C. Yusuf
(A.S.)’ın Kuyuya Atılması Ve Ardından Köle Olarak Satılması
D. Hz. Yusuf
(A.S.)’ın Aziz’in Karısı Yüzünden Çektiği Sıkıntı
E. Olayın
Mısır Sosyetesi Arasında Duyulması
H. Zindandan
Çıkarılması-Mısır’da Vezirlik Veya Maliye Bakanlığına Getirilmesi
I. Kardeşleri
Yusuf’un Huzurunda
İ. Hz. Yusuf
(A.S.)’ın Kardeşleri Babalarının Huzurunda
K. Kardeşleri
İkinci Defa Yusuf’un Huzurunda
L. Hz. Yusuf
(A.S.)’ın Kardeşleri Babaları Hz. Yakub (A.S.)’In Huzurunda
M. Kardeşleri
Üçüncü Defa Hz. Yusuf (A.S.)’ın Huzurunda
N. Hz. Yakub
(A.S.), Oğlu Hz. Yusuf (A.S.)’ın Sağ Olduğunu Öğreniyor
O. Büyük
Buluşma Ve Hz. Yusuf (A.S,)’ın Rüyasının Gerçekleşmesi
Ö. Hz. Yusuf
(A.S.)’ın Evliliği Ve Çocukları
P. Yusuf
(A.S.) Kıssasından Bazı Mesajlar
R. Yusuf
Sûresinin Sonunda Rasülullah (S.A.V.)’e Mesajlar
ONIKINCI
BOLÜM
HZ. YUSUF
A. Yusuf (A.S.) Kıssası
Kur’ân-ı Kerim’de
diğer peygamberlerin kıssaları, muhtelif sûrelerde, özünde bir, ancak bâzı
farklılıklarla kısa kısa anlatılmış ve öğüt alınması için bir kaç yerde tekrar
edilmiş bulunmak-‘tadır. Buna karşılık, Yusuf (a.s.) kıssası, 111 âyetten
müteşekkil Yusuf sûresinin baştan 101 âyetinde tek kıssa halinde, baştan-sona
ve ayrıntılı bir biçimde anlatılmış ve başka bir sûrede tekrar edilmemiştir.
Adını bu kıssadan alan
Yusuf sûresi, İslâm davetinin Mekke döneminde,
Mekke müşriklerinin Peygamberimiz (s.a.v.) ve ashabına karşı
yürüttükleri eziyet ve işkence faaliyetinin had safhaya ulaştığı bir sırada
nazil olmuştur. Bu sûrenin, Hz. Hatice ile Ebu Talib’in vefatlarının ardından
indiği zikredilir.[1] Bilindiği gibi bu
günlerde müşrikler işi iyice azıtarak şiddete başvurmuşlar, hatta bir kaç defa
Peygamberimiz (s.a.v.)’i öldürme teşebbüsünde bulunmuşlardı. Bu zor şartların
yaşandığı günlerde inen sûrede Hz. Yusuf (a.s.)’m karşılaşmış olduğu sıkıntılar
ve bu sıkıntılara sabretmesi ve sonunda ulaştığı zafer anlatılarak
Peygamberimiz (s.a.v.) ve arkadaşları teselli edilmiştir. Sûrenin kıssanın
bitiminden sonraki son yedi âyeti de, peygamberlerin karşılaştığı sıkıntılar ve
sonunda ulaşılan mutlu son hakkında Önemli bir mesaj Özelliği taşımaktadır.
Bilindiği gibi, Mekke
döneminde nazil olan sûre ve âyetler-deki ağırlıklı konulardan biri,
Peygamberimiz (s.a.v.) ve arkadaşlarını teselli maksadıyla indirilmiş olan
peygamber kıssalarıydı. Bu kıssalarda, önceki peygamberlerin de büyük
sıkıntılarla karşılaştıkları, müşriklerin büyük kötülüklerine mâruz kaldıkları,
buna rağmen mücâdeleyi bırakmayıp görevlerini sürdürdükleri ve neticede zafere
ulaştıkları anlatılıyor, başlangıçta topluma hâkim olan küfür ehlinin ise
sonunda hep mağlup ve perişan düştüğü vurgulanıyordu. Dolayısıyla bu kıssalar,
Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashabı için önemli bir moral kaynağı teşkil ediyordu.
İbn îshak’tan nakledildiğine göre, Yusuf sûresinin iniş sebebi de, Rasülullah
(s.a.v.)’in teselli edilmesi idi. Allah Teâlâ, Yusuf (a.s.)’ m karşılaştığı
sıkıntıları ve sonunda ona bahşettiği ikram ve ihsanını anlatarak, Rasülullah
(s.a.v.)’i teselli etmek istemişti.[2]
Hz. Yusuf (a.s.)
kıssası, az önce belirttiğimiz gibi, araya kopukluk girmeden birbirini takip
eden olaylar halinde anlatılmıştır. Bu münasebetle gerek muhtevası, gerekse
üslûbu bakımından ruhları son derece etkileyen bir kıssadır. Kıssada anlatılan
Hz. Yusuf (a.s.), karşımıza iffet ve imanın en canlı bir sembol ve âbidesi
olarak çıkmaktadır. Onun hayatı ve başından geçenler, teferruatlı bir şekilde
bütün insanlığın ibret nazarlarına sunulmuştur. Sûrede tefsir ve açıklamayı
gerektiren, anlaşılması zor bir kapalılık yok gibidir. Olaylar, açık bir tarzda
anlatıldığından, ilâve bilgilere neredeyse hiç gerek kalmamıştır. Bu yüzden
olmalıdır ki, kıssa hakkında Peygamberimiz (s.a.v.)’den nakledilen rivayetler
de yok denecek kadar azdır. Ne var ki, bütün bu açıklığa rağmen, kısas-ı
enbiyâ, tarih ve tefsir kitaplarında, bu kıssayla ilgili olarak, Kur’ân-ı
Kerim ve hadis-i şeriflerde bulunmayan pek çok rivayet yer almaktadır. Bu
rivayetlerin büyük bölümünün aslı ve esası yoktur. Önemli kısmıyla Allah’ın
has kullarına ve bilhassa peygamberlere İsnad edilmesi mümkün olmayan bu
rivayetler, Tevrat ve Ehl-i Kitab’m elindeki diğer dînî metinlerden
alınmıştır.[3]
Hz. Yusuf (a.s.)
kıssası, Tevrat’ın Tekvin kitabının 37-45. babları arasında da geniş bir
şekilde anlatılmıştır. Tevrat’taki bu bilgiler, büyük ölçüde Kur’ân-ı Kerim’de
verilen bilgilere mutabıktır. Ancak aralarında küçük görünmekle birlikte
neticeyi değiştirici önemli farklar bulunmaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir
ki, Tevrat kıssayı romantik bir hikâye tarzında anlatırken, Kur’ân-ı Kerim,
“Hoşunuza gitmeyen bir şey, belki de sizin için bir hayır; hoşlandığınız
şey de sizin için bir serdir. Onu Allah bilir siz bilemezsiniz.[4] âyetinde
vurgulanan hakikate bir Örnek olarak, üzerinde hiç bir değişiklik yapmadan
yaşandığı şekliyle takdim etmektedir.[5]Bu
farklılıklar, Kur’ân-ı Kerim’in korunmuş lugunu, buna karşılık Tevrat’taki
tahrifatı açıkça ortaya kov maktadır. Yeri geldikçe Kur’ân-ı Kerim ile Tevrat’m
verdiği bilgi ler arasındaki bu farklılıklara işaret etmeye çalışacağız.
Yusuf sûresinin ilk üç
âyeti kıssaya giriş mahiyetindedir Uçuncu ayette kıssa, “en güzel
kissa/ahsenü’l-kasas” olarak nitelendirilmiştir.[6] Bu üç
âyetin meali şöyledir:
“Elif, Ldm, Râ.
Bunlar apaçık kitabın âyetleridir. Biz, muhakkak bu kitabı okuyup anlamanız
için Arapça bir Kur’ân olarak indirdik. Ey peygamber! Biz, bu Kur’ân’ı
indirmek suretiyle, sana ahsenü’l-kasas’ı/kıssaların en güzelim nakletmiş
oluyoruz. Halbuki, daha önce senin bunlardan haberin yoktu.” [7]
B. Yusuf (A.S.)’ın Rüyası
Yusuf sûresinde
dördüncü âyetten itibaren Hz. Yusuf (a.s.)’ m gördüğü bir rüya ile kıssanın
anlatımına başlanmaktadır. Burada bildirildiğine göre Hz. Yusuf (a.s.),
rüyasında onbir yıldız ile güneş ve aym kendisine secde ettiklerini görmüş, bu
düşünü babası Hz. Yakub (a.s.)’a anlatmıştı. Hz. Yakub (a.s.), bu rüyayı
Allah’ın; oğlu Hz. Yusuf (a.s.)’ı seçkin bir kul yapacağı, ona rüya tâbiri
ilmini öğreteceği, hayatın problemlerini anlama ve onlara çözüm bulma
kabiliyetini lütfedip onu yüksek makamlara çıkaracağı ve sonunda peygamber
olarak görevlendireceği, ayrıca onun soyuna da büyük nimetler vereceği şeklinde
yorumladı. Bunun farkına varmalarından ve şeytanın tahrik ve kışkırtmasıyla
ona bir kötülük yapmalarından korkarak rüyasını kardeşlerine anlatmamasını
tembihledi. Sûrede Hz. Yusuf (a.s.)’m rüyası, babasının bu yorum ve tavsiyesi
şöyle anlatılmaktadır:
“Hani bir zaman
Yusuf, babasına, ‘Babacığım, ben rüyamda, onbir yıldız, güneş ve ayın, bana
secde ettiklerini gördüm.’ demişti.
(Yakub), ‘Yavrum,
düşünü kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan apaçık
bir düşmandır! Böylece Rabbin seni seçecek ve sana rüyaların yorumundan bir
parça öğretecek, sana ve Yakub soyuna nimetini tamamlayacaktır. Nasıl ki, daha
önce ataların İbrahim’e ve İshak’a da nimetini tamamlamıştı. Şüphesiz Rabbin,
bilendir, hikmet sahibidir.’ dedi.[8]
Tarih kaynaklarında
Hz. Yusuf (a.s.)’m bu rüyayı 12 veya 17 yaşında iken gördüğü zikredilir. Daha
sonra geleceği gibi, rüyasında kendisine secde ederken gördüğü onbir yıldız
kardeşleri, güneş ve ay ise babasıyla annesi olarak tezahür etmiş ve onlar
Mısır’a yanına geldiklerinde onun önünde saygılarını sunmak için şükür
secdesine kapanmışlardır. Hz. Yakub (a.s.)’m sözleri, kardeşlerinin Hz. Yusuf
(a.s.)’ı daha önceden de kıskandıkları İzlenimini vermektedir. Önce geçtiği
gibi, Hz. Yakub (a.s.)’ in dört ayrı hanımından 12 oğlu olmuştu. Bunların en
küçükleri olan Hz. Yusuf (a.s.) ile Bünyâmin aynı anadan, yani Rahel’den
doğmuşlardı. Bünyâmin, Hz. Yusuf (a.s.)’dan küçüktü ve anneleri onu doğururken
ölmüştü. Hz. Yakub (a.s.), diğer on oğlunun karakterlerine pek güvenemiyor,
küçük kardeşleri Hz. Yusuf (a.s.) ve Bünyamin’i kıskanmaları dolayısıyla
onlardan o ikisi için endişe duyuyordu. Hz. Yusuf (a.s.) ile Bünyamin’in
babaları tarafından daha fazla sevildiğine inanan ve bunu bir türlü içlerine
sindiremeyen kardeşleri, özellikle çok güzel bir çocuk olan Hz. Yusuf (a.s.)’ı
kıskanıyorlardı.
Tevrat’ta da, Hz.
Yakub (a.s.)’ın Hz. Yusuf (a.s.}’ı diğer oğullarından fazla sevmesi, bu yüzden
kardeşlerinin onu kıskanması ve Hz. Yusuf (a.s.)’m rüyası hakkında bilgi
verilir. Ancak orada bir değil iki rüyadan, Hz. Yusuf (a.s.)’m rüyalarını
kardeşlerine de anlattığından ve onların rüyaları aynen babalan gibi yorumladığından
söz edilir. Bunun yanında Hz. Yakub (a.s.)’m tepkisi, Kur’ân-ı Kerim’de
bildirildiğinden çok farklı gösterilmiştir. O, oğlu Hz. Yusuf (a.s.)’ı tebrik
etmemiş; aksine annesi, babası ve kardeşlerinin, kendisinin önünde eğilerek diz
çöktüklerini görmesi yüzünden onu şiddetle azarlamıştır.[9]
Görüldüğü gibi, Hz.
Yakub (a.s.)’ın, Hz. Yusuf (a.s.)’in rüyasına gösterdiği tepki hususunda,
Kur’ân ve Tevrat’ta verilen bilgiler taban tabana zıttır. Kur’ân’da açıklanan
tepkinin, Hz. Yakub (a.s.J’a, yani yüce bir peygamber ve asil bir babaya
yakışır bir davranış olduğu açıktır. Ancak Tevrat’ta bahsedilen tepki, değil
bir peygambere, aklı başında herhangi bir adama dahi yakışmayan bir
davranıştır. Tevrat’ta zikredilen bu tavrın asla doğru olamayacağı ortadadır.
Bu fark üzerinde hassasiyetle duran Mevdüdî, sözlerini şöyle bitirmektedir:
“Kaldı ki, Hz.
Yusuf (a.s.), herhangi bir şahsî hırsa kapılmamış, yalnızca rüyasını
anlatmıştı. Eğer rüya sâdık bir rüya idiyse, şüphesiz ki, Hz. Yakub (a.s.),
doğruluğuna inanarak onu yorumlayacaktı. Dolayısıyla oğlunu azarlaması İçin
hiçbir sebep yoktu. Zira besbelli ki rüya, oğlunun bir gün gelip yükseleceği yolundaki
bir tutkusunu değil, doğrudan Allah’ın isteğim dile getiriyordu.”[10] [11]
C. Yusuf (A.S.)’ın Kuyuya Atılması Ve Ardından Köle Olarak
Satılması
Yusuf sûresinde, Hz.
Yusuf (a.s.)’m meşhur rüyası ve onu babasına anlatmasının ardından, Hz. Yusuf
(a.s.) ile kardeşlerinin hikâyesinin ibretlerle dolu olduğuna işaret edilmiş,
daha sonra, hikâyeye devam edilmiştir. Buna göre, babalarının Hz. Yusuf
(a.s.)’ı ve onun ana-baba bir kardeşi Bünyamin’i kendilerinden daha fazla
sevdiğine inanan ve bu yüzden o ikisini kıskanan ve babalarına kızgınlık
besleyen diğer kardeşler, şeytanın iğvasma kapılarak Hz. Yusuf (a.s.)’a bir
komplo kurmaya karar verdiler. Yaptıkları toplantıda babalarının Hz. Yusuf
(a.s.)’ı daha fazla sevmekle yanlışlık yaptığını dile getirerek onun sevgisini
kazanabilmek için Hz. Yusuf (a.s.)’ı
devreden çıkarmanın şart olduğunda görüş birliğine vardılar. Kardeşlerinden
bâzıları onu öldürmeyi teklif etmişlerdi; ancak içlerinden biri, onu
öldürme-yip bir kuyuya atmalarının daha doğru olacağını ileri sürdü. Bu
teklifin sahibi kuyuya uğrayan bir kervanın onu alıp gideceğini ve böylece
kardeş katili olmadan da Hz. Yusuf (a.s.)’dan kurtulabileceklerini söyledi.
Onun teklifini uygun bulan kardeşler, Hz. Yusuf (a.s.)Ji bir kuyuya atmayı
kararlaştırdılar ve onun kaybolmasından sonra babalarının sevgisini kazanacaklarını
söyleyerek bu olayın ardından iyi birer insan olmaya çalışacaklarına söz
verdiler.
Kardeşler, hazırladıkları senaryoyu uygulamak için önce
babalarına gittiler ve ondan Hz. Yusuf (a.s.)’ı kendileriyle birlikte koyun
otlatmaya göndermesini istediler. Onun Hz. Yusuf (a.s.)’ı kendilerine emânet
etmekten çekindiğini farkedince, onu ikna edebilmek için Hz. Yusuf (a.s.)’a iyi
bakacaklarına ve her hususta ona yardımcı olacaklarına söz verdiler. Babaları,
buna rağmen Hz. Yusuf (a.s.)’a bir kötülük gelmesinden ve onu kurtlara kaptırmalarından
korktuğunu söyleyince, gidip dönene kadar ona göz-kulak olacaklarına yemin
ettiler. Neticede Hz. Yakub (a.s.), kardeşlerinin Hz. Yusuf (a.s.)’ı
götürmelerine izin verdi.[12]
Kardeşler, yanlarında koyun otlatmaya götürdükleri Hz. Yusuf (a.s.)’ı
plânladıkları şekilde bir kuyuya attılar. Ancak Yüce Allah, o sıkıntılı anda
onun yardımına yetişti ve kalbine bir kuvvet vererek gönlünü hoş tutup
üzülmemesini ve bu durumdan rahat bir şekilde kurtulacağını müjdeledi. Ayrıca
ona daha sonraları kardeşlerine karşı kendisinin derecesini yükselteceğini ve
bir gün gelip kardeşlerinin yaptığı bu kötülüğü onların yüzüne söyleme
imkânını bahşedeceğini haber verdi.[13]
Hz. Yusuf (a.s.)’ı
kuyuya atan kardeşleri, babalarını kandı-rabilmek için akşamleyin ağlaşarak eve
geldiler ve bir yalan uydurup aralarında düzenledikleri bir yarış sırasında
eşyalarının başında bıraktıkları Hz. Yusuf (a.s.)’ı kurtların yediğini söylediler.
Onu kurtların yediğine inandırmak için gömleğini kestikleri bir hayvanın kanma
batırmış olarak getirmişlerdi. Hz. Yusuf (a.s.)’m rüyasının bir gün
gerçekleşeceğinden emin olan ve gömleğinin yırtılmamış olduğunu da görerek
oğullarının “onu kurt kaptı” şeklindeki yalanlarına inanmayan Hz.
Yakub (a.s.), “Ha-yır! Herhalde nefisleriniz sizi aldatıp yanlış bir işe
sürükledi.” dedi ve kendisine düşenin güzelce sabretmek ve bu acıya dayanmak
için Allah’tan yardım dilemek olduğunu söyledi. Kur’ân-ı Kerim, bu yaşananları
şöyle aktarmıştır :
“Muhakkak, Yusuf
ve kardeşlerinin kıssasında bunu soranlar için birçok ibretler vardır: Bir
zaman Yusufun kardeşleri, kendi aralarında şöyle konuştular. ‘Yusuf ve
ana-baba bir kardeşi, babamızın yanında bizden daha çok sevgilidir. Halbuki
biz, güçlü bir topluluğuz. Şüphesiz ki babamız, bu davranışıyla açık bir haksızlığa
düşüyor. Yusufu öldürün veya onu uzak bir yere atın da, babanız size kalsın.
