Ay: Ocak 2014

  • Hadis Rivayeti Hadis Usulü Online Oku


    Hadis Rivayeti (Edâu’l-Hadis)

     

    Hadis rivayeti (edâsı): Başkasına ulaştırmak
    demektir.

    Hadisi duyduğu gibi nakletmelidir. Hatta edâ
    sîgalarında bile böyle yapmalıdır. Bunun için haddesenî yerine, ahbaranî demez
    yahut semi’tu veya buna benzer bir ifade kullanmaz. Çünkü bunların ıstılahtaki
    anlamları farklıdır. İmam Ahmed’den şöyle dediği nakledilmiştir: “Şeyhin (hadis
    alınan hocanın) haddesenî, haddesenâ, semi’tu, ahbaranâ gibi sözlerinde dahi
    lafzına tabi ol ve onun kullanmadığı lafzı kullanma!”

    Edanın kabulü için birtakım
    şartlar vardır. Bazıları şunlardır:


    1-

    Akıl: Delinin ve bunağın edası kabul edilmediği gibi yaşlılığı veya başka bir
    sebep dolayısıyla temyiz gücünü kaybetmiş olanın edâsı da kabul edilmez.


    2-

    Bulûğ: Küçüğün edâsı kabul edilmez. Güvenilir, murahik (buluğ yaşı oldukça
    yaklaşmış) kimseden kabul edileceği söylenmiştir.


    3-

    Müslüman olmak: Kâfir bir kimse müslümanken hadis tahammül etmiş (rivayet almış)
    olsa dahi kâfirin edâsı kabul edilmez.


    4-

    Adalet: Fasıkın edası -adaletli iken hadis tahammül etmiş olsa dahi- kabul
    edilmez.


    5-

    Engeli bulunmamak: Buna göre aşırı uyuklar yahut kafasını meşgul eden bir halde
    iken edâ kabul edilmez.


    Edâ sigaları:

    Hadis rivayet edilirken kullanılan ifadelerdir. Bunların mertebeleri vardır:


    Birinci mertebe:

    Semi’tu (dinledim), haddesenî (bana anlattı) -hocadan tek başına hadisi
    dinlemişse bunları kullanır.- Şayet onunla birlikte başka kimseler varsa semi’nâ
    ve haddesenâ (duyduk, bize anlattı) der.


    İkincisi:

    Hocasına hadisi kendisi okumuş ise: Kara’tu aleyhi (ona okudum), ahbaranî
    kırâaten aleyhi (ben ona okuyarak o bana haber verdi) ve ahbaranî (bana haber
    verdi) der.


    Üçüncüsü:

    Kendisi dinlemekte iken başkası tarafından hocasına hadis okunuyor ise: Kurie
    aleyhi ve ene esmau (ben dinliyorken başkası tarafından ona okundu), kara’nâ
    aleyhi (biz ona okuduk) ve ahberanâ, der.


    Dördüncüsü:

    Hocadan icazet yoluyla rivayet etmiş ise: Ahbaranî icâzeten (icazet yoluyla bana
    haber verdi), haddesenî icâzeten (icazet yoluyla bana anlattı), enbeanî (bana
    haber verdi, bildirdi) ve an fulân: filândan der.

    Bu müteahhirler tarafından böylece
    kullanılmıştır. Mütekaddimler ise haddeseni, ahbaranî ve enbeanî (sırasıyla bana
    anlattı, bana haber verdi, bana bildirdi) lafızlarının aynı anlamda olduğu ve bu
    lafızları hocadan hadis dinleyenin hadis edası halinde kullanacağı
    görüşündedirler.

    Bundan başka sigalar da vardır. Biz o sigalarla
    hadis tahammül türlerini sözkonusu etmediğimiz için, bu lafızları da sözkonusu
    etmiyoruz.

  • Hadis Tahammülü ve Edâsı (Hadis Almak ve Rivayet Etmek) Hadis Usulü Online Oku


    Hadis Tahammülü ve Edâsı (Hadis Almak ve Rivayet
    Etmek)

     

    Hadis tahammülü: Hadisi, kendisinden rivayet
    ettiği şahıstan alması demektir.

    Üç şartı vardır:


    1-

    Temyiz: Hitabı anlamak, ona doğru cevap vermek demektir. Çoğunlukla yedi yaşı
    tamamlanınca gerçekleşir.

    Dolayısıyla yaşının küçüklüğünden ötürü temyizi
    olmayan birisinin hadis alması (tahammülü) sahih değildir. Aynı şekilde
    yaşlılığı dolayısıyla ya da bir başka sebepten ötürü temyiz gücünü kaybedenin de
    hadis alması sahih değildir.


    2-

    Akıl: Deli ve bunağın hadis alması sahih değildir.


    3-

    Mâni (tahammüle engel) hususlardan uzak olmak: Aşırı derecede uyuklamak yahut
    fazla gürültü ya da çokça meşgul eden bir durum sözkonusu iken hadis tahammülü
    (hadis almak) sahih olmaz.

    Türleri pek çoktur. Bazıları şunlardır:


    1-

    Şeyhin telaffuzu yoluyla hadis dinlemek. Bunun en yüksek mertebesi imlâ (şeyhin
    talebeye yazdırması) yoluyla gerçekleşendir.


    2-

    Şeyhe (ravi tarafından) okumak. Buna “arz” adı verilir.


    3-

    İcâze: Şeyhin kendisinden rivayet yapılmasına izin vermesidir. Bunun lafzî veya
    yazılı olarak yapılması arasında fark yoktur.

