67. «APAÇIK BİR ZAFER»
Osman Cr.) Mekke’de
iken Peygamber (s.a.v.Te vahiy aldığı zamanlara benzer bir hal geldi.
Sahabeden birine emirler verdi, bunun üzerine Sahabe kampın tümünü şunları
söyleyerek dolaştı: «Ruh, Allah’ın Rasulüne geldi ve bağlılık yemini almayı
emretti. Allah adına biat etmek için. gidin»[1] O
sırada Peygamber ts.a.v.) bahar nedeniyle yapraklan yeşermiş olan bir akasya
ağacının altında yerini aldı. Ashab teker teker gelip ona biat etti.
Peygambere (s.a.v.) ilk ulaşan kişi, Cahş ailesiyle aynı kabileden olan yani
Beni Esed Ibn Huzeyme’Ii Sinan oldu .Kampta yapılan çağrı ne üzerine biat
edileceği konusunda bir bilgi vermiyordu. Bu nedenle Sinan: «Sana, senin
nefsinde olan şey üzerine biat ediyorum» dedi. Diğerleri de aynı şekilde biat
ettiler. Daha sonra Peygamber (s.a.v.): «Osman’ın yerine ben biat edeceğim»
dedi ve sol elini damadının eli gibi kabul edip, sağ eli üstüne koyarak biat
etti. Orada bulunanlardan sadece bir kişi çağrıya cevap vermedi. Bu da
devesinin arkasına saklanan fakat, gözden kaçmayan, münafıklardan Cedd îbn
Kays idi.
Kureyşliler Süheyl’i
bir anlaşma imzalamak üzere gönderdiler. Onunla birlikte aynı kabileden, olan
Nikraz ve Huveytib de geldiler. Peygamber (s.a.v.) le tartıştılar. Sahabe
dışarıdan onların seslerinin yükselip alçalmasını dinleyerek, anlaşıp
anlaşmadıklarını anlamaya çalışıyordu. Sonunda bir anlaşmaya vardılar. O zaman
Peygamber (s. a.v.) Ali’ye «Bismillah er-Rahman er-Rahim (Rahman ve Rahim olan
Allah’ın adıyla)» diye başlayarak anlaşma metnini yazmasını söyledi. Fakat
Süheyl karşı çıktı ve «Rah-man’ın ne olduğunu ben bilmiyorum; eğer yazacaksan
Bismik Allahümme (Allahım, senin adınla) yaz» dedi. Sahabeden bazıları:
«Allah’a andolsun Bismillah er-Rahman er-Rahim’den başka birşey yazmayız» diye
bağırdı. Fakat Peygamber (s.a.v.) onları duymazdan geldi ve: «Bismik Allahümme»
yaz dedi Sonra yazdırmaya devam ederek: «Bunlar Allah’ın Rasulü Muhammed ile
Amr’m oğlu Süheyl arasında imzalanan anlaşma maddeleridir» dedi. Fakat Süheyl
yine karşı çıktı. «Eğer senin Allah’ın Rasulü olduğunu kabul etseydik, senin
Kâ’be’ye girmeni engellemezdik ve seninle savaşmazdık. Bu nedenle Abdullah’ın
oğlu Muhammed yaz» dedi. Ali (r.) «Allah’ın Rasulü* ibaresini henüz yazmıştı.
Peygamber (s.a.v. ondan bu kelimeleri silmesini istedi. Fakat Ali (r.) bunu
yapamayacağım söyledi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona, kendi
parmaklarını bu kelimeler üstüne koymasını söyledi ve bu kelimeleri kendi
eliyle sildi. Daha sonra onların yerine «Abdullah’ın oğlu» sözünü yazdırdı.
Metin şöyle devam
ediyordu: «Onlar on yıl boyunca savaş yükünü kaldırdılar. Bu süre içinde
insanlar güvenlikte olacak ve birbirlerine saldırmayacaklar. Şu şartla ki, velisinin
izni olmadan Kureyş’ten Muhammed (s.a.v.)’e gelen kişiyi, Muhamed (s.a.v.) geri
gönderecek; fakat Muhammed (s.a.v.)’le birlikte olanlardan biri Kureyş’e
sığınırsa o geri gönderilmeyecek. İhanet ve kaçamak yapılmayacak Kim
Muhammed’tn tarafına geçmek isterse geçebilir, kim de Kureyş’in tarafına geçmek
isterse geçebilir.» O sırada kampta hacıları ziyaret etmek için gelmiş olan
Huzaa’lı birkaç lider vardı. Bekr kabilerinin bir iki temsilcisi de Süheyl ile
gelmişlerdi. Anlaşma metnine bu cümleler yazdırılınca Huzaa’lılar ayağa
kalkıp: «Anlaşmasında biz Muhamed (s.a.v.).le birlikteyiz» dediler. Bunun
üzerine Bekr’in adamları: «Biz de anlaşma ve taraflarında Kureyş ile
beraberiz». Hemen sonra bu anlaşmayı iki kabilenin de reisleri imzaladı.
