68. HUDEYBÎYE’DEN SONRA
Beni Sakîf’li Ebu
Beşir, ailesi Taif’ten göçüp Beni Züh-re’nin müttefikleri olarak Mekke’ye
yerleşmiş olan genç bir adamdı. Ebu Beşir tr.) Müslüman olmuş ve ailesi de onu
hapsetmişti. Fakat o yürüyerek Medine’ye kaçmayı başarmış ve Peygamber
(s.a.v.) Hudeybiye’den döndükten kjsa bir süre sonra Medine’ye ulaşmıştı. Onun
arkasından, kaçağın kendisine teslim edilmesini isteyen bir Kureyş’li elçi
geldi. Peygamber ts.a.v.) Ebu Beşir fr.î’e de Ebu Cendel (r.)e söylediklerinin
aynısını söyledi. Ve anlaşmaya uyarak kendisini elçiye teslim etmek zorunda
olduğunu belirtti. Ömer ve diğer Sahabe şimdi anlaşma maddelerine biraz razı
olmuş görünüyorlardı. Bu nedenle Kureyş’in adamı ve yanındaki azatlı köle Ebu
Beşir’i götürürken orada bulunan Ensar ve Muhacirler hep bir ağızdan: «îyi şanslar
Allah muhakkak sana bir çıkış yolu gösterecek» dediler.
Onların bu ümitleri
beklediklerinden daha kısa bir sürede gerçekleşti. Ebu Beşir gençliğine rağmen
çok güçlü bir adamd.’. ve ilk konakta elçinin kılıcını alıp onu öldürmeyi başardı.
Bunun üzerine azatlı köle ismi Kevser doğruca Medine’ye kaçtı. Karşı
konulmaksızın Mescid’e girdi ve kendini Resuhıllah’ın ayaklarına attı. O
yaklaştığında Peygamber (s.a.v.): «Bu adam çok korkunç bir şey görmüş» dedi.
Kevser hemen, arkadaşının öldürüldüğünü ve kendisinin de ölümden kurtulduğunu
anlattı. O sırada
Ebu Beşir elinde
kılıcıyla göründü. «Ey Allah’ın Peygamberi» dedi, «sen görevini yaptın. Beni
onlara gönderdin. Allah da beni serbest bıraktı.» Peygamber (s.a.v.) «Annesine
yazık!»[1] dedi.
«Savaş için ne güzel bir meşale. Keşke onun yanında başkaları da olsaydı!»
Kureyş onun için başka elçiler gönderirse, bir önceki sefer olduğu gibi yine
onu teslim etmek zorundaydı. Ancak böyle bir düşünce Ebu Beşir (r.)’in
kafasından uzaktı. O öldürdüğü adamm silahlarının, zırhının ve devesinin
ganimet olduğunu ve kanına uygun olarak beşe bölünüp paylaştırılması gerekti
ğini düşünüyordu. «Eğer böyle yaparsam» dedi, Peygamber (s.a.v.): «Onlar beni
yeminime uymamakla suçlarlar.» Daha sonra çok korkan Mekkeli azatlı köleye
döndü ve «Arkadaşından alman mallar senin kontrolündedir. Bu adamı da, seni
gönderen adamlara götür» dedi. Bunu duyan Kevser sarardı ve «Ey ^Muhammed, ben
hayatıma değer veririm. Benim gücüm onun için yeterli değil ve ben iki kişinin
yerini tutamam» dedi. Müslümanlar görevlerini yapmışlar fakat Mekke’nin
temsilcisi mahkumu götürmek istememişti. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Ebu
Beşir’e döndü ve: «Nereye İstersen git» dedi.
