Ay: Ocak 2014

  • 7- Mürüvvet-Muruet: Hadis Usulü Online Oku


    7- Mürüvvet-Muruet:

     

    Kişinin
    ahlâkî yönünü ilgilendirir. Örfen kınanan, hoş karşılanmayan davranışlardan
    kaçınmaktır. Mahallin geleneklerine, değerlerine, âdetlerine riâyetsizlikler
    râvinin mürüvvetini zedeler.

    Bağdâdî,
    Kifâye’de der ki: “Alimlerden pek çoğu muhaddîs ve şâhidin, dinen mubâh olan
    birçok şeyden kaçınması gerekir demiştir. Giyimde fazla tevâzu (tebezzül),
    tenezzüh için yollara oturmak, sokakta yiyip içmek, düşüklerle sohbet, yol
    kavşaklarında tebevvül (akıtma), ayakta akıtma, şakalaşmada ifrât ve mürüvveti
    zedeleyici kabûl edilen herşey”. Âlimler, “Bunları yapanın adâleti gider ve
    şehâdetinin reddi gerekir” görüşündedirler.[1]

    Kişileri
    alay ve eğlenceye almak gibi basit davranışlarda bulunanlar itimada layık
    değildirler. Ayrıca ihtiyacı olmadığı halde hadis öğretimi karşılığında ücret
    alanların rivayetlerine de güvenilmez. Bidatçı dinden çıkma safhasında değilse
    ve bid’atının propagandasını yapmıyorsa, rivayetleri kabul edilebilir, aksi
    halde terkedilir.




    [2]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/11.



    [2]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 78.

  • 5- Diyanet-Takva: Hadis Usulü Online Oku


    5- Diyanet-Takva:

     

    Râvinin,
    fiilen dînî yaşayışını ifâde eder. Farzları yapması, haramlardan kaçınması
    diyânetin tamlığını gösterir. Bunlardaki ihmal, terk veya gevşeklik râvinin
    adaletini cerheder ve rivâyetinin terkine bir sebeb olur. Çünkü diyânetteki
    noksanlık, Allah korkusunun eksikliğine delalet eder. Böyle birisi, Resûlullah
    hakkında yalan söyleyebilir, sıdkından emin olunamaz.[1]

    Büyük
    günahlardan kaçınmak, küçük günahlarda ısrar etmemek anlamında bir takva sahibi
    olmak gereklidir. Fasıkın getirdiği haberin araştırılması ayetle belirlenmiş
    bulunmaktadır.[2]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/11.



    [2]

    Hucurat: 49/6; İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi
    İlahiyat Fakültesi Yayınları: 78.

  • 6- Sıdk: Hadis Usulü Online Oku


    6- Sıdk:

     

    Ravide
    aranan en mühim vasıflardan biridir. Doğru sözlü olmak demektir. Bir râvinin
    adl, yani adâlet sahibi sayılabilmesi için İslâm’dan sonra, ikinci planda aranan
    vasfı budur. Sıdk’la öncelikle Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) konusunda,
    rivayet hususundaki doğru sözlülüğü kastedilir ise de, imamlara karşı sıdkı da
    aranmıştır. Metâin-i aşere bahsinde temas edeceğimiz kizb’le ilgili olarak
    tekrar bu meseleye döneceğiz.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/11.

  • 4- İtikad: Hadis Usulü Online Oku


    4- İtikad:

     

    Bu şart râvinin inanç yönünden sâlim olmasını
    gerektirir. Sâlim bir inanç, itikadın Kur’an ve Sünnet’in beyanlarına
    uygunluğuyla mümkündür. Bu ise sâdece Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’e mensûb
    olanlarda mevcuttur. Binâenaleyh ehl-i sünnet ve’l-Cemâat’in dışında kalan ehl-i
    bid’a İslâm fırkalarına mensub olan ravîlerden hadîs alınıp alınmayacağı
    münakaşa edilmiştir.

    Bu meseledeki ana fikri: Ehl-i bid’adan bâzı
    şartlarla hadîs alınır ise de, alınan hadislerin umumî vasfı zayıf olmaktır
    şeklinde özetleyebiliriz. Ancak, meselenin biraz tafsiline inmenin faydasına
    inanıyoruz.

