Yıl: 2012

  • Ayasofyada Namaz Kılmayı Hakediyor Muyuz ?

     

    Bu yazıya bazı okuyucularımız belki kızacaklar ama, önemli bir gerçeği ifade ederken, kimi eleştirileri göğüslemeyi de baştan kabul etmek gerekiyor.

    Evet, bu konuda gelecek eleştirileri göğüslemeye hazırım ve diyorum ki;

    Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesi için süreç erken.

    Daha doğrusu Müslümanlar, şu an için Ayasofya’da namaz kılmayı hak edecek kıvamda değiller. Bu çapta bir ilahi ihsanı henüz hak etmiyorlar.

    Ama şuna da emin olunuz ki, o günler de elbette gelecek.

    Ama şimdi değil. Daha zamanı var.

    Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesini sağlayan bakanlar kurulu kararının ne kadar meşru olduğunu tartışmak bile, işin özünü kaçırmak, temel bir ayrıntıyı ıskalamak olur.

    Osmanlı Devleti’nin ölüm fermanı olan Sevr Anlaşması görüşmeleri sürerken, işgal devletleri Osmanlı topraklarını kendi aralarında çok da sorun olmadan rahatlıkla paylaştılar. İstanbul’u kimin alacağı bile aralarında ciddi bir problem olmadı.

    Fakat kendi aralarındaki paylaşım süreci bir noktada tıkandı ve aralarında bir sonuca vardıramadıkları büyük bir tartışma yaşandı. O da, Ayasofya’nın ne olacağı konusu oldu.

    Savaşı galip bitiren devletlerden kimisi Ortodoks, kimisi Protestan, kimisi de Katolik kilisesi olmasını istedi. Aralarında uzlaşamayınca da, hiçbirinin kullanımına tahsis edilmeden bir müze haline getirilmesi kararına varıldı. Büyük ihtimalle bu konuda daha sonra kendilerine söz de verildi ve bu süreç, halkın çok da tepkisini çekmemek için zamana yayılarak uygulamaya konuldu. Altında Atatürk’ün de imzası olan 24 Kasım 1934 tarihli kararlaAyasofya müze yapıldı.

    Neden 1934?

    Ezanın Türkçe olarak okunmasını isteyen resmi tebliğ de 4 Şubat 1933 tarihini taşıyordu. Cumhuriyet kurulalı 10 yılı olmuştu ve artık ülkede ne oluyoruz, nereye gidiyoruz diyecek ve mukaddesatın ciddi bir şekilde mücadelesini verecek bir kamuoyu kalmamıştı. Tıpkı İskilipli’nin olduğu gibi, başını kaldıranı bekleyen akıbet belliydi. Milli Şairimiz Mehmet Akif bile ülkede yaşayamaz hale gelmiş, Mısır’a yerleşmişti.

    Tarihi gerçek şudur; Ayasofya’nın şu an ki hali, Batı karşısındaki konumumuzu tasvir eden en net fotoğraftır.

    Ayasofya bugün ne kadar mahzunsa, Alem-i İslam da o kadar mahzundur.

    Ayasofya ne kadar özgürse o kadar özgürüz.

    Milletimizin kaderi ile Ayasofya’nın kaderi iç içedir.

    Bugün geleceğimizden ne kadar umutlu isek, Ayasofya’nın geleceğinden de o kadar umutluyuz.

    Bugün İstanbul’un fethinin 559. Yıldönümü…

    Fatih’in İstanbul’u fethedip ardından Ayasofya’yı Müslüman mabedi yaptığı dönemdeki gücüyle, Türkiye’nin şu an dünyadaki genel konumunu bir kıyaslayınız…

    Bir yanda Fatih’in, yüzde 100 kendi üretimi silahlar ve milli kaynaklarla elde ettiği zafer, öbür yanda Türkiye’nin, ülkesini savunmak için gerekli olan uçak, tank, helikopter, füze gibi silahlar konusunda bile büyük ölçüde dışarıya devam eden bağımlılığı…

    Aradaki farka baktığınızda, vatandaşlarımızın Ayasofya’nın içinde değil de, neden hemen yanı başındaki çimlerde ve asfalt zeminde namaz kılmak zorunda kaldığını daha iyi anlarsınız.

    Ayasofya’nın etrafında 1 milyon kişi de namaz kılsanız, dediğim şartlar oluşmadan Ayasofya’nın içinde güven içinde namaza duramazsınız.

    Ayasofya’nın kaderi büyük ölçüde Sevr’de şekillendi demişken, tarihi bir gerçeği de şuraya not edelim.

    Sevr Anlaşması’nı Osmanlı Devleti adına 10 Ağustos 1920’de Paris’te imzalayan Filozof Rıza Tevfik, imzada kullandığı kalemi ne yaptı biliyor musunuz? İstanbul’daki Amerikan Koleji’ne hediye etti. Bu gerçeği daha sonra öğrenen dönemin Darülfünun (şimdiki adıyla İstanbul Üniversitesi) öğrencileri, Filozof Rıza Tevfik’in derslerini boykot ettiler. Türk dünyasının büyük fikir adamlarından Nihal Atsız da, “Irkçılık-Turancılık Dâvâsı” diye bilinen 1944’teki Türkçülük dâvâlarında mahkeme heyetine, Rıza Tevfik’in Sevr’i imzada kullandığı kalemi Amerikan Koleji’ne hediye ettiğini söyledi.

    Osmanlı Devleti sadece kendi vatandaşları için değil, kendisine karşı düşmanca tutum içine giren diğer ülkelerin halklarına karşı da insanca yaklaştı. Sonraki yılların ünlü İngiliz devlet adamı Winston Churchill, Çanakkale Savaşları devam ederken, Türklerin insan sayılamayacağı düşüncesinden hareketle, Türklere karşı kimyasal silah kullanılmasını emretmişti.

    Ya Osmanlı?

    İslam Dünyası STK’ları Birliği (İDSB)’nin ev sahipliğinde 21 Ekim 2009 tarihinde geçekleştirilen ve benim de bir bildiri ile katıldığım “Basında İslam Algısı” konulu uluslararası panelde, gazetemiz yazarlarından Dr. Yusuf Kaplan önemli bir bilgi aktarmıştı.

    Fatih’in İstanbul’un fethi sırasında gemileri karadan yürütmek zorunda kalmasının temel nedeninin, Haliç’e çekilen zincir nedeniyle Osmanlı gemilerinin buraya girememesi değil, tarihin o güne kadar gördüğü en büyük topları döktüren Fatih’e, dönemin âlimlerinin yaptığı bir itirazdan kaynaklandığını söylemişti.

    Bu muazzam topların ateşlenmesi sırasında kimi topların surları aşarak kale içindeki sivil Bizans halkına zarar verme ihtimali ve bunun İslam tarafından men edilmiş olması, Fatih’in alternatif planlar yaparak Haliç’e girme konusunda yeni arayışlara girmesine neden olmuş.

    Bu idrakte bir devlet ve toplum yapısı inşa ettiğimizde, yöneticilerimiz Fatih duyarlılığında, halkımız da mukaddesata dair konularda samimi bir hassasiyet içinde olduğunda, Ayasofya’nın kıblesine yönelecek yüzümüz de olacaktır.

    Ve inanın, o günler çok da uzak değil.

    Osman Özsoy

    Yenişafak

  • Ağustos Ayında Büyük Öğretmen Ataması Olacak

     

    Bakan Dinçer, Mehmet Akif İnan İlköğretim Okulu’nun resmi açılış töreninde yaptığı konuşmasına, buokula Mehmet Akif İnan isminin verilmesine katkı sağlayanlara teşekkür ederek başladı.

    Akif İnan Hoca’nın kendisinin edebiyat öğretmeni olduğunu belirten Dinçer, onun sayesinde edebiyat dergisiyle tanıştığını, dergilerde yazılar yazdığını söyledi.

    Milli Eğitim Bakanlığı ve eğitimsistemindeyapılan değişiklikler hakkında bilgi veren Dinçer, Fatih Projesi’ninpilotuygulamalarını,OkullarHayat Olsun Projesi’ni başlattıklarını, ”4 4 4” kanunu çıkardıklarını, Milli Güvenlik Dersi’ni kaldırdıklarını, 19 Mayıs ile ilgili yeni düzenleme yaptıklarını anlattı.

    Dinçer, eğitim sistemindeki kapalı çalışmaya son verildiğini, öğretmenlerin sürece dahil edildiğini, tek tip hizmet anlayışından vazgeçildiğini belirterek, ”Toplumun farklı kesimlerinin, farklı dinden, farklı etnik kökenden, farklı mezhepten insanların da beklentilerinin karşılanabildiği bir eğitim kurgulamaya çalışıyoruz” diye konuştu.

