Arapca Haberİlahiyat Haber

Fasih Arapça, Arap Yarımadası’nda çok fazla tahribe uğramıştı. – Kendi Dilinden Fahreddin Kabave

Ömrünü Fasih Arapça’ya adamış olan Fahreddin Kabave hocanın ilim yolculuğunu kendi dilinden dinleyelim.

İlim tahsilime bir mescitte başladım. Medreseye kabul yaşıma ulaşınca, imtihana girdim ve birinci sınıfı atlayarak ikinci sınıftan eğitime başladım. Burada fasih Arapça dersi veren hocamız bir Ermeni idi. İlerleyen yıllarda babam, hastalığı sebebiyle okulun taksitlerini ödeyemedi ve ben de okulu bırakıp çalışmak zorunda kaldım. Babam hastalığından dolayı vefat ettikten sonra birkaç yıl daha çalıştım. Bu sırada oyalanmak için durmadan hikaye, roman ve tercüme kitaplar okuyordum. Daha sonra bir medreseye kaydoldum. Akşamları medresede derslere giriyor, sabahları da çalışıyordum.

Bu medresedeki eğitimimi başarıyla tamamladıktan sonra bir ilkokulda öğretmenliğe atandım. Bu sırada akşam derslerine de devam ediyordum. Bu derslerde İngilizceyle alakalı bir sorunla karşılaştık. Dört sene boyunca dört farklı kitaptan okutulan ders, bizlere yalnızca elli ders saati süresince yoğun bir tempo ile verilmeye çalışılıyordu. Hocamız da Fransızdı ve eski Halep lehçesi ile konuşuyordu. İngilizce kelimeleri Fransızca kelimeler gibi ve sanki Ammice konuşur gibi vurgulu telaffuz ediyordu. Eğitimimizin bu şekilde olması da doğal olarak hepimizi zorluyordu.

İlkokuldaki işime bazen yürüyerek, bazen bisikletle, bazen de otobüsle gidiyordum ve giderken sürekli, öğrendiğim bilgileri tekrarlıyor ve gördüğüm tabelaları, ibareleri aklımdan irablıyordum. Ara sıra da dört arkadaş toplanıp birlikte Arapça, İngilizce, kimya ve fizik çalışıyorduk.

Daha sonra başka bir yerde öğretmen olarak düşük bir ücret karşılığında işe başladım. Bu sefer de farklı ve garip bir sorun ile karşılaştık. Buradaki hocalar yerel Mısır lehçesiyle konuşuyorlardı. Arapçaları çok kötüydü, hatta en tembel arkadaşlarımız bile hocaların konuşmasında yüzden fazla hata buluyorlardı. Neyse ki buradaki görevim bir başka ilkokula tayinimin çıkmasıyla sona erdi. Bu sırada Şam Ünversitesi Arapça Eğitim ve Öğretim Fakültesi’ne asistan olarak girdim. Bu esnada maddi olarak ufak tefek ücret alıyor olsam da farklı meslekleri öğrenmek ve yararlı bilgiler edinmek için tatillerde tekstil ve tamirat işlerinde çalıştım.

Fakültedeki hocalarımın kötü Arapçaları, Yahudi ve Batı yanlısı tutumları yüzünden fakültede zor zamanlar geçiriyorduk. Fakat bununla birlikte aynı zamanda üç arkadaş Arapçamızı geliştirmek için kendimize bir grup oluşturduk ve derslerden önce oturup bir hoca ile Muğni’l-lebîb’i okuduk. Arapça’ya olan bu ilgim sayesinde Allah bana Kahire’de bir törende cumhurbaşkanının elinden üstün onur belgesi almayı nasip eyledi ve lisede Arap Dili ve Edebiyatı hocası oldum, aynı zamanda klasik edebiyat üzerine ihtisas yapmak üzere Kahire Üniversitesi’ne araştırmacı olarak seçildim. Kahire’de edebiyat fakültesinde okurken Şam’da da ikinci bir dal olarak eğitim fakültesinde okuyordum. İkisini de aynı yıl içerisinde bitirdim ve ardından Şam Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne yüksek lisans için kaydoldum. Ama edebiyata daha çok ilgili olduğumdan bu yüksek lisansı tamamlamak benim için kolay olmadı.

