İSM-İ MEVSÛL İLE İLGİLİ AYETLER
1- هَذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي يُكَذِّبُ بِهَا الْمُجْرِمُونَ .
(55/RAHMÂN, 43). İşte bu, suçluların yalanladıkları cehennemdir.
suçlu, günahkar |
اَلْمُجْرِمُ |
yalanladı |
كَذَّبَ يُكَذِّبُ تَكْذِيباً |
2- وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَى فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ وَالْحِكْمَةِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ لَطِيفًا خَبِيرًا .
(33/AHZÂB, 34). (Ey Peygamber hanımları!) Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.
okumak, kraat etmek [daha sonra göreceğimiz gibi illetli fiillerde müfred muzârinin sonundaki (و), muzâri meçhûllerde üstünü temsil eden elifi maksureye (ى) dönüşür.] |
تَلاَ يَتْلُو تِلاَوَةً |
hikmet (doğru olduğu tahakkuk eden her türlü söz, amel) |
اَلْحِكْمَةُ |
3- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لاَ تَفْعَلُونَ .
(61/SAFF, 2). Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?
niçin |
لِمَ |
Ey iman eden kimseler! |
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا |
4- كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللَّهِ أَنْ تَقُولُوا مَا لاَ تَفْعَلُونَ .
(61/SAFF, 3). Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.
büyümek, büyük olmak |
كَبُرَ يَكْبُرُ كِبَراً |
kızdırıcı husus, şiddetli kızma |
اَلْمَقْتُ |
5- أَ رَأَيْتَ الَّذِي يُكَذِّبُ بِالدِّينِ .
(107/MÂÛN, 1). Dini yalanlayanı gördün mü?
6- فَذَلِكَ الَّذِي يَدُعُّ الْيَتِيمَ .
(107/MÂÛN, 2). İşte o kimse yetimi itip kakar;
kovmak, itelemek, azarlayarak itip kakmak, defetmek
(ayette: sert davranarak (azarlayarak) kovmak) |
دَعَّ يَدُعُّ دَعّاً |
7- وَلاَ يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ .
(107/MÂÛN, 3). Yoksulun doyurulmasına teşvik etmez;
teşvik etmek
|
حَضَّ يَحُضُّ حَضاًّ |
8- مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ فِيهَا مَا نَشَاءُ لِمَنْ نُرِيدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَ يَصْلاهَا مَذْمُومًا مَدْحُورًا .
(17/İSRÂ, 18). Her kim aceleyi (peşin mükafatlı bu çarçabuk geçen dünyayı) dilerse ona, yani dilediğimiz kimse için dilediğimiz şeyi (dilediğimiz kadarını) dünyada acele (hemen verir), sonra onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme kılarız (sokarız).
dünya |
اَلْعَاجِلَةُ |
çabuklaştırmak, hızlandırmak |
عَجَّلَ يُعَجِّلُ تَعْجِيلاً |
uzaklaştırılmış, kovulmuş (ism-i mef’ûl) |
مَدْحُورٌ (دَحَرَ يَدْحُرُ) |
||
ayıplanmış, zemmedilmiş (ism-i mef’ûl) |
مَذْمُومٌ (ذَمَّ) |
||
(ateşe) atılmak, ateşe maruz bırakılmak, (ateşe) yaslanmak |
صَلَى يَصْلَى صِلِياًّ |
9- تِلْكَ الدَّارُ الْآخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذِينَ لاَ يُرِيدُونَ عُلُوًّا فِي الْأَرْضِ وَلاَ فَسَادًا وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ .
(28/KASAS, 83). İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimseler için kılarız (veririz.) (En güzel) âkıbet, müttakîlerindir (takvâ sahiplerinindir).
üstünlük, cebir, böbürlenmek |
عَلاَ يَعْلُو عُلُوًّا |
10- وَالَّذِينَ لاَ يَشْهَدُونَ الزُّورَ وَإِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا .
(25/FURKÂN, 72). O kimseler (O mü’min kullar), yalan yere şahitlik etmezler, boş sözlerle karşılaştıklarında vakarlı olarak (oradan) geçip giderler.
batıl, boş, hakikatsiz, asılsız |
اَلزُّورُ |
geçmek, uğramak, hareket etmek, yürümek
(ayette: geçmek, karşılaşmak, rastgelmek (“Boş işe rastgeldikleri zaman, bulaşmadan güzelce geçip giderler” mealinde) |
مَرَّ يَمُرُّ مَراًّ بِ |
boş söz, çirkin söz/ boş şey (boş konuşma vs.)/ boş yere yemin etme. (ayette: boş şey (faydasız söz ve iş) |
اَللَّغْوُ |
şerefliler (boş sözler ve boş işlerden kaçınan Allah’ın müttekî kulları) |
كِرَامٌ |
11- وَالَّذِينَ جَاؤُوا مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ وَلاَ تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَؤُوفٌ رَحِيمٌ .