Bundan sonra yine sâlih kimselerden olursunuz.’
içlerinden biri de
şöyle dedi: ‘Yusuf’u Öldürmeyin. Issız bir kuyunun derinliklerine atın. Oradan
geçen bir yolcu kafilesi, onu bulsun. Eğer yapacaksanız böyle yapın,’ Yusufu
uzaklaştırmayı kararlaştırınca, babalarına gelip şöyle dediler: ‘Ey babamız!
Sana ne oluyor da, Yusuf’u bize emânet etmiyorsun? Halbuki biz, Yusuf’un
iyiliğini diler, ona Öğüt veririz. Yarın onu bizimle birlikte kıra gönder de
yesin, içsin ve oynasın. Mutlaka biz onu koruruz.’
Yakub, ‘onu alıp
götürmeniz beni üzer. Korkarım ki, siz gafletteyken kurt onu kapar!’ dedi.
Yusuf’un kardeşleri,
‘Yemin ederiz ki, biz kuvvetli bir topluluk olduğumuz halde onu kurt kaparsa O
takdirde biz hüsrana uğrayanlardan oluruz.’ dediler. Yusuf u alıp
götürdüklerinde, onu kuyunun dibine atmaya karar verdiler. Biz de, Yusuf a,
‘Kardeşlerin hiç farkında olmadan, sen onlara, sana yaptıklarını haber vereceksin.
‘ diye vahyettik. Akşamleyin ağlayıp sızlanarak babalarına geldiler.
Babalarına, ‘Ey babamız! Biz aramızda yanş yapıyorduk, Yusuf u da beklemesi
için eşyalarımızın başında bırakmıştık. Onu kurt yemiş. Ne kadar doğru olsak
da, sen bize inanmazsın. ‘ dediler.
Üzerine başka bir
canlının kanını bulaştırdıkları Yusuf’un, gömleğini, ona gösterdiler. Yakub,
‘Hayır, herhalde nefisleriniz sizi aldatıp yanlış bir işe sürükledi. Artık bana
düşen güzelce sabretmektir. Dediğiniz karşısında ancak Allah’tan yardım
istenir.’ dedi”[14]
Hz, Yakub (a.s.)’m
evinde bunlar yaşanırken, diğer tarafta ise, kuyuya atılmış olmakla birlikte
Allah’tan gelen müjde ile gönlü rahat olan Hz. Yusuf (a.s.), bir veya iki gün
sonra Med-yen’den Mısır’a gitmekte olan bir kervanın sucusu tarafından ıfark
edildi. Su çekmek için kuyuya gelen bu şahsın sarkıttığı ikovanm ipine yapışıp
kuyudan çıktı. Bu arada, Hz. Yusuf (a.s.)’ı jkuyuya attıktan sonra onun başına
gelecekleri takip etmek iste-jyen kardeşleri, aralarından birini kuyuyu
gözetlemek için göndermişlerdi. Bu gözcü kardeş, Hz. Yusuf (a.s.)’m
Kervancılar tarafından kuyudan çıkarıldığını görünce durumu diğerlerine bildirdi. Bunun üzerine hemen oraya giden kardeşler,
kuyudan çıkarılan çocuğun kendilerine ait bir köle olduğunu ve bir kaç gün önce
kaçtığını, bu yüzden de onu satmak istediklerini söylediler. Öldürmelerinden
korktuğu için, kendisinin onların kardeşi lduğunu söyleyemeyen Hz. Yusuf
(a.s.)’ı ucuz bir fiyata kervancılara sattılar.[15] Onu
Mısır’a götüren kervancılar, köle pazarına çıkararak önemli bir devlet adamına
sattılar. Sürede Hz. Yusuf (a.s.)’ın kuyudan çıkarılışı ve köle olarak satılışı
hakkında şöyle denilmektedir:
“O sırada bir
kervan geldi ve kervancılar sucularım kuyuya gönderdiler. Sucu kovasını kuyuya
sarkıttı. O anda Yusuf’u gö-rün-ce, ‘Müjdeler olsun! İşte bir oğlan çocuğu!’
diye bağırdı. Yusuf u bir ticaret malı gibi gizlediler. Halbuki Allah onların
yaptıklarını çok iyi bilir. Nihayet onu düşük bir fiyatla bir kaç paraya sattılar.
Onlar Yusuf’u önemsemiyorlardı.”[16]
Mısır’da Yusufu satın
alan şahıs, Tevrat’ta bildirildiğine
göre, kralın veziri Potifar’dır. Ancak Kur’ân-ı Kerim, ondan sadece
“el-Aziz” diye bahseder. Bu şahıs, kralın veziri, muhafız birliklerinin
komutanı veya kraliyet hazinelerinin başkanı olarak tanıtılmıştır. Keskin
ferâsetiyle ünlenen bu Aziz, köle pazarında karşılaştığı, o sırada henüz 12
veya 17 yaşlarında olan Hz. Yusuf (a.s.)’in iyi bir insan olduğunu anlamış ve
ondaki kabiliyeti fark etmiştir. İlk günlerde kölesi hakkında hanımına söylemiş
olduğu sözler, bunu açıkça göstermektedir: “Ona iyi davran, ikram et ki,
bizimle oturmaktan hoşlansın. Belki bize faydası-dokunur, ya da onu evlat
ediniriz.” Nitekim o, Hz. Yusuf (a.s.)’daki kabiliyeti fark etmesiyle,
ferasette misal olarak dilden dile dolaşan üç kişiden biri sayılmıştır. Bu
darbımeselde zikredilen keskin feraset sahibi diğer iki şahıs ise, Hz. Musa
(a.s.)’ı keşfetmesi bakımından Hz. Şuayb {a.s.J’ın kızı ve Hz. Ömer’deki devlet
başkanlığı kabiliyetini önceden görmesi bakımından Hz. Ebu Bekir’dir.[17]
Allah Teâlâ, vezirin
evinde Hz. Yusuf (a.s.)’a iyi bir mevki vermiş, önemli bir devlet adamının
eğitiminden geçmesini sağlamıştı. Böylece Hz. Yusuf (a.s.), zamanın’en önemli
ve en medenî ülkesinde, hem de vezir veya Maliye vekilinin gözetiminde olarak
devlet işlerinde iyi bir şekilde yetişti, ülke yönetimi hakkında yeterli bilgi
sahibi oldu. Hatta efendisi, ona mallarında tam tasarruf yetkisi dahi
vermişti. Allah Teâlâ, ileride peygamber olarak görevlendireceği Hz. Yusuf
(a.s.)’a, ülke yönetimi hususundaki bu kabiliyeti yanında rüya tâbiri ilmini
de öğretti. Sonunda onu peygamber olarak görevlendirdi. Hz. Yusuf (a.s.)’m
vezir tarafından satın alınıp yetiştirilmesi ve ona Allah tarafından lütfedilen
kabiliyetler ve peygamberlik görevi hakkında sürede şöyle denilmektedir:
“Mısır’da onu
satın alan adam, karısına dedi ki: ona değer ver ve güzel bak! Umulur ki, bize
faydası olur. Ya da onu evlat ediniriz. İşte böylece olayların yorumunu
Öğretmemiz için Yusuf’u o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye
kadirdir. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yusuf kemal çağına ulaştığında, ona hüküm ve ilim verdik.[18]
İşte, güzel davrananları biz böyle mükâfatlandırırız.”[19]
D. Hz. Yusuf (A.S.)’ın Aziz’in Karısı Yüzünden Çektiği
Sıkıntı
Kuyudan çıkarılmak,
Aziz Potifar tarafından satın alınması ve onun yanında iyi bir şekilde
yetiştirilmesiyle büyük lütuflara mazhar olan Hz. Yusuf (a.s.), efendisi olan
bu şahsın karısı yüzünden büyük bir imtihan ile karşı-karşıya kaldı. Rivayete
göre, Allah Teâlâ, ona çarpıcı bir güzellik vermişti. Ahlâk ve karakteri gibi
bedenen de mükemmeldi.[20] Onun
bu çarpıcı güzelliği, kendisi için bir imtihan vesilesi oldu. Azizin hanımı,
onun güzelliğine hayran kalmış, şiddetli bir şekilde ona tutulmuştu. Bu ka-ra
sevda, genç ve güzel bir kadın olan Züleyha’yı yakıp kül ediyordu.
Uzun bir süre
duygularına hâkim olan bu kadın, köşkte köle Hz. Yusuf (a.s.) ile baş başa
kaldığı bir gün duygularını ona açtı. Kapıyı üstüne kilitledikten sonra, onu
tahrik için elinden geleni yaparak onu kendisiyle birlikte olmaya çağırdı.
Ancak Hz. Yusuf (a.s.), bu şiddetli fitne karşısında, iffetini korudu ve efendisinin
hanımını bu çirkin teklifinden dolayı öfkeyle azarladı. Yaptığı işin son derece
kötü olduğunu ve kendisinin böyle bir günahı işlemekten Allah’a sığındığını
söyledi. Onu bu işten vaz-geçirebilmek için, güzel bir üslup ile efendisi olan
kocasının kendisine büyük itinâ gösterdiğini ve önemli ikramlarda bulunduğunu
hatırlattı. İyiliğe karşı kötülük yaparak onun haremine göz koymanın ancak
zâlimlerin işi olduğunu, zalimlerin ise asla felah bulmayacağını söyledi.
Bütün bu ikazlara
rağmen kadın üzerine gelmeye devam edince, Hz Yusuf (a.s.), ondan kurtulmak
niyetiyle kapıya doğru koştu. Peşinden gelen kadın ona yetişip eliyle
gömleğinden yakalayınca gömlek arka tarafından yırtıldı. Bu sırada ikisi
kapının önüne varmışlardı ki, tam o anda kadının kocasıyla karşılaştılar. Bu
durum karşısında kadın, kocasının kıskançlık ve intikamından kurtulmak için
yalan ve iftiraya başvurdu. Hz. Yusuf (a.s.)’m kendisine tecavüz etmek
istediğini, kendisinin ise ona engel olmaya çalıştığını söyledi. Onun hapse
atılmasını ve ayrıca ona işkence yapılmasını istedi. Hz. Yusuf (a.s.) ise, onun
söylediklerinin yalan olduğunu belirterek, aksine kadının kendisiyle birlikte
olmak için yaptığı teklifi reddettiğini, bunun için ondan kaçtığını ve
kovalamacamn bundan çıktığını söyledi.
Bu yüzleşme esnasında kadının akrabalarından biri de oraya gelmiş,
konuşulanları duymuştu. Kur’ân-ı Kerim’de kadının yakınlarından biri olduğu
belirtilen bu kimse, kadının kocasına dönerek, Hz. Yusuf (a.s.)’m yırtılan
gömleğinin suçluyu ele vereceğini söyledi. Ona göre, gömlek ön tarafından
yırtılmışsa kadının söyledikleri doğru olmalıydı. Çünkü saldırgan Hz. Yusuf (a.s.) olduğu takdirde, O’ nun
karşısında olan ve ona karşı koymaya çalışan kadın, onun gömleğini ön
tarafından yırtacaktı. Bunun aksine gömlek arka taraftan yırtılmış ise, Hz.
Yusuf (a.s.)’m söyledikleri doğruydu. Çünkü bu durumda, sarkıntılık ederek
kendisinden kaçan Hz. Yusuf (a.s.)’m peşinden koşup onu yakalayan kadın, onun
gömleğini arka tarafından çekip yırtmış olacaktı. Aziz Potifar, bu teklifi
yerinde bulunca gömlek kontrol edildi ve arka taraftan yırtılmış olduğu
görüldü. Bunun üzerine o, hanımının yalan söylediğini anladı ve Hz. Yusuf
(a.s.)’m suçsuz olduğunu kabul etti. Hanımını azarlayarak, bu işin onun tuzağı
olduğunu, bu yüzden büyük bir günaha girdiğini söyledi ve ona günahı için
Allah’tan af dilemesini tavsiye etti. Bu rezaleti örtmek için de, Hz. Yusuf (a.s.)’a
bu olayı gizli tutmasını ve kimseye anlatmamasını emretti. Kur’ân-ı Kerim, Hz.
Yusuf (a.s.)’m başından geçen bu önemli imtihanı şöyle anlatmaktadır:
“Evinde bulunduğu
kadın, onun nefsinden murad almak istedi, evin kapılarını iyice kapattı ve,
‘Haydi gel, beraber olalım!’ dedi. O ise, ‘Bundan Allah’a sığınırım! Hem
kocanız olan efendim, banagüzel davrandı.[21]
Doğrusu, zalimler asla felah bulmaz’ dedi.
Andoîsun ki, kadın ona
meyletti? Eğer Rabbinin burhanını görmeseydi, o da kadına meyledecekti. İşte,
böylece biz, kötülük ve fuhşu Yusuf’tan uzaklaştırmak için delillerimizi
gösterdik. Şüphesiz o, ihlâsa erdirilmiş kullarumzdandı. İkisi de kapıya koştular?
Kadın onun gömleğini arkadan tutup yırttı. Kapının yanında kadının kocasına
rastladılar. Kadın dedi ki: ‘Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası,
zindana atılmaktan ya da acıklı bir işkenceden başka ne olabilir?’
Yusuf, ‘Asıl kendisi
benim nefsimden murad almak istedi.’ dedi Kadının akrabalarından biri, şöyle
hakemlik etti: ‘Eğer onun gömleği önden yırtılmışsa kadının sözleri doğrudur, o
ise yalancılardandır. Eğer gömleği arkadan yırtıldıysa, kadın yalan söylüyor,
Yusuf ise doğru söylüyor, demektir.’
Efendisi, Yusuf’un gömleğinin arkadan yırtılmış
olduğunu görünce, karısına, ‘Şüphesiz bu, siz kadınların tuzağından başka bir
şey değildir. Doğrusu sizin tuzağınız büyük olur. Ey Yusuf. Sen bu işi gizle!
Ey kadın! Sen de günahının affını dile! Çünkü sen günahkarlardan oldun!’
dedi.”[22]
Yirmi dördüncü âyette,
kadın teklifte bulununca, H2. Yusuf (a,s.)’m beşer tabiatı icâbı, azim ve kasıt
olmaksızın kadını aklından geçirdiği, eğer Rabbinin kendisine lütfettiği selim
akıl ve peygamberlik nuru olmasaydı, o kadına yaklaşmaya niyet edeceği, ancak
bu ışık sayesinde kendisinde böyle bir niyetin meydana gelmediği ve bu teklife
şiddetle karşı çıktığı bildirilmiştir. Ne var ki, buna rağmen bazı insanlar
tarafından bir peygambere nisbeti asla düşünülemeyecek yakışıksız hikâyeler
uydurulmuş ve Hz. Yusuf (a.s.) hakkında hoş olmayan sözler söylenmiştir.
Ebu’s-Suud, bu tür hikayeleri uyduranlar veya bu hikayelerde anlatılanların
doğru olabileceği ihtimalini düşünenler hakkında şöyle demiştir:
“Yusuf’un o
kadına yaklaşma niyeti, insanın yaratılışı gereği ona tabîî bir meyil
manasınadır. Yoksa Hz. Yusuf, serbest İradesiyle kadınla birlikte olmaya niyet
etmiş değildir. Onun daha önce geçen, bu işe karşı tam isteksizliğini ve
nefretini gösteren ve zâlimlerin iflah bulmayacağına dair hükmünü ifade eden
Allah’a sı-ğınmasına baksanıza! Onun bu ifadesi, böyle bir niyetinin mümkün
olmadığını gösteren sağlam bir delilden başka bir şey değildir. “[23]
İbn Kesir ise, Hz.
Yusuf (a.s.)’in bu hâlinin, Rasülullah (s.a.v)’in müjdelediği, Allah’ın
gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bir günde bu gölgede
barındırılacak yedi sınıftan birinin durumuna örnek olduğuna işaretle, bu âyeti
tefsir ederken şu hadisi nakletmiştir:
“Yedi sınıf
vardır ki, Allah Tedlâ, kendi gölgesinden başka bir gölge olmayacak günde,
onlan kendi gölgesinde banndıracak-tır:
1. Adil
devlet başkanı,
2. Allah’a
ibâdet ederek yetişen delikanlı,
3. Gönlü
mescid ve camilere bağlı olan kimse,
4. Birbirlerini
Allah nzası için seven ve bunun üzerine toplanan ve ayrılan iki kimse,
5. Şeref ve
makam sahibi bir kadın kendisine birlikte olmak teklifinde bulunduğu halde, ‘Allah’tan
korkarım’ diyerek bu teklifi reddeden kimse,
6. Sağ
elinin verdiğini sol eli duymayacak şekilde gizli sadaka veren kimse,
7. Kimsenin
bulunmadığı yerde Allah’ı hatırlayıp da gözleri yaşla dolup taşan kimse. “[24]
Zemahşerî de, bu konu
dolayısıyla, iffetli ve erdemli olmanın gerçek anlamının, insanın içinde kötü
arzuların hiç uyanmaması değil, fakat kişinin uyanan bu arzulara yenik
düşmemesi olduğunu, ifade etmiştir. Bu durum, kötü bir işe niyetlenip onu terk
etmekten bahseden Buharı hadisinde anlatılan durumdur:
“Allah,
iyiliklerin ve kötülüklerin yazılmasını emretti sonra şunları açıkladı: Bir
kimse, bir iyilik yapmaya niyetlenir de yapamazsa, Allah kendi nezdinde o kimse
için tam bir iyilik sevabı yazar. Eğer hem niyetlenir, hem de o iyiliği yaparsa,
on iyilik sevabı yazar ve bu sevabı yedi yüze ve daha fazlasına kadar çıkarır.
Ve eğer bir kimse bir kötülük yapmaya niyetlenir de sonra vazgeçerse, Allah,
onun için tam bir iyilik sevabı yazar. Eğer kötü işe hem niyetlenir, hem de onu
yaparsa, Allah o kimse için bir günah yazar. “[25]
Hz. Yusuf (a.s.)’m
kadına karşı meylinin, “nefsin kişiye hatırlattığı şeylerden ibaret
olduğu”nu müdekkik alimlerden aktardığını söyleyen BegavI de, aynı hadisi
nakletmiştir.[26]
Âyetin devamında, “İşte
böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delillerimizi
gösterdik). Şüphesiz o, ihlûsa erdirilmiş kullanmızdandı.” buyurulmasi da,
Hz. Yusuf (a.s.)’ın böyle bir günâha niyet etmediğini kesin bir şekilde ortaya
koymaktadır. Çünkü şeytanın, Allah’ın elçilik için seçtiği sâlih kullarını
aldatması ve onlar üzerinde hükümran olması mümkün değildir. Allah, onları her
türlü kötülük ve çirkinliklerden korumuştur. [27]
E. Olayın Mısır Sosyetesi Arasında Duyulması
Aziz Potifar’m işi
örtbas etmek istemesine rağmen, olay sosyete arasında duyulmuştu. Üst tabaka
kadınları, onun karısının bir köleye tutulmasını dillerine dolamışlardı.