Ebu Beşir: «Keşke onun
yanında başkaları da olsaydı» sözleri kulaklarında çınlayarak Kızıl Deniz
sahillerine doğru gitti. Bu sözlerdeki emir ve tavsiye niteliğini anlayan tek
kişi o değildi. Ömer (r.) de bunu anlamış ve Mekke’deki diğer Müslümanlar’a
Peygamber (s.a.v.)’in bu sözlerini ve Ebu Beşir’in nerede olduğu haberini
ulaştırmıştı Onun nerede olduğunu Medine’ye gelen dost sahil kabilelerin
birinden haber almıştı. Süheyl’in oğlu Ebu Cendel tr.) yeni koruyucuları
tarafından artık sıkı bir şekilde kontrol edilmiyordu. Bir de tüm Mekke’de
Müslüman gençlere edilen dikkat konusunda genel bir yumuşama görülüyordu.
Çünkü Muhammed (s.a.v.), onlar Medine’ye kaçarsa sözünde durup onları geri göndereceğini göstermişti. Bu gevşemeden
yararlanan Ebu Cendel ve diğer gençler bir yolunu bulup Ebu Beşir’in yanma
kaçtılar. Bunların arasında Halid’in kardeşi Velid de vardı. Ebu Beşir onlarla
birlikte Mekke’den Suriye’ye giden kervan yolu üzerindeki stratejik bir
noktaya kamp kurdu. Onlar Ebu Beşir tr.)’i lider olarak kabul ediyorlardı.
Namazları o kıldırıyor, ibadetleri ve diğer dini konularda ona danışılıyordu.
Çünkü onların çoğu yeni Müslüman olmuştu ve birşey bilmiyorlardı. Kureyşlîler
kuzeye giaen yolun tekrar güvenilir hale gelmesine seviniyorlardı. Fakat Ebu
Beşir’in kampına yetmiş kadar genç adam katılmıştı ve bunlar kervanlar için
tehdit oluşturuyordu. Kureyşliler birçok adam ve mallarını kaybettikten sonra,
Peygamber (s.a.v.)’e bu adamları toplumuna kabul etmesini rica eden bir mektup
gönderdiler. Onîann geri döndürülmesini istemeyeceklerine de söz verdiler.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Ebu Beşir’e taraftarlarıyla birlikte
Medine’ye gelebileceğini haber veren bir mektup gönderdi. Fakat o sırada genç
lider çok hastaydı ve mektup ona ulaştığında ölümün eşiğindeydi. Mektubu
okudu ve elleri arasında tutarak öldü. Arkadaşları onun cenaze namazım kıldılar
ve onu gömdüler. Gömüldüğü yere de bir mescid yaptılar. Daha sonra Peygamber
(s a.vJ’Ie buluşmak üzere Medine’ye gittiler[2].
Kayalıklara
ulaştıklarında Velid’in devesi tökezledi ve onu yere düşürdü. Velid düşünce
parmağını keskin bir kayaya kestirdi. Parmağı alıp fırlatırken şöyle dedi:
«Sen kanayan bir
parmaktan başka nesin? Allah yolunda başka hiçbir yara almadın.»
Fakat kesik parmak
mikrop kaptı ve Ölümcül bir yara haline geldi. Bununla birlikte Velid (rj
ölmeden önce ağabeyi Halid’e onu fslâm’a davet eden bir mektup yazmayî başardı.
O sıralarda Mekke’den
sadece bir tek kadın kaçıp Medine’ye sığınmıştı. O da Osman’ın üvey kardeşi,
yani annesi Erva ile Bedir’den dönüşte öldürülen Ukbe’nin kızları olan Ümmü
Gülsüm idi. Fakat artık mü’min kadın-lann kâfirlere döndürülm esini yasaklayan
bir âyet inmişti. Bu nedenle, iki öz erkek kardeşi Ümmü Gülsüm’ü geri
götürmeye geldiklerinde Peygamber (s.a.v.) onu bırakmadı. Kureyşliler de bunu
fazla karşı çıkmadan kabul ettiler. Çünkü anlaşmada kadınlardan hiç
bahsedilmiyordu. Daha sonra Zeyd (r.) Zübeyr (r.) ve Abd’ur-Rahman îbn Avf (r.)
onunla evlenmek istediler. Peygamber (s.a.v.) ona Zeyd’le evlenmesini tavsiye
etti. O da bu tavsiyeyi kabul etti.
