Yesrib’in Cevabî Hz. Muhammedin Hayatı

42767

34.  
YESRİB’İN CEVABÎ

 

«Düşmanlık-ve
kötülükle yoğrulmuş». Halklarım böy­le tanımlarken, altı yeni müslüman abartma
yapmıyoriar-lardı. îç savaşın dördüncü çatışması olan Buas, bu vab[1]«-ti
ortadan kaldırıp barış getirmemiş, savaşa sadece belli bir süre için ara
vermeye yol açmıştı. Bu uzun süren: ça­tışmalar ve şiddetin gün geçtikçe
artması ve düşünebilan adamları, bu sorunun sadece ortak bir başkanla, Karay’­ın
Kureyş’i birleştirdiği gibi kendilerini birleştirecek adamla çözülebileceğini
düşünmeye itmişti. Vahanın gelenlerinden biri olan Abdullah îbn Übey’e, çoğu
kişi, muhtemel kral gözüyle bakıyordu. O son çatışmada Eva’e karşı savaşmamış,
çatışmadan hemen önce adamlarını ge­ri çekmişti. Bununla birlikte o yine de bir
Hazreçliydi; ve Evslilerin kendi kabilelerinden olmayan bir kralı kabul edip
etmeyecekleri şüpheliydi.

Hazreçli altı adam,
İslam’ın mesajını kendilerini din­leyen herkese ilettiler. Ertesi yaz, M.S. 621’de,
beş tanesi tekrar Hacca geldiler. Beraberlerinde İkisi Eva’Ii yedi kişi daha
getirdiler. Akabe’de, bu oniki adam Peygamber*biat ettiler*. Bu biat birinci
Akabe Biati olarak bilinir. İçlerin­den biri şöyle anlattı: «tik Akabe’de
geceleyin Feygan-ber’e biat ettik, Allah’a ortak koşmayacağımıza, hırsızlık
yapmayacağımıza, zina etmeyeceğimize, çocuklarımızı dürmeyeceğimize[2],
iftira etmeyeceğimize ve haktan ayrıl­madıkça ona itaat edeceğimize söz verdik.
O da bize şöyle dedi: «Eğer bu söze uyarsanız, Cennet sizindir; bu günah­lardan
bazılarını işlerseniz ve bu dünyada cezasını çeker­seniz, bu ceza onlara
kefaret olur. Fakat bu biati Mahşer gününe dek ta’dil ederseniz, o zaman
cezalandırmak veya affetmek Allah’a kalmıştır»[3]

Yesrib’li müslümanlar
tekrar Yesrib’e doğru yola çı­karken, ‘ Peygamber (s.a.v.) onlarla birlikte,
Habeşistan’­dan yeni dönen, Abdu’d-Dar sülalesinden Mus’ab’ı da on­larla
birlikte gönderdi. Mus’ab (r.) onlara Kur’an okuya­cak ve dini emirleri
öğretecekti. Mus’ab önceki yıl Müs­lüman olan altı kişiden biri olan Es’ad îbn
Zürare’nin evi­ne misafir oldu. Mus’ab aynı zamanda namazlarda da imam
olacaktı, çünkü müslüman olmalarına rağmen ne Evs’ten ne de Hazreç’ten
diğerlerine Önderlik edecek ka­dar bilgili kimse yoktu.

