Ay: Ocak 2014

  • 4- CERH VE TA’DÎL KAİDELERİ Hadis Usulü Online Oku

    4- CERH VE
    TA’DÎL KAİDELERİ

     

    Usûl kitaplarında rivâyeti kabul edilenlerin
    vasıflarını beyan sadedinde bazı kaideler açıklanmaktadır. Bunlardan bir
    kısmına, işlenen mevzu ile alâkası sebebiyle başka yerlerde temas edilmiş olsa
    bile, topluca, kendi sistemi çerçevesinde görülmesinde fayda var. Bu sebeple,
    Tedrîbu’r-Râvî’de yer verilmiş olan uzun açıklamaların bir kısmından kaçınarak
    okuyucuyu tatmin edecek asgarî izahla bu kaideleri belirtmeye çalışacağız.


    Birinci Kaide:

    Bir rivayetin kabul edilebilmesi için ravisinin
    zâbıt ve âdil olması lâzımdır. Adaletin gerçekleşmesi için büluğ, akl, İslâm,
    itikad, diyanet, mürüvvet, sıdk, şöhret, lika gibi şartlar arandığını, bunlardan
    ne kastedildiğini daha önce açıkladık.


    İkinci Kaide:

    Bir ravinin adâleti, onun hakkında âdil iki
    kişinin “âdildir” demeleriyle veya alimler nezdinde adaletiyle iştihâr etmesi ve
    hakkında senâ edilmiş olmasıyla sabitleşir. Nitekim Tâbiîn ve Etbauttâbiîn’in
    büyükleri ve meşhurları böyledir.

    Ebu Bekr el-Bakillânî şöyle demiştir: “Şâhid ve
    muhbir, her ikisi de, adâletleriyle meşhur olmadıkları takdirde tezkiyeye
    muhtaçtırlar, zira durumları meşkuktur, adâlet üzere olmaları da adaletsiz
    olmaları da câizdir…”


    Üçüncu Kaide:

    Râvînin zabtı, çoğunlukla, mutkın olan sika’lara muvafakatıyla bilinir. Nadir
    rastlanan muhalif rivayetleri zabtını ihlâl etmez. Ancak bunlar miktarca artarsa
    zabtının zayıflığına hükmedilir ve kendisiyle ihticâc edilmez. Sikalara
    muvafakatın lafzî olması şart değildir, rivayetler ifâde ettikleri manalarda
    uygunluk arzetseler bu yeterlidir.


    Dördüncü Kaide:

    Sahih ve meşhûr olan kavle göre, bir ravi
    hakkında yapılan ta’dil gayr-ı müfesser de olsa yani sebebi belirtilmemiş de
    olsa makbûldür. Cerh ise, müfesser olmadan kabul edilmez.

    Ta’dîl’de açıklama şartının konmaması adâlet
    sağlayan sebeplerin çokluğundan ve dolayısıyla bunları birer birer saymanın
    zorluğundandır. Bu suhulet konmamış olsaydı muaddil, her şahıs için: “Şunları
    şunları yapmazdı, şunları şunları irtikab etmemiştir, şunu şunu yapardı…” diye
    yapılması veya terki fısk olan şeyleri sayması gerekecekti. Bunun nasıl bir
    zorluk olacağı açıktır.

    Ancak cerh buna benzemez. Tek bir menfi işi
    yapması cerh için yeterlidir. Bunu söylemenin hiçbir zorluğu da yok. Mâlum
    olduğu üzere, cerh sebepleri hususunda insanlar çok farklıdırlar. Mesela birisi,
    kendi nazarında cerh sayılan bir sebeple raviyi cerheder, halbuki bu,
    nefsülemirde (gerçekte) cerh değildir. Öyle ise cârih, cerhin sebebini beyan
    etsin ki, başkalarına, bu gerçekten kâdih (yaralayıcı) mi, değil mi
    değerlendirme imkânı tanısın. Söylediğimiz bu prensip İbnu Salâh, Hatîbu’l-Bağdadî,
    Buharî gibi büyüklerin benimsedikleri sahih görüştür. Fukaha ve usulcüler bu
    görüş üzerine hareket etmişlerdir. Nitekim, Sahîheyn bahsini işlerken, Buhârî ve
    Müslim’de bazılarınca cerhedilen zayıf ravilerden söz etmiş ve ilaveten
    bunlardan bir kısmının, Buhârî ve Müslim nazarında “zayıf değillerdir” diye
    değerlendirildiğini kaydetmiştik. Aynı davranış Ebu Davud başta diğer
    muhaddislerde de görülür.

