Ay: Ocak 2014

  • 4- Bid’at-Bid’atu’r-ravi: Hadis Usulü Online Oku


    4- Bid’at-Bid’atu’r-ravi:

     

    Adalet
    bahsini incelerken yeterince açıkladığımız üzere bid’at, ravinin akide yönünden
    ehl-i sünnet dışında kalan kelâmî mezheplerden birine mensûb olduğunu ifade eden
    bir tabirdir. Hadîs ıstılahı olarak, raviyi amelinden ziyâde akide yönünden
    cerheder. Küfrü gerektiren itikatlara saplanan ehl-i bid’a’nın rivâyetini cumhur
    terketmiştir. Küfrü gerektirmeyen Fâsıku’t-te’vîl’in rivâyeti –bid’at
    propogandacısı olmamak şartıyla- alınabilir, ancak rivâyet zayıf addedilir.

  • 2- Töhmet-i Kizb-İttihamu’r-ravi bi’l-kizb: Hadis Usulü Online Oku


    2- Töhmet-i Kizb-İttihamu’r-ravi bi’l-kizb:

     

    Yukarıda
    açıklanan kizb’ten sonra gelen ikinci mühim cerh, kizb ithâmıdır. Bunda ravinin
    kizb’i açık değildir. Kizbu’r-ravi şeklinde sabit bir keyfiyet yoksa da kizb
    ithamı altındadır. Bu itham, bir karîneye dayandığı için ciddî bir durum
    sayılmış ve müttehem bilkizb olan ravinin de rivayeti terkedilmiştir.

    Ravinin
    kizb’le ithamına sebep olan iki husus vardır: Biri, dînin zarûrî olan temel
    kaidelerine muhalefet eden bir rivayette bulunmasıdır. Onun böyle bir durumda
    teferrüdü, vaz’ ihtimâline karîne kabûl edilmiştir. İkinci husus, insanlarla
    olan münasebetlerinde yalana yer vermesidir. Yalan gibi dinin şiddetle
    reddettiği bir davranışa tenezzül eden bir kimsenin dini hususlarda da yalandan
    çekinmeyeceği, bu hususta gerekli hassasiyeti göstermeyeceği prensip olarak
    kabul edilmiş ve bu sebeple bunlar metrûk ve matruh addedilerek rivayetleri
    terkedilmiştir.[1]

    Böyle
    ravi, “muttehemun bi’l-kizb, metruk, metruku’l-hadis, muttefekun ala terkih”
    gibi terimlerle cerh edilir.

    [2]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/14-15.



    [2]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 94.

  • A) Ravinin Adaletini Cerheden Sebepler (Adalet Vasfına Yönelik Ta’n Noktaları): Hadis Usulü Online Oku


    A) Ravinin Adaletini Cerheden Sebepler

    (Adalet Vasfına Yönelik Ta’n Noktaları):

     


    1- Kizb-Kizbu’r-Ravi:

     

    Raviyi
    cerheden en ağır suçtur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında yalan
    uydurmaktır. Yani Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm)’in söylemediği bir sözü
    veya yapmadığı bir fiili söylemiş ve yapmış göstermek. Bu işi bile bile yapmanın
    küfür olduğuna kâil olanlar vardır. Bu suretle ortaya konan rivayete mevzu,
    muhtelak, masnû, müfterâ, müfte’al, kizb gibi çeşitli adlar verilmiştir.
    Türkçemizde umumiyetle “uydurma” diyoruz.