Kayle’nin iki oğlunun
soyundan gelenler arasındaki rekabet yıllardan beri sürüyordu. Bununla birlikte
iki ka­bile arasında evlilikler meydana geliyordu. Bunun bir so­nucu olarak,
Mus’ab’ın Hazreç’li ev sahibi Es’ad, Evs’in kollarından birinin başkanı olan
Sa’d Îbn Muaz’m kuzeni oluyordu. Sa’d yeni dine şiddetle karşı çıkıyordu. Bu
yüz­den, kuzeni Es’ad’la birlikte Musab ve bir grup müslu-manı bir gün kendi
kabilesinin topraklarından olan bjr bahçede oturmuş, sohbet ediyor görünce
sadece kızmakla kalmadı, Es’ad kuzeni olduğu için utandı da. Kendisi bir
kötülük yapmak istememesine rağmen bu tür etkinliklere bir son vermek istediği
için kendinden sonra kabilesinin en etkili adamı olan Useyd’e, gitti ve :
«Bizim toprakları­mıza, zayıflarımızı kandırmak için gelen şu iki adama git»,
-şüphesiz bunları söylerken, Yesrib’den ilk müslüman olan ve şimdi hayatta
olmayan kardeşi îlyas (r.)’i düşünüyordu [4]«Onları
buradan çıkar ve bizim toprakiarmııza gir-meyi onlara yasakla. Eğer Es’ad
akrabam olmasaydı bu yükü sana yüklemezdim. Fakat o benim annemin
kizkar-deşinin oğlu, bu yüzden ona bir şey yapamam». Useyd mız­rağını aldı,
onların yanına gitti ve takınabildiği en sert ifade ile: «İkinizi buraya,
zayıfları kandırmaya getiren sebep ne? Eğer hayatta kalmak istiyorsanız buradan
gidin» dedi. Mus’ab ona baktı ve çok yumuşak bir tonda: «Neden oturup, benim
söylediklerimi dinlemiyorsun? Dinledikten sonra, hoşuna giderse kabul eder,
gitmezse kabul etmez­sin» dedi. Peygamber (s.a.v.)’in elçisinin görünüşünden ve
davranışından hoşlanan Useyd: «Doğru bir söz» dedi ve mızrağını yere dayayarak
onların yanma oturdu. Mus’ab ona islâm’ı anlattı ve Kur’an okudu; Useyd’in
yüzündeki ifade değişti. Onun yüzündeki aydınlık ve yumuşamadan etrafındakiler
onun müslüman olduğunu anladılar. Mus’­ab (r.) bitirdiğinde: «Bu sözler ne
kadar güzel ve harika!* dedi. «Bu dine girmek isteyince ne yapılır?» diye sordu
Ona, kendisini temizlemek için baştan ayağa yıkaması ve elbiselerini
temizlemesi gerektiğini söylediler. Oturdukları bahçede bir kuyu vardı. Useyd
kuyudan su ahp yıkandı, elbiselerini temizledi ve Allah’tan başka ilah yoktur.
Mu-hammed (s.a.v.) Allah’ın Rasulüdür diye şehadet etti. Ona nasıl namaz
kılınacağını gösterdiler, o da namaz kıldı. Da­ha sonra: «Arkamda öyle bir adam
var ki o size uyarsa, tüm halkı ona uyar. Şimdi onu size göndereceğim.» dedi.
Kabilesinden adamların   yanma   döndü.  
O yanlarına varmadan, onlar Useyd’in değiştiğini anlamışlardı. «Ne
yaptın?» dedi Sa’d. Useyd: «îki adamla da konuştum ve Tanrıya andolsun onlarda
bir zarar görmedim. Onların devam etmesine izin verdim, onlar da: İstediğiniz
gibi ya­pacağız’ dediler», dedi- «Gördüğüm kadarıyla senden fay­da yok» diyen
Sa’d mızrağı onun elinden aldı ve hâlâ bah­çede sakince oturan müslümanlara
doğru gitti. Kuzeni Es’­ad’ı azarladı ve onu akrabalığını kötüye kullanmakla
suçladı. Fakat Mus’ab (r.) araya girdi ve Useyd’e söyledikle-rini ona da
söyledi. Bunun üzerine Sa’d onu dinlemeyi ka­bul etti. Sonuç ayi-i Useyd’inki
gibiydi.

Sa’d namaz kıldıktan
sonra, Useyd ve beraberindeki­lerle halkın toplu olduğu meclise gitti. Sa’d
onlara hitap etti ve: «Sizin aranızda benim konumum nedir?» diye sor­du. Onlar:
«Sen bizim başkanimızsin, aramızda en ada­letli ve liderliğe en uygun olansın»
dediler. «O halde» de­di Sa’d, «Allah’a ve Rasulüne inanmadıkça aranızdan hiç bir
erkek ve kadınla konuşmayacağıma yemin ediyorum». Akşam olmadan onun
kabilesinden müslüman olmayan bir tek kişi kalmamıştı.

Mus’ab (r.) on bir ay
kadar Es’adla kaldı ve İslam’a girenlerin çoğu bu dönemde girdiler. Hac zamanı
yaklaş­tığında Mus’ab Evs ve Hazreç’in çeşitli boylarında neler olduğunu
Peygamber (s.a.v.)’e haber vermek için Mekke’­ye döndü.

Peygamber (s.a.v.)
kendisine gösterilen, iki kaya yı­ğını arasındaki sulak ülkenin Yesrifa
olduğunu ve bu kez kendisinin de göçedenler arasında olacağını biliyordu.
Mu-hainmed (s.a.v.) Mekke’de çok az insana, yengesi Ümm El-Fadl ve müslüman
olmadığı halde onu ele vermeyen v sırlarını saklayan amcası Abbas kadar
güvenirdi. Bu yüz­den ikisine, Yesrib’e yerleşip orada yaşamak istediğini, ve
bunun Hac döneminde gelecek olan delegeye bağlı oldu ğunu anlattı. Bunu duyan
Abbas, yeğeniyle birlikte dele­gelerin yanma gitmenin kendisi için bir görev
olduğunu söyledi, Peygamber 
(s.a.v.)  de bunu kabul etti.