    Bu durum, muhaddislerin, cerh sebebi belli
    edilmeden “zayıftır”, “birşey değildir” gibi mücmel ve mübhem cerhi kabul
    etmemeyi düstûr edindiklerine delâlet eder. Benimsenen yolun bu olduğunu
    gösteren bir başka husus daha var. O da şudur: Bir kısım rivayetler gösteriyor
    ki böyle mübhem cerh’te bulunan carihlerden cerh sebebini açıklamaları taleb
    edildiği zaman, muhâtabı tatmin eden, gerçekten cerhi gerektiren bir sebep
    zikredememişlerdir. Hatibu’l-Bağdadî bu meseleye müstakil bir bab tahsîs ederek
    pek çok misal sunar. Kaydettiği bir örneğe göre, Şu’be’ye: “Falancanın hadisini
    niye terkettin?” diye sorulunca: “Ben onu, kadana’ya binmiş, koşturmak için
    hayvancağıza ayaklarıyla vuruyor gördüm” der[1].
    Keza Sâlih el-Mürrî’nin hadisleri hakkında Müslim İbnu İbrahim’e suâl edilince
    şu cevabı verir: “Salih’le de işin ne? Bir gün Hammâd İbnu Seleme’nin yanında
    ismi geçmiş idi, Hammâd burnunu sildi.” Bir başka rivayet Şu’be’nin şöyle
    söylediğini bildirmektedir:

    “- Minhâl İbnu Amr’ın evine gitmiştim. İçeriden
    bir tanbur sesi geldi, ben de geri döndüm”. Bağdadî yanlışlığı noktalamak için:
    “Keşke sorsaydın, adamın belki de bundan haberi yoktu!” der. Şu’be’nin bu çeşit
    yanlış hareketlerini belirtmek için Bağdadî bir de şu rivayeti kaydeder: “Vekî
    anlatıyor: Şu’be dedi ki: Kendisinden Ebu İshâk’ın hadis rivayet ettiği
    Nâciye’ye rastladım. Satranç oynuyordu. Rivâyetini almadım. Sonra (adamcağız
    ölünce) rivayetlerini bir başkası vasıtasıyla yazdım.”

    Bağdadî’nin kaydettiği son bir vak’aya göre,
    Hakem İbnu Uteybe’ye “Zâzân’dan niye hadîs rivâyet etmiyorsun? diye sorulmuş da:
    “O, çok konuşan biridir” diye cevâp vermiş.

    Şüphesiz bunların hiçbirisi ravinin terkini
    gerektirecek kusurlara girmez.

    Sayrafi: “Falanca kezzâbtır” derse bu da yeterli
    değildir, mutlaka sebebi açıklanmalıdır. Çünkü kizb kelimesi galat manasına da
    gelir, nitekim “Ebu Muhammed kizbde bulundu” sözü bu manadadır” demiştir.

    Bu meseleyi te’yîden İbnu Salâh der ki:

    “Şöyle bir itirazda bulunmak mümkündür:
    “Âlimler, râvileri cerhedip hadîslerini reddetmede hadis imamlarının cerh ve
    tadil üzerine yazmış bulunduğu kitaplara itimâd ediyorlar. Halbuki bu eserler
    nâdiren cerh sebeplerini açıklar. Müelliflerin kitaplarda mûtad âdetleri
    “falanca zayıftır”, “falanca bir para etmez” vs. veya “Bu zayıf bir hadistir”
    veya “Bu, gayr-ı sâbit bir hadistir” gibi bir tabir kullanıp geçmektir. Böyle
    olunca sebep beyan etme şartı koşmak, bu eserleri iptal etmeye ve çoğu durumda
    cerh kapısını kapamaya müncer olmaz mı?”

    İbnu Salâh, sonra şu cevâbî açıklamayı yapar:
    “Cerh sebebini açıklamayan cerh ve ta’dîl kitapları, -biz cerhi tesbit ve cerh
    hükmü vermede onlara itimad etmesek bile- onların cerhettiği şahısların
    hadîslerini kabulde tevakkuf etmemize yararlar. Çünkü, ne de olsa, onlarda gelen
    cerh, bizde raviler hakkında kavi bir şüphe uyandırır, bunun üzerine ravinin
    halini araştırırız. Şayet şüphe gider, güven hasıl olursa rivayetini kabul
    ederiz. Nitekim durumu böyle olan nice sahîheyn ravisi vardır.”

    Sahih olan bu görüş dışında başka görüşler de
    vardır. Özetle:


    1-

    Yukarıdakinin tersine, gayr-ı müfesser cerh kabûl edilmeli, ta’dîl müfesser
    olmalı,


    2-

    Cerh de ta’dîl de müfesser olmalı,


    3-

    Cârih ve muaddil cerh ve ta’dîl erbabını bilip anlayan itikad ve amellerinde
    sağlam kişilerse cerhte de ta’dil’de de sebeb beyan etmek gerekmez. Başka
    vesîlelerle daha önce de yer verdiğimiz bu görüşü Kadı Ebu Bekr, cumhur’un
    görüşü olarak nakletmiş, İmâmu’l-Harameyn, Gazâli, Râzî ve Hatib benimsemiş,
    Ebu’l-Fazl el-Irâkî, el-Bulkînî görüşün “sahîh” olduğunu te’yid edip
    benimsemişlerdir.