    Kizb
    deyince, öncelikle anlaşılan kizb ale’r-Rasûl ise de, kişinin insanlarla
    münasebetlerinde yalana yer vermesi de hemen terkini gerektiren ciddi bir
    kusurdur. Ancak kizb fi’l-lehçe denen bu ikinci çeşit kizble, kizb ale’r-Rasûl
    denen birinci çeşit kizb arasında fark gözetilmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu
    vesselâm) hakkında yalanı yakalanan artık, ebediyen metrûktur. Kendisinden hiç
    bir surette hadîs alınmaz. Ahmed İbnu Hanbel, Ebu Bekr el-Humeydî, Ebu Bekr es-Sayrafî
    gibi pek çoklarına göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında yalan
    uyduranın -tevbe etse, yaptıklarına pişmanlığını izhar etse bile- artık ebediyen
    hadîsi alınmaz. Halbuki dünyevî işlerinde yalanı bilinen kimse tevbekâr olsa
    onun rivâyetleri alınabilir. Yalnız İmam-ı Nevevî, rivâyet ile şehâdet
    arasındaki benzerlik ve paralellikten hareket ederek; yalancı şahidlik yapıp
    sonradan tevbe edenin tekrar şahitliği mûteberdir prensibinden hareketle, Hz.
    Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında yalan söyleyen kimse bilâhare
    tevbekâr olsa rivayetinin alınabileceğine hükmetmiştir. Ancak bu konuda aslolan,
    -tevbekâr bile olsa- kizb fazîhasını işleyen kimsenin ebediyyen terkidir.
    Tevbesi Allah’la kendi arasında bir iştir.

    Mevzu
    Hadîs bahsinde bu konuya daha geniş yer vereceğiz.[1]

    Böyle
    ravinin durumu “Kezzab”, “vadda”, “ekzebu’n-nas”, “ruknu’l-kizb”, “ileyhi
    münteha fi’l-vad” gibi terimlerle durumu en ağır şekilde ortaya konulur.

    [2]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/13-14.



    [2]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 93-94.

  • 3- METÂİN-İ AŞERE-TA’N NOKTALARI Hadis Usulü Online Oku

    3- METÂİN-İ
    AŞERE
    -TA’N NOKTALARI

     

    Bir
    ravinin güvenilir (sika) olup olmadığı yukarıda belirtilen yönlerin
    incelenmesiyle ortaya çıkar. Ravinin derecesini düşüren bütün vasıflar, adâlet
    ve zabt’la alâkalı olarak kaydettiğimiz mezkur maddelerden biriyle ilgilidir ve
    onlardaki eksikliği ve aksamayı belirtir.

    İşte
    raviyi kusurlayan bu vasıflara Metâin denir (mit’an’ın cemidir). Başlıca on
    maddede toplandığı için metâin-i aşere de denmiştir.

    Cerh ve
    ta’dil bakımından raviler, metain-i aşere denilen on noktadan tenkid edilerek
    ayrı ayrı lafızlarla değerlendirilirler. Bunların beşi adâlet’i yaralayan, beşi
    de zabt’ı yaralayan kusurlardır.

    Şimdi en
    mühimlerinden başlamak üzere bunları açıklayacağız.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/13.

  • Silsiletü’z-Zeheb: Hadis Usulü Online Oku


    Silsiletü’z-Zeheb:

     

    İçindeki bütün râvileri güvenilirliğin (sika) en
    üstün derecesinde bulunan isnâd. Asahhul-esânîd diye tabir edilen isnadın en
    sahih, en mükemmel kabul edilen şeklidir.

    Hadis âlimleri, isnad sistemine yalnız ilmî bir
    şekil ve esas vermemişler, aynı zamanda nisbî değerlerini tesbit düşüncesiyle
    hadis edebiyatında kullanılan çeşitli isnadların mukayeseli bir tetkikini de
    yapmaya çalışmışlardır.[1]

    Hadis usulü kitaplarında isnadların en sahihi (asahhul-esânîd)
    olarak ileri sürülmüş çeşitli görüşler yer almaktadır. Meselâ bunlardan bazıları
    şöyledir:

    Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhüye mezhebinde
    olanlara göre en sahih ve en kuvvetli isnad: Zühri-Sâlim, Babası Abdullah
    isnadıdır.

    Ali b. Medinî ve el-Filâs mezhebinde olanlara
    göre en sahih isnâd; Muhammed b. Sîrîn-Âbide es-Selmânî-Ali b. Ebi Tâlib
    isnadıdır.

    Bazı âlimlere göre, Süleyman el-A’meş, İbrahim
    en-Nehaî, Alkame b. Kays, Abdullah b. Mesud isnâdıdır.