Anlaşma yapıldıktan
bir ay sonra Aişe (rJ ve babası kısa bir süre sonra sevince neden olacak olan
büyük bir üzüntü yaşadılar. Ümmü Ruman (r.) hastalandı ve öldü Onu Baki’
mezarlığına gömdüler. Peygamber (s.a.v.) onun cenaze namazını kıldı ve mezarına
indi. Onun ölüm haberi Mekke’ye ve oğlu Abdu’l-Kâ’be’ye de ulaştı. Bu üzüntü
Abdu’l-Kâ’be’ye, uzun süreden beri düşündüğü birşeyi uygulama olanağı verdi.
Annesinin ölümünden kısa bir süre sonra Medine’ye geldi ve Müslüman oldu. Biat
ettiğinde Peygamber (s.a.v.) ona
Abdurrahman adını verdi.
Abdurrahman, o dönemde
Müslüman olan tek kişi değildi. Haftalar ve aylar geçince Kur’an’m bu
anlaşmayı neden apaçık bir zafer diye nitelediği açıklığa kavuşuyordu. Artık
Mekke’ii ve Medine’Iiler barış içinde buluşup, serbestçe birbirleriyle
konuşabiliyorlardı*. Anlaşmadan son raki iki yıl boyunca îslâm toplumu iki
katma çıktı.
Hacıların dönmesinden
kısa bir süre sonra herkesi sevindiren bir âyet nazil olmuştu:
«Belki Allah, sizlerle
onlardan kendilerine karşı düşmanlık beslemekte olduklarınız arasında bir
sevgi bağı kılar.» (Mvmtahine: 7).
Bu sözler, gün
geçtikçe artan ihtidaları kastediyordu. Bazılarına göre de bu âyet Peygamber
(s.a.v.) ‘le Kureyş liderlerinden biri arasında gelişen yakın ilişkiyi
kastediyordu.
Hudeybiye’den birkaç
ay önce Habeşistan’dan Pey-gamber’in kuzeni Ubeydullah İbn Cahş’m Ölüm haberi
gelmişti. O, îslâm’a girmeden önce hristiyandı ve Habeşistan’a hicret
ettikten kısa bir süre sonra tekrar hristiyan-hğa dönmüştü. Bu, Müslümanlıkta
karar kılan ve Ebu Süfyan’ın kızı olan karısı Ümmü Habibe’yi çok üzmüştü
Kocasının ölümünden dört ay sonra Peygamber (s.a.v.) Necaşi’ye kendi adına Ümmü
Habibe (rJ ile arasında nikâh kıymasını rica etti. Peygamber (s.a.vJ Ümmü
Habibe (r ) -ye direkt olarak fikrini sormamıştı. Fakat Ümmü Habıbb (rJ
rüyasında kendisine birisinin gelip «mü’minlerin annesi» diye hitap ettiğini
görmüş ve bunun Peygamber t s a.v.)in eşi olacağına işaret ettiğini tahmin
etmişti. Ertcii gün, rüyasını doğrulayan Necaşi’nin teklifini aldı. Bunun
üzerine en yakın akrabası olan Halid îbn Said’i vekil olarak seçti. Necaşi’
de, Cafer (r.)’in de içlerinde bulunduğu bir grup Sahabe huzurunda nikâhı kıydı.
Daha sonra Ne caşi, sarayında ilk düğün yemeği verdi ve bütün Müslümanları
davet etti.
Peygamber (s.a.v.)
Cafer (rJ’e de artık gelip Medine’de 3*aşayabüeceklerini bildiren bir mektup
gönderdi. Cafer (rJ, hemen yol hazırlıklarına başladı. Necaşi onlara yolculukta
kullanmak üzere iki bot verdi. Ümmü Habibe’nın de onlarla birlikte gitmesine
karar verildi. Medine’de de onun için bir ev yapılmaya başlanmıştı.