    İbnu Hacer bu meseleye bir başka vüs’at
    kazandırmıştır. Der ki: “Bu ilmin imamlarından biri tarafından tevsîk edilmiş
    biri, mücmel bir cerhle cerhedilmiş olsa, bu kimse hakkındaki cerhi yapan cârih
    her kim olursa olsun, müfesser olmadıkça cerhi kabul edilmez. Çünkü onun sikalık
    rütbesi kesinleşmiştir, bu ancak açıkça beyan edilen bir kusurla izâle
    edilebilir. Zira bu ilmin imamları, dini durumlarını ve rivayetini iyice
    tedkîkten geçirmedikleri, gerekli araştırmayı yapmadıkları kimseyi tevsîk
    etmezler. Onlar bu meselede insanların en uyanıklarıdır, onlardan birinin
    hükmünü sarîh bir kusur nakzedebilir.”

    Eğer bir râvi, cerh ve tâdili bilen birisi
    tarafından gayr-ı müfesser olarak cerhedilse ve bu râvî daha önce ta’dîl
    edilmemiş idiyse bu cerh onun hakkında kabul edilir. Zira böyle birisi ta’dîl
    edilmemiş olması sebebiyle meçhûl durumundadır. Bu râvi hakkında cârihin sözünü
    mûteber kılmak ihmâl etmekten daha iyidir. Cerh ve ta’dîl ilminin zirvesinde yer
    alanlardan Zehebî: “Bu ilmin âlimlerinden iki tanesi, hiç bir zaman ne zayıf bir
    kimseye sika demede, ne de sika bir kimseye zayıf demede ittifak etmemişlerdir”
    der. Nesâî’nin, hadis kabul etmede prensibi, terkinde ittifak edilmemiş
    ravilerden hadis almaktı.


    Beşinci Kaide:

    Cerh ve ta’dilin sübut bulması (kesinlik
    kazanması) için, sahîh olan kavle göre, bir kişinin beyanı yeterlidir. Çünkü,
    bir haberin kabulünde aded şartı yoktur, dolayısıyla, o haberin ravisini cerh ve
    ta’dîl’de de aded şartı koşulmaz. Ayrıca tezkiye (ta’dîl) hüküm makamındadır,
    hükmün muteber olması için hâkimin iki olması diye bir şart yoktur.Bazı alimler,
    “Şehâdette olduğu üzere, cerh ve ta’dîl’de de iki kişinin beyanı olmalıdır”
    demişse de itibar edilmemiştir. Çünkü açıklanacağı üzere rivayet şehâdetten
    farklıdır.[2]



     




    [1]

    Kadana diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı bir zevn’dir. Ağır yük taşımaya
    mansus bir at çeşidi diye açıklanır. (İbrahim Canan)



    [2]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/23-26.

  • 5- Muhalefet-Muhalefetu’s-sikat: Hadis Usulü Online Oku


    5- Muhalefet-Muhalefetu’s-sikat:

     

    Ravinin, gerek senedde ve gerekse metinde başka
    ravilere muhalif olan rivayette bulunmasıdır. Bu ya sika’nın evsâk’a veya
    zayıf’ın sikât’a muhalefeti şeklinde olur. Her iki halde de derecesi daha düşük
    olanın kendinden daha üstün olana muhalefeti şeklinde tecellî eder. Muhalefet,
    temelde vehim hatasından ileri geldiği için, kendinden üstün olana muhalefet
    eden ravi za’fını ortaya koymuş olur, dolayısıyla mecrûh addedilir. Rivâyeti de
    zayıf ve merdûd olur.

    Muhâlefet çeşitli şekillerde olur ve ortaya
    çıkan muhâlif hadisler bu şekillere göre farklı isimler alırlar. Sözgelimi sika
    bir ravi, kendisinden daha sika (=evsak) bir raviye veya sika ravilere muhalefet
    ederse, rivayetine şâz, muhalefet ettiği evsak’ın veya sikaların rivayetine de
    mahfuz denir.

    Sika’ya muhalefet eden zayıf bir ravi ise,
    rivayetine münker denir. Bu durumda sika’nın rivayetine de ma’ruf denir.

    Bazan muhalefet, senedde yapılan değişiklik
    sebebiyle meydana gelir. Şöyle ki: Bir hadisi, muhtelif isnadlarla bir cemaat
    rivayet eder. Bir ravi, aynı hadisi, cemaatten sadece birinin isnâdıyla
    birleştirerek rivâyet eder ve fakat isnadlar arasında mevcut olan farkları
    belirtmez. Böylece, bu isnad, cemaat tarafından rivayet edilmiş olan isnadlara
    muhalif düşer. İsnâdında ortaya çıkan bu muhalefet sebebiyle değişikliğe uğrayan
    hadise müdrecü’l-isnâd denir.