    Malum olduğu üzere, Sünnet’te olmaksızın
    müslümanların hayatına giren herşeye bid’at denmiştir. Bu, inanç olabilir,
    davranış olabilir ve hatta maddî, teknik bir şey olabilir. Bu “bid’a”, hayatın
    gelişmesiyle hâsıl olan bir boşluğu dolduruyor, sünnetle karşılanamayan bir
    eksikliği gideriyor ise buna bid’at-ı hasene denmiştir. Aksine sünnette mevcut
    olan bir şeyin (inanç, davranış, eşya) yerine geçiyorsa buna bid’at-ı seyyie
    denir.

    Hadisçiler ehl-i bid’at deyince, öncelikle ehl-i
    sünnet dışında kalan İslam fırkalarını kastederler: Mürcie, mûtezile, kaderiye,
    havâric, şi’a gibi. Bu fırkalara mensup olanlar çok değişik inançlara
    sahiptirler. Müşterek tarafları, bir kısım îtikâdî-dînî meselelerin çözümünde
    öncelikle Kur’an ve Hadîs’e müracaattan ziyâde şahsî te’vîl ve yorumlara
    gitmeleri, akla güvenmeleridir. Bu sebeple kendi aralarında da devamlı
    bölünmelere mâruz kalmışlardır. Ehl-i Sünnet, bütün meselelerde çözümü Kur’an’a
    ve Hadise göre yapmayı esas almıştır. Esasen Kur’an’ın emri de budur.

    İşte muhaddisler, hadîs alacakları râvinin
    îtikâd durumuna bakarken, onun sünnete bağlılığını, dindarlığının derecesini
    aramış olmaktadırlar. Zira, ehl-i bid’at fırkaları’ndan öyle ifratkâr fikirler
    ileri sürenler olmuştur ki, onları İslâm îtikâdıyla bağdaştırmak zorlaşmış,
    ister istemez küfre nisbet etmek gerekmiştir.

    Onlar arasındaki, îtikadî farklılıklar
    muhaddislerin bu meselede alacakları tavra müessir olmuştur. Bu sebepledir ki
    ehl-i bid’atın rivâyeti alınmalı mı alınmamalı mı? sorusuna farklı cevaplar
    verilmiştir.


    1)-

    İmam Mâlîk ehl-i bid’a’ya mensup kimseden, hiçbir surette hadîs alınamaz
    kanaatindedir. Râvîleri arasında ehl-i bid’a mevcut değildir.


    2)-

    İmam Şâfiî, ehli bid’a’ya mensup olan kimse yalan söylemeyi câiz görmeyen, kendi
    taraftarının lehine yalancı şahitliğini helâl addetmeyen biri ise ondan rivâyet
    alınabileceği kanaatindedir. Yalan söylemeyi helâl addeden Hattâbiye’den hadis
    alınamayacağını Şâfiî hazretleri tasrih eder[1].
    İbnu Ebî Leyla (148/765), Süfyânu’s-Sevrî (V.161/777), Kâdı Ebu Yû’suf
    (V.182/798) da bu görüşte idiler.


    3)-

    Başta Ahmed İbnu Hanbel (radıyallahu anh), alimlerin çoğu, ehl-i bid’adan olduğu
    halde dâîlik (mezhebinin propagandasını yapan, militan) yapmayan kimselerin
    rivâyetlerinin ihtiyat tahtında da olsa alınabileceği görüşündedir. Ancak
    dâîlerin rivâyetleri hüccet olarak kullanılamaz.


    4)-

    Ehl-i Bid’a’dan olduğu halde sıdk ve diyânet’le mâruf olanlardan hadîs
    alınabileceğinde çoğunluk ittifak eder. Hatibu’l-Bağdâdî’nin el-Kifaye’de
    kaydına göre, bu gibilerden hadîs almaktan imtina edenleri bazı hadisçiler
    uyarmıştır. Bunlardan biri Yahya İbnu Saîd el-Kattân’dır. Yahya, ehli bid’a
    karşısında titizliği ileri götürüp: “Ben bid’atte baş çeken kimselerden hadis
    almayı terkederim” diyen Abdurrahman İbnu Mehdî’ye güler ve şu uyarıda bulunur:
    “Öyleyse, Katâde’yi ne yapacaksın? Ömer İbnu Zerr’i, İbnu Ebî Râvid ve bunlar
    gibi birçok muhaddisi ne yapacaksın?” ve ilave eder: “Abdurrahman bu gibileri
    terk ederse pek çok hadîsi terketmiş demektir!”