    Okullar Hayat Olsun Projesi kapsamında yapılacak çalışmaları da anımsatan Dinçer, projede okulların derslik dışında da kullanacak olmasına muhalefetin çok ciddi eleştiriler getirdiğini söyledi. Dinçer, ”Evet kullanacağız, çünkü bu okul aslında kamu kaynaklarıyla yapılmıştır ve halka hizmet içindir” dedi.

    -”Çocuğunu gönderecek onu ben biliyorum”-

    ”4 4 4” kanuna ilişkin ”öğretmen, derslik yetmeyecek, programlar ağır zaten” türünden bahaneler uydurduğunu ifade eden Dinçer, ”Onların hepsi bizim sorunumuz, hükümetin sorunudur. Biz zaten son 10 yıldır derslik, öğretmen meselesini çözmek için çalışmadık mı? Müfredatla ilgili iyileştirmeler için çalışmıyor muyuz? Sanki her şey çok mükemmeldi, dört dörtlüktü ama yeni çıkardığımız kanunla bütün bunlarda olumsuz sonuçlar alacakmışız, sanki çok başarılıydık, küresel düzeyde çocuklarımız rekabet avantajına sahipti, PISA sınavlarında ilk beşteydik ve şimdi bu değişiklikleri yaparsak kötüye gidecekmiş gibi.”

    Zaten derslik ihtiyacının bulunduğunu bildiren Dinçer, ”Bizim zaten tüm Türkiye’deki hedefimiz itibarıyla bakıldığında derslik başına 30 öğrenciye ulaşmak için yaklaşık 160 bin dersliğe ihtiyacımız vardı. Bu ihtiyacımız 173 bine çıktı. Bu çok büyük bir değişiklik mi? Yüzde 10 etkiledi belki de. Ama biz bu yüzde 10’u kapatacak şekilde son birkaç yıldır tedbir almaya çalışmıştık. 2012’de yapılan dersliklerle bu yüzde 10’u çoktan telafi etmiş olacağız” diye konuştu.

    Çocukların okullara erken yaşta gitmesiyle ilgili ciddi tereddütler oluşturulduğunu da ifade eden Dinçer, şunları kaydetti:

    ”Bu tereddüt bizim vatandaşımızın aklında yok. Çocuğunu gönderecek onu ben biliyorum. Özellikle muhalefet ve eğitime ideolojik gözle bakanların, bu yöndeki tereddütleri yaygınlaştırmaya çalıştıklarını görüyoruz. Biz zaten Türkiye’de 68’inci ayını doldurmuş çocuklarımızı bugüne kadar eğitime alıyorduk. 68 ayını doldurmuş çocuklarımızı, velilerimiz yüzde 90’ından fazlası zaten gönüllü olarak okula gönderiyordu. Şimdi bunu 66 aya çektik, iki ay önceye çektik. Çocuklarımızı hayata daha erken başlatmış olacağız. Önemli olan hangi ayda çocuğu okula aldığınız değil, aldığınız çocuğun yaşına uygun müfredatı uygulayıp uygulamayacağınızdır. Gelecek sene birinci sınıfların eğitim saatlerini mümkün olduğu kadar boşaltacağız, azaltacağız. Çocuklarımıza oyun oynatacağız. Oynayarak öğretmeye çalışacağız.”

    -Öğretmen atamaları-

    ”Öğretmenin yetmeyeceğin söylüyorlar” diyen Dinçer, bu yıl hem 4. sınıfın öğretmenlerinin hem de 5. sınıfın öğretmenlerinin 1. sınıftan başlayacağını belirtti.

    Dinçer, ”Öğrenci sayısı fazla olacak diye endişe ediyorsunuz. Biz bütün öğretmenlerimizi öğrencilerimize paylaştırdığımızda, Türkiye ortalaması olarak baktığımızda ilkokulda derslik başına 30-31 öğrenci düşüyordu, şimdi 22-24 öğrenci düşecek. Çok daha az öğrenciyle öğretmenlerimiz eğitim yapmaya başlayacaklar” dedi.

    Her yıl en az 40’ar bin öğretmen alımı yaptıklarını da anımsatan Dinçer, ”Hükümetimizin kadro vermesi halinde Ağustos ayında da yine ciddi manada bir öğretmen ataması yapacağız. Önümüzdeki 3-4 yıllık süre içerisinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmen ihtiyacı bütünüyle karşılanacak. Yılda 8-10 bin öğretmene ihtiyacımız olacak, daha fazla değil” diye konuştu.

    -Okullara tanınmış düşünce insanlarının isimleri veriliyor-

    Ankara Valisi Alaaddin Yüksel de, bu okulda eğitim görecek çocukların Mehmet Akif İnan gibi araştıran, analiz eden, uzlaşan bireyler olması temennisinde bulundu.

    Ankara’daki okulların fiziki yapılarını iyileştirme konusunda kararlı olduklarını belirten Yüksel, derslik sayısını en kısa sürede 30 bine çıkarmak, derslik başına düşen öğrenci sayılarını da 30’ların altına çekmek konusunda kararlı olduklarını vurguladı.

    Ankara İl Milli Eğitim Müdürü Kamil Aydoğan ise Ankara’da okullara çok değerli kültür insanlarının, yazarların isimlerinin verildiğini belirterek, ”Ankara’da son birkaç yıl içerisinde Ali Kuşçu, Ali Şir Nevai, Erdem Beyazıt, Pir Sultan Abdal, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Faruk Nafiz Çamlıbel, Bahtiyar Vahabzade gibi tanınmış düşünce insanlarının isimlerini verdik” dedi.

    Konuşmaların ardından okulun açılışı gerçekleşti. Bakan Dinçer, sınıfları gezerek öğrencilere diş macunu ile diş fırçası dağıttı ve sohbet etti.

     

  • Asrın Dergisi Yeniden Basılıyor

     

    Düzdağ’ın 30 senelik hayali, himmeti ve gayreti olarak yıllardır neşri beklenen mecmua, sahasında uzman bir ekip tarafından yeni yazıya aktarılıyor. Editörlüğünü de bu neviden hizmetlere katkı sağlamaktan geri durmayan Marmara İlahiyat hocalarından Prof. Dr. Mustafa Uzun üstleniyor. Henüz ilk cildi yayınlanan Sırâtımüstâkim, devamında da Sebîlürreşâd, toplamda 25 cilt olarak yayınlanacak inşallah. Derginin sonundaki CD’de derginin orijinal nüshaları bulunuyor.

    MEHMED AKİF HAKKINDA EN SAHİH BİLGİ KENDİ SÖYLEDİKLERİDİR

    Çalışmanın şimdilik ilk cildi yayınlandı ve baskısı tükendi. Yakınlarda yeniden basılması gerekecek. İkinci cilt daha önceki bazı hayır sahiplerinin bağışı ile (Allah hepsinden razı olsun) hazır edilmişti, yakın zamanda yayınlanacağını ümid ediyoruz. Bağcılar Belediyesi projenin tamamlanacağı müjdesini veriyor. Daha evvel kimi yayınevleri bu büyük proje karşısında ya sukut etti yahut aczini ortaya koydu ve çalışma öylece yıllardır beklemekteydi.

    M. Ertuğrul Düzdağ Hocamız, sohbetlerinde bu mecmûanın yeni harflerle neşrinin hayatiyetini yıllarca tekraren ifade etmişlerdir. Düşünce geleneğimizi doğru tanımamız adına kaçınılmaz bir tercihtir bu. Zira ikincil kaynakların sunduğu kirli bilgi, bizi Üstad mesabesinde kabul ettiğimiz birçok zat hakkında eksik yahut yanlış bilgiye itmiştir. Bir zat hakkında, hele onu büyüğümüz kabul etmişsek, en sahih bilgi kendi söyledikleri olmalıdır. Yeni nesil için eski harfler artık beslenme kaynağı olmaktan çok uzaktır, hatta lisana bile yabancı kalınmaktadır. Her halükarda kütüphanelerin nadide parçası olacak bu çalışma, meselelerimiz tazelendikçe gündeme gelecektir, ona bir ilmihal gibi defaatle bakma ihtiyacı hissedilecektir.

    SIRÂTIMÜSTAKİM VE SEBÎLÜRREŞAD TEKRAR GÜNDEME GELMİŞTİ SON ZAMANLARDA AMA…

    Yüz seneyi aşkın bir zaman sonra neşrine nihayet şahit olduğumuz dergi bir süredir yer yer gündeme gelmekteydi. M. Suat Mertoğlu’nun 2008 yılında hazırladığı “Sırât-ı Müstâkim Mecmuası Açıklamalı Fihrist ve Dizini”, bu derginin orijinaline müracaat edecekler için güzel bir yol haritası olmuş ve aynı zamanda içerikle ilgili kısa bilgiler sunarak araştırmacı ve meraklıların işini kolaylaştırmıştı.