    Bir de müdrecü’l-metn denen muhalefet çeşidi
    vardır. Bu, ravinin, hadisin metnine birşeyler ilave etmesiyle meydana gelir.
    İlâve, hadiste geçen garib bir kelimeyi açıklamak maksadıyla olduğu gibi,
    hadisin ihtiva ettiği bir hükme dikkat çekmek maksadıyla da olabilir. Her iki
    halde de ilave edilen sözü ravi asıl metinden belirtip ayırmaz. Hadîsi ondan
    alanlar da ayıklama yapmaksızın rivayet ederler. Böylece o ilave hadisin
    aslından zannedilir. Ancak tahkik ehli bu hadisi başka tariklerden gelen
    vecihleriyle karşılaştırmak suretiyle bu ziyâdeyi ortaya çıkarabilirler.

    Tahrîf veya tashîf denen bir ameliye ile de
    hadiste muhalefet hasıl olur. Şöyle ki: Ravi, bazan -herhangi bir kasda mebni
    olmaksızın- senette geçen isimlerin veya metinde geçen kelimelerin harflerinde
    değişiklik yapar. Harfleri takdim, tehir, değiştirme, kelimenin tabiatını
    bozacak şekilde noktaları yanlış koyma veya koymama gibi. Bu durum metinde ise,
    manayı tağyîr eder, senette ise raviyi değişik gösterir. Rivayet, bazı
    harflerinde meydana gelen değişikliğe maruz kalmışsa muharref, noktalamada
    değişikliklere maruz kalmışsa musahhaf ismini alır.

    Muhalefet bazan kalb denen bir tasarrufla
    meydana gelir. Kalb’in çeşitleri var ise de, esas itibariyle, bazı isim, kelime
    ve hatta ibarelerin senet ve metinde takdim ve tehîre uğramasıyla hâsıl olur. Bu
    çeşit hadîslere de maklûb denir.

    Muhalefet bazan, ravinin, kendisinden daha
    mutkın ravilerin (veya ravinin) zikretmediği bir ismi senede ilave etmesiyle
    meydana gelir. Mezîd fi Muttasılı’l-Esânid adı verilen bu hadiste, ziyade ismin
    olduğu yerde semaya delalet eden semi’tu, ahbaranî gibi bir siga kullanılmamış
    ise ziyadeli rivayetin tercihi esas olmuştur.

    Hangi çeşidinde olursa olsun muhalefet bulunan
    rivayetlerde sikanın rivayet ettiği hadis tercih edilir. Bazı durumlarda raviler
    ve senette aranan başkaca şartlar eşit derecede ise birini diğerine tercih
    zorlaşabilir. Bu durumdaki hadislere muzdarîb denmiştir ve birini tercih
    ettirici bir karîne çıkıncaya kadar tevakkuf esas alınmıştır.[1]

    Kısacası böyle hadislere de münker, müdrec,
    maklub, muztarib, musahhaf ve muharref gibi isimler verilir.

    Bu on tenkid noktasının en ağırından en hafifine
    göre sıralanması da şöyledir:


    1)

    Kizbu’r-ravi


    2)

    İttihamu’r-navi bi’l-kizb


    3)

    Kesretu’l-ğalat


    4)

    Fartu’l-ğafle


    5)

    Fısku’r-ravi


    6)

    Vehm


    7)

    Muhalefetu’s-sikat


    8)

    Cehaletu’r-ravi


    9)

    Bid’atu’r-ravi


    10)

    Suu’l-hıfz.

    [2]

    Bu duruma göre bir ravinin gerek özel hayatında
    gerekse hadis rivayetinde bu hallerden biri veya bir kaçı tesbit edilirse o ravi
    cerh edilmiş olur. Cerh edilen bir raviye mecruh veya mat’un denir. Mecruh bir
    ravinin hadisi ise zayıf sayılır.

    Aksine, bu hallerden uzak olduğu tesbit edilmiş
    olursa adaletli, yani rivayetlerine güvenilebilecek olduğu açığa çıkarılmış
    demektir. İşte ravilerin hadislerinin değerini tesbit edebilmek için bu şekilde
    tenkit edilmesine cerh ve ta’dil denir.[3]

     



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/21-23.



    [2]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 95-96.



    [3]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 62.