Anlaşma şu cümlelerle bitiyordu: «Sen, Muhanımed, bu yıl bizden ayrılacaksın ve
bizim varolmamıza rağmen Mekke’ye girmeyeceksin. Fakat gelecek yıl biz
Mekke’den çıkacağız ve sen arkadaşlarınla gireceksin. Orada üç gün
kalacaksınız, yolcu silahlarından başka silah taşımayacaksınız ve kılıçlarınız
kınında olacak.»[2]
Peygamber (s.a.v.)’in
vahye yakın bir rüya görüp arkadaşlarından biat alması, arkadaşlarını bu
seferin başarılı olduğu düşüncesine götürdü. Fakat anlaşma maddelerini
duyduklarında ve haram bölgeye bu kadar yaklaştıktan sonra bir şey elde
edemeden geri döneceklerinin farkına vardıklarında, buna dayanamayacaklarını
hissettiler. Ama daha da kötüsü geliyordu: onlar ölüm sessizliği içinde
otururken zincir sesleri duyuldu ve kampa ayakları zincirli genç bir adam
girdi. Bu Süheyl’in küçük oğullarından biri olan Ebu Cendel idi. Babası onu
Müslüman olduğu ve Medine’ye kaçmasından korktuğu için hapsetmişti. Ebu
Cendel’in ağabeyi Abdullah hacılar arasındaydı ve kardeşini karşılamak
üzereydi. Fakat o sırada Süheyl mahpusun boynuna takılı- olan zinciri tuttu ve
sertçe suratına vurdu. Daha sonra Peygamber (s.a.v.)’e döndü ve: «Bu adam
gelmeden önce anlaşma imzalanmıştı» dedi. Peygamber (s.a.v.): «Evet, doğru»
dedi. Süheyl: «O halde onu bize iade et» dedi. O sırada Ebu Cendel sesinin
çıktığı kadar: «Ey Müslümanlar,» diye bağırdı, «bana dinimden ötürü işkence
yapacak olan putperestlere mi döndürülmeli-yim?» Peygamber (s.a.v.) Süheyl’i
kenara çekti ve onu serbest bırakmasını rica etti. Fakat Süheyl bu öneriyi kabul
etmedi. Yanındaki elçiler, Mikraz ve Huveytib, o zamana kadar sessiz
kalmışlardı. Fakat bu meselenin anlaşmaya kötü bir başlangıç olacağını
sezdiklerinden, olaya müdahale ettiler. -Ey Muhamed, senin yerine onun korumasını
üzerimize alıyoruz» dediler. Bu, Ebu Cendel’in babasından. ayrılıp onların
yanında yaşayabileceği anlamına geliyordu. Mikraz ve Huveytib sözlerinde
durarak Ebu Cendel (rj’i yanlarına aldılar. Peygamber (s.a.v.). «Sabırlı ol,
Ebu Cendel, Allah muhakkak sana ve seninle birlikte olanlara bir yol ve
kurtuluş gösterecektir. Biz bu insanlarla bir anlaşma imzaladık ve onlara söz
verdik. Onlar da bize söz verdiler. Şimdi sözümüzden dönemeyiz» dedi.
îş bu noktaya gelince
Ömer, ( kendisini tutamadı. Ayağa kalkarak Peygamber (s.a.v.) ‘e gitti ve: «Sen
Allah in Peygamberi değil misin?» dedi. Peygamber (s.a.v. «Evet» dedi. Ömer: «O
halde neden dinimizin şerefini bu kadar düşürüyoruz?» dedi. Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v.) «Ben Allah’ın Rasulüyüm ve ona karşı gelemem. O bana zafer
verecek» dedi. Ömer: «Fakat sen bize Kâ’be’ye gidip onu tavaf edeceğimizi
söylememiş miydin?» diye ısrar etti, «Evet, Öyle» dedi Peygamber (s.a.v.)