    İlim adamlarının cumhûruna
    göre icazet yoluyla rivayet sahihtir. Çünkü buna ihtiyaç vardır. Fakat sahih
    olması için üç şart aranır:


    a-

    Kendisinden rivayet etmesi için icazet verilenlerin ya tayin yoluyla ya da umumi
    bir ifade ile bilinir olması. Mesela, sana benden Sahih-i Buhârî’yi rivayet
    etmen için icazet verdim (tayin ile icazet); ya da sana benim bütün
    rivayetlerimi rivayet etmen için izin verdim gibi. Buna göre rivayet eden için
    hocasının rivayetlerinden olduğunu tesbit ettiği herbir şeyi, bu genel icazete
    binâen, ondan diye nakletmesi sahihtir.

    Eğer rivayeti için icazet verilenler müphem
    (belirsiz) ise onları rivayet etmek sahih değildir. Mesela, ben sana Sahih-i
    Buhârî’nin bir kısmını benden rivayet etmene icazet verdim yahutta benim
    rivayetlerimin bir bölümünü rivayet etmene icazet verdim, demek gibi. Çünkü
    burada neyin rivayetine icazet verildiği bilinmemektedir.


    b-

    Kendisine icazet verilen şahsın var olması gerekir. Dolayısıyla ister başkasına
    tabi olmak, isterse de bağımsız olarak var olmayan birisine icazet sahih olmaz.
    Mesela, sana ve senden doğacak çocuklara icazet verdim; yahutta filanın doğacak
    çocuğuna icazet verdim; derse icazet sahih değildir.


    c-

    Kendisine icazet verilen şahsın kişi olarak yahutta niteliği itibariyle tayin
    edilmesi gerekir. Mesela: Sana ve filan kişiye benim naklettiğim rivayetleri
    benden rivayet etmeniz için icazet verdim; yahutta hadis ilmi öğrencilerine
    benim rivayetlerimi benden rivayet etmeleri için icazet verdim gibi.

    Şayet icazet genel ise sahih olmaz. Bütün
    müslümanlara benden rivayet etmeleri için icazet verdim, demek gibi.

    Mevcut olmayana ve tayin edilmeyene icazet
    vermenin sahih olduğu da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

  • Müselsel Hadis Usulü Online Oku


    Müselsel

     

    Müselsel: Ravilerin gerek rivayet eden, gerek
    rivayet ile ilgili aynı husus üzerinde ittifak etmeleri demektir.

    Rivayet eden ile ilgili hususa örnek: Muaz b.
    Cebel Radıyallahu anh‘ın rivayetine göre Peygamber Sallallahu aleyhi
    vesellem
    ona dedi ki: “Ey Muaz gerçekten ben seni seviyorum. Her namazın
    arkasında: “Allah’ım, seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzel bir şekilde
    ibadet etmek için bana yardım et” demeyi sakın terketme.”
    Bu hadisi nakleden
    herkesin, kendisinden bunu rivayet edecek olana: “Ben seni seviyorum, bu
    sebeple: Allah’ım… bana yardım et de”
    dediği zikredilmiştir.

    Rivayet ile ilgili olan hususa örnek: Buhârî’nin
    Sahih’inde naklettiği şu hadistir: Bize Amr b. Hafs anlattı, bize babam anlattı,
    bize el-A’meş anlattı, bize Zeyd b. Vehb anlattı, bize Abdullah -İbn Mesud’u
    kastediyor- anlattı. Bize Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem -ki o hem
    doğru olandır, hem de doğruluğu tasdik olunandır- anlattı, dedi ki: “Sizden
    herhangi birinizin hilkati annesinin karnında kırk günde bir araya getirilir.
    Sonra alaka (kan emen bir sülük gibi yapışkan) olur…

    Burada ravilerin tek bir siga
    üzerinde ittifak ettikleri teselsülen görülmüştür. O da “haddesenâ: bize
    anlattı” sözüdür. Mesela, rivayet an fulanin an fulan: filandan, o filandan
    lafzı ile müteselsilen gelirse, yine böyledir.

    Yahutta bu hadis ravinin hocasından duyduğu ilk
    ya da son hadis olması halinde de teselsül olursa, bu da müselsel olarak
    değerlendirilir.


    Müselselin faydası:

    Ravilerin birbirlerinden rivayet alışlarını iyice zaptettiklerini ve
    herbirisinin kendisinden öncekine tabi oluşta itina gösterdiğini açıkça ortaya
    koymaktır.

  • Tabiûn Hadis Usulü Online Oku


    Tabiûn

     

    Tabiûn: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem‘e
    iman eden bir kişi olarak sahabi ile birarada bulunan ve bu hali üzere ölen
    kimsedir.

    Tabiûn pek çok olup, bunların sayılarının
    tesbitine imkân yoktur. Tabiûn üç tabakadırlar. Büyük, küçük ve ikisinin
    arasında.

    Tabiûnun büyük tabakası rivayetlerinin çoğunluğu
    ashab-ı kiramdan olan kimselerdir. Said b. el-Müseyyeb, Urve b. ez-Zübeyr ve
    Alkame b. Kays gibileri.

    Küçük tabaka ise rivayetlerinin çoğunluğu
    tabiînden olan ve ancak az sayıdaki sahabi ile karşılaşmış bulunan kimselerdir.
    İbrahim en-Nehaî, Ebu’z-Zinâd ve Yahya b. Saîd gibi.

    Orta tabaka ise hem ashabdan, hem de tabiîlerin
    büyüklerinden çokça rivayette bulunan kimselerdir. Hasan-ı Basrî, Muhammed b.
    Sîrîn, Mücahid, İkrime, Katade, Şâbî, Zührî, Ata, Ömer b. Abdu’l-Aziz, Salim b.
    Abdullah b. Ömer b. el-Hattab gibi.