    İmam Buharî, en sahîh isnadın Mâlik-Nafi-İbn
    Ömer isnadı olduğunu söylemiş; Abdulkâhir et-Temîmî ise, bu isnadın başına
    eş-Şâfii’yi ekleyerek, Şafiî-Mâlik-Nâfi-İbn Ömer isnâdını isnadların en üstünü
    kabul etmiştir.[2]
    Hadisçilerin ittifakıyla Mâlik’in râvileri arasında eş-Şafiî’den daha kuvvetlisi
    yoktur. Müteahhir âlimlerden bazıları aynı isnada Ahmed b. Hanbel’i de eklemek
    suretiyle teşekkül eden Ahmed-Şafii Mâlik isnadını silsiletü’z-zeheb (altın
    zincir) olarak tasvip etmişlerdir. Fakat bu isnad zinciri hadis edebiyatında
    nadir bulunur. Bu isnadla yalnız dört hadis rivâyet edilmiş ve bu hadislerden
    yalnız biri, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer almıştır. Bunun dışında başka
    hadisin nerede rivayet edildiği bilinmemektedir.[3]



     




    [1]

    Zübeyr Sıddîkî, Hadis Edebiyatı Tarihi, Trc. Yusuf Ziya Kavakçı, İstanbul
    1966, s. 125.



    [2]

    İbnü’s-Salah, Ulümul-Hadîs, Haleb 1966, s. 12; Suyûtî, Tedribu’r-Râvî, Nşr,
    Abdülvehhâb Abdullatîf Medîne 1972, I/78.



    [3]

    Hakim, Ma’rifetu Ulumil-Hadîs, Kahire 1937, s. 56; Suyûtî, a.g.e., I, s.
    78-79; Sabahattin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/425.

  • Silsile: Hadis Usulü Online Oku


    Silsile:

     

    Hadis usûlü ilminde, hadisi rivâyet eden râviler
    zinciri için kullanılan bir terim. Râviler zinciri veya hadisin sened kısmı,
    isnâd, tarik, vech ve silsiletü’r-ruvât kelimeleriyle karşılanır.

    Istılah olarak isnad; haberi söyleyene kadar
    belirli metodla ulaştırmak diye tanımlanır. Her hadis metninde başında, o metni
    birbirine nakleden ravi isimlerinden oluşmuş bir zincir vardır. Bu isim zinciri
    en son raviden başlayarak Hazreti Peygambere kadar ulaşır ve her râvi, zincirin
    bir halkasını teşkil eder. Bu halkaların birbirine bağlı olması, nasıl zincirin
    sağlamlığını temin ederse; her bir halkanın da kendi başına sağlam olması, aynı
    şekilde, zincirin sağlamlığını gösterir. İşte isimlerden müteşekkil böyle sağlam
    bir zincir, kendisine bağlı olan hadîs metninin sıhhati için bir garanti sayılır
    ve ıstılahta bu garantiye “sened” adı verilir. Her hadisin garantisi onun
    senedidir. Senedi olmayan bir hadis garantiden yoksun demektir. Bu sebepten,
    garantisi olmayan hadisin doğruluğuna inanılmaz.[1]

    İsnad sistemi, tam bir sorumluluk duygusu ve
    ilim anlayışından kaynaklanır. İsnad veya raviler silsilesi, hadisin baş
    tarafında peşpeşe yer alır. Mesela bir sened zinciri şöyledir: Ravh b.
    Abdülmü’min Huzelî Yezid b. Zürey’-Said b. Ebî Arübe-Katâde Enes b. Mâlik.[2]

    İsnad, diğer milletlere ve dinlere nasip
    olmamış, İslam ümmetine has özelliklerden biridir.[3]

    İsnadın, yani hadisi rivâyet eden râviler
    silsilesini zikretmenin önemi çok büyüktür. Nitekim Abdullah b. Mübârek şöyle
    demiştir: “İsnad dindendir. Eğer isnad olmasaydı, her rast gelen, aklına geleni
    rivâyet etmeye kalkışırdı”[4]

    Süfyan es-Sevrî’de “İsnad, müminin silahıdır;
    silahı olmayan ne ile ve nasıl savaşacaktır” demiştir.[5]

    Bir hadis, Hz. Peygamber (s.a.s)’e kadar bir
    râviler silsilesiyle vâsıl olursa; o hadîs müsned, muttasıl, adını alır. Bu
    râviler silsilesine sened, an’ane ve râvilerin sırasıyla adlarını zikretmeye de
    isnad denildiği ifade edilmişti. Eğer bir hadis doğrudan doğruya Rasûlüllah
    (s.a.s)’dan rivâyet edilip aradaki ravilerin isimleri tamamiyle veya kısmen
    zikredilmezse mürsel ve munkatı adını alır.[6]



     




    [1]

    Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 397.