Arkadaşlarının diline düşen ve onların dedikodularından bir türlü kurtulamayan
kadın, bir gün onlar için bir parti düzenledi. Rahat bir şekilde yaslanıp
oturacakları koltuklar hazırlattı, masaların üzerine çeşitli meyveler ve
meyveleri soymaları için bıçaklar koydurdu. Ziyafete çağırdığı kadınlar
koltuklara yaslanmış bir halde meyvelerini soymaya başladıklarında, dillerinden
düşmeyen kölesi Hz. Yusuf (a.s.)’ı içeriye çağırdı. Salona giren Hz. Yusuf
(a.s.)’ ı görür görmez âdeta çarpılan kadınlar, şaşkınlıklarından ellerindeki
bıçaklarla meyveler yerine ellerini kestiler ve büyük bir hayranlık içinde bir
ağızdan, “Bu bir insan değil, bir melektir!” dediler. Aziz Potifar’m
hanımı kendince maksadına ulaşmış, ona aşık olup onunla birlikte olmayı
istemekte ne kadar haklı olduğunu arkadaşlarına ispat etmişti. Zafer kazanmış
bir kahraman edasıyla, o yakışıklı köle ile birlikte olmayı tekrar deneyeceğini
ve isteğini yine reddettiği takdirde onu zindana attıracağını söyledi.
Ancak Hz. Yusuf
(a.s.), bu konuda kendisine yapılan teklifi yine şiddetle reddederek zindana
atılmayı, bu kadınların çağırdığı çirkin işe tercih etti. Allah’a sığınarak
kendisini bu kötülüğe düşmekten korumasını istedi. Yüce Allah, onun duasını
kabul etti ve onu kadınların tuzağına düşmekten korudu. Bu olayın ardından o,
suçsuz olduğu kesinlikle bilindiği halde kadının ısrarları sonucu zindana
atıldı. Yusuf sûresi, bu sahneyi şöyle anlatmaktadır:
“Şehirdeki bâzı
kadınlar dediler ki: ‘Azizin karısı, kölesinin nefsinden murad almak
istiyormuş; Yusuf un sevdası onun kalbine işlemişi Biz onu gerçekten açık bir
sapıklık içinde görüyoruz.’
Kadın, onların
dedikodusunu duyunca, onlara dâvetçi gönderdi, onlar için dayanacak yastıklar
hazırladı. Her birinin eline bir bıçak verdi. Yusuf’a, ‘Çık karşılarına!’ dedi.
kadınlar onu görünce, ellerini kestiler ve dediler ki: ‘Hâşâ! Bu bir insan
değil! Bu ancak değerli bir melektir!’
Kadın dedi ki: ‘İşte,
hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben, onun nefsinden murad almak istedim.
Fakat o, şiddetle sakındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa,
mutlaka zindana atılacak ve elbette zelillerden olacaktır.’
Yusuf, ‘Ey Rabbim!
Benim için zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer sen,
onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum!’
dedi. Rabbi onun duasını kabul etti ve onların hilesini uzaklaştırdı. O, çok
iyi işiten, pek iyi bilendir. Neticede kesin delilleri gördükten sonra onu bir
zamana kadar mutlaka zindana atmaları kendilerine uygun görüldü.[28]
Zamanın yüksek
sosyetesini temsil eden bu kadınlar, anlaşıldığına göre, hoşlarına giden
yabancı bir erkeğe sahip olma arzularını saklama ihtiyacını dahi
duymuyorlardı. Müfessirler, bu ahlâkî düşüklüğün, doğru yoldan çıkmış bütün
toplumlardaki sosyete sınıfı arasında yaygın bir Özellik olduğunu söylemişlerdir.
Mevdûdî, bu hususa işaret ederken şöyle demektedir:
“Kadının şehevî
ihtirasını açıkça ilan edip, gayr-i ahlâkî niyetini rahatça açığa vurması,
zamanın Mısır yüksek sosyete sını-.
finin ahlaken en aşağı dereceye düştüğünü gösterir. Besbelli ki, kadının
davet ettiği bayanlar da, bu yüksek sosyeteye mensup olmalıdır. Aşkına müptela
olduğu kimsenin ne kadar genç ve yakışıklı olduğunu göstermek amacıyla,
tutulduğu genci hiç çekin-meden
misafirlerinin huzuruna
çıkarması, bu gösteride iştirak edilmeyen hiçbir şeyin olmadığını
gösterir. Hoş, davetli bayanlar, kadını tekdir etmemişlerdir; öyle görünüyor
ki, kadının yerinde kendileri de olsa aynı şeyi yapacaklarmış! Hepsinden öte,
ev sahibesinin açıkça, ‘Kuşkusuz, onu kendime râm etmek istedim a-ma o benden
kurtulmayı başardı. Fakat ondan vazgeçecek değilim. Eğer istediğim şeyi
yapmazsa, onu zindana attıracağım ve küçük düşenlerden olacak!’ şeklindeki
sözlerinin hayâsızlık ifâde ettiğini hissetmemişlerdi bile! Aynca hu, Modern
Batı toplumunun ve onun Batılılaşmış doğulu takipçilerinin, kadına ‘özgürlük’
vermekle övünmelerini de haksız çıkarmaktadır. Çünkü bu ‘ilerleme’ yeni bir
hadise değildir. Çünkü bu moda, bundan binlerce yıl önce, Mısır’da tüm
haşmetiyle yürürlükteydi. “[29]
Seyyid Kutup da,
kadının kocası Aziz Potifar’ın tutumu hakkında şöyle der:
“Burada, Cahili
toplumdaki yüksek tabakanın bir durumu ortaya çıkmaktadır. Bu durum, cinsel
rezillikler karşısında gevşeklik göstererek onu toplumdan gizleme eğilimidir.
Çünkü Aziz, suçsuz Yusuf’a dönerek, ona olayı gizlemesini ve kimseye açmamasını
emrediyor. Sonra da kendisine ihanet eden eşine, damar-lordaki kam harekete
geçirecek bu olay karşısında yumuşak bir üslupla hitap ediyor ve/Bu günahın
için tevbe et, affını dile!’ demekle iktifa ediyor. Sanki, zahiri kurtarmak
için önemli olan bu imiş gibi, böyle hareket ediyor. “[30]
Bu olay, diğer yönüyle
de, Hz. Yusuf (a.s.)’m ne büyük bir imtihana tâbi tutulduğunu gösterir. Çünkü
o, 20 yaşlarında bir delikanlı iken, köle olarak bulunduğu evin güzelliğiyle
meşhur genç hanımının birlikte olma teklifiyle karşılaşmıştır. Üstelik, gayr-i
meşru cinsel ilişkilerin çığırından çıktığı, bu tür ilişkilerin neredeyse
normal ilişkiler haline geldiği bir toplumda yaşamaktadır. Ayrıca onun
yakışıklılığı, tüm şehirde duyulmuş, kadınların hayranlığının da boy hedefi
olmuştur. Kısacası, şartlar, büyük bir baskıyla onu günaha teşvik etmektedir.
Ancak, Yüce Allah tarafından seçilmiş ve güzel ahlâk ile donatılmış bu genç
adam, onun yardım ve inâyetiyle, durumunda olanlar için en zor imtihan çeşidi
olan bu imtihanı başarıyla geçmiştir. Asla şeytanın tahriklerine boyun
eğmemiştir. Bu şartlar içinde, insanlık zafiyetini de unutmamış, bu
tahriklerden etkilenip günah işlemekten korktuğunu ileri sürerek Cenabı
Hak’tan, bu tehlikeye karşı kendisinin zindana konulmasını istemiştir. Neticede
Yüce Allah, kendisine sığınan sevgili kulunu, ona pusu kuranların tuzaklarından
uzaklaştırmış, sebeplerini halk ederek, ona zindan kapılarını açmıştır.
Böylece, ilk imtihanını kardeşleri tarafından kuyuya atılmak, ikinci
imtihanını köle olarak satılmak, üçüncü imtihanını ise kadınların tuzağına
mâruz kalmakla yaşayan Hz. Yusuf (a.s.), bilinen son imtihanını zindanda
geçirmiştir. [31]
F. Zindan Hayatı
Hz. Yusuf (a.s.)’ın
geçirdiği büyük imtihanların dördüncüsü ve sonuncusu zindan hayatı oldu.
Suçsuz olduğu kesin delillerle ortaya çıktığı halde, Züleyha’nm kocası Aziz
Potifar tarafından süresiz olarak hapse atılmıştı, onun zindana atıldığı
günlerde, Mısır sarayındaki aşçıbaşı ve sâkî kralı zehirlemek için komplo
hazırladıkları ithâmıyla tevkif edilmişlerdi. Kısa sürede idareciler dahil
herkesin sevip takdir ettiği bir mahkûm hâline gelen Hz. Yusuf (a.s.)’m zindan
arkadaşı olan bu iki şahıs, aynı gecede birer rüya görmüşlerdi. Saki, rüyasında
üzüm sıkıp şarap yaparak onu krala sunmuştu. Aşçıbaşı ise, rüyasında başının
üstünde ekmek taşımış, bu esnada kuşlar bu ekmekten yemişti. Hz. Yusuf (a.s.)’m
rüyaları iyi tâbir ettiğini ve tâbirlerinin doğru çıktığını öğrenmiş olan bu
iki adam, ondan rüyalarını yorumlamasını istediler. Onların bu tutumundan da
anlaşıldığına göre, Hz. Yusuf (a.s.), bir mahkûm olmasına rağmen zindanda da
yüksek bir saygınlık kazanmış bulunuyordu. Aktarılan bâzı haberlere göre,
sadece mahkûmlar değil, zindandaki müdür ve gardiyanlar da, ona büyük değer
veriyorlardı. Hatta, Tevrat’ta, zindan müdürünün, bütün mahkûmları ona teslim
ettiğinden bahsedilmektedir.[32]
Hz. Yusuf (a.s.),
rüyalarının tâbirine başlamadan önce, bu iki şahsı Allah’ın birliğini kabule
çağırmak ve onları hidâyete ulaştırmak istedi. Buna zemin hazırlamak
maksadıyla, Allah’ın kendisine bahşettiği bâzı mucizeleri onlara anlattı.
Konuyu daha müşahhas hâle getirebilmek için örnekler göstermek maksadıyla
onlara, az sonra kendilerine getirilecek olan yemeği ve bu yemeğin özelliğini,
getirilmeden önce bilebileceğini söyledi. Onları hataya düşmekten kurtarmak için
bu şekilde gayb hakkında bilgi vermesinin, ancak Allah’ın kendisini
bilgilendirmesiyle olduğunu, dolayısıyla yaptıklarının kehânet veya
müneccimlikle alâkasının bulunmadığını belirtti. Rabbinin kendisine bu lütfü, Allah’a ve
ahiret gününe inanmayan müşrik bir kavmin dinini bırakarak ataları Hz. İbrahim
(a.s.), Hz. İshak ve Hz. Yakub peygamberlerin dinine tâbi olması dolayısıyla
verdiğini açıkladı. O . sırada peygamberlikle
görevlendirilmiş olduğunu gösteren
bu sözlerinden sonra, peygamberler ve onlara tâbi olan mü’minler
cemaatına, herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmanın yakışmayacağını
söyledi. Peygamberler göndererek
insanlan doğru yola çağırmanın Allah’ın
büyük bir nimeti olduğunu; ancak insanların çoğunun peygamberlere inanmayıp bu
nimete şükürden kaçındıklarını belirtti. Daha sonra onları, hiç bir menfaat
veya zarar veremeyen ve kendilerine dua edenlerin duasını yerine getirmekten
aciz olan putlarıyla, azamet ve yücelikte eşsiz Yüce Allah arasında mukayese
yapmaya ve ibadet edilmeye lâyık olanı bulmak için düşünmeye çağırdı.
Akıllarını erdirmek için Allah dışında taptıklarının bir takım kuru isimlerden
ibaret olduğunu, o isimleri atalarının ve kendilerinin taktığını, Allah’ın bu
sahte ilâhlara hiç bir güç vermediğini, hükmün ancak Allah’a ait olduğunu ve
onun kendisinden başkasına tapılmamasını emrettiğini söyledi.
Hz. Yusuf, davet için
yaptığı bu girizgâhın ardından, iki zindan arkadaşının rüyalarını tâbire geçti.
Rüyasında üzüm sıkıp şarap yaptığını gören sakinin, zindandan çıkacağını ve
tekrar efendisine şarap sunacağını, diğerinin ise idam edileceğini ve kuşların
onun başının etinden yiyeceğini söyledi. Ayrıca kralın hizmetine dönecek olan
sakiden, efendisinin yanında kendisinden bahsetmesini ve durumunu ona
anlatmasını rica etti. Hz. Yusuf (a.s.)’m yorumu aynen çıktı. Bundan kısa bir
süre sonra hapisten çıkarılıp saraya götürülen bu iki şahıstan aşçıbaşı
a-sılmış, saki ise saraydaki görevine yeniden başlamıştı. Ancak şeytan, ona,
Hz. Yusuf (a.s.) hakkında krala bilgi vermeyi unutturdu. Neticede Hz. Yusuf
(a.s.), kendisine sahip çıkacak bir yakını olmadığından birkaç yıl daha
zindanda kaldı. Rivayete göre, onun zindan hayatı, 7 yıl sürmüştü. Zindandaki
iki şahsın rüyaları, Hz. Yusuf (a.s.)’ın önce onları dinine çağırıp daha sonra
rüyalarını yorması ve yorumunun doğru çıkması Kur’ân’da şöyle anlatılmaktadır:
“Onunla birlikte
zindana iki delikanlı daha atılmıştı. Onlardan biri, ‘Ben rüyada, şarap
sıktığımı gördüm.’ diğeri ise, ‘Ben de rüyamda başımın üstünde bir ekmek
götürüyorum, ondan kuşlar yiyor. Bize bunun tâbirini yap. Çünkü biz seni, güzel
tabir yapanlardan görüyoruz.’ dediler.
Yusuf dedi ki: ‘Size
yedirilecek yemeğin hangi çeşit bir yemek olduğunu size gelmezden önce bilir
size haber veririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Çünkü ben, Allah’a
inanmayan ve ahirete inanmayan kavmimin dinini terk ettim. Atalarım İbrahim,
İshak ve Yakub’un dinine uydum. Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize
yaraşmaz. Bu, bize ve insanlara Allah’ın lütfundandır.
Fakat insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli ilahlar mı
daha iyi yoksa her şeye kd-dir olan bir tek Allah mı? Sizin Allah’ı bırakıp da
taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı bir takım isimlerden başka bir
şey değildir. Allah, onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm
sadece Allah’a aittir. O, size kendisinden başkasına ibâdet etmemenizi
emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların ço-ğu bilmezler. Ey
zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisine tekrar şarap sunacak; diğeriniz ise
asılacak ve kuşlar onun başının etinden yiyecekler. Tâbiri hakkında sorduğunuz
iş kesinleşmiştir. ‘
Onlardan kurtulacağına
inandığı kimseye dedi ki: ‘Beni e-fendinin yanında an!’ Fakat şeytan ona,
efendisinin yanında Yusuf’tan bahsetmesini unutturdu. Dolayısıyla Yusuf, birkaç
sene daha zindanda kaldı.”[33]
G. Kralın Rüyası
Hz. Yusuf (a.s.)’m
zindandaki iki şahsın gördüğü rüyalarla ilgili yorumu doğru çıkmış, onlardan
biri kral tarafından idam cezasına çarptırılmış, diğeri ise yeniden eski görevine
getirilmişti. Ne var ki, eski görevine getirilen sâkî, krala kendisinden bahsetmesine
dâir Hz. Yusuf (a.s.)’a verdiği sözü unuttu. Kendisiyle ilgilenen başka biri
olmayınca Hz. Yusuf (a.s.)’m hapis hayatı, kralın gördüğü bir rüya dolayısıyla
bu şahsın, onu hatırlamasına kadar, yedi yıl daha devam etti. Kralın gördüğü
rüya, onun zindandan çıkarılmasına bir vesile teşkil etti. Kral, bu rüyasında
yedi zayıf ineğin yedi besili ineği yediğine şahit olmuş ve ayrıca yedi yeşil
yedi de kuru başak görmüştü. Kendisini telaşlandırıp korkutan bu rüyayı tâbir
ettirmek için, en meşhur rüya yorumcularının huzuruna getirilmesini emretti.
Ancak toplanan yorumcular, bu rüyanın karışık bir rüya olduğunu söylemekten
başka bir şey yapamadılar.
İşte rüya tâbircilerin
kralın bu rüyasını yorumlamaktan a-ciz kalışı, kralın sakisinin eski
hâtıralarını canlandırdı ve kendisine zindan arkadaşı Hz. Yusuf (a.s.)’m rüya
tâbiri hususundaki kabiliyetini hatırlattı. Kralın huzuruna çıkarak, bu rüyayı
doğru bir şekilde tâbir edebilecek birini tanıdığını, zindanda bulunan bu
kişiyle görüşmesine izin verildiği takdirde, rüyanın tâbirini öğrenip
geleceğini söyledi. Onun teklifinden ümitlenen kral, sakisini derhal zindana
gönderdi. Zindana giderek Hz. Yusuf (a.s.)la görüşen bu şahıs, eski arkadaşına
kralın rüyasını anlatarak onu yorumlamasını istedi. Hz. Yusuf (a.s.), yakında
baş-gösterecek sıkıntı ve felâketlerin habercisi olduğunu anladığı bu rüyayı
yorumlamakla kalmayıp, bu sıkıntılara karşı alınması gereken tedbirleri de
açıklamıştı. Rüyayı, Mısır’da yedi sene bolluk olacağı, bu bolluk yıllarından
sonra ortaya çıkacak kıtlığın da yedi sene süreceği şeklinde yorumlamıştı. Kral
ve halkına, bolluk yıllarında topraklarına imkân ölçüsünde ekin ekmelerini ve
yetiştirdikleri mahsulün her yıl ancak geçinebilecekleri kadarını tüketerek
geri kalanını başaklarında olduğu halde muhafaza etmelerini tavsiye etti. Yedi
yıl sürecek kıtlık yıllarında başaklarında beklettikleri ürünleri yemelerini
ve geriye sadece tohumluk bırakmalarını söyledi. Bu kuraklık döneminin ardından
tekrar bolluk günlerinin geleceğini, bol yağmur yağacağını ve bol ürün elde
edileceğini müjdeledi. Kralın rüyası ve Hz. Yusuf (a.s.)’m o-nu tâbiri,
Kur’ân-ı Kerim’de şöyle anlatılmıştır:
“Kral dedi ki:
‘Ben rüyamda yedi besili inek gördüm, onları yedi zayıf inek yedi. Ayrıca, yedi
yeşil yedi de kuru başak gördüm. Ey ileri gelenleri Eğer rüya tâbirini
biliyorsanız, bu rüyamı tâbir ediniz.’