Edebiyatın ilgilendiğim alanı İslam öncesi yazılan nesir ve şiiri inceleyen eski Arap edebiyatı idi. Bu bağlamda eski divanları, eserleri ve çalışmaları toplayıp okuyor, bana kolay gelenlerin özetlerini ve kronolojik sıralamalarını çıkarıyordum.

Halep’te bulunduğum süre boyunca her gün sabah 8’den akşam 8’e kadar halk kütüphanesinde vakit geçiriyordum. Arkadaşlarımın çay ve kahve içmeye çağırışlarına dahi gitmiyor, sadece öğle yemeği için çalışmalarıma birazcık ara veriyordum. Kütüphanenin müdürü –Allah ondan razı olsun- kütüphanenin arka tarafında bulunan küçük bir odada ana kaynakları kullanabilmem için odanın anahtarını bana vermişti. 15 yıl boyunca, evimde kendi kütüphanem olana dek Halep Kütüphanesi’nde çalışmalarımı devam ettirdim.

Cahiliyye şairi Selâme b. Cendel’i araştırırken, İstanbul’da onun divanından iki adet el yazması olduğunu öğrendim. Danışman hocam Doktor Şevki, Türkiye’ye gidip gerekli bilgileri toplamam için konsolosluktan bana kolaylık göstermelerini istedi. Türkiye’ye geldim ve burada bir ay boyunca, Türkiye’nin farklı yerlerindeki elli farklı kütüphanede bulunan eserler üzerinde incelemeler yaptım, Selâme’nin divanının da aralarında bulunduğu pek çok el yazmasının fotokopisini çektirdim. Bu çalışmalardan sonra bir sene müddetinde Selâme’nin divanını bir ciltte tahkik edebildim. Diğer bir ciltte de onun hanif kişiliğini ve sanatında ne kadar mahir olduğunu inceledim. Ve bu şekilde tezimi tamamlamış oldum.

Yüksek lisanstan sonra doktoram ise “Hatip Tibrîzî’nin edebi ve luğavi şerhlerindeki metodu: Şerhu İhtiyârâti’l-Mufaddal adlı eserinin tahkiki” üzerine oldu.

Üniversitedeki Arap edebiyatı eğitimimden sonra Arapçaya ve özellikle de nahive yöneldim. Bu alana bir süredir uzak kalmıştım. Nahiv alanındaki kaynakları topladım ve Arap dili ve edebiyatı alanına dair bilgilerimi de kullanarak kendimi tamamen Arapçaya yani nahiv ilmine verdim. Bu şekilde Muğni’l-lebîb’in çetin problemlerini çözebilmek bana nasip oldu. Bu kitabı yani Muğni’l-lebîb’i senelerce okuttum.

Fasih Arapça, Arap Yarımadası’nda çok fazla tahribe uğramıştı. Bu konuda üniversitedeki heyetle konuştum, Arapça’nın sünnet-i müekkede olduğunu, özellikle ehl-i sünnet ve’l-cemaat bir toplumda böyle bir tahribatın caiz olmadığını anlattım. Fakülte dekanı bana bu sebeple teşekkür etti ve bu durumu üniversitede de duyurdu. Hocaların lehçeli konuşmalarından duyulan rahatsızlığı dile getirdi. Bundan böyle derslerde fasih Arapça konuşulmasını şart koştu. Bu gelişmelerden hemen sonra okulda “Fasih Arapça Hattı” ismiyle Arapça ilimlerin danışıldığı, Arapçayla ilgili sorulan soruların cevaplandığı bir merkez kurdum. Hatta üniversiteden ayrılırken mezun olan ve çok sevdiğim öğrencilerimden biri bana şöyle demişti: “Hocam sizin ağzınızdan halk fıkra ve kıssalarında geçen ifadeler dışında bir tek Ammice kelime bile duymadık.”

Halep’e geri dönmemle birlikte farklı okuma meclisleri yapmaya başladım. Kendi evimde hatiplerin, fakihlerin, ulemanın katılımıyla Muğni’l-lebîb okuması, Ebu Hanife Camii’nde Zemahşerî okuması, Emevi Camii’nde Riyâzü’s-sâlihîn okuması, Izâlî Camii’nde sarf ilmi okuması, İbn Abbas Camii’nde Kur’ân-ı Kerim irabı dersi ve Arapçadaki problemler üzerine dersler yaptık. Hatta bu son dersin nihayetinde de, “Arapça İlimleri Hakkındaki Fetvalar” adlı bir kitap ortaya çıktı.