    Bu hususta 1991’de Diyanet neşriyatından çıkan Abdullah Ceyhan’ın hazırladığı, yeni Sebilürreşâd’ı da çalışmaya dahil eden, “Sırât-ı Müstakim ve Sebilürreşâd Mecmuları Fihristi”ni hatırlatmakta fayda var. Yine geçen sene Âkif yılı vesilesiyle gösterime sunulan Sırâtımüstakim ve Sebîlürreşâd mecmualarının serüveninin konu edildiği “Yoldaki Çığır” belgeselini de unutmamak gerekir. Genç Doku dergisi, bu mecmuanın gündeme gelmesine mütevazı bir katkı yaparak Sırâtımüstakim’in ilk sayısınının tıpkıbasımını takipçilerine hediye etti. Değirmen dergisinin Yüzyılın Dergileri (1900-2000) konulu son sayısında Mustafa Özçelik imzalı Sırâtımüstakim-Sebîlürreşad başlıklı makaleyi de hatırlatalım. Fahrettin Gün ve Esther Debus’un Sebîlürrüşâd ile ilgili akademik eserleri ilgililerin malumu. Ve yine Fahrettin Gün’ün hazırladığı Eşref Edib’in Sebilürreşad’ın Romanı – İstiklal Mahkemelerinde başlıklı hatırat derlemesi bu mecmuanın nasıl kapatıldığını anlamak adına mühimdir.

    Bu mecmualar ile ilgili yazılmış birçok makale ve tez ihtiyaç oldukça istifadeye açık. Bu bütün çalışmalar önemlidir de, 100 seneye yakın bir zamandır bu mecmûa niçin tekrar neşredilemiyor diye sormak durumunda kalıyoruz. Arşiv dostları, akademisyenler buna ne gerek var diyebilirler fakat bugünkü fikrî buhranlarımız, yakın tarihimizin safahati ve bunca başımıza gelenler hep bu mecmuada saklı. Halledemediğiz ve yakın gelecekte tekrar gündeme gelecek birçok mesele için çözüm buralarda da aranacak.

    ASRIN MECMUASI NASIL KURULDU?

    Sırâtımüstakim mecmûası, Mardinîzâde Ebu’l-Ulâ Zeynelabidin ve Serezli Hâfız Eşref Edibtarafından II. Meşrutiyet günlerinde “Din, Felsefe, Edebiyat, Hukuk ve Ulûmdan Bahis Haftalık Risaledir” başlıklı derginin istikametini gösteren parola ile kuruldu. (10 Temmuz 1908) Bu iki hukukçu, derginin mesul müdürlüğü görevini sırasıyla üstlendiler. Mehmed Âkif, derginin başyazarı olarak bilinmekteydi. Dergi Sırâtımüstâkim adıyla 182 sayı (7 cilt) çıkmış, daha sonra Ebu’l-ulâ Mardin’in ayrılmasıyla Sebîlürreşâd adını alarak 459 sayı (18 cilt) olarak devam etmiştir. Meşrutiyetin muvakkat hürriyet ortamında yayın hayatına başlayan derginin muhalif ve fakat mutedil bir üslubu vardı. Dergi her ne kadar hürriyet taraftarı olsa da İttihadçı hükümet tarafından ikaz edilmiş, ilk kez 1911’de kapatılmaya maruz kalsa da yayına devam etti.

    HARB SENELERİNDE MECMÛA OSMANLILARIN SESİ SOLUĞU OLDU

    Mecmua, Balkan Harbi senelerinde Osmanlıların sesi soluğu olmuş, gelişmeleri muhabirleri vasıtasıyla bütün coğrafyaya duyurmuştur. Mesela derginin Bulgaristan muhabiriAksekili Ahmed Hamdi’dir. I. Cihan Harbi’nin ilk yıllarında dergi yine hamasi üslubuyla düşmana meydan okurken gerekli yerlerde hükümete tarizlerde de bulunmuştur.

    Âkif Bey Müslümanların hukukunu korumak gayesiyle harp yıllarında görevler aldı, daha sonra seyahatlerinin en nadide parçalarından olan “Berlin Hatıraları”, “Necid Çöllerinden Medine”ye gibi şiirleri hep Sebîlürreşâd’da tefrika edilmiştir. 1916-1918 arası devam eden baskı, sansür ve zorlaşan imkânlar sebebiyle 20 aylık bir kapanma sürecine girer. Tekrar çıkan dergi mütareke senelerinde mücadelesinden bir şey kaybetmez. İstanbul’un işgaliyle Âkif Bey Ankara’ya geçer, Eşref Edib Kastamonu’da çıkardığı 3 sayıda Akif Bey’in meşhur Nasrullah Camii konuşmasını neşreder, derginin bu nüshaları memleketin dört bir yanına ve cephelere yayılır. Daha sonra Ankara’ya geçen dergi İstiklal Marşını da ahaliye duyurma şerefine nail olmuş, hükümetçe desteklenme kararı alınmıştır. İşgal’in had safhasında dergi bir süre Kayseri’de de yayına devam edip nihayet 1923’te İstanbul’a dönmüştür.

    EŞREF EDİB BEY’İN BİTMEYEN MÜCADELESİ VE MECMUANIN SONU

    1924’te dengeler altüst edilmiş, Âkif Bey hürriyeti için canhıraş çaba gösterdiği vatanından “cüda” kalmıştır. 1925’te Şeyh Saidhadisesiyle İstanbul’un bütün matbuatıyla birlikte Eşref Edib de Şark İstiklal Mahkemesinde yargılanmış, idamdan dönmüş fakat sayısız eziyete maruz kalmıştır. Yukarıda zikredilenSebîlürreşâd’ın Romanı – Şark İstiklal Mahkemelerinde adlı eserin okunması tavsiye olunur. Böylelikle Sebilürreşad’ın birinci dönemi sona erer. Eşref Edib Bey, “Allah demenin yasak olduğu devirde”, “Muhammed’ur-Resullullah” demekten de geri kalmamış, tercüme yoluyla Asr-ı Saadet külliyatına devam etmiştir. 1940-1948’de oryantalistlerin hazırladığı ve Türkçeye çevrilmekte olan İslam Ansiklopedisi’ne karşı “Türk İslâm Ansiklopedisi” neşrine başlamış, güzel bir kurulla epey yol kat edilmiştir. (100+4 sayı) Ve nihayet 1948’de yeni Sebilürreşad’ın neşrine başlanmış, 362 sayılık (15 cilt) uzun bir seyirde devam etmiş ve 1966’de hitamına ermiştir. Daha sonra Eşref Edib Bey devrin İslâmcı gazete ve dergilerinde yazmaya devam etmiş ve 1971’de dar-ı bekaya irtihal eylemiştir.

    DERGİDE KİMLER VARDI?

    İslâmcılığın temel metinlerinden kabul edilen mecmuada Manastırlı İsmail Hakkı, Şeyhülislâm Musa Kazım, Mehmed Âkif, Bereketzâde İsmail Hakkı, Ahmed Naim, Ebu’l-Ulâ Mardin, Ferid Kam, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Elmalılı Mehmed Hamdi Yazır, Mahmud Esad, Fatin Gökmen, Mardinîzâde Ârif Şeyhülislâm Haydarîzâde İbrahim, Mehmed Ali Ayni, Halim Sabit, Ahmed Hamdi Aksekili, Kemalzâde Ali Ekrem (Bolayır), Mehmed Tahir Bursalı, Tahir Mevlevi, Abdurreşid İbrahim, Halil Hâlid, Said Halim Paşa ve devrin birçok fikir adamı, âlimi, devlet adamı yer almıştır. Yeni Sebilürreşad’da da sayısız kıymetli kalem, saymakla tükenmez.

    “İSLAMCILIK ARAŞTIRMALARI YAPANLAR KÜLLÎ BİR BAKIŞTAN UZAK”

    Şarkiyatçı araştırmacılar tarafından da meşrutiyet devrinin en kaliteli entelektüel dergilerinden biri olarak kabul edilen mecmua, aralarla da olsa neredeyse 60 senelik bir tarihin fikrî hayatına ışık tutacaktır. İslâm araştırmalarında birçok meselenin detaylı kaynağı olacak çalışma birçok konuyu tekrar gündeme taşıyacaktır. Kritik senelerde çıkabilmiş olması sebebiyle yakın tarihin bir vesikası hükmündedir.