  • İsnâd Hadis Usulü Online Oku


    İsnâd

     

    İsnâd: -Sened de denilir-: Hadisi bize nakleden
    hadisin ravileridir.

    Mesela: Buhârî dedi ki: Bize Abdullah b. Yusuf
    anlattı, bize Malik, İbn Şihab’dan, o Enes b. Malik Radıyallahu anh‘dan
    diye haber verdiğine göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle
    buyurmuştur:


    “Birbirinize buğzetmeyiniz, birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize sırtınızı
    çevirmeyiniz. Allah’ın kardeş kulları olunuz. Müslüman bir kimsenin, müslüman
    kardeşinden üç günden fazla dargın durması helâl değildir.”

    Burada senedde Abdullah b. Yusuf, Malik, İbn
    Şihab ve Enes b. Malik bulunmaktadır.

    İsnâd, âlî ve nâzil olmak üzere iki kısımdır:


    Âlî isnad:

    Sıhhate daha yakın olandır, nâzil isnâd da bunun aksidir.


    Uluvv

    iki türlüdür. Sıfat itibariyle uluvv, adet (saygı) itibariyle uluvv.


    1- Sıfat itibariyle uluvv:

    Ravilerin zapt ya da adalet bakımından bir başka isnaddaki ravilerden daha güçlü
    olmaları demektir.


    2- Sayı bakımından uluvv:

    Bir senetteki ravilerin sayılarının bir başka senede nisbetle daha az olması
    demektir.

    Sayı azlığının uluvv olmasının sebebi, aradaki
    vasıtalar azaldıkça hata ihtimalinin azalmasından dolayıdır. Bundan dolayı böyle
    bir senedin sıhhat ihtimali daha yüksektir.

    Nüzûl ise uluvvün karşıtı olup, o da sıfat
    itibariyle nüzul ve sayı itibariyle nüzûl olmak üzere iki türlüdür.


    1- Sıfat itibariyle nüzûl:

    Bir senetteki ravilerin zapt ya da adalet bakımından bir diğer senetteki
    ravilerden daha zayıf olmaları demektir.


    2- Sayı itibariyle nüzûl

    ise; bir senetteki ravi sayısının bir diğer
    senettekine nisbetle daha çok olması demektir.

    Bazan aynı isnadda sıfat itibariyle uluvv ve
    sayı itibariyle uluvv türleri birarada bulunabilir. Bu durumda böyle bir isnad
    hem sıfat bakımından, hem sayı bakımından âlî olur.

    Bazan birisi olur, diğeri olmaz. Bu durumda
    sened nitelik bakımından âlî, sayı bakımından nâzil olabilir ya da bunun aksi
    sözkonusu olur. Uluvv ve nüzûl (senedin âlî ve nâzil oluşunu) bilmenin faydası,
    tearuz halinde âlî olan isnadın lehine tercihte bulunma hükmünün
    verilebilmesidir.

    Tahkikin sonucu şu ki: Muayyen bir isnad
    hakkında senedlerin en sahihi olduğu hükmü (mutlak olarak) verilemez. Böyle bir
    hüküm ancak bir sahabiye yahut bir beldeye yahut bir konuya nisbetle
    verilebilir. Mesela, Ebu Bekir’e ulaşan senedlerin en sahihi Hicazlıların
    senedlilerin en sahihi, nüzûl ile ilgili hadislerin sened itibariyle en
    sahihleri denilebilir. (İlim adamları) ashaba nisbetle en sahih olan senetleri
    sözkonusu etmiş bulunmaktadırlar. Bunların bir kısmı şunlardır: Ebu Hureyre
    Radıyallahu anh
    ‘a ulaşan en sahih sened: Zühri, Said b. el-Müseyyeb’den, o
    Ebu Hureyre’den senedi; Abdullah b. Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh‘a
    ulaşan en sahih sened, Malik, Nafi’den, o İbn Ömer’den senedidir.

    Enes b. Malik Radıyallahu anh‘a ulaşan
    senedlerin en sahihi: Malik, Zühri’den, o Enes’den senedi,

    Âişe Radıyallahu anha‘ya ulaşan
    senedlerin en sahihi: Hişam b. Urve babasından, o Âişe’den senedi,

    Abdullah b. Abbas Radıyallahu anh‘ya
    ulaşan senedlerin en sahihi: Zührî, Ubeydullah b. Utbe’den, o İbn Abbas’tan
    senedidir.

    Cabir b. Abdullah Radıyallahu anh‘a
    ulaşan senedlerin en sahihi: Süfyan b. Uyeyne, Amr b. Dinar’dan, o Cabir’den
    senedidir.

    Amr b. Şuayb’in babası (Şuayb)’den onun dedesi
    yani babası olan Şuayb’ın dedesi -ki o da Abdullah b. Amr b. el-Âs’dır- senedine
    gelince; kimileri bu hususta aşırıya giderek bunu senedlerin en sahihi olarak
    değerlendirirken, kimileri de; Şuayb dedesine yetişmemiştir, diyerek bu senedi
    munkatı’ olduğundan reddetmiştir.

    Ancak tercih edilen görüş bu senedin sahih ve
    makbul olduğudur. Buhârî dedi ki: Ben Ahmed b. Hanbel’i, Ali b. el-Medînî’yi,
    İshak b. Râhûye’yi, Ebu Ubeyd’i ve bütün arkadaşlarımızı Amr b. Şuayb, o
    babasından, o dedesinden diye gelen hadisleri delil gösterdiklerini ve
    müslümanlardan kimsenin bu rivayeti terketmediğini gördüm. Buhârî dedi ki: Hem
    onlardan sonra insan (gerçek hadis ravileri) kimler olabilir ki?