(59/HAŞR, 10). Bunların arkasından gelenler (şöyle) derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!
bağışlamak, mağfiret etmek |
غَفَرَ يَغْفِرُ غُفْراَناً |
tekaddüm etmek, öne geçmek / geçmek.(Ayette: önce geçmek) |
سَبَقَ يَسْبِقُ سَبْقاً |
galeyanlı kin, kinin galeyanı (kaynaşması) |
اَلْغِلُّ |
çok merhametli, (Esmâ-i ilâhiyeden; Kullarını kötülüklerden esirgeyen) |
رَؤُوفٌ |
12- فَلْيَنْظُرِ الْإِنْسَانُ مِمَّ خُلِقَ {86/5} خُلِقَ مِنْ ماَءٍ دَافِقٍ .
(86/TÂRIK, 5, 6). İnsan neden yaratıldığına bir baksın! Atılan bir sudan yaratıldı.
neden (ne + den) |
مِمَّ (مِنْ + ماَ) |
birden boşalan, dökülen, def’aten akıtan, akıtılan (ism-i fâil) |
دَافِقٌ |
13- إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمَنُ وُدًّا .
(19/MERYEM, 96). Gerçek şu ki, iman edip iyi (şeyler) yapanlar için Rahman (olan Allah), (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.
sevgi, muhabbet (kalplerde sevgi besleme) |
وُدٌّ |
14- ن وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ .
(68/KALEM, 1). Nûn. Kaleme ve (satır satır) yazdıklarına andolsun ki,
Kaleme .. andolsun ki, yemin olsun ki (Ayetlerin başında gelen ve kendisinden sonraki kelimeyi esreleyen (و) vâvu’l-kasem’dir. Yâni yemin vâvıdır.) |
وَالْقَلَمِ |
yazmak, ifadeyi satıra dökmek/dizmek, saf yapmak |
سَطَرَ يَسْطُرُ سَطْراً |
15- أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تُتْرَكُوا وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُوا مِنْ دُونِ اللّهِ وَلاَ رَسُولِهِ وَلاَ الْمُؤْمِنِينَ وَلِيجَةً وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ .
(9/TEVBE, 16). Yoksa, Allah, sizden, cihad edenleri, Allah, peygamber ve müminlerden başkasını sırdaş edinmeyenleri bilmeden (ortaya çıkarmadan) bırakılacağınızı mı (terk edileceğinizi mi) sandınız? Allah yaptığınız şeylerden haberdardır.
Allah’dan başkasını |
مِنْ دُونِ اللّهِ |
sırdaş, içte saklı iyi hisler |
وَلِيجَةٌ |
16- الم ¯ ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ .
(2/BAKARA, 1,2). Elif. Lâm. Mîm. O (Kur’ân) kendisinde hiç şüphe bulunmayan bir kitaptır. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.
şüphe, tereddüt |
اَلرَّيْبُ |
yol gösterici (sonu illetli harfle biten bu kelime merfû mansûb ve mecrûr hallerinde de aynı gelir.) |
هُدًى |
17- اَلَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ .
(2/BAKARA, 3). Onlar (müttakî kimseler) gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler (Allah yolunda harcarlar).
ikame etmek, yerine getirmek |
أَقاَمَ يُقِيمُ إِقاَمَةً |
inandı, iman etti |
آمَنَ يُؤْمِنُ إِيماَناً بِ |
harcadı, sarfetti |
أَنْفَقَ يُنْفِقُ إِنْفاَقاً |
18- أُولَئِكَ عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ .
(2/BAKARA, 5). İşte onlar, Rablerinden (gelen) bir hidayet üzeredirler ve kurtulanlar (kurtuluşa erenler de ancak) onlardır.
kurtulan (kurtuluşa eren) |
اَلْمُفْلِحُ |
19- يَوْمَ يُحْمَى عَلَيْهَا فِي نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوَى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنُوبُهُمْ وَظُهُورُهُمْ هَذَا مَا كَنَزْتُمْ لأَنْفُسِكُمْ …
(9/TEVBE, 35). (Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): “İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir…”
kızdırmak, sıpsıcak hale getirmek, (ateşe) tutmak (ayette meçhûlü) |
حَمَى يَحْمِي |
||
alın, alnın ortası |
اَلْجَبْهَةُ ج اَلْجِبَاهُ |
dağlamak |
كَوَى يَكْوِي كَياًّ |
yan. istiâre olarak iş, durum, yakın cihet manalarına da gelir. |
اَلْجَنْبُ ج اَلْجُنُوبُ |
||
sırtlar |
اَلظُّهُورُ |
biriktirmek |
كَنَزَ يَكْنِزُ كَنْزاً |
20- … وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا .
(48/FETİH, 29). …Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.