Mus’ab Yesrib’li
müslümanlardan ayrıldıktan kısa bir süre sonra, aralarında anlaştıkları üzere,
73 erkek ve 8 kadından oluşan bir müslüman grup Peygamber (s.a.v.) ‘-le
anlaşmak üzere Hac  yolculuğuna çıktılar.
Onların li­derlerinden biri Hazreç’Ii bir lider olan Berâ idi. Yolculu­ğun ilk
günlerinden itibaren onu bir düşüncedir almıştı. Onlar Mekke’ye Allah’ın Ev’i
Kâ’benin bulunduğu ve tüm Arabistanın hac merkezi olan çehre doğru yol
alıyorlardı; aynı zamanda orada Peygamber (s.a.v.)   vardı ve Kur’an ilk olarak orada
indirilmişti, bu yüzden gönülleri o yana doğru meylediyordu. Böyle olduğu halde
namaz vakti ge­lince oraya sırt çevirip kuzeye, Suriye’ye dönmek doğru muydu?
Bu sadece bir düşünceden öte gitmeyebilirdi, çün­kü Berâ’nın birkaç aylık ömrü
kalmıştı ve ölüme yakla­şan kişilerin çoğunlukla önsezileri kuvvetli olurdu.
Her ne ise Berâ düşündüklerini arkadaşlarına anlattı, onlar da Peygamber
(s.a.v.)’in Suriye, yani Kudüs’e doğru namaz kıldığını ve ondan farklı
davranmak istemediklerini söy­lediler. Berâ: «Ben Kâ’be’ye doğru namaz
kılacağım» de­di ve yolculuk boyunca öyle yaptı, diğerleri yine Kudüs’e
yönelerek namaz kılmaya devam ettiler. Onunla boşu bo­şuna tartışmadılar.
Yalnız, Mekke’ye vardıklarında Berâ’ şüphe duymaya başladı ve Yesrib’in ileri
gelen şairlerin­den olan Hazreç’li Ka’b İbn Melik’e: «Ey kardeşimin oğlu,
Allah’ın Rasulüne gidelim ve benim yolda yaptığım şey hakkında ona danışalım,
çünkü ben sizin, bana karşı ol­duğunuzu hissediyorum» dedi. Bunun üzerine
rastladık­ları Mekke’li bir adama, henüz hiç görmedikleri Peygam­ber (s.a.v.)
‘i nerede bulabileceklerini sordular. Adam : «Am­cası Abbas’ı tanıyor musunuz?»
dedi, onlar da tanıdıkla­rını söylediler, çünkü Abbas sık sık Yesrib’e gelirdi.
Adam : «Mescid’e girin, Abbas’ın yanında oturan odur* dedi. Pey­gamber
ıs.a.v.)’in yanına gittiler, o fiera’nın sorusuna şu cevabı verdi: «Senin bir
yönün vardı, onu korumalıydın». Bu söz birçok anlama çekilebilirdi, fakat Berâ’
Peygam­ber (s.a.v,)’in yaptığı gibi namazda yönünü tekrar Kudüs’e çevirmeye
başladı.

Mekke’ye aralarında
Yesrib’Îİ putperestlerin de bulun­duğu bir kervanla yolcuıuK ettiler.
Putperestlerden. biri, Beni Salime’nin lideri ve çok etkili bir adam olan
Haz-reç’îî Ebu Cabir Abdullah Ibn Amr, yolculuk sırasında Mina’da müslüman
oldu. Peygamberle daha önceki gibi Akabe’de Hacc’ı takip eden iki geceden
sonraki gece giz-Îicö buluşmayı kararlaştırmışlardı. İçlerinden biri o gece­yi
şöyle anlatıyor: «O gece kervandaki diğer adamlarla birlikte gecenin üçte biri
geçene dek uyuduk. Daha sonra yavaşça kalktık ve kaya kuşu kadar sessiz bir
şekilde he­pimiz Akabe yakınında toplandık. Orada Allah’ın Rasulü gelene dek
bekledik, onunla birlikte hâlâ atalarının dinine uyan amcası Abbas da gelmişti.
Müslüman olmamasına rağmen Abbas, yeğenini güvenilir ellere teslim etmek isti­yordu.
Peygamber (s.a.v.) oturduktan sonra ilk önce Ab­bas konuştu : «Ey Hazreçliler,
-Araplar Evs ve Hazreç’e böy­le hitap ederlerdi- Muhammed (s.a.v.)’in bizim
aramızda ne kadar itibarlı olduğunu ve onu nasıl koruyup, ona ka­bilesi ve
ailesi içinde şerefli ve saygın bir kişi olarak dav­randığımızı biliyorsunuz.
Buna rağmen O, sizi seçti ve si­zinle birlikte olmak istiyor. Bu nedenle, eğer
ona verdiği niz sözü tutmaya ve onu karşı çıkanlardan korumaya söz
veriyorsanız, alın, bu yük sizindir. Fakat o size geldikten sonra onu ele
vereceğinizi düşünüyorsanız, onu şimdiden bırakın». «Söylediklerini duyduk»
dediler, «Fakat ey Al­lah’ın Rasulü, sen konuş; kendin ve Rabbin adına istedi­ğini
seç».