    Aynı kanaatte olan Ali İbnu’l-Medînî, sırf
    bid’a’sı sebebiyle râvileri terketmenin getireceği zararı şöyle ifâde eder:
    “Kaderî’dir diye Basra, şiîdir diye Kûfe hadisçilerini terkedecek olursan
    kitapları mahvettin (yani hadis elden gider) demektir”.

    Hakkında ehl-i bid’a ithamı yapılmış olan
    kimselerin hadislerini terk hususunda sonraki muhaddisler daha da ihtiyatlı
    olmak mecburiyetini hissetmiş olmalıdırlar. Zira, bilhassa 218-234 yılları
    arasında cereyan eden mihne hadisesi başarısızlıkla neticelenip, Kur’an-ı
    Kerîm’e “mahluk değildir” demenin büyük suç olmaktan çıkmasından sonra, durum
    tersine dönmüş, mihne devrinde rencîde olanlar, ezilenler, gayzla dolanlar,
    konuşmak, boşalmak ihtiyacını duymuştur. Bazı iftirâlara düşenlerin, şahsî
    hesaplar için bid’a ithamını hemen kullanıverenlerin bile bulunacağı nazardan
    uzak tutulmamalıdır. Bu sebeple olacak ki, Zehebî: “Bid’a ithamı sebebiyle
    râvilerin hadîsleri terkedilecek olsa Âsâru’n-Nebeviye’den pek çoğunun gidip yok
    olacağını” söyler[2].

    Şunu da kaydedelim ki -Zehebî’nin de parmak
    bastığı üzere- Tâbiîn ve Etbauttâbiîn’de görülen “teşeyyü”, bid’atu’s-Suğra
    denen ve dinî nokta-i nazardan büyütülmesi mümkün olmayan bir teşeyyüdür. Fitne
    savaşlarında Hz. Ali (radıyallahu anh)’yi haklı görme, onun efdâliyetine inanma,
    onun sevgisini diğerlerine takdîm etme esaslarına dayanır. Bunlara, bir de
    Emevîlerin Hz. Ali (radıyallahu anh)’nin ahfadına yaptıkları zulmü tasvîb
    etmemek eklenince Katâde, Abdurrezzak gibi muhaddis olan Selef büyüklerinin
    mâruz kaldığı bid’a ithamının mahiyeti ortaya çıkar.

    Halbuki, bir de bid’ayı kübrâ var ki, bu Hz. Ali
    (radıyallahu anh) ile savaşanları tekfire, Hz. Ali’yi te’lîh’e (ilahlaştırma)
    kadar varan aşırı iddialara dayanır. Bu gürûh bid’atçılara göre, Hz. Ebu Bekr,
    Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Zübeyr, Hz. Talha, Hz. Muaviye (radıyallahu anhüm
    ecmain) gibi İslâma fevkalâde hizmet etmiş, bâzısı sadece mü’minlerin değil,
    insanlığın medâr-ı iftiharı olan büyükleri tekfir ederler (haşâ ve kellâ). Hz.
    Cebrâil (aleyhisselam)’e “vahyi yanlışlıkla Hz. Ali’ye getirmemiştir” gibi
    ihanet iddiasında bulunanlar, hiçbir delile dayanmadan Kur’an-ı Kerim’e eksiklik
    ve ziyade iddiâsında bulunanlar hep bu gruptadır. İslam ulemâsı böylelerini
    tekfir ederek rivâyetlerini almamakta haklıdır. Öncekilerle bunlar
    karıştırılmamalıdır.

    Özet olarak şunu söyleyeceğiz. Ehl-i Sünnet
    ulemâsı büyük çoğunluğuyla, bu meselede hissî olmaktan kaçınmış, soğukkanlılık
    ve sağduyu ile hareket etmeyi tercih etmiştir. Ahlâken mazbut, sadûk ve diyâneti
    yerinde olan kimsenin rivâyetini ehl-i bid’a’dır diye terketmemiştir. Ehl-i
    bid’a’nın küfrü zâhir olan ve bilhassa mezhebinin, mezhebdaşının menfaati için
    yalanı helâl addeden takımın hadîslerini terketmiştir.[3]



     





    [1]