    Şuayb’in dedesine yetişmediği gerekçesiyle bu
    senedi reddedenlere gelince, onların bu görüşleri de Şuayb’in dedesi
    Abdullah’dan hadis dinlediğinin sabit olmasıyla reddedilir. Bu durumda senedde
    inkıtâ’ sözkonusu değildir.

    Şeyhu’l-İslam İbn Teymiye dedi ki: İslam
    imamları ve ilim adamlarının cumhuru Amr b. Şuayb’in -ona kadar ulaşan nakil
    sahih olması şartıyla- rivayet ettiği hadisi delil görmüşlerdir.

  • Muhadram Hadis Usulü Online Oku


    Muhadram

     

    Muhadram: Peygamber Sallallahu aleyhi
    vesellem
    ‘e hayatta iken iman etmekle birlikte, onunla bir araya gelememiş
    olan kimseye denir. Muhadramlar ashab ile tabiîn arasında bağımsız bir
    tabakadırlar denildiği gibi, hayır, onlar tabiînlerin büyükleridir, diye de
    söylenmiştir.

    Bazı ilim adamları bunların yaklaşık kırk kişi
    kadar olduğunu dahi söylemiştir. Bunlardan bazıları: el-Ahnef b. Kays, el-Esved
    b. Yezid, Sâd b. İyas, Abdullah b. Ukeym, Amr b. Meymun, Ebu Muslim el-Havlânî,
    Habeşistan kralı Necaşi.

    Muhadram kimsenin rivayet ettiği hadis, tabiînin
    mürseli kabilindendir. Böyle bir hadis munkatı olup, kabul edilip edilmeyeceği
    hakkında tabiînin naklettiği mürsel rivayetin kabulü ile ilgili görüş
    ayrılıkları aynen sözkonusudur.

  • Sahabi Hadis Usulü Online Oku


    Sahabi

     

    Sahabi: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem
    ile ona iman ederek birlikte bulunan yahut onu gören ve bu hal üzere ölen
    kimsedir.

    Buna göre önce irtidad eden, sonra tekrar İslama
    dönen kimseler de kapsama girer. el-Eş’as b. Kays gibi. Çünkü o Peygamber
    Sallallahu aleyhi vesellem
    ‘in vefatından sonra irtidad eden kimselerdendi.
    Daha sonra Ebu Bekir’in huzuruna esir olarak getirildi, tevbe etti. Ebu Bekir
    Radıyallahu anh
    da onun tevbesini kabul etti.

    Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem
    hayattayken ona iman etmekle birlikte, onunla bir arada olmayan kimseler bu
    kapsam dışında kalmaktadır. Necaşi gibi. İrtidad edip de mürted olarak ölen
    kimseler de böyle. Abdullah b. Hatal gibi. O Mekke’nin fethedildiği günü
    öldürülmüştü. Rabia b. Umeyye b. Halef de Ömer Radıyallahu anh‘ın
    halifeliği döneminde irtidad etti ve mürted olarak öldü.

    Ashab-ı kiramın sayısı pek çoktur. Kesin olarak
    onların sayılarını tesbit etmeye imkân yoktur. Fakat yaklaşık olarak
    yüzondörtbin kişi oldukları söylenmiştir.

    Ashabın hepsi sikadırlar ve adaletlidirler.
    Onlardan bir kişinin dahi rivayeti makbuldür. İsterse bu kişi meçhul olsun.
    Bundan dolayı, sahabinin cehaleti (kim olduğunun bilinmemesi) zarar vermez,
    denilmiştir.

    Ashab-ı kiramın durumlarına dair
    anlattıklarımızın delili de şudur: Yüce Allah da, Rasûlü de pek çok nasda
    onlardan övgüyle sözetmiştir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem de
    onlardan müslüman olduğunu bildiği herbir kişinin sözünü kabul etmiş ve durumu
    hakkında soru sormamıştır. İbn Abbas Radıyallahu anh‘dan şöyle dediği
    rivayet edilmiştir: Bir bedevi Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem‘e
    gelerek:

    “Ben hilali -ramazan ayı hilalini kastediyor-
    gördüm dedi.” Peygamberimiz:


    “Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet ediyor
    musun?”
    diye sorunca, bedevi:

    “Evet dedi. Peygamber:


    “Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet
    ediyor musun?”
    diye sordu. Bedevi
    yine:

    “Evet” dedi. Peygamber şöyle buyurdu:

    “Ey
    Bilal kalk, insanlar arasında yarın oruç tutmaları için nida et.”

    Bu hadisi Buhârî, Muslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve
    Nesâî rivayet etmiş olup İbn Huzeyme ve İbn Hibban sahih olduğunu
    belirtmişlerdir.

    Herhangi bir kayıt sözkonusu edilmeksizin son
    vefat eden sahabi Leys’li Âmir b. Vasile olup, Mekke’de hicri 110 yılında vefat
    etmiştir. O Mekke’de en son vefat eden sahabidir.

    Medine’de en son vefat eden sahabi ise Hazrecli
    Ensardan Mahmud b. er-Rabi’dir. Hicri 99 yılında vefat etmiştir.

    Şam bölgesinde Dımaşk şehrinde son ölen sahabi
    Leys’li Vâsile b. el-Eska’dır 86 hicri yılında vefat etti.

    Hıms’da ise Mâzin’li Abdullah b. Busr 96 yılında
    vefat etti.

    Basra’da en son vefat eden sahabi Hazrec’li
    ensardan Enes b. Malik’tir. 93 yılında vefat etmiştir.