    Mehmed Âkif’in entelektüel portresi çıkarılırken ömür verdiği mecmuasının da tahlil edilmesi gerekir. İslâmcılık araştırmalarının birçoğu küllî bir matbuat taramasından mahrum olduğu için ciddi hatalar barındırır, tehlikeli genellemelerle doludur. Bu fikrî akımın büyük resmini görebilmek adına yeni harflerle neşir çalışması son derece ehemmiyetlidir. İşin fikrî ve akademik boyutunun ötesinde ise hâlâ kriz mesabesinde bulunan bir çok derdimizin bir asır evvel tartışılıp çeşitli ehil ağızlardan sözler söylendiğini görmek sadra şifalar sunacaktır elbet.

    “İşte İslam dâvası… Sebîlürreşâd’ın yarım asırdır takip ettiği dâva budur. Muârızlarla esas çarpışma sahası da budur. Bu itibarla Sebîlürreşâd’ı, alelâde bir mecmûadan ziyade, İslâm’dan ve milli ruhtan uzaklaşma hareketi karşısında mevki alan İslâmî bir müessese  telâkki ve kâbul etmek daha doğru olur.”

    “Hele İslâm’a dil uzatanlar hakkında mecmuamız, hiç müsâmahakâr olmayarak lazım gelen ilmî cevapları vermiş, İslâm dininin müdafaasına kanatlarını germiş, her türlü tehlikelere göğüs gererek, yapılan taarruzları bertaraf etmeğe çalışmıştır.”

    “Bu itibarla Sırâtımüstâkim-Sebîlürreşad, memleketimizde ve bütün İslâm dünyasında mümtâz bir mevki ihrâz etmiş, yüksek bir otorite olmuş, çok geniş bir mikyasta yayılmış, hemen her Müslüman hânesine girmiştir.”

    “İlk çıktığı günlerin heyecanını hiç unutmuyorum. Yıllarca hasretini çektiğimiz hürriyet güneşi doğar doğmaz matbaalara koştuk. ‘Sırâtımüstakim’ ünvanıyla ilk nüshamız çıkınca Bâbıâlî alt üst oldu. Müezzinlerin ‘Sırâtımüstakim, Sıratımüstakim’ âvazeleri kapladı.”

    “24 saat sürmedi, on binlerce nüshası yağma oldu. Tekrar bastık, yine bitti. Arkasından ikinci nüshası yetişti. Memleketin her tarafından telgraflar yağmaya başladı. Matbaalar gece gündüz çalıştığı halde yetiştiremez oldular.”

    “Az zamanda İşkodra’dan Bağdad’a ve Yemen’e kadar bütün memleket Sırâtımüstakim’le doldu ve bütün İslâm dünyasına taşmaya başladı. Büyük âlimlerin, kudretli üstadların eserleriyle, kıymetli şiirleriyle Sırâtımüstakim en birinci mecmua halini aldı. Hele Âkif’in şiirleri bütün gönüllere öyle heyecanlar verdi ki…”

    Eşref Edip Bey’in yukarıda ifade ettiği satırlar bir derginin ulaşabileceği ufku ve muvaffakiyeti göstermesi adına sayısız misalden birkaçı sayılabilir. Tabii bu bütün heyecan ve gayretin bir asır evvel ortaya çıktığını düşünürsek, bu satırlar “eğer bu mecmua kapatılmayarak bu güne kadar devam etseydi, fikrî hayatımız nasıl şekillenirdi?” sorusunun da cevabını barındırıyor.

     

    Sedat Albayrak

    Dünyabizim

  • Hayrettin Karamandan Kürtaj Fetvası

    Cenîn, hâmileliğin ilk gününden itibaren hâmile kadının rahmindeki çocuktur. 

    Özellikle cerrahi tıbbın gelişmesinden önce ilkel yöntemlerle yapılan cenîn katli günümüzde, ameliyat ortamında ve -genellikle- doktorlar tarafından yapılmaktadır. 

    Tarihî geçmişi: 

    Kur’ân-ı Kerim’de ve hadîslerde -muhtemelen nadiren uygulandığı veya hiç uygulanmadığı için- cenînin kasten öldürülmesine temas edilmemiştir. Fıkıh ilmi oluştuğu ve kitaplaştığı zamanlarda (hicrî birinci asrın sonlarından itibaren) önce cezâ hukuku bahislerinde cenînin kasten veya kazâ ile öldürülmesi konuları ele alınmış, daha sonra (müctehid imamların yaşadığı ve icitihad faâliyetinin yaygın olarak sürdürüldüğü ilk dört asırdan sonra) doğumu önlemek üzere rahimdeki çocuğun belli bir süre içinde imhâ edilmesinin câiz olup olmadığı konusu tartışılmıştır. 

    Kur’ân-ı Kerim’de “ve’du’l-benât” terimi ile ifade edilen “kız çocukların diri diri toprağa gömülerek öldürülmesi” cinayetine özel âyetlerle ve açıkça; cenînin öldürülmesi hâdisesine ise özel terimleriyle değil, bunu da içine alan genel açıklamalar yoluyla temas edilmiştir. Özellikle “haksız olarak nefsin öldürülmesini yasaklayan” âyetler cenînin katlini de içine almaktadır. 

    1. En’âm sûresinde (6/98) Allah Teâlâ’nın bütün insanları tek bir nefisten yarattığı, bu nefsin oluş aşamalarında ana rahminin de bulunduğu (nefsin bir müddet ana rahminde kaldığı) ifade edilmiştir. Sûrenin 151. âyetinde ise hem çocukların (evlâd) hem de nefsin öldürülmesi şiddetle yasaklanmıştır. Cenîn, “nefis” kavramına kesin, çocuk (veled-evlâd) kavramına ise ihtimâlli olarak dahildir. 

    2. Mümtehine sûresinde (60/12) Hz. Peygamber’e (s.a.), kadınlardan bazı suçlar, günahlar ve cinayetler konusunda -bunları yapmamak üzere- söz alması, yemin ettirmesi istenmektedir; bu günahlar ve cinayetler arasında “çocuklarını öldürmek” de vardır. Bu âyetteki çocuklara “cenîn” de dahildir. 

    Hadîslerde doğumu engellemek maksadıyla cenînin kasten imhâ ve katledilmesi konusu geçmemiştir. Azil konusunu işlerken zikredilen hadîslerde cenînin imhâ edilmesine değil, siperm ile yumurtanın buluşmasını engellemek maksadıyla yapılan azle “gizli veid” denilmiştir. Az açıklanacakaşağıda açıklanacak olan ve bazı fıkıhçıların “ceninin imhâsının, çocuk düşürme ve kürtaj yaptırmanın câiz olduğuna delîl kıldıkları “rûhun üflenmesi” ile ilgili hadîsin ise kürtaj ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. 

    Bağlayıcı delîl ve kaynaklardan yola çıkarak nesneler, davranışlar ve ilişkilerin dinî hükümlerini (farz, vacib, mendûb, mubah, mekruh, haram… olmalarını) açıklamayı konu edinmiş bulunan fıkıh ilminde cenînin imhâsı iki yönden ele alınmıştır: a) câiz olup olmadığı, b) kasten veya kazâ yoluyla cenîn imhâ edildiğinde uygulanacak cezâ. 

    1. Câiz olup olmaması bakımından kürtaj: 

    Fıkıhta kürtajın, cenînin öldürülmesinin ve çocuk düşürmenin câiz olup omadığı araştırılırken öncelikle bu nesnenin (ceninin) canlı ve insan olup olmadığının tesbiti üzerinde durulmuştur. Cenînin canlı ve insan olduğu sabit olduğu takdirde hiçbir fıkıhçı onun imhâsına cevaz veremez; çünkü İslâm’ın nefsi, doğmuş çocuğu ve insanı öldürmeyi kesin olarak yasakladığı bilinmektedir. Bazı fıkıhçıları bu konuda tereddüde sevkeden ve kürtajın belli bir süre içinde câiz olduğu görüşüne meylettiren sebep bilgi eksikliğidir, bir hadîsi amacından saptırmak ve yanlış yorumlamaktır, bu fıkıhçıların yaşadıkları çağda kendilerine ulaşan “yanlış tıp ve canlılar âlemi” bilgisidir.

    Hayretin Karaman

  • Diyanette Kaliteyi Düşüren Düzenleme

    Bu haberi okuduğumda kafamda yine şimşekler çaktı. Gerçekten rezillik üstüne rezillik dedim. Şu yapılanlara bakın ne demek istediğimi anlayacaksınız..

    1. Diyanet personeli kalitesi giderek düşmüş ve o seviyeye gelmiş ki yeterlilik seviyesinde  olan bir sınavdan diyanet personelinin 70 puanı alamıyor.

    2.İl  Müftülükleri tarafından yapılan nakil sınavlarında A ve B gurubu camilere atanmak isteyen Büyük Torpilli Diyanet Personelin isterlerse yaptıkları baskıyla diyanet yönetmelikleri dahi değiştirebildikleri.