  • 3- Fuhş-i Galat-Kesretu’l-ğalat: Hadis Usulü Online Oku


    3- Fuhş-i Galat-Kesretu’l-ğalat:

     

    Yapılan rivayetlerin yarısında veya yarıdan
    çoğunda hataya düşülürse hafızanın bu hali fuhş-i galat’la ifade edilmiştir.
    Buna kesret-i gaflet de denir. Bu hal hafızanın ziyadesiyle bozulduğunu
    gösterir. Her iki hadisten birinin hatalı olma ihtimalini ortaya kor. Tabiîki
    böylesi rivayetlere itimad edilemiyeceğinden ravi metruk addedilir. Fuhş-i galat
    sahibi bir kimsenin rivayetine de münker denir. Bu münker, zaafı şiddetli
    manasınadır, sikaya muhalif rivayet manasına değil.[1]
    Yanılgı oranı yüzde elli ve daha fazla olan ravinin rivayeti kabul edilmez.

    [2]

     



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/20.



    [2]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 95.

  • 2- Gaflet-Fartu’l-ğafle: Hadis Usulü Online Oku


    2- Gaflet-Fartu’l-ğafle:

     

    Dikkatsizlik demektir. Ravinin aşırı ğafil ve
    kapılgan olması. Ravinin dikkat ve titizliğini artırdığı takdirde bertaraf
    edebileceği bir kusurdur. Bu kusur bazan galat’la ifade edilmiştir. Normalde
    galat, ravinin rivayet esnasında yaptığı hatalara denir.[1]
    Bir ravinin dikkat göstermesi gerekli yerlerde gaflet etmesi, rivayetinin
    reddine sebep olur. Buna da münker denir.

    [2]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/20.



    [2]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 95.

  • 1- Vehim: Hadis Usulü Online Oku


    1- Vehim:

     

    Râvi’nin, mürsel veya munkatı olan bir hadisi
    muttasıl olarak, yahut da bir hadisin metnini bir başka hadise ithâl ederek
    rivâyet etmesidir. Bu merfu hadisi mevkûf, mevsul hadisi mürsel olarak rivayet
    şeklinde de ortaya çıkar. Vehim sahibi bir ravi, vehme senette de düşer, metinde
    de. Hatta cerh ve ta’dilde de hataya düşebilir. Metin ve senetleri çok iyi bilen
    muhaddisler düşülen hatayı ortaya çıkarabilirler. Vehmin girdiği hadîse
    usulcüler umumiyetle muallel hadis derler.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/20.

  • B) Ravinin Zabtını Cerheden Sebepler Hadis Usulü Online Oku


    B) Ravinin Zabtını Cerheden Sebepler

     

    Ravi,
    adalet yönünden olduğu gibi zabt yönünden de beş farklı cerhe maruzdur: Fuhş-i
    galat, gaflet, vehm, sû-i hıfz, muhâlefet.

    Temelde
    bunlar hep hâfıza ile ilgili menfi durumları ifâde eder. Ravideki bu çeşit
    kusurlar adaletle ilgili olanlarla kıyaslamada daha hafif kabul edilir. Çünkü
    kasıtsızdır. Normalde her insan farkına varmadan hata yapar. Nâdir hatalar
    sebebiyle kimse suçlanamaz, hatta ravi hakkında zayıflatıcı bir sebep olarak
    zikredilmeyebilir de. Ancak bu çeşit hatalar artar ve bu dikkat çekecek bir hal
    alırsa, rivâyetlerin selameti bakımından, raviye bakış açısını değiştirir. Bu
    hatalar rivayetlerinin yarısına veya yarıdan fazlasına şâmil olacak şekilde
    artarsa ravinin terkini gerektirecek kadar ehemmiyet kazanır.

    Öte
    yandan hadîslerin sıhhatini belirtmek için kullanılan hasen, zayıf, şâz, münker,
    muallel.., gibi bir kısım tabirler de ravideki hafıza bozukluğunun çeşidine,
    derecesine göre kullanılırlar.

    Şimdi
    zabtı bozan bu halleri kısaca açıklayalım:

    [1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/19.

  • Meçhul Konusunda İstisnaî Hükümler Hadis Usulü Online Oku


    Meçhul Konusunda İstisnaî Hükümler:

     

    Meçhûl
    ravi ile alâkalı bahsin daha iyi anlaşılabilmesi için bir iki noktaya ayrıca
    dikkat çekmede fayda var:

    1-
    Meçhul sahâbe yoktur. Kendisinden, sadece bir tek Tâbiî tarafından hadis rivayet
    edilmiş olan Sahâbî mevcuttur, ancak bu sahâbî meçhul ve dolayısıyla sırf bu
    sebeple rivayeti zayıf addedilmemiştir. Mesela “Mirdâs İbnu Mâlik el-Eslemî”
    (radıyallahu anh)’den sadece oğlu Saîd hadis rivayet etmiştir. Keza “Amr İbnu
    Tağleb” (radıyallahu anh)’den sadece Hasan Basrî rivayette bulunur. Bunlar
    Buhârî’den birkaç örnek. Müslim’den de verelim: “el-Eğarru’l-Müzenî”
    (radıyallahu anhüm)’den sadece Ebu Bürde hadis almıştır. “Ebu Rifâ’atu’l-Adevî”
    (radıyallahu anhüm)’den sadece Hâmid İbnu Hilâl el-Adevî; “Rebî’a İbnu Ka’b
    el-Eslemî” (radıyallahu anh)’den sadece Ebu Seleme İbnu Abdirrahmân rivayette
    bulunmuştur. Hülâsa bu çeşit rivayetler Sahîheyn’de çok miktarda mevcuttur.
    Bunlar, kendilerinden hadis alan kimse tek bile olsa, Ashab arasında ma’ruf
    kişilerdir. Sözgelimi yukarda ismi geçen Mirdas el-Eslemî Bey’atu’r-Rıdvân’a
    katılmış birisidir. Rebî’a el-Eslemî ise Ehl-i Suffe’dendir, ikisi de
    marufturlar.

    Öte
    taraftan Ashab’ın adaleti tam olması sebebiyle haklarında ta’dîl ediciye de
    gerek yoktur, yeter ki sahâbeliği kesinlik kazanmış olsun. Netice olarak ismen
    tesmiye edilerek kendisinden tek bir Tâbiîn’in hadis rivayet ettiği Sahâbî
    -yukarıda belirtilen kaideye mahkûm edilerek- meçhûl addedilmemiştir. Sahâbe
    arasında mübhemler mevcuttur, ancak bu meçhûl demek değildir.

    2-
    İlim’den başka bir şöhret de raviyi meçhul olmaktan çıkarır. Şöyle ki, ilmî yönü
    olmadığı için kendisinden sadece bir kişi rivayette bulunmuştur ama o zat, halk
    arasında bir başka yönüyle meşhurdur. Bu duruma zühdü ile meşhur olan Amr İbnu
    Dînâr ve şecaatiyle meşhur olan Amr İbnu Ma’dîkerîb misal verilir. Nitekim
    Hatîbu’l-Bağdâdî, hadis ehli nezdindeki meçhulü şöyle tarif etmiştir: “Hadîsi
    tek bir cihetten bilinen ve ulema tarafından da tanınmayan kimse”. Bu tarif,
    kendisinden tek bir kişi de rivayet etmiş olsa ulemaca tanınan kimsenin meçhul
    addedilmeyeceğini gösterir.

    3-
    Bazı âlimler, “Abdurrahman İbnu Mehdî, Yahya İbnu Saîd gibi olmayı prensip
    edinenler, herhangi bir meçhûl’den hadîs almışsa bu makbuldür, o râvi böylece
    cehâletten çıkar” demiştir.

    4-
    Zayıf bir görüşe göre de meçhûlün rivayeti alelıtlak makbuldür. Bunu söyleyenler
    için bir rivayetin makbûl addedilmesinin tek şartı vardır: Râvinin müslüman
    olması. Bu görüşün zayıflığı açıktır.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/18-19.

  • Cehâletin Sebepleri Hadis Usulü Online Oku


    Cehâletin Sebepleri:

     

    Ravinin
    gerek zat ve gerek hal yönüyle meçhul oluşu üç sebebe dayanır:

    1.
    Ravinin isim, künye, lâkab, nisbet, meslek gibi kendisini tanıtıcı, emsâlinden
    tefrîk ve temyîz edici sıfatları bazan birden fazla olduğu halde bunlardan
    sadece birkaçı ile tanınmış olur. Kendisinden hadîs alanların, onu, -şu veya bu
    sebeple- meşhur olmayan bir sıfatı ile zikretmesi halinde işitenler bunun başka
    bir zat olduğu zannına kapılırlar. Bu yüzden o ravinin hali, zat olarak da sıfat
    olarak da meçhul kalır. Mesela Muhammed Sâib el-Kelbî’yi bazıları ceddine nisbet
    ederek Muhammed İbnu Bişr, bazıları Hammâd İbnu Sâib diye tesmiye etmiş,
    bazıları da zâten ihtilaflı olan künyeleriyle Ebu’n-Nadr veya Ebu Said veya Ebu
    Hişâm diye tesmiye etmiştir. Böylece rivâyet ettikleri hadis bir olduğu, şahıs
    aynı olduğu halde durumu bilmeyenler ravileri farklı kimseler zannetmişlerdir.

    Farklı
    sıfatları birleştirerek bir şahsa izafe veya aynı müşterek vasfı değişik
    kimselere isnâd hususundaki yanlışlıkları tashih etmek için bazı te’lîfat ortaya
    konmuştur. Muhaddislerin Mûzıh adını verdikleri bu çeşit kitapların en mükemmeli
    Hatîbu’l-Bağdâdî’nin Mûzıh’ıdır.

    2.