    Kûfe’de en son vefat eden sahabi Eslem’li
    Abdullah b. Ebi Evfâ’dır. Hicri 87 yılında vefat etmiştir.

    Mısır’da en son vefat eden sahabi Abdullah b.
    el-Haris b. Ceze, ez-Zebîdî olup 89 hicri yılında vefat etmiştir.

    110 yılından sonra onlardan herhangi bir kimse
    hayatta kalmamıştır. Çünkü İbn Ömer Radıyallahu anh dedi ki: Rasûlullah
    Sallallahu aleyhi vesellem hayatının sonlarında bize bir namaz kıldırdı.
    Selam verdikten sonra kalkıp dedi ki: “Şu geçen geceniz var ya bundan itibaren
    yüz yıl sonuna kadar bugün yeryüzünde bulunanlardan hiçbir kimse hayatta
    kalmayacaktır.”[1]

    Bu ise Muslim’in, Cabir
    yoluyla gelen hadiste rivayet ettiği üzere Peygamberimizin vefatından bir ay
    önce olmuştu.

    Ashab-ı kiramdan en son vefat eden kişileri
    bilmenin iki faydası vardır:


    1-
    Bu
    nihai tarihten sonra ölen bir kimseden sahabi olduğu iddia etse de kabul
    edilmez.


    2-
    Bu
    son tarihten önce temyiz yaşına erişmeyen kimsenin ashab-ı kiramdan rivayet
    ettiği hadisler munkatı’dır.

    Ashab-ı kiramdan bazıları çokça hadis
    nakletmişler. Bundan dolayı onlardan hadis alan da çok olmuştur. Kendilerinden
    binden fazla hadis rivayet edilen sahabiler şunlardır:


    1-

    Ebu Hureyre Radıyallahu anh: 5374 hadis


    2-

    Abdullah b. Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh: 2630 hadis


    3-

    Enes b. Malik Radıyallahu anh: 2286 hadis


    4-

    Âişe Radıyallahu anha‘dan: 2210 hadis rivayet edilmiştir.


    5-

    Abdullah b. Abbas Radıyallahu anh‘dan: 1660 hadis


    6-

    Câbir b. Abdullah Radıyallahu anh‘dan: 1540 hadis


    7-

    Ebu Said el-Hudrî Radıyallahu anh‘dan: 1170 hadis rivayet edilmiştir.
    Bunlardan çokça hadis rivayet edilmiş olması onların başkalarına göre
    peygamberden daha çok hadis öğrenmiş olmalarını gerektirmez. Çünkü sahabilerden
    birisinin az hadis nakletmiş olmasının sebebi, erken vefat etmiş olması
    olabilir. Peygamberimizin amcası Hamza Radıyallahu anh gibi. Yahut daha
    önemli işlerle meşgul olması olabilir, Osman Radıyallahu anh gibi. Yahut
    her iki sebep birlikte bulunmasından ötürü de olabilir, Ebu Bekir Radıyallahu
    anh
    gibi. Hem erken dönemde vefat etmiştir, hem de halifelikle uğraşmıştır.
    Ya da bundan başka sebepler dolayısıyla da olabilir.

     



     




    [1]

    Buhârî ve Muslim

  • HABERİN, KENDİSİNE İZAFET EDİLDİĞİ KİMSE BAKIMINDAN KISIMLARI Hadis Usulü Online Oku

    İKİNCİ KISIM

    HABERİN, KENDİSİNE İZAFET
    EDİLDİĞİ KİMSE BAKIMINDAN KISIMLARI

     

    Haber kendisine izafet edildiği kimse itibariyle
    üç kısma ayrılır: merfû’, mevkûf ve maktû’.


    a- Merfû’:

    Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem‘e izafe edilendir. Bu da iki kısma
    ayrılır. Sarih (açık) merfû’ veya hükmen merfû’:


    I- Sarih merfû’:

    Bizzat Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem‘e izafe edilen söz, fiil,
    takrir, ahlakî vasıf ya da yaratılışının niteliği ile alakalı şeylerdir.


    Söze misal:

    Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:

    “Kim
    bizim bu işimiz üzere olmayan bir iş yaparsa o merduttur.”


    Fiile misal:

    Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem evine girdiği vakit misvak
    kullanmakla başlardı.


    Takrire misal:

    Cariye’ye: Allah nerede diye sorduğunda onun: Göktedir demesi üzerine bu hususta
    Peygamberimizin ona itiraz etmeyip, ikrarda bulunmasıdır.

    İşte Peygamberimizin bildiği halde karşı çıkıp
    reddetmediği herbir söz ya da fiil, sarihan merfû’ takrirî bir hadistir.

    Onun ahlakî niteliğine dair örnek: Peygamber
    Sallallahu aleyhi vesellem
    insanların en cömerdi, insanların en kahramanı
    idi. Ondan bir şey istenip de hayır dediği görülmemiştir. Daima güleç yüzlü idi.
    Yumuşak huylu idi, sert değildi. İki iş arasında muhayyer bırakıldı mı mutlaka
    onların kolay olanını tercih ederdi. Eğer günah ise o vakit insanlar arasında o
    işten en uzak kalan o olurdu.

    Yaratılışındaki niteliğine dair örnek: Peygamber
    Sallallahu aleyhi vesellem orta boylu idi. Ne uzun, ne de kısaydı.
    Omuzları genişti. Saçı kulak yumuşaklarına kadar varırdı. Bazan omuzlarına
    vardığı da olurdu. Sakalı güzeldi. Sakalında birkaç beyaz kıl vardı.