    3. Yapılan düzenleme MBSTS puanını düşürmek yerine görev yapma süresini düşürse yeni atanan binlerce personel arasından mutlaka bu seviyede personelin bulunabileceği fakat bu düzenlemenin planlarına uymadığı gerçeği

    4. Bir Süre önce gerçekleştirilen Baş İmam Hatiplik için A ve B gurubu camide 6 yıl görev yapma şartıyla sınava girecek ve kazanacak kişilerin zaten belli olması 

    5. Kpss puanı olan Kuran Kursu Öğreticiliği için bekleyen binlerce 2 Yıllık, 4 yıllık İlahiyat Mezunun ve İHL mezunlarının hakları açıkça ve alenen gaspedilerek hiç bir dayanakları olmaksızın Fahri öğreticileri göreve almaları hem kaliteyi düşürmüştür hemde haklarıyla ve puanlarıyla yıllarca bekleyen insanların Ahlarını ve beddualarını almışlardır..

    Bunlar

    Diyanet Personel İşleri Bölümünün Torpil Pisliğinin İçinde Boğulduğunun GERÇEK KANITLARIDIR.

    Fakat ne Diyanet İşleri Başkanı ne de bu işlerden Sorumlu Başkan Yardımcısının bunları engellemiyor bilakis destekliyorlar. Diyanet İşleri Başkanı bu meselelere tali meseleler olarak bakıp görmezden geldikçe bunlar devam edecektir. Bu yapılan düzenlemelerde kendisine ve düzenlemeyi gerçekleştirenlere Ahirette yol su ve elektrik olarak geri dönecektir.. 

    İhsan Cabir



    Diyanet Personeli Arasında Mesleki Bilgiler Seviye Tesbit Sınavı Sınavından 70 ve Üzeri Alan Yok Mu ?

    Diyanet, Mesleki Bilgiler Seviye Test Sınavı taban puanı kısa bir süreliğine aşağıya çekince, müftülükler rahat bir nefes aldı.

    Müftülükler bir kaç aydır (A) ve (B) grubu, özellikle (A) grubu camiler için şartları tutan personel bulmakta zorlandılar. İşlerini resmi yoldan halletmek isteyen müftülükler durumu Diyanet’e bildirdi.

     

    Diyanet işleri Başkanlığı ise yönetmelikte değişiklik yaparak bütün il müftülüklerine resmi yazıyı yolladı.

     (Not: İl ve ilçe müftülüklerince ilan edilen boş cami kadrolarına naklen atanmak için müracaat edeceklerde cami gruplarına göre aranacak MBSTS taban puanı Başkanlıkça belirlenir.)

    (A) grubu camide görev yapmak için şartlar ne?

    (A) grubu camilere atanabilmek için , diğer grup camilerde en az sekiz yıl görev yapmış olmak ve aşere, takrib ve tayyibe kursunu veya ihtisas kursunu veya hafızolup tashih-i huruf kursunu bitirmiş olmak gerekir.

    (B) grubu camide görev yapmak için şartlar ne?

    (B) grubu camilere atanabilmek için; (D) ve (C) grubu camilerde toplam beş yıl görev yapmış olmak şarttır. 

    Buna göre;

    Diyanet İşleri Başkanlığı Sınav Yönetmeliği 5/b Maddesi ile Atama ve yer Değiştirme Yönetmeliğinin 17. Maddesi çerçevesinde Bağkanlığımızca yapılan değerlendirme sonucunda valiliklerce ilan edilen boş kadrolara müracat ederek görev yerlerini değiştirmek isteyen cami görevlileri için Mesleki Bilgiler Seviye Test Sınavı taban puanı aşağıdaki şekilde belirlenmiştir.

    a) İmam-Hatipler için

    -(A) ve (B) grubu camiler için (60) ve üzeri,
    -(C) ve (D) grubu camiler için (50) ve üzeri,

    b) Müezzin-Kayyımlar için

    -Cami gruplarının tamamı için (50) ve üzeri,

    Taban puanı aranması hususunda gereği..

    Daha önceki uygulamada;

    – (A) ve (B) grubu camiler için (70) ve üzeri,
    – (C) grubu camiler için (60) ve üzeri,
    – (D) gurubu camiler için (50) ve üzeri taban puan alınması şartı aranıyordu.

    Uygulamanın Eylül ayında yapılacak olan Mesleki Bilgiler Seviye Test Sınavına kadar devam edeceği tahmin ediliyor.

    Dinihaberler

  • Müslümanlar Medyada Önyargıdan Rahatsız

     

    Almanya ve İngiltere’de yaşayan Müslümanların çoğu ana akım medyada İslam’ın önyargılarla ele alındığını düşünüyor. Bu, iki üniversitenin ortaklaşa yaptığı araştırmadan çıkan en çarpıcı sonuçlardan biri. Düsseldorf merkezli Vodafone Vakfı ile British Council’in yaptırdığı araştırma ‘Avrupa medyasında Müslümanlar’ başlığını taşıyor.

    Almanya’da Bielefeld Üniversitesi ile İngiltere’de Keele Üniversitesi tarafından yapılan ve çarşamba günü Berlin’de tanıtılan araştırmada ağırlıklı olarak Müslümanların medya kullanım alışkanlıkları ile medyada Müslümanların ele alınış şekli inceleniyor. Araştırma kapsamında, Müslüman olan ve olmayan gazetecilerin yanı sıra medyayı yakından takip eden Müslümanlarla mülakatlar yapıldı, ayrıca yaklaşık 300 kişi de internet üzerinden yürütülen ankete katıldı.

    “Müslümanlar medyada klişelerle ele alınıyor”

    Araştırmayı yürüten Bielefeld Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Andreas Zick, ancak araştırmanın temsiliyet özelliği olmadığını belirtiyor. Zick, araştırmadan çıkan çarpıcı sonuçlardan birini şu sözlerle dile getiriyor: “Kanımca araştırmada açıkça ortaya çıkan sonuçlardan biri şu; medyada yer alan Müslümanlara ilişkin yazı, film veya konuşmalar Müslümanlar tarafından tehditkar bulunuyor. Yüzde 80’inden fazlası Müslümanların medyada klişelerle ele alındığını düşünüyor. Yüzde 70’inden fazlası bunu gerçeği yansıtmayan bir tablo olarak algılıyor.”

    Araştırmaya katılanların, ana akım medyada İslam düşmanlığına ilişkin eleştirel haberlerin yer almamasından şikayetçi olduğunu ifade eden Zick, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bu konuda büyük bir sorun mevcut, ki bu sorun diğer araştırmalarda da görülüyor, İslam eleştirisi sağ popülist yaklaşım içinde olan bazı seçkin isimler ve gruplar tarafından yapılıyor. Araştırmaya katılanların yüzde 60’ı İslam düşmanlığı içeren haberler nedeniyle kendilerini tehdit altında hissediyor ve yüzde 70’inden fazlası, ki bu da bir çok araştırmada çıkan bir sonuç, medyada Müslümanlara karşı saygılı bir tutum izlenmediğini düşünüyor.”

    Müslümanların tercihi ana akım medya

    Araştırma, Avrupa’da Müslümanlara ait medyayı incelemek üzere başlatılıyor. Ancak, araştırmayı yürütenlerin Avrupa’da Müslümanlara ait medya kavramının pek anlamlı olmadığını görmeleri üzerine, araştırma medyada Müslümanlar üzerine yoğunlaşıyor. Vodafone Vakfı Eğitim ve Bilim Araştırmaları Bölümü Yöneticisi Dr. David Deissner, araştırma sonucunda Müslümanların çoğunun yaşadıkları ülkedeki ana akım medyayı takip ettiğini tespit ettiklerini belirtiyor: “Almanya ve İngiltere’de yaşayan Müslümanların çoğu, ana akım medyayı esas haber kaynağı olarak görüyor. ‘Biz medyada yeterince temsil edilmiyoruz, o halde kendimize ait medyayı izleriz’ anlayışıyla toplu halde ana akım medyadan vazgeçmiyorlar. Ama diğer yandan da, araştırmaya katılanların sadece yüzde 16,5’i kendi ihtiyaç ve isteklerine ana akım medyada yer verildiğini görüyor.”