Rüya tâbirinden
anlayanlar dediler ki: ‘Bunlar karışık rüyalardır, biz böyle rüyaların tâbirini
bilmeyiz.’
Yusufun zindandaki iki
arkadaşından kurtulmuş olanı, a-radan uzun bir zaman geçtikten sonra Yusufu
hatırlayarak hükümdara şöyle dedi: ‘Rüyanızın tâbirini ben yaptırayım.
Zindanda rüya tâbir eden biri var, beni hemen ona gönderin!’
(Hz. Yusuf’a gelen bu
adam şöyle dedi:) ‘Ey Yusuf! Ey doğru sözlü arkadaşım! Rüyada görülen yedi
semiz ineği yedi zayıf ineğin yemesi, yedi yeşil başak ve bir o kadar da kuru
başak ne demek, bunu bize tâbir et. Umanm ki, yaptığın tâbiri insanlara götürünce,
ne demek olduğunu anlarlar.’
Yusuf, şöyle cevap
verdi: Yedi sene, âdetiniz üzere zirâat yapın, sonra da yiyeceğiniz az bir
miktar hariç, biçtiğiniz ekinleri başaklarında bırakın. Sonra bu yedi yılın
ardından yedi yıl kıtlık olacak, tohumluk için saklayacağınız az bir miktar
hariç olmak üzere, önceden biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek. Sonra bunun ardından
da, bir yıl gelecek ki, o yılda insanlar, bol yağmura kavuşacaklar ve o yılda
(üzüm-zeytin gibi mahsulleri) sıkıp faydalanacaklardır. “[34]
H. Zindandan Çıkarılması-Mısır’da Vezirlik Veya Maliye
Bakanlığına Getirilmesi
Hz. Yusuf (a.s.)’m
rüya tâbirini beğenen kral, onun derhal huzuruna getirilmesini emretmişti.
Ancak Hz. Yusuf (a.s.), kendisini zindandan çıkarmak için gelen görevlilere
şaşırtıcı bir cevap verdi. Onlara zindandan çıkmak için, oraya konulmasına
sebep olan Aziz Potifar’m karısıyla ilgili konuda, suçsuzluğunun şahitlerin
dinlenilme siyle açık bir şekilde ortaya konulmasını şart koştu.[35]
Kendisine iftira etmiş kadınların sorguya çekilip gerçeğin ortaya
çıkarılmasını, böylece zindana, herhangi bir suç dolayısıyla değil, bîr iftira
yüzünden konulduğunun herkes tarafından öğrenilmesini istedi, onun bu isteğini
haklı bulan kral, huzurunda kurulan mahkemede o kadınların ifadelerini aldı.
Sorguya çekilen bu kadınlar, kral ve adamlarının Önünde, Hz. Yusuf (a.s.)’ı
masumluğunu itiraf ederek ona iftira ettiklerini açıkladılar. Aziz Potifar’ın
hanımı da, suçluluğunu kabul etti. Hz. Yusuf (a.s.)la birlikte olmak
istediğini, ancak onun bunu şiddetle reddettiğini, dolayısıyla Hz.Yusuf
(a.s.)’ın suçsuz ve sözlerinde sadık olduğunu söyledi. Nefsine uyarak işlediği
bu günah için Allah’tan bağışlanma diledi. Bu duruşmanın ardından Hz. Yusuf
(a.s.), zindandan çıkmayı kabul etti ve getirildiği sarayda kral tarafından
ülkenin maliye işlerini tedvirle görevlendirildi. Yusuf sûresinde zindandan
çıkarılma olayı hakkında şu bilgi verilir:
“Hükümdar,
‘Yusuf’u buraya getirin!’ dedi. Hükümdarın elçisi gelince Yusuf ona, ‘Efendine
dön! Ona, ellerini bıçakla kesen hanımların maksatları ne imiş diye sor.
Şüphesiz ki rabbim, o kadınların tuzağını gayet iyi bilir.’ dedi.
Hükümdar kadınlara
sordu: ‘Yusufun nefsinden murad almak istediğiniz zaman, ne müşahede ettiniz?’
Kadınlar, ‘Hâşâ! Biz ondan bir kötülük görmedik.’ dediler. O zaman Aziz’in
kansı, ‘Şimdi gerçek ortaya çıktı. Onun nefsinden ben murad almak istemiştim.
Yusuf ise, hiç şüphesiz doğru söyleyenlerdendir.’ dedi.
Hz. Yusuf, (tekrar
kendisine gelen hükümdar elçisine) şöyle dedi: ‘Bunu, gıyabında kendisine
ihanette bulunmadığımı eski efendim Aziz’in bilmesi için yaptım. Zâten Allah,
hâinlerin tuzağını boşa çıkarır. Bununla beraber nefsimi temize çıkaramam.
Çünkü Rabbimin acıyıp koruduğu hariç, nefis kötülüğü şiddetle emredicidir.
Şüphesiz Rabbim, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.[36]
Hz. Yusuf (a.s.)’m
engin ilmine, rüya tâbirindeki başarısına, iffetine, suçsuzluğuna ve yüksek
şahsiyetine hayran kalan kral, onu kendisine danışman yapmaya karar vermişti.
Kralın emri üzerine adamları Hz. Yusuf (a.s.)’ı onun huzuruna getirdiler.
Kral, âyette işaret edildiği gibi, onunla konuştuktan sonra, onu yakından
tanıdı; keskin zekâsı ve engin ilmi karşısında, ona duyduğu güven ve hayranlığı
daha da arttı. Hz. Yusuf (a.s.)’a kendisine güvendiğini ve en yüksek seviyede
bir memur olarak görevlendirdiğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Yusuf (a.s.),
ondan kendisini hazinenin başına getirmesini istedi. Hazineyi iyi idare
edeceğini, devlet malını iyi koruyacağını ve bu hususları iyi bildiğini
söyledi. Neticede teklifi kabul edildi ve eski vezir veya hazine bakanı Aziz
Potifar’ın yerine bu göreve atandı. Kur’ân-ı Kerim, Hz. Yusuf (a.s.)’m bu
teklifinin kral tarafından nasıl karşılandığından bahsetmez. Ancak onun önceki
sözlerinden ve müteakip âyetlerden, bu teklifi memnuniyetle kabul ettiği
anlaşılmaktadır.[37]
Nitekim sonraki âyetlerde, Allah Teâlâ,
Hz. Yusuf (a.s.)’a o ülkede iktidar ve mevki verdiğini, onun bu sayede
ülkede dilediği yerde konakladığını ve dilediği gibi tasarrufta bulunduğunu
bildirmekte, ardından iyileri ve takva sahiplerini hem dünyada hem de âhirette
mükafatlandırdığını hatırlatmaktadır. Buna göre, onu hazinenin başına atayan
kral olmakla birlikte, sebeplerini hazırlayarak kralın ona meyletmesini ve bu
göreve getirmesini sağlayan Yüce Allah’tır. Yüce Allah, onu örnek göstererek,
kendisine iman edip güzel bir hayat yaşayan ve her türlü kötülüklerden uzak
duranları, Hz. Yusuf (a.s.) gibi, dünyada güç ve iktidar mevkiine getireceğini,
onlar için daha büyük mükâfatın ise âhirette olacağını haber vermiştir.
Kralın, Hz. Yusuf (a.s.)’i görevlendirmesi ve bunun gerçekte Cenab-i Hakk’m bir
lütfü olduğu sürede şöyle ifade edilmektedir:
“Kral, ‘Yusuf u
bana getirin, onu kendime danışman edineyim.’ dedi. Onunla konuşunca da şöyle
dedi: ‘Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin.’
Yusuf, ‘Beni bu
ülkenin hazineleri üzerine memur tâyin et! Çünkü ben, onları çok iyi korur ve
idaresini çok iyi bilirim.’ dedi. Ve böylece Yusuf a o ülkede iktidar verdik.
Orada dilediği yerde konaklardı. Biz, dilediğimiz kimseye rahmetimizi
ulaştırırız, güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyiz. îman edip de
kötülüklerden korunanlar için elbette âhiret mükâfatı daha hayırlıdır. “[38]
I. Kardeşleri Yusuf’un Huzurunda
Hz. Yusuf (a.s.)’m
Mısır’da vezirliğe veya tam yetkili olarak hazinenin başına getirilmesinden
sonra, bolluk yıllarında, kıtlık yıllarına hazırlık olmak üzere başlattığı
tasarruf tedbirleri ve bu maksatla başaklarında bırakılmak suretiyle yapılan
ürün stoku dışında neler yaptığı hakkında bilgimiz yoktur. Kur’ân-ı Kerim, bolluk
yıllarının ne şekilde geçirildiği ve kıtlık yıllarına nasıl girildiğini de
anlatmamıştır. Verilen bilgiler kıtlığın başlamasından sonraya aittir. Bu
bilgilere göre, kıtlığın başlamasıyla, sâdece Mısır’da değil komşu ülkelerde de
açlık başgöstermiştir. Hz. Yakub (a.s.) ve diğer oğullarının yaşamakta olduğu
Filistin ve civarı da açlıkla yüzyüze gelmiştir. Hz. Yusuf (a.s.)’m aldığı tedbirler
sayesinde sadece Mısır, bu kıtlık yıllarını büyük bir açlıkla karşılaşmadan
atlatmayı başarmıştır. Hatta Mısır, yapılan zahire stoklarıyla komşu ülkelerin
ihtiyacını da karşılayabilecek bir durumdadır.
İşte kıtlığın gittikçe
arttığı bu yıllarda şiddetli bir geçim sıkıntısına düşen Hz. Yakub (a.s.},
Mısır’da zahire bulunduğunu öğrenince, Bünyamin hariç diğer on oğlunu Mısır’a
buğday ve arpa almaya gönderdi. Yanlarındaki ticaret mallarıyla Mısır’a gelen
kardeşleri, erzak dağıtımını organize eden Hz.Yusuf (a.s.)’ın huzuruna
çıktılar. Onu kuyuya atmalarının üzerinden en az 20 yıl geçtiği için ve üstelik
onun o makama çıkabileceğini hiç düşünmediklerinden Hz. Yusuf (a.s.)’ı
tanıyamadılar. Hz. Yusuf {a.s.) ise onları ilk anda tanımıştı; ancak bunu
onlara a-çıklamadı. Bununla beraber, onlara yakınlık gösterdi ve çeşitli
sorular sorarak babası ve ailenin diğer fertleri hakkında bilgi aldı. Ardından
onlara istedikleri zahireyi verdikten sonra, gelecek sefer, bahsettikleri
“baba bir kardeşlerini” de yanlarında getirmelerini emretti; aksi
takdirde kendilerine bir ölçek dahi zahire verilmeyeceğini söyledi. Onlar, bu
hususta babalarını ikna etmeye çalışacaklarını ve muhtemelen buna muvaffak
olacaklarını söyleyerek tanıyamadıkları kardeşlerinin huzurundan memnun bir
halde ayrıldılar. Onları tekrar huzurunda görmek isteyen Hz. Yusuf (a.s.),
görevlilere, getirmiş oldukları para ve diğer ticaret eşyalarını da onlardan
habersiz buğday yüklerinin içine koymalarını emretmişti. Ailelerine dönünce bu
ürün bedellerinin geri verildiğini görmelerinin tekrar gelmelerine bir vesile
olacağını düşündü. Sûrede, kardeşlerin bu ilk buluşması ve aralarında geçenler
hakkında şu bilgi verilmektedir;
“Yusuf’un
kardeşleri, yiyecek temini için Mısır’a varıp Yusuf un huzuruna çıkınca, Yusuf
kardeşlerim tanıdı; ama onlar Yusuf’u tanımadılar. Yusuf yüklerini
hazırlatınca, onlara şöyle dedi: ‘Bir daha gelişinizde, “baba bir
kardeşinizi” de bana getirin. Görmüyor musunuz, ben ölçüyü bol tutuyorum,
misafirlere ikram edenlerin hayırlısıyım. Eğer onu bana getirmezseniz, artık
benden size bir ölçek bile tahıl yok! O zaman bana yakın olmayın.’ dedi
Kardeşleri, Yusuf’a,
‘Onu babasından istemeye ve babasını ikna etmeye çalışacağız. Bu hususta
elimizden geleni yapacağız.’ dediler. Kardeşleri ülkelerine dönme hazırlığına
başlayınca, Yusuf, adamlarına, ‘Satın aldıkları malların bedellerini yüklerine
koyun; belki, ailelerine döndüklerinde bunu anlarlar da tekrar gelirler.
‘dedi.”[39]
İ. Hz. Yusuf (A.S.)’ın Kardeşleri Babalarının Huzurunda
Mısır’dan dönen
kardeşler, yurtlarına ulaşıp babaları Hz. Yakub (a.s.)’m huzuruna
çıktıklarında, hal-hatır sormanın ardından, ona Mısır hazine vekili ile
aralarında geçenleri anlatmaya başladılar. Ondan gördükleri ikram ve ilgiyi
açıkladılar; ancak bu ikramın devamının kardeşleri Bünyamin’i de onun huzuruna
götürmeye bağlı olduğunu söylediler. Vekilin, ikinci defa Mısır’a geldiklerinde,
ilk seferlerinde babalarının yanında bıraktıkları Bünyamin’i de getirmezlerse,
kendilerine hiç zahire vermeyeceği ihtarında bulunduğunu bildirdiler.
Babalarından Mısır’a ikinci gidişlerinde Bünyamin’i de beraberlerinde
göndermesini istediler ve onu koruyacaklarına söz verdiler.
Oğullarının kardeşleri
Bünyamin’i götürme isteği, yıllardır Hz. Yusuf (a.s.)’ın hasretiyle yanıp
tutuşan Hz. Yakub (a.s.)’m acısını yenilemişti. Onlara Hz. Yusuf (a.s.)’ı
götürürlerken de, onu koruyacaklarına teminat verdiklerini, ancak buna rağmen
sözlerine sahip çıkmadıklarını hatırlattı. Ardından Bünyamin’e de bir kötülük
yapmalarından korktuğunu; onun hakkında sadece Allah’ın korumasına güvendiğini
söyledi. Bu konuşmalar esnasında Mısır’dan getirilen zahire çuvalları henüz
açılmamıştı. Çuvallar açılınca, buğday almak için ödedikleri para ve malların
da çuvallara konulmuş olduğunu gördüler ve buna çok sevindiler. Çünkü,
götürdükleri para ve malların kendilerinin haberi bile olmadan geri verilmesi
gibi büyük bir iyiliği, babalarını Bünyamin’i göndermeye razı etmekte
kullanabilirlerdi. Ailenin erzak ihtiyacını temin zorunda olduklarını belirtip,
Bünyamin’i de tehlikelerden koruruz diyerek babalarından tekrar izin
istediler. Her şahsa bir deve yükü tahıl verildiğini de hatırlatarak, onu götürdükleri
takdirde bir deve yükü fazla tahıl getireceklerini söylediler. Hz. Yakub
(a.s.), sonunda, kurtaramayacak bir duruma düşmeleri hariç Bünyamin’i koruyup
geri getireceklerine dair oğullarından Allah adına yemin etmelerini istedi. Söz
vermeleri üzerine onu götürmelerine izin verdi ve onlara, Mısır’a vardıklarında
başkente ayrı kapılardan girmelerini tavsiye etti. Müfessir-ler, ayrı
kapılardan girmelerini istemesiyle ilgili bu tedbiri, oğulları boylu-boslu ve
gösterişli oldukları için, Hz. Yakub (a.s.)’m toplu halde görülmeleri durumunda
onlara nazar değmesinden, ya da onların çete veya casus sanılıp saldırıya mâruz
kalmalarından duyduğu endişeye bağlarlar.[40]
Neticede, Bünyamin de dahil onun onbir oğlu göçlerini bağlayıp yola çıktılar.
Mısır’a vardıklarında, babalarının emrine uyup şehre ayrı kapılardan girdiler
ve ikinci defa tanıyamadıkları kardeşleri Hz. Yusuf (a.s.)’ m huzuruna
çıktılar. Sûrede Bünyamin için alınan izin ve Mısır’ a ikinci yolculuk şöyle
anlatılmaktadır:
“Bahalarına
döndüklerinde dediler ki: ‘Ey babamız! Bize erzak verilmesi yasaklandı.
Kardeşimizi de bizimle beraber gönder ki, erzak alabilelim. Biz onu mutlaka
koruyacağız.’
Yakub, onlara şöyle
cevap verdi: ‘Ben bu oğlumu, size daha önce kardeşi (Yusuf’u) emanet ettiğim
gibi mi, emanet edeyim? Allah en iyi koruyucudur. O, merhametlilerin en
merhametlisidir.’
Yusuf’un kardeşleri,
(Mısır’dan getirdikleri) yüklerim açtıklarında, zahirelere karşılık olarak
verdikleri para ve eşyaların da çuvallara konulup geri verildiğini gördüler.
Bunun üzerine şöyle dediler: ‘Ey babamız! Daha ne isteriz! îşte sermayemiz de
bize geri verilmiş. Yine ailemize erzak getiririz, kardeşimizi de muhafaza
ederiz, hem bir deve yükü fazla alınz. Bu kral için az bir miktardır. ‘
Yakub, oğullarına
şöyle dedi: ‘Tamamen kuşatılmanız ve çaresiz kalmanız durumu hariç, onu bana
mutlaka geri getireceğinize dair Allah adına bana kesin bir söz vermediğiniz
takdirde, onu sizinle birlikte göndermemi’ Onlar yemin edince,
‘Söylediklerimize Allah şahittir.’ dedi.
Sonra şöyle dedi: ‘Ey
oğullarım! Mısır’a hepiniz bir kapıdan girmeyin de ayrı ayn kapılardan girin.
Bununla beraber ben, Allah’tan gelecek hiç bir şeyi sizlerden savamam. Hüküm
ancak Allah’ındır. Ben, yalnız O’na tevekkül ettim. Tevekkül edecekler de hep
O’na tevekkül etmelidirler.’