    [2]

    Fuat Sezgin, Buharî’nin Kaynakları, İstanbul 1956, s. 286.



    [3]

    Hatib Bağdâdî, Şerefu Ashâbil-Hadîs, Nşr. M.S. Hatiboğlu, Ankara 1972, s.
    40.



    [4]

    Müslim, Sahih (Mukaddime) Nşr, Fuad Abdülbâkî İstanbul tys, I, s. 15.



    [5]

    Leknevi, el-Ecvibe, Thk. Ebu Güdde, Kâhire 1984, s. 22.



    [6]

    Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/425.

  • Sika Hadis Usulü Online Oku


    Sika:

     

    Hadis râvilerinde aranan şartlardan biri; adâlet
    ve zabt sıfatlarını taşıyan güvenilir râvi.

    Kelime anlamına göre, kendisine itimad olunan,
    güvenilen kimse demek olan “sika” hadis ıstılahında gerek adâlet gerekse zabt
    yönünden kusursuz olan hadis râvileri hakkında kullanılan bir tabirdir. Bir
    râvinin hadislerinin kabul olunabilmesi ve kendisinin sika diye
    vasıflandırılması için, adâlet ve zabt vasfını tam olarak taşıması
    gerekmektedir. Adâlet, hadis naklinde, rivayetlerinin kabul edilebilmesi için
    râvilerde bulunması gereken vasıfların en önemli olanlarından biridir.

    Hadis râvisinin, din işlerinde istikamette
    olması, fısk ve fücurdan selâmeti, mürüvveti ihlal eden hata ve kusurlardan uzak
    olmasına râvinin adâleti (adâletü’r-râvî) denilmektedir. Bu râvi dinî farîzayı
    gereği gibi ifâ eder, emrolunanı işler, nehyolunandan kaçınırsa, “adl” ile
    mevsûf olur. Nitekim böyle kimseler hakkında, dininde adl ile mevsuf, hadisinde
    sıdk ile ma’rûf, denir.[1]

    Hadis âlimlerinin bazılarına göre adâlet, insanı
    büyük günah (kebâir) işlemekten ve küçük günah (sağâir) üzerinde ısrar etmekten
    alıkoyan bir melekedir. Bazılarına göre de, şehâdet ve rivâyetin kabul
    edilmesini gerektirecek şekilde, insana, taât ve mürüvvetin hâkim olmasıdır.
    Zira insanın işlerinde masiyet ve mürüvvetsizlik galebe çalarsa, şehâdet ve
    rivâyeti reddedilir.[2]

    Bir râvinin adâleti çeşitli yollarla bilinir.
    Bazan, adâleti sâbit olan kimselerin o râvinin adâleti hakkında şehâdet
    etmeleriyle; bazan adâletinin ilim ehli arasında şöhret kazanmasıyla ve sika
    (güvenilir) olan kimselerin o râviden övgü ile bahsetmeleriyle bilinir. Bu
    ikinci durumda, râvinin adâletinin tesbiti hususunda herhangi bir açıklama (beyyine)
    veya şâhit aranmaz. Meselâ Mâlik b. Enes, Şu’be b. Cerrâh, Süfyan es-Sevrî,
    Süfyan b. Uyeyne el-Evzaî, Abdullah b. Mübârek, Veki’ b. Cerrâh, Ahmed b. Hanbel,
    Yahya b. Maîn, Ali b. Medinî ve bunların benzeri bir çok muhaddisin adâleti,
    ilim ehli arasında büyük bir şöhret kazanmış ve her biri hakkında diğer
    mühaddisler hayır ve senâ ile bahsetmişlerdir.