Necaşi, o dönemde
Peygamber’in mektup gönderdiği tek kral değildi. Hendek’te o büyük kayayı
parçaladığında, ilk vuruşunda ortaya çıkan ışıkla Yemen kalelerini görmüştü.
Üçüncü ve son vuruşunda çıkan ışıkla da Me-dain’deki Kisra’nm beyaz sarayını
görmüştü. îslâm imparatorluğunun ileride*buralara dek yayılacağına işaret eden
bu iki ışık arasında bir ilişki vardı. Çünkü Yemen o zamanlar îran
kontrolündeydi. Peygamber (s.a.v.) îran kra İma kendi Peygamberliğini ilan eden
ve îslâm’a çağıran bir mektup gönderdi. Belki bu mektubu yazarken büyuK
ümitleri yoktu. Fakat yine de başka bir girişimde bulunmadan Önce ona seçme
hakkı tanımak istemişti.
Bu ûç ışıktan ikincisi
ile Suriye kalelerini görmüş ve buradan da İslâm’ın, oralara ve daha da batıya
yayılacağını anlamıştı. Bu nedenle İran kiralına yazdığı mektuba benzer bir
mektup da Roma İmparatoru Herakliyus’a yazdı. Bu mektubu Suriye yöneticisi
aracılığıyla gönderdi. Buna benzer bir mektup da İskenderiye’ye, Mısır Kralı
Mu-kavkıs’a gönderildi.
O sırada Kisra başka
kaynaklardan Medine’nin gün geçtikçe güçlenen Arap kralının Peygamber Cs.a.v.)
olduğunu iddia ettiğini duymuştu. Bu nedenle Yemen’deki va lisi Bâzân’ı,
Muhammed Is.a.vJ’le ilgili ayrıntılı bilgi top laması için görevlendirdi.
Bâzân, Medine’ye, etrafı gözlemeleri için iki elçi gönderdi. İki elçi İran’da
yaygın olan bir geleneğe uyarak sakallarını traş edip bıyıklarını uzatmışlardı.
Onların görünüşü Peygamber (s.a.v.)’e garip geldi ve: «Size böyle yapmanızı
kim emrediyor?» dedi. Onlar da Kisra’yı kastederek «Rabbimiz» dediler.
Peygamber (s.a.v.): «Benim Rabbim, sakalımı uzatmamı ve bıyığımı ki saltmamı
emrediyor» dedi. Daha sonra onları, yarın gelmelerini söyleyerek gönderdi. O
gece Cebrail geldi ve Peygamber (s.a.v.)’e İran’da ayaklanma olduğunu,
Kisra’nm öldürülüp yerine oğlunun geçtiğini haber verdi. Elçiler geldiğinde bu
haberi onlara ulaştırdı ve onlara bu haberi Yemen valisine ulaştırmalarını
emretti. «Ona benim dinimin ve İmparatorluğumun Kisra krallığının ötesine
ulaşacağım söyle, ona benden bunu ilet: islâm’a gir, sahip olduğun şeylerde
seni destekleyeyim ve seni Yemen halkına kral tayin edeyim.»
Elçiler ne
düşüneceklerini bilemeden San’a’ya döndüler ve mesajı Bâzân’a ulaştırdılar. O
«Ne olduğunu göreceğiz. Eğer söyledikleri doğruysa o gerçekten Allah’ın gönderdiği
bir Peygamber» dedi. Fakat O, iran’da neler olduğunu anlamak üzere bir elçi
göndermeye fırsat bulamadan, yeni Şah olan Siroes’in bir adamı geldi. Yeni
Şah’m onlardan bağlılık istediği haberini getirdi. Bâzân ona cevap vereceği
yerde İslâm’a girdi. Yanındaki iki elçi-ve diğer iranlılar da
Müslüman,oldular. Daha sonra Medine’ye haber gönderdi, Peygamber (s.a.v.) de
ona Yemen’i yönetme görevini verdi. Bu, Hendek’te gördüğü ilk ışığın va’dinin
yerine geldiğini gösteriyordu.