Onlar, şehre
babalarının emrettiği şekilde ayn kapılardan girdiler. Fakat bu şekilde
girmeleri, Allah’tan gelecek hiçbir şeyi onlardan uzaklaştıramazdı. Ancak bu
tedbir, Yakub’un nefsindeki bir dileği yerine getirmiş oldu. Şüphesiz o, ilim
sahibiydi, çünkü ona biz Öğretmiştik. Fakat insanların çoğu bunu
bilmezler.”[41] [42]
K. Kardeşleri İkinci Defa Yusuf’un Huzurunda
Bünyamin’i de
beraberlerinde götüren kardeşler, babalarının tavsiyesine uyarak başkente ayrı
kapılardan girdiler ve şehir içinde buluşarak Hz. Yusuf (a.s.)’m huzuruna
çıktılar. Bünya-min’i tek başına kabul eden Hz. Yusuf (a.s.}, başbaşa kaldıklarında,
ona sırrını açıp kendisinin kuyuya atılmış olan kardeşleri Yusuf olduğunu
söyledi ve ona sarılıp hasret giderdi. Ondan bu durumu diğer kardeşlerinden
gizlemesini istedi. Onların geçmişte kendisine yaptıkları dolayısıyla da
üzülmemesini söyledi. Ayrıca ona, onu yanında alıkoymak istediğini ve bunun
için bir çare düşündüğünü bildirdi. Bu tedbir, Bünyamin’in yükünün içine bir su
kabı koydurmak, sonra da yükünü aratıp içinde bulunacak bu kabı çaldığını
tespit ettirerek, Hz. Yakub (a.s.)’m şeriatına göre ceza olarak onu yanında
alıkoymaktı. Hırsızlara verilen bu ceza Mısır hukukunda olmayan bir ceza idi.[43] Hz.
Yusuf (a.s.J, kardeşlerinin yükleri hazırlanırken, Bünyamin’e söylediği gibi,
onun yükünün İçine bir tas koydurdu. Tam ayrılacakları sırada, Hz. Yusuf
(a.s.)’ın emriyle bir münâdi onları hırsızlıkla itham etti. Onlara karşı
başkalarından farklı davranarak onları saraya aldıklarını, dolayısıyla tası
onlardan başkasının çalmasının mümkün olmadığını söyledi. Kardeşler, bunu
şiddetle reddettiler. Görevlilerin ısrarı sonunda kaybedilen su kabı içlerinden
birinin .yükünde bulunacak olursa, şeriatları gereği ceza olarak onu Hz. Yusuf
(a.s.)’ın yanında bırakacaklarını söylediler. Yapılan aran?.ada çalındığı
söylenen su kabı Bünyamin’in yükünde bulunmuştu. Bu durum karşısında onu su
kabının sahibi Maliye vezirine köle olarak bırakmaya mecbur kaldılar. Bu
hırsızlıktan dolayı başlarını önlerine eğdiler ve Bünyamin’i şiddetle
kınadılar. Hatta daha da ileri gittiler ve henüz vezir olarak bildikleri Hz.
Yusuf (a.s.)’ı kastederek, onun “baba bir kardeşinin” de böyle bir
hırsızlık yaptığını söylediler. Ancak o, kendini tanıtıp yalanlarını yüzlerine
vurmadı ve anlattıklarının mahiyetini Allah’ın bildiğini söylemekle yetindi.[44]
Babalarına verdikleri sözü gündeme getiren kardeşler, Hz. Yusuf (a.s.)’a
yalvararak Bünyamin’in yerine içlerinden başka birini alıkoymasını istediler.
Ancak Hz. Yusuf (a.s.), birinin suçu yüzünden bir başkasını cezalandırmanın
ancak cahillerin işi olduğunu söyleyerek bu tekliflerini reddetti. Bunun
üzerine, meseleyi aralarında görüşmek isteyen kardeşlerin en büyüğü,
diğerlerine daha önce Hz. Yusuf (a.s.)’a yaptıklarını hatırlatarak, babası
kendisinden razı olduğunu açıklayıp geriye dönmesine izin vermedikçe veya
Bünyamin kurtulmadıkça Mısır’dan ayrılmayacağına yemin etti. Kardeşlerinden
durumu babalarına anlatmalarını istedi.
Yusuf ile kardeşleri
arasında gerçekleşen ikinci buluşma esnasında yaşananlar, sürede şöyle anlatılmıştır:
“Yusufun yanına
girdiklerinde, “anne-baba bir” kardeşini (Bünyamin’i) yanına aldı.
‘Şüphesiz ben, senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme!’ dedi.
Yusuf, onların yükünü
hazırladığı zaman, bir su kabını bu kardeşinin yükünün içine koydu. Sonra onun
görevlendirdiği bir tellâl, arkalarından onlara şöyle bağırdı: ‘Ey kafile, siz
gerçekten hırsızlarsınız!’
Yusufun kardeşleri,
görevlilere dönerek, ‘Ne kaybettiniz?’ diye sordular.
Bunun üzerine Yusuf’un
adamları, ‘Kralın su kabını yitirdik, onu getirene bir deve yükü erzak var!’
dediler. Başkanları da, ‘Ben bu mükâfatın verileceğine kefilim.’ dedi.
Kardeşleri şöyle
dediler: ‘Allah’a andolsun ki, bizim bu ülkeye fesat çıkarmak için
gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz, hırsız da değiliz.’
Yusufun adamları,
‘Peki siz yalancıysanız, sizde hırsızın cezası nedir?’ dediler.
Kardeşler, ‘onun
cezası, kayıp eşya yükünün içinde bulunan kimsenin kendisidir. Çaldığı eşya
karşılığında alıkonulması onun cezasıdır. Biz zâlimleri böyle cezalandırırız!’
dediler.
Bunun üzerine Yusuf,
önce diğerlerinin yüklerini aradı. Sonunda aradığı su kabım “anne-baba
bir” kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte biz, Yusuf’a böyle bir tedbir
öğrettik. Yoksa Allah dilemedikçe, kralın kanununa göre kardeşini yanında
alıkoyama-yacaktı.[45] Biz,
kimi dilersek onu derece derece yükseltiriz. Zîrâ her ilim sahibinin üstünde
daha iyi bilen biri vardır.
Kardeşleri, ‘Eğer o
çaldıysa, ki daha önce onun bir kardeşi de hırsızlık etmişti.’ dediler. Yusuf
onların bu sözünü sineye çekti, bildiği gerçeği onlara açmadı ve şöyle dedi:
‘Siz daha kötü durumdasınız! Allah, sizin anlatmakta olduğunuzun mahiyetini
çok iyi biliyor.’
Kardeşleri şöyle
dediler: ‘Ey Aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizden
birimizi alıkoy. Şüphesiz biz, seni iyilik edenlerden görüyoruz.’
Yusuf ‘Eşyamızı
yükünde bulduğumuz kimseden başkasını yakalamaktan Allah’a sığınırız; çünkü o
takdirde biz gerçekten zalimler oluruz.’ dedi.
Ondan ümitlerini
kesince, kardeşler, aralarında gizli görüşmek üzere ayrılıp çekildiler.
Büyükleri dedi ki: Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de
Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Ben, babam bana izin
verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım!
Allah, hükmedenlerin en hayırlısıdır. Siz babanıza dönün ve deyin ki: Ey
babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik
etmedik. Biz gaybın bekçileri değiliz,
İçinde bulunduğumuz
şehire ve aralarında geldiğimiz kafileye de sor. Biz, gerçekten doğru
söylüyoruz.”[46]
L. Hz. Yusuf (A.S.)’ın Kardeşleri Babaları Hz. Yakub
(A.S.)’In Huzurunda
Bünyamin’in Mısır’da
alıkonulmasından sonra, diğer kardeşler, babaları Hz. Yakub fa.s.)’a döndüler
ve başlarına geleni ona anlattılar. Hz. Yusuf (a.s.)’m bir kurt tarafından
yenildiğini söylediklerinde olduğu gibi, bu defa da onlara inanmayan ve yine
nefislerine uyup bir hata işlediklerini söyleyen Hz. Yakub (a.s.}, artık
kendisine güzelce sabretmek ve oğullan Hz. Yusuf (a.s.) ile Bünyamin’i
kendisine döndürmesi hususunda Allah’tan ümitvar olmaktan başka yapılacak bir
şey kalmadığını ifade etti. Hz. Yakub (a.s.), Bünyamin dolayısıyla da çok
üzülmüş, bu üzüntüsü eski derdini de depreştirmiş, Hz. Yusuf (a.s.) için duyduğu
acıları daha da şiddetlendirmişti.
Kederinin şiddetinden gözlerine ak düştü ve bir süre sonra göremez oldu.
Derin üzüntüsünü oğullarından gizlese de, onlar bunu fark ederek kendisine
gelip Hz, Yusuf (a.s.J’a üzülmekten vazgeçmesini yoksa bu yüzden hayatını
kaybedeceğini söylüyorlardı. Hz. Yakub (a.s.), onlara, hüznünü ancak Allah’a
arzettiğini ve Allah’ın kendisine onların bilmediği bâzı şeyleri bildirdiğini
ve bu bilgiler sayesinde O’nun rahmetinden ve kendisini teselli edip rahata
kavuşturmasından ümitvar olduğunu
söyledi. O, kendisine lütfedilen bu bilgiler sayesinde,
anlaşıldığı gibi, hâlâ Hz. Yusuf
(a.s.)’dan ü-midini kesmemişti. Onun gördüğü rüyanın zamanı gelince gerçekleşeceğine
ve Allah’ın onu yükseltip Özel bir görev için seçeceğine kesin olarak
inanıyordu. Kendisini teselliye çalışan oğullarına, Hz.
Yusuf (a.s.) ile
Mısır’da bıraktıklarını söyledikleri Bünyamin hakkında araştırma
yapmalarını emretti. Onlara da Allah’ın rahmetinden ümit kesmemelerini tavsiye
etti ve Allah’ın rahmetinden sadece kâfirlerin ümit kestiğini hatırlattı:
“Babalan dedi ki:
‘Hayır, nefisleriniz sizi bir işe sürükledi. Artık bana güzelce sabretmek
gerek. Belki de Allah, onların hepsini bana getirir. Çünkü O, çok iyi bilendir,
hikmet sahibidir. Ve yüzünü onlardan öteye çevirdi de, ‘Ey Yusuf üzerindeki
tasam!’ dedi ve tasasından gözleri ağardı; acısını yutkunuyordu.
Oğulları, ‘Vallahi
sen, Yusuf’u düşüne, düşüne hasta olacaksın, yahut öleceksin!’ dediler.
Yakub, ‘Ben üzüntü ve
tasamı yalnızca Allah’a arz ederim ve sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah
tarafından bilirim. Ey oğullarım! Gidin de Yusuf’u ve kardeşini iyice
araştırın. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin; zîrâ kâfirler güruhundan
başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez!’ dedi.”[47]
M. Kardeşleri Üçüncü Defa Hz. Yusuf (A.S.)’ın Huzurunda
Hz. Yakub (a.s.)’in
oğulları, onun Hz. Yusuf (a.s.) İle Bünyamin’i aramaları hususundaki isteğini
kabul ettiler. Hem ikisi hakkında bilgi edinmek, hem de muhtaç oldukları zahireyi
alabilmek için, tekrar Bünyamin’in alıkonulduğu Mısır’a gittiler. Henüz
tanımadıkları Mısır hazine vekili Hz. Yusuf (a.s.)’in huzuruna çıkarak, ondan
kardeşleri Bünyamin’i serbest bırakmasını istirham ettiler. Onun kalbini
yumuşatabilmek için, ailelerinin içine düştüğü darlık ve sıkıntıdan
bahsettiler. Az bir sermaye ile gelebildiklerini belirterek, kendilerine tam
ölçek ve hatta daha fazla verilmesi ümidinde olduklarını ve bu hususta onun cömertliğine
güvendiklerini söylediler. Kardeşlerinin bu perişan durumundan etkilendiği
anlaşılan Hz. Yusuf (a.s.), artık kendisini tanıtma zamanının geldiğine karar
verdi. Bir anda onlara, Yusuf ve Bünyamin’e cahillikleri yüzünden hangi
kötülüğü yaptıklarını soruvermişti. Hiç beklemedikleri bu soru, onların kafalannı
allak-bullak etti. Şaşkınlık içinde “Yoksa sen Yusuf musun?”
dediler. Bunun üzerine o, “Evet ben Yusuf’um, bu da kardeşim
Bünyamin!” dedi. Ardından Allah’ın kendisini ve Bünyamin’i helakten
kurtardığını ve ikisine de büyük lütufta bulunduğunu, Allah’ın kendisinden
korkan, sabreden ve güzel işler yapanları mükâfatlandırdığını söyledi.
Karşılarındaki Maliye
bakanının kardeşleri Hz. Yusuf (a.s.) olduğunu öğrenen ve onu kuyuya atmakla
işledikleri büyük suçun pişmanlığı altında ezilen kardeşleri, utançlarından
başlarını önlerine eğdiler. Beyan edecekleri hiç bir mazeretlerinin de bulunmadığı
bu noktada, suçlarını itiraf ederek, Allah’ın onu, takva, sabır, ilim ve
yumuşak huyluluk ile kendilerinden üstün kıldığını söylediler. Muhtemelen
çarptırılacakları cezanın ne olacağını düşündükleri bir anda, akıllarından
geçenlerin aksine, kardeşleri Hz. Yusuf (a.s.)’m kendilerine olan üstünlüğünün
derecesini gösterecek yüce bir davranışıyla karşılaştılar. Söze başlayan Hz.
Yusuf (a.s.), onları cezalandırmaktan falan bahsetmi-yor; aksine onları
affettiğini, yaptıkları dolayısıyla onlara karşı gönlünde bir ayıplama ve
kınamanın dahi olmadığını, üstelik onlar için merhamet sahiplerinin en
merhametlisi olan Allah’tan af ve mağfiret dilediğini söylüyordu.
Hz. Yusuf (a.s.), daha
sonra babasının durumunu sorup, kendisi ve Bünyamin için duyduğu üzüntüden
dolayı ağlaya, ağlaya gözlerini kaybettiğini öğrendi. Bunun üzerine gömleğini
onlara verdi ve gömleği babalarının yüzüne koydukları takdirde, onun gözlerinin
açılacağını söyledi. Ayrıca onlardan babaları başlarında olmak üzere aile
fertlerinin tamamını alarak hemen Mısır’a gelmelerini istedi. Hz. Yusuf (a.s.)
ve kardeşleri arasında geçenler Yusuf sûresinde şöyle anlatılmıştır:
“Yusuf’un yanına
girdiklerinde şöyle dediler: ‘Ey Azizi Bizi ve ailemizi kıtlık bastı ve biz
sana değersiz bir sermaye ile de geldik. Ama sen bize ölçeği tam ver, aynca
tasadduk eyle; çünkü Allah tasadduk edenleri mükâfatlandırır.
Yusuf, ‘Sizler
cahilliğiniz yüzünden Yusuf ve kardeşine neler yaptığınızı biliyor musunuz?’
diye soruverdi
Onlar, ‘Yoksa sen
gerçekten Yusuf musun?’ dediler.
Yusuf ‘Ben Yusuf’um,
bu da kardeşimdir. Allah bize lütfetti. Çünkü kim Allah’tan korkar ve
sabrederse, şüphesiz Allah, güzel davrananların mükâfatlarını zayi etmez.’
dedi.
Kardeşleri, ‘Allah’a
andolsun, hakikaten Allah seni bize üs-, tün kılmış. Doğrusu biz, gerçekten
hatalıyız, suç işleyen kimseleriz. ‘ dediler.
Yusuf, ‘Bugün sizi
kınama yok, Allah sizi affetsin! Şüphesiz ki Allah, merhamet sahiplerinin en merhametlisidir.
Şu gömleğimi götürün, onu babamın yüzüne koyun da gözleri açılsın. Ve bütün
aile fertlerinizle birlikte bana gelin.”[48]
N. Hz. Yakub (A.S.), Oğlu Hz. Yusuf (A.S.)’ın Sağ Olduğunu
Öğreniyor
Hz. Yakub (a.s.)’ın
oğulları, atmış oldukları kuyudan ve daha sonra da konulduğu zindandan
kurtularak, Allah’ın lütfuyla Mısır hazinelerinin başına getirilmiş kardeşleri
Hz. Yusuf (a.s.) tarafından affedilmenin sevinciyle, ülkeleri Filistin’e hareket
ettiler. Hz. Yakub (a.s.) ise, oğullarının Mısır’dan ayrılmasından hemen
sonra, kendisine bunak diyebileceklerini de göze alarak, yanında bulunanlara
oğlu Hz. Yusuf (a.s.)’ın kokusunu hissettiğini açıklamıştı. Endişesinde haksız
da değildi, nitekim yanında bulunan ve Hz. Yusuf (a.s.)’ın öldüğüne inananlar,
o-nun hâlâ eski şaşkınlığı içinde bulunduğunu söylediler. Ancak bir süre sonra
asıl şaşkın olanlar belli oldu. Kervan gelmiş, müjdeci Hz. Yusuf {a.s.)’m
gömleğini babası Hz. Yakub (a.s.)’ın yüzüne koymuştu. Bu esnada Allah’ın izni
ile onun uzun bir süredir görmeyen gözleri açıldı. Alman mutlu haber
dolayısıyla ailede büyük bir sevinç yaşandı. Bütün ailenin Mısır’a Hz. Yusuf
(a.s.)’ın ülkesine gideceği haberi de Hz. Yakub (a.s.) başta olmak üzere aile
fertlerini ayrıca mutlu etmişti.
Hz. Yakub (a.s.), bu
manzara karşısında, oğullarına ve ya-nında bulunan diğer kimselere, Allah
katından kendisine, başkalarının bilemeyeceği bir takım bilgilerin
vahyedildiğini öncedende söylediğini hatırlattı. Oğullan ise suçlarını itiraf
ederek, ondan, affedilmeleri için Allah’a duâ etmesini istediler. Hz. Yakub
(a.s.), onlar için mağfiret dileyeceğini söyledi. Kur’ân-ı Kerim, bu mutluluk
tablosunu şöyle anlatmaktadır:
“Kafile
ayrılınca, babalan, ‘Eğer bana bunak demezseniz, inanın ben Yusuf’un kokusunu
alıyorum!’ dedi.
Yanındakiler,
‘Vallahi, sen hâlâ eski şaşkınlığının içindesin!’ dediler.
Müjdeci gelip de,
Yusuf’un gömleğini Yakub’un yüzüne koyunca, derhal gözleri görür oldu, o zaman
şöyle dedi: ‘Ben size, Allah’ın bügilendirmesiyle sizin bilemeyeceğiniz şeyleri
bilirim, demedim mi?’
Oğulları, ‘Ey babamız!
Allah’tan bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günah işledik!’
dediler.
Yakub, ‘Sizin için
Rabbimden af dileyeceğim, şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir.’ dedi.”[49]
O. Büyük Buluşma Ve Hz. Yusuf (A.S,)’ın Rüyasının
Gerçekleşmesi
Hz. Yusuf (a.s.)’m sağ
olduğunu öğrenen ve bu haberin sevinciyle gözleri açılan Hz. Yakub (a.s.), ona
bir an önce kavuşmak için, oğullarına hemen yol hazırlıklarına başlamalarını
emretti. Bunun üzerine başta oğullan olmak üzere bütün aile mensupları, bu
uzun ve mutlu yolculuk için gereken hazırlıklarını tamamladılar ve ardından
Mısır’a doğru yola çıktılar.