    Zabt, kelime itibariyle insanın, işittiği
    herhangi bir şeyi aradan uzun zaman geçmiş olsa bile, dilediği anda
    hatırlayabilecek bir şekilde belleyip hıfzetme yeteneğine sahip olması demektir.
    Hadis ıstılahında, rivâyetinin kabulü için bir râvide bulunması gereken iki
    önemli sıfattan birini teşkil eder. Hadis usulü âlimleri zabtı; ezberdekinin
    zabtı (zabtu’s-sadr) ve kitaptakinin zaptı (zaptul-kitab) diye iki kısma
    ayırmaktadırlar. İnsanın işittiği bir şeyi dilediği zaman hemen hatırlayabilecek
    şekilde hıfzetmesine zabtu’s-sadr denilir. Kitaptakinin zabtı (zabtul-kitab ise;
    râvinin, işittiği veya tashihini yaptığı andan itibaren, içindeki hadisleri edâ
    veya rivâyet edinceye kadar kitabını koruması demektir. Bir râvinin zabt
    bakımından kuvvet ve kudreti, rivayet etmiş olduğu hadislere, aranılan şartları
    taşıyan başka râvilerin muvafakatiyle bilinir. Eğer bir râvinin hadisleri, zabt
    şartına hâiz diğer râvilerin hadîslerine muhâlif olursa; o râvi, zabt bakımından
    zayıf sayılır.[3]

    Bir râvide bu iki sıfat, yani adâlet ve zabt
    sıfatı birleştiği zaman, o ravi sika (güvenilir) olma özelliğini kazanır.
    Şüphesiz hadisteki sıhhat ve za’fiyet, her şeyden önce, hadisi nakleden ravinin
    güvenilir olup olmamasına bağlı olarak ortaya çıkan sıfatlardır. Bir râvi ne
    derece güvenilir ise, onun rivayet ettiği hadis de o derece sıhhat kazanmış
    olur. Bir hadisin isnadını teşkil eden ravilerin hepsi güvenilir (sika)
    oldukları takdirde, o hadisin sahih olduğuna hükmolunur. Ravilerden birinin veya
    bir kaçının güvenilir olmaması halinde, onların bu halleri, rivayet ettikleri
    hadisin sıhhati üzerinde şüphe ve tereddütlerin belirmesine ve dolayısıyla o
    hadisin sahih olmadığı hükmünün verilmesine sebep olur. Bu önemli kaide
    dolayısıyla, hadis ravilerinin gözönünde tutulmasına ve hallerinin araştırılıp
    ortaya konmasına büyük önem verilmiştir.

    Diğer taraftan “sika” tabiri, hadis ravilerin
    adalet vasfını taşımış oldukları açıklanırken (tadil) kullanılır ve bazan bu
    kelime tadilin en yüksek mertebesini göstermek üzere iki defa tekrarlanarak
    söylenir; “sika sika” gibi, yahut da tadile delâlet eden diğer tabirlerle
    birleştirilerek kullanılır; “Sika sebt, sika mutkın, sika hücce, sika hâfız”
    gibi. Bazan da “evseku’n-nâs” (insanların en sika olanı) tabiri kullanıldığı
    görülür.

    Sika ve zayıf olan ravilerin bilinmesi, hadis
    usulünün üzerinde durduğu önemli konulardan biridir. Bu nedenle hadis târihinde
    sika ravilerin isimlerini ve tercemelerini bir araya getiren kitapların telifine
    büyük önem verilmiştir. Muhaddislerden bazıları sadece sika ravilerin tercüme-i
    hallerini anlatmak maksadıyla “Kitabu’s-sikât” adı verilen eserler yazmışlardır.
    Bu şekilde “Kitabu’s-sikât” isminde eser yazan muhaddisler arasında İbn Hibban
    el-Büstî, Zeynuddin Kasım b. Kutluboğa ve Halil b. Şahîn bulunmaktadır. Bazı
    muhaddisler de sika râvilerle birlikte zayıf râvileri de toplayan kitaplar
    yazmışlardır. Bunların pek çok misali bulunmaktadır. Mesela Buharî’nin üç
    târihi, İbn Hıbban’ın Kitabul-cerh ve’t-tadîli, İbn Ebî Hatim er-Razi’nin, Ebu
    İshak İbrahim b. Yaküb el-Cüzecânî’nin Kitabul-Cerh ve’t-tadili, İbn Kesir’in
    Kitâbut-Tekmile fi marifeti’s-sikat ve’d-duafâ vel-mecâhîl, isimli eseri,
    Zehebi’nin Mizânul-İ’tidâl’i, İbn Hacer’in Tehzibu’t-Tehzib’i, bunlardan bir
    kısmıdır. Bu tür eserler arasında yer alan İbn Sa’d’ın et-Tabakatül-Kübrâ’sı,
    Sahabe, Tabiün ve kendi zamanına kadar yaşamış olan kimseleri de alması
    bakımından meşhûr olmuş önemli bir eserdir.