    Çözüm önerileri

    Bu durumun değiştirilmesi için ne yapılması gerekiyor? Araştırmaya katılanların yüzde 70’i ana akım medyada yer alacak olumlu haberlerin, Müslümanlarla çoğunluk toplumu arasındaki ilişkileri de olumlu yönde etkileyeceğine inanıyor. Bielefeld Üniversitesi’nden Andreas Zick, mülakat yaptıkları gazetecilere de bu soruyu yönelttiklerini belirtiyor. Zick, medyada Müslümanlara yönelik önyargıların kaldırılması için sunulan önerileri şu sözlerle dile getiriyor: “En büyük umutlardan biri eğitim yoluyla medyadaki kalitenin artırılması. Kritik noktalardan bir diğeri ise kültürel farklılıklara sahip gazetecileri kazanmak, bildiğiniz gibi Almanya’da göçmen kökenli olarak adlandırılan kadın ve erkek gazetecilerin sayısı oldukça düşük. Gazetecilik eğitiminin iyileştirilmesi gerekiyor, ki bu da çok önemli bir konu. Elbette geleneksel gazetecilik yöntemlerine de sahip çıkmak ve Müslümanlar hakkında araştırmacı ve eleştirel çalışmalar yapmak gerekiyor.”

    Haberler

  • Aile Hakemliği Gereklilik

     

    İstanbul Aile Araştırmaları, Eğitimi ve Danışmanlığı Derneği (AİLEDER) tarafından düzenlenen konferansta ‘İslam Hukukunda Aile Hakemliği’ konusu masaya yatırıldı. Konferansa konuşmacı olarak katılan İslam Hukuk Uzmanı Mehmet Çelen, aile içerindeki sorunlara dikkat çekerek çözüm yolları hakkında bilgi verdi.

    AİLEDER’in her hafta periyodik olarak gerçekleştirdiği konferanslar zincirinde bu sefer ‘İslam Hukukunda Aile Hakemliği’ konusu konuşuldu. İslam Hukuk Uzmanı Mehmet Çelen’in konuk olduğu programa çok sayıda davetli katıldı.

    ‘İslam Hukukunda Aile Hakemliği’ konusunda bilgiler veren Mehmet Çelen, konuşmasında aile içerinde yaşanan sorunların nedenleri hakkında bilgiler verdi. Son dönemlerde geçimsizlik ve boşanma vakalarındaki artışa dikkat çeken Çelen, İslam Tarihi boyunca uygulanmış olan “Aile Hakemliği” veya “Aile Meclisi”nin önemi üzerinde durdu. Hakemliğin, tarih boyunca toplumlarda var olan anlaşmazlıkları çözmek için uygulanan vazgeçilmez bir müessese olduğunun altını çizen Çelen, “Örneğin son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.), daha kendisine peygamberlik gelmezden önce 35 yaşında kabileler arasında hakemlik yapmıştır. O dönemde Ka’be’yi inşa eden Mekke’nin müşrik kabileleri Hacerülesved’i kimin yerleştireceği konusunda aralarında ihtilaf çıkmış, sorun peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından çözülmüştür. Böylece peygamber, bir anlaşmazlığı çözmüş ve savaşın önüne geçmiştir.” diye konuştu.

    Hakemliğin veya aile meclisinin, toplumun en küçük birimi olan aileler arasında huzur ve barışı sağladığını ifade eden Çelen, böylece sağlıklı bir toplum inşa edileceğini vurguladı.

    “AİLEDER HAKKINDA”

    On üç uzman tarafından kurulan İstanbul Aile Araştırmaları, Eğitimi ve Danışmanlığı Derneği (AİLEDER), 05 Ekim 2011 tarihinde faaliyete geçti. Aile, çift ve evlilik danışmanlığı, aile terapisi ve aile eğitimi alanında uzman yetiştirmek amacıyla kurulan dernek, sertifika programları, seminerler ve konferanslar düzenlemektedir. Dernekte verilen eğitimler ücretsizdir.

    Aktuel Psikoloji

  • Görmez: Popüler Dünya Dini Yok Saydı

     

    Birtakım Beyinsizlerin Yüzünden Hepimizi Helâk Edecek

    Kazakistan’ın başkenti Astana’da düzenlenen 4. Semavî ve Geleneksel Dinler Liderleri Kongresi’de konuşan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, bir takım insanların bencillikleri yüzünden, geleceği çok karanlık göründüğünü ifade etti. Barış ve Uyum Sarayı’nda düzenlenen kongrede konuşan Görmez, ”Artık Kur’an’ın ifadesiyle (birtakım beyinsizlerin yüzünden hepimizi helâk edecek)bir yönelime karşı teyakkuz halindeyiz” dedi.

    Geleceğin, pozitif kalkınmaya yönelik bir olgu gibi gösterilmeye çalışılmasına rağmen, bugün geleceğin karamsar bir tablo çizdiğini anlatan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, ”Büyük umutlar bağlayarak kendimizi kaptırdığımız ütopyalarımızı bile kaybetme riskimiz her zaman yüksek. Ne oldu da gelecek bir umut kapısı olmaktan çıktı. Buna karşılık o, hepimizi sarsan bir yeis, tehdit ve korku kaynağı olarak karşımızda durmaya başladı” ifadesini kullandı.

    Bugün yaşanan sorunlara, dindarların hatta pozitif dünya görüşünü savunanların bile kayıtsız kalamadığını anlatan Görmez, ”Sorun çok açıktır. Geçtiğimiz yüzyılın dünyayı biçimlendirme iddiası taşıyan ideolojileri kendilerini bilumum dinlerin yerine ikame etmek üzere yeni bir dünya tasarımı vaad etmişlerdi. Geçtiğimiz yüzyılın hâkim sistemleri dinin yeri ve statüsü konusunda incitici, örseleyici çabalar içinde oldular. Dinden kurtulmayı, onun sesini kısmayı, onun rehberlik ve irşadını atılması gereken bir yük olarak değerlendirmekte hiçbir sınır tanımadılar. 19. yüzyılın popüler tartışmalarına yansıyan sathi, kolaycı ve uç önerilere ilgi duyanlar dinlerin uyarıcı, kurtarıcı ve besleyici mesajlarına sırtlarını dönmekten geri durmadılar.

    İtiraf edeyim ki olumsuz ve hiç de adil olmayan şartların ağırlığına rağmen yine de dinler, bu dönüşüm konusunda gerekli ikazları yapma konusunda sürekli rol aldılar. İnsanlığı geri dönülmesi güç bir çatışmaya, tabiatı, içinden çıkılması güç bir cehenneme dönüştürmeyi amaçlayan ve bunda da kısmen etkili olan baskın bir yönelim karşısında farklı teolojiler, farklı dini argümanlar toplumları uyarma, uyandırma ve yeterli bir dil tutturma konusunda maalesef ya geç kaldılar ya da başarılı olamadılar. Oysa bu konuda ilahi ikazlar gayet açıktı ve söz gelimi Müslümanlar açısından yapılması gereken “sadece içimizden zulmedenlere dokunmakla kalmayacak olan bir fitne”den sakınmak ve ondan uzak durmaktı (Enfal, 8/25).” diye konuştu.

    Kalkınma proje ve uygulamalarının zaaflarının açıkça ortaya çıktığını, dini, ahlak ve etiği saf dışı bırakan bir ilerleme anlayışı eşzamanlı olarak hayatın tüm şiirselliğini yok ettiğini belirten Görmez, sözlerini şunları kaydetti:

    DÜNYA YAŞANAMAZ HALE GETİRİLDİ

    ”Artık Kur’an’ın ifadesiyle “Birtakım beyinsizlerin yüzünden hepimizi helâk edecek” bir yönelime karşı teyakkuz halindeyiz. Yeryüzünün yağmalanması sosyo-politik yönelimlerin bir ürünü olarak dünya yüzeyini tarumar ederken, bu zihniyet yapısı tek tek her insanın fıtratını da çarpıtmakta, bu ifsat edilmiş bireylerin dünya algı ve tasarımı adalete, hakkaniyet ve vicdana hiçbir yer bırakmamaktadır.

    Bir Çin atasözünde yerini bulan bilgece bir ifade bugün İslami hassasiyetler taşıyan her Müslüman’ın kolayca sahiplenebileceği ortak bir çerçeve sunmaktadır: “Bu dünya bize atalarımızdan miras kalmadı. Biz onu çocuklarımızdan ödünç aldık”. Nükleer abluka, atmosferin korunaklı düzenine müdahale, ekosistemin tarumar edilmesi, gıda maddelerinin genetik kodlarıyla oynanması, adaleti ve eşitlik prensibini yok sayan gelir dağılımları vs. bütün bunlar sonuçta artık dünyanın gidişatından pek de emin olamayacağımız kuşkusunu zihinlerimize kazımaktadır. Öte yandan bu dikkatin sorumluluk sahibi sözcülerin elinde yaptırım gücü olmayan bir retoriğe dönüşme tehlikesine karşı da her zaman dikkat etmek gerekecektir.