    Muhaddislerin ehl-i bid’a karşısındaki hassasiyetlerini ve Hattabiye
    mensuplarını reddetmedeki haklılıklarını anlamak için onların itikatlarına
    kısaca bir göz atmak gerekir: Hattâbiye fırkasını Ebu’l-Hattâb Muhammed İbnu
    Ebî Zeyneb el-Esedî taraftarları teşkil eder. Bunlara göre İmâmet,
    Caferu’s-Sâdık’a kadar Hz. Ali (radıyallahu anh) evladında idi. Bunlara göre
    imamlar ilahtır. Ebu’l-Hattâb önce, imamların enbiya olduklarını iddia etti,
    sonra da ilah olduklarını. İddiasına göre Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin
    (radıyallahu anhüma)’in evladı Allah’ın oğullarıdır. Câfer

    de
    ilahtır. Fakat Cafer, Ebu’l-Hattâb’ın bu iddiasını işitince onu lânetlemiş
    ve kovmuştur. Ebu’l-Hattâb bunun üzerine kendi uluhiyyetini iddiaya
    başlamıştır. Taraftarları, Câfer’in ilah olduğunu iddiadan vazgeçmez fakat
    Ebu’l-Hattâb’ın Cafer’den de Hz. Ali’den de üstün olduğunu iddialarına ilâve
    ederler. Hattâbi’ye göre, muhalifleri aleyhine, kendi taraftarları için
    yalan söylemek ve yalan şehâdette bulunmak câizdir. (İbrahim Canan)



    [2]

    Zehebî, Mizanu’l-İ’tidâl’de, Ali İbnu’l-Medini’yi Cehmîlikle itham edip,
    zayıf olduğuna imâda bulunan Ukeylî’ye sert bir çıkışta bulunur. Bu meyanda
    şu sözleri sarfeder: “Eğer sen Ali İbnu’l-Medinî, arkadaşı Muhammed
    (Buhârî), şeyhi Abdürrezzak, Osman İbnu Ebi Şeybe, İbrâhim İbnu Sa’d, Attân,
    Ebân el-Attâr, İsrâil, Ezherü’s-Semmân, Behz İbnu Esed, Sâbit el-Bünânî,
    Cerir İbnu Abdilhamid gibilerinin rivâyetlerini terkedecek olursan rivâyet
    kapısı yüzümüze kapanır. Hitâb (-ı nebevî) kesilir ve âsâr ölüme uğrar. Bunu
    fırsat bilen zındıka ortalığı istilâ eder. Deccal çıkar. Ey Ukeyl! Sende hiç
    mi akıl yok! Kimi tenkid ettiğinin farkında mısın?…” (İbrahim Canan)



    [3]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/7-10.

  • 2- Büluğ: Hadis Usulü Online Oku


    2- Büluğ:

     

    Muhaddisler, bir kimsenin hadîs dinlemesi için
    temyîz’i yeterli görmüştür. Ancak öğrendiği hadîsi rivâyet edebilmesi için
    büluğa ermiş olmayı şart koşmuştur. Eda yaşının 20, 30, 40 ve hatta 50 olmasını
    şart koşanlar da olmuştur, daha önce temas ettik. Demek ki râvinin hadîs rivâyet
    edebilmesi için en az büluğ çağını aşmış olması aranmıştır.[1]

    Çocuk şer’an sorumlu olmadığı için yalan
    söylemesini engelleyecek bir şey yoktur. Ancak mümeyyiz olan çocuk büluğa
    ermeden haberi alır, buluğa kavuştuktan sonra rivayet ederse rivayeti kabul
    olunur. İbn Abbas, İbn Zübeyr ve Mahmud b. Rebiy gibi genç sahabilerin
    rivayetlerinin kabul edileceği hususunda alimlerin icma etmeleri de buna delalet
    etmektedir. Sahabeden sonra gelenler de bunu kabul etmiş ve temyiz yaşını beş
    olarak tesbit etmişlerdir. Bu konuda Mahmud b. Rebi’nin rivayet ettiği şu hadise
    dayanmışlardır. “Ben beş yaşında iken Nebi (s.a.s)’in ağzına su alıp, yüzüme
    püskürttüğünü hatırlıyorum”[2]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/7.



    [2]

    Buhari, Daavat: 31; Subhi es-Salih, a.g.e., s. 301; Sabahattin Yıldırım,
    Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/228.

  • 3- İslâm: Hadis Usulü Online Oku


    3- İslâm:

     

    Bütün hadisçilerin ittifak ettiği bir şarttır.
    Dinî mevzularda gayr-ı müslim’in rivâyeti hiçbir surette makbûl değildir. Keza
    mürtedin rivâyeti de makbûl değildir.[1]
    Ravi, hadisi rivayet ettiği sırada müslüman olmalıdır. Duyduğu sırada müslüman
    olmayabilir.