    Muhaddislerin râvilerin sika olup olmadıklarını
    tesbit etmek için göstermiş oldukları fevkâlâde ilmi gayretler, Hz. Peygamber
    (s.a.s)’den rivâyet olunacak hadisleri sağlam ve sıhhatli bir şekilde elde etme
    gayesine yöneliktir. Hiç şüphesiz adâlet ve zabt vasfını tam olarak taşıyan sika
    bir râvi ancak sağlam ve sahih rivayetler nakleder. Zayıf, asılsız ve münker
    rivâyetleri de ancak tanınmaları için ele alırlar. Sika olmayan râvilerin de
    özel kitaplardan toplanıp tanıtılması onlar kanalıyla naklonulmuş rivâyetleri
    tanımak açısından büyük bir kolaylık sebebidir. Çünkü sika olanın rivayeti kabul
    olunur ve onunla amel edilir. Sika olmayan râvilerin de çok iyi tanınması
    gerekmektedir. Muhaddisler rical ile ilgili yapılması gereken tüm çalışmaları en
    ince teferruatına kadar açıklığa kavuşturmuşlardır.[4]



     




    [1]

    Hatib Bağdadî, el-Kifâye fi İlmi’r-Rivâye, Haydarabad 1357, s. 80.



    [2]

    Tahir el-Cezâirî, Tevcîhu’n-Nazar, Beyrut (t.y), s. 26.



    [3]

    Talat Koçyiğit, Hadis Usûlü, Ankara (t.y), s. 46.



    [4]

    Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/421-422.

  • B) Zabt Hadis Usulü Online Oku


    B) Zabt

     

    Bir
    râvide adâleti gerektiren sıfatlardan sonra aranan ikinci şart zabt’tır. Zabt,
    râvinin tahammül ettiği bir rivâyeti edâ anına kadar aldığı şekilde muhâfaza
    etmesidir. Kısaca bellemek demek olan bu sıfat sayesinde ravi, duyduğunu duyduğu
    gibi rivayet edebilecektir.

    Şu halde
    bir kimsenin zâbıt olabilmesi, hıfzından (ezberinden) rivâyet ediyorsa hâfız
    (ezberlemiş) olması, yazılı nüshâdan (kitaptan) rivâyet ediyorsa nüshasını
    (kitabını) tebdîl ve tağyirden mahfuz bulundurması (koruması), mânâ ile rivâyet
    ediyorsa kelimelerin delâlet ettiği mânâ inceliklerini, manayı bozacak unsurları
    temyiz ve tefrîk edebilecek güçte ve titizlikte olması lâzımdır. Netice
    îtibâriyle zâbıt’ta aranan husus, rivâyetleri -ziyâde ve noksana yer vermeden-
    aldığı şekilde aslına uygun olarak edâ etmesidir.

    Gerek
    hâfıza yoluyla muhâfazanın ve gerekse yazı yoluyla muhafazanın kendilerine has
    bir kısım ârazları vardır. Sözgelimi hâfızaya yanılma, unutma, telkîn, yaşın
    ilerlemesi veya psikolojik şok ve hastalık gibi ârazların araya girmesiyle hâsıl
    olan ihtilat hâli gibi şüphelerle hâfıza zabtı bozulacağı gibi, kitabın kaybı,
    bazı sayfalarının düşmesi, değiştirilmesi veya bazı rivayetlerin araya
    başkalarınca sokuşturulması gibi durumlar da yazı ile yapılan zabtı bozabilir.
    Şu halde güvenilecek bir râvinin bu yönleriyle bilinmesi gerekir.