Peygamber (s.a.v.) ‘in
mektubu Medain’e Kisra’nm ölümünden sonra ulaştı. Bu nedenle mektubu ondan sonra
gelen Şah okudu ve yırttı. Peygamber s.a.v.) bunu haber alınca «Ya Rabbi, aynı
şekil de sen de onun krallığını parçala» dedi.
Hacılar döndükten
sonraki ilk haftalardan birinde Peygamber’in (s.a.v.) hayatına, şimdiye kadar
hiç kullanılmayan bir silahla saldırıldı. Arabistan’daki yahudiler arasında
her nesilde büyücülüğü bilen bir iki kişi olurdu. Bunlardan biri olan ve bu
ilmin kendisi ile birlikte ölmesini İstemeyerek kızlarına da öğreten Lebid
adında bir yahudiy-di. Lebid, Peygamber (s.a.vj’e öldürücü bir büyü yapması
için büyük bir rüşvet almıştı. Bu amacını yerine getirebilmesi için onun bir
tutam saçına ihtiyacı vardı. Bunu da kızlarından biri, masum bir kişiyi
kullanarak elde etti. Labîd saça on bir düğüm attı, kızları da her düğüme bir
şeyler üflediîer. Daha sonra bunu, üstünde polen tozu kılıfları bulunan dişi
bir hurma filizine bağladı ve derin bir kuyuya attı. Büyü ancak düğümlerin
açılmasıyla çözülebilirdi.
Peygamber (s.a.v.)
kısa bir süre sonra bîr şeylerin kötüye gittiğini anladı. Bir taraftan
hafızası zayıflıyor, diğer taraftan yapmadığı şeyleri yapmış gibi hayal
ediyordu. Yamsira çok zayıflamıştı ve’ yemek sunulduğunda kendisinde
yiyebilecek gücü bulamıyordu. Kendini iyileştirmesi için Allah’a dua ediyor ve
uykusunda biri başında, diğeri ayağında iki kişinin oturduğunu farkediyordu.
Peygamber (s.a.v.), onlardan birinin diğerine onun hastalığının gerçek
sebebini, anlattığını ve kuyunun adını verdiğini duydu1. Uyandığında Cebrail
geldi ve rüyasını doğrulayarak biri beş, biri altı âyetten oluşan iki sure
getirdi. Peygamber (s.a.v.) Ali (r.)’yi bu sureleri okuması için kuyuya
gönderdi. Her âyette düğümün biri çözüldü ve hepsi çözüldüğünde Peygamber
Cs.a.v.) hem madden hem de manen iyileşmişti[3].
Bu surelerden ilki
şuydu:
«De ki: Sabahın
Rabbine sığınırım,
Yarattığın şeylerin
şerrinden,
Karanlığı çöfetügü
zaman gecenin şerrinden,
Düğümlere üfleyen
kadınların şerrinden,
Ve kased ettiği zaman
kasetçinin şerrinden.» (Felak Suresi}
İkincisi ise şöyleydi:
«De ki: insanların
Rabbine sığınırım,
insanların mâlikine,
insanların (gerçek)
ilahına.
Sinsice kalblere
vesvese »f kuşku düşürüp duran, vesveseci-nın şerrinden
Ki o, insanların
göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar),
Gerek cinlerden,
gerekse İnsanlardan (olan her hannastan Allah’a sığınırım» (Nas Sûresi)[4]
Bu sureler Kur’an’m en
son sureleridir ve kötülüklerden sakınmak için sürekli okunur.
Peygamber (s.a.v.) o
kuyunun doldurulup yanında başka bir kuyunun açılmasını emretti. Kendisine bir
rüşvet karşılığında büyü yaptığını itiraf eden Labid’e haber gönderdi, fakat
pna karşı bir girişimde bulunmadı.