    [2]

    Bu içten ve dıştan İslâm’a teslim olmaktır.
    Ravinin gerek ilminde, gerekse amellerinde iman ve İslâm çizgisinde olması
    gerekir. Diğer dinlerde de yalanın yasak olmasına rağmen, ravide İslâm şartının
    aranmasının sebebi şudur: Her şeyden önce konu dini bir konudur. Kâfir, gücü
    yettiği kadar başkasının dinini yıkmaya çalışır. Ayrıca inandığı şeylerden
    dolayı ithama maruz kalmıştır. İtham söz konusu olduğu müddetçe, dini konularda
    rivayetlerinin kabulü doğru olmaz. Haberi mümin değilken almış ve İslam’a
    girdikten sonra nakletmişse kabul edilir.

    [3]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/7.



    [2]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 77.



    [3]

    Subhi es-Salih, a.g.e., s. 301; Sabahattin Yıldırım, Şamil İslam
    Ansiklopedisi: 5/228.

  • 1- Akl: Hadis Usulü Online Oku


    1- Akl:

     

    Bu, doğruluk ve sözü bellemek bakımından
    gereklidir. Temyiz yeteneğinden yoksun sabi ve delinin rivayetine asla itibar
    edilmez. Temyiz yeteneği ise, çocuktan çocuğa değişmekle birlikte, genellikle
    sağıyla solunu tayin edebilecek, söylenen sözü anlayacak, eline verilen paranın
    bir değer olduğunu kavrayabilecek durumda olmakla ölçülür. Mesela sağ elini
    göster denildiği zaman, doğru olarak gösterirse, temyiz yeteneği var demektir.

    [1]

    Deli olan kişi, anlama ve ayırma kabiliyetinden
    yoksundur.

    [2]
     

    Akl, temyîz’e imkân veren kapasitedir.
    Hadîsçiler açısından temyiz, söyleneni tam olarak anlayıp, doğru olarak cevap
    verme kabiliyetidir. Gerek küçük yaştaki çocukta gerek ateh denen bunama haline
    mâruz yaşlıda ve gerekse mecnûnda bu yoktur. Öyle ise bir kimsenin râvî
    olabilmesi için öncelikle akl sahibi olması, bu yönden bir eksikliği olmaması
    gerekir.[3]



     




    [1]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 78.



    [2]

    Sabahattin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/228.



    [3]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/7.

  • Adâleti Sağlayan Şartlar Hadis Usulü Online Oku


    Adâleti Sağlayan Şartlar:

     

    Adâlet’in ne olduğunu kısaca anlattıktan sonra,
    adâleti tamamlayan şartları açıklamaya geçebiliriz. Biz bunları dokuz başlıkta
    toplayacağız.


    1-

    Akl.


    2-

    Büluğ.


    3-

    İslâm.


    4-

    Îtikâd.


    5-

    Diyânet.


    6-

    Sıdk.


    7-

    Mürüvvet.


    8-

    Şöhret.


    9-

    Lika[1].



     




    [1]

    Sonuncu madde, usûl kitaplarımızda, umûmiyetle açık bir ifade ile adalet’in
    şartları meyanında zikredilmez. Biz burada zikrini uygun bulduk. İbrahim
    Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/7.

  • A) Adalet Hadis Usulü Online Oku


    A) Adalet

     

    Adalet,
    raviyi takvaya yönelten ve insanlık değerlerine yakışmayan hata ve
    davranışlardan uzak tutan bir niteliktir.[1]
    Adalet’i bir müslümanın Rabbine ve insanlara iyi olmasını sağlayan vasıfları
    toptan ifade eden bir tabir olarak târif edebiliriz. Allah’a karşı iyi olması
    Kur’an’ın ve Sünnet’in emirlerini yapıp, yasaklarından kaçmasıyla gerçekleşir.
    İnsanlara karşı iyi olması ise, halk nazarında değer ve itibarını düşürecek
    davranışlardan, sözlerden kaçmasıyla gerçekleşir. Neticede bu da bir bakıma
    Allah’a karşı iyi olmanın, kâmil mânada dindarlığın bir neticesidir. Zira
    dinimiz güzel ahlâka, ma’rufa, (âyet ve hadiste yer almamış olsa bile imamlarca
    güzel sayılmış örfler, âdetler vs.) uymayı da emretmiştir.

    Öyle ise adalet, râvî’nin dînî-insânî yönlerini
    ifâde eder, mânevî değerini ortaya koyar.