    Cehâletin ikinci sebebi ravinin mukıll olmasıdır. Rivayeti az olana mukıll
    dendiği gibi tek râvisi olana da mukıll denir. İster Tâbiîn’den isterse
    Etbauttâbiîn’den olsun tek râvisi olan mukıll’ın ismi tasrîh edilmiş olsa bile
    meçhûllükten kurtulamaz. Daha önce de temas edildiği gibi bu gibilerden yapılan
    rivayetlere Vühdân denir, müstakil kitaplarda cemedilirler.

    3.
    Ravinin ismi bazen ihtisar (kısaltma, özetleme) maksadıyla zikredilmeyerek
    mübhem bırakılır. Rivayeti yapan zat “Bana falanca haber verdi” veya “Bana bir
    şeyh haber verdi” veya “Bana birisi haber verdi” veya “Bana bir adam haber
    verdi” gibi bir siga kullanır. Bu çeşit mübhem tesmiyeler umumiyetle mukıll olan
    raviler hakkında yapılır. Mesela Müslim’de “Haddesenâ sâhibun lenâ=bize
    ashâbımızdan biri söyledi ki”, “Huddistü an Yahya İbni Hassân=Yahya İbnu
    Hassân’ın rivayeti olmak üzere bana haber verildi ki”, “Haddesenî men semi’a
    Haccâcen el-A’vere=Haccâc-ı A’ver’den işiten kimse bana haber verdi ki”,
    “Haddesenî ba’zu ashâbına =ashabımızdan birisi bana söyledi ki”, Haddesenî
    Ricâlun an Ebî Hüreyrete=Ebu Hüreyre’den naklen bir takım kimseler bana
    söylediler ki”, “Belağanî an İbni Ömer=İbnu Ömer’den bana baliğ oldu ki”
    şeklinde kısaltmalar mevcuttur.

    Durumu
    böyle olan raviye mübhem dendiği gibi rivayetine de mübhem rivayet denir. Başka
    tariklerde bu isimler sarahat kazanmadığı müddetçe mübhem rivayetler munkatı
    addedilir ve sahih kabul edilmez. Sözgelimi Müslim’in mübhemleri başka
    tariklerde tesmiye edildiği için onların ittisaline, sıhhatine söyleyecek söz
    kalmamıştır.

    Hemen
    belirtelim ki, müteahhirîn nezdinde bir sika’nın, ahbaranî sikatun “Bana sika
    olan zat haber verdi” diyerek mübhem raviyi ta’dil edici bir ifade kullanmış
    olması, bu rivayetin makbul addedilmesine yeterli sayılmamıştır. Çünkü bu sika
    tarafından adâletine hükmedilen bu meçhul ravi bir başkasına nazaran mecrûh
    olabilir. Böyle cerh ve ta’dilin birleşme hallerinde bazılarınca esas prensip
    cerhin takdîmi olması haysiyetiyle, ravi sika değil zayıf addedilir.

    Ancak,
    bu söz, önce de belirttiğimiz üzere, İmam Mâlik, Şâfiî, Buharî gibi
    (rahimehümullah) müctehid âlimlerden, bu ilmin otoritelerinden vârid olmuş ise
    ravi hakkında tevsik sayılmış, ravinin meçhul değil meşhur kabul edilmesi
    gerektiği belirtilmiştir. Bu fikir Ebu’l-Hasen İbnu’l-Kattân’a ait ise de,
    çoğunlukla benimsenmiş, İbnu Hacer’in de ifade ettiği üzere “sahih görüş” kabul
    edilmiştir.

    Üçüncü
    bir görüşe göre, “Bana bir sika haber verdi” sigasıyla rivayet edilmiş olan
    mübhem rivayet makbuldür, zira, zâhire temessük esastır. İlk üç nesli Resûlullah
    (aleyhissalâtu vesselâm)’ın tezkiyesi sebebiyle bunlar (yani ravi) hakkında asl
    olan adalettir. Cerh ise hilaf-ı asl’dır, sübûtu için delil lâzımdır, delil
    olmadıkça zann ile asl’olan rücu edip cerh’e hükmedilemez. Ebu Hanîfe ve
    Bağdâdî’nin bu kanaatte olduklarını az yukarıda belirtmiştik.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/16-18.

  • 5- Cehâlet-Cehaletu’r-ravi: Hadis Usulü Online Oku


    5- Cehâlet-Cehaletu’r-ravi:

     

    Şöhret’i
    olmayan yâni “bilinmeyen, tanınmayan” ravinin sıfatıdır. İki çeşittir:

    1- Cehâletu’l-ayn:
    Bu,
    ravinin zatının bilinmediğini ifade eder. Bu hal, bir raviden, sadece bir
    kişinin hadis rivayet etmiş olmasıyla ortaya çıkar. Cehâletu’l-ayn sahibi raviye
    mechûlü’l-ayn veya mechûlü’z-zât da denir. Böyle birinin rivayeti, fukaha ve
    muhaddisînin ekseriyeti (cumhur) nazarında makbul değildir. Bunun cehâlet’ten
    kurtulması iki suretle olur: Ya kendisinden hadîs rivayet eden râvi-i münferid
    dışında sika biri tarafından ta’dîl edilmesi, yahud kendisinden münferid
    rivayetle birlikte tezkiye de etmiş bulunan kimsenin, cerh ve ta’dîl’de
    ehliyetli imamlardan biri olması.