    Bir râvi,
    zâbıt olma durumunu, zabt ve itkân’iyle meşhur olmuş sika muhaddislerin
    rivâyetlerine muvafık rivâyetler yapmasıyla isbatlar. Rivâyetlerinin büyük
    çoğunluğunda bu muvâfakat görüldüğü takdirde o râviye zâbıt denebilir. Nâdir
    muhalefetleri zabt’ına halel vermez ise de artacak olursa zabtının zayıflığına
    hükmolunur. Adaleti tam bile olsa, rivâyeti ile ihticâc edilmez, belki îtibâr
    edilir. Yaptığı rivayetlerin yarısından fazlasında, görülecek şekilde hatası
    artacak olursa rivayeti tamamen terkedilir.[1]

    Zabt
    sahibi bir ravinin uyanık olması, yani rivayet etmediği bir hadis kendisine
    sunulup “bunu sen rivayet ettin” denilince, kabul eden kişi gafil ve dalgın
    sayılır. Böylelerinden hadis alınmaz. Gaflet ve dalgınlık zabt’a aykırıdır.




    [2]

    Hadis ravisinin güvenilirliğini sağlayan ve
    adalatten sonra ravide bulunması gerekli görülen bir sıfattır. Bilgiyi muhafaza
    etmek, iyice bellemek anlamına gelir. Zabt iki kısımda mütalaa edilmektedir:


    a)

    Ezberlemek suretiyle muhafaza etmek (Zabtu’s-sadr). Ravinin, hocasından
    işittiğini ezberlemesi ve işittiği andan nakledeceği ana kadar onu
    tekrarlayabilmesidir.


    b)

    Yazmak suretiyle muhafaza etmek (Zabtul-kitab).

    Hadisleri yazdığı kitabı muhafaza etmesi ve onun
    işittiği andan rivayet edeceği ana kadar her türlü değişiklikten korumasıdır.
    Bir ravide bu şartlar tahakkuk edince rivayeti kabule şayan olur. Eğer ravi,
    hadisi mana ile rivayet ediyorsa, hadis metninde değiştirdiği ve yerlerine
    koyduğu kelimelerin manalarını iyi bilmesi ve bunları kullandığı zaman hadisin
    manasında her hangi bir değişikliğe sebep olmaması lazımdır. Mana ile rivayet
    eden ve hadisin manasını değiştiren bir ravi güvenilir (sika) olma özelliğini
    kaybeder. Bütün bunlardan, muhaddislerin rivayetler hususunda son derece
    ihtiyatlı davrandıkları anlaşılmaktadır.

    Muhaddisler, ravilerin yaşlarını ve şeyhlerle
    görüşme durumlarını dikkate alarak meydana getirdikleri her gruba tabaka adını
    vermekte hemen hemen ittifak etmişlerdir.[3]
    Ravilerin tabakalara ayrılması tamamiyle ıstılahî bir meseledir. Ravilerin
    tabakalarını bilmek, bir çok karışıklığı önler; birbirine benzeyen isim ve
    künyelerin karışmasına engel olur; araştırıcıya tedlis, inkita ve irsalin
    çeşitli şekillerini öğretir.[4]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/12-13.



    [2]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 78.



    [3]

    Subhi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, trc. M. Yaşar Kandemir,
    Ankara 1981, s. 300.



    [4]

    Subhi es-Salih, a.g.e., s. 301; Sabahattin Yıldırım, Şamil İslam
    Ansiklopedisi: 5/227-229.

  • 9- Lika: Hadis Usulü Online Oku


    9- Lika:

     


    Karşılaşma demektir. Râvînin bir kimseden yaptığı rivâyetin mûteber olması
    onunla karşılaşmasına bağlıdır. Râvi, behemahal karşılaştığı, görüştüğü kimseden
    hadîs rivâyet etmelidir. Bir hadîs rivâyet eden kimse bunu karşılaşmadığı
    birisinden nakledecek olsa, kendisi, ne kadar sika olursa olsun rivâyeti zayıf
    olur.