    II- Hükmen merfû’:

    Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem‘e izafe edilmiş hükmünü taşıyan
    rivayetlerdir. Bu da birkaç türlüdür:


    1-

    Kişisel görüş ile söylenmesi mümkün olmamak, tefsir mahiyetinde olmamak, o sözün
    sahibi İsrailiyatı kabul etmekle tanınan birisi olmamak şartıyla, sahabenin
    sözü. Mesela bu söz kıyametin alametleri yahut kıyametin halleri ya da amellerin
    karşılıkları ile ilgili bir haber ise, şayet kişisel görüş türünden olursa o
    zaman bu mevkûf olur.

    Eğer tefsir mahiyetinde ise aslolan kendi
    hükmünü almasıdır. Tefsir türü rivayetler mevkûf olur.

    Şayet o sözü söyleyen İsrailiyatı kabul etmekle
    tanınmış birisi ise, bu durumda bu söz İsrailiyata dair bir haber yahut merfû’
    bir hadis olmak arasındadır. Bu husustaki şüphe dolayısıyla hakkında hadis
    olduğu şeklinde hüküm verilmez.

    Abdullah b. Abbas, Abdullah b. ez-Zübeyr,
    Abdullah b. Ömer b. el-Hattab ve Abdullah b. Amr b. el-Âs diye bilinen “el-Abadile”nin
    Kâb el-Ahbar’dan yahut başkasından İsrailoğullarına dair birtakım haberleri
    aldıkları muhaddisler tarafından zikredilmiş bulunmaktadır.


    2-

    Kişisel görüş kabilinden olmasına imkân bulunmayan sahabi fiili. Buna örnek Ali
    Radıyallahu anh‘ın küsuf namazını herbir rekatte iki rükû’dan fazla rükû’
    yaparak kılmasını göstermişlerdir.


    3-

    Sahabinin herhangi bir hususu Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem
    dönemine izafe etmekle birlikte peygamberin bu işi bildiğini sözkonusu etmemesi.
    Ebu Bekr Radıyallahu anh‘ın kızı Esma Radıyallahu anha‘nın: Biz
    Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem döneminde Medine’de iken bir at
    kestik ve onu yedik, şeklindeki sözü buna örnektir.


    4-

    Sahabinin herhangi bir hususun sünnetten olduğunu söylemesi. İbn Mesud
    Radıyallahu anh
    ‘ın: -Namazdakini kastederek- teşehhüdü gizli yapmak
    sünnettir, demesi gibi.

    Şayet bu sözü tabiînden birisi söylerse bunun
    merfû’ olduğu söylendiği gibi, mevkûf olduğu da söylenmiştir. Ubeydullah b.
    Abdullah b. Utbe b. Mesud’un: İmamın iki bayramda aralarını bir oturuşla
    ayıracağı iki hutbe okuması sünnettir, sözü gibi.


    5-

    Sahabinin: Biz emrolunduk, bize yasak kılındı, insanlara emrolundu ve benzeri
    sözler söylemesi.

    Um Atiyye Radıyallahu anha‘nın söylediği:
    Bize iki bayramda hür kadınları (namazgaha) çıkarmamız emredildi; sözü ile;
    bizlere cenazelerin peşinden gitmek yasaklandı. Bununla birlikte bu hususta
    kesin bir ifade kullanılmadı, sözü; İbn Abbas Radıyallahu anh‘ın:
    İnsanlara (hac sırasında) yapacakları son iş Beytullah’a veda etmeleri olsun
    diye emrolundu; Enes Radıyallahu anh‘ın: Bıyıkların kesilmesi,
    tırnakların kesilmesi, koltuk altlarının yolunması, eteğin traş edilmesi için
    bize vakit tayin edildi ve kırk günden daha fazla bunları bırakmamamız istendi,
    şeklindeki sözleri gibi.


    6-

    Sahabinin herhangi bir şey hakkında masiyet hükmünü vermesi. Ebu Hureyre
    Radıyallahu anh
    ‘ın ezandan sonra mescidden çıkıp giden kimse hakkındaki:
    Buna gelince Ebu’l-Kasım Sallallahu aleyhi vesellem‘e isyan etti, sözü
    gibi.

    Aynı şekilde sahabinin
    herhangi bir şeyin itaat olduğu hükmünü vermesi de böyledir. Çünkü bir şeyin
    masiyet ya da itaat olması ancak şariîn nassı ile tesbit edilebilir. Sahabi ise
    bu hususta şari’den gelen bir bilgi sahibi değilse, bunu kesin olarak ifade
    etmez.


    7-

    Hadisi rivayet edenlerin sahabi hakkında hadisi (peygambere) ref’ etti ya da
    rivayet etti, demeleri. Said b. Cübeyr’in, İbn Abbas Radıyallahu anh‘dan
    şöyle dediğine dair rivayeti gibi: Şifa üç şeydedir. Bir içim bal, hacamat
    bıçağının yırtması ve bir ateşle dağlamaktır ve ben ümmetime dağlamayı
    yasaklıyorum, deyip hadisi (peygambere) ref’ etti.

    Said b. el-Müseyyeb’in, Ebu Hureyre
    Radıyallahu anh
    ‘dan rivayetle naklettiği şu hadis: Fıtrat beş şeydir,
    yahutta beş şey fıtrattandır: Sünnet olmak, etek traşı yapmak, koltuk altını
    yolmak, tırnakları kesmek, bıyıkları kesmek.