«Fakat ben size bu yıl gideceğimizi söylemiş miydim?» Ömer, böyle bir söz
vermediğini söyledi. «Muhakkak Kâ’beye gideceksiniz» dedi. Peygamber (s.a.v.),
«Ve onu tavaf edeceksiniz». Fakat Ömer (rJ, hâlâ inatçılıkta ısrar ediyordu.
Duygulannı anlatmak üzere Ebu Bekir (r.)’e gitti. Ona da Peygamber (s.a.v.)’e
sorduğu soruların aynılarını sordu. Fakat Ebu Bekir Peygamber (s.a.v.)’in
cevaplarım duymamış olmasına rağmen her soruya aynı cevapları verdi. Ebu Bekir
(r.) sonunda: «Git ve onun Özengisine yapış, çünkü o doğru söylüyor» dedi. Bu
sözler, duygularını tamamen ortadan kaldırmamasına rağmen, Ömer’i etkiledi. Bu
nedenle daha ileri gitmedi ve «Peygamber (s.a.v.) ona anlaşmayı imzalamasını
söylediğinde sessizce imzaladı. Peygamber (s.a.v.) Süheyl’in oğlu Abdullah’a da
anlaşmayı imzalamasını söyledi. Anlaşmada imzası olan diğer Müslümanlar Ali,
Ebu Bekir, Abd er~Rahman Ibn Avf ve Mahmud îbn Mesleme idi.
Kampı kaplayan genel
üzüntü biraz geçmiş gibiydi Fakat Süheyl ve yanındakiler Ebu Cendel (r.)’i de
beraberinde götürerek kampı terkettiklerinde adamların duyguları tekrar
kabardı. Peygamber (s.a.v J anlaşmayı imza
Sayanlarla birlikte
biraz ötede oturuyordu. Onların yanından ayrılıp hacıların çoğunlukta olduğu
yere doğru ilerledi. «Kalkın ve kurbanlarınızı kesin» dedi, «ve başlarınızı
tıraş edin». Hiç kimse yerinden kımıldamadı. Peygamber Cs.a.v.) sözlerini
ikinci ve üçüncü defa tekrarladı, fakat oradakilerde hiçbir hareket yoktu.
Şaşkın bir halde ona bakıyorlardı. Bunu ona karşı geldikleri için yapmıyorlardı.
Fakat olaylar beklentilerinin tersine geliştiği ve şimdi de normalde doğru
olmayan bir şey kendilerine emredildiği için çok şaşırmışlardı. Çünkü
İbrahim’in gelene ğine göre kurbanlar haram bölgede kesilmeliydi. Aynı şey başı
traş etmek için de geçerliydi. Yine de bu itaatsizlik Peygamber’i çok üzmüştü.
Peygamber (s.a.v.) çadırına girdi ve Ümmü Seleme’ye olanları anlattı. O: «Git
ve hiçbir şey söylemeden kurbanını kes» dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.)
nişanladığı devesini kurban etti. Kurbanı kestiği sırada adamların duyabileceği
bir sesle: «Bismillah, Allahu Ekber» dedi. Bu sözleri duyunca hacılar hep
birden ayağa kalktılar ve kurbanlarını kesmede yarış ettiler. Emre uymak için
birbirlerini itiştiriyorlardı. «Peygamber Cs. a.v.) Hiras’ı Osman’dan önce
Mekke’ye elçi olarak gönderdiği Huza’a’ adam başını traş etmesi için çağırdığında
arkadaşları hemen birbirlerinin başını traş etmeye başladılar. Ümmü Seleme (r.)
daha sonraki yıllarda, «o denli hızlı traş ediyorlardı ki birbirlerini
yaralamalarından korktum» derdi. Fakat bazıları sadece saçlarının ucunu
kestiler. Çünkü traş yerine bunun da geçerli olduğunu biliyorlardı. O sırada
Peygamber (s.a.v.) Hiras’la birlikte çadıra girdi. Bu görevi yerine getirdikten
sonra başı traş-h bir halde çadırın önüne çıktı ve «Allah başlarını traş
edenlere merhamet etsin!» dedi. Bunun üzerine saçlarını kesenler: «Ey Allah’ın
Rasulü, saçlarını kesenlere de!» diye karşı çıktılar. Fakat Peygamber (s.a.v.)
yine İlk söylediğini tekrarladı. Bunu protesto eden sesler yükseldi. Bir kez
daha aynı şeyi tekrarlayıp, protesto sesleri yükseldikten sonra: «Ve saçlarım
kesenlere de!» dedi. Daha sonraları neden sadece başlarını tıraş edenler için
dua ettiği sorulduğunda: «Çünkü onlar hiç şüphe etmediler» cevabını verdi.
