”dir ve hakikat ehline hitaptır.
( هُوَ اللهُ رَبِّى ) mübtedası bir isimdir (zamirdir). Haberi ise, hem sugrâ hem de kubrâ olan isim cümlesidir ve tarikat ehline hitaptır (önceki cümleye nazaran, sugrâ cümledir. sonraki cümleye nazaran da kubrâ cümledir).
( اللهُ رَبِّى ) mübteda ve haberi birer isim olan, sugrâ cümledir ve şeriat ehline hitaptır.