    Bugün gelişmiş ülkelerin bayraktarlığında gerçekleştirilecek bu dikkatin, tutarlı bir şekilde her bir ülkeyi bağlayacak bir yaptırım siyaseti eşliğinde yürümesi gerekir. Ne yazık ki sürdürülebilir kalkınma kavramının semantik kronolojisi bile takip edildiğinde ileri ülkelerin bu kavram çerçevesindeki beyanatlarının genellikle fantastik olduğu ve yanı sıra ilgili adımların takibinin yapılmasında da gerekli özenin yeterince gösterilmediği pek çok gözlemci tarafından ifade edilmektedir”

    ‘Bugün Arap Baharı’nı konuşuyoruz, İslam dünyasındaki şiddeti konuşuyoruz diyen Görmez, ancak gelişmelerin sadece tarihsel bir mezhep çatışması olarak yorumlandığından yakındı. Görmez,” Hakikat örtbas edilmek isteniyor. Oysa Orta Doğu’nun, İslam Dünyası’nın dini ve kültürel fay hatlarıyla iki yüz senedir oynanıyor. Bunu daima din adamları olarak, bilim adamları olarak dikkate almak zorundayız” dedi

    DİN ADAMLARINA SORUMLULUK DÜŞÜYOR

    Görmez,”İmparatorlukların çöküşü ve sonra sömürgeler ve daha sonra o sömürgelere bağlı olarak yaşayan diktatör rejimler, totaliter rejimler, sonra işgaller, sonra şiddet ve sonra o şiddetin gölgesinde yetişen nesiller ve daha sonra bu nesillerin birbirlerinin camiisine girerek birbirlerini öldürmelerini sadece bir Şii-Sünni çatışması, sadece bir mezhep çatışması olarak yorumlamak ne kadar büyük bir yanlıştır”.ifadesini kullandı.

    Yaşananların dini liderlere büyük sorumluluklar yüklediğini belirten Görmez, ”Bu bağlamda sorumluluk dini liderlere düşmektedir. Toplumun ve hayatın kalbine dokunmayı başaran dini söylem bugün her yaştan ve her meslekten insanı bu konularda bilgilendirme görevini üstlenmelidir. Esasen İslami gelenekte zaten her Müslüman, yetkin olduğu ölçüde her bir kardeşini hatta insanlık dünyasını ‘ateşin azabından korumak’ konusunda derin mükellefiyetler taşımaktadır. Dini önderlerin görevi toplamda, yaşamı zehir eden bir zulmetle açıklanabilecek bu kaygıyı gidermek üzere gerekli duyarlılıkları harekete geçirmek, ayrıca bu konudaki sorunlara azami derece önem vererek sorunu canlı tutmaktır” diye konuştu.

    Görmez, konuşmasıda Kazakistan’da dünyaya gelen El Farabi’nin dünyaya armağan ettiği ‘Erdemliler Şehri Prensipleri’ni hatırlattı.

     

    Haber10

  • Değer / siz Kimlik

    Açılış konuşmasını yapan İlahiyat Fakültesi dekanı Prof. Dr. H. Mehmet Günay, çalıştayın hedefine ulaşması ve akademik olarak verimli geçmesi temennisini dile getirdi.

    Üç oturum halinde gerçekleştirilen çalıştayın birinci oturumunda SAÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Recep Kaymakcan “Değerler Felsefesinin Değerler Eğitimine Katkıları” başlığıyla bir sunum yaptı. Değerler eğitimi ve değerler felsefesi arasındaki ilişkinin ele alındığı oturumun müzakeresinde “din-ahlak” ilişkisi, “yerel değerler” ve “evrensel değerler” gibi hususlar tartışıldı.

    İkinci oturumda, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bayram Ali Çetinkaya tarafından “Yeni Neslin Anatomisi: “Değer” siz Kimlik” adlı bir sunum yaptı. Oturumda, yeni neslin değerler algısı ele alındı, değerlerin değişime uğradığı belirtilerek değerlerdeki değişimin sebepleri sayıldı.

    Müzakerede ise sosyal değişim ile değerlerin değişmesi arasındaki ilişkiye dikkat çekildi. Üçüncü ve son oturumda, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Durusoy “Değer” Değerlendirilmeye Değer mi?” başlıklı sunumuyla çalıştaya katkıda bulundu. “Değer” kelimesinin etimolojik tahlilinin yapıldığı sunumda ayrıca “değer-değersizlik” ve “erdem-erdemsizlik” kavramları ele alınarak “değer” ve “değersizlik” kavramları tanımlanmaya çalışıldı. Müzakere ise “ahlakın ve değerin ölçüsü nedir?” sorusu etrafında gerçekleştirildi.

  • Kız İmam Hatip Liseleri Açılmalı

     

     

    Veli ve öğrencilerin, manevi ve ahlaki değer bağlamında güvenli bir liman olarak gördükleri için bu okulları tercih ettiklerine değinen Gökdemir, kız çocuklarının rahatlıkla okula gönderilmesini sağlamak ve ahlaki çöküntünün önüne geçmek için İmam Hatip sayısının artırılması gerektiğini ifade etti.

     

    Yeni Eğitim sistemi 4+4+4 ile ilgili de değerlendirmelerde bulunan Gökdemir, özellikle Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin hayatını okumak isteyenlerden dilekçe alınmaması gerektiği, aksine bu dersleri görmek istemeyenlerden dilekçe talep edilmesi gerektiğini söyledi.

     

    Şimdi de sizleri yaptığımız söyleşinin tamamı ile baş başa bırakıyoruz…

     

    DİYARBAKIR’DA İMAM HATİP OKULLARININ SAYISI ÇOK AZ 
    Ülkemizde İmam Hatip Liselerinin Açılış Süreci Nasıl Başladı? 
    1950 yılı Londra’da yayımlanan bir gazetede Cumhuriyet döneminin kara tablosunu şöyle aktarıyordu: ‘Bir köyde cenaze namazı kıldıracak tek bir kişi bile bulunamamış ve zavallı Müslüman köylü namazı kılınmadan defnedilmiştir. Bunun üzerine halk galeyana gelmiş.’Tüm bu tepkilerin ardından 7. CHP Kurultayı’nda, sert tartışmalara sebebiyet vermiş ve halkın ‘Bizi Hıristiyan yapın’ feryadına milletvekilleri de isyan etmişlerdi. Zamanın hükümeti de Sadece 7 ilde İmam Hatip Liselileri açılmasına izin verilmişti. Diyarbakır’da 1954 yılında İstasyonda merkez İmam Hatip Lisesi olarak faaliyete başlamıştır. Bu güne kadar ülke genelinde 500’ün üzerinde İmam Hatip Liseleri halkımızın kendi imkân ve özverileri ile hizmete açılmıştır.

     

    DİYARBAKIR’DA 6, BURSA’DA 22, KONYA’DA 26 TANE OKUL VAR 
    Diyarbakır’da İmam Hatip Liselerinin Genel Durumu Nedir? 
    Diyarbakır’ımızda 50’nin üstünde Lise vardır. İlimiz 1,5 milyon nüfusuyla Büyükşehir ve 4 merkez ilçeyi bünyesinde barındırmasına rağmen 2008 yılına kadar sadece 1(Bir) İmam Hatip Lisesi mevcuttu. 2008-2009 yılında Yenişehir Anadolu İmam Hatip Lisesi ile 2009-2010 yılında da Kayapınar İlçesinde diğer lise öğrencileri ile beraber Yunus Emre İmam Hatip Lisesi açıldı. Diyarbakır İlimizde tüm ilçelerle beraber 6 İmam Hatip okulları mevcut iken, aynı nüfusu paylaşan Bursa da 22 tane ve Konya ilimizde 26 tane İmam hatip Liseleri vardır.

     

    TEVÜCCÜH VAR OKUL YOK 
    Halkımızın İmam Hatip Liselerine Teveccühü nasıldır? 

    2009-2010 Eğitim ve Öğretim kayıt döneminde kat sayı engelinin kaldırılması nedeniyle halkımızın gösterdiği yoğun teveccühe binaen 1200’ü aşkın 1.sınıf öğrenci kaydı yapılmıştı. 2012-2013 Eğitim ve öğretim döneminde ise ülkemizde en çok İmam Hatipleri tercihi Erzurum’dan sonra ikinci il olarak yaklaşık 3 bin öğrenci ile Diyarbakır’dan olmuştu. Ama ne yazık ki yer olamadığından dolayı sadece 650 öğrenci kayıtları yapılmış, binden fazla öğrenci ise bu olanaklardan mahrum kalmışlardır. Bunların çoğunluğunu oluşturan kız öğrenciler yer bulamamaktan kendi evlerinde eğitimden uzak kalmışlardır. Bunun vebali ve sorumluluğu geçmişte Milli eğitim camiasının liyakatsiz bürokratları ve İmam Hatip liselerine duyarsız siyasi yetkililerdir. Bölgenin en büyük kenti ve önemli yerleşim merkezi olan ilimizde sosyal ve siyasal hareketliliğin yoğun olduğu bir ortamda halkımızın özüne dönmesi, milli ve manevi değerleri özümsemesinden dolayı velilerimizin İmam Hatip Liselerine teveccüh göstermesi takdire şayan olarak görüyoruz.