Peygamber s.a.v
çadırına dönüp yerden kesilmiş siyah saçlarını aldı ve yakındaki bir mimoza
ağacına doğru fırlattı. Bunun üzerine adamlar, saçlardan biraz alabilmek için
ağacın etrafına üşüştüler. Nuseybe Cr.) de erkeklerden geri kalmadı ve ağacın
yanına yaklaşıp bir İki perçem aldı. Bu saçları öldüğü güne kadar kıymetli bir
hazine gibi sakladı.
Kampın zemini traş
olan hacıların saçlarıyla kaplanmıştı. Fakat kampta birden bire bir rüzgâr
çıktı ve saçları kaldırıp Mekke’ye doğru uçurdu. Bunu, Allah’ın hac ibadetlerini
kabul ettiğine bir işaret sayan hacılar çok sevindiler, işte o zaman Peygamber
(s.a.v.î’in neden kurbanlarım kesmelerini söylediğini anladılar.
Medine’ye doğru yola
çıktıklarında Ömer(r.)’in vicdanı kendini rahatsız etmeye başlamıştı.
Peygamber’le konuşmak isteyerek ona doğru yaklaştığında Peygamber (s a.v.)’in
yüzündeki uzak ve soğuk ifadeyi gördüğünde sıkıntısı daha da arttı. Ömer fr.) ileriye
doğru hızla atını sürerek «Ey Ömer, bırak da annen senin için matem tutsun»
dedi. Daha sonraları Peygamber (s.a.vJ’e karşı çıktığı için kendisi hakkında
bir vahiy inmesinden korktuğunu anlatırdı. Arkasından bir atlının yaklaşıp,
kendisini Pey-gamber’in çağırdığını söyleyince korkusu daha da arttı. Fakat
Peygamber’in yüzündeki sevinçli ifadeyi görür görmez korkulan kayboldu.
Peygamber (s.a.v.h «Bana güneşin altındaki herşeyden daha değerli olan bir
sûre nazil oldu» dedi.
Yeni gelen vahiy,
henüz dönmekte oldukları bu seferin bir zafer olduğu konusundaki şüpheleri
dağıtıyordu. Çünkü sûre:
«Hiç şüphesiz, biz
sana apaçtk bir fetih olarak (zafer yolunu tıkayan bütün engelleri ve kapılan)
fethettik» (Fetih:7).
Kelimeleriyle
başlıyordu. Vahiy aynı zamanda ağacın altında Peygamber (s.a.v.)’e yapılan
biattan da bahsediyordu:
«Andolsun, Allah, sana
o ağacın altında biat ederlerken müminlerden razı olmuştur. Kalbterinde olanı
bilmiş ve böylece üzerlerine ‘güven duygusu ve huzur’ indirmiştir ve onlara
yakın bir fethi sevap (karşılığı) olarak vermiştir»» (Fetih) 18).
Bu biati edenlere
Allah’ın Rızası, yani Rıdvan[3]
vadediliyordu. Bu nedenle bu sözleşmeye «biat ür-rıdvan» denilir. Başka âyette
de güven duygusu ve huzurun yani Seki-ne’nin indirilişinden bahsediliyordu:
«Mü’minlerin
kalblerİne, imanlarına iman katıp-arttırsınlar diye, ‘güven duygusu ve huzur»
indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır, Allah, bilendir, hüküm
ve hikmet sahibidir. (Bütün bunlar) mümin erkekleri ve mü’min kadınları, içinde
ebedi kabalar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokması ve onların
kötülüklerini örtüp, bağışlaması içindir. İşte bu. Allah katında büyük kurtuluş
ve mutluluktur» (Fetih: 45).
Seferi durduran
Peygamber (s.a.v.)’in rüyasına da Kur’an’da şöyle değiniliyordu:
«Andolsun, Allah
Rasulü’nûn gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah diterse, mutlaka
siz, Mescîd-i Harama, güven içinde, saçlarınızı traş ettirmiş (kiminiz de)
kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi
bildi, böylece de bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı» (Fetih: 27).