    Aynı şekilde sahabi hakkında: ve hadisi nakletti
    yahut ona nisbet etti yahut hadisi peygambere kadar ulaştırdı ve buna benzer
    ifadeler kullanılması da böyledir. Bu tür ibareler açık (sarih) merfû’
    hükmündedir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem‘e hadisi izafe etmekte
    sarih olmasalar dahi bunu hissettirmektedirler.


    b- Mevkûf:

    Sahabiye izafe edilmekle birlikte merfû’ hükmü sabit olmayan rivayettir. Mesela,
    Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh‘ın şu sözü böyledir: Alimin yanılması,
    münafığın kitap ile mücadele etmesi ve saptırıcı imamların hükümleri yıkar.


    c- Maktû’:

    Tabiîye ve ondan sonra gelenlerden birisine izafe edilendir.

    Örnek: İbn Sîrin’in şu sözü: Bu ilim bir dindir.
    Buna göre dininizi kimden aldığınıza dikkat ediniz.

    İmam Malik’in şu sözü: Açıkta işlemen senin için
    güzel kaçmayan şeyleri gizlice yapmayı da terket.

  • Cerh ve Ta’dîl Teâruz Ederse (Çatışırsa): Hadis Usulü Online Oku


    Cerh ve Ta’dîl Teâruz Ederse (Çatışırsa):

     

    Cerh ve tadilin teâruzu: Ravinin, hem
    rivayetinin reddedilmesini gerektiren hem de kabul edilmesini gerektiren bir
    şekilde sözkonusu edilmesidir. Kimi ilim adamları onun hakkında o sikadır derken
    kimilerinin de o zayıftır demesi gibi.

    Teâruzun dört hali
    sözkonusudur:


    1. Hal:

    Cerhin de, tadilin de müphem bırakılmış olması: Yani her ikisinde de cerh ya da
    tadil sebebinin açıklanmamış olmasıdır.

    Eğer müphem cerhin kabul edilmeyeceği görüşünü
    benimsiyor isek o zaman tadil edenlerin görüşü kabul edilir. Çünkü vakıada
    onunla teâruz eden bir husus yoktur.

    Eğer kabul edileceği görüşünü benimsersek -ki
    tercihe değer olan budur- o takdirde teâruz sözkonusu olur. Bu durumda ikisinden
    tercih edilmeye değer olan kabul edilir. Ya o görüşü söyleyenin adaleti ya da
    şahsın durumunu bilmek hakkındaki görüş ya da cerh ve tadilin sebepleri ya da
    sayıca çokluk bakımından tercihe değer görülen kabul edilir.


    2. Hal:

    Her ikisinin de açıklanmış olması yani her ikisinde de cerh ve tadilin
    sebeplerinin beyan edilmiş olması. Bu durumda cerh kabul edilir. Çünkü cerhi
    söyleyen fazladan bir şeyler bilmektedir. Ancak tadilde bulunan kimsenin: Ben
    kendisi sebebiyle raviyi cerhettiği hususu daha iyi biliyorum. O husus ortadan
    kalkmış bulunmaktadır, demesi hali müstesnadır. O vakit tadil görüşü kabul
    edilir. Çünkü bu görüşü belirtenin fazladan bir bildiği vardır.


    3. Hal:

    Tadil müphem, cerh açıklanmış ise bu durumda cerh kabul edilir çünkü cerhi kabul
    edenin fazladan bir bildiği vardır.


    4. Hal:

    Cerhin müphem, tadilin ise açıklanmış olması hali. Bu durumda, tercih edilmeye
    değer olduğundan ötürü tadil kabul edilir.

    Birinci kısım burada sona ermektedir. İkinci
    kısım: “Hadisin, kendisine izafet edildiği kimse bakımından kısımları” ile
    başlayacaktır.

  • Cerh Ve Ta’dîl Hadis Usulü Online Oku


    Cerh Ve Ta’dîl

     


    Cerh:

    Ravinin, rivayetinin reddedilmesini gereken bir niteliğe sahip olduğunu tesbit
    etmek yahut kabul edilmesini gerektiren bir niteliğe sahip olmadığını
    belirterek, rivayetinin reddedilmesini gerektirecek şekilde sözkonusu
    edilmesidir. Ravi hakkında: O kezzâbtır (çok yalancıdır), fasıktır, zayıftır,
    sika değildir, muteber değildir ya da hadisi yazılmaz, demek gibi.

    Cerh mutlak ve mukayyed olmak üzere iki kısma
    ayrılır:


    Mutlak:

    Ravinin herhangi bir kayıt sözkonusu edilmeden cerh edildiğini belirtmek. Bu her
    halükârda onun rivayetinin reddedilmesini gerektirir.


    Mukayyed:

    Ravinin şeyh (hoca) ya da taife ya da buna
    benzer muayyen bir şeye nisbetle cerhedildiğinin sözkonusu edilmesi. Bu o
    muayyen şey, hakkındaki rivayetinin reddedilmesini gerektiren bir illet olur,
    başka hususlar için olmaz.

    Mesela: İbn Hacer, et-Takrib‘de Zeyd b.
    el-Humam hakkında: “Ondan Muslim de rivayet etmiştir” demiştir. O doğru
    sözlüdür. Fakat es-Sevrî yoluyla gelen hadiste hata eder. Bu durumda onun es-Sevrî’den
    rivayet ettiği hadisleri zayıf olur, başkaları olmaz. Hulâsa müellifinin İsmail
    b. Ayyâş hakkındaki: Ahmed, İbn Maîn’in ve Buhârî Şam ehlinden yaptığı
    rivayetlerde sika olduğunu fakat Hicazlılardan yaptığı rivayette zayıf olduğunu
    belirtmişlerdir. Bu durumda onun Hicazlılardan rivayet ettiği hadisleri zayıf,
    Şamlılardan rivayetleri zayıf değildir. Yine eğer mesela, Allah’ın sıfatları ile
    ilgili hadisler de zayıftır, denilecek olursa, diğer hususlara dair hadisler de
    zayıf olmaz.