Hz. Yusuf (a.s.),
babası ve yakınlarının yolda olduklarını öğrenince, kralın kendisine eşlik
etmelerini istediği devlet ricali ve Mısır’ın ileri gelenleriyle birlikte
onları karşılamaya çıktı. Mısır hudutlarında karşılaştıklarında şüphesiz
gözleri yaşartan manzaralar yaşanmış olmalıdır. Çünkü baba-oğul buluşması,
evlât hasretiyle dökülen hesapsız gözyaşlarının, baba hasretiyle geçen uzun
yılların ardından gerçekleşen bir buluşma idi. Hz. Yusuf (a.s.), babasını ve
annesinin ölümünden sonra babasıyla evlenmiş olan teyzesini bağrına bastı,
onlara büyük saygı ve hürmet gösterdi. Ülkesinde emniyet içinde
kalabileceklerini söyledi ve onlardan bundan sonra aile olarak Mısır’da
oturmalarını istedi.
Hz. Yusuf (a.s.},
babası, kardeşleri ve diğer yakınlarını, beraberinde başkente götürdü. Hükümet
konağına girildiğinde, babasına ve üvey annesine en güzel ikramını, o ikisini
tahtının üstüne oturtmak suretiyle yaptı. İşte bu esnada babası, annesi ve
kardeşleri, ona hürmet için önünde eğilip secdeye kapandılar.[50] Bu
manzara, Hz. Yusuf (a.s.)’a, küçükken görmüş olduğu meşhur rüyayı
hatırlatmıştı; babasına hitap ederek, önünde eğilip secdeye kapanmalarının,
rüyasının tâbiri olduğunu, Allah’ın babasını yorumunda haklı çıkardığını ve
kendisine büyük lütuf-ta bulunduğunu söyledi. Bu iyilikler içinde, zindandan
çıkarılmasını, şeytanın kardeşleriyle kendisinin arasını bozmasından sonra,
onların uzak çölden huzuruna getirilmelerini hatırlattı ve Allah’ın dilediği
kimselere lütfettiğini ifâde etti. Kendisine verdiği saltanat, rüya tâbiri ilmi
ve devamlı destek için Allah’a şükretti ve kendisini bir Müslüman olarak
öldürmesi ve salihler zümresine katması için duâ etti. Kur’ân-ı Kerim, bu
önemli buluşma hakkında şöyle demektedir:
“Yusuf un yanına
girdikleri zaman, Yusuf, anne ve babasını kucakladı ve onlara, ‘Allah’ın
dileğiyle güven içinde Mısır’a girin!’ dedi. Anne ve babasını tahtının üstüne
çıkartıp oturttu ve bu sırada hepsi onun önünde, saygılarını sunmak için yere
kadar eğilip onun için secdeye kapandılar. Yusuf dedi ki: ‘Ey babacığım! îşte
bu, daha önce gördüğüm rüyanın tâbiridir. Rabbim onu gerçekleştirdi ve bana
iyilik etti. Şöyle ki, beni zindandan çıkardı; şeytan, benimle kardeşlerim
arasına fitne soktuktan sonra, sizi çölden getirerek benimle buluşturdu.
Gerçekten rabbim, dilediğine lütfe-dicidir. O, bilendir, hikmet sahibidir. Ey
Rabbim! Sen bana bir parça mülk verdin ve bana düşlerin yorumunu öğrettin. Ey
göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada da, âhirette de benim yârim sensin!
Beni Müslüman olarak öldür ve beni iyilere kat!”[51]
Müfessirler, Hz. Yakub
(a.s.)’m Mısır’da 24 yıl daha yaşadığını ve orada 147 yaşında iken vefat
ettiğini, vasiyeti gereğince oğlu Hz. Yusuf (a.s.) tarafından babası Hz. İshak
(a.s.) ve dedesi Hz. İbrahim (a.s.)’ın yanına defnedilmek üzere Filistin’e
Halilurrahman (Hebron) kentine götürülüp oraya defnedildiğini bildirirler.[52]
Verilen bilgilere göre, tekrar Mısır’a dönen Hz. Yusuf (a.s.), babasının
ölümünden sonra 23 yıl daha yaşamıştır. 107 yaşlan civarında Mısır’da vefat
etmiş ve oraya defnedilmiştir. Bazı rivayetlere göre Hz. Musa (a.s.) Mısır’dan
çıkışı sırasında onun sanduka içindeki cesedini Kudüs’e defnetmek niyetiyle
yanında götürmüştür.[53]
Yusuf sûresinde, bir
bütün olarak anlatılan kıssa, baba-oğul buluşmasıyla sona ermektedir. Kur’ân-ı
Kerim’de, Hz. Yusuf (a.s.)’m hayatının bu buluşmadan sonraki safhası hakkında
herhangi bir bilgi yoktur.
Hz. Yakub (a.s.)’ın
ailesinden onunla birlikte Mısır’a göç ederek oraya yerleşen İsrailoğullan’nm
toplam sayısı, Yakub ailesine mensup olmayan kadınlar hariç 70 olarak
bildirilir. Tevrat’ta yaklaşık 5 asır sonra, Mısır’ı terkeden
İsrailoğulları’nm Sînâ çölünde yapılan nüfus sayımında 2 milyon çıktıkları
zikredilmiştir. Belirtilen sürede bu kadar çoğalmalarının mümkün olmadığına
dikkat çeken tarihçiler, Mısır’ın yerlilerinden onların dinini kabul eden
unsurların da, ırkdaşları Kıbtîler tarafından İsrailoğulları’ndan sayılıp
dışlandıkları, İsrailoğulları’nın göçü esnasında bu unsurların da onlara
katıldığı görüşündedirler.[54]
Tevrat’taki bâzı kayıtlar da bu görüşü destekler. Nitekim, çocuklar ve kadınlar
dışında 600 bin civarında olan İsrailoğulları’nm Ramses’ten ayrılmaları.sırasında,
kendilerine karışmış bir topluluğun da onlarla birlikte gittiği,[55] bu
unsurların zamanla İsrailoğulları içinde “yabancılar” olarak
isimlendirildiği bildirilmektedir.[56]
Ö. Hz. Yusuf (A.S.)’ın Evliliği Ve Çocukları
Tevrat’ta Hz. Yusuf
(a.s.)’ı zindandan çıkararak yönetimi ona teslim eden kralın, ayrıca onu On
şehrinin kâhini Poti-fera’nm kızı Asenatla evlendirdiği ve Hz. Yusuf (a.s.)’m
bu hanımından, kıtlık başlamadan önce iki oğul sahibi olduğu bildirilir.[57] Daha
Önce geçtiği gibi, Züleyha’nm kocası Aziz’in adı Potifar idi. Muhtemeldir ki,
Asenat’m babası Poti-fera ile Züleyha’nm kocası Potifar isim benzerliği
yüzünden karıştırılmış ve Hz. Yusuf (a.s.)’m görevini devraldığı Potifar’m
hanımı, yani başına bilinen sıkıntıları açan Züleyha ile evlendiği
söylenmiştir.[58]
P. Yusuf (A.S.) Kıssasından Bazı Mesajlar
1. İman Ve Tevekkül
Çok sevdiği oğlu
Yusufu kaybetmesine rağmen, Hz. Yakub (a.s.}, infial ve ümitsizliğe kapılmamış;
aksine kendisine düşenin güzel bir sabır ve Allah’ın yardımına sığınmak olduğunu
söylemiştir. En sıkıntılı günlerinde dahi, Allah’a tevekkül ve Allah’ın emrine
karşı ruhî bir huzur ve tatmin içinde olmuştur. Ancak onun Allah’a tevekkülü,
hiçbir zaman tedbirlere başvurmasına engel teşkil etmemiştir. Her işte,
kendisine düşen tedbirleri almış, sonunda işi Allah’a havale ederek neticeyi
O’ndan beklemiştir. Alınması gereken tedbirin, takdiri değiştirmeyeceği
gerçeğini, oğullarının Mısır’a ayrı kapılardan girmesini emrederken, “Allah’ın
takdirine karşı size herhangi bir fayda sağlayamam” sözleriyle ifade
etmiştir. Hz. Yakub (a.s.), bu tavrıyla bizlere, Allah’a tevekkülle birlikte,
sebeplere sarılmanın, ihtiyat ve tedbiri elden bırakmamanın lüzumuna dair büyük
bir ders vermiştir.[59]
2. İffet Ve Sabır
Hz. Yusuf (a.s.),
Aziz’in karısının isteklerini reddederek nefsini kırmak, bu yüzden
çarptırılabileceği her türlü cezayı göze almak ve sonunda kadınların
fitnesinden kurtulmak için zindan hayatını tercih etmekle bütün insanlığa büyük
bir iffet dersi vermiştir. Hz. Yusuf (a.s.)’m hayatı, peşpeşe gelen büyük
sıkıntılara gösterilen üstün sabrın da çarpıcı bir misalidir. Hz. Yusuf
(a.s.), ilk büyük sıkıntısını kardeşleri tarafından kuyuya atılmak, ikincisini
köle olarak satılmak, üçüncüsünü kadınların hedefi olmak, dördüncüsünü de
zindana atılmakla yaşamıştı. O, bütün bu zorluklar karşısında sabretti, hiç bir
zaman Allah’ın yardımından ümidini kesmedi ve neticede, Allah’tan korkan ve
sabredenler için vâdedİlen mükâfata ulaştı. Benzeri bir sabrı da yıllarca
onun hasretiyle kavrulan ve hiçbir zaman ümidini yitirmeyen babası Hz. Yakub
(a.s.) sergiledi.[60]
3. Güçlü İken Affetme
Yusuf kissasındaki
önemli mesajlardan biri de, kötülük yapanları af ve müsamaha ile karşılamak
büyüklüğüdür. Hz. Yusuf (a.s.), kendisini kuyuya atan kardeşlerine her türlü
cezayı verebilecek bir mevkide iken, yüce karakteri sayesinde, onları affetmiş,
üstelik onlara elinden gelen her iyiliği yapmıştır. Sevgili Peygamberimiz, Hz.
Muhammed (s.a.v.), Mekke fethi sırasında, kendisinden kararını açıklamasını
bekleyen Mekke müşriklerine Hz. Yusuf (a.s.)’m kardeşlerini affederken
söylediği sözlerini hatırlatmış ve o gün onlara ayıplama ve cezanın olmadığını
ilân etmiştir. Şüphesiz her ikisi de,
güçlü iken affetmeyi bilmenin olumlu neticelerini elde etmiş, geçmişin azılı
düşmanlarının bu iyilik sayesinde samimi dostlar haline geldiğini görmüştür. [61]
R. Yusuf Sûresinin Sonunda Rasülullah (S.A.V.)’e Mesajlar
Allah Teâlâ, Yusuf
kıssasının anlatıldığı Yusuf sûresinin son âyetlerinde, Sevgili Peygamberimiz
(s.a.v.)’e hitap ederek, bu kıssanın ona vahyedilen gayb haberlerinden olduğunu
bildirmiş ve bu olayların yaşandığı dönemde hayatta olmadığına göre, bu kıssa
ile ilgili bilgileri edinmenin vahiyden başka bir kaynağı olmadığını
vurgulamıştır. Cenab-ı Hak, ayrıca sûrenin son âyetlerinde, Rasüllah
(s.a.v.)’i teselli edecek hakikatleri dile getirmiştir. İnsanların imana
gelmesi için ne kadar büyük arzu duysa ve elçilik görevi karşılığında onlardan
herhangi bir ücret istemese de, insanların çoğunun inanmayacağını hatırlatarak,
bu münasebetle davetinin reddedilmesi ve işkencelere mâruz kalması sebebiyle
üzülmenıesini tavsiye etmektedir. Yine Kur’ân-ı Ke-rirn’in âlemler için bir
öğüt ve nasihat olduğunu, akıllarını kullananların ona tâbi olacağını
bildirmektedir. Akıllarını kullanamayanların ise, göklerde ve yerde Allah’ın
birliğini gösteren nice delillerden yüz çevirdiğini ve insanların çoğunun,
Mekke müşrikleri gibi, Allah’a ortaklar koşarak şirke düştüklerini vurgulamaktadır.
Ardından, bu inkarcıların, Allah’ın azabından, yahut kendilerini ansızın
yakalayacak Kıyametten emin olup-olmadıkları sorulmakta ve sonunda Rasülullah
(s.a.v.)’in dilinden, peygamberlerin ortak mesajı seslendirilmektedir:
“Ey Muhammed!
İşte bu kıssa gayb haberlerindendir. Bunları sana biz vahyediyonız. Onlar
kararlarını verip tuzaklarını kurarlarken sen onların yanında değildin. Sen çok
arzulu olsan da, insanların çoğu iman edecek değildir. Halbuki sen, buna karşı
onlardan bir ücret istemiyorsun, Kur’ân, âlemler için ancak bir öğüttür.
Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar, bu delillerden yüzlerini
çevirip geçerler. Onların çoğu, Allah’a ancak ortak koşarak iman ederler. Allah
tarafından herkesi kapsayacak bir musibetin gelmeyeceğinden veya farkında
olmadan Kıyametin ansızın kopmayacağından emin mi oldular? De ki: İşte bu,
benim yolumdur. Ben, Allah’a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar, aydınlık bir
yol üzerindeyiz. Allah’ı tenzih ederim! Ve ben Allah’a ortak-lar koşan
müşriklerden değilim.”[62]
Yusuf sûresinin son üç
âyetinde ise, Peygamberimiz (s.a.v.)’ ‘. e hitaben, daha önce de peygamberler
gönderildiği hatırlatılarak onları inkâr edenlerin akıbetlerinden ibret
alınması istenmektedir. Ardından, bütün peygamberlerin davet yolunda
müşriklerin engelleme teşebbüsleri
ve çeşitli kötülükleriyie karşılaştıkları, onlara ve mü’minlerine
yapılan kötülüklerin giderek şiddetlendiği ve üstün sabır sahibi
peygamberlerin tahammülünü zorladığı açıklanmaktadır. Hatta bu zorluklar
yüzünden peygamberlerin neredeyse
bütün ümitlerini kaybetme,
kendilerine va’dedilen zaferden
ümit kesme ve bütünüyle yalanlanma endişesine kapılacak derecede
zorlandıkları; işte bu son noktada ilâhî yardımın onlara ulaştığı
bildirilmektedir.[63] Buna
göre Allah Teâlâ, yardımını, zorluk ve sıkıntıların son derece arttığı, yardım
ihtiyacının en fazla hissedildiği bir zamanda göndermiştir. Zafer va’di, inananların
sabır zırhına bürünerek inançlarındaki samimiyetlerini ispat etmelerinin
ardından tahakkuk etmiştir. Sûrenin son âyetinde de peygamber kıssalarının
akıl sahipleri için birer İbret sahnesi
olduğu vurgulanmakta, Cenab-ı
Hak tarafından vahyedüen
Kur’ân-ı Kerim’in, iman edenler için bir hidâyet rehberi ve rahmet kaynağı
olduğu belirtilmektedir:
“Ey Muhammedi
Biz, senden önce de şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkekleri
peygamber olarak gönderdik. Onlar yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önce geçmiş
kavimlerin akıbetlerinin ne olduğuna bakmazlar mı? Allah’tan korkanlar için
âhiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç düşünmez misiniz?
Önceki elçilerimizin
hepsi uzun süre zulüm ve baskıya uğramışlardır. Nihayet bu peygamberler
neredeyse bütün ümitlerini kaybettikleri ve büsbütün yalancılıkla
damgalandıklarını gördükleri bir sırada bizim yardımımız kendilerine
ulaşmıştır ve böylece dilediğimizi kurtarmışızdır. Suçlular güruhundan ise
azabımız asla geri çevrilmez.
Gerçek şu ki, onların
(peygamberlerin) kıssalarında akıl sahipleri için büyük ibret vardır. Bu
Kur’ân uydurulmuş bir söz değildir. Ancak kendinden öncekilerin tasdiki, her
şeyin açıklanması, iman eden bir toplum için rahmet ve bir hidâyettir.”[64]
Kur’ân-ı Kerim’de,
Yusuf sûresi haricinde Hz. Yusuf (a.s.)’ dan bahseden ve ona peygamberlik
görevinin verildiğini bildiren iki âyet daha vardır ve mealleri şöyledir:
“Biz, İbrahim’e
İshak’ı ve Yakub’u bahşettik. Ve hepsini doğru yola sevk ettik. Daha önce Nuh’u
ve soyundan olan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyüb’u, Yusufu, Musa’yı ve Harun’u da
doğru yola sevk etmiştik. İşte biz, iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.”[65]
“Şüphesiz ki,
daha önce Yusuf da, size apaçık delillerle gelmişti, onun getirdiklerinden de
devamlı şüphe etmiştiniz. Yusuf ölünce de, ‘Allah bundan sonra hiç bir
peygamber göndermeyecek!’ demiştiniz. İşte Allah, haddi aşan şüphecileri böyle
saptırır.[66]
[1] Yusuf sûresinin ilk üç veya dört âyetinin Medine’de
nazil olduğunu bildiren rivayetler güvenilir bulunmamıştır (Bkz. Âîûsî,
Tefsir, VI, 170).
[2] Elmalıh, V, 28.
[3] Hz. Yusuf
{a.s.) hakkındaki bu rivayetler ve
değerlendirilmeleri hakkında bkz. Aydemir, Peygamberler, 75-96.
[4] Âl-i imran sûresi, 2/216.
[5] Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı, 453.
[6] Ancak âyetteki “ahsenül-kasas” tabiriyle,
Kur’ân-ı Kerim’in kastedildiği görüşü de yaygındır (Bu husustaki görüşler için
bkz. Şevkânî, Tefsir, III, 6″ Derveze
Tefsir, II, 500).
[7] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan
Yayınları: 306-309.
[8] Yusuf sûresi, 12/4-6.
[9] Tevrat’ta şöyle denilmektedir:
“Yusuf 17 yaşında
olarak kardeşleriyle beraber sürüyü gütmekte idi. Ve İsrail (Yakub) Yusufu
bütün oğullarından ziyâde severdi; çünkü o, ihtiyarlığının oğlu idi; ve ona
alaca entari yaptırdı. Ve babalarının bütün kardeşlerinden ziyâde onu sevdiğini
kardeşleri gördüler; ve ondan nefret ettiler, ve ona tatlı söz söyleyemezlerdi.