    2- Cehâletu’l-hal:
    Ravi hakkında cerh ve ta’dîl vâki olmadı ise, onu bu yönleriyle tanımıyoruz
    demektir. Bu duruma cehâletul-hal denir. Bir başka ifadeyle kendisinden iki veya
    daha fazla kimse hadîs almış bile olsa sika mı, zayıf mı olduğuna dair râvi
    hakkında açıklama gelmemiş olabilir. İşte bu durumdaki raviye meçhulü’l-hal veya
    mestûr denir.

    Cehâlet
    kelimesinin örfi manası ile ıstılâhî manası birbirine karıştırılmamalıdır.
    Istılahta “cehâlet”, şöhretin zıddıdır, “meçhul” de meşhur’un zıddıdır. “Meşhur”
    yerine mârûf da kullanılır.

    İbnu
    Salâh, mestur tabiri ile meçhûlü’l-hal tâbiri arasında bir fark gözetmiş,
    adâleti yalnız bâtınen meçhul olan’a “mestur”, adaleti zâhiren ve bâtınen meçhul
    olana da “meçhûlü’l-hal” demiştir.

    Adâlet-i
    zahire, ravi hakkında cerh gelmemesiyle hasıl olur. Çünkü bazı âlimler, hakkında
    cerh gelmeyen kimselerin adaletine hükmederek rivayetlerini kabul etmiştir.
    Bağdadî ve Ebu Hanîfe’nin de bulunduğu bu gruba göre, kişinin adl sayılması için
    hakkında cerh gelmemesi yeterlidir. Çünkü insanlar hakkında verilecek hükümde
    beraat-ı zimmet asıl’dır kâidesi esastır. Aksi hükme sevkedecek delil olmadıkça
    kişi salih kabul edilecektir. Hiç kimse gaybı bilmekle yani, ravi hakkında
    rivayet edilmemiş olan cerh sebeplerini bilmekle mükellef değildir. Nitekim,
    ayet-i kerîmede: “Tecessüs etmeyin” (Hucûrât: 49/12) emredilmiştir.
    Ayrıca bâtındaki adâleti bilmek zordur, zâhirdeki ile iktifa olunur. Ravi
    hakkında cerh yoksa hüsn-i zanla amel olunarak adalet-i zâhireye hükm olunur.”

    Bu
    telakki selef’e aittir. O devir insanları çoğunlukla adâlet sahibi kimselerdir
    ve nebevî övgüye mazhardır. Müteahhir dönemde insanların ahvali değiştiği için,
    bu prensip terkedilmiş, mestur olanların zayıf addedilmesi prensip kılınmıştır.
    Nitekim Ebû Hanîfe (rahimehullah)’nin iki meşhur talebesi İmam Ebû Yusuf ile
    İmam Muhammed bu prensipten ayrılırlar. Şu halde Tâbiîn ve adâlet-i
    zahire’lerine göre hareket edilerek rivâyetleri makbûl addedilmiş, daha sonra
    gelenlerden adâlet-i bâtına aranmıştır.[1]

    Böyle
    bir ravinin rivayeti mübhem adını alır. Kendisi mechul diye cerhedilir.

    [2]

     



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/15-16.



    [2]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 94.

  • 3- Fısk-Fısku’r-ravi: Hadis Usulü Online Oku


    3- Fısk-Fısku’r-ravi:

     

    Ravinin
    söz ve fiillerinden küfrü gerektirmeyen bir kısım kötü davranışların sudûrudur.
    Farzların terki, haramların irtikâbı gibi. Âlimler kebâirin işlenmesi ile
    seğâirde ısrârı bir tutarak, küçük günahları ısrarla işleyenlere de “fâsık”
    demiştir. Bu çeşit isyankârlığa fısk bil-ma’siye denir. Bir de küfre gitmemekle
    birlikte, ehl-i sünnet’e uymayan iddialarda bulunmak söz konusudur, buna da
    bid’at veya fısk-ı îtikâdî denir, bunu müteâkiben ayrıca açıklayacağız.

    Kısacası
    fısk, ravinin adâletini ciddî şekilde selbeden ağır cerhlerden birisidir.[1]

    Böyle
    bir ravinin rivayeti münker olarak değerlendirilir. Kendisi hakkında da
    leyyinü’l-hadis (hıfz veya dindarlığı gevşek) denir.

    [2]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/15.



    [2]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 94.