     

    İMAM HATİP OKULLARI YOZLAŞMANIN ÖNÜNÜ ALIR 
    İmam Hatip Liselerinin Ahlaki Yozlaşma karşısında ne gibi bir işlevi vardır? 

    Ne yazık ki; toplumda düzen bozan ve ifsat etmeye yönelik faaliyetler hız kazanmıştır. Özellikle ahlaki çöküntü gittikçe artmaktadır. Halkımız bu ahlaki yozlaşmaya dur demek için çareler aramaktadır. Onlarca Velinin, İmam Hatip Lisesini tercih etmesindeki en önemli husus, bu okulları çocukların geleceği ve gelişimi için manevi ve ahlaki değer bağlamında güvenli bir liman olarak görmeleridir. Bu Okulların sayılarının artması bu yozlaşmanın önünü alabilmektedir.

     

    KIZ İMAM HATİP LİSELERİ AÇILMALI 
    Bölgemizde Kız Çocuklarımızın okullaşma durumu nedir? 

    Özellikle başta Sayın Cumhurbaşkanının eşi olmak üzere Milli Eğitim Bakanlığının defalarca ‘Haydi kızlar Okula’, ‘Anne-Kız Okuldayız’ adı altında yürütülen onlarca kampanyaya rağmen özellikle bölgemizde halkımızın kültürel değerlerini ve inançlarını dikkate almayan bu tür uygulamalar, rağbet görmemiştir. Özellikle kız çocuklarımızın eğitim durumunun diğer illere nazaran geride kalması bunu ispatlamaktadır. Bizler duyarlı Sivil Toplum Kuruluşları olarak çözümün adresini; kız çocuklarımızın gelenek ve görenekleri ile inananlarını ortak bir payda da buluştuğu halkın değerlerini dikkate alan uygulamalarda görüyoruz. Halkımızın inançları gereği kız çocuklarını okutması için buldukları tek alternatif kız İmam Hatip Liseleridir.

     

    MÜFREDAT İNANÇ DEĞERLERİMİZLE ÇATIŞMAKTADIR 
    Kız Çocuklarımızın Eğitiminin Önündeki En Büyük Engel Nedir? 

    Halkımız dinine bağlı mütedeyyin bir kitleden oluşmaktadır. Kuran’ın emirlerine bağlıdır. Bu anlamda çocuklarını okuturken edep ve haya duyguları içerisinde İslam’ın öngördüğü bir örtü ile örtünüp okula gönderilmesini istemektedir. Maalesef sistem çocuklarımızın bu şekli ile eğitim almalarına engeller koymaktadır. Özellikle ilköğretimden sonra eğitime ara vermesinin en büyük nedeni kız çocuklarımızın okula örtülü olarak gitmelerini engellemeleridir. Ayrıca eğitim müfredatımızın inanç değerleri ile çatışmasıdır. Müfredatın değişmesi gerekir ve Karma eğitimden de vaaz geçilmesi lazımdır. 

    KIZ YURTLARI YAPILMALI 
    Kırsal Kesimdeki Kız Çocuklarımızın Eğitim İmkânlarından Yararlanabilmesi İçin Neler Yapılabilir? 

    Ülkemizde İmam Hatip öğrencilerinin yüzde 40’ı yurtlarda kaldığı halde, ilimizde bu oran yüzde1’i ancak karşılamaktadır. Özellikle bölgemizde kız çocuklarının okullaşma oranının arttırılması için mutlaka kız yurtları yapılması gerekmektedir. Özellikle İslami duyarlılığa sahip sivil toplum kuruluşlarına büyük görevler düşmektedir. Barınma, sosyal etkinlik, dini ve ahlaki eğitim için imkân ve barınma olanakları temin edilmelidir. Unutmayalım ki, biz çocuklarımıza dinimizin gereği olarak sahip çıkmazsak, toplumu kasıp kavuran ahlaki yozlaşma evimizin içine kadar sirayet edecek, çocuğumuzu kucağımızdan alıp, toplumu ifsat edenlerinin hizmetine koyacaktır.

     

    TÜM İLÇELERDE İMAM HATİP OKULLARI AÇILMALI 
    Diyarbakır İl Geneli Olarak Gelecek Eğitim ve Öğretim Döneminde Ne Kadar İHL’ye İhtiyaç Vardır? 
    Özellikle velilerimizden yoğun talep aldığımız ilimizin en büyük ilçesi merkez Bağlar’da acilen İmam Hatip Lisesine çok büyük ihtiyaç vardır. Başta Merkez Sur ilçemiz olmak üzere Hani, Kulp, Çınar, Lice, Kocaköy, Dicle, Çüngüş ve Hazro ilçelerimizde acilen kız ve erkek ortaokul ve lise İmam Hatip okullarının açılması gerekmektedir. 4+4+4 dönemi başlaması ile beraber tüm merkez ilçelerimiz başta olmak üzere kırsal kesimindeki ilçelerimizde acilen İmam Hatip Liseleri ve ortaokullarına ihtiyaç vardır.

     

    İlimizde İmam Hatip Liseleri Kazandırmak Yaptığınız Çalışmalar Nelerdir? 
    Bağlar Beyaz Tebeşir ilköğretim okulunun ek binası, Kız İmam Hatip Lisesi olarak 2012-2013 Eğitim ve öğretim yılında faaliyete geçecek. Kayapınar Tekel mevkide TOKİ’nin inşa ettiği kız İmam Hatip Lisesi aynı yıl hizmete girecek. Ayrıca merkez ve tüm ilçelerimizde İmam Hatip ortaokulları açılması için çalışmalarımızı sürmektedir.

     

    En önemli çalışmalarımızdan biri olarak Milli Eğitim Müdürlüğü bahçesinde, Dicle Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi olarak faaliyet gösteren bina, girişimlerimiz ve yetkililerin desteği ile D.Ü Senatosu tarafından Kız İmam Hatip Lisesi olarak tahsis kararı çıktı. Bu konuda emeği geçen başta Dicle Üniversitesi Rektörü olmak üzere, il Valimize ve il Milli Eğitim Müdürlüğüne teşekkür ediyoruz.

     

    KUR’AN-I KERİM VE PEYGAMBERİMİZİN HAYATI DERSLERİ 
    Hükümetin Yürürlüğe Koyduğu 4+4+4 Eğitimdeki Kademeli Geçişe Nasıl Bakıyorsunuz? 

    Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan tahribatları tamir anlamında olumlu bir adım olarak görüyoruz. Önemli olanın düzenleme değil de uygulamanın ne derece başarılı olacağıdır. Bu anlamda Milli Eğitim camiası, hükümetin yürürlüğe koyduğu seçmeli Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin hayatını tüm kurumları ile takipçisi olmalı, özellikle Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin hayatını seçmeli ders olarak okutulmasını istemeyenlerden dilekçe alınmalıdır. Aksine bu dersleri görmek istemeyenlerden dilekçe alınmalıdır. Yüzde 98 Müslüman halkımızın çocuklarını Kur’an ve Peygamberle buluşmasını engelleyecek keyfi uygulamalara fırsat tanınmamalıdır. Bu konuda halkımızı aydınlatan ve yol gösterici olarak duyarlı sivil toplum kuruluşlarına büyük görevler düşmektedir.

     

    ÇOCUKLARINIZI İMAM HATİBE GÖNDERİN 
    İmam Hatip Yardımlaşma ve Danışma Derneği Olarak Velilere Yönelik Son Olarak Neler Söylemek İstersiniz? 
    Hükümetin 4+4+4 düzenlemesi ardından okullarda seçmeli olarak okutulacak Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin hayatını ders olarak okutulmasını talep etsinler ve bunda ısrarcı olsunlar, ayrıca İlköğretimin 4.sınıfın ardından çocuklarını İmam Hatip ortaokullarına yönlendirsinler. Veliler olarak Aile Birliği toplantılarında ve Öğretmenler kurul toplantılarında Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin hayatını seçmeli ders olarak okutulmasını talep etmelidirler. Ayrıca İlköğretim 8.sınıftan itibaren gelecek eğitim ve öğretim döneminde İmam Hatip liselilerine yönlendirme hususunda ısrarcı olsunlar. Unutmayalım ki; biz çocuklarımızı İmam Hatip Liselerine göndermezsek Laik Kemalist sistem çocuklarımızı istediği şekilde eğitecektir. 


    Haberfx