Ve Yusuf rüya görüp kardeşlerine bildirdi., bunun üzerine ondan daha
ziyâde nefret ettiler. Ve onlara dedi: Rica ederini, gördüğüm bu rüyayı
dinleyin; İşte, tarlanın ortasında biz demetler bağlıyorduk, ve işte, benim
demetim kalktı ve dikildi, ve işte, sizin demetleriniz etrafını kuşatıp benim
demetim İçin eğildiler. Ve kardeşleri ona dediler: Gerçek üzerimize kral mı
olacaksın. Yahut gerçek üzerimizde hüküm mü süreceksin? Ve rüyalarından ve
sözlerinden dolayı ondan daha ziyâde nefret ettiler. Ve yine Yusuf başka bir
rüya gördü ve onu kardeşlerine anlatıp dedi: işte, bir rüya daha gördüm; ve
işte güneş ve ay ve onbir yıldız bana e-ğildiler. Ve babasına ve kardeşlerine
anlattı ve babası onu azarlayıp kendisine dedi: Bu gördüğün rüya nedir?
Gerçekten ben, anan ve kardeşlerin yere kadar sana eğilmek için mi geleceğiz?
Ve kardeşleri onu kıskandılar; fakat babası bu sözü yüreğinde tuttu.”
(Tekvin, 37/2-11).
[10] Tefhim, II, 443.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 309-311.
[11] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan
Yayınları:
[12] Tevrat’ta, kardeşlerinin YusuFu beraberlerinde
götürmek için babalarını ikna etmelerinden söz edilmez. Aksine, Yusufu,
kardeşlerinden ve sürüden haber getirmesi için doğrudan Hz. Yakub (a.s.)’m
gönderdiği ve onların onun hakkındaki komployu Yusuf kendilerine yaklaştığı
sırada düşündükleri bildirilir. Buna göre, kardeşlerinin Şekem’de olduğunu
bilen Yusuf, önce oraya gitmiş onları bulamayınca karşılaştığı bir adamdan
Dotan’da bulunduklarını öğrenerek oraya geçmiştir. Onun geldiğini gören
kardeşleri, İşte bu sırada, ondan kurtulmak için başvuracakları komployu
hazırlamışlardır:
” Ve onu uzaktan gördüler ve kendilerine yaklaşmazdan önce, onu
öldürmek için düzen kurdular. Ve birbirlerine dediler: İşte bu rüyalar sahibi
geliyor. Ve şimdi gelin onu öldürelim ve onu kuyulardan birisinin içine atalım
ve: Kötü bir canavar onu yedi deriz ve onun rüyaları ne olacak görürüz. Ve
Ruben, işitip onların elinden onu kurtardı ve dedi: Canına kıymayalım. Ve onu
babasına geri götürmek üzere onların elinden kurtarsın dîye Ruben onlara dedi:
Kan dökmeyin; onu çölde olan bu kuyuya atın, fakat ona el uzatmayın. Ve Yusuf
kardeşlerinin yanına geldiği zaman, vaki oldu ki, Yusufun entarisini, üzerinde
olan alaca enta riyî çekip çıkardılar; ve kendisini alıp kuyuya attılar. Kuyu
boştu, onda su yoktu.” (Tekvin, 37/18-24]
[13] Taberî, Tarih, I, 171; İbn Kesir, Tefsir, IV, 13.
[14] Yusuf sûresi, 12/7-18. Hz. Yusufun atadığı bu kuyunun,
Kudüs veya Ürdün’de Taberiyye civarında olduğu söylenir (Şevkânî, Tefsir, III,
S vd.l.
[15] Bazı rivayetlerde, Hz. Yusuf (a.s.j’ı ucuz fiyata
satanların, onu kuyudan çıkaran kervancılar olduğu bildirilir. Buna göre Yusuf
bir defa olmak üzere Mısır kralının veziri veya maliye bakanı Aziz Potifar’a
ucuz fiyata satılmıştır. Katâde’nin görüşü budur. Ancak îbn Abbas, Mücâhid ve
Dahhâk, onun birincisi kardeşleri tarafından kervancılara, ikincisi ise
kervancılar tarafından Potifar’a olmak üzere iki defa satıldığı ve birincisinde
onu ucuza satanların kardeşleri olduğu görüşündedirler. Âyette, onu
önemsemedikleri için ucuz sattıkları ifadesinden hareket eden îbn Kesir de, bu
görüşü tercih etmiştir. Çünkü, onu önemsemeyenlerin kervancılar olması
durumunda, onu satın almalarının izahı zor olacaktır (Bkz. İbn Kesir, Tefsir,
IV, 16).
Taberî de aynı görüşü
tercih etmiştir (Tefsir, XII, 174). Âlüsî, müfessirlerin ekseriyetinin bu
görüşte olduğunu söyler [Tefsir, VI, 205; ayrıca bkz. Aydemir, Peygamberler,
79).
Tevrat, Yusufu kuyuya
attıktan sonra yemeğe oturan kardeşlerin, İsmaii oğullarına ait Mısır’a
gitmekte olan bir kervanın geldiğini gördüklerinde, içlerinden Yahuda’nm
teklifiyle, Yusuf’u öldürmek vebalinden kurtulmak maksadıyla onu kuyudan
çıkarıp kervancılara yirmi dirheme sattıklarını kaydeder. Onlar Yusufun alaca
entarisini, kestikleri erkeç kanma buîayıp babalarına getirmişler, Yusufun
kanlı entarisini gören Hz. Yakub, onlara inanmış, oğlunu kötü bir canavarın
parçaladığını söylemiştir. Üstünü başını parçalayan ve günlerce yas tutan Hz.
Yakub, kendisini teselli etmek isteyen oğul ve kızlarına, oğluna yaslı olarak
kavuşmak istediğini belirtmiştir (Tekvin, 37/25-35).
Görüldüğü gibi, insanlar tarafından tahrif edilmiş olan Tevrat’ta
verilen bu bilgilerle Kur’an-ı Kerim’de anlatılanlar arasında bu konuda da
önemli fark vardır. Kur’ân-i Kerim’de Yusufu kuyudan çıkaranın kervan sucusu
olduğu bildirilirken, Tevrat’ta onu kardeşlerinin çıkardığı söylenmiştir.
Kur’ân’a göre Hz. Yakub çocuklarının yalanına İnanmazken, Tevrat’a göre onlara
inanmış ve onlardan şüpheîenmemiştir.
[16] Yusuf sûresi, 12/19-20.
[17] Taberî, Tefsir, XII, 175; Salebi, US; İbn Kesir, Tefsir,
IV, 17.
[18] Taberî, bu âyette zikredilen hikmet ve ilmi, nübüvvet
öncesi durum olarak değerlendirir ve o anda kaç yaşında bulunduğu hakkında
görüş belirtmekten kaçınır {Tefsir, XII, 178; Tarih, I, 174). İbn Kesir ise,
hikmet ve İlim verilmesini nübüvvetin verilmesi olarak açıklamıştır.
Peygamberliğin verilmesi esnasında onun yaşı, İbn Abbas, Mücahid ve Katâdeye
göre 33’tür (İbn Kesir, Tefsir, IV, 18).
[19] Yusuf sûresi, 12/ 21-22.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 311-317.
[20] Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), Miraç gecesinde üçüncü
gök semâsında karşılaştığı Hz. Yusufun güzelliğini tasvir ederken
“güzelliğin, yansının Yusuf ve annesine verildiğini” ifade etmiştir.
(İbn Kesir, Tefsir, IV, 24).
[21] Müfessirler arasındaki yaygın görüş, Hz. Yusuf
(a.s.)’m, “Doğrusu o benim efendim (rabbi), o bana güzel baktı.”
derken, “rabbî/efendim” sözcüğünü Aziz Potifar için kullandığı
şeklindedir. Ancak bazı müfessirlere göre, H2. Yusuf (a.s.), efendim manasına
gelen “rabbî” kelimesiyle, Allah Teâlâ’yı kastetmiştir. Bu durumda o,
“Rabbİm lûtfuyla beni iyi bir ahlâk ile yetiştirmiştir, onun haram kıldığı
şeyi işlemem!” demek istemiştir (Zeccâc ve Ebu Hayyân bu görüşü tercih
etmişlerdir, bkz- Şevkanî, Tefsir, III, 17; Alüsİ, Tefsir, VI, 213). Aynı
görüşte olan Mevdûdî, Arapçada “rabb” kelimesi “efendi”
anlamında kullanılsa da, burada Hz. Yusuf (a.s.)’m Allah’ı kastettiğini
söylemiş ve diğer görüş mensuplarını şiddetle eleştirmiştir. O, görüşünü ispat
sadedinde iki hususa işaret ederek şöyle demiştir:
“Birinci olarak, Allah’tan başkasını dikkate alarak günahtan
çekinmesi, bir peygamberin izzetine yakışmaz. İkinci olarak, bir peygamberin
Allah’tan başka biri için “Rabbim” hitabını kullanması hakkında
Kur’ân-ı Kerim’de tek bir örnek yoktur. Hz. Yusuf (a.s.)’m, aynı sûrede 41, 42
ve 50. âyetlerde Rabbinin Allah olduğunu söyleyerek mesajını saflaştırdığını ve
kendi İtikadıyla Mısırlıların itikadım birbirinden ayırdığını görüyoruz. Diğer
insanlar onlann Rabİeri olabiliyor iken, Hz. Yusuf (a.s.)’ın rabbi yalnızca
Allah idi. Dolayısıyla âyete başka bir zaviyeden bakmak gerekir.
“Rabbî” kelimesi, aynı zamanda “Rabbim” demek olduğuna
göre, Hz. Yusuf (a.s.), Allah’ı kastetmiş olmalıdır. Hem sonra neden itikadına
ters bir anlamı ihtiva edecek şekilde “efendim” demek istemiş
olsun?” [Tefhim, 11,451).
[22] Yusuf sûresi, 12/23-29. Tevrat, Hz.Yusuf (a.s.)’m,
Firavun’un muhafız alayı kumandanı Potifar tarafından satın alındığını, onun
Rab tarafından muvaffak kılındığını fark eden bu şahsın ona büyük değer
verdiğini ve evinin her işini ona teslim ettiğini, bundan itibaren evinin
bereketîendiğini bildirir. Daha sonra efendisinin karısının Yusufa birlikte
olma teklifinde bulunmasına geçer. Teklifi reddeden Hz. Yusuf (a.s.),
efendisinin kendisine gösterdiği ilgiyi ve lütuflan hatırlatır, asla ona
ihanet etmeyeceğini, ayrıca bu kötülüğü yapmak suretiyle Allah’a isyan
edemeyeceğini söyler. Bu böyle devam ederken bir gün ikisi evde yalnız kalınca
kadın teklifini tekrarlar. Hz. Yusuf (a.s.) kaçınca peşinden koşup gömleğini çekip
yırtar ve gömleği eline alır. Halbuki Kur’ân’da gömleğin Hz. Yusuf (a.s.)’ın
sırtından çıkması gibi bir durum yoktur.
Gömleği elinde kalan
Hz. Yusuf (a.s.)’ın hâlâ kaçmaya devam ettiğini gören kadın, hizmetçilerini
çağırıp, onun kendisine saldırdığını, yüksek sesle bağırınca da kaçtığını
söyler. Gömleği kocası gelinceye kadar yanında tutar. Bu işe son derece kızan
kocası, ona inanarak Hz. Yusuf (a.s.)’ı zindana attırır (Tekvin, 39/1-21).
Talmud’da ise, suçlamaları dinleyen Potifar’m, Hz. Yusuf (a.s.)’ı
kamçılattığı, daha sonra yırtık elbise üzerinde yapılan tahkikat üzerine onu
suçsuz bulduğu zikredilir (Mevdüdî, Tefhim, II, 455, H. Plano, The Talmud
Selections, s.81 vd.’den naklen). Kur’ân-ı Kerim’de anlatılanların zıddına olan
bu bilgiler, söz konusu kitaplar üzerindeki tahrifatın kesin debileridir.
[23] Tefsir, IV, 266. Bu konuda uydurulduğu açık olan bâzı
rivayetler ve tenkidi için bkz. Aydemir, Peygamberler, 83-90.
[24] Buhâri, Ezan, 36, Zekât, 16; Müslim, Zekat, 91;
Tirmizî, Zühd, 53.
[25] Buharı, Rikak,
31; Müslim, İman, 203.
[26] Meâlimü’t-tema (Tefsir), (nşr. Halid el-Ak-Mervan
Suvar), Beyrut 1407/1987, II.
[27] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan
Yayınları: 317-322.
[28] Yusuf sûresi, 12/30-35.
[29] Tefhim, II, 456.
[30] FiZılûl, XII, 216.
[31] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan
Yayınları: 322-325.
[32] Tekvin, 39/22-23.
[33] Yusuf sûresi,
12/36-42. Bazı müfessirler, 42. âyette geçen “Fakat şeytan, ona,
Yusuf’un söylediklerim efendisine hatırlatmayı unutturdu” ifâdesindeki
zamirlerle sakinin değil Hz. Yusufun kastedildiğini ileri sürerek,
“Şeytan, Yusuf’a rabbini anmayı ve kurtuluşu O’ndan İstemeyi
unutturdu.” şeklinde anlamışlardır. Buna göre Hz. Yusuf, zindandan
kurtulmak için Allah’a yalvarmak yerine, sakisi vasıtasıyla kralın yardımını
istemiş olmaktadır. Bu yüzden Allah, onu bir müddet daha zindanda tutmakla
cezalandırmış, onun hapis hayatını uzatmıştır. Bu görüşte olan müfessirler,
İddialarını deliüendirmek için bir hadis naklederler. Hadis olarak aktarılan bu
sözde Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Eğer Yusuf peygamber bu
sözlerini söylememiş olsaydı, yıllarca zindanda kalmazdı.” (Taberî,
re/sır, XII, 223, Tarih, I, 177). Meşhur müfessirlerden İbn Kesir ise, rivayet
zincirindeki ravİlerden ikisinin güvenilir olmaması sebebiyle bu sözün hadis
olarak kabulünün mümkün olmadığını söylemektedir (Tefsir, IV, 29.) îbn Kesİr’in
sözlerini az bulduğu anlaşılan Mevdûdî de, şu ilaveyi yapmaktadır:
“Bırakalım rivayetin hadis tenkidi açısından zayıflığını, bu söz
sağduyuya da aykırıdır. Haksızlığa uğramış böyle bir kimse, kurtulmak için
birtakım yollara başvuruyorsa, bu, onun Allah’ı unutması, O’na dayanmaktan
vazgeçmesi demek değildir.” [Tefhim, II, 465 ) Süleyman Ateş de, cümledeki
iki zamirin zindandan çıkan gence ait olduğu görüşünün daha uygun olduğunu,
Tevrat’taki bilginin de bunu desteklediğini ve yine zulümden kurtulmak için
Allah’tan başkasından yardım dilemenin günah olmadığını belirttikten sonra,
45. âyetteki “bir süre sonra hatırladı” cümlesinin de, unutan şahsın
Yusuf değil zindan arkadaşı olduğunu gösterdiğini söyler {Çağdaş Tefsir, IV,
399).
Tevrat, zindan
arkadaşlarının gördüğü rüyaları ve Hz. Yusufun bu rüyaları tabirini ve bu
tabirin üç gün sonra aynen ortaya çıktığını, Kur’ân’a göre daha geniş bir
şekilde anlatır (Tekvin, 40/ 1-23). Ancak, Hz. Yusufun rüya tabirine geçmeden
önce, bu iki şahsı dinine davet maksadıyla yapmış olduğu önemli konuşmaya yer
vermez ve hemen kralın gördüğü rüyaya geçer. Bu konuşma Talmud’da da yoktur. Bu
yüzdendir ki, Ehl-i Kitap, kitaplarında Hz. Yusufun peygamberliğini açıkça
ortaya koyan bu ifadeler bulunmadığı için, Hz. Yusufu bir peygamber olarak
değil, bir hekim, bir muttaki kişi olarak kabul ederler. Hatta Papaz Rodwel,
Hz. Yusufun konuşmasını aktaran bu âyetleri, Tevrat’ta bulunmadığı gerekçesiyle
inkâra yeltenmiş, bunların kendi düşünce ve kanâatlerini Hz. Yusufun ağzından
ifade etmek isteyen Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından uydurulduğu iftirasını
ortaya atmıştır.
Bu hususa işaret eden
Mevdûdî, Hz. Yusufun yapmış olduğu bu konuşmanın telkin ettiği hususları tek
tek ele almıştır. îslâmî tebliğ metodunda önemine binâen, onun açıklamalarını,
özet olarak, aktarıyoruz:
1. Bu konuşma,
Hz. Yusufu hakkı tebliğe başlamış gösteren ilk vesikadır. Bundan Önce Kur’ân-ı
Kerim, hayatının çeşitli dönemlerinden bahsederken, onu, manevî derecesi yüksek
biri olarak takdim etmiş, fakat ilâhî mesaja muhatap olduğunu ve bunu tebliğ
ettiğini gösteren hiçbir imada bulunmamıştı. Bundan açık olarak çıkan sonuca
göre, bu dönemler birer hazırlama dönemiydi ve nübüvvet kendisine zindanda
verilmişti; dolayısıyla söz konusu konuşma, bir peygamber sıfatıyla yaptığını
bildiğimiz ilk konuşmadır.
2. İkinci
olarak, bu konuşma, Hz. Yusufun kimliğini başkalarına açıkladığı ilk
konuşmadır. Bundan önce de şüphesiz üstün ahlâk, iffet ve sabır sahibi biridir;
ancak ataları olan İbrahim, îshak ve Yakub peygamberlerle olan münasebetini
açıklamamıştır.
Muhtemelen o, bu
dönemde de, Allah tarafından seçilip görev Öncesi eğitildiğinin farkındaydı.
İnsanları, isimleri geçen ve aynı zamanda ataları olan peygamberlerin dinîne
çağırmaya ve onların bir devamı olduğunu söylemeye ise, peygamberlik görevine
getirildikten sonra başladı.
3. Hz. Yusufun
bu konuşması, tebliğ metodu açısından da önemlidir: Rüyalarını yorumlatmak
isteyenİerin taleplerini bir vesile
olarak kullanmış, önce rüya yorumu kabiliyetinin kaynağını açıklamış, daha
sonra, inandığı hakikati tebliğ etmekte güçlü bir istek duyduğunu gösteren bir
şekilde, konuşmasının seyrini, nakletmek istediği mesajın yönüne çevirmiştir.
Mesajını aktarırken de onları u-sandıncı bir tavır takınmamış, sâdece dikkatlerini canlı tutacak gerçekleri
aktarmıştır. Tebliğde gözetilmesi gereken sırayı gözetmek suretiyle önce
tevhid ile şirkin farkına işaret etmiş, mesajını aklî bir tarzda sunarak
verdiği örneklerle muhataplarım
etkilemiştir.
5. Bu
konuşmanın işaret ettiği diğer bir gerçek de, Yusufun (a.s.}, bu hâdiseden sonra
zindanda geçirdiği yılları tebliğ yolunda değerlendirmiş olmasıdır.