    Adalet’in bir râvîde hakîkî mânâda sübût
    bulması, adaleti teşkîl eden sıfatların onda görülmesine ve bunun şehâdeti
    makbûl kimselerce te’yîd edilmesine bağlıdır.

    Hakkında arh vâkî olmayan kimse mecrûh değilse
    de, adâlet’i de kesin değildir. Böyle bir kimse için iki hâl söz konusudur.


    1-

    Hakkında ta’dîl gelmemiştir: Bu durumda zâhiren adl’dir. Amma bâtınî adaleti
    bilinmediği için adaletini selbedici kizb, gaflet, fısk vs. zannından uzak
    değildir. Bu durumdaki kimseye, az ileride tekrar ele alacağımız üzere mesturu’l-adâle
    dendiği gibi, kısaca mestûr ve hattâ “mechûlü’l-Adâle bâtınen” de denmiştir.
    Hakkında tâ’dîl gelmediği halde zâhırî adâlete hükmedilmesi, berâet-i zimmet
    asıldır düsturuna binaendir.


    2-

    Hakkında ta’dîl gelmiştir: Böyle bir râvîde bâtınî adâlet mevcut demektir.

    Öyle ise bir râvîde gerçek mânâda adâlet’in
    varlığı adâlet-i bâtına’nın varlığına bağlıdır. Bu ise dînin emirlerini fiîlen
    yaşayıp, insanlar nazarında değerini düşürücü söz ve hareketlerden kaçınmayı
    gerektirir. Bir kimse hakkında “adâlet sâhibidir” diye yapılacak şehâdet onun bu
    fiilî yaşayışına bağlıdır.[2]

    Adalet, ravinin adil olmasını gerektiren bir
    sıfattır. Ravinin güvenilir kabul edilebilmesi için aranan bu adalet şartı,
    zulmün zıt anlamlısı değil; şirk, fısk ve bid’at gibi bütün büyük ve küçük
    günahlardan sakınmak ve takva sahibi, samimi bir müslüman olmak anlamındadır. Bu
    vasıfları taşıyan kimselere hadis ıstılahında “adl” (âdil) denilmektedir.
    Adalet, kişinin takva ve murüet sahibi olduğuna delil olan bir melekedir. Takva;
    Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından da kaçınmaktır. Bu da büyük
    günah işlememek, küçük günahlarda ısrar etmemek ve bid’atlardan uzak olmakla
    meydana gelir. Murüet ise; riayet edildiğinde insanı güzel ahlak ve adalet
    sahibi kılan edep kurallarıdır. Murüeti iki şey ortadan kaldırır: a)
    İnsanı aşağılayan küçük günahlar; basit ve küçük bir şeyi çalmak gibi. b)
    İnsanın onurunu düşüren ve onun şerefine halel getiren bazı mübah hareketler;
    yolda bevletmek, edebi aşacak tarzda şaka yapmak. Bu tür şeyler daha çok örf ve
    âdetlere dayanır.

    [3]



     




    [1]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 77.



    [2]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/6-7.



    [3]

    Subhi es-Salih, a.g.e., s. 301; Sabahattin Yıldırım, Şamil İslam
    Ansiklopedisi: 5/228.

  • 2- RAVİDE ARANAN ŞARTLAR Hadis Usulü Online Oku

    2- RAVİDE
    ARANAN ŞARTLAR

     

    Kabul edilecek rivayetler ile reddedilecekleri
    tesbit etmek hadis usulü bilim dalının varlık sebebidir. Bu temel görevin yerine
    getirilebilmesi için herşeyden önce, ravilerin durumlarının belirlenmesi
    gerekmektedir.

    [1]

    Cerh ve t’adîl ilmi, bir bakıma ideal ve kâmil
    bir mü’minde bulunması gereken vasıtları hadis râvilerinde arayan bir ilimdir.
    Resûlullah (aleyhasalâtu vesselâm)’a izâfeten rivayet edilen, sünnetin asla
    uygunluk derecesini tesbit maksadına yöneliktir. Bir râvi söz konusu sıfatları
    nefsinde cemettiği nisbette güven verir. Öyle ise bu ilmin medarı râvinin
    kemâlini teşkîl eden bir kısım vasıflardır. Bu sebeple biz bu vasıflar
    açıklayarak mevzuya girmek istiyoruz.

    Râvide aranan vasıflar önce Adalet ve Zabt olmak
    üzere ikiye ayrılır. Sonra her biri kendi arasında tamamlayıcı kısımlara,
    teferruata yer verir.[2]



     




    [1]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 77.



    [2]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/6.