Allah bana Türkiye’de de lisansüstü düzeyde Arapça tohumları ekmeyi nasip eyledi. Evimde ve farklı ilim merkezlerinde dersler verdim: İLAM, İSAR, İSAM… Buralarda Muğni’l-lebîb, Hasâis, Beyzâvî Tefsiri, Keşşâf Tefsiri ve daha birçok ders verdim. Bu süreçte bana sorulan soruları toparladım ve bundan “İstanbul Fetvaları” isimli bir kitap çıktı.  Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde Arapça ilimlerine dair bir istişare kurulu ve İSAM’da da tahkik için bir merkez kurulmasını önerdim. Tüm bu süre zarfında gerçekleşen okumalardan, derslerden ve kurumlardan azami ölçüde istifade ettim.

İşte bu, benim kitaplarla ve araştırmalarla geçen ilim yolculuğum. Eskiden günde 12 saati kitaplarla ve araştırmayla geçirebiliyordum, sonra bu 10 saate düştü, şimdi de 6 saat çalışabiliyorum, daha fazlasına gücüm yetmiyor. 60 sene boyunca hayatımı yeme, içme, uyku, spor ve günde en az 1 saat yürüyüş olmak üzere planlı bir şekilde yaşamaya çalıştım.

Hayatın bu şekilde planlı olması gerektiği gibi makale veya kitap yazmak da gerekli bilgileri toplamak ve özel olarak ayarlanmış bir planla (outline) mümkündür. Plan yapıldıktan sonra önce taslak yazılır ve taslak yazılırken yazı için ayarlanan plan bu süreçte düzenlenebilir. Son olarak bu taslak temize çekilir ve birçok kez kontrol edilir. Araştırmanın konusuna göre alanlarında uzman hocalara danışılır.

Baskıya gönderilecek kitabı veya araştırmayı tekrar tekrar tashih etmek gerekir. Mesela Mufassal adlı kitapta Halep’ten Beyrut’a dolaşan 8 tashih süreci oldu. Buna rağmen içinde bazı hatalar gördüm ve düzeltilmesini istedim. Bu gibi işlemler için tashih sürecinde bazı dostlarımdan, öğrencilerimden bazı şeyleri temize çekme, düzeltme, fihrist hazırlama veya baskı düzenlemeleri gibi hususlarda yardım alırım. Bu tashihlerin tekrar tekrar yapılıp içindeki hataların düzeltilmesi elzem bir husustur. Baskısı yapıldıktan sonra da sonraki baskılar için tekrardan bakılıp, gerekli düzeltmelerin, eklemelerin ve çıkarılmaların belirlenmesi gerekmektedir.

İşte benim araştırma-yazma sürecim bu şekilde. Benim izlediğim yol budur. Hadiste de belirtildiği gibi “Allah sizden birinizin yaptığı işi, ameli ve görevi sağlam ve iyi yapmasından hoşnut olur.”[1] Ciddiyet, ihlas, muhabbet, işini sağlam yapma ve Allah’a güvenme; ümmete faydalı işlerin seçilmesiyle birlikte, ilim tahsilinin ve eğitim-öğretimin temel taşlarıdır. Bu yolda ilerlerken şu söz aklımızda bulunmalı: “Şükreden bir kul olmayayım mı?”[2]

Allah’a, hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturduğu için sayısız hamd-ü senalar olsun. O bizlere İslam’la hidayet nasip etmeseydi, bizler hiçbir şey yapamazdık.

Allah’ım seni zikretmek, sana şükretmek ve sana en güzel şekilde ibadet etmem için bana yardım et.

[1] Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat; Beyhakî, Şu’abü’l-îmân.

[2] Buhârî, el-Câmiu’s-sahîh, 4837.

Hocanın bugüne kadar yaptığı çalışmaların bilgisine şuradan ulaşabilirsiniz.

Not: Bu konuşma Klasik Metin Okumaları mail grubuna atılan bir dosyadan özetlenerek tercüme edilmiştir.

*Feyza Nur Turan Arapça aslından çevirdi.

İlgili Makaleler