Çünkü, peygamberlik
görevi verildikten sonra, vaktini tebliğsîz geçirmesi mümkün değildir {Tefhim, II, 461-463).
Prof. Dr. İsmail Yiğit,
Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 325-328.
[34] Yusuf sûresi, 12/43-49.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 330-331.
[35] Rasülullah (s.a.v.), Hz. Yusufun, hükümdar tarafından
çağırıldığında, mahkeme yoluyla suçsuzluğu ve haksız yere tevkif edildiği
tespit edilmeden yedi yıldır kalmakta olduğu zindandan çıkmayacağını
seslemesini takdirle karşılamış, onun sarsılmayan irâde ve metanetini şöyie
övmüştür:
“Eğer ben, Yusuf’un uzun zaman kaldığı kadar zindanda kalsaydım,
saraydan davet edilince muhakeme istemeden hemen icabet, ederdim.”
(Tecrid-i Sarih Tercemesi, IX, 130).
[36] Yusuf sûresi, 12/50-53. Bazı müfessirler, 52 ve 53.
ayetlerdeki, ‘Bunu, gıyabında kendisine ihanette bulunmadığımı eski efendim
Aziz’in bilmesi için yaptım. Zâten Allah, hâinlerin tuzağım boşa çıkarır.
Bununla beraber nefsimi temize çıkaramam. Çünkü rabbimin acıyıp koruduğu hariç,
nefis kötülüğü şiddetle emredicidir. Şüphesiz rabbim, çok bağışlayan, çok
merhamet edendir.” bu sözlerin, Hz. Yusuf a değil, suçunu itiraf eden Aziz
Potifar’ın karışma ait olup suçunu itirafının devamı olduğunu kabul
etmişlerdir. Bu görüşte olan İbn Kesir, bu kanaatin hem daha meşhur hem de kıssanın
gelişimine ve sözün siyakına daha uygun olduğunu belirtir {Tefsir, IV, 33 ).
Buna göre, 52. âyette gıyabında kendisine hainlik edilmemesinden bahsedilen
şahıs Aziz değil Hz. Yusuftur. Aziz’in. karısı, “Bu itirafım, Yusuf’un,
gıyabında, kendisine ihanet etmediğimi bilmesi içindir…” diye başladığı
sözlerini 53. âyetteki tevbe ve istiğfar ifâdeleriyîe tamamlamıştır.
Müfessirlerden bâzıları, bu sözlere bakarak, kadının o sırada Hz. Yusufa iman
ettiğini de söylemişlerdir (Bkz. Elmalılı, V, 55; Seyyid Kutup, FıZilal, VIII, 414).
Muhakeme ve
konuşmaların seyrinden hareket eden Süleyman Ateş de, bu sözlerin kralın
huzurunda söylendiğine, Hz. Yusuf (a.s.)’ın İse o sırada zindanda olduğuna
işaretle, söz sahibinin kadın oiduğu görüşünü benimser. Âyetlerde bu sözlerin
daha sonra söylendiğini gösteren bir işaretin bulunmayışını delil gösterir.
{Çağdaş Tefsir, IV, 400).
Bu iki âyetteki sözlerin o ikisinden hangisine ait olduğu meselesi,
müfessirler arasında çözülemeyen bir husus olarak kalmıştır. Her iki görüşü
savunanlar çeşitli deliller getirmîşierdir. Bu sözlerin Hz. Yusuf (a.s.)’a ait
olduğunu kabul edenlerden Mcvdüdî, dü kuraİlan ve konunun akışından ziyâde
sözlerin muhtevasını dikkate alarak, bu sözlerin ancak iman etmiş birine ait
olabileceğini söyler ve kadının o sırada iman etmiş olduğunu gösteren bir
delilin bulunmadığına dikkat çeker. Ona göre konuşma, Hz. Yusuf (a.s.)’a aittir
ve henüz zindanda bulunduğu sırada soruşturma sonucunu duyduğu anda söylemiştir
{Tefhim, II, 470). Klasik müfessirlerden Taberî, Beğâvî ve Zemahşeri de bu
görüştedir. Modern müfessirlerden M. Esed de bu görüşü tercih etmiş, Hz. Yusuf
(a.s.)’m insan nefsinin insanı kötülüğe sürükleyebileceğine dair, insanın
fıtratındaki bu zayıflığı dile getiren sözlerini, “bizzat bu zayıflığı
yenmesini bilmiş birinin tevazuunu yansıtan yüce gönüllüce sözler” olarak
değerlendirmiştir {Kur’ân Mesajı, 467). Şevkânî ise, müfes-sirlerin ekserisinin
bu görüşte olduğunu söyler {Tefsir, III, 34).
[37] Yusufun güçlü zekası, engin ilmi ve üstün ahlâkından
etkilenmiş olduğu anlaşılan bu kral, bâzı rivayetlere göre Müslüman olmuştur
(Taberî, Tarih, I, 173; Salebi, 117; İbn Kesir, Tefsir, IV, 34).
Suriye ve Filistin
tarafından Mısır’a giren Sâmî asıllı bir kabile olan Hiksoslar, XV ve XVI.
Hanedan zamanında Mısır’da hüküm sürmüş yabancı bir hanedandır. Delta’nın
doğusunda kalan Avaris şehrini başkent edinmişler, zamanla Orta Mısır’ı da
hâkimiyetleri altına almışlardır. Asya kökenli Sâmî ırka mensubiyetleri ve
Barbar bir toplum oldukları bilinen Hiksoslar tarihçilerin ekseriyetine göre
Araptır. Çoban krallar olarak da isimlendirilen bu hanedanın Fenikeli oldukları
da söylenir. Bu arada onların Türk asıllı olduğunu ileri süren tarihçiler de
vardır. Yusuf Ziya Özer’e göre Mısır’da bir asırdan fazla hüküm süren ve XVII.
Hane-dan’m başlangıcında Mısır’dan çıkarılan Hiksoslar, Türk asıllı olup Sas
kabilesine mensuptur (Mısır Tarihi,178-179).
Tarihçiler, Hz. Yusuf
(a.s.)’m Mısır’a bu hanedan zamanında geldiğinde müttefiktirler. Ancak hangi
firavun zamanında geldiği hususu ihtilaflıdır. Mısırlı arkeolog Ahmed Yusuf
Ahmed, onun XVI. Haneden firavunlarından İ-Apopi/Apopis zamanında (M.Ö.
1585-1542] geldiğinin kesinleştiğini, o dönemden kalma bir mezar taşında, Fûtî
Fâri’ismini gördüğünü, bu İsmin Hz. Yusuf (a-S.)ı satın alan Aziz Potifar
olduğunu belirtir. Yine XVII. Hanedan’dan bahseden bâzı kitabelerde, bu
dönemden önce Mısır’da çıkan bir kıtlıktan bahsedildiğini hatırlatarak, bu
kıtlığın Kur’an ve Tevrat’ta bahsedilen kıtlık olduğunu söyler (bkz. Neccâr,
239).
Hz. Yusuf (a.s.)’ın
görev talebinde bulunması ve getirildiği görevin mahiyeti üzerinde çeşitli
görüşler ileri sürülmüştür.
Elmalıh, bu konuda
şöyle der: “Bunda adalet ve hakkı hâkim kılma ile şer! hükümleri
uygulayabileceğini bilen bir kimse için, emirlik ve idareciliği talep etme ve
idareciliğe kabiliyetini açıklamanın caiz olduğuna ve hattâ hakkı hâkim kılmaya
ve halkı idareye başka suretle yol olmadığı takdirde kâfirden bile görev ve
salâhiyet almanın caiz olacağına delil vardır, denilmiştir. Fakat âyette, bu melikin
küfrüne dair delil yoktur; bilakis, büyük müfessir Mücahid’den Müslüman olduğu
rivayet edilmiştir.
Bir de, ‘Beni ülke
hazinelerinin üzerine memur tâyin et’ diyen Hz. Yusuf (a.s.), kraldan tam yetki
istemiştir. Bu surette ise bâzı müfessirlerin dedikleri gibi, kral, Hz. Yusuf
(a.s.)’ın görüş ve hükmüne tâbi olmuş demektir. Binaenaleyh bu suretle, görevi
kabul sorumluluğu, doğrudan ahkâmı yürütme sorumluluğuna râci o-lur. Talep
meselesine gelince, fıkhı şudur: Ehil olmayanlara, görev haramdır, görev
vermek de haram, istemek de, kabul etmek de haramdır. Ehil olanlara ise, kabul
caiz, talep mekruhtur. Ancak o işe ondan başka ehil kimse bulunmadığı belli
olmuşsa o vakit talep vacip bile olur. İşte bir peygamber olan Hz. Yusuf
(a.s.|, Allah tarafından görevlendirilmiş olduğu şer7! ahkâmı uygulamak, hak ve
adaletin icrasına bir vesile bulmak İçin, bu talep ile, o vecibenin ifasına
koşmuştur.” (Hak Dini, V, 58-59).
Konuyu geniş bir
şekilde ele alan Mevdûdî, ilgili âyette gündeme gelen önemli sorulara cevap
aramıştır: Onun tespitine göre ilk soru, Hz. Yusuf (a.s.)’ın krala yaptığı
teklifin mâhiyeti hakkındadır. Ona göre, bu talep ve kabul, öncesi olmayan bir
iş değil aksine, tevazuda, doğrulukta, önsezide, iffette, güvenilirlikte, zekâ
ve anlayışta kendisini ispat etmiş ve üike kaynaklarının tasarruf ve korunmasında
eşsizliğini ortaya koymuş bir şahsın talebi; ve onun bütün bu kabiliyetlerini
devlet erkanıyla birlikte yakından müşahede etmiş bir hükümdarın kabulüdür.
İkinci soru, Hz. Yusuf
(a.s.)’m üslendiği görevin ne olduğudur. Mevdüdî, ona verilen görevin, bîr
Maliye bakanlığı, Hazine müsteşarlığı veya Kıtlık dönemi danışmanlığı türünden
bir memuriyet değil, tüm yönetimin ellerine teslim edildiği mutlak bir otorite
olduğuna inanır. Ona göre, Yusuf süresinde onun tahta oturması ve kendisine
meliklik verdiği için Allah’a şükretmesi (âyet.lOl), yine kendisine melik
denmesi (âyet, 72), ülkede tam tasarruf sahibi olduğunun ifade edilmesi (âyet,
56 }, bunu açıkça gösterir. Tevrat ve Talmud’taki bâzı bilgiler de bunu
destekler.
Üçüncü bir soru, Hz.
Yusuf (a.s.)’m hedefi hakkındadır. Hizmetlerinden maksadı, küfür ehline ait
bir devletin kanunlarına tabi olmak ve onları güçlendirmek midir, yoksa yürütme
gücünü kullanarak dinini hayatın tüm safhalarına hâkim kılmak mıdır? Bu soruya
en güzel cevabın ünlü müfessir Zemahşeri tarafından verildiğini söyler ve onun
şu sözlerini aktarır: “Hz. Yusuf (a.s.) ülkenin kaynaklarını benim
tasarrufuma verin şeklindeki teklifini yaptığı zaman onun niyeti, Allah’ın
hükümlerini yürürlükte kılmak, hak ve adaleti tesis etmek ve tüm peygamberler
gibi görevini icra etmek üzere iktidar fırsati kollamaktı. Yoksa, tahta
geçmeyi, salta
nat
sürmek sevdası için yahut dünyevî arzularım ve hırslarım tatmin için istememişti.
Böylece bir talepte bulundu; çünkü bu işi icra edebilecek bir başkasının bulunmadığım
gayet iyi biliyordu.” {Geniş bilgi İçin bkz. Tefhim, II, 471-473; ayrıca
bkz. Şevkânî, Tefsir, III, 35).
[38] Yusuf sûresi, 12/54-57.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 331-336.
[39] Yusuf sûresi, 12/58-62. Tevrat, Kur’â-ı-ı Kerim’den
farklı olarak, Hz. Yusuf (a.s.)’ın huzuruna giren kardeşlerinin, onun önünde
yere kapandıklarını, Hz. Yusuf (a.s.)’m ise onları azarlayıp onları
memleketinin çıplaklığını görmek üzere gelen casuslar olmakla suçladığını, bu
suçu reddetmelerine rağmen onları suçlamaya devam ettiğini bildirir. Ayrıca
Firavun adına yemin ederek, küçük kardeşlerini getirmedikleri takdirde
Mısır’dan ayrılmalarına izin vermeyeceğini söylediğini ve İçlerinden birini
rehin olarak yanında alıkoyduğunu zikreder (Tekvin, 42/1-25).
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 336-338.
[40] Bu konudaki görüşler için bkz. Taberi, Tarih, 1, 180;
Kurtubî, Tefsir, IX, 226-229; İbn Kesir, Tefsir, IV, 38; Kasasu’l-enbiyû, I,
295; Salebİ,131; Mevdûdî, Tefhim, II, 479 ; Ateş, Tefsir, III, 1344.
[41] Yusuf sûresi, 12/63-68. Buradaki son âyette
“insanların çoğunun bilmediği şeklinde ifade edilen husus, Hz. Yakub
(a.s.)’m “tedbir ile Allah’a tevekkül” asasında kurduğu dengedir. O,
Allah’ın kendisine verdiği gerçek bilgi sayesinde akl-ı selimin gerektirdiği
bütün tedbirlere başvurmuş; önceden Hz. Yusuf (a.s.)’a yaptıklarını
hatırlatarak, onları Bünyamin hakkında aynı şeyi yapmaktan sakındırmış ve onu
koruyacaklarına dair kesin bir söz almıştır. Aynı şekilde tehlikeye mâruz
kalmamaları için Mısır’a ayn kapılardan girmelerini emretmiştir. Sonra da Allah’a
tevekkül etmiş, bir taraftan kula düşenin tedbir almak olduğunu hatırlatmış,
diğer yandan da hiçbir beşerî gücün Allah’ın takdirini değiştiremeyeceğini,
gerçek himayenin ancak Allah’ın himayesi olduğunu ve O’na sığınmak gerektiğini
açıklamıştır.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 338-340.
[42] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan
Yayınları:
[43] Taberî, Tarih, I, 182.
[44] Kardeşlerinin, Hz. Yusuf (a.s.J’ın da önceden
hırsızlık yaptığını söylemesini, ona yapılmış bir iftira olmayıp, çocukluğunda
yaptığı küçük bir hırsızlığa işaret olarak düşünenler olmuştur. Bu konuda
aktarılan rivayetlerde, onun çocukluğunda anne tarafından dedesine ait bir putu
çalıp kırdığından veya ondan ayrılmak istemeyen halasının onu kendisine köle
edinmek maksadıyla, Hz. İshak (a.s.)’dan kalma kuşağı Hz. Yusuf (a.s.)’m beline
bağlayıp, daha sonra da onu kuşağı çalmakla itham ettiğinden ve şeriatları
gereğince onu köle edindiğinden bahsedilmiştir (Bu rivayetler için bkz.
Taberî, Tarih, I, 170, 182; Kurtubî, Tefsir, IX, 239; İbn Kesir, Tefsir, IV,
40-41 ).
[45] Elmalıh, burada Allah tarafından Hz. Yusuf (a.s.)’a
öğretilen tedbir hakkında şöyle der: “Yani Yusuf için bu acîb tedbiri
Allah takdir ve tertip etti, ona, onu Allah vahiy ve talim eyledi de kardeşini
alıkoymak için fetvasını kardeşlerine verdirdi ve bu suretle babasının
şeriatını Mısır’da tatbik yolunu açtı. Allah bir şeyi murad edince, sebeplerini
hazırlar. Onun için bir taraftan Yusufa O şekli talim edip kardeşlerinin
hakemliğine müracaat ettirdiği gibi diğer taraftan kardeşlerine de İşi
sezdirmeyerek ol veçhile cevap ve hüküm verdiriverdi.” (Hak Dini, V, 78).
[46] Yusuf suresi, 12/69-82. Tevrat’ta, bu ikinci gemlen
masında kardeşinin Bunyanuni aJmadan gûmeme hususundaki ararları üzerine,
kimliğini açıklayan ve onlara kırgm ohnadığmı söyleyen Hz. Yusuf (a.s.)’m,
kralın da bilgisi dahilinde, babasın, ve ailesini M.sır’a getirmeleri için
arabalar gönderdiği söylenir (Tekvin, 45-47.)
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 341-344.
[47] Yusuf sûresi, 12/83-87.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 344-345.
[48] Yusuf sûresi, 12/87-93.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 345-347.
[49] Yusuf sûresi, 12/94-98. Tevrat’a göre, oğuiianmn
kendisine Hz. Yusuf (a.s.)’m yaşadığını ve Mısır ülkesinin hâkimi olduğunu
söylemeleri üzerine, Hz. Yakub (a.s.), onlara inanmamış, aksine gönlünü
bayıltıcı bir keder kaplamıştır. Ancak Hz. Yusuf (a.s.)’ı getiren kervanı
görünce sevinmiştir (Tekvin, 45/26-27).
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 347-348.
[50] Onların şeriatinde insan İçin secdeye kapanmanın caiz
olduğunu bildiren rivayetler de nakledilmiştir (bkz. İbn Kesir, Tefsir, İV,
50). Yine, İbn Abbas’tan, önünde secdeye kapanılan şahıs için kullanılan
“O” zamiriyle Allah’ın kastedildiği; çünkü bir peygamberin, anne ve
babasının kendi önünde secde etmelerine izin vermesinin peygamberlere yakışan
bir Ö2ellik olmadığı şeklinde görüş nakledilmiştir (Râzi’nin İbn Abbas’tan
naklettiği bu rivayet için bkz. Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı, 479
[51] Yusuf sûresi, 12/99-101.
[52] Kurtubî, Tefsir, IX, 268.
[53] Göst. yer.
[54] Mevdûdî, Tefhim, II, 493.
[55] Çıkış, 12/37-38.
[56] Sayılar, 15/15-16.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 348-351.
[57] Tekvin, 41/45-50.
[58] Bkz. Taberi, Tarih, I, 178; İbn Kesir, Tefsir, IV, 34;
Salebi, 128. Kurtubî, onun çocukları hakkında bilgi verirken, iki oğlu ve bir
kızının İsimlerini vermiş; ancak onların annelerinden bahsetmemiştir (Tefsir,
9, 270). Bunun sebebi, Hz. Yusuf ;î
(a.s.)’m hanımı hakkındaki rivayetlere güvensizlik olmalıdır.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 351.
[59] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan
Yayınları: 351-352.
[60] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan
Yayınları: 352.
[61] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan
Yayınları: 352-353.
[62] Yusuf süresi, 12/102-107.
[63] İbn Kesir, Tefsir, IV, 61.
[64] Yusuf sûresi, 12/110-111.
[65] En’am sûresi, 6/84
[66] Mü’min sûresi, 40/34
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 353-355.