    Fakat cerhin kayıtlı olarak sözkonusu
    edilmesinden kasıt, onun bu kayıtlı konuda sika olduğu iddiasını bertaraf etmek
    ise, başka hususlarda zayıf olmasına da engel değildir.

    Cerhin birtakım mertebeleri vardır:

    En yüksek mertebe, bu hususta en ileri noktaya
    ulaşıldığına delâlet eden ifadelerdir. İnsanlar arasında en yalancı kişidir,
    yalancılık ta bir rükündür ifadeleri gibi.

    Bundan sonra mübalağaya delâlet eden ifadeler
    gelir. O kezzabtır (çok yalancıdır), vaddâ’dır (çok hadis uydurur) ve deccaldir
    ifadeleri gibi. En hafifleri ise o leyyin (yumuşak, gevşek), hıfzı kötü ya da
    hakkında ileri geri konuşulmuştur, anlamındaki tabirlerdir.

    Bunlar arasında ise bilinen çeşitli mertebeler
    vardır.

    Cerhin kabul edilmesi için beş şart aranır:


    1-

    Cerh yapanın adaletli olması gerekir. Fâsıkın cerhi kabul edilmez.


    2-

    Uyanık birisi tarafından yapılmalıdır. Gafleti bulunanın (yanılan birisinin)
    cerhi kabul edilmez.


    3-

    Cerhin sebeplerini bilen birisi tarafından yapılmalıdır. Cerh ve tenkid
    sebeplerini bilmeyenin cerhi kabul edilmez.


    4-

    Cerhin sebebini açıklamalıdır. Müphem ifadelerle cerh kabul edilmez. Mesela:
    Zayıftır demek ya da hadisi reddolunur demekle yetinilmez. Ayrıca bunun sebebini
    de açıklaması gerekir. Çünkü cerhedilmesini gerektirmeyen bir sebeple onu
    cerhetmeye kalkışmış olabilir. Meşhur olan görüş bu cerhin kabul edilmesidir.
    İbn Hacer de müphem cerhin -âdil olduğu bilinen kimseler dışında- kabul
    edilmesini tercih etmiştir. Adil olduğu bilinen kimseler hakkında ise sebebi
    açıklanmadıkça cerhi kabul etmez.

    Tercihe değer olan görüş de budur. Özellikle
    cerh yapan kişi bu alanın imamlarından (önder alimlerinden) birisi ise.


    5-

    Adaleti mütevatir, imameti meşhur kimse hakkında yapılmamalıdır. Nafi, Şu’be,
    Malik ve Buhârî gibi. Bu ve benzerleri hakkındaki cerh ifadeleri kabul edilmez.

     


    Ta’dîl:

    Ravinin rivayetinin kabul edilmesini gerektiren bir sıfata sahip olduğunun,
    rivayetinin de reddedilmesini gerektiren bir niteliğinin bulunmadığının
    belirtilmesi suretiyle ravinin sözkonusu edilmesidir. O sikadır, o sağlam
    birisidir, onda bir beis yoktur ya da hadisi reddolunmaz denilmesi gibi.

    Mutlak ve mukayyed olmak üzere iki kısma
    ayrılır:


    1- Mutlak:

    Ravinin herhangi bir kayıt sözkonusu edilmeden adalet ile anılmasıdır. Bu onun
    her durumda sika olduğunun belirtilmesi demektir.


    2- Mukayyed:

    Ravinin şeyh, taife ya da buna benzer muayyen bir şeye nisbetle âdil olduğunun
    belirtilmesidir. O vakit bu, o muayyen şeye nisbetle sika olduğunu -başka
    hususlarda böyle olmadığını- ifade etmek olur.

    O, ez-Zührî’den rivayet ettiği hadisleriyle
    yahut Hicazlılardan rivayet ettiği hadisleriyle sika birisidir, denilmesi gibi.
    Onun, kendilerinden rivayet yapması halinde sika olduğu belirtilen hadis
    rivayetleri dışında sika kabul edilmez. Ancak bundan maksat bu kimselerden
    yaptığı rivayetinin zayıf olduğu iddiasını bertaraf etmek ise, o takdirde
    bunların dışındakilerden yaptığı rivayetlerde de sika olmasına engel değildir.

    Tadilin mertebeleri vardır: En üstün mertebe, bu
    hususta en ileri noktada olduğuna delâlet eden ifadelerdir. İnsanların en
    sikasıdır, sağlam rivayet etmekte en ileri nokta odur, gibi.

    Sonra bir ya da iki sıfat ile pekiştirilen
    sikalıktır. Mesela sikadır, sikadır yahut sikadır, sebt (sağlam)dır ya da buna
    benzer ifadeler.

    En alt mertebesi ise en hafif cerhe yakın
    olduğunu hissettiren ifadelerdir. Salihtir yahut mukaribdir ya da hadisi rivayet
    edilir yahut buna benzer ifadeler gibi. Bunun arasında ise bilinen daha başka
    mertebeler de vardır.

    Tadilin kabul edilmesi için dört şart aranır:


    1-

    Tadil yapanın adaletli olması gerekir, fâsık bir kimsenin tadili kabul edilmez.


    2-

    Uyanık olması gerekir. Dış görünüşe aldanan gafil kimsenin tadili kabul edilmez.


    3-

    Adalet sebeplerini bilen bir kimse tarafından yapılmalıdır. Kabul ve red
    sıfatlarını bilmeyenin tadili kabul edilmez.


    4-

    Rivayetinin reddedilmesini gereken yalancılık, açık fasıklık ya da buna benzer
    bir husus ile ün salmış bir kimse hakkında yapılmamış olmalıdır.