Kur’an okuyup, islâm
ve Allah’la ilgili bazı bilgiler söyledikten sonra Peygamber (s.a.v.) : «Bu
anlaşmayı şu şartla yapıyorum. Bana verdiğiniz sözden sonra beni eşle­rinizi ve
çocuklarınızı koruduğunuz gibi koruyacaksınız dedi. Berâ’ (r.) kalktı.
Peygamber’in elini tuttu ve: «Seni Hakla gönderen Allah’a yemin olsun ki, seni,
onları koru­duğumuz gibi koruyacağız. Ey Allah’ın Rasulü, biatimizi kabul et,
çünkü biz savaşçı ve babadan oğula geçen silah­lara sahip bir topluluğuz» dedi.
Evs’li bir adam onun sö­zünü keserek şöyle dedi: «Ey Allah’ın Rasulü, bizim
diğer topluluklarla da bağlarımız var», -Yahudileri kasdediyor-du- «onlara
galip gelmek istiyoruz. Ya biz sana biat eder, Allah da sana zafer verirse, sen
kendi halkına dönüp bizi bırakırsan?». Peygamber gülümsedi: «Hayır, siz
benimsi-niz, ben de sizinim. Sizin savaştığınızla savaşır, barıştığı­nızla
barışırım» dedi.

Daha sonra şöyle dedi:
«Bana aranızdan grubun iş­lerine bakacak oniki lider seçin». Bunun üzerine
dokuzu Hazreç’li, üçü Evs’li oniki lider seçtiler. Adamların altmış ikisi ve
iki kadın da Hazreç’li olduğu için Hazreç’li lider­ler çoğunluktaydı. Hazreç’li
dokuz liderden ikisi Es’ad ve Berâ’ idi; Evs’li üç liderden biri ise Sa’d îbn
Muazm ve­kili olarak gösterdiği Useyd’di. .

Topluluk teker teker
biat etmeye hazırlanırken, önceki yıl biat eden oniki kişiden biri olan
Hazreç’li bir adam : «Hazreç’liler, bu adama biat etmenin ne anlama geldiğini
biliyor musunuz?» dedi. Onlar: «Biliyoruz» dediler, adam onları duymazdan
gelerek devam etti: «Siz siyah, kırmı­zı[5], tüm
insanlara savaş açmaya söz veriyorsunuz. Bu yüz­den eğer mallarınız
eksildiğinde ve bazılarınız öldürüldü­ğünde, onu terkedeceğinizi
düşünüyorsanız, onu şimdi bı­rakın. Çünkü onu o zaman terkederseniz, bu dünyada
da ahirette de utanç duymanıza sebep olur. Fakat eğer sözü­nüzden
dönmeyeceğinizi düşünüyorsanız, onu alın, çünkü Tanrı’ya andolsun bu, hem dünya
hem de ahiret için kur­tuluştur» . «Mallarımız elimizden gitse de, öldürülsek
de onu kabul ediyoruz. Ya Resulullah, eğer bu sözümüzü yerine getirirsek bizim
için ne var?» dediler. Peygamber: «Cen­net», dedi, onlar da: «O halde elini
bize uzat» dediler, eli­ni tutup biat ettiler.

Şeytan o sırada
Akabe’nin tepesinde onları gözlüyor ve dinliyordu; kendisini tutamaymca
Muzammam (zem­medilen, suçlanan) diye yüksek sesle bağırdı. Peygamber (s.a.v.)
bağıranın Şeytan olduğunu biliyordu, ona şöyle ce­vap verdi: «Ey Allah’ın
düşmanı, sana fırsat vermeyece­ğim».

 



[1] Ona bağlı kalacaklarına söz verdiler. Çev.)

 

[2] Burada 
Arabistan’da  yaygın   olan 
kız çocuklarım  diri   diri toprağa gömme adeti kasdediliyor,

[3] 1.1. 289.

[4] Bak. böl. XIX.

 

[5] Bu, tüm insanlar anlamına gelir. Akabe’deki bu ikinci
biat-tan sonra ilk Akabe biati «kadınlar biati- diye anılmaya başlamıştır.
Savaş görevlerinden bahsetmediği için sadece kadınlar için böyle kullanılmaya
devam etmiştir.