    Hadîsin
    sahih olması için rivâyetin birbirini gören şahıslar vasıtasıyla gelmiş olma
    şartında bütün muhaddisler müttefiktir. Buhârî bu şartın tahakkuk etmediği
    hadîsi Sahîh’ine almamıştır. Müslim ise muâsır ve görüşme şartları içerisinde
    bulunan, görüşmediklerine dair açık bir bilgi mevcut olmayan bir sikanın
    mu’an’an rivâyetini lika’ya hamletmiş, sahîh addetmiştir.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/12.

  • 8- Şöhret: Hadis Usulü Online Oku


    8- Şöhret:

     

    Râvinin
    bilinmesi, tanınması, tamamen mâlum bir kişi olması, demektir. Böyle bir râviye
    meşhûr denir. Bundan maksad örfi şöhret değil, ıstılâhî şöhrettir. Bu da iki
    surette tahakkuk eder:

    1)
    Bir râviden en az iki kişinin hadîs rivâyet etmesi onun meşhûr sayılması için
    yeterlidir. Çünkü, bu kimseden rivâyet, onun varlığı, mevcudiyeti hususunda bir
    şehâdettir. İki kişinin rivâyeti, râvinin şahsiyeti hususunda iki şehâdet
    olmaktadır. Malûm olduğu üzere iki şehâdetle, ilim ve sübût hâsıl olur.

    2)
    Râvi hakkında cerh ve tâdilin vâkî olması. Hakkında cerh veya tâdil vaki olmayan
    kişinin hâli bilinmiyor demektir. Kendisinden iki kişi de hadîs almış olsa, bu
    çeşit bilinmemezlikten kurtulamaz, böylelerine mestûr (kapalı,örtülü) denir.

    Şunu da
    belirtelim ki, adâleti muhaddisler arasında bilinen ve takdîr edilen İmam Mâlik,
    Süfyâneyn, Evzâi, Şâfiî, Ahmed İbnu Hanbel, Şûbe, Vekî, İbnu’l-Mubârek, İbnu
    Ma’în, İbnu’l-Medînî ve benzerleri hakkında ta’dil’e gerek yoktur. İbnu
    Abdilberr ölçüyü daha da genişleterek “İlme hizmet ve alâkasıyla mâruf olan her
    bir ilim sâhibi, cerhi sâbit oluncaya kadar adl kabûl edilir, (ayrıca ta’dîl
    edilmesi gerekmez)” demişse de fazla kabul görmemiştir. Yukarda ismi geçenlerden
    ve emsallerinden herhangi birinin ahvâli gizli kalmış bile olsa sormaya gerek
    yoktur, adâlet üzere olmaları esastır denmiştir. Nitekim İshak İbnu Râhûye
    hakkında Ahmed İbnu Hanbel’e sorulunca: “İshak gibisinden de sorulur mu?”
    demiştir. Kezâ İbnu Ma’în’e Ebû Ubeyd hakkında sorulunca: “Ebû Ubeyd hakkında
    benim gibisinden sual sorulur mu?” Ebû Ubeyd’den, başkaları hakkında sorulur”
    demiştir.

    Bu
    prensib, ulûm-i İslamiyeye hizmeti geçen pek çok büyük hakkında -çoğu kere
    beşerî zaafların sevkiyle söylenmiş olan- hissî tenkîdleri itibardan düşürmüş, o
    büyüklere olan îtimat ve saygının korunmasını sağlamıştır. Bazı Hadîs Meseleleri
    bölümünde Halku’l-Kur’ân meselesi’nin sonlarında hemen hemen bütün âlimlerin şu
    veya bu şekilde cerhedildiğine parmak basılmıştır. Demek ki büyükler hakkında
    rastgele yapılan cerhlere itibar edilmemiştir.

    Yine
    belirtelim ki, Hâdîs ilminde otorite olmuş Buhârî, Müslim gibi büyüklerin
    herhangi bir râviden hadîs alması, o râvî hakkında Ta’dîl sayılmıştır. O râvîden
    alan bir başkası olmasa bile “büyük bir muhaddisin hadîs alması onu meçhul
    olmaktan çıkarır, mehşur kılar” denmiştir.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/11-12.